Jump to content

biyoteknoloji


cherar

Önerilen Mesajlar

Biyoteknoloji yada hammadde ve ürün olarak yaşam

 

 

 

Biyoteknoloji ‘’Özel bir kullanıma yönelik olarak ürün veya işlemleri dönüştürmek veya meydana getirmek için biyolojik sistem ve canlı organizmaları veya türevlerini kullanan teknolojik uygulamalar‘’dır. Modern biyoteknoloji ise ‘’rekombinant DNA (değiştirilmiş/yeniden organize edilmiş DNA ve bu sürecin adı), nükleik asitlerin hücre veya organellere doğrudan enjeksiyonu, farklı taksonomik gruplar arasında uygulanan hücre füzyonu gibi tabii fizyolojik çoğalma ve rekombinasyon engellerini ortadan kaldıran ve klasik ıslah ve seleksiyon yöntemlerince kullanılmayan İn vitro nükleik asit tekniklerinin tamamı‘’ olarak tanımlanmaktadır.

 

Modern biyoteknolojik çalışmalarının aşamaları sırasıyla, istenen genlerin bulunması, tanımlanması, izolasyonu ve hedef türe aktarılmasıdır. Modern biyoteknoloji tarifine giren tekniklerin tamamı günümüzde canlı organizmalarla ilgili çalışmalarda rutin olarak kullanılır düzeydedir. Bu kullanıma, biyoteknolojinin en üst aşaması olan doğrudan gen transferi, insan ve hayvan kopyalama da dahildir.

 

Bir bilim dalı ve uygulamaları böylesine pratikleşir olduktan sonra kapitalizmin ilgisine mazhar olması şaşırtıcı olmuyor. Kapitalizm, diğer tüm bilimler gibi biyolojiyi de tahakkümü altına alıp, araştırılacak olanın belirlenmesinde karar hakkını kıskançlıkla sahiplenerek araştırıcı bilim insanını, kafa emeğinin yoğunluğundan gelen nitelikli ama üretim sürecindeki konumu ve ürettiği ‘’şey'’le ilişkisi bakımından bir o kadar ‘’sıradan işçi'’ konumuna doğru öteliyor. Yaşamda tuttuğu yer böylesine etkisizleştirilen biliminsanı da, fiilen dışına atıldığı yaşamın ne ihtiyaçlarını dikkate alabiliyor ne de çalışmalarını çözümler/gerçek toplumsal ihtiyaçların karşılanması üzerinde toplayabiliyor. Kapitalistin ihtiyaçlarına cevap vermeye, sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyor.

 

Hepimizin her gün, hiç düşünmeden yaptığımız o kadar çok şey var ki, ancak yaşamlarımız ve dünyamız üzerindeki geri dönülmez sonuçlarıyla karşılaştığımız oranda durup biraz olsun düşünebiliyoruz. Bu hem doğal bir durum hem de değil. Mesela sakız çiğnemek. Kim düşünür sakız çiğnemeli mi yoksa….

 

Ama bir yandan ciklet piyasası genişlerken diğer yandan bu genişlemeyi dinamize eden gerekçeler yaratılıyor. Hani durmadan tüketilmesi için dünya genelinde milyar dolarlık reklam harcamaları, sponsorluk anlaşmaları yapılan, filmlerin başat karakterleri tarafından durmadan çiğnenerek onlarla özdeşleştirilen şey.

 

Doğal, çünkü sorun ancak çözümün mümkün ve zorunlu olduğu anda farkedilebiliyor. Diğer taraftan değil çünkü, 4 asırdan uzun bir zamandan beridir dünya üzerindeki her şeyi, meta dolayımıyla tanımlayan ve her ilişkiyi de bu temelde kuran bir sistemin, kapitalizmin tahakkümü altında yaşanıyor düşünceyi bu nesnel gerçeklik belirliyor. Yani düşünüldüğü gibi yaşanmıyor tersine yaşandığı gibi düşünülüyor. Tıpkı zaman ve mekanın yegane gerçek etkinliğinin, onun hergünkü yeniden üretiminin öznesi olan proletaryanın bizzat kendisinin yarattıklarına tabi olmaları gibi. Ücret diye aldığı üç kuruşun aslında üretmiş olduğu metaların satışından burjuvanın elde ettiği gelirin küçük bir yüzdesi olması gibi…

 

Teknoloji ve onun temelinde olan bilimsel üretim için de durum farklı değil. Üniversiteler, akademiler ve bilinmeyeni bulup anlaşılır kılmak için tüm varlığını ve yaşamını araştırmaya vakfeden ‘’idealist'’ bilimadamları da artık yalnızca romantik tarih anlatılarının fonunda yer bulabilen figürler...

