Jump to content

Türk Mitolojisinde Geçen Semboller ve Ezoterik Anlamları


AurorA

Önerilen Mesajlar

Mitoloji kelimesi çoğu insana inanılması imkansız olan, masal tadındaki hikayeleri tanımlar. Çoğu araştırmacı tarafından da bu eski inanışlar hayal ürünü olarak değerlendirilip, edebi eserler arasına kaldırılır. Çünkü neredeyse bütün bilim adamları eski insanların zeka olarak bizden daha düşük seviyede oldukları inancıyla araştırmalar yapmaktadırlar. Pek azı eski çağlardan günümüze kalan bu mitolojilerde gizli bir gerçeğin saklandığı konusu üzerine çalışma yapmaktadır. Ve çoğu ezoterik bilgi gibi bu da bir sır gibi çoğu gözden saklanmaktadır.

 

İşte bu nedenle, bu konuya benim gibi ilgi duyan kişiler için Ergün Candan'ın "Gizli Sırlar Öğretisi" isimli kitabını elime alana kadar sadece sezinlediğim ancak net olarak hiçbir fikre sahip olmadığım bu ezoterik anlamlara ilişkin bilgileri bir derleme şeklinde sizlerle paylaşacağım. Yukarıda adı verilen kitapta Türk Mitolojisinde geçen semboller aşağıdaki şekilde sıralanmış;

 

- Gök-Tengri

- Gök - Kurt

- Mağara ve Kutsal Dağlar

- Demir, Demirci ve Ergenekon

- Gökyüzünden yeryüzüne inen ışıklar

- Rüyalar

- Ağaçlar

- Irmaklar

- Ok ve Yay

- Kırklar

- Canavarla Mücadele

- Baba Öldürme

- Ateş, güneş ve ay

 

Gerçekten de efsaneler incelendiğinde çoğunlukla bu konuların üzerinden giden hikayelerin anlatıldığı görülür. Şimdi bu sembollerin ezoterik anlamları konusunda Ergun Candan'ın anlattıklarına bakalım;

 

Gök Kurt: Kurt Dogan kabilesinden Mısır'a kadar dünyanın bütün eski toplumlarında önemli bir yere sahiptir. Türklerde de Kurt'un Türklerin atası olduğuna inanılır. Ancak bu inanışın kökeni hiç araştırılmamıştır. Zamanla eski Türkler'in Gök Kurt'u unutulmuş, geriye dağlarda dolaşan dört ayaklı bozkurt kalmıştır.

 

Oğuz Kağan destanında Urum illerine akın yapmadan önce uyuya kalan Oğuz Kağan'ın bir rüya gördüğü anlatılır. Bu rüyada gök yeleli ve gök tüylü bir kurt ile konuşur ve kurt ona ordunun en önünde askerlerine yön göstereceğini söyler.

 

Uygur'ların kurtlardan türeyişini anlatan efsaneye göre Gök-Tanrı'ya tapan bir Hakan, üç kızını bir dağın tepesinde tanrıya dua edip onun tarafından alınmaları için bırakmış. Kızlar epey dua ettikten sonra tanrının gelmeyeceğini anladıklarında bir kurt görmüşler. Küçük olan kardeş kurda aşık olmuş ve bu tanrıdır demiş. Diğer kardeşleri korkmuş ama o kendisine "elini ver" diyen kurda elini vermiş ve bir mağaraya girip orada yaşamışlar, soyları orada nam salmış.

 

Burada da görüleceği üzere Türk Mitolojisinde hemen hemen her yerde kurt ile mağara sembolü bir arada kullanılmış.

