Jump to content

Bedri Ruhselman'a Göre Spatyom Hayatı


nevermore

Önerilen Mesajlar

Spatyom

Hayatına Bir Bakış

Şimdi aklımıza şu sual gelebilir : Acaba dünyada cari olan kaideler spatyomda da aynen mevcut mudur? Bu sualin cevabını verebilmek için evvelce başka yerlerde spatyom hakkında neşredilmiş kanaatlerimizi okuyucularımıza kısaca hatırlatmanın lüzumunu duyuyoruz. Spatyom bilgisi hakkındaki anlayış ve görüşümüzün başlangıç ve bitim noktaları arasında kalmak şartiyle, neo-spiritüalizma incelemelerine dayanarak, biz, oranın hayatım umumî görüşte üç merhaleye ayırabiliyoruz. Şimdi bu merhaleleri süratle gözden geçirelim :

1 - İnsanların, ölümü müteakip, tekâmül derecelerine göre az çok devamlı olarak geçirecekleri ilk merhaleyi biz ruhların kendiliğinden tahayyül durumlarına ait bir devre diye kabul ediyoruz. Bu merhaledeki ruhların klasik spiritlerin «teşevvüş halinde » dedikleri ruhlarla, okuyucularımıza biraz sonra sunacağımız üstat Allan Kardec'in tasnif cedvelinde yazılı üçüncü guruptaki, yâni 10, 9, 8, 7 ve 6 ncı sınıflardaki ruhları ve onu müteakip gene takdim edeceğimiz Colette ve Georges Tiret'nin tasniflerine göre birinci, ikinci ve hattâ kısmen üçüncü mertebelerdeki ruhları dahil edebiliriz. Aşağıda, zikrettiğimiz üç unsurun bir araya gelmesi, bu merhaledeki ruhların umum! evsaf mı neticelendirmiştir, diyebiliriz:

A - Bu merhalede bulunan ruhların birçok melekeleri henüz inkişaf etmemiştir veya kapanık haldedir. Bu ortamda araştırıcı ve bulucu kudretleri de uyuklama halindedir. Araştırmak ve bulmak; bir cehitle, bir fikri takiple, sabırlı ve sebatlı bir çalışma ile mümkündür. Fakat bu işler her şeyden evvel ruhun mühim bir kudretinin, mühim bir melekesinin yerinde ve yolu ile kullanılmasına bağlıdır. Yâni irade ne kadar bütünlüğüne yakın mükemmeliyet içinde kullanılırsa araştırıcılık ve buluculuk kabiliyeti de o nispette tekâmül etmiş bir hal alır. İrade hayvanlarda, bile mevcut olduğuna göre, iradesiz hiç bir insan ruhunun mevcudiyeti' tasavvur edilemez. Ancak burada mühim olan nokta, iradeye verilecek istikâmetin şuura lâyık olup olmaması meselesi üzerinde toplanır. Hayvanlar bilmeden iradelerini kullanırlar. Gene böyle bilmeden iradelerini kullanan insanlara biz, bir bakımdan haklı, bir bakımdan da haksız öbür dünya, ahiret. Karışıklık . kendini, yerini, durumunu bilememe olarak «iradesiz adam» deriz. Buradaki mesele şudur : Hayvanlardaki irade, içten gelen içgüdülerle ve dış tesirlerden dolayı zorlamalarla adeta otomatikman istikamet alır. Bir örümcek içgüdüsüyle yuvasını yapar. Onun burada şuuru ve şu veya bu maksada matuf bir düşüncesi yoktur. Zira bu iki meleke onun ruhunda henüz inkişaf etmiş bir halele değüdir. Binaenaleyh yuvasını ne kendisinin yaptığının farkındadır, ne de onu ne maksatla yaptığını bilmektedir. Keza aynı örümcek, yuvasına takılan küçük bir sineğin üzerine atılırken de bunu ne maksatla yaptığım, bu hayvanı yakalamakla ne faydalar temin ettiğini asla düşünmeden bu işi yapar. Bununla beraber onun yaptığı bütün bu işler ancak kendi iradesinin faaliyete geçmesiyle mümkündür. Ama, bu irade istikametini örümceğin şuurundan değil, içgüdülerinden ve zorlamalarından alır. İşte böyle bir iradeye biz : kendiliğinden irade diyoruz, otomatik irade de denilebilir. Bu hal insanlarda da görülür. Fakat otomatik irade ruh kapanıklığının bir vasfı olarak kabul edildiğine göre, böyle bir iradenin şuurlu iradeye üstünlüğü bir insanda ne kadar tebarrüz etmiş bulunuyorsa onun ruhunun o kadar kapalı ve realitesinin o kadar dar olduğuna haklı olarak hükmedebiliriz.

Burada şunu da arzedeyim ki, bir insan, şuurunun ve zekâsının erebileceği seviyenin fevkindeki plânlardan gelen bazı üstün zorlamalara ve ilhamlara tâbi olarak da iradesine istikamet verebilir ki, bu hâli evvelki ile karıştırmamak icap eder. Zira bunlarda körükörüne ve şuursuzca değil, bilâkis kuvvetli imanla o yüksek ilhamlara bağlı bir şuurun muvafakati ve mutabakatı bahis mevzuudur ki, bu hâli başka yerlerde ayrıca mütalâa edeceğiz. işte spatyoma yeni geçmiş olan her ruhta evvelâ böyle bir «iradesizlik» hâli, yâni kendiliğinden istikâmetini alan iradi tezahürat görülür. Yalnız ilerlemiş ruhlarda bu hâl çok kısa, hattâ bazan bir kaç dakikalık zaman kadar sürer ve geçer. Fakat geri ruhlarda gerilikleri nispetinde bu ruh halini vasıflandıran merhale çok uzun ve hattâ ekseriya o ruhun bütün spatyom hayatı boyunca devam eder. Böyle ruhlar kendilerini tamamiyle pasif hissederler. Etraflarında bir çok olaylarm cereyan ettiğini görürler, fakat bunların ekserisinin kendi taraflarından, kendi iradeleriyle husule getirilmiş olmasına rağmen ne maksatla ve kimin tarafından husule getirildiği hakkında onların hiçbir malûmatı olmaz. O ruhlar, sadece o hadiselerin içinde ister istemez ve tamamiyle pasif olarak sürüklenip giderler. Çoğu nahoş ve ıstıraplı olan bu imajları onlar, Bir nev'l teşevvüş. dışarıdan kendilerine zorla kabul ettiriliyormuş gibi telâkki ettiklerinden, onlardan kurtulmak için beyhude yere mücadele edip dururlar. Halbuki bu zavallılar düşünemezler ve bilemezler ki, bu imajlar ancak kendi inançlarının ve kendi iradeleriyle yapılmış imajinasyonlannm bir hâsüasıdır. Ve onlarla mücadele ettikçe o hadiselerin mevcudiyetlerini büsbütün kabul etmiş ve onların realitelerine inanmış bulunmaktadırlar. Böyle yaptıkça da bilmeden iradeleriyle onların hayatiyetini daha ziyade kuvvetlendirerek kendi üzerlerindeki tazyiklerini arttırmağa müteveccih olan istikametlerine yol vermektedirler. Bu hal de onların spatyomdaki ıstıraplarını ve azap, hattâ işkence çekmelerini mucip olan hadisatı daha kuvvetli olarak yaşatmakta ve sürdürmektedir. İşte bu bahsin sonunda ayrıca '' Teşevvüş halinin şuursuzluğu'' diye açacağımız bahiste de uzun uzadıya izah edeceğimiz bu karışık ruh halinin âmillerinden birisi bu otomatik iradedir. Bu halde faaliyet gösteren bir varlık şuursuzdur ve daha tuhafı şaşkındır.

B - İkinci unsur, gene yukarıdakine bağlı bir ruh kapanıklığı ile tebarüz eder. Biliyoruz ki, imajinasyon irade ile başlar, irade ile biter. İradesiz imajinasyon mümkün değildir. Halbuki en geri insan varlığında bile imajinasyon melekesi az çok inkişaf etmiş bulunmaktadır. İşte bir ruhun imajinasyonu temin eden iradesi eğer otomatik bir irade ise o imajinasyon, o ruh için yabancı menşeli kalır ve o kendi imajinasyonu mahsulü olan imajları dışardan, yabancı kaynaklardan geliyormuş gibi zan ve kabul eder. Bu tıpkı kalbinin hareketleri kendi ruhunun kudretiyle vukua gelen bir insanın bunu takdir edemeyip onun kendi iradesi dışında bir kuvvetin tesiriyle hareket ettiğine inanmasına benzer. Bu hususta insanlar çok tuhaftırlar. Ufak bir cehit sarfiyle kolayca öğrenebilmeleri mümkün olan bazı hakikâtleri - sırf kendilerini itiyatlarına bağlıyan taassupları (bağnazlıkları) yüzünden - bilmemekte ısrar edip dururlar ve bundan da gene kendilerinden başka kimse bir şey kaybetmez. örneğin, bazı insanlar kendi ruhlarında cereyan eden en göze batıcı hadiseler hakkında bile hiç olmazsa yabancı bir varlık gibi uzaktan dahi küçük bir ilgi göstermek kudretinden yoksundurlar. Böyleleri, meselâ, rüya, telepati, düşünce intikali, önsezi gibi bilhassa gelecek spatyom hayatlarının âdeta birer parçası halinde olan iradeye ve tahayyüle ilişkin bir sürü diğer ruhî tezahüratla ve bu tezahüratın husulünde rol oynıyan yüksek ruh melekeleri ile meşgul olmaktan çekinirler, kaçınırlar. Ve bunun yerine sırf maddî oldukları için kıymet verdikleri - belki de yüksek ruh melekelerinden birinin veya bir kaçının inkişafı aleyhindeki - bazı arzu ve temayüllerine bütün şuurlarını bağlarlar, işte spatyomda ruhun en büyük yardımcısı olan böyle yüksek melekelerini dünyada iken inkişaf ettirmemek gafletini göstermiş insanların ölümlerinden sonra girecekleri ilk spatyom merhalesinde kullanmağa alışkın olmadıkları bu melekelerinin bir kısmından uzun müddet istifade edememeleri ve diğer kısmmdan da ancak şuursuzca faydalanmaları kadar tabiî bir şey tasavvur edilemez. Ve sonuncu kısma giren tahayyül melekesinin de böyle şuursuzca kullanılması, ruhun spâtyomdaki ıstırap sebeplerinden bazılarını teşkil eden sonucu doğurur. Ruh ve Kâinat kitabının spatyom bahsinde bu, bazı misâller ile kâfi derecede izah edilmişti. Ayrıca onlara burada da diğer misâller eklenecektir.

Şu halde ne kadar geri olursa olsun insanlık mertebesinin mühim bir vasfı olan tahayyül melekesinin, hele serbestleşmiş bir ruhta, şuursuzca ve otomatik halde dahi olsa faaliyete geçmesi zarurîdir, işte bu zaruretin bir neticesi olarak kendiliğinden tahayyül kudretiyle vukûbulan objektif ve sübjektif bütün imajlar sanki dışardan geliyormuş, sanki kendi iradesinin dışında cereyan ediyormuş gibi bu ruhta aldatıcı duygular uyandırır ve böylece, bilmeden vicdanından kopup gelen iyi kötü şeylerin hâdiseler halinde içinde yaşanmasından dolayı büyük bir şaşkınlık duyar ve bu da - ilk zamanlarda - bu acemi varlığı karmakarışık ( teşevvüşe düşüren ) ve ıstıraplı duruma sokan mühim bir unsur olur. Klâsik spiritlerin bu haleti ruhiyeyi « teşevvüş hali » diye tasvir etmelerinde bu bakımdan büyük bir isabet vardır. Zira meselâ, bir kaatilin dünyada işlediği bir suça göre kendisinde husule gelmiş olan bütün kötü ruh hallerini vicdanının zorlamaları, tahayyül yolu üe en korkunç, en canlı ve dokunaklı şekiller, renkler, sesler gibi bir sürü imajlar halinde kendi muhitinde canlandırır. Ve o zaman bu zavallı varlık, dünyada, bizzat kendi yarattığı bazı imajları realite zanneden tımarhanelik bir delinin intibaksızlık ve ıstırap hallerini bütün çıplaklığı ile gösterir.

