Jump to content

Bitkilerde Parapsikoloji Araştırmaları


nevermore

Önerilen Mesajlar

Öncü Cleve Backster ve Bitkilerde

İlk Etüdleri

 

Laboratuvar şartları altında bitkiler üzerinde yürütülmüş olan en geniş kapsamlı öncü çalışmalar, New York'lu Cleve Backster'in imzasını taşır. Yalan makinesinin (polygraph) profesyonel kullanma tekniklerinde uzman olan Backster, 1960 yıIında bir gün, bir bitkinin köklerinden yapraklarına suyun çıkış hızını ölçmenin mümkün olup olmadığını görmeye karar vererek, bürosundaki yalan makinesini bir bitki ile irtibatlandırdı.

Backster, su, bitkinin içinde yükseldikçe ve yapraklar giderek doyuma ulaştıkça, irtibatlandırmış olduğu yaprağın elektriki direncinde bir düşüş tespit edeceğini ve bu sonucun makinenin galvanometresi üzerinde yukarıya doğru bir meyletme şeklinde kendini göstereceğini varsayıyordu.

Galvanometre, bir yalan makinesiyle irtibatlandırılmış bir insandan zayıf bir elektrik akımı geçirildiğinde, bu süjede oluşan zihni hayallere ve en küçük duygu dalgalanmalarına yanıt olarak ya bir gösterge tarzında işleyip bir ibreyi harekete geçiren ya da bir kayıt aleti tarzında çalışıp, mürekkepli bir kalemin makineden sabit bir hızla geçen bir grafik kağıdı üzerinde kayıt yapmasını sağlayan cihazdır.Makinenin elektrodlarını normal olarak süjenin parmaklarıyla irtibatlandıran Backster, bu kez elektrodları, bürosundaki "Dracaena massangeana"nın iri, etli bir yaprağının her iki yanına yerleştirdi. Kalın bir lastik bandın yardımıyla da elektrodları yaprağa tutturabilmişti.Bir süre elektrodların pozisyonunu ayarladıktan sonra, nihayet, yalan makinesinden geçen kağıdın üzerinde mürekkepli kayıtlar olarak kendini gösteren bir direnç ölçümüne tanık olmaya başladı.

Backster, yaklaşık 45 dakika süreyle bitkinin yanıtını kaydetti. Bu hiç de önemli bir çalışma olmayabilirdi ama, ne var ki; Backster, deneyin ta başından beri, mürekkepli kalemin yaptığı kayıtta aşağıya doğru bir meyletme gözlemlemişti ve bu da görmeyi umduğu sonucun tam tersiydi. Dahası, bu kendine özgü deneyin daha ilk dakikasında, çok çekici bir şey keşfetmişti: Makinenin tespit ettiği kayıt, "hafif bir duygusal uyarma dene­yimlemekte olan" insanlarda görülen yanıtın hemen hemen aynısıydı. Backster'in kaydetmek üzere yola koyulduğu husus, yani bir bitki içerisindeki su yükseliş hızı, o anda gözlemlemekte olduğu şeyin yanında tüm anlamını yitirmişti.

Söz konusu kayıt, insanlardan alınan yanıtların kayıtlarına öylesine yakındı ki, bu işe şaşıran Backster; "(. . .) dikkatini, kaydın belirli görünüşleri arasında bir benzerlik bulunması ihtimalinin daha da araştırması üzerinde topladı ve özellikle insanlardaki duygusal uyanmayı belirleyen kayıt bölümlerinin varlığını ortaya koydu."

Bir insanın refahına yöneltilen herhangi bir tür tehdidin şiddetli bir duygusal tepkiye yol açtığını ve korku ile endişenin, yalan makinesiyle irtibatlı süjelerden anında bir yanıt alınmasına neden olduğunu bilen Backster, bu prensibi izleyerek, yapraklardan birini, içmekte olduğu sıcak kahvenin içine sokmak suretiyle bitkinin canını yakmaya karar verdi. Ancak, bunu uyguladığında, kayıt göstergesi üzerinden bahse değer herhangi bir tepki ortaya çıkmadı. Bu kez Backster, elektrodların bağlı bulunduğu yaprağı yakmayı tasarladı. Zihninde alev görüntüsü oluşturduğu anda ve kibrit almak için bir hareket dahi yapamadan, yalan makinesinin, sanki "Dracaena" büyük bir endişeye kapılmışçasına, güçlü bir yanıt kaydettiğini ve mürekkepli kalemin çarpıcı bir hareketlilikle yukarıya doğru sıçradığını gözlemledi. Acaba, bitki zihnini okumuş olabilir miydi? .

Kibrit almak için odadan çıktı ve döndüğünde, kağıt üzerinde diğer bir ani tepkinin daha kaydolmuş olduğunu gördü. İstemeye istemeye, elektrodlarla irtibatlı yaprağı yakmaya koyuldu. (Bkz:Resim-1). Bu kez, kayıttaki 'endişe' belirtilerine rağmen, önceki zihni tehdit sırasında gözlemlediği çarpıcı sıçrama oluşmamıştı. Daha sonra, yaprağı yakıyormuş gibi hareket ettiğinde ise, bitkiden hiç bir yanıt gelmedi. "Dracaena",esrarlı bir şekilde, sanki gerçek ve yapmacık niyeti birbirinden ayırabiliyordu. Backster, neyin ve nasıl olup bittiğini ortaya koyabilmek amacıyla, tanık olduğu bu fenomeni ayrıntılı olarak araştırmaya koyuldu. Kendisine yardımcı bularak, ülkenin her yanındaki değişik yerlerde başka yalan makineleri ve başka bitkiler kullanarak çaIıştı. Aralarında kıvırcık salatası, soğan, portakal ve muz da bulunan 25'i aşkın değişik bitki ve meyva türlerini denedi. Hepsi de birbirini andıran gözlemleri, sanki, yaşama yeni bir bakışı getiriyor gibiydi.

Backster, önceleri, bitkilerin kendisinin niyetini algılama kapasitelerinin bir tür "duyu-dışı algılama: ESP olması gerektiğini mütalaa etmişti. Ulaştığı varsayıma göre; ancak "psişik" olarak adlandırılabilecek bir 'bitkisel algılama" türünü keşfetmiş olabilirdi. Acaba, bitkilerin yüksek bir hassasiyete ve "duyu ­ dışı algılama" yoluyla düşünmek ya da düşünceye tepki göstermek yeteneğine sahip olduğunu kanıtlamak, artık bir bilim adamının imkanları dahilinde miydi? Bu yetenek açıklanabilir miydi, yoksa çoğu bilim adamının "doğal güçler" dedikleri şeyin sahası dışında mı kalıyordu?

"Duyu-dışı algılama" terimi üzerinde duran ve konuyu derinlemesine muhakeme eden Backster, giderek yeni sonuçlara vardı. "ESP", bilinen beş duyusal algılamanın çeşitlemeleri üzerinde ve ötesindeki algılama anlamına geliyordu. Backster, bitkilerde bu beş duyuya ilişkin hiç bir uzuv belirtisi bulunmadığına ve botanikçiler de Darwin'in zamanından beridir bitkilerde bir sinir sistemi tespit edemediklerine göre, bitkilerdeki bu algılayıcı duyunun çok daha temelde yatması gerektiğini ileri sürdü. Bundan da, insanlardaki beş duyunun, muhtemelen tüm doğa tarafından paylaşılan belirli bir ana algılamayı örten, sınırlayıcı hususlar olabileceği hipotezine ulaştı.

Backster, "Belki de bitkiler gözleri olmaksızın çok daha iyi görüyorlar"diyordu, "lnsanların gözler ile başardıklarından çok daha iyi görüyorlar".İnsanlar, beş temel duyu ile arzularına göre; algılamak, zayıf bir şekilde algılamak ya da hiç algılamamak arasında bir seçim yapabilirler."Eğer bir şeyin görünüşünü beğenmiyorsanız, öte yana bakabilir ya da hiç bakmayabilirsiniz. Herkesin sürekli bir diğerinin zihnine girmesi halinde kaos olurdu."

Bitkilerin neleri duyabildiklerini ya da hissedebildiklerini keşfetmek isteyen Backster, bürosunu genişleterek, tam anlamıyla bilimsel bir laboratuvar kurmaya koyuldu. Bir kaç ay boyunca, birbiri arkasına her türlü bitkinin."polygraph" kayıtları elde edildi. 'Süje' olan yaprağın bitkiden koparılması (Bkz:Resim-2), elektrodların cesametinde küçültülmesi, hatta parçalanarak karışık bir şekilde elektrod yüzeyine yerleştirilmesi halinde dahi bir tepki oluşuyordu. Bitkiler sadece insanlardan gelen tehditlere karşı değil, odada aniden bir köpeğin ya da kendileri hakkında iyi düşünceler beslemeyen bir kişinin belirmesi gibi keskin ve açık olmayan tehditlere de tepki gösteriyorlardı.

Backster'in gözlemine göre; bir bitki, aşırı bir tehlike ya da hasara uğrama ile tehdit edilmesi halinde, aynı bir insan gibi, kendini korumak amacıyla'bayılmaktadır'. Kanadalı bir bayan fizyoloğun, deneylerini izlemek üzere Backster'in laboratuvarına gelmesi, bu olgunun ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bayan fizyolog, yanında bulunduğu süre boyunca Backster, deneye tabi tuttuğu 6 bitkinin 5'inden dümdüz bir temel çizgi ölçümünden başka bir kayıt elde edememişti. Fenomeni ziyaretçisine gösterebilecek yeterlikte bir yanıtı, ancak 6 ncı 'süje'den alabilmişti. Öteki bitkileri neyin etkilediğini anlamak isteyen Backster, bayan fizyoloğa, yaptığı işin bitkilere zarar verici bir niteliği olup olmadığını sormuş ve bu bayanın, kullandığı tüm bitkileri deneylerinin sonunda kavurduğunu öğrenmişti. Ziyaretçinin laboratuvardan ayrılmasından tam 45 dakika sonra "philodendron"ları kendilerine gelebilmişti.

Daha 1950'lerin sonlarında ingiliz This Week dergisinde yayımlanan bir yazıda, sebzelerin tuhaf elektriki tepkilerini etüd eden İngiliz araştırmacıların, toplanacaklarını, turşu yapılacaklarını ya da yenileceklerini"anlayan" domateslerin, gelişmelerinin durduğunu ve "komaya girdiklerini" tespit ettikleri anlatılıyordu. Doğanın, yaşamını yitirmekte olan bir bitkinin sakini, bir ölüme yol açacak şekilde uyuşturulmasını ya da bayıltılmasını sağlayabileceği düşüncesi de, insanlara oldukça rahatlatıcı ve ilginç gelebilir. Dahası, Backster, "Bir bitkinin, toprakta çürüyeceği yerdedaha yüksek' bir yaşam biçiminin bir perçesi haline gelmeyi takdir edebileceğini' söylemektedir.Bir bitkinin "hafıza" yeteneğinin de bulunup bulunmadığını görmek üzere, Backster bir deney düzenledi. İçinde 2 bitki duran bir odaya, birbiri ardında 6 kişi girecek, bunlardan, üzerinde talimat yazılı olan kağıdı önceden çekmiş bulunan -ki, hiç kimse seçilenin kim olduğunu bilmeyecekti- kişi, talimata göre, 2 bitkiden birini saksısından çıkaracak, parçalayacak, sonra da üzerine basacaktı. daha sonra, geriye kalan bitkiyi"polygraph" ile irtibatlandıran Backster, 6 şüpheli kişiyi tekrar teker teker odaya soktu. "Katil" kişi girdiğinde, "tanık" bitki, "aşırı bir duygusal tepki" göstermişti.

Bir başka dizi gözlem boyunca, Backster, bir bitki ile bakıcısı arasında, birbirinin yakınında olmasalar dahi, özel bir yakınlık bağı yaratılmış gibi göründüğünü farketmişti. Senkronize edilmiş kronometreler kullanarak, bitkilerinin, yandaki odadan, aşağı kattan ve hatta bir kaç blok öteden kendilerine ulaştığı anlaşılan düşüncelerine ve dikkatine tepki göstermeyi sürdürdüklerini tespit ediyordu. Bir kez belirli bir kişiyle akort oldular mı, artık o kişiyle olan bağlantıyı, nerede olursa olsun, hatta binlerce kişinin arasında dahi olsa, koruyabiliyorlardı.Örneğin; bir Yeni Yıl gecesi, elinde not defteri ve kronometresi ile New York'un Times Meydanı'na çıkan Backster, başından bazı ufak tefek olaylar geçtikten sonra laboratuvara döndüğünde, birbirinden ayrı olarak üzerlerinde ölçüm yapılan 3 bitkinin her birinin, geçirdiği küçük, duygusal maceralara birbirine benzeyen tepkiler gösterdiklerini görmüştür.

Backster, insanın düşüncelerinin ya da iç dünyasındaki hislerinin bir bitkiye ne gibi bir "enerji dalgası"yla aktarılabileceği hususunda bir fikre sahip değildir. Bitkileri hem bir Faraday kafesinin, hem de kurşundan bir kutunun içine yerleştirerek izole etmeye çalışmıştır. Her iki izolasyon türü de bitki ile insanı birbiriyle irtibatlandıran iletişim kanalını ne kesebilmiş, ne de tıkayabilmişlerdir. Backster'in vardığı önemli sonuca göre, taşıyıcı dalga eşdeğerinin, her ne ise, bir şekilde elektromanyetik spektrumun ötesinde bulunması ve makrokozmostan, mikrokozmosa kadar faal olması gerekmektedir.