 

Göktürkler'in kurttan türeyişine ilişkin destanda Göktürklerin komşu bir millet tarafından yenildiğini, ülkelerinin alındığını, geride sadece 10 yaşında küçük bir çocuk kaldığını, komşu milletin de bu çocuğu bataklığa attığını anlatır. Efsanenin asıl kısmı çocuğun bir kurt tarafından bulunup bir mağaraya götürülerek orada beslenmesi ve bu kutsal kurdun bu çocukla evlenerek çocuklar dünyaya getirmesidir. Sonrasında kurt mağaranın çok serin olduğuna karar vererek bir ovaya yerleşir ve orayı yurt edinirler. Efsaneye göre kurt tam 10 tane çocuk doğurmuştur.

Görüldüğü gibi mağara sembolü çoğu zaman kurtlarla beraber anılmıştır. Aynı şekilde Büyük Hun Devleti'nde bizzat Hun hükümdarı tarafından yönetilen bir tören vardır. Yılın belli dönemlerinde devletin ileri gelenleri bir araya toplanıp "Ata Mağarası"na giderek bu mağaraya saygı göstermişlerdir. Göktürk devletinde ve çoğu eski Türk devletinde de aynı geleneğin bulunduğu bilinmektedir. Madem mağara ve kurt birbirine bu kadar bağlı iki kavramdır, o zaman kutsal kurdun anlamına geçmeden önce bir de Mağara kavramını inceleyelim.

 

Mağara: Arkeolojik kazılarda bulunan Hindistan ve Tibet kaynaklı bazı gizli yazıtlarda Orta Asya'nın altındaki son derece ileri seviyeli bir uygarlığın varlığından söz edilmektedir. Bu bilgileri efsaneler de doğrular. Hindukuş dağlarının altında bazı yeraltı mağaralarının bulunduğu da bilinmektedir. Bu kente yeraltı cenneti adı verilmesi de hayli ilginçtir çünkü bir Altay efsanesinde aynen şu şekilde bir bilgi geçmektedir;

 

Demirdenmiş çatısı, "mağara"ymış kapısı,

Altında "cennet" varmış, yerin buymuş yapısı.

Elde edilen bilgilere göre, bu yeraltı cennetinde dünyanın yüzeyi ile nadiren irtibat kuran altın insanlar ırkı yaşamaktadır. Zaman zaman tüneller vasıtasıyla yukarıya çıktıkları ve eğitmek üzere bazı kişileri yanlarına aldıkları söylenir. Bu insanların yaşadığı söylenilen yeraltı galerilerine ilişkin bilgiler kitapta daha detaylı şekilde anlatılmıştır. Anlatılara göre Amazon ormanlarından Mayalara kadar dünyanın dört bir yanında pek çok yerde mevcuttur. Tibetlilere göre bu yeraltı galerileri, meçhul bir halkın müthiş bir felaketten hayatta kalan son temsilcilerine sığınak olan kentlerdir. Binlerce yıl önce Sanskritçe yazılmış metinlerde yeraltında yaşayan bilgelerden söz edilmesi de bu konunun ciddiyetle ele alınması gerektiğini gösterir. (Not: Yazıyı hazırlarken aklıma yedi uyurlar mağaraları geldi. Mağaraları diyorum çünkü en azından Türkiye'de Antalya - Didim - Mersin'de mevcut olan bu mağaralar insanın bu yeraltı mağaraları hakkında daha çok meraklanmasına neden oluyor.)

Mağaraların kutsal sayılmasının birinci nedeni Mu ve Atlantis gibi uygarlığımızdan hem teknolojik hem de psişik olarak çok daha ileri seviyedeki uygarlıkların bizim kıtamıza göç eden kollar bulunduğuna ilişkin kanıtlar konuya bilimsel bir açıklama getirecek niteliktedir. İşte bu uygarlıklardan gelen bazı temsilcilerin Orta Asya'nın içlerinde yeraltında yaşadıklarına ilişkin çok ciddi iddialar ve kanıtlar bulunmaktadır. Agartha adı verilen bu uygarlığın zaman zaman bazı kişileri özel olarak eğittikleri de bilinmektedir.