C - Üçüncü unsur, spatyoma yeni intikâl etmiş insanların dünyadan henüz yeni ayrılmış olmaları neticesinde buraya ait, yâni maddî ilişkilerle ilgili bir sürü göreneklerden, itiyatlardan ve arzulardan kendilerini kurtaramamış olmaları ve bunları ruhlarında, oralarda da devam ettirmeleridir. Dünyadan getirilen bu lüzumsuz unsurlar, maddeler, değerler ruhların maddeye bağlılıklarına ve tekâmül derecelerine göre, , ya çok kısa zamanda defolurlar veya uzun zaman, hattâ .ikinci bir enkarnasyon müddetinin girişine başlangıcına kadar ve hattâ muhtelif spatyom hayatlarında devam eden ruhun korkunç bir ıstırap kaynağı ve çekilmez bir baş belâsı olarak sürüp giderler. işte öbür âleme geçince geri ruhlarda uzun zaman sürüp, giden bu yukarıda saydığım üç zararlı unsurun ruhta bir araya gelmesi, spatyomun neo spiritüalizmaya göre ayrılmış birinci merhalesindeki varlıklarının ruh hallerine ait umumî evsafım gösteren şemayı kolaylıkla çizmemizde bize yardım edebilir.

Yukarki unsurların bir araya gelmesinden dolayı ruhî hallerin çeşitlerini düşünüp buldukça böyle geri mıntakalarda uzun müddet sürünüp duran zavallı varlıkların çektikleri ıstıraplar hakkında açık fikirler edinmek mümkün olur. Ve yukarda söylenen sebeplerden dolayı bu yoldaki zihnî araştirmalar esnasında gösterilecek cehitlerin de insan ruhu için ayrıca mühim bir kazanç ve istikbale müteveccih bir hazırlık olduğunu anlatmağa lüzum kalmaz. Demek ki, bu merhalede bulunan ruhların genel durumlarını şöylece hulâsa edebiliriz : Bu ruhlar bir taraftan, dünyadaki kötü fiil ve niyetlerinin vicdanlarında çizmiş olduğu sarsıcı ve ezici intibaları hâmildirler; diğer taraftan da dünya bağlarından dolayı geri ve maddî ihtiraslarının, arzularının ve itiyatlarının esiri olarak spatyoma gelmişlerdir, işte bir taraftan bu azap verici izleri ve intibaları taşıyan vicdanın, diğer taraftan da yersiz ve tatmini imkânsız maddî ihtirasların, arzuların ve itiyatların birbirine zıt tesiri altında kendi kendine harekete geçen tahayyül melekesi spatyoma yeni geçmiş bir varlığın oradaki âlemini azçok uzun bir zaman için yaratmış olur. Ruhların geçirmesi lâzım gelen bu merhaleye biz spatyomun kendiliğinden tahayyül devresi diyoruz. Alışkanlıkların ve vicdanî zorlamaların kuvvetlerini kaybetmeleri nispetlerinde ruhun şuuru açılır, şuur açıldıkça da kendiliğinden olan tahayyül, şuurlu tahayyül haline intikâl ederek ikinci merhaleye

geçilir. Fakat her yerde olduğu gibi bu geçiş de keskin hudutlarla olmayıp tatlı ve tedricî bir seyirle oluşur.

Spatyomun, neo-spiritüalizmaya göre birinci merhalesini takibeden merhalelerindeki ruhların durumları ve evsafı bu yüksek merhalelerde onların inkişâf lan vaki oldukça, bizim fehim (anlayışlılık) ve idrakimizden, maddî ve manevî anlayış kabiliyetlerimizden ve bütün kavrayış imkânlarımızdan çıkıp uzaklaşmağa başlar. Zira buradan itibaren ruh kendini bulur, etrafıyle olan münasebetlerini tanımağa başlar ve azçok keşfolunmuş ruh melekelerini gittikçe daha büyük serbestlikle kullanabilir. Bu bile bile kullanılacak duruma geçirdikleri kudretler arasında tahayyül melekesi de vardır. îşte bu sebepten dolayı spatyomun bu mıntakalanna şuurlu tahayyül merhalesi diyoruz. Bize göre, Allan Kardec'in tasnif cetvelinin ikinci gurubundaki, yâni beşinci, dördüncü, üçüncü ve ikinci smıflanndaki ruhlarla, Colette ve Georges Tiretn'in takdim ettikleri cetvelin üçüncü ve dördüncü sımflanndaki ruhlar bu merhalenin varlıklarıdır.

Bu merhaledeki ruhların bütün evsafını mütalâa etmek insanlar için mümkün olmamakla beraber, onların muhtelif kaynaklardan bilgi sahamıza aksettirilen bazı hususiyetlerini gözönünde tutarak anlıyabileceğimiz birkaç bariz vasfını şu cümleler içinde tophyabüiriz : Bu merhaledeki ruhlar; inkişaf yolundaki yüksek kudret ve kabiliyetlerini, kazanmış oldukları kıymetleri ve etraflariyle kendi varlıkları arasındaki münasebetleri illiyet (determinizm) prensibi ışığı altında görüp takdir etmeğe başlamışlardır. Bu sebepten dolayı bunların spatyomdaki en mühim meşgalelerini bizzat kendileri ve kendilerinin muhitleriyle olan münasebetleri hakkındaki mevzular üzerinde araştırmalarda bulunmak, yâni bir tek kelime ile : Kendilerini bulmağa çalışmak teşkil eder. Demek ki, burası, ruhun kendisini bizzat şuuruyla yetiştirmeğe, daha doğrusu evren olaylarıyla ilgili olarak kendi hayatını plânlaştırmağa başladığı ilk yüksek merhalelerden

birisidir.

Yukarıki sözlerden sonra bu merhalenin bilhassa ilk kısımlarındaki varlıklariyle temasta bulunacak spiritlerin dikkat etmeleri lâzım gelen bazı noktalar üzerinde durmak icabeder : Bunların sözleri ve ifadeleri samimî olmakla beraber daha ziyade indî ve şahsîdir. Ve böyle şahsî ve zatî intihalara dayanan bilgiler, bugünkü dünyamızın azçok yükselmiş düşünce seviyesindeki varlıklarını her noktasında henüz tatmin edici bir şümul göstermiyebilir. Zira bunlarda âlemşümul (evreni ilgilendiren) münasebetlere dair yüksek bilgiler henüz lüzumu derecesinde tekâmül etmemiştir. Binaenaleyh bütün bilgileri kendilerinin ve kendileriyle muhitleri arasındaki münasebetlerin hududunu tecavüz edemez. Şüphesiz bu varlıklarla temastan edilecek istifade bilhassa moral sahalarda pek büyük ve kıymetli ve bugünkü beşeriyet için de çok şayanı arzu olabilir. Yalnız, âlemşümul bir ilim mevzuuna ilişkin yüksek ruhî konuların mütalâasında sadece bu ruhlardan alınacak bilgilerin bugünkü fikrî ve tecrübeye dayanan ilmî durumumuz karşısında umulan faydalariyle beraber ekseriya hatadan korunmuş olmadıklarını da her an göz-' önünde tutmak lâzım gelir. îşte bu ciheti takdir edemiyen bazı tecrübesiz muarızlarımız muhtelif spiritizma topluluklannca alınmış tebligatın bazan birbirini tutmayışmı veya birbirini nakzedişini - bu bilgisizlikleri yüzünden - ruhlarla insanlar arasındaki irtibat (bağ kurma) imkânı aleyhinde bir silâh olarak kullanmak gafletinde bulunmuşlardır.

Bu dereceye yükselmiş ruhların teşkil ettiği üçüncü merhale, üç buutlu realitemizin yukarı doğru olan hududunu ye son mertebelerini gösterir. Binaenaleyh bunların evsafı hakkında insan diliyle söylenebilecek sözlerin kıymeti hemen hiç derecesinde kalır. Bunlar tekrar bu dünyalara mecburî geliş ve gidişlerden kendilerini kurtarmış büyük varlıklardır. Bu ruhlarda, bizim bildiğimiz ve tasavvur edebildiğimiz yüksek ruh melekeleri bütün haşmetiyle faaliyete

geçmiş olmakla beraber henüz mevcudiyetlerinden haberdar bile olmadığımız diğer daha yüksek ruh melekelerinden bazıları da yeni yeni inkişaf etmeğe başlamıştır. Şu halde biz bunları tasnifimizin haricinde tuturak sadece üç buutlu realitemizin son mmtakasını işgal eden varlıklar olarak kabul etmekle kalacağız. Burada üç buutlu realitemizin son merhalesi dememizin sebebi de şudur : Bu merhaleden itibaren gittikçe bizim üç buutlu realitelerimizin imkânları tamamiyle tükenir, yüksek maddeler alemindeki, bizimle hiç münasebeti bulunmıyan varlıkların hayatına doğru bir hareket başlar.

Bu üçüncü merhaledeki ruhlar, tekâmül derecelerine göre oldukça ilerlemiş bilgi, görgü ve tecrübeleriyle ve bazan da daha yüksektekilerden gördükleri yardım ve aldıkları direktiflerle, kâinatın ahenk ve nizamını temin eden ilâhî kanunların kendi kudretleri dahilinde tatbikatına memur edilmiş veyahut bu hakkı kazanmış büyük varlıklardır. Bunlar, Allan Kardec'in cetvelinde birinci, yâni yukarıya doğru son gurupta, keza Çolette ve Georges Tiret'nin tasniflerinde de beşinci derecede yer tutan ruhlardır. Bu merhaledeki ruhların insanlarla çok nadiren ve ancak asırlardan asırlara vukûbulan doğrudan doğruya temasları neticesinde büyük hakikâtler meydana çıkar ve bunların hükümleri yeryüzünde asırlarca payidar olur. Zira bunların ifadeleri, sözleri ve talimatı, henüz tecrübeleri kâfi dereceye gelmemiş varlıkların şahsî müşahelcrinden çıkardıkları indî hükümlerden ve nazariyelerden bambaşka kıymette şeylerdir. Yâni, bu talimat evren olaylarım yöneten, tedvir eden büyük ilâhî kanunlara nüfuz etmiş yüksek kaynaklarla temastan ötürü çok şümullü bügilere dayanan büyük kıymetlerdir. Bunlarda ne tezat (çelişki), ne de bizim anladığımız mânâda hatâ mevcut değildir.

Dediğimiz gibi, bunların dünya ile doğrudan doğruya temasları ancak lüzum ve ihtiyaç hâsıl oldukça pek uzun fasılalarla vukua gelir. Bununla beraber bu yüksek kudretlerden aşağı boşanan nur ve bilgi sağnağı beşeriyetin kararmış ufuklarını asırlar boyunca aydınlatmağa kâfi gelecek kadar zengin ve kudretlidir.

Bu merhaleyi takibedecek âlemlerdeki varlıklar, artık hiçbir tnsan oğlunun veya kızının tasnif cetvelinin hiçbir tarafına sığmıyan devasa (çok büyük, çok ulu) ruhlardır. Bunların kim ve nasıl varlıklar oldukları hakkında hiçbir düşünce, muhakeme, tahayyül ve hattâ uydurma bir tasavvur bile mümkün değildir. Sürüp giden (sonsuz) tekâmül halinde uçsuz bucaksız kâinatta ebedî yükselişlerine devam ederek idrakimizden tamamiyle kaybolup giden ve bazı.tecrübesi noksan varlıkların ruhuna ilâhî kudretler halinde doğan bu mertebedeki ruhlar, bir neo-spiritüaliste göre üç buutlu düşünce ve realitelerin hudutlarını aşmış ve bu yüce duruma liyakâtlerinin icabı olan yüksek ruh melekelerini çok uzun görgü ve tecrübe devreleri geçirdikten sonra inkişaf ettirmiş, fakat ideal kemal (olgunluk) zirvelerine nispetle hâlâ tekâmülün henüz aşağı safhalarından daha ileri gidememiş yüksek varlıklardır. «Daha ileri gidememiş » diyoruz, çünkü bunlardan daha ilerde olan ruhların tarafımızdan söz konusu bile edilmesi mümkün değildir. Böyle uydurma bir dört bnutluluk hikayesiyle idrâkimizin dışına çıkardığımız ruhlar hakkında evvelce Ruh ve Kâinat acundaki kitabımda söylemiş olduklarıma ilâve edecek birtek sözüm yoktur.

Şu halde ne kadar yüce vasıflarla donanmış bulunurlarsa bulunsunlar, gerek Allan Kardec'in, gerek Colette ve G. Tiret'nin ve gerek okültist ve mutasavvıf âlimlerin ruh tasnifine dair yaptıkları cetvellerin ne yüksek ve en son mertebelerindekilerinin dâhi, dört buutlu itibar ettiğimiz âlemin ve daha üerisindeki âlemlerin büyük varlıklarıyle ilgisi yoktur. Demek ki, biraz aşağıda takdim edeceğim klâsik spirillerin ruhlar hakkındaki tasniflerinin son mertebesindeki

varlıklar, yukarda yazdığım spatyomun ancak üçüncü merhalesindeki ruhlar olacaktır. Fakat klâsik tasniflerin bizce asıl kıymeti de buradadır. Ve onları bu bakımdan, tatbikat sahasında okuyucularımıza çok istifadeli bir mevzu olarak takdim ediyoruz. Zira spiritizma denemelerinde, çoğunluk vâki olduğu gibi acemi ve henüz yetişmemiş medyomlarla yapılan celselerde hemen hemen ilk karşılaşılacak ruhlar bu birinci ve nadiren de ikinci mertebedeki varlıklar arasında bulunanlardır.