Bir gün, Backster'in, kesilen parmağı üzerine tentürdiyot bastırdığı bir anda, "polygraph" vasıtasıyla gözlemlenen bitki hemen tepki göstermişti. Herhangi bir canlı dokunun ölümüne tanık olan bir bitkinin "polygraph"kaydında rahatlıkla ayırt edilebilen bir desenin mevcudiyetini görmeye başlayan Backster, söz konusu tepkinin, parmağındaki bazı hücrelerin ölümüne karşı oluştuğunu anlamıştı.

Bitkiler; acaba, çevrelerindeki bireysel hücrelerin ölümü seviyesinde dahi geçerli olan, hücre düzeyinde bir hassasiyet gösterebilirler miydi?

Bir başka sefer, tipik tepki kaydı, Backster'in yoğurt yemeye hazırlandığı bir sırada ortaya çıktı. Buna çok şaşıran Backster, en nihayet, yoğurda karıştırdığı reçelin içerisinde bozulmayı önleyici kimyasal bir maddenin bulunduğunu fark ettiğinde, bu maddenin canlı yoğurt basillerinden bazılarını öldürdüğünü anlamıştı. Aynı şekilde, grafik kağıdına kaydolan bir diğer şaşırtıcı desen de; bitkilerin, lavabonun borusundan aşağı akarken oradaki bakterileri öldüren kaynar suya karşı gösterdikleri tepkiyi ortaya koyuyordu.

Belirli bir hücresel şuurun tüm yaşam tarafından paylaşılması gerektiği fikrini incelemek üzere, Backster; amip, paramisyum mayası, küf kültürleri gibi her türlü tek hücrelilerin oluşturdukları enfüzyonları elektrodlarla irtibatlandırmanın bir yolunu buldu, "Polygraph" vasıtasıyla gözlemlenen bu tek hücrelilerin ortaya koydukları kayıtlar, bitkilerinki kadar ilginçti. Bu tür gözlemler, sanki, tek hücre düzeyine kadar inen bir çeşit komple hafızanın mevcudiyetini ima ediyor gibidir ve bundan da beynin sadece bir devre açıp kapama mekanizması olabileceği ve bir hafıza depolama uzvu olması gerekmediği sonucunu çıkarabiliriz.

Backster, "Bilinçlilik, hücresel düzeyde kesiliyor gibi görünmemektedir"demektedir, "Moleküler düzeye ve daha da ôtesine inebilir. Klasik anlayışla cansız olarak mütalaa edilen her türlü şeyin tekrar değerlendirilmesi gerekebilir."Bütün bu çalışmaların sonun.da, bulgularını bilimsel bir dergide yayımlamak isteyen Backster, kişisel müdahalenin hiç bir şekilde söz konusu olmadığı ve kendisinin, cihazları bir şeklide telepatik olarak etkileme ihtimalinin kesinlikle bulunmadığı özel bir deney düzenlemesi gerektiğini anlamıştı.Tüm işlem otomatik bir hale getirilmeliydi. 2,5 yıllık bir sınama yanılma sürecinden sonra, en nihayet şöyle bir deneyde karar kıldı: Büronun içinde ya da yakınında herhangi biri bulunmadan, otomatik bir mekanizma vasıtasıyla ve rasgele bir zamanda canlı hücreler öldürerek, bitkilerin tepki gösterip göstermediklerini görecekti.

Tropik balıkların yiyeceği olarak satılan salamura karidesleri kullanan Backster, bir çanakta topladığı karidesleri içinde kaynar su bulunan bir kaba otomatik olarak boşaltacak bir düzen geliştirdi. Mekanik bir programlayıcı, bu düzeni rasgele faaliyete geçirdiği için dene Backster'in, ne de asistanların olayın ne zaman meydana geleceğini bilmeleri imkansızdı. Kıyaslama imkansızdı. Kıyaslama imkanı verecek bir kontrol unsuru olarak, içinde salamura karides bulunmayan sade suyu değişik zamanlarda kaba boşaltmak üzere başka çanaklar da programlamıştı.

3 bitki, 3 ayrı odada yer alan 3 ayrı yalan makinesiyle irtibatlandırılıyordu. Dördüncü bir "polygraph" ise elektrik şebekesindeki dalgalanmaların ya da deney çevresi yakınında ya da içerisinde oluşan elektromanyetik parazitlerin neden olabileceği muhtemel değişimleri belirlemek üzere sabit değerli bir dirence bağlanacaktı. Bütün bitkiler üzerindeki ışık ısısı aynı derecede tutulacak ve bitkiler, fazladan bir tedbir olarak, dışardaki bir kaynaktan getirilerek, kademeli alanlardan geçirilecek ve deney öncesinde hemen hemen hiç el değmemiş bir halde bulunacaklardı. Deney için, elektrodların basıncına rahatlıkla dayanabilecek güçteki iri yapraklarından ötürü "philodendron cordatum" türünden bitkiler seçilmişti. Birbirini izleyecek deney serilerinde aynı türün değişik bitkileri kullanılacaktı.

Bilimsel açıdan, Backster şu hususu kanıtlamak istiyordu: "( ... ) bitki yaşamında henüz tanımlanmamış bir ana algılama mevcuttur, ki hayvan yaşamının son buluşu, bu algılama yeteneğini ortaya koymak için, uzakta yerleşik bir uyarıcı olarak yararlı olabilir ve bitkilerdeki bu algılama melekesinin beşeri müdahale olmaksızın işlev gördüğü gösterilebilir."

Bu deneylerin sonuçları, bitkilerin, kaynar suyun içine düşen karideslerin ölümüne şiddetle ve eşzamanlı olarak tepki gösterdiklerini gözler önüne serdi. Laboratuvarı ziyaret eden bilim adamlarının kontrol ettikleri otomatik gözleme sistemi, bitkilerin karideslerin ölümüne, tutarlı bir şekilde, şans ihtimaline karşı 5'te 1 oranında bir tepki gösterdiklerini ortaya koymuştu. Bu deney ve sonuçları, "Bitki Yaşamında Ana AIgılama'nın Kanıtları" ("Evidence of Primary Perception in Plant Life, "The International Journal of Parapsychology, Vol.1 0, no. 4, Winter 1968, p.329) başlığı altında yayımlanmış bulunmaktadır. Backster'in "hücresel düzeyde ana algılama" olarak açıkladığı olgu ise bu gün "Backster Etkisi" adıyla anılmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sovyetlerde Bitkiler Üzerine

Araştırmalar

Yakın zamanlarda bitkilerle iletişim kurma konusuna duyulan ilgi ve bu olgu üzerinde yürütülen deneyler, sadece Batı'ya özgü değildir. Ekim 1970'de Sovyetler Birliği'ndeki milyonlarca gazete okuyucusu, Pravda gazetesi "Yaprakların Bize Anlattıkları"başlıklı bir makale yayımladığında, bitkilerin hislerini insanlara ilettiklerine dair düşüncelerle karşılaşmış oldular. Komünist Parti'nin resmi yayım organı, "Bitkiler konuşuyor .. evet, bağırıyorlar" diye bildiriyordu.

" Talihsizliklerini teslimiyet içerisinde kabul edişleri ve sessizce acıya katlanışları, sadece görünüşte öyledir' diyen Pravda yazarı V. Chertkov, Moskova'run ünlü Timiryazev Zirai Bilimler Akademisi'ndeki Yapay İklim Laboratuvan'ru ziyaret ettiğinde, bu olağandışı fenomene şahsen nasıl tanık olduğunu anlatıyor:"Gözlerimin önünde bir arpa filizi, kökleri sıcak suya batırıldığında, tam anlamıyla bağırdı. Hakikaten, bu bitkinin 'sesi', geniş bir kağıt bant üzerinde 'boşanan göz yaşları'nı yeredöken özel ve son derece hassas bir elektronik cihaz tarafından kaydoluyordu.Kayıt kaleminin, sanki delirmiş gibi, arpa filizinin ölüm ıstırabını beyaz kağıt üzerine geçirmesine rağmen, küçük bitkinin kendisine bakıldığında neler geçirdiğini tahmin etmek imkansızdı. Her zamanki gibi yemyeşil olan yaprakları dimdik dururken, bitkinin 'organizması' ölmek üzereydi. İçindeki bir tür 'beyin' hücreleri, nelerin olup bittiğini bize haber veriyorlardı."

Chertkov, ayrıca, Akademinin Bitki Fizyolojisi Fakültesi Dekanı olan Prof. Ivan Isidorovieh Gunar ile bir de röportaj yapmıştı. Prog. Gunar'ın yardımcıları ile birlikte yürüttüğü yüzlerce deneyin hepsi de, insandaki gayet iyi bilinen sinir empülslerine benzeyen elektriki empülslerin, bitkilerde de bulunduğunu onayIıyordu. Prof. Gunar, bitkilerden, aynı insanlardan bahsedermiş gibi söz ediyor, bireysel alışkanlıklarını, özelliklerini ve eğilimlerini ayırt ediyordu.

Chertkov, Gunar hakkında şunları yazıyor: "Hatta onlarla konuşuyor gibi görünüyor ve bana öyle geliyor ki, bitkileri, bu iyi kalpli saçları aklaşan profesörün sözlerini dinlemekteler. Ancak. belirli bir güce sahip kişiler böyledirler. 'Yaramazlık' yapan uçağıyla konuşan bir deney pilotundan dahi bahsedildiğini duymuş, gemisiyle konuşan eski bir kaptanla bizzat karştılaşmıştım."

Gunar'ın, mesleği mühendislik olan baş asistanı Leonid A. Panishkin'e, neden eğitilmiş olduğu teknolojiyi bırakıp da Gunar'ın laboratuvarında çalışmayı tercih ettiği sorulduğunda, şu ilginç yanıtı veriyordu: "Orada metalurji ile ilgileniyordum; buradaise yaşam var." Özellikle, bitkilerin kendilerine özgü ihtiyaçlarına en uygun gelebilecek koşulları ve ışık ile karanlığa nasıl tepki gösterdiklerini araştırmakla ilgileniyordu. Aydınlatmak kuvveti Güneş'inki kadar olan özel bir lamba kullanmak suretiyle, bitkilerin normal süreyi aşan bir gün sonunda yorulduklarını ve geceleyin dinlenmeye ihtiyaç duyduklarını tespit etmişti. Bir gün bitkilerin bir seradaki ışıkları istedikleri zaman yakıp söndürmelerinin mümkün olabileceğini düşünüyordu. Panishkin'in fasulyelerinin kökleri önce soğutulup, arkasından sıcak suyla ısıtıldığında, kayıt kaleminden hemen bir tepki belirtisi gelmiyordu. Fasulyeler, sanki soğuğu 'hatırlıyor' ve yanıtvermek için bir şekilde isteksizce davranıyorlardı. Bu olgu, sebze yaşamında gerçekten de hafıza unsarlarının mevcut olduğu hususunda Panishkin'i ikna etmişti.

Gunar ekibinin çalışmaları, bitkilerin 'yetiştirilmesinde yeni ufuklar açabilir. Şöyle ki, laboratuvarlarında elde ettikleri bulgulara göre; sıcağa, soğuğa veiklimle ilgili diğer faktörlere daha dayanıklı olan bitkiler, ekibin cihazları ile deneye tabi tutulmak suretiyle bir kaç dakika içinde seçilebilirler. Halbuki, bu nitelikler şimdiye kadar jenetikçiler tarafından yıllar süren çalışmalar sonucunda tespit edilebiliyordu.1971 yazında, Amerika'daki A.R.E.'den (Association for Research and Enlightenment: Araştırma ve Aydınlanma Derneği) bir delegasyonSovyetler Birliği'ni ziyaret etmişti. Panishkin, 4 tıp doktoru, 2 psikolog, 1 fizikçi ve 2 eğitimciden oluşan Amerikalılar'a "Bitkiler Şuurlu mu?" adında bir film gösterdi. Film; güneş ışığı, rüzgar bulutlar, gecenin karanlığı, sinek ve anlardan gelen taktiksel uyaranlar, kimyasal maddeler ile yanmanın yol açtığı yaralar ve hatta, bir sarmaşığın, sarılabileceği bir yapıya olan yakınlığı gibi çevresel faktörlerin bitkiler üzerinde oluşturduğu etkileri ortaya koyuyordu. Ayrıca, filmde, bir bitkinin kloroform buharı içinde tutulmasının, bir yaprağa şiddetle vurulduğunda normal olarak görülen, bitkilere özgü o biyopotansiyel nabzı ortadan kaldırdığı gösteriliyordu. Filmden anlaşıldığına göre; Ruslar, bir bitkinin diğer bitkilere göre sağlık durumunu tespit etmek üzere bu nabızların özelliklerini araştırıyorlardı. Amerikalı doktorlardan William McGarey, raporunda, filmin şaşırtıcı yanının doneleri kaydetmek için kullanılan metodlar olduğunu belirtiyordu.Entervalometre aracılığıyla çekilen bölümler, bitkileri, büyürken sanki dans ediyorlarmış gibi gösteriyordu. çiçekler, sanki değişik bir zaman boyutunda yaşayan varlıklarmışçasına, günışığında açılıyor ve karanlığın gelişiyle kapanıyorlardı. Yaralanmaların yol açtığı tüm değişimler, bitkilerle irtibatlandırılmış bir "polygraph"daki hassas cihazlarla kaydediliyordu. 1972 yılı Nisan ayında, Zürich'de yayımlanan, Weıtwoche adındaki bir isviçre gazetesi, Backster ve Gunar'ın, her ikisinin de aynı zamanlarda ve bağımsız olarak gerçekleştirdikleri ileri sürdüğü çalışmalarının anlatan bir yazı yayımladı. Bu yazı, aynı hafta içinde, Za Rubezhom adlı Sovyet dergisinde Rusça olarak çıktı.Yazının; "Bitkilerin Harikulade Dünyası" başlıklı Rusça çevrisinde denildiğine göre; bu bilim adamları,

"Bitkilerin sinyaller aldıklarını ve bunları özel kanallar vasıtasıyla belirli bir merkeze aktararak, orada bu bilgiyi işlemden geçirip yanıt merkezinde tepkiler hazırladıklarını ileri sürmektedirler. Bu sinirsel merkezin yeri, insandaki kalp adalesi gibi açılıp kasılan kök dokularında teşhis edilebilir. Deneyler göstermiştir ki, bitkilerin kesin bir 'Yaşam ritimleri' vardır ve muntazaman dinlenmedikleri taktirde ölürler"

Weltwoche'deki makale, Moskova'da yayımlanan Izvestia gazetesinin yayımcılarının da dikkatini çekmişti. Gazetenin haf­talık dergi ekine bu konuda bir yazı hazırlaması için yazar M. Matveyev görevlendirildi. Matveyev, yetkili bir kişinin de fikrini almak amacıyla Leningrad'a giderek, Agrofizik Enstitüsü'nün Biyosibernetik Laboratuvarı Başkanı olan Vladimir Grigorievich Karamanov'la bir röporta] yaptı. Agrofizik Enstitüsü'ne genç bir biyolog olarak katılan Karamanov, daha 1950'lerde, bitkilerin ısılarını, sapları ile yapraklarındaki sıvı akış hızını, ne kadar terlediklerini, büyüme hızlarını ve ışımalarındaki özellikleri kaydetmek üzere mikrotermisterler, ağırlık tensometreleri ve daha başka cihazlar geliştiriyordu.Kısa bir süre sonra, bir bitkinin ne zaman ve ne kadar sulanmak istediğine, daha fazla beslenmeyi arzu edip etmediğine ve çevresinin bu bitkiye ne kadar sıcak ya da soğuk geldiğine ilişkin olarak ayrıntılı bilgiler edinmeye başlamıştı. Karamanov, "S.S.C.B. Bi­Iimler Akademisi Raporları"nın1959 yılı, birinci sayısında yayımladığı "Bitki Ziraatinde Otomasyonun ve Sibernetiğin Uygulanması" başlıklı bir yazısında bu bulgularından bahsediyordu.

