Jump to content

Karmik Telafi


nevermore

Önerilen Mesajlar

Negatif Karmalar

 

Karma meselesi, zannedildiğinden çok daha muğlak ve bütün hayatımızı kontrol eden bir sistemdir. Bu Sanskritçe kelime, artık günlük dilimizde de kullanılmaktadır. Hayatımızın akışı içerisinde yaptığımız en büyük mücadele, aslında negatif karmalarımızdan kurtulma mücadelesidir. Negatif karmalar gibi pozitif karmalar da vardır; onlar, negatif karmalarımızın bizi daha hızlı terk etmelerine yarayacak olan imkanları taşırlar.

Negatif karma-pozitif karma dediğimizde, enerjinin negatifliğinden, pozitifliğinden söz etmediğimizi bir kez daha hatırlayalım. Enerjinin veya sonuçlarının negatif veya pozitif diye yorumlanması veya ele alınması insan şuurunun bir işleminden başka bir şey değildir. Kısacası, bu sadece bizim dünyamızda böyle algılanıyor. Tek bir enerji vardır; bu ise, genel bir isimle ifade edersek, kozmik bir enerjidir. Evrende mevcut olan, bütün evreni teşkil eden her şeyin arasında bulunan, onları birbirine bağlayan, koordine eden ve büyük kozmik yönetimin sağlanmasında her türlü iletişim için vasıtalık teşkil eden bir enerji türü vardır. Bir de varlığa yani bizim kendimize ait ruhumuzun bir enerjisi vardır; zaten güçlü, asıl ve yaratıcı olan bu enerji, ruhsal enerjidir.

 

Zaman enerjisiyle beraber mükemmel bir işbirliği içerisindedir ve bu işbirliği; yaratılmış olan fakat amorf yani biçimsiz ya da her hangi bir şekle sahip olmayan her şeyi teşekkül ettiren, oluşturan Demiurgos vazifesini gören gerçek bir birleşimdir. Mevcut olanı ya da biçimsiz olan herhangi bir şeyi şekle sokmak yani tezahür etmemiş maddeyi tezahür edebilir hale getirme işlevi, doğrudan doğruya ruhsal enerjiye ait bir özelliktir; işte bu anlamda, ruhsal enerji aynı zamanda yaratıcı bir enerjidir. Çeşitli geleneksel bilgilerde "yaratıcılık" ile anlatılmak istenen de budur.

 

Ruhsal enerjinin pozitif veya negatif olarak ayrılmasının söz konusu olamayacağını daha önce de ele almıştık. "Acaba ruhsal enerji insanlar arasında bu şekilde pozitif veya negatif diye bir bölünmeye nasıl uğramıştır?" diye soracak olursanız, şöyle açıklayabiliriz: Bu bölünme; enerjinin taşıdığı maksat ve verdiği sonuçlarla alakalıdır çünkü bu enerjinin yerinde kullanılabilmesi, gerçek imkanlarını ortaya açabilmesi; enerjinin çıkış noktasındaki maksada ve hedefe bağlıdır. Bu enerji hangi maksat ve hedef için harekete geçirilmiştir? İşte bizim gözümüzde belirleyici olan budur.

Eğer biz gerçekten epröv ya da yaşam tarzı olarak, çoğunlukla kendi aramızda sözleştiğimiz gibi, negatif tutumlar üzerinde uzmanlık yapmak istiyorsak, kısacası bunun için doğmuşsak; elbette aldığımız enerji, bizim edinmeye çalıştığımız uzmanlığa yardım eder. Kısacası, hayat planımıza uygun olarak bizim negatif tavra ve negatif işlemlere ihtiyacımız vardır. Bizim bu enerjiyi, negatif eprövler içerisinde bulunmak zorunda olan varlığımıza hizmet bakımından negatife dönüştürmemiz gerekir ve o da mükemmel biçimde negatife dönüşür. Ancak bu maksat ve hedefimizin; kendi tekamülümüzle alakalı birtakım bağlanmalar, odaklanmalar, takılıp kalmalar, takıntılar halinde tezahür etmesi bizlerde daha çok negatif karmalar şeklinde ortaya çıkmaktadır.

 

Dikkat edecek olursanız, negatif enerjiler değil de negatif karmalar diye ifade ediliyor; demek ki, bu durumda iradi unsur, istek zayıftır. Sanki hayatımız kendi basma sürmektedir ve biz olana bitene katılmadığımız için, kendi dışımızda olan olaylar bizim için bir rastlantı şeklinde görülür. Biz katılmıyoruz veya katılmak istemiyorsak, bu durumda, o enerjinin bize olan dönüşümü elbette bizlere yük bindirecektir ve bu yüzden negatif karmalar şeklinde algılanacaklardır.

 

Negatif karmalar; yanlış ya da isabetsiz hareketler tarzında ortaya çıkarlar. Her ne kadar karmanın hareketle ilgisi varsa da burada sözünü ettiğimiz hareket, fiziksel bir hareket değildir. Bu nokta önemlidir: Yaptığımız her fiziksel hareket, bizde herhangi bir karmik sonuç meydana getirmez; yani alışkanlıklarımız eseri otomatik yapmış olduğumuz şeylerin, bizler üzerinde herhangi bir karmik yükü yoktur çünkü orada herhangi bir maksat gütmeyiz, herhangi bir gayemiz yoktur, irademizi o yönde sabitlememişizdir. İrade beyanı olmayan şeyde kusur da bulunmaz. Ancak, söz konusu hareket ve davranışları sistemli bir şekilde hep aynı tarzda yapmaya kalkarsak, belirli bir noktayı aştığımızda, bu kaçamak durumlar artık bizim için bir amaç haline gelir ve somadan negatif karmalar tarzında karşımıza çıkarlar. Ve bunlardan kurtulmak, sanıldığı kadar kolay değildir.