 

Mağaraların kutsal sayılmalarının ikinci nedeni de, bir zamanlar inisiyatik çalışmaların gözlerden uzak yerlerde, örneğin bazı dağlardaki doğal ve yapay mağaralarda gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bunun böyle olması, daha sonraları buralarda yaşayan halklar tarafından bu mağaralara kutsiyet yüklenmiş olabileceği ihtimalini arttırmaktadır.

 

Kurt sembolünün anlamı: Mağaranın anlamını inceledikten sonra Kurt sembolünün anlamına geri dönebiliriz. Önceki örneklerden de anlaşılacağı üzere eski Türkler kurdu kimi zaman kendi soylarının kökeninde kimi zaman da tanrı ile insan arasında görmüşlerdir. Ancak şu da bilinmelidir ki, kurt sadece Türkler tarafından kutsal sayılmaz. Roma Mitolojisi ve Mısır Mitolojisinde de kurt ya da kurda çok benzeyen siyah başlı köpek sembolleri ile aynı temalar kendi üslupları ile işlenmiştir. Dünya üzerinde birçok yerde karşılaştığımız kurt sembolü de bu sembolün evrenselliğini kanıtlamaktadır.

 

Kurt sembolü ile anlatılmak istenen Afrika'daki bir kabilenin inisiyatik bilgileri içinde bulunmuştur. Bu kabile Dogon Kabilesidir. Çadırlar içinde yaşayan ve avcılıkla beslenen bu ilkel insanlar Dünya gezegeninin hareketlerini, Güneş'in hareketini, Jüpiter'in uyduları olduğunu, Satürn'ün halkası olduğunu, Ay'da kraterler bulunduğunu bilmekteydiler... Bunları nereden öğrendikleri sorulduğunda verdikleri cevap insanın kanını donduruyordu; "Atalarımızdan öğrendik..."

 

Dogon rahiplerince inisiye de edilen Prof. Marcel Griaule ve Prof. Germaine Dieterlen 30 yıl süren araştırmalarının ardından bu bilgi ve belgeleri "Soluk Tilki" isimli bir kitapta yayınladılar. Kitap, geniş yankı uyandırdı. Herhangi bir yazı çeşidi kullanmayan Dogonlar, atalarından öğrendikleri sırları, kendilerine özgü sembollerle saklamışlar ve bu sembollerin anlamlarını kuşaktan kuşağa aktarmışlardı. Dogon'ların evren hakkındaki bilgileri bugün için bizler tarafından bilinenlerle hemen hemen aynıydı. Ancak hemen ilave etmek gerekir ki, Dogon'lar ellerindeki bilgilerin tamamını paylaşmamışlar, sadece bir kısmını açıklamışlardı. Dogonların bunca bilgiyi nereden elde ettikleri sorusuna dünya dışı bir kökenden geldiklerine inanmak istemeyen bilim adamları halen hiçbir cevap verememişlerdir. Bu sorunun cevabında dünya dışı köken arayan bilim adamları da dünyamızın geçmiş bir dönemde Sirius Sistemindeki bir gezegende yaşayanlarca ziyaret edildiği düşüncesindedirler. Bu görüş Dogonlar tarafından da desteklenmektedir. Çünkü Dogonlar Sirius-B isimli bir yıldızdan uzay gemisi ile gelen atalarının olduklarını ifade etmektedirler. Ve işin en ilginç tarafı da, bu yıldızı mitolojik sembollerinde bir "kurt başı" ile sembolleştirmişlerdir. Ayrıca Sirius takım yıldızına da gökyüzündeki görünümü nedeniyle Büyük Köpek Takım Yıldızı denilmektedir!