Izvestia gazetesi yazarına göre; Karamanov, bayağı bir fasulyenin ne kadar ışığa ihtiyacı olduğu hakkında, beyin görevi gören bir cihaza sinyal veren "eller" edindiğini göstermişti. Beyin "ellere" sinyaller gönderildiğinde, "onlara bir düğmeye basmaktan başka bir iş kalmıyordu ve bitkiye de böylece, kendisine en uygun gelen uzunluktaki gündüzünü've 'gecesini' bağımsız olarak tayin etmek hakkı tanımış oluyordu." Daha sonra, aynı fasulye, "bacaklar" edinerek, sulanmak istediğinde bir cihaz aracılığıyla sinyal verebilir duruma gelmişti. "Tamamen rasyonel bir varlık olduğunu ortaya koyarak, suyun hepsini birden içmeyip, aldığı miktarı, saatte 2 dakikalık süreler halinde kısıtladı. Böylece, su ihtiyacını, yapay bir mekanizmanın yardımiyle ayarlamış oldu." Matveyev, vardığı sonucu, "Bu gerçek bir bilimsel ve teknik sansasyondur; 20. yüzyıl insanının teknik yeteneklerinin açık bir teşhiridir' diye belirtiyordu.Backster'in yeni bir şey keşfedip keşfetmediği hakkında kendisine bir soru yöneltildiğinde ise Karamanov şu yanıtı vermişti:

"Hiç de değil! Bitkinin çevrelerindeki dünyayı algılayabilmeleri, dünyanın kendisi kadar eski bir hakikattir. Algılıama olmaksızın çevreyiuyum yoktur ve olamaz. Eğer bitkilerin hiç bir duyu organıbulunmasaydı ve kendi dilleri ve hafızaları ile bilgi aktarrna ve işleme tabi tutma yoluna yordamına sahip olmasalardı, yok olmaları kaçınılmazdı. "Karamanov, Backster'in sansasyonel keşiflerine ilişkin ola­rak da, "Gerçek şudur ki; ne o, ne biz, ne de dünyadaki herhangi biri, henüz tümbitki yanıtlarını deşifre etmeye, birbirlerine söylediklerini ya da bizebağırdıkları 'nı işitmeye ve anlamaya hazır değiliz"diyordu.Karamanov, ayrıca, ilerki bir zamanda bitkilerin tüm fizyolojik süreçlerini sibernetik olarak yönetmenin mümkün olacağını, fakat bunun "sansasyon amacı içindeğil de, bitkilerin kendi yararlarına" yapılacağı kehanetinde bulunmuştur.Bitkiler, elektronik cihazların yardımıyla, çevrelerini otomatik olarak ayarlayabildikleri ve kendi gelişimleri için en iyi koşulları tayin edebildikleri zaman, artık tahıllardan, sebze ve meyvalardan daha büyük çapta hasat elde etmeye doğru da büyük bir adım atılmış olacaktır. Bu gelişmelerin öyle kısa sürede gerçekleşecek şeyler olmadıklarını kesinlikle belirten Karamanov, "(..) sadece, bitklilerle konuşmayı ve kendilerine özgü dillerini öğrenmekle kalmayıp, bitkilerin yaşamını kontrol etmemize yardımcı olacak kriterleri ortaya çıkarıyoruz. Bu zorlu, fakat çekici yolda, halen, bir çok süpriz bizi beklemektedir" diyordu.

Izvestia'daki makaleyi, .1974 yazında, Nauka i Religiya dergisinde yayımlanan bir yazı izledi. Yazıyı hazırlayan mühendis A. Merkulov, Backster'in bitkilerinin, salamura karideslerin ölümüne ve 'komşu' bitkinin katiline karşı nasıl tepki duyduklarını anlatıyor ve sonra, bitkilerin insanlardaki ruh hallerine böylesi yanıtlar verdikleri hususun, Alma Ata'daki Devlet Üniversitesi'nde tespit edilmiş olduğunu ekliyordu. Bilim adamları, Kazakistan'ın başkenti Alma Ata'nın geniş elma bahçelerinin bulunduğu bir bölgesinde bitkilerin, sahiplerinin rahatsızlıklarına ve duygusal hallerine defaatle tepki gösterdiklerini tespit etmişlerdi. Uzun bir süreden beridir benimsenen, bitkilerin kısa süreli bir hafızaya sahip olduklarına ilişkin görüşü de böylece onaylıyorlardı. Fasulyeler, patatesler, buğday ve düğün çiçeği, uygun şekilde verilen "talimatlar"dan sonra bir zenon-hidrojen lambasının yanıp sönme frekansını sanki hatırlayabiliyorlardı. Bitkiler, bu yanıp sönmeleri, Merkulov'un tabiriyle,"ender görülen bir dakiklik" ile tekrarlıyorlardı. düğün çiçeği 18 saat gibi uzun bir aradan sonra, belirli bir frekansı tekrarlayabildiği için de, bitkilerde "uzun süreli" hafızadan bahsetmek mümkün oluyordu.

Bu yanıtın alınmasından sonra Kazak bilim adamları, yanına mineralleştirilmiş bir kaya parçası konulduğunda onu tanıması içinbir"philodendron"u koşullandırmaya çalıştılar. Pavlov'un köpekler üzerinde uyguladığı sistemi kullanarak, mineralleştirilmiş bir maden cevherini bitkinin yanına her koyduklarında, onu da aynı anda bir elektrik şokuyla "cezalandırıyorlardı". Maden cevheri yanına konulduğunda, acıveren şoku bekler bir hale giren bitkinin, "duyguları alt üst oluyor",böylelikle de bitkide bir "şartlı refleks" durumu ortaya çıkıyordu. Dahası,"philodendron"un, mineralleştirilmiş bir maden cevheri ile hiç bir mineral ihtiva etmeyen benzer bir kaya parçasını birbirinden ayırt edebilmesi de bitkilerin bir gün jeolojik araştırmalarda kullanılabileceklerini gösteriyordu.Merkulov, yazısına, bitki gelişimindeki tüm süreçlerin kontrolünün tüm yeni deney çalışmalarının nihai amacı olduğu düşüncesiyle son veriyor veSibirya'nın Krosnoyarsk kentindeki bir fizik enstitüsüyle ilgili olarak da şunları yazıyordu: "Fizikçiler, daha şimdiden, tek hücreli bir deniz yosunu olan 'Chlorella'nın gelişimini ayarlıyorlar. Deneyler sürmekte vegiderek karmaşık bir hale gelmektedir. Kuşkusuz, pek uzak olmayan bir gelecekte bilim adamları sadece basit bitkilerle yetinmeyip, daha yüksek düzeyden bitkilerin de gelişimini kontrol edebilecekler." .

1972 Kasımı'nda Sovyet okuyucuları bu kez de popüler bi­limle ilgili önde gelen bir kuruluş olan 'Bilgi' derneğinin çıkardığı Znaniya Sila (Bilgi güçtür) adlı dergide, Prof. V.N. Pushkin'in yazdığı, "Çiçek, Bana Cevap Ver!" adlı makaleyle karşılaştılar. Bir psikoloji doktoru olan Pushkin, yazısına Backster'in karides deneyinin ayrıntılı bir tarifiyle başlayarak, genç asistanlarından V,M. Fetisov'un evinden getirdiği sardunya çiçeğini laboratuvarındaki ensefalografla irtibatlandırmak suretiyle, "Backster Etkisi" ile ilgili deneylere nasıl başladıklarını anlatıyordu. Bu deneyler onları, hipnotize edilmiş bir kimsenin normal birine nazaran, bir bitkiye duygularını daha bir doğrudan ve kendiliğinden gönderebilmesi gerektiği inancına ulaştırdı. Pushkin, hipnoz kullan­ma politikası ile ilgili olarak şöyle yazıyordu:

"Eğer bir bitki, genel olarak, bir insandaki psikolojik hallere tepki gösterebiliyorsa, güçlü bir duygusal parazite yanıt verece­ği muhakkaktır. Fakat; korku, mutluluk, üzüntü hallerini bir emir­le nesıl oluşturabiliriz ki? Buradaki güçlüğü hipnoz sayesinde ortadan kaldırmak mümkündür. İyi bir hıpnotist, süjesinde sorderece çeşitli ve aynı zamanda da yeterince güçlü deneyimler oluşturabilir ve sanki, bir insanın duygusal küresiyle irtibatlanabilir. Bu da deneylerimiz için gerekli olan şeyin ta kendisidir."

Pushkin ve asistanı Fetisov, bu amaçla, Georgi Angushev adındaki genç bir Bulgar hipnotist ile birlikte çalışmaya karar verdiler. Angushev, hipnotize ettiği bir çok kişi arasında, trans haline kolayca girenleri seçti. Sovyet araştırmacıları, özel olarak seçilen bu kişilerle çalışmalarına rağmen, cesaret verici ilk sonuçları ancak uzun bir süre sonra alabildiler. Bir gün, Pushkin'in "canlı bir mizaca ve kendiliğinden ortaya çıkan bir duygusallığa' sahip bir kişi olarak tanımladığı, Tanya adındaki genç bir bayanla çalışmaya başladılar. Tanya'yı, ensefalografın irtibatlı bulunduğu bir çiçeğin 80 cm. kadar ötesinde bulunan rahat bir koltuğa oturttular. Kendisini transa sokan Angushev, dünyanın en güzel kadınlarından biri olduğunu telkin etti. Anında gülümsemeye başlayan Tanya'nın yüz ifadesi, çevresindeki kişilerden gelen ilginin kendisine büyük bir haz verdiğini gösteriyordu. O ana kadar dümdüz bir çizgi kaydeden kayıt kalemi, bu haz deneyimlerinin en aşırı noktasında bir dizi slinirli dalgalar çizdi.Angushev, daha sonra Tanya'ya, kuru bir ayazın çıktığını ve havayı sertleştirdiğini söyledi. Tanya'nın tepkisi aniden deği­şiverdi. Hafif yaz giysileri içinde dondurucu havada dışarıya çıkarılan bir insan gibi titremeye başlamış ve yüzü üzüntü ve acıyla karışık bir şekilde buruşmuştu. Tanya ıstırabının doruğundayken, bitki, grafik kağıdının üzerinde güçlü bir dalgalı çizgi daha kaydetti. Bundan sonra Angushev, süjesine, gelişigüzel bir şekilde, olumlu ya da olumsuz duygular telkin etti ve çiçek de her seferinde yerinde bir tepkiyle yanıt verdi. Psikologlar, bu yanıtların odada tesadüfen oluşan olayların sonucu olmadığını kanıtlamak üzere, deneyleri arasındaki uzun süreler boyunca ensefalografı açık bırakarak çalıştırdılar. Bu süreler dahilinde herhangi tür bir tepki kaydedilmedi.

Pushkin ve Fetisov, bitkinin, Backster'in idda ettiği şekilde, bir yalanı tespit edebilip edemeyeceğini görmeye karar verdiler. Tanya'ya 1 ile 10 arasında bir rakam tutması telkin edildi ve bu rakamı, ısrarla sorulsa dahi, hiç bir zaman açıklamaması söylendi. Araştırmacılar, tuttuğu rakamın o olup olmadığını Tan­ya'ya sormak üzere her rakamdan sonra duralayarak, 1 'den 10'a kadar yavaşça saydılar. Tanya kendilerini her seferinde bir"Hayır!" ile yanıtladı. Psikologlar Tanya'nın yanıtları arasında herhangi bir fark göremedilerse de, bitki, 5 rakamı sayıldığında süjenin iç dünyasına, belirgin ve açık bir tepki gösterdi. Tanya'nın seçtiği ve açıklamamak için söz verdiği rakam 5'ti!