 

Bugünün dünyasının kapitalist formu, emek gücüne, bunun yegane sahibi olan proletaryaya ne kadar düşmansa, bağımsız ve idealist bilim insanlarına, halktan yana eğitime ve akademiye de en az bunun kadar düşman. Bir yandan vakıf etiketiyle tekellere tasmalı ‘’üniversiteler'’ kurulurken, diğer taraftan ar-ge birimleri içinde çapına göre onlarca/yüzlerce bilim insanı istihdam ediliyor. Bu kurumsal/bireysel ilişkiler doğal olarak sermayenin ihtiyaçları temelinde ve tüm karar hakkı onun insan bedeninde yaşam bulmuş burjuvada olmak üzere kuruluyor. Hem insanlığın binlerce yıllık düşünsel birikimini temel alacak, onun üzerinde yeni ve artı bilgi geliştirilecek hem de bu bilgi patent yasalarıyla sermayenin mülkiyetinin konusu olarak kalacak; bu, tarihsel gelişimi ve bilimsel etik açısından en az ilki kadar yabancıdır toplumsal bireye.

 

İşte bu yabancı olgulara/durumlara son yıllarda biyoteknoloji eklendi. Canlı organizmalar ve organik moleküllere dair her şey bu bilimsel düzlemin konusu. Bedensel varoluşumuzun her anına içerili olup pek çoğunun farkında bile olmadığımız, diğer kısmını da refleklerimizle gerçekleştirdiğimiz eylemlerimiz… İster tek tek hücreler, ister doku ve organlar boyutunda olsun, isterse bir bütün halinde bedensel olarak varoluşumuzun süreçleri ve sonuçlarının tümü, bu bilim alanının konusunu oluşturuyor.

 

Konunun ilk ve en incitici örneği olan sakız, belli bir yaşam tarzı ve kimliği tanımlayan nesnelerden biri olarak, giderek artan oranda tüketiliyor. O, boşvermişlik olarak burjuva özgürlük anlayışının sembolü. ‘’Bir de dişlerin çürümesini hızlandırmasaydı‘’ diye düşünülüyordu ki, kapitalizm bunun da ‘’çözümü'’nü buldu. Ne de olsa dünyada her yıl 560 bin ton sakız tüketiliyor.

 

Alman tekeli BASF‘ın yoğurdun içinde bulunan bir bakterinin türevi olan anticaries bakterisini kullanarak geliştirdiği sakız, diş çürümelerine neden olan strepptococcus mutans mikrobunu süpürüp içinde toplayarak diş yüzeyi üzerinde birikmesini engelliyor. Aynı organokimyasal bileşik diş macunu ve ağız yıkama sıvılarında da kullanılıyor. BASF, benzer bir içeriği deodorantlarda da kullanarak kötü kokulara neden olan bakterilere karşı ‘’biyolojik savaş‘’ açmış.

 

Tam bu noktada kapitalizmin varoluşunun gerçekliğiyle karşı karşıyayızdır. Kapitalizm egemenlik demektir. Coğrafyalar, ülkeler, halklar ve emekgücü sahipleri üzerinde sınırsız sömürü egemenliği.

 

Savaş, bu egemenliği kurmanın ve korumanın en işlevsel aracı olmanın yanısıra semayenin azami kar ihtiyacına en kestirme yanıtı oluşturur.

 

Biyoteknoloji ne sakız, ne yoğurt ya da başka bir ‘’şey'’de değil, silah sanayiinde dinamize olurken diğer her şey bu sürecin sonuçlarının türevleri olarak şekilleniyor.

 

Biyolojik silahlar

Çatışmada bir tarafın diğerine karşı bakteri, virüs gibi mikro organizmalar ile bunların toksinlerini kullanması, yeni bir tür olarak biyolojik savaş ve silahlarının gelişimini tetiklemiştir. Düşman tarafa karşı üstünlük ve caydırıcılık ile bunun mümkün olan en ucuz maliyetle gerçekleştirilmesi zorunluluğuyla bu gelişim hızlanmış ve artık var olan malzemelerin kullanılmasının ötesine geçerek yeni türlerin geliştirilmesi çabalarıyla birlikte biyoloji, teknolojiyle iç içe geçerek yeni bir alan açmıştır.