 

Ne dersiniz bunlar sadece bir tesadüf mü? Türklerin ışık huzmesi içinden çıkan Gök-Kurdu binlerce yıl önce ataları olarak göstermeleri ile Dogonların ellerindeki bu sırlar arasında büyük bir benzerlik yok mu? İlginç olan, ne Dogon'lar Türklerden haberdardı, ne de Türkler Dogonlardan... Aslında bu benzerlik sadece Türklerle Dogonlar arasında değil, birçok toplumun mitolojisinde ve kültüründe de bulunmaktadır. Örneğin Roma Mitolojisindeki en önemli sembollerden biri iki çocuğu emziren kurttur. Yine eski Mısırlılara göre Sirius gökteki en önemli yıldızdı. Hatta takvimleri bile Sirius'a göre düzenlenmişti. Yine Kuran-ı Kerim'de Sirius yıldızına ilişkin pek çok ayet vardır.

 

Baba Öldürme: Türk Mitolojisinde yer alan en önemli sembollerden biri de baba öldürmedir. Diğer toplumlarda da karşımıza çıkan bu sembol için maalesef ciddi bir araştırma yapılmamıştır. Hatta bir Türk kahramanın babasını öldürmesi hususu birçokları için rahatsızlık verici nitelikte görüldüğünden bu konu üzerine durmayı çoğu kişi tercih etmemiştir. Oysaki mesele sanılandan çok farklıdır.

 

Baba öldürme üzerine yapılan ilk araştırmalardan çıkan sonuç, erkek çocukların şuur altında saklı bulunan hislerin masallardaki görüntüsü şeklindeydi. Yunanistan'da da Kral Odip babasını öldürmüştü. Daha sonraları Freud'un Odipus Kompleksi adıyla ortaya koymaya çalıştığı fikirlerini, bu olayın açıklaması olarak görmeye çalışan bazı mitoloji araştırmacılarının açıklamaları bir müddet doğru olarak kabul edildi. Ancak dünya üzerinde yapılan son araştırmalar bu açıklamaların gerçeği yansıtmadığı sonucunu ortaya çıkarmıştır.

Manas Destanı'nda, Manas Han'ın oğlu Semetey doğmuş, kimse ona isim koyamıyormuş. Bir gün aniden "Gök-Sakallı" bir ihtiyar ortaya çıkıp ona Semetey adını verir ve onu kucağına aldığında "Semetey öyle büyük, öyle korkunç bir bahadır olacak ki, babasını bile öldürecek" demiştir.

Bir çocuğun babasını öldürmesi arzu edilecek ve gurur duyulacak bir şey değildir ama mitolojilerde sanki gurur duyulması gereken bir şey gibi dile getirilmektedir. Aslında burada anlatılmak istenen mesele, insanların eski bir realiteyi terk edip, bir üstüne çıkabilmelerinin gerektiğidir. Burada ana-baba eski inanışları sembolize etmektedir. Çocuk ise yeni anlayış ve yeni bilgilerin sembolüdür. Bir başka deyişle bu motif eski anlayışların terk edilmesinin bir sembolüdür denilebilir. Bu açıklama inisiyatik öğretilerde konu edilen "Mürşidin (hocanın) öldürülmesi" sembolü ile de benzerlik gösterir. İnisiyasyonun sonlarına doğru öğrenci mürşit yani öğretmeninden ayrılarak kendi ayakları üzerinde yürümeye başlamalıdır. O ana kadar tüm bilgi ve tesirleri öğretmeninden alan öğrenci, artık kendi kendine beslenmek yani bir öğretmen olmak zorundadır. İnisiyasyonun bu safhasına "Mürşitin öldürülmesi" denilir.

 

*Ergun Candan'ın "Gizli Sırlar Öğretisi" isimli eserinden oluşturulmuş bir derlememdir.

(Devam edecek)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Agartha uygarlığını henüz araştırma fırsatım olmadı ama gerçekten ben de çok merak ediyorum.