Halbuki bilhassa üstat Allan Kardec'in bu devredeki ruhlar hakkında derin bir tetkik ve tahlil neticesinde tertiplemiş olduğu tasnifi kâfi derecede tafsilâtlı ve henüz tecrübesi az araştırıcılar için kıymetli bir rehber olmağa lâyık durumdadır. Anlaşılıyor ki, bütün spatyom hayatı bu tasnifimiz içinde olanlardakinden ibaret değildir. Yukarı doğru yükselen ruhsal evrimler, yükselmeler hakkında hiçbir bilgi ve düşüncemiz mevcut olmadığı gibi, aşağılara doğru inen varlıklar hakkında da kat'i bir bilgisizlik içinde bulunduğumuzu hissediyoruz. Meselâ, biz spatyomun en geri varlıklarının işgal ettikleri mıntakayı beşer' düşüncelerle yapılmış bir ruh tasnifi cetvelinin en aşağı ve geriden başlangıç merhalesi olarak kabul ediyoruz. Ama hakikâtte iş böyle değildir. Zira bu cetvellerin en aşağı sınıflarında bile ne bitkilerin ve hattâ ne de hayvanların ismi ve cismi yoktur. Kaldı ki, geri ruh mertebeleri bitki halindeki varlıklardan daha çok aşağılara da inip gider. Şu halde hem aşağıdan, hem de yukarıdan bizim tasnif cetvellerimizin dışında kalan ruhlar sonsuzdur. Gerek dünyada ve gerek spatyomda olsun, bu ciheti düşünmemiş bazı varlıkların hükümleri onları o kadar büyük hatâlara ve o kadar kötü mütalâala sürüklemiştir ki, bunların düşüncelere yanlış istikâmet vermeleri ihtimali bakımından çok zararlı neticeleri olabilir. Böyle nispeten dar görüşlü varlıklar (ki bunlar ekseriya ikinci merhalede bulunan ruhlardır), ruh âlemi hakkındaki idrak ve fehim kabiliyetlerinin son haddine gelince bu haddin üst kısımlarında bulunan varlıkları tanrılaştırmak, alt kısımlarının başında bulunanları da yoketmekten başka yapılacak iş kalmadığını zannederler. Nitekim, biraz sonra takdim edeceğim iki klâsik tasnifin altında ve üstünde kalan ruhlar hakkında o tasnifleri yapanlar tarafından sarfedilmiş bazı düşünceler, okuyucularıma bu hususta açık bir fikir verecektir. Bunlar bilgilerinin durduğu yerde hissî hükümlerle ilerlemeğe çalışan ve bittabi gözü kapalı yürüyen her varlığın düşmesi mukadder büyük hatâlardandır. Ruh âlemleriyle teması arzu eden okuyucularımın dikkatlerini bu noktaya ehemmiyetle çekerim.

Ruhların mertebeleri hakkında yapılmış beşeri bir tasnifte insan kavrayıcının neden yukarı doğru durduğu yerde ruhlar tanrılaşmış ve neden aşağı doğru durduğu yerde de yoklara karışıp gitmiş olsunlar? Sanki çaresiz insanın fehim ve idrâki kâinatın mizam ve ölçüsü müdür?

Düşünmeli ki, ne kadar geri olursa olsun, bir insan ruhu bütün hayvan ve hattâ bitki ruhlarından daha çok mütekâmil bir varhk haline girmiştir. Geri insan varlıklarım yok ettikten sonra onlardan daha çok geride bulunan hayvan ve bitki ruhlarını haydi haydi yoketmek icap edecektir. Bu düşünce büyük hatâlarla malûldür. Böyle hâtâlı bir hüküm, hattâ spatyomdaki bir varlığın tebliğine dahi dayanmış olsa, muhakkak surette henüz yetersiz şümul derecesindeki bir görüşün mahsulü sayılmalıdır. Bununla beraber bu hâtâlı düşünceleri de biz haklı görüyoruz. Zira bunlar, belirli hudutlar arasında hapsolup kalmış varlıkların, ancak nasipleri olan görüşlerinin mahsulüdür.

Demek ki, aşağıda vereceğimiz, gerek A. Kardec ve gerek Colette ve G. Tiret taraflarından takdim edilmiş tasniflerin kıymeti - tekrar ediyorum - ancak insan realitesine yalan realite çerçevesi içinde kalan bir âlemin varlıklariyle alâkalıdır. Ne aşağı, ne de yukarı doğru bu çerçeveyi aşacak durumlarda bulunan varlıkların böyle tasniflerle hiçbir ilgisi olamaz. Yâni, umumi ve şümullü mânasiyle bir spatyom hayatı söz konusu edilince akıl ve idrâkimizin aşla

kavrayamıyacağı bir erginlik, bir derinlik ve bir yükseklik içinde kaybolup giden muazzam bir kâinat mefhumu düşünülür. O zaman spatyomu dolduran sayısız varlıkların, ne nitelik, ne de sayıları hakkında hemen hemen hiç bir şey bilmiyoruz, diyebiliriz. Zira bu husustaki ilkel ve nisbî bilgimizin kıymeti, bir tek bilinenin sonsuz, bilinmeyenlere nispeti gibi sıfırdır!

Madde âlemi sonsuzdur. Bu sonsuzluk ruhların müessiriyet ve faaliyetleri önüne sonsuz imkânlar yayar. Ruhlar ise koca evrenin üstündeki kudretlere sahip ve sayısız müessiriyet imkânlarım varlıklarına toplamış her adımında, her yükselmesinde, tabaka tabaka açılmakta ebediyen devam eden varlıklardır. Hem kendilerinde sonsuzluk arzeden madde kâinatının teessüriyet kabiliyeti ile ruhların namütenahi (sonsuz) olan müessiriyet kudretlerinin karşılaşmasından dolayı, sayısız olaylar ve imkânlar, bir avuçluk kafateşimizin içindeki, birkaç hücrelik beyin parçasına nasıl sığcunlabilir? İşte bu düşüncelerin tesiri altında biz bu bahsi bir «ilkel bilgi» vasfiyle isimlendiriyoruz. Fakat medyomluk tatbikatına geçen ve ruhlarla temas niyetinde bulunan bütün araştırıcılar için bu ilkel

bilginin birinci derecede lüzumu ve faydası vardır. Ö kadar ki, bu bilgilere sahip olmıyan kimselerin spiritizma celseleri yolu ile muayyen kemal (olgunluk) mertebelerine ulaşmaktan kendilerini alakoyucu büyük engellerle karşılaşmaları daima mümkündür.

Bütün bu mütalâalardan sonra bu ilkel bilgiyi hazırlayıcı unsurlara geçmekte ve bu sahalarda diğer araştırıcıların da yapmış oldukları büyük hizmetlerin kıymetli neticelerini okuyucularımıza sunmakta hiçbir sakınca kalmıyor. Yukarıda «unsurlar» dan bahsettim; bundan maksadım bu ilkel bilgiyi edinirken müracaat edilen araştırma vasıtalarından bazılarıdır ki, spatyomdan dünyaya haber gönderen ruhların bu husustaki tebligatı bunlar arasmda mühim bir yer tutar. Böylece, biraz evvel takdim edilen neo-spiritüalizmaya göre, spatyom merhalelerini tâyin edebilmek hususunda yazarın, büyük çabalar sarfederek toplamış olduğu birçok müşahedeler arasmda, ruhlardan alınmış tebligat da vardır. Evvelâ gerek bu orijinal çalışmalara ve gerek başkalarının mesaisine ait tebliğlerin birkaç tanesini yazdıktan sonra diğer araştırıcıların doğrudan doğruya ruhlardan alarak naklettikleri klâsik ruh tasniflerini okuyucularımıza sunacağız.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Spatyomda

Bir Gezinti

Bu bahiste spatyomun bize ancak yakın mıntakalarının anlıyabileceğimiz dille ve imajla mütalâasına girişeceğiz. "Ve böylece, oradakilerin ruh halleri hakkında fikir edinmeğe çalışacağız. Şu halde hiç olmazsa dünyadakilerle temas sahası geniş ve maddeye yakın ruhların teşhisine yanyacak bazı hususiyetlerini tebarüz ettirebilmek için ne kadar kaabil ise o kadar fazla müşahede toplamak ve dünya ile temasta bulunan ruhların ruh hallerine nüfuz etmeğe o kadar fazla çalışmak lâzımdır. Bunu düşünerek biz bu bahsi biraz genişçe tutmak istedik. Zira şuna henüz kanüz ki, mütalâa müşahedeye dayanır.

Müşahede unsurlarından mahrum bir mütalâa ister müspet, ister menfi yolda olsun, insanı boş ve hayalî neticelere sürükliyen skolastik bir esaret zinciri halini alır. İşte bu düşünce Ue biz, yürüdüğümüz yoldan mümkün mertebe doğru neticeler alabilmek için bolca müşahede toplamak prensibini takip ediyor ve okuyucularımıza da bu suretle yararlı olmağı arzu ediyoruz. Tek vak'a, tek müşahede tek taraflı görüşü doğurur, bu da ruhta hareketsizliği mucip olur. Ruhun hareketsizliği ise tekâmülün ağırlaşması demektir.

Bu kitabımızın ve bilhassa içinde bulunduğumuz bahsin mevzuu spatyom hadiseleriyle ve spatyom hayatiyle ilgilidir. Binaenaleyh müşadelerimizi oradan toplamakla mükellef bulunuyoruz. Bir memleket hakkında doğru ve açık bir fikir edinmek için ya o memleketi bizzat gidip görmek veya oradaki insanlarla görüşerek onlardan bilgi almak lâzımdır. Spatyom ahvali sadece dünyadaki mantık ve düşünce üe keşfedilemez. Orası ile temasımız ne kadar çok artarsa

ve oradakilerden ne kadar çok şey öğrenebüirsek bu hususta o kadar fazla salâhiyetle söz söyliyebiliriz.

Şurası bir hakikattir ki, spatyoma geçmiş varlıklar tekâmül derecelerine göre az çok uzun süren bir devre içinde spatyomun ilk merhalesinde yaşamağa mecburdurlar. Bu mevzu üzerinde dururken okuyucularıma, bilhassa bu bahse dair Ruh ve Kâinat kitabında neşretmiş olduğum misâlleri bir kere daha gözden geçirmelerini tavsiye ederim . Bu kitabımızın hacminin küçülüğünü ve yeniden ekliyeceğimiz misâlleri gözönünde tutunca orada yazmış olduğumuz misâlleri burada da tekrar etmeğe maalesef imkân bulamadık.

Şu sayfalarda verilecek misâller bilhassa dünyadan yeni ayrılmış varlıkların kendilerinde henüz mevcut maddî ihtiraslarını, temayüllerini, itiyatlarını, düşünce, duygu ve itikatlarım canlandıran tipleri gösterecektir. Bunlar kısmen kendi çalışmalarımız neticesinde bizzat elde etmiş olduğumuz orijinal müşahedelere dayanır. Ve bir müşahede, bir müdekkike, yâni ciddî bir araştırıcıya çok dikkate şayan bilgiler verir.

İşte ancak böyle bol müşahede üzerinde durup tetkikat yaptıktan sonradır ki yukarda serdetmiş (açıklamış) olduğum ihtirazı (sakınılan)kayıtları da gözönünde tutmak şartiyle ruh âleminin hiç olmazsa bize yakın kısımîarındaküer hakkında yapılacak tasniften istifade etmek imkânı hâsıl olur.

 

---------

 

İntihar Edenler

Bütün spiritüalist ekollerce intihar çok kötü, çok iğrenç ve müthiş felâketlerle dolu ıstıraplı neticeleri hazırlıyan bir harekettir. Bir insanın intihar edebilmesi için başına nelerin geleceğini ve bu kötü hareketiyle bir adım ötede kendisine ne kadar büyük felâketleri hazırlamış bulunduğunu bilmiyecek kadar cahil ve küçük olması lâzımgelir.