Bu alanda yürüttüğü bir çok deneyin sonunda Pushkin, çiçekteki bitkisel hücrelerin, beşeri süjelerin sinir sistemlerinde ya da muğlak bir ifadeyle"duygusal halleri" denilen şeyde oluşan süreçlere tepki gösterdikleri sonucuna vardı. Çiçeğin tepkisine bir anlam vermek isteyen Pushkin şunları yazıyordu: "Belki de enformasyona dayalı iki sistem, yani bitki hücreleri ile sinir sistemi arasında özel bir irtibat mevcuttur. Bitki hücresinin dili ile sinir hücresinin diliarasında bir bağlantı olabilir. Birbirinden tamamiyle farklı olan bu canlı hücreler, sanki bir diğerini'anlayabiliyorlardı. '"

Pushkin'e göre; en sonunda nasıl bir hakikat ortaya çıkarsa çıksın, bir husus kuşku götürmemektedir: "Bitki ile insan arasındaki ilişkilerin araştırılması, çağdaş psikolojinin en acil sorunlarından bazılarına ışık tutabilir." Bitkiler dünyasının, bu bilimsel çalışmaların ardında yatan sihir ve esrarı ise, popüler bir yazar olan Vladimir Soloukhin'in "Çimen"(Trava) adlı kitabına konu olmuştur. Bu kitabın metni, 1972 yılı sonlarında, Nauma i Zhizn dergisinin 4 sayısı boyunca yayımlanmıştı. Gunar'ın yaptıklarını hayranlıkla okuyan Soloukhin, bu çaIışmaların Rusya'da neden daha fazla bir heyecan yaratmadığına hayret ediyordu:"Belki de bitkilerdeki hafıza unsur!an yüzeysel bir şekilde incelenmiştir ama, en azından, kağıda qeçirilmiş olarak işte orada, karşımızda duruyorlar! Yine de hiçkimse, 'Duydunuz mu? Bitkiler hissediyorlarmış! Acıyı hissedebiliyorlarmış! Bağırıyorlarmış! Bitkiler her şeyi hatırlıyormuş!'diyerek arkadaşlarına ve komşularına seslenmiyor!ar, telefonda bağırmıyorlar!'

Ancak, kendi araştırmaları sırasında Soloukhin, Sovyet Bilimler Akademisi'nin önde gelen üyelerinden olan ve Sibirya'daki Akademgorodok Araştırma Merkezi'nde çalışan bir bilim adamının yaptığı şu açıklamaya rastlamıştı: "Hiç şaşırmayın! Biz de bu türden bir çok deney yürütüyoruz ve hepsi de bir tek şeye işaret ediyorlar: Bitkilerde hafıza vardır. İzlenimler edinebilip, bunları uzun süreler boyuncaakıllarında' tutabilirler. Aramızdan biri, bir sardunya çiçeğinibirbirini izleyen bir kaç gün boyunca sürekli taciz etti ve hatta işkenceye tabi tuttu. Çimdikledi, parçaladı, yapraklarına iğne batırdı, canlı dokuları üzerine asit damlatı, kibritle yaktı ve köklerin kesti. Bir diğer kişi ise, aynı sardunyaya şefkatle baktı, suladı, toprağını işledi, üzerine tatlı su püskürtü, ağır dallarını destekledi, yanıklarını ve yaralarını tedavi etti. Cihazlarımızı bitki ile irtibatlandırdığımız zaman ne oldu dersiniz? İşkenceci, bitkininyerine yaklaşır yaklaşmaz, cihazın kayıt aleti delice hareket etmeye başladı.Sardunya sadece 'sinirlenmekle' kalmamış, korkmuş, dehşet içinde kalmıştı. Eğer elinden gelseydi, ya kendini pencereden aşağıya atardı ya da kendisine işkence yapar kişiye saldırırdı. Bu engizisyoncu dışarı çıkıp da onun yerine iyi yürekli kişi alındığında sardunya yatıştı, gönderdiği empülsler şiddetini kaybetti, kayıt cihazı düzgün çizgilere,'şefkatli' diyebiliriz çizgiler kaydetmeye başladı."

Soloukhin'in bilmediği bir husus da Sovyet bilim adamlarının, bitkilerdeki dostunu ve düşmanını tanıma yeteneğine ilaveten, su verilen bir bitkinin sudan mahrum bırakılan bir bitkiyle bu suyu paylaştığını fark ettikleriydi. Sovyet Bitki Araştırma Enstitüsü'ndeki Sovyet botanikçileri, bir cam kutu içinde etkili olan bir mısır sapına bir kaç hafta süreyle su vermediler. Tutuklu' mısır ölmediği gibi, yakınında ekili olan ve normal koşullar altında büyütülen mısır sapları kadar sıhhatli kalarak, serpilmeye devam etti. Botanikçilere göre; sağlıklı bitkilerden 'esir' arkadaşlarına su aktarılmıştı! Ancak, bunun nasıl gerçekleştirildiği hakkında da bir fikirleri yoktu .

Bitkiler, enerjileriyle, hemcinslerinin yanı sıra insanlara da yardımcı olmaktadırlar. Or. Nikolai Yurchenko, Kara Deniz kıyısındaki Sukhumi Sanatoryumu'nda 20 yıl boyunca, bitkilerin insan sağlığı üzerindeki etkilerini incelemiştir. Belirli çiçeklerle ağaçların -söğüt, huş, meşe ağaçları, güller- bazı tedavilerde şifa verici bir tesirleri olduğunu ileri sürmektedir. Güller, koyu kırmızı çiçekler, söylendiğine göre, sinir hastalıklarına iyi gelirler. Or. Yurchenko'ya göre; hastalar doğal bir şekilde, kendilerine en yararlı olacak türden yeşilliklere ve çiçeklere doğru çekilirler. Gürcistan Astropikal Çiftçilik Enstitüsü'nden Akaki Kereselidze, sadece "boş güzellik" uğruna düzenlenmiş olmayıp, bedenin belirli kısımlarının yeniden canlandırılmasına ve güçlendirilmesine destek olmaları amacıyla seçilen yeşilliklerle bezenmiş "sağIık parkları" önermektedir.Sovyet Kirlian fotoğrafçılığı, çeşitli bitkilerden neşrolunan ve bitkilere özgü diyebileceğimiz enerji desenleri ortaya koymaktadır. Bunun dışında, Sovyetler Birliği'nin çeşitli halklarındaki binlerce yıllık tradisyon birikimi düşünüldüğünde, bazı Sovyet araştırmacılarının yapraklardan ve ağaç kabuklarından yeni yeni iksirler elde etme çabalarının yanısıra, diğer bazı bilim adamlarının, bitkilerin şifalı neşriyatları olduğu hakkındaki eski halk inancını araştırmaları oldukça önem kazanmaktadır. Bitki enerjilerinin ve neşriyatlarının bilimsel incelenimine, 1920'lerde elde ettiği deneysel donelerle katkıda bulunmuş olan bir Sovyet bilim adamı da Dr. Alexander Gurvich'ti ." Tümcanlı hücreler görünmeyen bir ışıma uretiler' diyen Gurvich, belirli bitkilerden çıkan ışınlar tespit ettiğini ileri sürüyor ve bunlara "mitojenetik ışıma" adını veriyordu.

Gurvich, bu olguyu araştırmak için son derece ilginç bir deney düzenledi."Soğan topu" diye adlandırabileceğimiz bu deney sırasında, bir soğanın ucundan neşrolunan ışıma ile bir diğer soğanın yan tarafını bombardıman ederek, bu soğanın hücrelerinin gelişiminde % 25 oranında bir artışa yol açmıştı. Bu tuhaf ışıma, maya ve bakterilerin gelişimini de arttırıyordu. Aynı ışıma camdan geçememiş ama, kuvartzdan geçmişti. Gurvich, bitkilerin yanısıra insanlardan da çıkan mitojenetik ışınlar tespit etti ve hastalığın bu ışınları değiştirdiğini keşfetti. Hasta bir insanın bir maya kültürünü bir kaç dakika süreyle tutması, yaşam dolu maya hücrelerini öldürmek için yeterli oluyordu.

Gurvich'un bu çalışmaları, özellikle tıp açısından çok büyük bir gelecek vadetmelerine rağmen, söz konusu ışımanın arkasındaki mekanizmayı açıklayabilecek bir teori ortaya koyamadığı için unutulup gitmişti. Ancak günümüzde, Kirlian fenomenini ve "biyo-ışıldama"yı (bio Iuminescence) etüd eden Sovyet bilim adamları, Gurvich'in bulgularını tekrar ortaya çıkararak, yeni baştan değerlendirme görevini üstlenmişlerdir. Nitekim, Gurvich'in bu bulgularını hatırlayarak çalışmalarında kullanan bir Sovyet bilim adamları grubu, hücrelerin, mesajlarını özel elektromanyetik ışınlar halinde şifrelemek suretiyle "haberleşebil· diklerini" keşfetmişlerdir. Canlı hücreler arasında belirli bir mesafe öteden "ilişki" kurulması, muhakkak ki, Backster'in bitkilerde tespit ettiği "Backster Etkisi"nin,yani "hücresel düzeyde ana algılama"nın gerçekliğini ortaya koyan, aynı paraleldeki bir olgudur.

İnsan bedenindeki akupunktur noktalarını kontrol noktaları olarak kullanmak suretiyle, bedendeki enerji akımını kaydeden bir cihazın mucidi olan Moskovalı genç fizikçi Dr. Victor Adamenko bitkileri de genellikle canlı dedektörler ve seziciler (sensor) olarak mütalaa etmekte ve"Zamanla canlı triyodlar, alıcılar, üreteçler ve biyotroniğin öteki yararları ortaya çıkabilir' demektedir. Adamenko'ya göre; bu tür biyo dedektörler ile can­sız cihazlarımız vasıtasıyla tespit edemediğimiz enerji biçimlerini tespit edebiliriz.

Dr. Adamenko, bitkilerin bu alıcılık vasıfları ile ilgili olarak, Backster'in bulgularını destekleyen bir gözlem yapmıştır:

"Deneyler göstermektedir ki, bitkiler 150 km.lik bir mesafeden bir tür neşriyat alabilmekte ve Faraday kafesleri ya da metal kaplar kullanılmak suretiyle elektromanyetik dalgalardan izole edilmeleri bitkilerin sözkonusu sinyali almalarını engelleyememektedir."

Moskova Üniversitesi profesörlerinden, Coğrafi bilimler doktoru 1. Zabelin, Literaturnaya Gazeta'da çıkan "Tehlikeli Hülyalar" adlı makalesinde şunları yazıyordu: "Doğanın dilini, ruhunu ve mantığınıanlamaya, ancak yeni yeni başlıyoruz. Bitkilerin 77 perdenin arkasındaki 'iç dünyaları', biz insanların gözünden henüz saklıdır"

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Uzak Doğu'da Bitkiler Üzerine

Araştırmalar

Dr. T.C. Singh ve Araştırmaları

Güney Hindistan'daki Annanalai Üniversitesi Botanik Bölümü'nün Başkanı olan Dr. T.C. Singh, haftalar boyunca her sabah, Güneş ortalığı aydınlatırken, mimozalarının karşısına geçip kemanıyla geleneksel parçalar çalmaya başlıyordu. Sonunda, mimozaların büyümesi iki misli arttı.

Müziğin bitkiler üzerindeki etkisini anlatan Hint efsanlerinden yola çıkan Or. Singh, bu konudaki araştırmalarına elektrikli bir diyapazon ile başladı ve gün doğumu ve gün batımında normal olarak atalet içinde olan bitki protoplazmasının ritmik ses dalgalarıyla, müzik ve dansla harekete geçirilebileceklerini tespit etti. 1958 yılında, Fransa'daki Uluslararası Bahçıvanlık Derneği'nin bir toplantısında konuşan Singh, kemanla ve flütle çalınan parçaların ve insanların söylediği şarkıların; boruçiçekleri, soğanlar, tapyokalar ile biberlerin büyümesini hızlandırdıklarını, boylarını ve verimini artırdıklarını açıkladı. Ayrıca, bazı bitkiler de yeni özelliklerini, kendilerinden sonra gelen nesillere aktarıyorlardı. Singh'in iddiasına göre; müzik, kromozom seviyesinde değişiklikler meydana getirebilirdi.Bir diğer çalışma sırasında, Dr. Singh'in asistanı Bn. Sella Ponniah, her sabah müzik eşliği olmaksızın, "Bharata-Natyam" denilen kadim Hint dansını yapıyordu. Bu deney sonueunda, papatyaların, kadife çiçeklerinin ve boru çiçeklerinin büyümeleri son derece hızlanmıştı; kıyaslamak için kullanılan kontrol bitkilerine nazaran % 60 daha yüksek bir boya ulaşmışlar ve onlardan 15 gün önce çiçek açmışlardı. Anlaşıldığına göre; dans etmek, ritmik ses dalgalarını müzik gibi hava yoluyla değil de yerden aktararak etkili oluyordu.Yürütülen bütün bu deneylerin sonucunda Dr. T.C. Singh, 1963 yılında, Bihar Ziraat Koleji dergisinde yayımlanan "Müzik ve Dansın Bitkiler Üzerindeki Etkisi" ("On the Effect of Music and Dance on Plants"Bihar Agricultural College Magazine, Vo1.13, No.1, 1962-63) adlı yazısında şöyle bir beyanda bulunabiliyordu:

"Armoni halindeki ses dalgaları bitkilerin gelişimini, çiçek açmasını, meyva vermesini ve tohum verimini etkiledikleri, hiç bir kuşkuya yer bırakmaksızın kanıtlanmıştır"Açtığı bu yoldan Singh'i izleyen öteki araştırmacılar da çeşitli müzik parçaları ve seslerle deneyler yaptılar. Bn. Dorothy Rettallack'ın, yüksek öğrenimi sırasında, biyoloji profesörü Francis F. Broman'nın da yardımıyla yürüttüğü bir dizi deney sonucunda, bitkilerin; Haydn, Beethoven, Brahms ve Bach'ın klasik parçaları ile klasik Hint müziği çalındığında olumlu bir şekilde etkilendikleri, hatta müziğin kaynağına doğru belirgin bir şekilde yöneldikleri tespit edildi. "Rock" müziği ise, aksine, son derece olumsuz etkilere yol açıyor ve bitkileri "kaçırıyordu."Singh, sesin, müzik, şarkı ve dans yoluyla bitkileri etkilediğini ortaya koymazdan çok önce, daha 1930'larda Ukrayna'da, radyo frekansları ve ultrasonik titreşimler, verimi artırmak amacıyla tahıl tohumlarını uyarmak için kullanılıyordu. Amerika Birleşik Devletleri Ziraat Bakanlığı da aynı metodu başarıyla uygulamıştı. Bu uygulamalar gösteriyordu ki, bitkiler ve tohumları, ultrasonik frekanslar ile uyarıldıklarında, enzim faaliyetini ve solunum hızını artırıyorlardı. Ancak, bazı bitki türlerini uyaran frekanslar başka türler üzerinde menedici bir etki yapıyorlardı. Yakın zamanlarda ise, Kanada'daki Ottowa Üniversitesi araştırmacılarından Pearl Weinberger ve Mary Measures'in bu konudaki çalışmalarına rastlıyoruz. Weinberger ve Measures, "ses menzili" dahilindeki işitilebilir frekansların, buğdayın gelişimini çoğaltmada müzik kadar etkili olup olamayacağını merak ediyorlardı.