Ve bu durum, bizlere istediğimizden çok daha fazla ıstırap verebilir. Uzun süreli olan, tekrarlanan hastalıkların, ağır şoklar yaratan rahatsızlıkların büyük bir kısmı; elbette ilk bakışta mikroplara, kazalara, travmalara bağlıymış gibi gözükebilirler. Çünkü evrende bir vesile yani determinizma içerisinde sebep olmadan sonuç ortaya çıkmaz. Evet, hastalıklarımızın ve büyük salgınların arka planındaki sebeplerinin başında gelen özellik, negatif karmalardır.

 

Negatif enerji varlığın önce astralinde yer tutar. Varlığımız, beden ve ruh ilişkisinden doğan bir şuur alanıdır; hem maddeye ait, hem de ruha ait birtakım etki alanları vardır. Bu etki alanlarının hepsi, bir üçüncü medyatör sistem içerisinde birbiriyle kaynaşmıştır; bu sisteme kendi terminolojimizde perispiri veya perisprital etki alanı diyoruz. Perispirital alanın, fizik bedenle bağlantı kurduğu ve daha çok duyguların, heyecanların, kinlerin, nefretlerin yer tuttuğu bölge; negatif enerji ismini verdiğimiz dönüşüm yerinin ta kendisidir. Bunu fark edebilmek, anlayabilmek o kadar kolay bir iş değildir.

 

Evet, bazı bilgileri kitaplardan okuyup öğrenmek bir çeşit korunma vasıtası olabilir ama aslında insanın kendi perispirital bölgesindeki bu negatife dönüşüm alanlarını yok etmesinin, ortadan kaldırmasının veya onları ıslah etmesinin yolunu bulması çok önem taşımaktadır; bu ise apayrı bir süreç, apayrı bir çalışma şekli gerektirir.

Negatif karmanın ilk tezahür şekli, insan sağlığının dengesinin bozulmasıyla görülebilir. Dengenin bozulması; önce süptil şekliyle ortaya çıkacaktır yani zihinsel teşevvüşlerle başlar. Çok kuşkulu olmaya başlarız; bütün insanlardan şüphe etmeye başlarız hatta doğru bilinen şeylerden bile kuşkulanırız. Zamanımız sürekli olarak karşılıklı tartışmayla geçer. Örneğin, televizyon kanallarımızda sabahlara kadar süren ve herkesin çok güzel, uygar, demokratik konuşmalar olduğunu, insanların fikir alıp veriyor olduklarını sandıkları tartışmalar var. Aslında, o konuşmaların pek çoğu toplumumuzun negatif enerji birikimiyle meydana gelmiş ve giderek artan mantal erozyonudur. Dikkat ediniz, o programlarda, konuya alakalı olmak üzere, istenen sonuçlara insanların egoist tavırları yüzünden asla ulaşılamamaktadır; çünkü insanlar hep bir saldırı içerisindedirler, konuşmacıların içinde hiçbir yumuşaklığa, toleransa yani sevgi emaresine rastlanmayan aktarımları da pozitif olamamaktadır.

Bu örnek, bir ferdin büyütülmüş şeklidir. İnsanın negatif enerjisi kendi astralinde bu şekilde yığmak yaptığı sürece, önce mantal düzeyde bir teşevvüş başlar; tereddütler, inançsızlıklar doğar. Önceleri mükemmelen inandığı konu hakkında her türlü kanıtı bulmuş olmasına rağmen, bu kez o kanıtlar üzerinde ayrı ayrı kuşkuya düşmeye başlar. Çevresiyle arasındaki bozukluk artarak sürer hatta çevresiyle ilişkileri kalmaz. Anlayış faktörü iyice dibe vurur; hoşgörüsüzlük başlar. Kavga dövüş, sinirlilik hali alır başını gider.

 

Daha sonraları, bu negatif yapılanma artık yavaş yavaş sistematik bir şekilde fiili hale geçer yani negatif eylemler devreye girer. Bazı varlıkların bu negatif eylemleri, belirli bir zaman içerisinde, vicdani bir gelişmeden geçmiştir, bu nedenle bu negatif eylemlerini tutup başkaları üzerinde deneyemezler. Ama kendi üzerinde denemeye başlarlar, örneğin intihara kalkışırlar.

 

İnsan kendi varlığına, kendi fiziğine zarar vermeye başlar. Kendisine bakmaz, sağlığım korumaz, kaza yapmaya kalkar. Başkalarının arabasının altına girer. Bir yerlerden düşmeye çalışır. Sürekli sakarlık yapar; eline her aldığı şeyi düşürür kırar. Bu negatif dönüşümü kolayca aşmak için yapacağı bir şey yoktur; ister istemez herkesle bir çekişme, kavga halinde ve kuşku içerisindedir.

Ülkemizin içinde bulunduğu durum da aşağı yukarı aynıdır. Bizler oluşturduğumuz bu büyük negatif yükü belki başka bazı pozitif değerler yardımıyla yenebiliriz ama bu pozitif değerler, aşağıdaki insanlardan gelmeyecektir. Bu aşağının değil, doğrudan doğruya Yukarı'nın işidir. Yeter ki, onlar merhamet gösterip, pozitif değerlerle buluşmamızı sağlayacak imkanları bize sağlasın. Fakat bunun da sağlanabilmesi için negatif görünüşlü birçok olaylara ihtiyacımız var.

 

Çünkü negatif yüklerden kurtulmanın bir tezahür şekli; bizler tarafından tasvip edilmeyen, beğenmediğimiz, istemediğimiz birtakım olayların ortaya çıkışıdır. Bunlar çok acılı olaylardır; şoklar başka şoklarla def edilirler. "Çivi çiviyi söker," kuralı işler, kısacası toplum içerisinde birtakım sıkıntılı ve ağır günlerin geçmesi gayet doğaldır. Bunları daha yaşamış değiliz ama topluca yaşamak zorundayız. Başka çaremiz yok çünkü bu kadar büyük negatif karmayı, başka türlü ortadan kaldırmak mümkün değildir.