 

Katiller, Suçlular

Şimdi katillerin, mücrimlerin (suçluların) ve canilerin spatyomdaki haleti ruhiyelerini mütalâa etmeğe başlıyoruz. İşe evvelâ, gene Allan Kardec'in müşahedeleriyle başlıyacağım. Büyük bir araştırıcı ve gözlemci olan Allan Kardec böyle çok geri varlıkların hayatım iki gruba ayırıyor : Birinci gruptakiler hatâlarını anlamağa başlamış ve yaptıklarına pişman olmuş varlıklardır; ikinci gruptakiler ise, henüz bu derece ilerlememiş, yâni hatâlarını itiraf edecek durumuna girmemiş cani ve geri varlıklardır. Bunlar henüz ıstırap çekmeğe başlamamışlardır.

Halbuki bu görünüş doğru olmakla beraber tamamiyle aldatıcıdır. Yâni, hem birinci, hem de ikinci gruptakiler azap çekmekten korunmasız kalmamışlardır, yalnız ikincilerin teşevvüş hallerini sonuçlandıran dünyaya bağlılıkları ve bu bağlılıktan dolayı beşerî itiyatlarla körleşmiş olmaları, meselâ gurur ve kibirleri bu çektikleri azabı maskeliyecek kadar şiddetli olduğundan, onlar sanki azap çekmiyormuş gibi görünürler. Bunların bazıları da azap ve ıstırap gayyasına o kadar gömülmüşlerdir ki, bunu ifade edebilmek için en ufak bir hareket, bir kudret, bir zekâ eseri bile göstermiyecek durumdadırlar.

Bu ikinci guruptakilerin durumu birincikilerden şüphesiz daha çok hazindir. Zira ıstırabı açıkça çekmeğe başlamış olanlar artık bu yola, yâni ödeme yoluna girmişlerdir. Halbuki diğeıleri buna henüz başlamamışlardır bile. Ve onların vicdanlarında artan tazyik son haddini bulup günün birinde bütün şiddetiyle infilâk ederek büyüklenme bulutunu dağıttığı zaman bu ruhların, içinde yuvarlandıkları azabın şiddetine yalnız şahit olmağa bile her varlık dayamıyacaktır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hasisler ve Hodbinler

 

 

 

 

Dünyada iken bütün hayatlarını para biriktirmek, altın toplamak için geçilmiş ve zenginliği bir vasıta değil ,gaye olarak kabul etmiş bazı kimseler vardır. Bunlarda yardım ve muavenet gibi diğerkâmlığa bağlı duyguların hiç birisi yoktur. Böyle kimseler yardıma muhtaç insanlardan adetâ nefret ederler. Bu hareketlerini makûl göstermek için de kendi telâkkilerine göre bir sürü sebepler ve deliller bulmağa çalışırlar, bir sürü fikirler yürütürler, hulâsa bir fakire bir kuruş vermemek için yüz kuruşluk çene yorarlar. Buradaki bütün dâva onların ruhuna işlemiş olan cimrilik duygusunun rencide edilmemesi etrafında cereyan eder. işte böyle zavallıların da, hususiyle spatyomun ilk merhalelerinde, oldukça müşevveş halleriyle karşılaşırız.

 

 

Deneycilerin rasgelmeleri çok muhtemel olan bu nevideki ruhlar hakkında da bir iki misâl vermeği lüzumlu ve faydalı görüyorum, tik müşahede Allan Kardec'den alınmıştır. Hayatında iken hasisliği ile tanınmış bir adamın spatyomdaki haleti ruhiyesini gösteriyor:

«Angouleme'de iğrenç bir hasis hayatı geçirerek, yaşamış olan herkesin tanıdığı bir adam vardı. L. ismini taşıyan bir adam, servetinin çokluğuna rağmen evinin çatısında oturmakla ömrünü geçirmişti. Evin diğer kısımları boş dururdu. Komşuları onu günlerce meydanda görmediler ve polise haber verdiler. Polis eve girdiği vakit şu manzara ile karşılanmıştı: U. ölüm halinde bulunuyordu. Başında yarısı yanmış, kâğıttan bir takke vardı. Üzeri tozla dolu bir masaya dayanmıştı, istiğrakla seyrediyormuş gibi gözlerini masanın üzerine serpilmiş birkaç altına dikmişti. «Adalet makamı, ailesinden uzun zamandanberi ayrı yaşamakta bulunan bu adamın menfaatini korumak için evin orasına burasına saklanmış, bütün paralarını toplattı, mahekeme kasasına saklattı ve sonra da darülacezede metruk bir halde bırakılan L. e onları iade etti. Adam bunu müteakip ölmüştü.

«Ruhunun ilk daveti, ölümünden birkaç gün sonra yapıldı. Geldi ve asla ölmemiş olduğundan bahsetti. Ve mütemadiyen kendisinden gasbolunan paralarım istedi. Bu davetin üzerinden aylar geçti. Aynı gurup tarafından 25/11/1863 de tekrar davet edildi. Celsede bir yazıcı, bir de somnambul haline konulmuş görücü medyom vardı. Görücü Medyom hayatında iken, bu adamı hiç tanımamıştı, bununla beraber fizyonomisi ve kiyafeti ile doğru olarak onu tarif etti. Ve kendisi vasıtasiyle sorulan suallerin cevabım ruhtan aldı. Aynı zamanda yazıcı medyom da ruhun tesiri altında aşağıdaki tebliği yazdı. Bunların mukayeseli mütalâası için ikisi de takdim edildi.

 

 

 

Yazıcı Medyom : Bn. B...

«?. - Benden daha ne istiyorsunuz? Rica ederim beni bırakınız. Beni sıkmağa başladınız. Çalmış olduğunuz paralarımı bana iade etseydiniz daha iyi olurdu. Yaptığınız işin iğrenç olduğunu düşünmüyor musunuz? Ben ki, bütün ömrilmce, küçük bir servet yapabilmek için namuskârane çalıştım. Peki! Ama, efendiler bütün paralarımı elimden aldılar. Beni mahvettiler. Şimdi ben sokak kaldırımı üzerinde kaldım. Başımı nereye koyacağımı bilmiyorum. Oh! Paralarımı lütfen bana veriniz- Eğer beni memnun ederseniz, size minnettar kalırım.

Görücü Medyom berteau. B. Gim.

«Medyom - Orada yazı yazan bir ihtiyar görüyorum. Çok sıkıntı veren bir adam! Ağzında diş olmamakla beraber bir de kalın dudakları ve sarkık ağzı var. Pamuktan yapılmış gibi bir takke giymiş. Üzerindeki elbisesi çok kirli. Aman Allahım! Ne sıkıntı veren bir adam!

 

 

«Operatör, ruha dünyayı terkettikten sonra kendisinden bir şeyin gasp veya sirkat edilebilmesinin bahis mevzuu olamıyacağını anlatmaya çalışıyor.

«?. - Benden bir şey almadıklarını ve hiç bir şeyimin noksan olmadığım söylüyorsunuz. Küstahlık yapıyorsunuz, O halde paralarım nerede? Bunu hiçe mi sayıyorsunuz.

«O. - Siz kimsiniz?

«O. - M. Gimberteau, bu yazıları yazan mh mudur?

«G. - Eve;t. medyomun yanında duruyor. Her taraftan taşa tutulmuş bir insan gibi. Bu, eski bir kaplan.

 

 

«? - İşte görüyorsunuz ya, yanınızdayım.

«O. - Fakat niçin mütemadiyen dünyada bıraktığınız serveti arayıp duruyorsunu? Onu daha iyisi, bulunduğunuz âlemde temin etmeğe çalışsanıza!

« ?. - Oh! Aradığım şeyin nerede olduğunu bana derhal söylemeliydiniz. Siz kötü bir maskarasınız, anlıyor musunuz?

«O. - Siz Allah'a inanmıyor musunuz?

?. - Ben onunla teşerrüf etmedim. Paramı istiyorum.

«O - buraya sizi zorla mı getirdiler?

«?. - Öyle düşünebilirsiz

 

 

«G. - Onu iten birisi daha. Ve eğer sizin karşınızda var.

«O. - Demek ki, bizimle beraber olmaktan canınız sıkılıyor.

« ?. - Hem de pek çok (Kalem şiddetle masaya çarptı ve kırıldı)

İşte böyle çok hasis bir adamın, ölümünden hattâ aylarca sonra bile bir spiritizma celsesine gelebilmek fırsatım bulduğu zaman orada göstereceği tipik haleti ruhiyesi bu olur. Şimdi, bu mevzua dair çalışmalarımız sırasında elde etmiş olduğumuz diğer bir müşahedeyi naklediyoruz. Bu müşahede bütün teşhir olunmam için beni zorlamış olmasalardı, çoktan burasını terkederdim-

«O. - Mademki bizimle beraber bulunmaktan sıkılıyor, neden gitmiyor?

«G. - Çünkü siz onu çağırdınız ve bu da onun içinde bulunduğu durumu anlıyabilmesine yarıyacaktır. tafsilâtiyle ilmi, metödik ve öğretici mahiyettedir. Burada, hayatında iken, altm toplamaktan başka hiç bir faaliyet üzerinde durmamış hasis bir zavallının maddeden ayrıldıktan sonra, çırçıplak kalan ruhunun objektif ve sübjektif hallerini bütün hususiyetleriyle göreceğiz.

Bu müşahede, psikolojik infisal yolu ile alınmıştır. Ve vak'a Ue ilgili kaynaklardan ve plânlardan, imajların doğrudan doğruya medyomun ruhuna aksettirimesi suretiyle elde edilmiştir: İşte müşahedeye asıl orijinaliteyi ve hususiyeti veren nokta da budur. Dikkat edilince müşahede altında bulunan ruhun hayatında, birisi dünyaya ait, diğeri de öbür âleme geçtikten sonra tebarüz eden iki haleti ruhiye görülür. Bu müşahede evvelce zikrettiğim metotla ilgili bulunduğundan orada geçen mülâhazalar burada da kıymetini muhafaza edecektir. Binaenaleyh, bu müşahedeyi de iki kısımda mütalâa etmek lâzımgeliyor.Birinci kısımdaki parçalar bu hasis ruhun dünyadaki son günlerine ait, medyomumuzda husule gelen intihalardır. İkinci kısımdaküer ise ruhun artık spatyoma intikâlinden sonraki hayatına ait imajlardır.

 

 

 

 

 

 

Medyom : B. H. Turgut (B. R.)

Operatör : Bedri Ruhselman (B. R.),

Rehber : Şems.

Tarih: 11/12 /1947.

Yer : İzmir,

Yetire : psikolojik infissi.Birinci Kısım

«B. R.- ... Bu celsede gene karanlık muhitlerde, bazı tetkikler yapmak istiyoruz. Medyomumuzu, meselâ dünyada iken parasını fena kullanmış, hasis bir adamın ruhu ile temasa getirmenizi ve bu hususta yardımda bulunmanızı rica ediyoruz.

«Ş. - Her türlü temas medyonumuz için mümkün ve müsaittir.

«B. R. - O halde medyomumuzu muvakkat bir zaman için ve icabında derhal tekrar kendi muhitine dönmek sartiyle böyle geri bir plâna, lütfen indiriniz ve himayenizi onun üzerinden eksik etmeyiniz.

(Uzunca bir sükûttan sonra

«B. R. - (Medyoma hitaben Nasılsınız, neredesiniz?

«H. T. - (Bu sırada medyomun sesi değişmiş, kendisinde hakikî bir uyuşma hali başlamış ve çok derinden, çok yavaş sesle ve âdeta yarı uyku halinde gibi konuşmağa başlamıştır. Aşağıdaki cevaplar o ruhun mazisine ait çok maddî bir hayatın sembolik imajlar halinde medyomun ruhuna akseden intihalarının ifadesidir.) Bir daha geri vermek üzere, her şeyi yutan, (absorpsiyon ve rezorpsiyon yapan) bir ihtizaz muhitindeyim. Etrafında bir nevi hayatsızlık, kısır bir saha tevlit eden, bununla beraber ihtizaz yapmakta olan bir varlıkla devre teşkil edip, temas haline geçiyorum.» İleride medyomluğun, neo-spiritüalizmaya göre izahı yapılırken burada kullanılan «ihtizaz», «devre teşkil etmek», «intişar», «temas sahası», ilh. gibi tabirlerin ilmî mânâsı tebarüz ettirilecektir. Şimdilik, müşahedenin karanlık kalmaması için yalnız şu kadar söyleyebiliriz : Bu sözleriyle medyom, kendisinde kısırlık, nekeslik, verimsizlik velhasıl kimseye zerre kadar, faydası dokunmayan boş bir varhk intibaını bırakan bir ruh, veya bir insan ile karşılaşmış olduğunu anlatıyor. Devam edelim :

«B. R. - Şimdi bu varlığın sübjektif ruh hallerine nüfuz ediniz ve ondan aldığınız intibaları bize naklediniz.