Bu iki biyolog, 4 yıldan fazla süren bir dizi deney sırasında 2 tür buğdayın taneleri ile fidelerini yüksek frekanslı titreşimlere maruz bıraktılar. Sonuç olarak buğdayın, tohumların uyarılma sürelerine bağlı olarak, saniyede 5.000 devirlik bir frekansa en olumlu yanıtı verdiğini tespit ettiler. Fakat, işitilebilir sesin, buğday hasadını 2 misline çıkarabilecek kadar çarpıcı bir oranda hızlandırılmış gelişime neden yol açtığını da bir türlü açıklayamadılar. Öne sürdükleri teori, ses dalgalarının bitki hücrelerinde bir rezonans etkisi oluşturabileceği ve dolayısıyla da enerjinin birikmesini sağlayarak bitkinin metabolizmasını etkileyebileceği üzerineydi.

North Carolina Üniversitesi'nden Prof. G.T. Hageseth'in başkanlığını yaptığı bir araştırma grubu da aynı konu üzerinde çalışmış ve bazı ilginç sonuçlar elde etmiştir. Önceleri deneysel "pembe gürültü" kullanan North Carolinalı bilim adamları, üzerinde uygulama yaptıkları şalgamların sessiz bırakılan hemcinslerine nazaran çok daha hızlı filiz verdiklerini gördüler. Bu "gürültü" saniyede 20 ile 20.000 devirlik frekanslarda ve 100 desibel değerindeki bir ses şiddetinde olup, havalanan bir 727 jet uçağının 30 m. kadar öteden duyulan gürültüsünü andırmaktadır. Havaalanı gürültüsünün seviyesinde çalışmak hiç de çekici gelmediği için, aynı Weinberger ve Measures gibi North Carolina ekibi de arzu edilen etkileri daha düşük desibel seviyelerinde oluşturabilecek belirli dalga boylarını ya da bileşimleri aramaya koyuldular. Sonunda, şalgamların saniyede 4.000 devirlik bir frekansa maruz bırakılmaları halinde şalgamlardaki filizlenmenin hızlandığını keşfettiler.

Müzik ve ses dışında, belirli bir yapıya sahip sözlerin de bitkileri etkilediği bilinmektedir. Örneğin; Kanada, Quebec'teki Sirananda Yoga Ashram'ın Yogileri, Backster'le birlikte deneyler yürütrnüş ve hep birlikte "mantra"söylerken bitkilerin değişik tepkiler gösterdiğine tanık olmuşlardır.

 

Sir J.C. Bose ve Araştırmaları

Ünlü Hintli bilim adamı Sir Jagadis Chandra Bose (1868­ -1937) "Bitkilerin hassas bir sinir sistemi ve çeşitlilik gösteren birduygusal yaşamı vardır’’diyordu. Tüm yaşam biçimlerinde gözlemlenen tezahürler arasındaki benzerlikler dikkatini çeken Bose, bitkilerin hassas olduklarını kanıtlamak üzere bilimsel ve son derece teknik araştırmalar yapmaya başlamıştı. 5 yıllık bir süre soyunca, bitkilerin dışardan gelen uyaranlara karşı verdikleri elektriki yanıtları inceledi ve bu deneylerinin sonuçlarını, 1902 yılında, "Canlı ve Cansızlarda Yanıt" (Response in the living and Non living) adlı bir kitapta yayımladı.

Daha sonra, bitkilerdeki mekanik hareketler ile hayvanlarda ve insanlarda gözlemlenenler arasında nasıl bir benzerlik olabileceği konusu üzerine eğilmeye başladı. Bitkilerde, solungaçlar ya da ciğerler olmaksızın hareket oluştuğuna göre, karmaşık bir sinir sistemi bulunmadan da hayvanlardakine benzer bir 'tahrik" şeklinin mevcut olması makul görünüyordu. Bose, "Bitkilerde oluşan ve gözle görülmeyen değişimler/'tespit edebilmek ve bitkilerin "tembih edilmiş ya da depresyon içinde'olup olmadık­larını anlayabilmek için tek yolun, kendi deyimiyle "kesin deney darbeleri"ne ya da şoklara karşı verdikleri yanıtları görsel ola­rak ölçmek olacağı sonucuna vardı.

Böylece, bitkilerdeki büzülmeleri büyütmek için meydana getirdiği optik levyeyi geliştirmekle işe başladı. Bu levye artık, bitki uzuvlarının, 0 ana kadar bilim dünyasının gözlerinden saklı kalan hareketlerini görülür hale getiren bir 'optik nabız kayıt cihazı' haline gelmişti. Bose,bu aletin yardımıyla, kertenkele, kaplumbağa ve kurbağa derilerinin davranışları ile üzüm, domates ve diğer sebze ve meyva kabuklarının davranışları arasındaki benzerliği; böcek yiyen bitkilerdeki hazım cihazlarının hayvan midelerine çok benzediğini; ışığa teki göstermede yapraklar ile hayvan gözlerindeki retina arasında büyük benzerlikler olduğunu; bitkilerin de hayvan kasları gibi sürekli uyarmadan ötürü yorulduklarını kanıtladı. Hatta, aşırı derecede hassas olan mimozalar üzerindeki çalışmalarıyla b.ir sinir sisteminin özelliklerinin mevcudiyetini ortaya koyabiliyordı. Bir gün, hareketleri tamamen duran bir bitkinin birden, hayvanlardaki ölüm kasılmasını andıran bir şekilde ürperdiğine tanık oldu. Ölürken, bitkiden muazzam bir elektriki güç çıkmıştı.

Bu bulgularını, daha başka yüzlerce done ile birlikte, 1906 ve 1907 yıllarında 2 kitap halinde yayımladı: "Fizyolojik Araş­tırmada bir Araç Olarak Bitki Yanıtı" (Plant Response as a Means of Physiological Investigation) ve "Karşılaştırmalı Elektro-Fizyoloji" (Comparative Electro-Physiology).

Bose'un ihtilalci fikirleri ve özellikle, bitkilerde sinirler olduğuna ilişkin bulguları botanikçiler arasında pek hoş karşılanmamıştı. Çeşitli bitki ve hayvan dokularının tepkileri arasındaki belirli farklılıkları vurgulamak yerine, devamlı olarak, aralarındaki gerçek bir sürekliliğe işaret ediyordu. Dahası, tecrit edilmiş bitkisel sinirin bir hayvan sinirinden ayırt edilemeyeceğini ileri sürüyordu.

Bose, bitkilerde otomatik bir uyarma yaratmak ve gelecek yanıtları kaydetmek için giderek çok daha hassas cihazlar geliş­tirdi. Bose'un laboratuvarındaki bu büyüteçlerin birinden bakarak, haşlanan bir lahana yaprağının geçirdiği dehşetli nöbetlere tanık olan ünlü yazar Bernard Shaw, bir arada yayımlanan bütün eserlerini Bose'a ithaf etmişti. 1917 yılında "Sir" ünvanı verilen Bose, Calcutta'da bir Araştırma Enstitüsü kurdu. 1918 yılında da yeni bir cihaz geliştirdiğini açıkladı:"Crescograph." Bu aletle, bitkilerin hareketleri 10.000 misli büyütülerek gözlemleniyor ve ayrıca, bitkilerin büyüme hızı ve 1 dakika gibi kısa bir süre içinde gösterdikleri değişimler otomatik olarak kaydedilebiliyordu. Bose, bu aletle, sayısız bitkide büyümenin ritmik nabızlar halinde oluştuğunu ve her bir nabzın ani bir yükselmeye ve arkasından, yavaşça, katedilen mesafenin dörtte biri oranında kısmi bir geri çekilmeye yol açtığını ortaya koydu. Bose'un Calcutta'da ölçtüğü nabız ritmi saniyede 3 mertebesindeydi.

Ünlü Hintli ermiş Pramahansa Yogananda, "Bir Yogi'nin Otobiyografisi" (Autobiography of a Yogi, Bombay, Jaico Publishing House, 1971) adlı kitabında, Dr. Bose'un Araştırma Enstitüsü'ne yaptığı ziyareti ve "crescograph"dan gördüklerini anlatır:

" ... Büyük botanikçi, verdiği sözü unutmayarak, beni sakin laboratuvaruna götürdü. "Crescograph'ı bu eğreltiotuyla irtibatlandıracağım; büyültme gücü muazzamdır. Bir sümüklüböceğin yürüyüşü aynı oranda büyütülseydi, aynıbir expres tren hızında seyrediyor gibi görünecektir.

"Bakışlarımı merakla, büyültülmüş eğrelti otu gölgesine yansıtan perdeye diktim. Küçücük yaşam hareketleri artık açıkça algılanıyordu; bitki, hayret dolu bakışlarının altında gayet yavaş bir şekilde büyüyordu. Bilim adamı, ufak bir metal çubukla eğrelti otunun tepesine dokunuverdi. Gelişmekte olan pandomima aniden durdu ve çubuk çekilir çekilmez de düzgün ritmine yeniden başladı.

"Bose, 'Dıştan gelen herhangi bir tesirin hassas dokular için ne kadar zararlı olduğunu gördün' dedi. 'Dikkat et; şimdi kloroform, arkasından da antidot vereceğim.' "Kloroform etkisi tümbüyümeyi durdurmuş, antidot ise tekrar canlandırmıştı. Perdedeki evrimsel hareketler bana bir'film'öyküsünden daha cazip geliyordu. Dostum (burada kötü kişi rolünü oynayarak), eğreltiotunun bir yerine sivri bir alet soktu,spazmodik çırpınmalar bitkinin çektiği ıstırabı gösteriyordu. Bitkinin sapınıjiletle yardığında ise, perdedeki gölge şiddetle dalgalandı ve sonra ölümün nihai noktalanması ile hareketsizleşti.

"'Önce, devasa bir ağacı kloroformla 'uyutarak', başarılı bir nakil yaptım. Ormanın bu dev sakinleri, çoğu kez, başka bir yere taşındıktan sonra, hemen ölürler.' Bose ağacın hayatını kurtaran bu tedbiri anlatırken gülümsüyordu, 'Hassas aletimin yaptığı kayıtlar, ağaçların bir dolaşım sistemine sahip olduklarını kanıtladı; özsu hareketleri, hayvan bedenlerindeki kan basıncına tekabül eder. Özsuyunun yükselişi, kapiller çekme gibi normal olarak ileri sürülen mekanik nedenlerle açıklanamaz. Canlı hücrelerin faaliyeti gibi bu fenomen de crescograph vasıtasıyla çözülmüştür. Bir ağaç boyunca uzanan ve gerçek bir 'kalp' olarak hizmet gören silindirik bir tüpten peristaltik dalgalar neşrolur! Ne kadar derinden algılarsak, çok yönlü Doğa'nın her formunu aynı tarzda bir planın irtibatlandırdığına dair kanıtlar da o kadar çarpıcı bir hale gelir.'''

1923'de "Ozsuyunun Yükselişinin Fizyolojisi" (The Physiology of the Ascent of Sap) 1924 ve 1926 yıllarında ise sırayla, "Fotosentezin Fizyolojisi" (The Physiology of Photosynthesis) ve "Bitkilerde Sinir Mekanizması" (The Nervous Mechanism of Plants) adlı kitapları yayırnlanan Bose, 1926 yılında, milletler Cemiyeti'nin, Einstein'ın"da üyesi olduğu Kültürlerarası işbirliği Komitesi'ne seçildi.

1920 yılında, artık emekliye ayrılmış olan Bose, kendi kurduğu enstitünün konferans salonunda bilimsel felsefesini özetlerken şunları söylüyordu:

"Kendi yaşamımızla bitki dünyasının yaşamı arasında muhtemel herhangi bir ilişki var mıdır? Bu soru spekülasyona açık olmayıp, yanıtı, aleyhinde bir şey söylenemeyecek bir metod ile gerçekten gözler önüne serilmiştir .. Bu şu anlama gelmektedir ki, çoğunun tamamen yersiz ve gerçeklere aykırı olduğunu sonradan anladığımız tüm önyargılarımızı terketmeliyiz. Nihai talep bitkinin kendisine yapilmalı ve bitkinin kendi imzasını taşımadıkça hiç bir kanıt kabul edilmemelidir."