Negatif karmalardan kurtulmak için sadece yaşamımız boyunca değil, astral hayatımızın yani spatyom hayatımızın içerisinde de çok mücadele vermemiz gerekir. Bizler metapsişik tecrübelerimiz sırasında bu tipten varlıklarla çok karşılaşırız; onlar daima sıkıntı, daima ah vah içerisinde, şikayetler, isyanlar içerisindedir. "Bunlar teşevvüş içindeki varlıklar değil midirler?" diye sorabilirsiniz; hayır, o varlıklar teşevvüş içerisinde değildirler, negatif bir karma yükünün altında inim inim inlemekte, ezilmektedirler. Ve bu yükü kendilerinin yapmış, meydana getirmiş olduklarını fark etmişlerdir. Zaten bu yükü atamamanın,bundan kurtulamamanın ıstırabı içindedirler; bu negatif karmayı yok etmeleri, ortadan kaldırmaları için çok büyük cehit sarf etmeleri gerekir. Spatyomdaki varlıkların, beden içinde yaşayan varlıklardan gelen du­alara ihtiyaçları vardır; bu hallerinin ortadan kalkabilmesi için aşağıdakilerin onlara birtakım ruhsal yardımlarda bulunması da gerekiyor. "Böyle şey yoktur, bunlar spekülasyondur," dememek lazım. Böyle deyip, pozitif çabayı elden bırakmamak gerekir. Eğer hem kendimiz hem de spatyomdaki varlıklar için çaba göstermekten vazgeçersek, o zaman başımıza dünyanın işi gelir, nedenini bir türlü bulamayız ve çaresizlik içinde kıvranıp dururuz.

 

 

 

 

 

Negatif Karmalardan Kurtulmak

 

"İnsanlar pozitif ve negatif karma yüklerini nasıl taşırlar?" diye sorulmuş.

 

Bu soru, "psişik hücre hafızası" deyimini açıklamamıza da fırsat verecektir. Batılılar kavram oluştururken kendilerini fiziksel bir yapılandırmadan kurtaramamış olduklarından, psişik hakkındaki düşünceyi de oldukça materyal bir model üzerine bindirmişler; bazı yayınlarımızda bu türden terimleri kullanıyoruz ama buna değişik anlam vermek kabildir. Evet, "psişik hücre hafızalarımız" daha doğrusu ruhsal hafızalarımız vardır. Kozal bedende, negatif veya pozitif karmik enerji taneciklerinin veya enerji paketlerinin, bozulmadan muhafaza edildiğini görüyoruz. Buna, psişik hücre hafızası da denebilir ve bu ruhsal hafıza, pozitif ve negatif karma yüklerini taşır; ama tekrar edelim, bu hafıza aslında öyle bildiğimiz hücre hafızası, örneğin DNA hafızası gibi değildir. Bu hafıza, doğrudan doğruya bir kozalite içerisinde gelişmekte olan bir bilgi veya kayıt sistemidir.

Yüzyıllardır dünyada sergilenen insanlık dışı uygulamaların bizlere getirdiği negatif bir ek yük var mı?" sorusunun cevabı, evet. Çünkü karmalar sadece beşeri, bireysel karmalar değildirler. Aile karmaları vardır, toplum karmaları vardır, grup karmaları ve millet karmaları vardır ve nihayet, insanlığın kendi toplu karması vardır. Ayrıca, kozmik yapı içerisinde Dünya gezegeninin de kendisine has bir karması vardır. Bu durumda, dünya üzerinde çağlar boyunca sergilenen insanlık dışı uygulamaların bizlere getirdiği negatif yükü bütün insanlık olarak taşırız; yani ferdi ve ailevi, hatta milli karmalarımızın yanında insanlık karmasını da hep beraber taşırız.

Bu yükün olumsuzluğunu insanlık olarak yükleniyoruz, taşıyoruz çünkü bunun başka çaresi yoktur. Ama bizim kendi ferdi karmamız güçlü ise yani belirli noktalardan herhangi bir atlama yapmadan biz bu negatifliği telafi ediyorsak, bu dünyasal karmanın bizim üzerimizde fazla etkisi olmaz. Eğer kendi karmalarımızın telafisini düzenli bir şekilde yapabiliyor ve güçlü kalabiliyorsak, dünyasal karmanın örneğin AİDS hastalığı, büyük açlıklar, büyük sefaletler, genel ıstırap halleri bizim ferdi karmamıza herhangi bir etkide bulunamaz. Çünkü ferdi karmamızı güçlendirmiş, telafiyi mükemmel şekilde yapmışsak gerekli şuur genişliğini de geliştirdiğimiz için başka türlü herhangi bir telafi yoluna, yöntemine ihtiyacımız olmaz.

"İnsanlar psişik hücre hafızalarını bu negatif yüklerden nasıl kurtarırlar?

Ne yapmalılar?" şeklindeki soru, bir kez daha vurgulamamız gereken bir konuyu ele almamızı gerektiriyor.

 

20. yüzyılın insanlarında hele bütün gençlerde "Bunu nasıl yaparız? Bunun metodunu ver," tarzında, her şeyin teknik eğitimle, bilgiyle elde edilebileceğini düşünme eğilimi var. Eğitimle sevgi öğretilir mi? Eğitim, ruhsal bir meseledir. İnsana önce ruhunu nasıl geliştireceğini öğrettiğimizde, sevgi bağlarının nasıl kurulduğunu görüveririz. Her şey eğitimle olmaz, her şey öğretimle olmaz; doğuşunda vardır, tekamülle olur. İnsan, eğitimle kamil olmaz ama kendi kemalatının yollarını nasıl arayacağını öğrenebilir. Hangi taşlara basması gerektiğini eğitimle öğrenebilir ama o taşlara bastıktan sonra nasıl sıçrayacağını belirleyen cehit, istek, irade beyanı ve vicdani itilim olmazsa hiçbir yere gidemez.