«H. T. - Kızgın kum çölü... Her zerre kumdan büyük bir hareket intişar ediyor. Hesapsız kum taneleri bir araya toplanmış, geniş bir saha teşkil ediyor.»

Bu sözleri bir edebiyat telâkki etmemelidir. Burada bir realite vardır, bu realite de medyomun o anda karşılaşmış olduğu hasis ruhun, dünyadaki son günlerine ait duygularının sembollerle ifadesidir. Nitekim aşağıdaki yazılarda bu sembollerin gittikçe canlandığı ve şümullendiği görülecektir.

«Bu saha, hudutlanmak istemiyor, çok genişlemek istiyor. Her zerresi diğeriyle birleşerek, büyük miktarda hareket neşereden kumlardan müteşekkil olan bu saha mütemadiyen rutubeti yutmak istiyor. Üzerinde dolaşan hava tabakalarını emerek, onların haiz olduğu rutubeti çekiyor, mütemadiyen çekiyor. Bununla beraber kendisini harareti.kızgınhğı bir türlü geçmiyor. Ne kadar su varsa, hepsinin kendisine dökülmesini istiyor. Sahası genişledikçe üzerinde dolaşan rutubet tabakasını daha fazla çekip hepsini yutmak ve hararetini söndürmek için, bir zerreye kâfi gelecek kadar değil, sayısız bütün zerrelerini tatmin edecek kadar çok rutubet almak hırsına düşüyor- Halbuki bu istek çok mübalâğalıdır. Burada köklü bir egoizma ile karşı karşıyayım : Her yer çöl olsun. Her yer çöl olduktan sonra, bu çöller birleşsin... Ben olsun, ben olayım. Tabiatta ne kadar su varsa, nerede rutubet varsa hepsi bana gelsin. Ben onu kucaklıyayım, onu yutayım. Zaman hiç bitmesin. Ebediyet içerisinde hep çekeyim, hep yutayım. Bu rutubet bir taraftan bana girsin, fakat hiç bir tarafımdan dışarı çıkmasın... İçimde kalsın... Böyle bir taraftan gelip, içimde kalan rutubet birike birike, beni şişirerek, büyülterek akıl ve hayali geçen eb'ada ulaştırsın. Bu eb'at genişliyerek bütün kâinatı istilâ etsin. Bütün evreni birliğe dönüştürsün. Bu birim ancak o olsun. «Toplanan dağ gibi kum yığınlarından arasıra bir tek zerre alıp etrafıma atayım. Fakat o da benden temelli gitmesin. Attığım o kum zerresi tekrar bana dönsün. Ve hattâ bir zerreye mukabU çuval dolusu gelsin. Onunla beraber denizler, nehirler de gelsin, hepsini içeyim... Sönmiyen hararetim var...»

Tekrar ediyoruz, bu bir realitedir. Ve dünyada öyle insanlar vardır ki, yukarda canlandırılan kötü duyguların belki birçok misliyle yanar, tutuşurlar. Fakat duygularının milyonda birini bile anlatamazlar ve bu da onların daha dünyada iken başlıyan büyük azaplarından biri olur. Bu zavallı insanlar aramızda güya normal bir haleti ruhiye içinde imiş gibi dolaşırlar. Zahiren belki müsterih ve hattâ, bazılarına göre mesut görünürler, fakat dikkatli ve olgun bir müşahit bunların çekmekte oldukları azabı ve kendilerini sinsi sinsi kemiren ıstıraplı hayatı ancak, medyomumuzun fezadaki ihtizazlardan alarak anlatmış olduğu bu intibalariyle ifade edebilir.

Medyom bu ihtizazları nasıl almıştır, hangi mihanikiyetle (mekanizmayla, işleyişle, sistemle) bu reel dediğimiz intibalar onda husule gelmiştir. Bu mevzua burada girilemez. Ve ileride çıkaracağımız ayrı bir kitabın, belki de bütün hacmini doldurmağa kâfi gelecek izahatla aziz okuyucularım bu husustaki meraklarını tatmin etmiş olabilirler. Şimdilik yalnız şu kadarım söyliyebilirim. Burada medyom, karşılaşmış olduğu bir ruhun mazisine, dünya hayatına dönmüş ve dünyada yaşarken, onu kemiren duygularına nüfuz etmiştir. Binaenaleyh yukarıdaki ifadeler hasis ruhun insan halindeki duygularının, medyomün ruhunda yeniden canlanmış olmasının bir tezahürüdür.

Şimdiye kadar açıklanan duygular sadece ateş gibi kavurucu bir hırsın ifadesi idi. Bundan sonra araya başka ve asü mühim olan unsurun, yâni ıstırabın karışmağa ve gittikçe tazyikini arttırmağa başladığım görüyoruz.

«O, bir an için düşünüyor. Ya bütün bunlar kima kalacak?...Ağlıyor... Kalbi kıskaç içinde sıkılıyor... O kadar çok kum toplamış ki, bunları kaldırabilmesine asla imkân yok...»

Bu haleti ruhiye dünyadan spatyoma böyle hazırlıksız geçmek üzere bulunan ruhların, belki hakikaten azaplarının başlangıcım teşkil eder :

«Avucunu kuma batırarak dolduruyor... «Bu defa olmadı, daha çok alabilirdim,» diyor. Ellerini tekrar daldırıyor. Avucunu alabildiğine genişletiyor. Fakat ellerini yukarı kaldırırken, parmaklarının arasından kumların döküldüğünü görüyor ve ağlıyor... İşte hararetini söndürebümenin çaresini asıl şimdi bulmuştur: Gözyaşı ile söndürecek!... Havadaki'rutubet, muhitteki sular, dış âlemden gelen sular onu söndüremiyor... Şimdi kendi içinden gelen ifraz ettiği suyu kullanarak hararetini söndürmek istiyor. Fakat hele bu tecrübe hiç kâfi gelmedi... Büyük ıstırap içinde... Çok sıkıntısı var... Herşeyi unutmuş halde görünüyor... Kum mefhumu kayboldu... Yalnız adet var... Çok olsa... tanelerin miktarı... Yalnız adet. Sayı... Onun dışında hiçbir şey yok... «Şimdi bütün bu adetler, bu sayılar maden haline geçiyor... Herbiri kırmızı birer altın... Altın yığınları... Hi, hi, hi, hi, hi...» Yukarıdaki haleti ruhiye artık spatyoma dönmek üzere bulunan bu zavallının son dünyevî duygulariyle beslenmektedir, öbür âleme giderken hiçbir şeyini beraber götüremiyeceğini düşünüyor ve ilk azabım duymağa başhyor. Servetini, büyük bir hırsla ruhuna yapıştırmış olduğu parasını bırakmak istemiyor; Fakat ne yapsm ki, öbür âleme götürmek için bu servetini koymağa yarıyacak boş bir para keseciği bile yok!... Ancak bu işi görebilecek iki avucu var ama, o da muazzam servetini ihata edecek kadar büyük değinişte azabın sebebi!... Müşahedenin son satırlarında medyomun gülmeğe başladığını görüyoruz. Celse sonunda öğrendiğimize göre, medyomun tuhaf bir manzaraya şahit olması onu böyle güldürmüştür, Medyom şöyle bir şahne görmüştür: Zavallı varlık bu sırada arkası üstü yatmış, sırtını altın kümelerine dayamış, bir merkebin dört ayağını havaya kaldırıp sırtını toprağa sürtmesi gibi» altınlara sürtünmektedir. Burada artık sembolik tasvirler bitiyor ve böyle çok kötü geçmiş bir hayatın son demleri hakikî imajlarla anlatılmağa başlanıyor :

 

 

«Bir yerde bir mahzen görüyorum... Türlü kaplar içersinde gümüş, ve altın madenleri duruyor... Işık yok. Tek mum ışığı bile yok... Hava yok... Rutubet kokan pis bir yer... Hattâ ayni yerde defi hacet etmiştir... Uzuri zaman o aradan çıkmamış... Yanında bozulmağa başhyan yiyecekler var... Kurumuş et parçası, kuru ekmek, yosunlaşmış su... Kendisinde hemen hemen hiçbir duygu yok gibi... Bir nevi cinnet halinde bulunuyor... Altınlar parlıyorsa da zihninde parlıyan bir kıvılcım gibi her zaman akis yapamıyor. Bazen altından intişar eden şualar bir aydınlık şuası gibi mantıkî düşüncelere ve makûl hislere bir hamle yaptırmağa kâfi gelebilirken onda bu tesiri yapamıyor... Nefile... Yüzünü soğuk madene kapıyor, vücudundaki harareti ona naklediyor, öylece serinliyor. Humma içerisinde kendisinden geçmiştir. Ve öylece orada öldü... «Girdiği bu mahzeni kimse bilmediği için kendisine hiç ilişilmemiş. .. Aradan çok zaman geçmiş... Etler dağılmış, kemiklerin üzeri tozlanmış... Maden parçaları birbirine karışmış... Bu yerde çöküntüler hâsıl olmuş ve insan gözünden orası kaybolup gitmiş!.»

Anlaşılıyor ki, bu zavallı varlık altınlarını gömdüğü mahzeni kendisine mezar yapmış!... Ve sevgilileri ile kucak kucağa o mezarda yalnızlık, hastalık ve humma içinde can vermiş. Burada müşahedenin çok öğretici olan birinci kısmı bitiyor, fakat daha çok öğretici olan ikinci kısmı başlıyor. Bu kısımda bu miskin insanın spatyomda başhyan enteresan hayatım takip ediyoruz. Bu hayat da görüleceği gibi boşluğun ve tatmini bahis mevzuu olmıyan sonsuz mahrumiyet duygularının bir ifadesidir.

 

 

 

İkinci Kısım

 

 

«B. R. - Şimdi bu ruhu ne halde görüyorsunuz?

«H. T. - Kendisi mütemadiyen dolaşıp duruyor, boşluk içinde akıp gidiyor. Aramsaz olamıyor. Ağır maddeye kavuşmak için kendisine yeni bir kılıf aramakta, arz küresine sürünerek, topraklara temas ederek mütemadiyen dolaşmakta... İhtizazları sönük, çok menfi, hep ıstırap içinde maddeye bağlı ve hattâ müsait bir ekran bulursa adetâ bir fantom gibi biç olmazsa bir an için dünyada tezahür etmek, bir an için tekrar maddenin soğukluğuna dokunup onu göğsüne serpmek, içinde yuvarlanmak, ondan zevk duymak istiyor...»

 

 

Bilhassa son satırlar, ilerde obsesyon hakkında yazacağımız kitabın mevzuuna dahi kıymetli bilgileri ihtiva ediyor. Orada da bu bigilerden istifade edilecektir. Medyomluğun en mühim bahislerin birini teşkil eden bu tasallut keyfiyeti her operatörün, her medyomun ve hattâ ne medyom, ne operatör olmıyan her hassas kimsenin bilmesi lâzımgelen bir hâdisedir. işte böyle yukardaki gibi, geri bir ruhun dünyaya olan aşırı bağlılığı hemen hemen gayrı şuuri bir irade ile münasip ve müsait gördüğü bir vasata doğru kendisini çeker ve aynı zamanda o vasatla kendisi arasında gittikçe kuvvetlenen bir takım bağlar peyda

olur ki, bu hal, obsesyonun izahına yanyan mühim unsurlardan birini teşkil eder.

Dünyada iken bütün faauyetini kesif ve ağır maddeler üzerinde toplamış bu zavallı varlığın spatyomda bu maddelerden tamamiyle mahrum kaldığı zaman kendisini boşluk ve büyük bir mahrumiyet için de hissedeceği tabiidir. Nitekim aşağıdaki ifadeler de bunu gösteriyor :

«O kötü bir âlem içerisinde boşu boşuna dolaşıyor... Nedense hiçbir gaye yok... Neden yığın yapmak istediğini bilmiyen ve mecnunca sevdiği madde üzerinde can veren bu varlığın ölümünden beri iki asır kadar vakit geçmiş... Bu müddet zarfında kendine müşabih başka ruhlar yüzünden kendisine dünyaya inmek sırası gelmemiş. Maddeye kavuşmak hasretini tatmin edememiştir.

«Çekingendir, kaçıyor... Kimse ile temas etmek istemiyor. Kendisi ile ancak kesi kesik temas edebüdim. Bu ruh, ruhlar arasında adetâ en kötü bir plânda, en aşağı bir tabakada bulunuyor. Adetâ arz küresi üzerindeki cisimler içerisinde saklanır derecede... Ağırlığını üzerinden bir türlü atamıyor. Çekirdeği onu daima aşağı doğru çekiyor. Bir canlı adamın kalbi yerinden söküldüğü zaman ne kadar ıstırap duyarsa, bu da o kadar fazla ıstırap duymaktadır- Hem hastalığı, hem de yığınları çoğaltırken yapmış olduğu işler açık bir kitapta olduğu gibi önünde duruyor. Bu hem madendir, hem de kitaptır. Zira her maden parçası üzerinde bir kitap yazacak kadar tarih ve hâdise vardır.