 

Dr. Hashimoto ve Araştırmaları

Kamakuralı bir felsefe doktoru ve başarılı bir elektronik mühendisi olan, Japonya'nın önde gelen parapsikoloji araştırmacılarından Dr. Ken Hashimoto, son derece gelişmiş bir yalan tespit işlemini kullanarak, bitkiler alemiyle ilgili olarak elde edilen en önemli bulgulardan birini ortaya koyan bir düzen geliştirmiştir.

Japon polisi hesabına yalan tespit danışmanlığı yapan Dr. Hashimoto, Backster'in laboratuvar deneylerini okuduktan sonra, önce, evindeki kaktüslerden birini, akupunktur iğneleri vasıtasıyla basit bir "polygraph"ile irtibatlandırmaya karar vermişti. Ancak, Dr. Hashimoto'nun asıl amacı, Amerikalı araştırmacılarınkinden çok daha devrimsel nitelikteydi: Bir bitki ile tam anlamıyla, karşılıklı konuşmayı ümit ediyordu. Bunu gerçekleştirebilmek için de Japonya'da uygulanan yalan tespit işlemi ile ilgili olarak kendisinin geliştirmiş olduğu bir sisteme güveniyordu. Bu sistemde, bir sanığın tepkilerini kaydetmek için sadece bir kaset-teyp yeterliydi. Sanığın sesinin modülasyonlarının perdesini (yerini) elektronik olarak değiştirmek suretiyle, Hashimoto, kağıl üzerinde tespit olunan, güvenilir yeterlikte bir kayıt üretmeyi başarmıştı.

Hashimoto, bu kez, sistemini tersine çevirmekle, "polygraph" kaydındaki çizgileri modülasyonlu seslere dönüştürebileceğini düşündü. Evindeki kaktüsle yaptığı ilk çalışmalar başarısızlıkla sonuçlandı. Ne Backster'in yazılarını, ne de kendi teçhizatını hatalı bulmak istemeyen Hashimoto, bitki ile iletişim kuramadığı için sorunun kendisinde olduğuna karar vermişti. Nitekim, bitkileri çok seven ve bitki yetiştirmede hünerli olan Bn. Hashimoto, kısa sürede sansasyonel sonuçlar almaya başladı. Bn. Hashimoto, kaktüsünü, kendisini sevdiğine inandırdığında, kaktüsten hemen bir yanıt geliyordu. Dr. Hashimoto bu yanıtı kendi elektronik teçhizatı ile sese dönüştürüp de yükselttiği zaman, bitkinin ürettiği sesin, yüksek gerilim hatlarının uzaktan gelen, yüksek perdeden uğultusuna benzediğ'i görüldü. Ancak, daha ziyade, sürekli değişen ve kulağa hoş gelen bir ritmi ve tonu olan ve zaman zaman da sıcak ve hatta neşeli tarzda bir şarkıyı andırıyordu.

Bn. Hashimoto'nun kaktüsüyle yaptığı 'sohbeti' dinleyenlerin anlattığına göre, modülasyonlu Japonca konuşan Bn. Hashimoto'yu bitki, modülasyonlu "kaktüsçe" ile yanıtlıyordu! Dahası, Hashimotolar kaktüsleriyle öylesine bir yakınlık kurdular ki, kısa bir süre sonra, bu bitkiye, 20'ye kadar saymasını ve toplama yapmasını öğretmeyi başardılar. Kaktüsün, 2 artı 2'nin kaç ettiği sorusuna verdiği ve sese dönüştürülen yanıtı tekrar çizili kayıtlara uyarlandığında, 4 belirgin ve birleşik tepe noktası oluşturuyordu.

Japonya'nın en çok okunan yazarları arasında da yer alan Dr. Hashimoto'nun "ESP'ye Giriş" ve "Dördüncü Boyut Dünyası'nın Esrarı" gibi ilginç kitapları bulunmaktadır. Kendisinden, konuşan ve toplama yapan kaktüs fenomenini açıklaması rica edildiğinde, günümüzün fizik teorileri ile açıklanamayan bir çok fenomen mevcut olduğunu söylemiştir. Dr. Hashimoto'ya göre; fiziğin tanımladığı mevcut üç boyutlu dünyanın ötesinde bir dünya vardır ve bu üç boyutlu dünya, maddi olmayan dördüncü boyut dünyasının ancak bir gölgesidir. Dahası, bu dördüncü boyut dünyası, Dr. Hashimoto'nun "zihin konsantrasyonu"ya da başkalarının psikokinezi ya da "zihnin maddeye hakimiyeti"(Mind Over Matter) diye adlandırdığı güç vasıtasıyla üç boyutlu dünyayı kontrol eder.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bitkilerin Bilinmeyen Kişilik ve

Davranışları

Dr. M. Vogel ve Araştırmaları

California, Los Gatos'daki IBM firmasında araştırmacı kimyager olarak çalışan Dr. Marcel Vogel, bir gün Backster'in deneyleriyle ilgili bir yazı okuduktan sonra, bitkiler üzerinde ilginç çalışmalar yapmaya başladı ve giderek, bitkilerle ilgili önemli bulgular ortaya koydu. Önce, hassas bir kişi olan arkadaşı Bn. Vivian Wiley'i örnek alarak, yapraklar üzerinde oluşturacağı etkiyi, arada bir cihaz olmaksızın doğrudan gözlemlemeyi denedi. Bir karaağaçtan kopardığı 3 yaprağı evine götürerek yatağının yakınında duran bir cam tabağın içine yerleştirdi. Her gün, kahvaltıdan önce, dıştaki 2 yaprağı konsantre bir halde, 1 dakika süreyle bakıyor, yaşamlarını sürdürmelerini kendilerine sevgiyle telkin ediyordu. Ortadaki yaprağı ise sürekli olarak ihmal etmekteydi. Bir hafta sonra, dıştaki yapraklar hala daha yeşil kalır ve sağlıklı görünürlerken, ortadaki yaprak kahverengi bir renk almış ve kuruyarak büzülmüştü. Daha ilginci, ağaçtan koparılmadan ötürü sağlıklı yaprakların saplarında oluşan yaralar iyileşmiş gibi görünüyordu. Vogel, eylem halindeki "psişik enerji"nin gücüne tanık olduğundan emindi.

Bitkiler üzerindeki araştırmalarına bir süre ara veren Vogel, daha sonra, kullanacağı gözlem cihazının bitkiyle irtibatlandırılma tekniğini geliştirmekle işe başladı. Paslanmaz çelikten elektrodlar kullanıyor ve bunları takmazdan önce, yaprağa, özel olarak hazırladığı, macunumsu bir madde sürüyordu (Bkz:Resim­3). Böylece, bayağı elektrodlarla doğrudan irtibatlandırılan yaprakların üzerinde oluşan basıncın sinyal çıkışında yarattığı değişkenliği tamamiyle ortadan kaldırmış oluyordu.Birinci irtibat tipi: yaprağın her iki yanından. Yapraklar elektroensefalogramın kaydetmesi sırasında kullanılan pomat ile sıvanarak temas sağlanabilir.

İkinci irtibat tipi: (Yaprağın) aynı yüzünden. Elektrodlar damarlar üzerine ya da bitkinin akupunktur noktaları üzerine yerleştirilir.

Amplifikatöre bağlanmış bitki. Heyecansal reaksiyonlar, önünde hareketli bir ibre bulunan ayarlı kadran üzerinden okunurlar. Böylece, 1971 Baharı'nda yeni bir dizi deneye başlayan Vogel, örneğin tipik bir deney olarak, bir fizikçi arkadaşından teknik bir soruna konsantre olmasını rica etmiş ve bitkisinin tepkisini kaydetmişti. Sonra da aynı kişiye hanımını düşünmesini söylemişti. Bu kez, kayıt kağıdının üzerinde çok değişik bir desen or­taya çıkmıştı. Elde ettiği bu sonuçları değerlendiren Vogel, bitkilerin bir gün, bu tür tepki kayıtlarının yorumlanması sayesinde, insanların düşüncelerini okumak amacıyla kullanılabileceklerini ileri sürmektedir. Vogel'e göre; insanın zihni halleri bedenin güç alanlarından yansıtılmakta ve kendi güç alanı vasıtasıyla da bitki bunları tespit edebilmektedir:"( ..) Bence, bitkinin yanıt vermesi, bitki formundaki bir zekadan ötürü değil de, bitkinin, insanınbir uzantısı haline gelmesinden ötürüdür. Böylece insan, bitkinin biyoelektrik alan ile ya da onun vasıtasıyla olmak üzere, bir üçüncü kişideki düşünce süreçleri ve duygular ile etkileşebilir.

"(..) Tüm canlıları çevreleyen bir Yaşam Gücü ya da Kozmik Enerji, bitkiler, hayvanlar ve insan arasında paylaşılabilir. Böyle bir paylaşma sayesinde insan ve bitki 'Bir' olurlar! Bu 'birlik', bitki ile insanınbirbiriyle iletişim kurmalarına izin vermesinin yanısıra, bu iletişimlerin bitki aracılığıyla bir kayıt kağıdı üzerinde kaydedilmesini de mümkün kılan karşılıklı bir hassasiyetin oluşmasını sağlar."Gözlemleri, bitki ile insan arasında bir enerji değiş tokuşu­nun ve hatta bir enerji füzyonunun varlığına işaret etmesi sonu­cunda, Vogel, son derece hassas bir kişinin, 16. yüzyılda yaşamış olan Alman mistiği Jacop Boehme gibi, bir bitkinin "içine" gerçekten girip giremeyeceğini merak etmeye başlamıştı. Boeh­me, istediği bir bitkinin bir parçası haline gelebiliyor ve onun ya­şamının "ışığa doğru ilerlemek için verdiği savaşı"hissedebiliyordu.

Vogel, bir gün, Debbie Sapp adındaki hassas bir genç kıza, iletişim kurmuş bulunduğu bir "philodendron"a girip giremeyeceğini sorar sormaz, genç kızın meditasyon haline girdiğine ve kayıt kaleminin de aynı anda, bitkideki olağan dışı bir enerji girişini kaydettiğine tanık oldu.

Debbie Sapp, daha sonra bu deneyi şöyle anlatıyordu:

"( .. .) Kendimi hayal gücümün akışma bırakmak üzere bilinçlibir karar aldım ve dibindeki bir girişten bitkinin sapına girdiğimi farkettim. İçeri girer girmez, hareket halindeki hücreler, ve saptan yukarıya doğru ilerleyen suyu gördüm ve kendimi bu akışa bıraktım.

"Hayalimde, yayılan yapraklara yaklaştıkça, hayali bir dünyadan, tamamen kontrolümündışındaki bir aleme çekildiğim hissediyordum. Hiç bir zihni görüntü sözkonusu olmayıp, daha ziyade, engin bir yüzeyin bir parçası haline geldiğimi ve bu yüzeyi doldurduğumu hissediyordum. Bu, bana, saf bilinçten baş­ka bir şey olarak tanımlanamaz gibi gelmişti.

"Bitkinin beni kabul edip olumlu bir şekilde himaye ettiğini hissettim. Zaman hissi yoktu, sadece, varoluş ve mekan yönünden bir 'birliktelik'hissi vardı. Kendiliğimden gülümsedim vebitkiyle 'bir' olmak üzere kendimi bıraktım. "Sonra, Bay Vogel, gevşememi söyledi. Bunu söylediğin' de, çok yorulduğumu, fakat huzur içinde olduğumu farkettim. Enerjimin tümü bitkiye geçmişti."

Kayıt kağıdını izlemekte olan Vogel, genç kız bitkiden "çıktığı" sırada ani bir kesilme gözlemledi. Daha sonraki deneylerde ise, bitkiye tekrar giren Sapp, ayrıntılı olarak, "philodendron" hücrelerinin iç düzenini ve yapraklarını tarif etti. Özellikle, yapraklardan birinin elektrodun temasıyla çok kötü yandığını belirtti. Elektrodu kaldıran Vogel, gerçekten de yaprakta açılmış olan derin bir deliğe rastladı. Vogel'in yürüttüğü aynı türden deneyler sırasında, bir çok süje, bitkinin hücreli bünyesinin çeşitli kısımlarından DNA moleküllerinin ayrıntılı düzenine kadar, hepsi de birbiriyle tutarlı olan tarifler yaptılar.

Vogel, bitki araştırmalarının geleceği ile de ilgilenmekte ve bu araştırma türünün, insanların uzun bir süredir ihmal edegeldikleri hakikatlerin tekrar tanınarak, kabul edilmesine yol açacağına inanmaktadır. Vogel'e göre; bitkiler, parapsikolojik araştırmanın ve hassas (psişik) kişilerin bilimsel etüdünün dayanacağı bir temeli oluşturabilecek basit bir yaşam biçimidir. Vogel, ayrıca, çocuklar için, duygularını açığa çıkararak, ölçülebilecek bir tarzda bu duyguların etkilerini izlemeleri amacıyla, bitki insan etkileşimi prensibine dayalı, basit eğitim takımları geliştirmeye çaIışmaktadır.

Vogel bitki araştırmalarının mekanik yönlerinden ziyade "spiritüel"veçhesi üzerinde duran bir bilim adamıdır. Nitekim, bitkiler üzerinde yaptıkları çalışmalardan tek bir sonuç dahi alamayan bir doktor ile bir psikanalistin durumunu şöyle yorumlamıştır:

"Dünyanın her yerindeki laboratuvar işçileri, bitki ile insan arasındaki'duygu sezgisi'nin bu işin anahtarı olduğunu takdir edene ve bunun nasıl tesis edileceğini öğrenene kadar, aynı bu bilim adamları gibi hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Laboratuvarlarda ne kadar çok kontrol yapılırsa yapılsın, deneyler uygun bir tarzda yetiştirilmiş gözlemciler tarafından yürütülmediği taktirde, hiç bir şey kanıtlanamaz. Spritüel gelişim şarttır. Fakat bu gerçek, yaratıcı deneylemenin, deneycilerin deneylerinin bir parçası haline gelmeleri demek olduğunu idrak edemeyen bir çok bilim adamının felsefesine ters düşmektedir."