Gelin, konumuzla doğrudan alakalı bir örnek verelim. Bizim memleketimizde istediğimiz kadar ceza verelim, insanları istediğimiz kadar eğitimden geçirelim nafile, bunlar hiçbir zaman trafik kazasının doğru dürüst azalmasına sebep olamayacaklardır. Çünkü yaşanan trafik kazalarının yüzde doksan dokuzu, karmik telafilerden hem de negatif yüklü karmik telafilerden ibarettirler. Negatif birikim, bu memleketin üzerine yoğun ve ağır bir bulut tarzında çökmüştür ve bizler, bu yükün telafilerini bu şekilde yapıyoruz. Bunlar eğitimle önlenemezler, belirli bir zaman içinde birtakım idraklenmeler meydana gelirse belki olur. İnsanların kendi durumu hakkında yorum yapacak kadar idraklenmesi lazımdır; bu konular, insanı özden tanıyan varlıklarla münakaşa edilirse veya fikir alışverişinde bulunulursa belki faydalı şeyler çıkar. Ama insanlar, hele bizim insanlarımız bunları daha uygulayacak bir seviyede ve bir kümeleşmede değiller.

 

Soruya, "İnsanlar psişik hücre hafızalarım bu negatif yüklerden nasıl kurtarırlar? Ne yapmalılar?" sorusuna dönecek olursak; bu negatif yüklerden kurtulmamız ancak hayat içerisinde pozitif uygulamalar yapmakla olur. Yapmış olduğumuz yanlış davranışın doğrusunu yapıncaya dek, fiillerimizi, maksatlı hareketlerimizin bize getirmiş olduğu sorumluluğu idrak edinceye dek birtakım olaylar içerisinde yaşayarak bu negatif yükler ancak telafi edilebilir. Kısacası, 'Tövbe, Yarabbi!" demekle herhangi negatif bir yükten kurtulmak mümkün değildir. Çünkü, bilgimize ve inancımıza göre, bazı tövbeler, tamamen eylemle tövbe etmeyi gerektirir. Pasif değil, fiilen tövbe edeceksiniz, elbette duanızı yapın, ama sonra kalkıp o duanın dışarıda uygulaması yapılmalıdır. O iş neyse bitireceksiniz, yanlışı düzelteceksiniz. Tıpkı, özür dilemek gibi. Özür dilemenin maksadı, sadece karşı tarafın gönlünü almak, duygusal bir telafi meselesi değildir. Özür dilemek fiilen yapılan bir işlemdir. Yani bozuk olan işin düzeltilmesi; yanlış olan, yasalara aykırı olarak yapılmış olan bir işin düzeltilmesi yine fiilen yapılan işlerle olur.

 

 

 

 

 

Karmik Telafiler

 

Karmik ödemelerin zamanla ve mekanla bir ilgisi yoktur çünkü telafi edilmesi yani pozitifle değiştirilmesi gereken bu negatif enerji partikülleri; zamana ve mekana bağlı olmayan bir yerde muhafaza edilirler.

 

Bu "ruhsal hafıza"dan söz etmeye geçmeden önce, şunları belirtelim: Varlığımızın beden ve ruh ilişkisinden doğan bir şuur alanı olduğunu, hem maddeye hem de ruha ait birtakım etki alanlarına sahip olduğunu anlatmıştık. Bu etki alanlarının hepsinin de perispri veya perisprital etki alanı dediğimiz bir aracı alanda kaynaştıklarını da aktarmıştık. İşte bu perisprital etki alanı, Batı veya Doğu teozofları tarafından astral beden, mantal beden ve kozal beden gibi çeşitli isimler altında bölümler halinde ele alınmıştır. Bizler, ruh varlığının fizik bedenle irtibata geçmeden önce bağlantıda olduğu, kurmuş olduğu ara bedenlerin mevcudiyetini hipotetik de olsa kabul etmekteyiz. Tesirin giderek yumuşatıldığı veya güçlendirildiği, yukarıya doğru çıkışta giderek güçlendirildiği, aşağıya doğru inişte de giderek yumuşatıldığı vibrasyonel karaktere sahip birtakım ara tesir planları vardır.

 

İşte en üstte, gerçek ruhsal varlığa en yakın seviyede bulunan bir ara plan var ki, buna kozal plan diyoruz. Kozal, sebep, asıl iş, yasa ya da nedensel anlamına gelen Fransızca bir sözcüktür. Başka bir deyişle, bu kelime Eflatun'da idealar diye geçen prensiplerden yani ilkelerden bahseder. İdealar sabittir ve her şeyin özünü, esasını teşkil ederler. Her şey aşağıda, idealardaki enerji modeline göre oluşur.

İşte bizim negatif veya pozitif olarak ürettiğimiz bütün karmik tanecikler kozal beden dediğimiz bu enerjetik alanda muhafaza edilirler. Hangi zaman ve mekan bizim daha uygun ve üstün derecelerde tecrübe yapmamıza imkan veriyorsa, orada doğacağız demektir ancak doğumumuzun yönlendirilmesi ve yönetimi, bu karmik taneciklerin enerjileriyle alakalıdır. Her insanın karmik tanecikleri yani o enerjileri, hayat planının oluşmasında çok önemli bir yer tutarlar; adeta "Sen bu planı hazırlasan daha iyi olur. Şu kıyılara uğra, şu körfeze hiç uğrama. Şu derinliklerden in çık, şu tepelerden geç, şu ormana gir" der gibi, çok kapsamlı bir planın hazırlanışında orada yürüyecek, seyahat edecek, yol alacak kişiye kılavuzluk yaparlar. Bu bakımdan, zaman ve mekanın önemi, size getirdiği imkanlarda yatmaktadır. Karmik telafilerinizi en rahat ve en olgun bir biçimde, en değerli bir biçimde nasıl uygulayabileceksiniz, nasıl iyi sonuçlar elde edebileceksiniz?

 

İşte, buna uygun zaman ve mekanı seçmek önemlidir ve varlık, elbette, seçmiş olduğu zaman ve mekanın icaplarına uygun hareket edecektir.

Peki acaba böylece eskiden yaptığı yanlış fiili düzeltmiş mi olur? Hayır, karmik telafi öyle açık açık "şu fiil filanca eski yanlış hareketin karşılığıdır" biçiminde bire bir işlemez. Yeni plan, birikmiş karmik hayatı yaşamak için düzenlenmiş olan bir tatbikattır. Bakarsınız, o karmik hayat bütün ömür boyunca sürer. Bazen, iç içe geçmeler söz konusudur; daha büyük karmik telafiler, daha küçük karmik telafileri de içine alarak komple bir gidişat meydana getirebilirler. Hatta büyük karmik telafiye ancak bazı küçük karmik telafilerden sonra geçebilirsiniz. O küçükleri başaramazsanız, büyükle de tanışmanız, karşılaşmanız hiç mümkün olmaz.