 

---------- Post added at 03:05 ---------- Previous post was at 02:43 ----------

 

Ateş: Altay efsanesine göre Ak Han ava gider ve orada karşılaştığı küçük bir çocuk ağzından alevler çıkartır. Bunun akabinde gökteki bulut yanar ve Han kaçar. Bunun gibi Oğuz Kağan'ın da ağzının ateş gibi olduğu söylenmektedir.

 

İlk bakışta hayal ürünü bir masala benzetilebilecek bir motif gibi görünse de, altında yatan detay farklıdır. Eski inisiyatik çalışmalarda mürşidin müridi öpmesinin çok önemli bir yeri vardı. Bu, temeli çok eskilere dayanan, tesirin nefes yoluyla aktarılabileceği bilgisinin uygulamasıydı. Mürşit, kendi bilgilerinden doğan kendi manyetik tesir alanını, henüz o olgunluğa erişmemiş olan müridine aktarmakla görevliydi. Bunu yapma yollarından biri onu öperek yani nefes vasıtasıyla onu müride geçirmekti. Nitekim çoğu zaman tebrik, kutlama, saygı ve sevgi gösterme gibi nedenlerle insanların birbirini öpmesinin ya da bir hastayı okuyup üflemenin(!) altında yatan gerçek de bu bilgiye dayanır ancak zamanla unutulmuştur.

 

Ateş sembolünün ilk bakışta anlatmak istediği bilgiyi pislikleri yok etmek, arındırmak olarak ele alabiliriz. Asıl köken unutulsa da, tüm tarih kitapları Türkler'in ve Şaman dinine bağlı olan tüm toplumların o dönemlerde ateşi kutsal saydıklarını söyler. Şamanist inanca göre ateş her şeyi temizler ve kötü ruhları kovardı. Başkurtlar ve Kazaklar yağlı bir paçavrayı tutuşturup hastanın etrafında "Alas... Alas.." diyerek dolaşırlardı. Ateşte temizlenme anlamına gelen bu işleme alaslanma denilmekteydi ve Anadolu Türkçesinde alazlama olarak bu kelime halen kullanılmaktadır. Ateş, Şamanistlerin yaptığı her törende mevcuttu.

 

Oğuz Kağan destanında geçen Oğuz Kağan'ın ağzının ateşe benzemesi durumu, onun gücünü gösteren bir semboldür. Bu güç, inisiyatik eğitimden geçenlerde görülen ruhsal ve manyetik bir güçtür.

 

Altay efsanesindeki ağzından ateş çıkan çocuğun durumu ise bu kudrete kimin sahip olabileceğinin bilinmemesini açıklamaktadır. Burada çocuk motifiyle ayrıca inisiyasyon ile çocuklar kadar saflaşma da anlatılmak istenmiş olabilir. Çocuk çoğu zaman saflaşmanın, sadeleşmenin, ayrıntılardan kurtularak birliğe doğru gidişin de bir sembolü olarak kullanılmıştır. Buna en iyi örneklerden biri İsa Peygamber'in sözüdür;"Çocuklar kadar saf olmadıkça melekuta giremezsiniz. Demek ki ne kadar saflaşırsak, astral tortularımızdan ne kadar kurtulabilirsek; manyetik enerjimiz o kadar kuvvetlenecektir.

 

Canavarla Mücadele: Oğuz Kağan destanının sonraki bölümlerinde Oğuz Kağan'ın korkunç bir gergedana benzeyen bir canavarla olan mücadelesi anlatılır. Burada ve buna benzer pek çok hikayede kişinin inisiyasyon aşamasında kendi egosu ile yaptığı mücadeleden bahsedilmektedir. Kişi kendisini fethetmelidir, kendi benliğini bulmalıdır.

 

Gök-Tengri, Gökyüzünden ve Yeryüzünden İnen Işıklar, Ok ve Yay ve Rüyalar: Destana göre Oğuz Kağan'ın yanında kendisine yardımcı olan ak sakallı, boz rengi saçlı çok uzun tecrübeli bir kişi rüyasında bir şeyler görerek Oğuz Kağan'ın yanına gelir. Rüyasında altından bir ok ve üç gümüş ok görmüştür. Altın yay doğudan batıya uzanır, Üç gümüş ok da kuzeye doğru ilerler.