Dr. P. P. Sauvin ve Araştırmaları

Bitkiler üzerinde araştırmalar yapan bir diğer Amerikalı da elektronik teknisyeni ve mucit Pierre Paul Sauvin'dir. Yaratıcı yeteneğini bu sahada da kullanan Sauvin, bitkileri, makineleri harekete geçiren donanımlar ya da bir sistemin parçaları olarak "çalıştırmak" suretiyle "Bitki mühendisliği"nin ilk örneğini vermiştir.

Uzaktan göndereceği bir düşünceyle bitkisinin tepki göstermesini ve dolayısıyla bir elektrik.sinyali vermesini sağlayabileceğine göre (Bkz:Resim-4) Sauvin İçin, söz konusu sinyali büyültüp başka bir sisteme ileterek, bu sistemi harekete geçirmek büyük bir sorun değildi. Bu tür düzenlere "endişe yanıt cihazı" diyordu

Sauvin, bu prensipten yola çıkarak, sadece "bitkilere gönderdiği düşüncelerle" bir oyuncak treni çalıştırıp durdurmayı, geri geri götürmeyi; uzaktan garajın kapısını açmayı; bir model uçağı çalıştırmayı, durdurmayı ya da uçarken hızını etkilemeyi; hatta, evinden 4,5 km. ötedeki laboratuvarının park yerinde duran bir arabayı çalıştırmayı başardı! .

Sauvin, "bilinçli" olsalar da olmasalar da bitkilerin, bir insan tarafından üretilen enerji alanına benzer bir enerji alanına sahip olduklarına ve bir şekilde, bu alanların etkileşiminden yararlanılabileceğine kanaat getirmişti. Sorun, bu fenomenden faydalanabilmeyi sağlayacak kadar hassas olan teçhizatın geliştirilmesiydi. Yoğun bir çalışmadan sonra Sauvin, en nihayet, bitkilerin alanlarında oluşan en ufak bir değişimleri ayırt edebileceğini umduğu bir cihaz meydana getirdi. Elde edilen hassasiyet, Backster'in galvanometresiyle elde edilebilenden 100 misli daha fazlaydı ve elektronik "parazitin" büyük bir miktarı ortadan kalkmış oluyordu.

Sauvin, bir yandan konunun mekanik sorunlarına dalmışken, öte yandan en iyi sonuçları da kendileriyle özel bir uyum kurabildiği bitkilerden elde ettiğini farketmişti. Böylece, "şarj etme" adını verdiği metodu uygulayarak, kendisini hafif bir transa sokuyor ve ta kendi enerji neşriyatının bitkininkine girip, onunki· ne karıştığını hissedene kadar ona iyi düşünceler gönderiyor, şefkatle dokunuyor ve yapraklarını yıkıyordu.

Sauvin, bitkilerin insan düşüncesine yanıt vermelerinin, telepatinin ölçülmesi ve araştırılmasında da yararlı bir araç olarak görmektedir. Nitekim, bitkileri bir tür telepatik mesaj aktarıcısı olarak kullanmak suretiyle, ESP enerjisinin ışık hızında mı, yoksa daha mı hızlı yol aldığını tespit edecek deneyler üzerinde çaIışmaktadır.Resim- 4: Uzaktan gönderilen bir düşünce bitkinin tepki göstermesini ve dolayısıyla bir elektrik sinyali vermesini sağlayabilmektedir.

Prof. P. Blondel ve Araştırmaları

Dr. Paul Blondel, San Diego'daki Blake Koleji'nde doğa bilimi profesörü olarak görevliyken, bitkilerin "duygusal" yaşamı üzerinde 2 yıl süren bir çalışma yapmıştır. Blondel'in elde ettiği sonuçlara göre; bitki türleri kendilerine özgü "huylar" göstermekte ve mizaçlarına bağlı olarak 2 gruba ayrılmaktadırlar. Özellikle domates, kabak ve patatesler övülerek göklere çıkarılmaya karşı olumlu bir tepki gösterirler. Öte yandan, orkideler ve glayörler ise son derece "sinirli ve aksi" bitkiler olup, özel dikkate ve bakıma ihtiyaç duyarlar.

Auraları görebilen kişiler, insanların duygularını auralarından nasıl anlayabiliyorlarsa, aynı şekilde bitkilerin auralarından anlayabildiklerini söylemektedirler. Örneğin; ünlü medyum ve hassas kişi Bn. Eileen Garrett Backster'in laboratuvarını ziyareti sırasında, bitkilerin Backster'in ilgisine nasıl tepki gösterdiklerini ve Backster'in dikkati bir bitkiden diğerine yöneldiğinde 'kıskançlık" içinde nasıl kıvrandıklarını auralarında görebilmiştir.

Vogel de buna benzer bir gözlem yapmış ve aleyhlerine sonuçlanan bir bitkiler arası kıyaslamanın bitkilerde 'bayılmaya" yol açtığına tanık olmuştur. Kendisi hakkında alçaltıcı bir düşünce ya da söze maruz kalan bir bitki, bu tür bir olumsuz duyguya karşı solarak ve hatta bazen ölerek tepki göstermektedir. Vogel, ayrıca, aynı türden değişik bitkilerin değişik mizaçlara sahip olduklarını tespit etmiştir. Bazı "Philodendronlar"çabucak yanıt verirlerken, diğerleri kendisine uyum sağlamada geç kalmışlardır. Hatta, aynı bitkinin "iyi" ya da "kötü" günleri olmakta ve bir bitki zaman zaman kendi içine kapanabilmekte ya da depresyon geçirebilmektedir.

J.I. Rodale ve Araştırmaları

"Organik bahçıvanlık" akımı öncülerinden ve Prevention dergisinin kurucu ve yayımcısı J.1. Rodale, ingiltere'deki De La Warr Laboratuvarları'nı ziyaret ettiğinde, kendi deyimiyle, bazı "inanılmaz deneylerin" yapıldığını duydu. Psişik yeteneğe sahip bir inşaat mühendisi olan George De La Warr ve hanımı Bn. Marjone De La Warr, yaptıkları çalışmalar sonucunda, bitkilerin çevresinde bir ışıma alanının mevcut olduğunu tespit etmişlerdi . Bu, muhakkak ki, yeni ve kendilerine özgü bir bulgu değildi. Ancak, ilginç olan, söz konusu alanla ilgili gözlemlerden yola çıkarak yaptıkları bir deneydi:

Bu alanı oluşturan cisim parçalara ayrıldığında, öyle görünüyordu ki, alan, uzak bir mesafeden dahi birbirleriyle irtibatı sürdüren tek tek parçalarla birlikte kalıyordu. De La Warr çifti, bir bitkiden koparılarak dikilecek bir dal parçasının, "annesi" tarafından neşredilen ışımalardan yararlanabilip yararlanamayacağını ya da böyle bir ışımadan yoksun kaldığında zayıflayıp zayıflamayacağını merak etmişti. Bir anne bitkiyi bütünüyle yaktıklarında gördüler ki, "öksüz kalan çocukları", yaşamını sürdüren bir anneden alınan benzer filizler kadar iyi gelişmiyordu.

De La Warr çiftinin deneyini başarıyla tekrarlayan J.L. Rodale'nin inanılmaz olarak nitelendirdiği bir husus da, anne bitkinin, çocuklarının kendi "himayesinden" yararlanmaları için onların yakınında yaşıyor olmasının gerekmemesiydi. Görünüşe göre; anne bitki, başka bir kentte, başka bir ülkede, okyanusun öte yanında ya da yeryüzünü herhangi bir yerinde yaşıyor olabilirdi!

Eldon Byrd ve Araştırmaları

Silver Sprinq, Maryland'daki Donanma Gereç ve Silah Laboratuvarı'nın Ileri Planlama ve Analiz Kurmay Dairesi işletme analizcilerinden Eldon Byrd, Backster'in deneylerini başarıyla tekrarlamış bir araştırmacıdır. Backster gibi Byrd de bir bitkinin yaprağına zarar vermeyi düşünmekle kayıt kalemini sıçratmanın mümkün olduğunu görmüştür. Byrd'ın yürüttüğü deneyler, bir bitkinin su, enfraruj ve ultravviyole Işığı, ateş gibi unsurlara ve fiziki gerilim ile parçaların ayrılmaya karşı gösterdiği tepkinin gözlemlenmesini kapsıyordu.

Byrd, "Backster Etkisi"ne yapraktaki elektriki direnci değil de hücrelerde, aynı isveçli Dr. L. Karlson'un tanımladığı şekilde, dışarıdan hücre zarı içerisine doğru oluşan biyo potansiyel değişimin neden olduğuna inanmaktadır. Dr. Karlson bir hücre kümesinin polarite (kutup) değiştirebileceğini göstermiş olmasına rağmen, hücrelerin polarize olmasına neden olan enerjinin mahiyeti bilinmemektedir. Byrd, bitkilerden elde edilen mahiyeti bilinmemektedir. Byrd, bitkilerden elde edilen ölçümlerin hücrelerdeki bir voltaj değişikliğine ait olduğuna ve bu potansiyel değişime de "şuur mekanizmasının" yol açtığına inanmaktadır.

Byrd'ın araştırmaları da bitkilerin bir "uyanıklık hali" ve yanlarında uyarılan öteki organizmalara karşı bir "duyguları paylaşma" tepkisi gösterdiklerine ilişkin olarak Backster'in gözlemlerini desteklemektedir.

Luther Burbank ve Araştırmaları

Bitkileri tahayyül dışı türler halinde ve bol miktarlarda gelişmeye razı etmesiyle ün yapan Luther Burbank'ın (1849-1926) başarısına yol açan başlıca tekniklerinden biri, çok önemli olmasına rağmen, pek çok kişinin dikkatini çekmemişti: Burbank, her zaman, bitkilerin yapmalarını istediği şeyin örneğini zihninde canlandırır ve bunu da kendisine saklamaz, bitkilere anlatırdı. Burbank, bir keresinde, ünlü Hintli ermiş Pramahansa Yogananda'ya, üzerlerinde deneyler yürüttüğü kaktüsleri çoğu kez, dikenli olmaktan vazgeçirmeye çalıştığını açıklamıştı:

"Onlara, 'korkacak bir şey yok' diyordum, 'Savunucu dikenlerinize ihtiyacınız yok. Ben sizi koruyacağım.' Çöllerin bu yararlı bitkisi, giderek dikensiz bir çeşit halinde türedi."

Burbank, böylesine olağan dışı sonuçlar elde etmek için objektif ile subjektif bilgiyi harmanlamıştı: "Gelişmiş bitki ıslahının sırrı, bilimsel bilgi dışında, sevgidir." Burbank'ın, Los Angeles Felsefi Araştırma Derneği'nin kurucu ve başkanı Manly P.Hall'e bahsettiğine göre; bitkilerde 20'yi aşkın "duyusal algılama" vardır. Fakat, bizimkilerden farklı oldukları için onları tanıyamayız. Hali, "Fundalar ile çiçeklerin, söylediklerini anladıklarından emin değildi ama" diyordu, "ne demek istediğini bir tür telepati ile anlayabildiklerine kanaat getirmişti." .

Daha yakın zamanlarda ise, diğer bir yenilikçi Amerikalı olan James Stegner, "air plant" türünden bir bitkiye gelişmeler telkin etmeye başladı. Çiçek vermesini istiyordu. Aylar süren yoğun konuşmalar ve telkinler sonucunda, önce bir, arkasından bir kaç tane daha konca ortaya çıktı ve boruyu andıran sevimli çiçekler açtı. Stegner, "Bu bitki türünün çiçek açtığına hiç rastlanmamıştır"diyordu.

Bu kişilerin çalışmaları incelendiğinde, bitkilerle zihni iletişim kurmada başlıca 2 kuralın gözetlimesi gerektiği ortaya çıkmaktadır:

Birincisi; bitkilerle her gün ilgilenmek, bu iletişimi gün be gün sürdürmek şarttır. Onlara sadece bir kaç düşünce gönderip, herhanqi bir sonuç beklemek abes olur.

İkincisi; telkin yapan kişinin, söz konusu bitkiyi etkileyebileceğine kesinlikle inanması gerekir. Aksi halde, gönderilen düşünceler tesirsiz kalır ve bitkiye yöneltilen konuşmalar bir alıştırmadan öteye geçemez. Belirli derece bir başarı elde edene ve kendine karşı bu konuda bir güven oluşturana kadar, kişinin, yürüttüğü deneylerden, çevresindeki yıkıcı eleştiri yapan kimselere hiç bahsetmemesi de yerinde bir tedbir olur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Findhorn ve Tabiat Ruhları

ile İrtibatlar

1960'Iarın başında İskoçya, Murray Firth'deki "Findhorn Koyu Kamp Yeri "ni ziyaret edenlere, yüksek bir imana ve sürekli mücadeleye dayalı bir faaliyet ile buranın bir gün, ''Yeni çağ"ın toplumcu yaşayışının örnek bir merkezi haline geleceği ve Findhorn Koyu'ndaki kumlu, kıraç ve yüzeysel toprakta hemen hemen her tür sebzenin yetiştirileceği söylenmiş olsaydı, en ufak bir inanç dahi duymayacakları muhakkaktı.