İnsan kendi kaderini yaşayabilmelidir, ancak bu çok zor bir iştir. Bu ne demektir? Kendi irademiz ve isteğimizle bütün hayatlarınızın bir özeti veya sonucu olarak meydana getirmiş olduğumuz hedefe uygun, kendimize en uygun ve büyük yardımlar alarak hazırladığımız fevkalade yüksek, değerli bir sanat eserini andıran bir hayat planı ile doğuyoruz.

 

Fakat yeryüzüne indiğimizde bu ölmez eser, adeta çocukların plaj kıyısında yapmış oldukları kumdan kalelere benziyor; bir dalga onu yıkıp atıyor, yok ediyor. Dünyanın zorlu şartları nedeniyle, kendi hazırlamış olduğumuz hayat planını yaşayabilmek çok büyük bir yüceliktir, büyük bir marifettir, bilgi işidir, kudrettir. Adım adım, bütün bir planını uygulamak gerçekten de tam bir kumandanlık işidir.

Karmik telafiler söz konusu olduğunda en çok sorulan sorular "Borç ödemesi gereken kişiler de onunla birlikte mi doğar?" ya da "Kime ne borçluysak yine onunla karşılaşıp o konuyu mu hallederiz?" şeklinde. Evet, bazen bunlar olur. Diyelim ki, bundan beş yüz sene veya üç yüz sene önce hayatınızda bir olay meydana gelmişti; bunun karmasının telafisi için şimdi 20. yüzyılda yaşıyorsunuz. Evlisiniz, yanınızda bir ortağınız var, çoluğunuz çocuğunuz var ama bir huzursuzluktur gidiyor. Ve en sonunda tespit ediliyor ki, bu kişi ile aranızda daha önceki bir hayatta, belirli bir mesele üzerinde müthiş bir negatif perde meydana gelmiş, ikinizin de bu perdeyi aralayamayışınızdan dolayı, her ikiniz için de bir kapalılık, ışıksızlık, nursuzluk durumu meydana gelir. İşte bu nu­ra, ışığa, vicdani gelişmeye doğru şuursal atılımı yeniden hareket ettirebilmek için bu insanların, geçmiş hayatlarında olduğu gibi bu hayatlarında da, birbiriyle tekrar -modern adıyla- dans etmeleri gerekir.

Elbette, geçmişten gelen bu negatif perdenin ortadan kalkması için o kişilerin eğitilmesi gerekir. Tabi burada bir ruhsal danışmanlık söz konusudur; ancak uyarıda bulunmak isterim; ruhsal danışmanlıktan maksadım, yüksek seviyeli bir medyomluk yeteneğine sahip, gerçekten tertemiz bir varlığın bu insanların geçmiş hayatlarını geriye doğru kontrol edebilmesi ve durugörü şeklinde görebilmesidir. Adeta onların içsel filmlerini harekete geçirir, kendisi de küçük bir monitörde bunları seyreder ve işaret eder: "Senin durumun bu, senin durumun da bu." Herkes bu ruhsal rehberliği bilemez ve yapamaz; bu çok yüksek bir realite ve çok yüksek bir niteliktir.

Borçlu olduğumuz kişilerle somaki hayatlarda tekrar karşılaşarak negatif karma telafisine girişme oranı yüzde elli veya altmış gibi görünmektedir. Fakat geri kalan yüzde kırk veya yüzde ellilik bölümde; böyle bir karşılaşma imkanı olmayan varlıklar, sanki o kişi varmışçasına duygular altında kalacağı olayları, başkalarıyla yaşayarak telafi etmeye çalışırlar. Bu konular çok enteresan ve ince konulardır, genelleme yapılması pek doğru olmaz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Negatifi Pozitife Çevirmek

 

"İyilik eden iyilik, kötülük eden kötülük bulur," deyişi doğrudur.

 

Evrensel Rezonans Yasasına ve aynı zamanda Adalet Yasasına göre sebep-sonuç bağlantıları; bir sebebin taşıdığı değeri muhakkak aynen sonuç olarak da aktarırlar. Eğer bu sebep pozitif değerde ise, sonuç da pozitif değerde aktarılır. Eğer sebep negatif değerde ise, sonuç da negatif değerde aktarılır. Kısacası, pozitif değerden negatif sonuç, negatif değerden pozitif sonuç hasıl olmaz.

Temelde her şey, pozitiften pozitife aktarıldığını daha önce ele almıştık; zaten iyilik edenin iyilik ve kötülük edenin de kötülük bulmasını; derhal karşılığı alınacak davranışlar şeklinde değil de, zaman içerisinde bir tesir birikimi şeklinde düşünmek çok daha doğrudur. İyilik eden insanlar yaptıkları iyiliğin karşılığını bir başkasının yaptığı bir iyilikle hemen almak isterlerse, "Koştum, geldim. Hani benim şekerim?" diyen yarış atından farkları kalmaz, değil mi?

"Kötülük eden, kötülük bulur," diye daha çok vurgulamak ve özellikle negatif enerjiler üzerinde durmak lazım.

 

Bizlerin esiri beden yapımız üzerinde birikmiş negatif enerjilerin yüklenmesi sonucunda meydana gelen bir tıkanıklık söz konusudur. Neden mi? Düşünelim, en yaygın ifadeler arasında "Kim ne yaparsa yanına kar kalıyor," yok mu? Hayatımız "Bu devirde esasında hiç acımayacaksın, merhametli olmayacaksın. Vur abalıya. Düşene bir tekme de sen at," tarzında nasihatlerle, bilgilerle, hatta örneklemelerle dolu değil mi? Bu tesir birikimleri, bizim perispirital psişik hafızalarımızda yer tutarlar; psişik hücre hafızalarımızda devamlı olarak bu tarzda birtakım birikmeler meydana gelir.