«Ruh huzur bulmamıştır. Karanlık, karışıklık, pislik içerisinde ıstırap, eziyet ve ebedi susuzluk çekiyor. Kupkuru bir sünger gibi, mesamatlı bir taş gibi sıkılıp duruyor. Ben onu yakalamak istedikçe o kaçıyor. Ben de ona sokulamıyorum. Karşı karşıyayız, fakat ihtizazlar yabancı olduğundan tamamiyle süzülemiyor.»

Yukarda hasis bir ruhun spatyomdaki haleti ruhiyesi bütün tafsilâtiyle gösterilmiştir. Bir spiritizma celsesinde böyle bir ruhla karşılaşıldığı zaman onunla ne tarzda bir muvasala yapılabileceğini bu müşahede açıkça gösteriyor.

 

 

( Ruhlar Arasında - Bedri Ruhselman )

 

---------

 

[TABLE=width: 661, align: center]

[TR]

[TD=width: 655][TABLE=width: 655, align: center]

[TR]

[TD=width: 649]

Avareler

Bir kısım ruhlar da vardır ki, bunlar dünyadaki hayatlarında fena insan olarak sayılmamışlardır. Fakat onların spatyomda başIıyan hayatları kendilerinin iyi insan olmadıklarını göstermeğe kâfi geliyor. Bunlar dünyada iken sadece etin ve maddelerin zevkine gömülmüş, nefsaniyeti ve dünya zevklerini gaye ittihaz edinmiş ve onların dışında manevî hiçbir kıymet tanımamış, binaenaleyh ruhen bomboş kalmış biçarelerdir.

Esasen iyi düşünülürse eli boş olarak öbür âleme intikal eden bir kimsenin orada bir şeylere nail olabileceğini beklemenin de yerinde bir iş olmıyacâğı anlaşılır. Bu, tıpkı lise derslerine hiç çalışmamış, bütün mektep hayatım avarelikle geçirmiş bir tenbel talebenin yüksek mekteplerden birine taüp olan çalışkan ve- yetişmiş müsabakacılar arasında muvaffakiyet beklemesine benzer. O, bu kudretli talebe arkadaşları meyanında ne kadar zavallı ve eli boş olarak kalırsa, böyle avare bir ruh da spatyomda diğer liyakatli varlıkların arasında o kadar zavallı ve biçare kalır. Bunları da spiritizma ile fiilen meşgul olacak araştırıcıların az çok tamması faydalı olur.

Bedri Ruhselman

[TABLE=width: 649, align: center]

[/TABLE]

[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

 

---------

 

Kibir, Gurur ve Benlik Sahibi Kurumlu Varlıklar

Bazı insanlar vardır ki, dünyada mâlik oldukları büyük bir servetin, işgal ettikleri mühim sosyal bir mevkiin ruhlarında husule getirmiş olduğu büyüklük duygusu ile sarhoş olmuşlardır. Bunlar, çok geçici olan bu durumlarının sadece bir tekâmül vasıtası olduğunu anlamayıp, onları gaye ittihaz ederek, sanki ezelden ebede kadar sürüp gidecekmiş gibi benimserler. Ve maddeten o mevkilerden, o kudretlerden ayrılmış olsalar bile ruhen onlara bağlı olarak kalmışlardır.

Fakat bu çok kötü olan ruh halinin teessüsü için mutlaka büyük bir servet, yüksek bir mevki lâzım değildir. Her insan, içinde bulunduğu maddî ve ruhî durumu herhangi bir ruh halinin tesiri altında kalarak mübalağa ile kendi ruhunda büyültebilir. Meselâ, içtimaî ve malî mevkileri alelade seviyede bulunan öyle kimseler vardır ki, bunlar kendilerini diğer insanlardan üstün ve hemcinsleri arasında imtiyazlı zannederler. Bu da belki geçmiş hayatların hâlâ devam eden kötü intibaları olsa gerektir.

İşte böyle hakikaten ergeç büyük bir ıstırap kaynağı olacak bu fena haleti ruhiye, bir ruhun olduğu yerde çivilenmesini ve orada kalakalmasını neticelendirir. Ve o ruh, bulunduğu yerden bir karış bile yükselmek imkân ve kudretini bütün bu halin devamı müddetince kaybetmiş olur.

Böyle kimselerin dünyadaki durumları bu kötü haleti ruhiyelerinin neticelerini tebarüz ettirmeğe ekseriya müsait olmamakla beraber, bilâkis saplandıkları benlik girdaplarına onları daha ziyade gömmeğe yardım eder. Fakat daha dünyada iken bile sinsi sinsi bir teşevvüş halinde başlayan bu neticeler; maddelerin, mevkilerin, servetin ve maddî imkânların birdenbire ortadan kalkıvermesini müteakip bütün şiddetiyle ve ağırlığı ile kendisini göstermekte gecikmez, O zaman ruh, mahrumiyetler ve imkânsızlıklar karşısında göstereceği, zerre kadar kendisini tatmin etmiyen çırpınışlarının neticesizliğinden, beyhudeliğinden ve mütemadiyen boşa gitmesinden mütevellit bir ıstırap veya azap içinde bunalmaya başlıyacaktır. Bir spiritizma celsesinde, böyle bir ruhla karşılaşabilmek daima mümkün ve maalesef çok vukua gelen hallerdendir. Binaenaleyh böyle bir durumu da okuyucularıma müşehedelerle tanıtmayı arzu ediyorum. Bu takdim edilen müşehadeler böyle bir haleti ruhiyenin tipik bir örneğidir.

Bedri Ruhselman

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi aklımıza şu sual gelebilir: Acaba dünyada cari olan kaideler spatyomda da aynen mevcut mudur? Bu sualin cevabını verebilmek için evvelce başka yerlerde (5/288-304) spatyom hakkında neşredilmiş kanaatlerimizi okuyucularımıza kısaca hatırlatmanın lüzumunu duyuyoruz.

 

Spatyom bilgisi hakkındaki anlayış ve görüşümüzün başlangıç ve bitim noktaları arasında kalmak şartiyle, neo-spiritüalizma incelemelerine dayanarak, biz, oranın hayatını umumi görüşte üç merhaleye ayırabiliyoruz. Şimdi bu merhaleleri süratle gözden geçirelim:

1 – İnsanların, ölümü müteakip, tekamül derecelerine göre az çok devamlı olarak geçirecekleri ilk merhaleyi biz ruhların kendiliğinden tahayyül durumlarına ait bir devre diye kabul ediyoruz. Bu merhaledeki ruhların arasına klasik spiritlerin > dedikleri ruhlarla, okuyucularımıza biraz sonra sunacağımız üstat Allan Kardec’in (6/43) tasnif cedvelinde yazılı üçüncü guruptaki, yani 10, 9, 8, 7, ve 6 ıncı sınıflardaki ruhları ve onu müteakip gene takdim edeceğimiz Colette ve Georges Tiret’nin tasniflerine göre (8/37) birinci, ikinci ve hatta kısmen üçüncü mertebelerdeki ruhları dahil edebiliriz. Aşağıda zikrettiğimiz üç unsurun bir araya gelmesi, bu merhaledeki ruhların umumi evsafını neticelendirmiştir, diyebiliriz:

 

A – Bu merhalede bulunan ruhların birçok melekeleri henüz inkişaf etmemiştir veya kapanık haldedir. Bu ortamda araştırıcı ve bulucu kudretleri de uyuklama halindedir. Araştırmak ve bulmak; bir cehitle, bir fikri takiple, sabırlı ve sebatlı bir çalışma ile mümkündür. Fakat bu işler her şeyden evvel ruhun mühim bir kudretinin, mühim bir melekesinin yerinde ve yolu ile kullanılmasına bağlıdır. Yani irade ne kadar bütünlüğüne yakın mükemmeliyet içinde kullanılırsa araştırıcılık ve buluculuk kabiliyeti de o nispette tekamül etmiş bir hal alır. İrade hayvanlarda bile mevcut olduğuna göre, iradesiz hiçbir insan ruhunun mevcudiyeti tasavvur edilemez. Ancak burada mühim olan nokta, iradeye verilecek istikametin şuura layık olup olmaması meselesi üzerinde toplanır. Hayvanlar bilmeden iradelerini kullanırlar. Gene böyle bilmeden iradelerini kullanan insanlara biz, bir bakımdan haklı, bir bakımdan da haksız olarak > deriz. Buradaki mesele şudur: Hayvanlardaki irade, içten gelen içgüdülerle ve dış tesirlerden dolayı zorlamalarla adeta otomatikman istikamet alır. Bir örümcek içgüdüsüyle yuvasını yapar. Onun burada şuuru ve şu veya bu maksada matuf bir düşüncesi yoktur. Zira bu iki meleke onun ruhunda henüz inkişaf etmiş bir halde değildir. Binaenaleyh yuvasını ne kendisinin yaptığının farkındadır, ne de onu ne maksatla yaptığını bilmektedir. Keza aynı örümcek, yuvasına takılan küçük bir sineğin üzerine atılırken de bunu ne maksatla yaptığını, bu hayvanı yakalamakla ne faydalar temin ettiğini asla düşünmeden bu işi yapar. Bununla beraber onun yaptığı bütün bu işler ancak kendi iradesinin faaliyete geçmesiyle mümkündür. Ama, bu irade istikametini örümceğin şuurundan değil, içgüdülerinden ve zorlamalarından alır. İşte böyle bir iradeye biz: kendiliğinden irade diyoruz. Otomatik irade de denilebilir. Bu hal insanlarda da görülür. Fakat otomatik irade ruh kapanıklığının bir vasfı olarak kabul edildiğine göre, böyle bir iradenin şuurlu iradeye üstünlüğünü bir insanda ne kadar tebarüz etmiş bulunuyorsa onun ruhunun o kadar kapalı ve realitesinin o kadar dar olduğuna haklı olarak hükmedebiliriz.

 

* Öbür dünya – ahiret.

** Karışıklık – kendini, yerini, durumunu bilememe.

 

Burada şunu da arzedeyim ki, bir insan, şuurunun ve zekasının erebileceği seviyenin fevkindeki planlardan gelen bazı üstün zorlamalara ve ilhamlara tabi olarak da iradesine istikamet verebilir ki, bu hali evvelki ile karıştırmamak icap eder. Zira bunlarda körükörüne ve şuursuzca değil, bilakis kuvvetli imanla o yüksek ilhamlara bağlı bir şuurun muvafakatı ve mutabakatı bahis mevzuudur ki, bu hali başka yerlerde ayrıca mütalaa edeceğiz.

 

İşte spatyoma yeni geçmiş olan her ruhta evvela böyle bir > hali, yani kendiliğinden istikametini alan iradi tezahürat görülür. Yalnız ilerlemiş ruhlarda bu hal çok kısa, hatta bazen birkaç dakikalık zaman kadar sürer ve geçer. Fakat geri ruhlarda gerilikleri nispetinde bu ruh halini vasıflandıran merhale çok uzun ve hatta ekseriya o ruhun bütün spatyom hayatı boyunca devam eder. Böyle ruhlar kendilerini tamamiyle pasif hissederler. Etraflarında bir çok olayların cereyan ettiğini görürler, fakat bunların ekserisinin kendi taraflarından, kendi iradeleriyle husule getirilmiş olmasına rağmen ne maksatla ve kimin tarafından husule getirildiği hakkında onların hiçbir malumatı olmaz.* O ruhlar, sadece o hadiselerin içinde ister istemez ve tamamiyle pasif olarak sürüklenip giderler. Çoğu nahoş ve ıstıraplı olan bu imajları onlar, dışarıdan kendilerine zorla kabul ettiriliyormuş gibi telakki ettiklerinden, onlardan kurtulmak için beyhude yere mücadele edip dururlar. Halbuki bu zavallılar düşünemezler ve bilemezler ki, bu imajlar ancak kendi inançlarının ve kendi iradeleriyle yapılmış imajinasyonlarının bir hasılasıdır. Ve onlarla mücadele ettikçe o hadiselerin mevcudiyetlerini büsbütün kabul etmiş ve onların realitelerine inanmış bulunmaktadırlar. Böyle yaptıkça da bilmeden iradeleriyle onların hayatiyetini daha ziyade kuvvetlendirerek kendi üzerlerindeki tazyiklerini arttırmağa müteveccih olan istikametlerine yol vermektedirler. Bu hal de onların spatyomdaki ıstıraplarını ve azap, hatta işkence çekmelerini mucip olan hadisatı daha kuvvetli olarak yaşatmakta ve sürdürmektedir.