 

Ak sakallı bilge ermiş kişilerin Türk Mitolojisinde büyük önemi vardır. Bu bilgeler sürekli karşımıza çıkar ve tecrübeleri ile kahramana sürekli yardım ederler. Aynı şekilde haberci rüyalar da Türk Mitolojisinin en önemli unsurlarındandır. Türk Mitolojilerinde bazı sırların rüyalar vasıtasıyla alındığı açıkça anlatılır ve parapsikoloji alanında yapılan son araştırmalar bazı bilgilerin rüyalar vasıtasıyla alınabileceğini de kanıtlamıştır. Yine burada geçen "yay", genellikle Türkler'de hakimiyet sembolü olarak kullanılırdı. Ancak yayın gökyüzünü tamamen kapladığı düşünülecek olursa bu hakimiyetten çok daha öte bir anlam taşımaktadır. Bu yay, Türklerin bunu kullandıkları diğer anlamda yani gök anlamında kullanılmıştır. Yine hikayede geçen oklar ise Türklerde elçi anlamı taşımaktadır. Nitekim elçiler yanlarında kendi hükümdarlarına ait oklar taşımaktaydılar.

 

Konuyu biraz toplamak gerekirse, Altın yay göklerin sembolü olduğuna göre, okun da göklerin elçilerinin sembolü olması hiç de tuhaf olmayacaktır. Nitekim Eski Türk geleneklerinde Kağanlar'ın Tanrının elçileri olduğu inancı epey yaygındı. Bu inanç da az önce yapılan yorumu doğrular niteliktedir.

 

Eski Türklerde yeri ve göğü yaratan tanrıya Kang-Tengri denilmekteydi. Tengri: Gök-Tanrı, Kang ise Baba ve Ulu Ata anlamına gelirdi. Büyük Hun İmparatoru Mete'nin ünvanı da "Tengri'nin Oğlu" idi. Zaten o dönemlerde görev yapan liderler aynı zamanda ruhani lider olarak da görev yapardı. Bu görevleri başarıyla yerine getirebilmeleri için inisiyatik öğretiden geçirilir ve halkın bilmediği geleneksel ezoterik sırlar kendisine öğretilirdi.

 

Tanrı'nın oğlu olma sembolü başlı başına kapalı bir sırdır. En kısa açıklaması ile bazı ezoterik sırlara sahip kişi anlamına gelir. Aynı zamanda belli bir vazifeyle yeryüzüne doğmuş bulunan elçi anlamına da gelir. Bu bilgi pek çok yerde karşımıza çıkar. Örneğin İsa Peygamber'in insanlara söylediği ilk şey kendisinin Baba'nın Oğlu olduğudur. Bu uzun bir süre anlaşılamamıştır. Ancak bu sembol sadece İsa Peygamber tarafından değil, ondan çok önceki tarihlerde Eski Türkler tarafından da kullanılmaktaydı.

 

Burada gözleri gören ve kulakları işitenlere çok köklü bir bilgi aktarılmıştır. Anlayan anlamış, anlamayanlar ise, anlamaları gereken zamanı bekleyeceklerdir. Şunu hemen ifade etmeliyim ki, insanlık hiçbir zaman bilgiden uzak bırakılmamıştır. Üstü kapalı da olsa, ihtiyacı olanın alabileceği bilgiler tüm heybetiyle etrafımızda dolanmaktadır. Bunu herhalde gönüllerdeki perdeler açıldıkça daha iyi anlayabileceğiz.

 

*Ergun Candan'ın "Gizli Sırlar Öğretisi" isimli eserinden oluşturulmuş bir derlememdir.

(Devam edecek)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...