Bizim olumsuz tarzda yaptığımız işlerin, olumsuzluğumuzun temelinde yatan; tekamüle zıt, tekamülü engelleyen, tekamüle yanlış yön vermeye çalışan, tekamül akışını zorlayan, dirençler gösteren negatif yani menfi enerjidir. Bunun, etik karşılığını kötülük olarak ele alırız. Psişik hafızamıza yerleşen kötülük etkisi diyebileceğimiz negatif enerjiden kurtulmanın yolları elbette vardır; fakat hayli zorlu bir çalışma gerektirir. Ama her şeyden önce bunları anlayabilme meselesi söz konusudur. "Böyle bir enerji birikimi benim bünyemde var mı, yok mu?" diye sormaya gerek yoktur çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, her insan varlığında geçmişinden aktarılmış ve şimdi de aktarılmış olanın üzerine binen yeni negatif etkiler daima vardır. Bunu kendimiz üretmesek bile, negatif tesir üreten çevreyle olan bağlantımızdan dolayı bizler de negatif birikime, yüklenmeye maruz kalırız.

Negatif karma diye belirttiğimiz birtakım hususların nötralize edilmesi çok önemlidir. Hatırlayacak olursanız, şu an insanlığa musallat pek çok hastalığın sebebinin, nötralize edilmemiş negatif enerjilerin fizik bünyelerimiz üzerinde yaptığı tahribatın sonucunda ortaya çıktığından söz etmiştik. Çok uğraşılmasına rağmen bir türlü geçirilemeyen hastalıklar vardır; bunlar artık sadece fizyolojik kaynaklı hastalıklar değildir, çoğu negatif karmaların artık taşma aşamasında olmasından kaynaklanmaktadırlar.

Baş edilemeyen negatif karmalar vardır, negatif enerji birikmesi yükleri vardır. Bunların nötralize edilmesi, hatta zaman içerisinde pozitif değerlere çevrilmesi de mümkündür.

 

Varlığın kendini tanıması, kendini bilmesi, kainat içerisindeki yerini tayin etmesi, En Yüce Varlık Sistemi ile kendisi arasındaki bağlantının oranını ve kudretini anlayabilmek yolunda yapmış olduğu bütün samimi çalışmalar, onun pozitif enerjiyle yüklenmesini sağlar. Tabi bu pozitif enerjinin yüklenmesini de, en güzel sevgi enerjisi sağlar.

Yeri gelmişken şunu da ifade edeyim; peygamberlerin en büyük işlevlerinden biri de, varlıklardaki negatif yüklerin nötralize edilmesi ve pozitif hale getirilmesi için kendilerini ortaya koymalarıdır. Peygamberliğin, psişik açıdan en büyük hizmeti budur. Elbette onların bu pozitifleşmenin kurallarını genel mahiyette sözel ya da yazılı olarak ortaya koyuşları yani vahiylerin ortaya çıkışı ayrı bir konudur. Ama bilelim ki, peygamberler bizzat kendi mevcudiyetleriyle, yaşayan varlıklarıyla da bu nötralize edici etkilerini daima etraflarına yaymışlardır. Bu bakımdan her peygamberin kendi devri; o peygamberlik fonksiyonu ile alakalı en iyi, en verimli, en güzel devir olmuştur. Bizler, bir peygamberin yaşamış olduğu süre içerisinde meydana gelen değişikliklerin en güzel örneklerini hem Hz. Muhammed'de, hem de Hz. İsa'da görüyoruz.

 

 

 

 

 

Anlamak, Anlaşılmak, Ölebilmek

 

Bizler, bizim için en önemli gerçeği tamamen unutuyoruz: Bizler her şeyden önce birbirimizi tanımak ve anlamak zorundayız. Halbuki, ben seni ve sen de beni nasıl sevebiliriz diyerek birbirimize uzanan sevda yolları arıyoruz. Gerçekçi olalım; "Ben insanları çok severim.," ifadesinden daha yalan bir söz var mıdır?

 

Bunu söyleyen insan acaba çevresindeki kaç kişiyi anlamak ve ruh haletini kavrayabilmek için gayret göstermiştir? Aksine, cümle şöyle devam eder: "...ama insanlar beni anlayamıyor."

Aslında bizler insan olarak anlaşılmak ve bilinmek için değil, anlamak ve bilmek için doğduk. Dünyaya gelişimizin birinci ödevi, öğrenmek ve anlamaktır. Bunun için de önce tabiatı, insanları, onların yaşamlarındaki isteklerini, amaçlarını anlamamız lazımdır ki, ondan sonra anlayıştan doğacak bir yakınlık gerçekleşmiş olsun; tanımak meselesi işin içine ancak o zaman girecektir. Tanımanın başlıca yolu ise önce kendimizi tanımaktır. Daha kendimizi tanıyamadan ve anlayamadan, kendimiz dışındaki insanları nasıl anlar ve tanıyabiliriz ? Hiç anlamadığımız, tanımadığımız insanları nasıl sevebiliriz?

İnsanların çoğu kendini sevdirmenin yollarından hareket ederek bir sevgi arayışı içerisindedir ve kayıtsız şartsız başkalarından da bu sevgiyi görmek istemektedirler. Bu tamamen yanlıştır ve insana hiçbir fayda getirmez. İnsan kendisine karşı yapmış olduğu sahtekarlığı başka hiç kimseye karşı yapamaz. Ailesini, yakınlarını sevememiş, anlayamamış bir insanın sevgiden söz eden kitaplar yazması; kendi nefsaniyetiyle, egosuyla alakalı negatif karma biriktirmesinden başka bir şeye yaramaz.