 

* Bir nev’i teşevvüş.

 

İşte bu bahsin sonunda ayrıca > diye açacağımız bahiste de uzun uzadıya izah edeceğimiz bu karışık ruh halinin amillerinden birisi bu otomatik iradedir. Bu halde faaliyet gösteren bir varlık şuursuzdur ve daha tuhafı şaşkındır.

 

B – İkinci unsur, gene yukarıdakine bağlı bir ruh kapanıklığı ile tebarüz eder. Biliyoruz ki, (5/368-440) imajinasyon irade ile başlar, irade ile biter. İradesiz imajinasyon mümkün değildir. Halbuki en geri insan varlığında bile imajinasyon melekesi az çok inkişaf etmiş bulunmaktadır. İşte bir ruhun imajinasyonu temin eden iradesi eğer otomatik bir irade ise o imajinasyon, o ruh için yabancı menşeli kalır ve o kendi imajinasyonu mahsulü olan imajları dışardan, yabancı kaynaklardan geliyormuş gibi zan ve kabul eder. Bu tıpkı kalbinin hareketleri kendi ruhunun kudretiyle vukua gelen bir insanın bunu takdir edemeyip onun kendi iradesi dışında bir kuvvetin tesiriyle hareket ettiğine inanmasına benzer.

 

Bu hususta insanlar çok tuhaftırlar. Ufak bir cehit sarfiyle kolayca öğrenebilmeleri mümkün olan bazı hakikatleri – sırf kendilerini itiyatlarına bağlıyan taassupları (bağnazlıkları) yüzünden – bilmemekte ısrar edip dururlar ve bundan da gene kendilerinden başka kimse bir şey kaybetmez.

 

Örneğin, bazı insanlar kendi ruhlarında cereyan eden en göze batıcı hadiseler hakkında bile hiç olmazsa yabancı bir varlık gibi uzaktan dahi küçük bir ilgi göstermek kudretinden yoksundurlar. Böyleleri, mesela, rüya, telepati, düşünce intikali, önsezi gibi bilhassa gelecek spatyom hayatlarının adeta birer parçası halinde olan iradeye ve tahayyüle ilişkin bir sürü diğer ruhi tezahüratla ve bu tezahüratın husulünde rol oynıyan yüksek ruh melekeleri ile meşgul olmaktan çekinirler, kaçınırlar. Ve bunun yerine sırf maddi oldukları için kıymet verdikleri – belki de yüksek ruh melekelerinden birinin veya bir kaçının inkişafı aleyhindeki – bazı arzu ve temayüllerine bütün şuurlarını bağlarlar. İşte spatyomda ruhun en büyük yardımcısı olan böyle yüksek melekelerini dünyada iken inkişaf ettirmemek gafletini göstermiş insanların ölümlerinden sonra girecekleri ilk spatyom merhalesinde kullanmağa alışkın olmadıkları bu melekelerinin bir kısmından uzun müddet istifade edememeleri ve diğer kısmından da ancak şuursuzca faydalanmaları kadar tabii bir şey tasavvur edilemez. Ve sonuncu kısma giren tahayyül melekesinin de böyle şuursuzca kullanılması, ruhun spatyomdaki ıstırap sebeplerinden bazılarını teşkil eden sonucu doğurur. Ruh ve Kainat kitabının spatyom bahsinde bu, bazı misaller ile kafi derecede izah edilmişti. Ayrıca onlara burada da diğer misaller eklenecektir.

 

Şu halde ne kadar geri olursa olsun insanlık mertebesinin mühim bir vasfı olan tahayyül melekesinin, hele serbestleşmiş bir ruhta, şuursuzca ve otomatik halde dahi olsa faaliyete geçmesi zaruridir. İşte bu zaruretin bir neticesi olarak kendiliğinden tahayyül kudretiyle vukubulan objektif ve sübjektif bütün imajlar sanki dışarıdan geliyormuş, sanki kendi iradesinin dışında cereyan ediyormuş gibi bu ruhta aldatıcı duygular uyandırır ve böylece, bilmeden vicdanından kopup gelen iyi kötü şeylerin hadiseler halinde içinde yaşanmasından dolayı büyük bir şaşkınlık duyar ve bu da – ilk zamanlarda – bu acemi varlığı karmakarışık (teşevvüşe düşüren) ve ıstıraplı duruma sokan mühim bir unsur olur. Klasik spiritlerin bu haleti ruhiyeyi > diye tasvir etmelerinde bu bakımdan büyük bir isabet vardır. Zira mesela, bir kaatilin dünyada işlediği bir suça göre kendisinde husule gelmiş olan bütün kötü ruh hallerini vicdanının zorlamaları, tahayyül yolu ile en korkunç, en canlı ve dokunaklı şekiller, renkler, sesler gibi bir sürü imajlar halinde kendi muhitinde canlandırır. Ve o zaman bu zavallı varlık, dünyada, bizzat kendi yarattığı bazı imajları realite zanneden tımarhanelik bir delinin intibaksızlık ve ıstırap hallerini bütün çıplaklığı ile gösterir.

 

C – Üçüncü unsur, spatyoma yeni intikal etmiş insanların dünyadan henüz yeni ayrılmış olmaları neticesinde buraya ait, yani maddi ilişkilerle ilgili bir sürü göreneklerden, itiyatlardan ve arzulardan kendilerini kurtaramamış olmaları ve bunları ruhlarında, oralarda da devam ettirmeleridir. Dünyadan getirilen bu lüzumsuz unsurlar, maddeler, değerler ruhların maddeye bağlılıklarına ve tekamül derecelerine göre, ya çok kısa zamanda defolurlar veya uzun zaman, hatta ikinci bir enkarnasyon müddetinin girişine başlangıcına kadar ve hatta muhtelif spatyom hayatlarında devam eden ruhun korkunç bir ıstırap kaynağı ve çekilmez bir baş belası olarak sürüp giderler.

 

İşte öbür aleme geçince geri ruhlarda uzun zaman sürüp, giden bu yukarıda saydığım üç zararlı unsurun ruhta bir araya gelmesi, spatyomun neo-spiritüalizmaya göre ayrılmış birinci merhalesindeki varlıklarının ruh hallerine ait umumi evsafını gösteren şemayı kolaylıkla çizmemizde bize yardım edebilir. Yukarki unsurların bir araya gelmesinden dolayı ruhi hallerin çeşitlerini düşünüp buldukça böyle geri mıntakalarda uzun müddet sürünüp duran zavallı varlıkların çektikleri ıstıraplar hakkında açık fikirler edinmek mümkün olur. Ve yukarda söylenen sebeplerden dolayı bu yoldaki zihni araştırmalar esnasında gösterilecek cehitlerin de insan ruhu için ayrıca mühim bir kazanç ve istikbale müteveccih bir hazırlık olduğunu anlatmağa lüzum kalmaz.

 

Demek ki, bu merhalede bulunan ruhların genel durumlarını şöylece hulasa edebiliriz: Bu ruhlar bir taraftan, dünyadaki kötü fiil ve niyetlerinin vicdanlarında çizmiş olduğu sarsıcı ve ezici intibaları hamildirler; diğer taraftan da dünya bağlarından dolayı geri ve maddi ihtiraslarının, arzularının ve itiyatlarının esiri olarak spatyoma gelmişlerdir. İşte bir taraftan bu azap verici izleri ve intibaları taşıyan vicdanın, diğer taraftan da yersiz ve tatmini imkansız maddi ihtirasların, arzuların ve itiyatların birbirine zıt tesiri altında kendi kendine harekete geçen tahayyül melekesi spatyoma yeni geçmiş bir varlığın oradaki alemini azçok uzun bir zaman için yaratmış olur. Ruhların geçirmesi lazım gelen bu merhaleye biz spatyomun kendiliğinden tahayyül devresi diyoruz.

 

Alışkanlıkların ve vicdani zorlamaların kuvvetlerini kaybetmeleri nispetlerinde ruhun şuuru açılır, şuur açıldıkça da kendiliğinden olan tahayyül, şuurlu tahayyül haline intikal ederek ikinci merhaleye geçilir. Fakat her yerde olduğu gibi bu geçiş de keskin hudutlarla olmayıp tatlı ve tedrici bir seyirle oluşur.

 

II - Spatyomum, neo-spiritüalizmaya göre birinci merhalesini takibeden merhalelerindeki ruhların durumları ve evsafı bu yüksek merhalelerde onların inkişafları vaki oldukça, bizim fehim (anlayışlılık) ve idrakimizden, maddi ve manevi anlayış kabiliyetlerimizden ve bütün kavrayış imkanlarımızdan çıkıp uzaklaşmağa başlar. Zira buradan itibaren ruh kendini bulur, etrafiyle olan münasebetlerini tanımağa başlar ve azçok keşfolunmuş ruh melekelerini gittikçe daha büyük serbestlikle kullanabilir. Bu bile bile kullanılacak duruma geçirdikleri kudretler arasında tahayyül melekesi de vardır. İşte bu sebepten dolayı spatyomun bu mıntakalarına şuurlu tahayyül merhalesi diyoruz. (5) Bize göre, Allan Kardec’in tasnif cetvelinin ikinci gurubundaki, yani beşinci, dördüncü, üçüncü ve ikinci sınıflarındaki ruhlarla, Colette ve Georges Tiret’in takdim ettikleri cetvelin üçüncü ve dördüncü sınıflarındaki ruhlar bu merhalenin varlıklarıdır.

 

Bu merhaledeki ruhların bütün evsafını mütalaa etmek insanlar için mümkün olmamakla beraber, onların muhtelif kaynaklardan bilgi sahamıza aksettirilen bazı hususiyetlerini göz önünde tutarak anlıyabileceğimiz birkaç bariz vasfını şu cümleler içinde toplıyabiliriz: Bu merhaledeki ruhlar; inkişaf yolundaki yüksek kudret ve kabiliyetlerini, kazanmış oldukları kıymetleri ve etraflariyle kendi varlıkları arasındaki münasebetleri illiyet (determinizm) prensibi ışığı altında görüp takdir etmeğe başlamışlardır. Bu sebepten dolayı bunların spatyomdaki en mühim meşgalelerini bizzat kendileri ve kendilerinin muhitleriyle olan münasebetleri hakkındaki mevzular üzerinde araştırmalarda bulunmak, yani bir tek kelime ile: Kendilerini bulmağa çalışmak teşkil eder. Demek ki, burası, ruhun kendisini bizzat şuuruyla yetiştirmeğe, daha doğrusu evren olaylarıyla ilgili olarak kendi hayatını planlaştırmağa başladığı ilk yüksek merhalelerden birisidir.

 

Yukarıki sözlerden sonra bu merhalenin bilhassa ilk kısımlarındaki varlıklariyle temasta bulunacak spiritlerin dikkat etmeleri lazım gelen bazı noktalar üzerinde durmak icabeder: Bunların sözleri ve ifadeleri samimi olmakla beraber daha ziyade indi ve şahsidir. Ve böyle şahsi ve zati intibalara dayanan bilgiler, bugünkü dünyamızın azçok yükselmiş düşünce seviyesindeki varlıklarını her noktasında henüz tatmin edici bir şümul göstermiyebilir. Zira bunlarda alemşümul (evreni ilgilendiren) münasebetlere dair yüksek bilgiler henüz lüzumu derecesinde tekamül etmemiştir. Binaenaleyh bütün bilgileri kendilerinin ve kendileriyle muhitleri arasındaki münasebetlerin hududunu tecavüz edemez. Şüphesiz bu varlıklarla temastan edilecek istifade bilhassa moral sahalarda pek büyük ve kıymetli ve bugünkü beşeriyet için de çok şayanı arzu olabilir. Yalnız, alemşümul bir ilim mevzuuna ilişkin yüksek ruhi konuların mütalaasında sadece bu ruhlardan alınacak bilgilerin bugünkü fikri ve tecrübeye dayanan ilmi durumumuz karşısında umulan faydalariyle beraber ekseriya hatadan korunmuş olmadıklarını da her an gözönünde tutmak lazım gelir.

 

İşte bu ciheti takdir edemiyen bazı tecrübesiz muarızlarımız muhtelif spiritizma topluluklarınca alınmış tebliğatın bazan birbirini tutmayışını veya birbirini nakzedişini – bu bilgisizlikleri yüzünden – ruhlarla insanlar arasındaki irtibat (bağ kurma) imkanı aleyhinde bir silah olarak kullanmak gafletinde bulunmuşlardır.