 

Biyolojik silahların bugün neden bu kadar gündemde olduğunun cevabı, diğer silahlara üstünlük sağlayan özelliklerinde gizlidir.

 

Biyolojik silah olarak işlevlendirilen mikroorganizmaların milyarlarcası bile çok küçük bir kütle oluşturup, hemen hiçbir engele takılmadan hedefine ulaşabilirken, biyolojik savaşta kullanılabilecek etkenlerin elde edilmesi ve üretimi hiç de zor değildir. Hatta dünyadaki 54 mikroorganizma kültürünün koleksiyon merkezinin birinden satın alınması bile mümkündür.

 

Nitekim Körfez Savaşı gerekçelerinden biri olup BM Güvenlik Konseyi‘ne sunulan bahanelerden en ‘’gerçekçisi'’ şarbon basilinin ABD Kültür Koleksiyonu’ndan (American Type Culture Collection, ATCC) satın alınmış bir suş (mikroorganizma kültürlerinin ticaretinde kullanılan bir ölçek/birim adı) olmasıdır.

 

Biyolojik silahların hedef alınan kitleleye uygulanması kolaydır. Alçak uçan bir uçaktan tarım ilaçlaması benzeri bir yöntemle bakterilerin püskürtülmesi, kalabalık merkezlere liyofilize bakteri içeren ampuller atma, bazı bakteriler ya da toksinlerle içme suyu kaynaklarının kirletilmesi gibi çok çeşitli yollardan ortama yayılması mümkün olup; mektupla bile yayılabilmiştir.

 

Bunlar, kullanıldıkça çoğalan yegane silahlardır. Bir mikroorganizma, hedefe ulaştırıldıktan sonra, insan (ya da hayvan, böcek, bitki) gibi uygun bir ortam bulduklarında çoğalmaya başlarlar, epidemiktirler. Yani, yol açtığı infeksiyonlar insandan insana bulaşır; böylece kullanılma anında hedef alınandan çok daha büyük bir kitle etkilenmiş olur.

 

Bu silahların tahrip malzemesi mikroskopik ölçeklerde olduğu için ve belli bir inkübasyon süresi sonunda etkili olduğu için, bunlara maruz kalanlar, belirtiler ortaya çıkana kadar hedef alındıklarının farkına dahi varamazlar; böylece salgın önlenemeden yayılmış olur.

 

Belki de hepsinden önemlisi, biyolojik silah maliyetinin çok düşük olmasıdır. Öyle ki, BM tarafından 1969 yılında gerçekleştirilen bir araştırmaya göre bir kilometrekarelik alanda konvansiyonel silah kullanımının maliyeti 2000 dolar iken, nükleer silah kullanımı 800 dolar, kimyasal silah kullanımı 600 dolar olup, biyolojik silah kullanımı sadece 1 dolara malolmaktadır.

 

İşte bütün mesele, kapitalizmin bütün anlamı, özü budur. Olabildiğince ucuza, olabildiğince büyük bir karın, olabildiğince garantili olarak elde edilmesi. Bunun için ‘’görece'’ fazla sayıda insanın, hatta nesillerin katledilmesi, bedensel ve ruhsal bütünlüklerinin tahribi gerekiyorsa, ona da tamam ama ucuz olsun!

 

Ne kadar insanlıkdışı olursa olsun, sınıflara ve uluslara bölünmüş bir dünyanın, düşmanlık ve savaş kavramları altında yine de anlaşılabilir bir durumdur.

 

Biyoteknolojinin, transgenetik uygulamalarının, rekabet, kar ve tekel olguları tarafından güdümlenen pratiklerinin anlaşılabilir veya anlayışla karşılanabilir bir yönü yoktur, olmamalıdır.

 

Biyoteknolojik uygulamalarla geliştirilen kısır kültürler ile çiftçinin bir sonraki yıla tohumluk ayıramayıp her yıl yeniden çokuluslu şirketlerin kapısında sıraya girerek artan oranda bağımlılaşması, yalnızca belirli tür gübre ve ilaçla etkileşime girebilen ürünlerle bağımlılığın katmerlenmesidir işin özü.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...