Söz konusu ettiğimiz sevgi; birbirlerinin negatif karmalarının çözülmesine gönüllü olarak hizmet edecek varlıkların sevgisi ve anlayışı demektir. Birbirini gerçekten seven insanlar kendi negatif karmalarının çözülmesine imkan tanıyamıyorlarsa, orada sevgi yoktur. Ben sizin negatif durumunuzu gideremiyorsam, bu sıkıntınızı üzerinizden alamıyorsam, size yardım edemiyorsam, benim sizi sevmemin maksadı nedir? Eğer sizi sevmemin, sizinle bu derecede yakınlaşmak istememin bu anlamda hiçbir maksadı yoksa, bu durum tamamen egoistçe bir tutumdur. Araya şefkat, sabır, yardımlaşma ve dayanışma gibi pozitif değerler girmesi gerekir. Bu kavramlar içerisinde kalarak ve bunları uygulayarak herhangi bir inşam tanımaya veya anlamaya çalıştığımızda, duygusal değilizdir; biz öz be öz sevgi tatbikatı yapıyoruz, demektir. Karşımızdaki insanı anlıyorsak, onun ne olduğunun farkına varmışsak ondaki negatif karma düğümlerinin çözülmesine yardım edebiliriz.

Varlıkların birbirine en büyük hizmeti budur; insanlar bunun için bir araya gelirler ve ailenin en büyük fonksiyonu da budur. Aileyle ilgili tanımlar hayli yüzeyseldir. Doğacak olan insan, bizim aramıza bir karmayla doğar, onun da çözülmesi gereken bir yığın problemi vardır. Biz kendi aramızda bu problemlerin çözülmesinde şimdiden herhangi bir faaliyet gösteremiyorsak, o çocuğun problemlerini nasıl çözebiliriz ki? Asıl sorumluluk tanımları, bu ince noktaları içermelidir; yoksa o çocuğun sağlığı, kafa yapısı, hangi inançla yetiştirileceği, hangi okula gidip okuyacağmı değil. O insanın birtakım karmik yükleri, geçmiş hayatlarından getirmiş olduğu çözülmesi gereken birtakım düğümleri vardır.

 

Bizler de aynı şekilde kendi yüklerimizle gelmişiz ama bunları çözememişiz, üstüne çoluk çocuk sahibi olmuşuz. Bu durumda anne baba olarak, probleminin çözümünde ona yardım etmek bizlerin vazifesi olur. Aslında bu, karşılıklı olarak birtakım karma yüklerini ortadan kaldırmak için birlikte çalışmamızı sağlayan bir ortam yaratmaktır. Birbirimize yardımımızın asıl özü budur. Şuurlu yaşam; yardımlaşma ve dayanışma yasasının gereği olarak, herkesin birbirlerinin negatif karmalarının çözülmesine yardımcı olduğu bir yaşamdır.

 

İnsanlık aleminde çözülmemiş bir yığın negatif karmik düğüm vardır. Çünkü kolektif doğuşlar sırasında gelen varlıklar "biz bu meseleyi halledeceğiz" demişlerdir. Bunları ortadan kaldırmak için kolektif bir çalışma yapılmak istenmiştir. Ama bunda başarılı olunuyor mu? Hiç zannetmiyoruz çünkü uygulamalar, hiçbir zaman negatif karmalarını pozitif karmalar haline çevirecek güçte gözükmüyorlar. Zaten negatif karmaları pozitif karmaya çevirecek güçte uygulamalar yapamama sorunu, binlerce yıldır yeryüzünde uygulama yapan varlıkların tepesine dikilmiş olan zorluktur.

Negatif karmaların bize ister yaşlılıkla, hastalıkla ister kaza ile olsun fizik bedenimizi terk ettikten sonra bile çok zor anlar yaşatabildiklerinden söz etmiştik. Ama ani ölümlerin meydana getirmiş olduğu karmik yükler diğerlerine göre çok daha şiddetli olmaktadır. "İki gün yatak, üçüncü gün toprak" atasözünün arkasındaki hikmet budur; ani ölümle değil de uyum sağlayarak, yavaş bir geçişle ötealeme alışmak çok daha iyidir. Aksi takdirde, ruhsal dünyaya hiçbir tedbir alamadan, hiçbir öncül düşünceye sahip olmadan fırlayıp gidiyoruz ancak böyle bir gidiş temenni edilmez. Ruhsal dünyaya, kendi öz vatanına geçen varlık, hazırlık yapmamışsa pozitif bir karşılaşma da bulamaz. Bizim spatyom dediğimiz o yüce ve sonsuz alemdeki yerimizi, daha biz dünyadayken ayarlamış olmamız gerekir.

İmanın en büyük koşullarından biri ahireti düşünmektir ama hiç kimse ahiret için çalışmaz, hep dünya için çalışırız, değil mi?. Aslında ahirete gitmeden önce hasta yatağımızda yatarken muhtaç olduğumuz el eli değildir, Yukarısıdır; biz onlara muhtacız. Ama bu atasözünde bir derecelenme söz konusudur. Bizler o iki gün yatakta, gözlerimiz açık mı yatarız? Hep uyanık mıyızdır? Aslında o süre içerisinde, ruhsal dünyanın atmosferi bizi alır, götürür; sonra geri geliriz, bir daha gideriz. Metapsişik araştırmalarda beden dışı deneyimlerin en sık yaşandığı anlar bu safhalardır; insanlar ölmeden bir veya iki gün önceden o hadiseleri yaşarlar. Soma kendilerine geldiklerinde aşağı yukarı şöyle anlatırlar: "Beni öyle güzel bir yerlere götürdüler ki, öyle bir ışıklı hava içerisindeyim ki, müzikler duydum, beni halam veya ninem karşıladı veya babam karşıladı. Buradan daha iyi orası. Onun için siz hiç üzülmeyin, ben gayet iyiyim," diyor ve ötealemle ilgili olarak bilgilendiği için rahatlıkla "allahaısmarladık" diyebilirler. Yani hasta tedricen, yavaş yavaş ahirete alışır ve alıştırılır.