 

III – Bu dereceye yükselmiş ruhların teşkil ettiği üçüncü merhale, üç buutlu realitemizin yukarı doğru olan hududunu ve son mertebelerini gösterir. Binaenaleyh bunların evsafı hakkında insan diliyle söylenebilecek sözlerin kıymeti hemen hiç derecesinde kalır. Bunlar tekrar bu dünyalara mecburi geliş ve gidişlerden kendilerini kurtarmış büyük varlıklardır. Bu ruhlarda, bizim bildiğimiz ve tasavvur edebildiğimiz yüksek ruh melekeleri bütün haşmetiyle faaliyete geçmiş olmakla beraber henüz mevcudiyetlerinden haberdar bile olmadığımız diğer daha yüksek ruh melekelerinden bazıları da yeni yeni inkişaf etmeğe başlamıştır. Şu halde biz bunları tasnifimizin haricinde tutarak sadece üç buutlu realitemizin son mıntakasını işgal eden varlıklar olarak kabul etmekle kalacağız. Burada üç buutlu realitemizin son merhalesi dememizin sebebi de şudur: Bu merhaleden itibaren gittikçe bizim üç buutlu realitelerimizin imkanları tamamiyle tükenir, yüksek maddeler alemindeki, bizimle hiç münasebeti bulunmıyan varlıkların hayatına doğru bir hareket başlar.

 

Bu üçüncü merhaledeki ruhlar, tekamül derecelerine göre oldukça ilerlemiş bilgi, görgü ve tecrübeleriyle ve bazan da daha yüksektekilerden gördükleri yardım ve aldıkları direktiflerle, kainatın ahenk ve nizamını temin eden ilahi kanunların kendi kudretleri dahilinde tatbikatına memur edilmiş veyahut bu hakkı kazanmış büyük varlıklardır. Bunlar, Allan Kardec’in cetvelindeki birinci, yani yukarıya doğru son gurupta, keza Colette ve Georges Tiret’nin tasniflerinde de beşinci derecede yer tutan ruhlardır.

 

Bu merhaledeki ruhların insanlarla çok nadiren ve ancak asırlardan asırlara vukubulan doğrudan doğruya temasları neticesinde büyük hakikatler meydana çıkar ve bunların hükümleri yeryüzünde asırlarca payidar olur. Zira bunların ifadeleri, sözleri ve talimatı, henüz tecrübeleri kafi dereceye gelmemiş varlıkların şahsi müşahedelerinden çıkardıkları indi hükümlerden ve nazariyelerden bambaşka kıymette şeylerdir. Yani, bu talimat evren olaylarını yöneten, tedvir eden büyük ilahi kanunlara nüfuz etmiş yüksek kaynaklarla temastan ötürü çok şümullü bilgilere dayanan büyük kıymetlerdir. Bunlarda ne tezat (çelişki), ne de bizim anladığımız manada hata mevcut değildir.

 

Dediğimiz gibi, bunların dünya ile doğrudan doğruya temasları ancak lüzum ve ihtiyaç hasıl oldukça pek uzun fasılalarla vukua gelir. Bununla beraber bu yüksek kudretlerden aşağı boşanan nur ve bilgi sağnağı beşeriyetin kararmış ufuklarını asırlar boyunca aydınlatmağa kafi gelecek kadar zengin ve kudretlidir.

 

Bu merhaleyi takibedecek alemlerdeki varlıklar, artık hiçbir insan oğlunun veya kızının tasnif cetvelinin hiçbir tarafına sığmıyan devasa (çok büyük, çok ulu) ruhlardır. Bunların kim ve nasıl varlıklar oldukları hakkında hiçbir düşünce, muhakeme, tahayyül ve hatta uydurma bir tasavvur bile mümkün değildir. Sürüp giden (sonsuz) tekamül halinde uçsuz bucaksız kainatta ebedi yükselişlerine devam ederek idrakimizden tamamiyle kaybolup giden ve bazı tecrübesi noksan varlıkların ruhuna ilahi kudretler halinde doğan bu mertebedeki ruhlar, bir neo-spiritüaliste göre üç buutlu düşünce ve realitelerin hudutlarını aşmış ve bu yüce duruma liyakatlerinin icabı olan yüksek ruh melekelerini çok uzun görgü ve tecrübe devreleri geçirdikten sonra inkişaf ettirmiş, fakat ideal kemal (olgunluk) zirvelerine nispetle hala tekamülün henüz aşağı safhalarından daha ileri gidememiş yüksek varlıklardır. > diyoruz, çünkü bunlardan daha ileride olan ruhların tarafımızdan söz konusu bile edilmesi mümkün değildir. Böyle uydurma bir dört buutluluk hikayesiyle idrakimizin dışına çıkardığımız ruhlar hakkında evvelce Ruh ve Kainat adındaki kitabımda söylemiş olduklarıma ilave edecek birtek sözüm yoktur. (5/283=304)

 

Şu halde ne kadar yüce vasıflarla donanmış bulunurlarsa bulunsunlar, gerek Allan Kardec’in, gerek Colette ve G. Tiret’nin ve gerek okültist ve mutasavvıf alimlerin ruh tasnifine dair yaptıkları cetvellerin ne yüksek ve en son mertebelerindekilerinin dahi, dört buutlu itibar ettiğimiz alemin ve daha ilerisindeki alemlerin büyük varlıklariyle ilgisi yoktur. Demek ki, biraz aşağıda takdim edeceğim klasik spiritlerin ruhlar hakkındaki tasniflerinin son mertebesindeki varlıklar, yukarda yazdığım spatyomun ancak üçüncü merhalesindeki ruhlar olacaktır.

 

Fakat klasik tasniflerin bizce asıl kıymeti de buradadır. Ve onları bu bakımdan, tatbikat sahasında okuyucularımıza çok istifadeli bir mevzu olarak takdim ediyoruz. Zira spiritizma denemelerinde, çoğunluk vaki olduğu gibi acemi ve henüz yetişmemiş medyomlarla yapılan celselerde hemen hemen ilk karşılaşılacak ruhlar bu birinci ve nadiren de ikinci mertebedeki varlıklar arasında bulunanlardır. Halbuki bilhassa üstat Allan Kardec’in bu devredeki ruhlar hakkında derin bir tetkik ve tahlil neticesinde tertiplemiş olduğu tasnifi kafi derecede tafsilatlı ve henüz tecrübesi az araştırıcılar için kıymetli bir rehber olmağa layık durumdadır.

 

Anlaşılıyor ki, bütün spatyom hayatı bu tasnifimiz içinde olanlardakinden ibaret değildir. Yukarı doğru yükselen ruhsal evrimler, yükselmeler hakkında hiçbir bilgi ve düşüncemiz mevcut olmadığı gibi, aşağılara doğru inen varlıklar hakkında da kat’i bir bilgisizlik içinde bulunduğumuzu hissediyoruz. Mesela, biz spatyomun en geri varlıklarının işgal ettikleri mıntakayı beşer düşüncelerle yapılmış bir ruh tasnifi cetvelinin en aşağı ve geriden başlangıç merhalesi olarak kabul ediyoruz. Ama hakikatte iş böyle değildir. Zira bu cetvellerin en aşağı sınıflarında bile ne bitkilerin ve hatta ne de hayvanların ismi ve cismi yoktur. Kaldı ki, geri ruh mertebeleri bitki halindeki varlıklardan daha çok aşağılara da inip gider (5/421). Şu halde hem aşağıdan, hem de yukarıdan bizim tasnif cetvellerimizin dışında kalan ruhlar sonsuzdur. Gerek dünyada ve gerek spatyomda olsun, bu ciheti düşünmemiş bazı varlıkların hükümleri onları o kadar büyük hatalara ve o kadar kötü mütalaalara sürüklemiştir ki, bunların düşüncelere yanlış istikamet vermeleri ihtimali bakımından çok zararlı neticeleri olabilir. Böyle nispeten dar görüşlü varlıklar (ki bunlar ekseriya ikinci merhalede bulunan ruhlardır), ruh alemi hakkındaki idrak ve fehim kabiliyetlerinin son haddine gelince bu haddin üst kısımlarında bulunan varlıkları tanrılaştırmak, alt kısımlarının başında bulunanları da yoketmekten başka yapılacak iş kalmadığını zannederler. Nitekim, biraz sonra takdim edeceğim iki klasik tasnifin altında ve üstünde kalan ruhlar hakkında o tasnifleri yapanlar tarafından sarfedilmiş bazı düşünceler, okuyucularıma bu hususta açık bir fikir verecektir. Bunlar bilgilerinin durduğu yerde hissi hükümlerle ilerlemeğe çalışan ve bittabi gözü kapalı yürüyen her varlığın düşmesi mukadder büyük hatalardandır. Ruh alemleriyle teması arzu eden okuyucularımın dikkatlerini bu noktaya ehemmiyetle çekerim.

 

Ruhların mertebeleri hakkında yapılmış beşeri bir tasnifte insan kavrayışının neden yukarı doğru durduğu yerde ruhlar tanrılaşmış ve neden aşağı doğru durduğu yerde de yoklara karışıp gitmiş olsunlar? Sanki çaresiz insanın fehim ve idraki kainatın mizanı ve ölçüsü müdür?

 

Düşünmeli ki, ne kadar geri olursa olsun, bir insan ruhu bütün hayvan ve hatta bitki ruhlarından daha çok mütekamil bir varlık haline girmiştir. Geri insan varlıklarını yok ettikten sonra onlardan daha çok geride bulunan hayvan ve bitki ruhlarını haydi haydi yoketmek icap edecektir. Bu düşünce büyük hatalarla maluldür. Böyle hatalı bir hüküm, hatta spatyomdaki bir varlığın tebliğine dahi dayanmış olsa, muhakkak surette henüz yetersiz şümul derecesindeki bir görüşün mahsulü sayılmalıdır. Bununla beraber bu hatalı düşünceleri de biz haklı görüyoruz. Zira bunlar, belirli hudutlar arasında hapsolup kalmış varlıkların, ancak nasipleri olan görüşlerinin mahsulüdür.

 

Demek ki, aşağıda vereceğimiz, gerek A. Kardec ve gerek Colette ve G. Tiret taraflarından takdim edilmiş tasniflerin kıymeti – tekrar ediyorum – ancak insan realitesine yakın realite çerçevesi içinde kalan bir alemin varlıklariyle alakalıdır. Ne aşağı, ne de yukarı doğru bu çerçeveyi aşacak durumlarda bulunan varlıkların böyle tasniflerle hiçbir ilgisi olamaz. Yani, umumi ve şümullü manasiyle bir spatyom hayatı söz konusu edilince akıl ve idrakimizin asla kavrayamayacağı bir erginlik, bir derinlik ve yükseklik içinde kaybolup giden muazzam bir kainat mefhumu düşünülür. O zaman spatyomu dolduran sayısız varlıkların, ne nitelik, ne de sayıları hakkında hemen hemen hiç bir şey bilmiyoruz, diyebiliriz. Zira bu husustaki ilkel ve nisbi bilgimizin kıymeti, bir tek bilinenin sonsuz, bilinmeyenlere nispeti gibi sıfırdır!

 

Madde alemi sonsuzdur. Bu sonsuzluk ruhların müessiriyet ve faaliyetleri önüne sonsuz imkanlar yayar. Ruhlar ise koca evrenin üstündeki kudretlere sahip ve sayısız müessiriyet imkanlarını varlıklarına toplamış her adımında, her yükselmesinde, tabaka tabaka açılmakta ebediyen devam eden varlıklardır. Hem kendilerinde sonsuzluk arzeden madde kainatının teessüriyet kabiliyeti ile ruhların namütenahi (sonsuz) olan müessiriyet kudretlerinin karşılaşmasından dolayı, sayısız olaylar ve imkanlar, bir avuçluk kafatasımızın içindeki, birkaç hücrelik beyin parçasına nasıl sığdırılabilir?

 

İşte bu düşüncelerin tesiri altında biz bu bahsi bir > vasfiyle isimlendiriyoruz. Fakat medyomluk tatbikatına geçen ve ruhlarla temas niyetinde bulunan bütün araştırıcılar için bu ilkel bilginin birinci derecede lüzumu ve faydası vardır. O kadar ki, bu bilgilere sahip olmıyan kimselerin spiritizma celseleri yolu ile muayyen kemal (olgunluk) mertebelerine ulaşmaktan kendilerini alakoyucu büyük engellerle karşılaşmaları daima mümkündür.

 

Bütün bu mütalaalardan sonra bu ilkel bilgiyi hazırlayıcı unsurlara geçmekte ve bu sahalarda diğer araştırıcıların da yapmış oldukları büyük hizmetlerin kıymetli neticelerini okuyucularımıza sunmakta hiçbir sakınca kalmıyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...