 

Ötealem konusu önemli bir konudur. Bunun üzerinde düşünmek, bilgilenmek ve korkulan halletmek gerekir. Korkulacak bir şey yoktur ama bazılarımız ölüm lafım duyduğumuzda betimiz benzimiz atıyor, sanki o an ölecekmiş gibi oluyoruz. Çok iyi, yetenekli, akıllı insanlar ölüm lafına bile dayanamıyorlar. Halbuki, biraz sabredip uyum sağlasalar, ölüm korkusunun kendi karmalarıyla alakalı olduğunu, geçmiş hayatlarındaki nahoş bir tecrübeden, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, belki şiddetli bir ölümle bedenden ayrılmalarından kaynaklanan kötü bir hatıranın yani negatif bir düğümün kendilerinde bulunduğunu idrak etmeleri kolaylaşabilirdi. Ötealem hakikatini izah etmek mümkündür ama bu kişiler fazla dayanamadıkları için o bilgiyi de alamıyorlar. Belki bu açıklamayı duysalar, hayat içerisindeki en büyük kolaylığı elde etmiş olacaklardır ama bunları duymak ya da okumak da bir liyakat işidir.

İnsanın yaşarken, bu tedrici çalışmayı yapmasının en güzel şekli, ölümü hiçbir şekilde unutmamasıdır. Hiç değişmeyen iki hakikat vardır: doğmak ve ölmek. Bunlar rölatif şeyler değildir. Her varlık için geçerli olan tek hakikat bunlardır. Doğarız ve ölürüz; belirli bir yerde gidişimiz kesintiye uğrar ve başka bir yerde tekrar devam eder. Geçici bir dün yada yaşıyor olduğumuzun farkına varmak; peygamber efendimizin söylediği "Dünya için çalış, ahiret için de ibadet et," sözünün uygulamasıdır.

 

Bir fiil tatbikatımız vardır; işimizle gücümüzle, sanatımızla, ticaretimizle uğraşırız. Bir de manevi tatbikatımız vardır. Maneviyat çalışmaları kişiyi öbür tarafa hazırlar. Tedricen ve düşüncelerle ölüm fikrine uyum sağlamak çok önemlidir çünkü her an her şey olabilir. Zihin ağır şoklardan, olayların aniden ortaya çıkışlarından negatif biçimde etkilenmemeyi ancak bu şekilde öğrenebilir.

 

 

 

 

 

Negatif Karmik Enerjiler ve Kurban

 

Kurban kesmenin gerçek anlamı insanlar tarafından anlaşılmış olsaydı; çoktan terk edilir, emir olmaktan çoktan çıkardı, insanlar kurban kesmenin ne olduğunu hala fark edemedikleri, aslında neyin kurban edilmesi gerektiğini bilemedikleri, daha doğrusu bu şekildeki bir kurban ayininin sınırlarının dışına taşacak bir tekamül atılımı gösteremedikleri içindir ki, dünya üstünde çeşitli dinlere mensup milletlerde hala kurban ayinleri yapılmaktadır.

Kurban kesmenin gerçek anlamını bulmak ve söylemek o kadar kolay bir iş değildir. Çünkü bu kurban olma veya kurban etme meselesi; Atlantis uygarlığından itibaren, denebilir ki 10 -11.000 yıldan beri dünya üzerinde süren bu siklus ya da büyük devir içerisinde uygulanmış olan astral ile ilgili bir merasimdir. Astralde oluşmuş birtakım negatif birikimlerin, kolaylıkla pozitif birikimler haline geçebilmesi için bir tür değiştirici veya katalizör etkileme usulüne ihtiyaç vardır. Bizim kendi astralimizde veya astral bedenimizde birikmiş olan negatif karmik partiküller; aynen bir bitki üzerindeki tırtılın asalak yumurtaları gibidirler. Nasıl o yumurtalardan çıkan larvalar, kurtçuklar zamanla o yaprağın bütün suyunu emerlerse, yaprak sapsarı olur ve kurursa, astralde oluşmuş bu negatif birikim de; enerji yutar, kendini ayakta tutmak için sağa sola saldırır.

 

Kurban ayinlerinde, astralde birikmiş bu negatif enerjilerin doymaları yani kendi fonksiyonlarını tamamen yerine getirdiklerine kani olmaları için onlara ek bir negatif enerji yüklenir. Çünkü kurban edilen varlık, tam o sırada herhalde dünyanın en neşeli, en cesur varlığı olarak bu işi yapmaz; bu mümkün değildir, o sırada bir korku hakimdir. Kurban ayini sırasında korku ve aynı zamanda yüksek derecede negatif heyecanlar vs. tarzında bir enerji yayımı meydana gelir. Herkesin sandığının aksine, bu; pozitif bir enerji yayımı değildir, tam aksine negatif bir enerji yayımı meydana gelir.

 

Orada bulunan insanlar veya bu işi organize etmiş olan varlıklar, bu enerjiye duydukları büyük iştahla bu enerjileri alırlar. Böylece, negatif karmik enerjiye sahip varlık doyar, satüre olur ve o varlık veya varlıklar karmik telafi işleminde bir hayli hafiflemiş ve yol almış olurlar. Günahlarının affedilmesi için kurban kesen varlıklar aslında kendi bünyelerindeki negatif enerjilerin bir an önce satüre olmasını ve kendilerinden ayrılmasını amaçlamaktadırlar. Bazı işlerin kolayca yerine getirilmesi için, şefaat için kurban kesenler ise aslında kolaylık isterler çünkü doymamış karmik enerji zorluk çıkarmaktadır.

Kurban etmek, İbrahim Peygamberde sembolik olarak evladını teslim etmek şekliyle görülmüştür. Kısacası, fedakarlığın haddinin hududunun olmadığının insani balamdan sevgi yasasına daha uygun olarak ifade edilen şeklidir. Bir insanın fedakarlığının en son şekillerinden biri, ya kendi canını veya canı kadar sevdiği başka bir canı vermesidir. Bu bir fedakarlıktır; sadakatin, karşı tarafa olan bağlılığının ve inancın bir belirtisi olarak da gösterilebilir. Elbette bu, daha felsefi hatta mistik bir ifade şeklidir.

 

Aslında istenen en büyük yardım, insanda mevcut olan negatif enerjilerin ifnasıdır yani affedilmesi, yok edilmesi, yakılmasıdır; fedakarlığın her türünün arkasında yatan dilek budur.

 

( Yarınlar için Pozitif Yaşam - Ergün Arıkdal )

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...