Böylesi bir başarının, olağandışı melekelere sahip 3 kişinin aracılığıyla gerçekleştirildiğini görüyoruz: Bir zamanlar Kraliyet Hava Kuvvetleri'nde Filo lideri olan ve daha sonra otel yöneticiliği yapan Peter Caddy, 1962 yılı Kasım ayının soğuk bir gününde, ailesi ve aile dostu Bn. Dorothy McLean ile birlikte Findhorn'un terkedilmiş bir köşesine yerleşti. Yıllar süren spiritüel eğitimlerin ve bir çok alanlarda edindiği disiplinlerin kendisine kazandırdığı yüksek iman ve mücadele gücü, Peter'i hiç bir zaman yalnız bırakmamıştı. Hanımı Eileen ise, kendilerine rehberlik eden ve "duru, sakin bir ses" diye tanımladığı spiritüel kaynaktan verilen tebliğleri alıyordu. Caddyler, bir süredir, nefsani yaşam biçiminden koparak yaşamlarını kökünden değiştirmeyi ve "yüksek amaçlar" uğrunda her şeylerini feda ederek tam bir teslimiyet içerisine girecekleri uzun bir yetişme ve hazırlanma dönemine girmeyi düşünüyorlardı. Nitekim, giderek işsiz ve parasız kalmışlardı ki, Eileen Caddy, Findhorn'da yerleşmeleri vebir bahçe geliştirmeleri yönünde tebliğler aldı. Artık amansız ve 0 derecede de görkemli blr çalışma başlamıştı.

Findhorn Koyu'ndaki toprakta bir bahçenin oluşturulması sanki insanüstü bir görev gibiydi. Gerçekten de insanüstü bir faaliyete girişen Peter, Mayıs'la birlikte Bahar mevsimine girdiklerinde, önceden ekilen marul ve turpların ürün verdiği, havuçların geliştiği ve bezelye, fasulye, şalgam, kereviz ve pırasanın henüz yeni ekildiği bir bahçenin ortaya çıkışına tanık oluyordu. İşte, aynı Mayıs ayının güneşli bir sabahı Peter, havuçlarla

uğraşır ve Eileen çamaşır yıkarken, arkadaşları Dorothy McLean, Findhorn'daki bahçenin çehresini tamamen değiştirerek, olağan gidişatı bir mucizeye dönüştürecek olan bir olgunun ilk adımını atıyor ve bir "Doğa Ruhu" ile temas kuruyordu.8 Mayıs 1963 günü, meditasyon yapmak için oturan Dorothy, şöyle bir tebliğ almıştı:

'Yaşama vakıf olan kimseler lçin her şeyin bir anlamı vardır. Örneğin; rüzgarın sürekli esmesinin arkasında, oluşturabileceği tatsız sonuçlara rağmen, bir anlam, spiritüel bir anlamı vardır. Gözleri açık olanlar için, her şey yerli yerine oturur."Doğa'nın güçleri, vakıf olunması gereken, kendisine uzanılması gereken bir şeydir ... Senin işlerinden biri de rüzgar gibi, Doğa güçlerine vekıl olmak, Benim için olan mahiyetini ve amacını hissetmektir. Bu, senin hemen tahayyül ettiğin kadar zor olmayacaktır, çünkü bu güçlerin varlıkları, .. dostça bir gücü hissetmekten hoşnut kalacaklardır. Tüm güçlere, hatta Güneş'e, Ay'a, denize, ağaçlara, çimenin ta kendisine vakif olunmalıdır. Hepsi de Benim yaşamımın parçalarıdır. Hepsi de Tek bir yaşamdır. Benim yardımımla, yaşamı tekrar tek yapmadaki rolunü oyna"Peter'in ısrarıyla ertesi gün tekrar oturan Dorothy, bu kez şu tebliği aldı:"Doğa Ruhları, yüksek Doğa Ruhları; bulutların, yağmurun, müstakil sebzelerin ruhları gibi değişik fiziki biçimlerin Ruhları hakkında düşünerek bahçede işbirliği yapacaksın. Yeni dünyada onların alemleri beşerlere oldukça açık olacaktır ya da demeliyim ki, beşerler onlara açık olacaktır. Açık olun ve Doğa'nın muhteşem alemlerini, bunların, yardım etmeye arzulu olan, fakat beşeri varlıklardan kuşku duyan 'Işığın varlıkları olduğunu bilerek, sempati ve anlayış ile araştrın."

Doğa Ruhları'yla kurulan bu temasa bir süre ara veren Dorothy, Peter'in sürekli olarak kendisini teşvik etmesi sonucunda, bir sabah meditasyona oturarak, tamamen yeni bir şuur haline girdi ve bir Doğa Ruhu'nu, Bezelye Ruhu'nu düşünür düşünmez, anında bir yanıt aldı:"Seninle konuşabilirim, insanoğlu. Ben tamamen, sınırları belirtilen ve şekil verilen ve benim sadece gerçekleştirdiğim, işim tarafından yönetilirim. Benim algı alanıma girdin. Benim, işim önümde açıktır; güç alanları (force fields) engellere bakmaksızın tezahür ettirilmek üzere oradadır ve bu tezahür dünyasında bir çok engel mevcuttur. Örneğin; sümüklüböceklerin benim için insanlardan daha büyük bir tehdit oluşturduğunu sanırsınız, fakat böyle değildir; sümüklüböcekler, eşyanın duzeninin bir parçasıdır ve sebze alemi, beslediklerine karşı hiç kin gütmez. Fakat insan, alabildiklerini, doğal bir gidişat gibi kabul ederek, hiç şükretmeden alır, ki bu da bizi tuhaf bir şekilde düşmanlaştırır. Beşerler genelikle nereye ve neden gittiklerini bllmiyor gibidirler. Eğer bilselerdi, ne [muhteşem] bir enerji santrali, olurlardı. Yapılması gerekli olanın düz yolunu izleselerdi, onlarla işbirliği yapabilirdik. Söylemek istediğimi söyledim ve sanaveda ediyorum."Böylece, bir bitki türünün biçimini ve gelişimini ışıtan "arşetipik varlık"ile temas kurulmuş oluyordu. Peter, bu temasın özel bir amacı olduğundan bir an bile kuşku duymamıştı. Bunu izleyecek temaslar yoluyla araştırılması gereken büyük bir bilgi ve düşünce sahası açılmış gibiydi.

Dorothy'de, Doğa Ruhları ile kurduğu temasın gerisinde derinlere kök salmış bir his vardı: "Her şeyi canlı olarak görüyordu. Bitki dünyasının gelişimini ve yaşamını, sadece mevsimlerin ve toprağın hızlı güçlerine değil, Ay'ın, Gezegenler'in ve Yıldızlar'ın daha sübtil ve kozmik tesirlerine de bağlayan kitaplar okuyan Dorothy, Dünya'ya şuurlu bir canlı organizma ve gezegenlere de canlı varlıklar olarak bakmayı öğrenmişti. Bu canlı varlıklar arasında 'güç alış verişi' söz konusuydu.

2 Mayıs günü şöyle bir tebliğ geldi:

"Öteki yaşam güçlerinin arasında hareket eden bir yaşam gücüsün. Bunu takdir edip de bu öteki güçlere gıtdikçe, onların yakınma çekilir ve giderek onlarla bir olur ve benim amacımuğruna onlarla birtikte çalışırsın. Kendi kendinize yarattığınız nefsani dünyadan uzaklaşıyor ve yeni, engin dünyalara giriyorsunuz, ki oralarda yaşam, benim yararıma hep birlikte çalıştığı için, birdir. Geçmişte, benim yaşamımdan habersiz bir şeklide sürüklenip gittiniz, Şimdi arayın onu, onun farkında olun vsonunla birlikte çalışın."

Dorothy, "Kırlar Meleği" (Landscape Angel) adıyla anılan ve oradaki coğrafi yörenin türnünü ışıtan bir varlıktan aldığı tebIiğlerden, Findhorn bahçesini ışıtan ruhlarla yeni bir işbirliği ve uyum boyut'una girildiği taktirde, harikaların yaratılabileceğini öğreniyordu. "Kırlar Meleği",Dorothy'ye, toprağın hazırlanışı, kompost, sulama, bitkiler ve sıvı gübrenin nasıl kullanılacağı hakkında kesin talimat veriyordu. Dorothy o günlerdeki gelişmeleri şöyle anlatmaktadır:

"Bu deneye büyük bir kuşku payı ile girişmeme ve muhakkak ki, periler gibi varlıklar hakkındaki kısıtlı tasavvurlarınınetkisine rağmen, kurulan temas sürdükçe ve bahçenin gelişmesi, yönünde yardımcı olması bakımından geçerliliğini kantıladıkça, bu tür varlıkların gerçekliğini kabul ettim ve talimatlarını bütünüyle yerine getirdik. Bu durum ve özellikle, önerdiklerini uygulamamız, onları hoşnut etmiş gibi görünüyordu. Önceleri, bazıları kendilerini bizlerden çok uzak hissettiler ve pek dostça yaklaşamadılar. Bunun, açgözlülüğü, düşüncesizliği ve kötüye kullanışı ile beşeriyetin Doğa'ya reva gördüğü davranıştanötüri olduğunu söylüyorlardı. Ancak, söylediklerine önem verdiğimiz. gördükçe, giderek daha bir yardımcı oldular ve dostluk kurdular ve bizden, mümkün olduğu kadar fazla sebze çeşiti ekmenizi istediler. "Dorothy, günde en az bir kez, kesin talimat verecek bir temas kuruyordu. Peter Caddy depahçe hakkında aldığı çok güçlü sezgilerin, Dorothy'nin temasları kanalıyla kontrol edilmesini ve doğrulanmasını istiyordu. Çünkü, Peter'in sezgileriyle açığa çıkan bahçe bakım teknikleri, alışılagelen uygulamalarla tamamen çelişmekteydi. Böylece, Dorothy aracılığıyla verilen talimatı kelimesi kelimesine yerine getirdiler:

"Sulamayı fazla yapınız, birazcık azaltın. Güneş'in gündüzleri bir tekdüzelik içinde ( parlamadığı ) bu iklimde sulamanında geceleri bir tekdüzelik halinde uygulanması gerekmez. Bitkileri birbirine yakın tutmak doğrudur, çünkü bahçedeki her şey yoğunlaştırılmaktadır. Bahçenin ele alınma şeklinden hoşnuduz. Şimdi bahçede çalışan güçleri görebilesiniz isterdiki Aşağıdan gelenler tedricen yukarı çekilmekte ve bizimkilerde büyük ve seri dalgalar halinde gelmektedir. Hayır, bahçeye koymak gerekmez ... kompostta olması daha iyi ... kompostu hızlandırıyoruz ... karıştırın."

Dorothy, temas kurmakta olduğu varlıkları tanımlamak için "Deva"kelimesini kullanmaya başlamıştı. "Deva", bir Hindu kelimesi olup, "ışık varlık" anlamına gelmektedir . Yaz mevsimine girdikçe, Devalar'dan ve bitkileri ışıtan diğer meleklerden yüzlerce tebliğ geliyordu:

Çalı Fasulyesi Devası: "İlk posta çok derine ve bahçedeki güçler yeterince gelişmeden ekilmişti. Gerektiği şekilde büyümeyecek!er."

Domates Devası: "On!ar için ürpertici [bir hava var], fakat korumaya çalışacağız. On!ara artık sıvı gübre verebilirsiniz. Rüzgar çit!erini, meyvalar aşağı yukan oluşana kadar, şimdilikyerinde bırakın"

Ispanak Devası: "Yaprakların doğal gelişiminin güçlü olma­sını istiyorsanız, bitkilerin, Şu andakinden daha ayrı durmaları gerekmektedir. Şimdiki hallerinde bırakmakla, belki de biraz yumuşak olacak, fakat öylesine güçlü bir yaşam gücü taşımaya­cak olan yaprakların tümünde daha bir hacim elde edersiniz."

Kırlar Meleği: "Bu günkü gibi yağışlı bir günün iyi olmadığı düşüncesine kapılmayın. [böy!e bir günün yağmur damlalarındaki belirli güçleri aşağıya göndermek için kullanabiliriz. Tüm havalar bizlerin şu ya da bu biçimdeki uğraşlarıdır. Belirli bir koşulla karşı karşıya gelince elimizden geldiğince ondan yararlanırız. Görünüşe göre, yapılması gereken de budur, fakat beşerlerin artık nadiren bu şekilde çalıştıkları gözümüzden kaçmıyor.

"Kompostu ne kadar çabuk çevirirseniz, o kadar çabuk hazır olur. Biraz gün Işığı olsun isterdik, ancak bitkilerin [durumu] iyi gidiyor. Herhangi birinizin gelip de bizi takdir etmesi iyi, oluyor saadetimizi arttırıyor.

Sakız Kabağı Devası: "Direkt temastan hoşnuduz! Bahçedeki güçleri hissediyor ve görüyoruz, fakat temas da ayrıca bit zevk - bir yenilik. Şimdiki halde, daha fazla suya çok miktarda ihtiyacımız yok. Bitkilerin gelişimi iyidir, mutludurlar, iyi uyum sağlamışlardır. "

Peter tarafından bahçeye her yeni bir bitkinin ekilişinde, bu bitkiyi hoşnutlukla karşılayan Dorothy, o türün bireysel Devası'yla temasa geçiyordu. Genel mahiyette sorular ortaya çıktığında, bunları "Kırlar Meleği" yanıtlıyordu. Tüm Devalar'ın bir sözcüsü olan "Kırlar Meleği"kendilerine, bahçe ve bitkiler hakkında, kimyasal maddeler ve elementler gibi ayrı ayrı veçheler yerine "radyasyonlar" (ışıma) yönünden düşünmenin hayati önem taşıdığını belirtmişti. Bahçede çalışanların hepsine, yapabilecekleri en önemli şeyin, içten gelen bir sevgi ve takdir duygusunu bitkilere ışıtmak olduğu ve bu şekilde, oradaki her ayrı kişinin bahçenin yaratılışında payı olabileceği bildiriliyordu:

"Peter'ın radyasyonları güçlü ve kararlı ve bu nitelikler bitkilerin gelişimini artırmak üzere bizim tarafımızdan kullanılabilir. Her bahçıvan, farkında olmadan, bahçesine bu şekilde katkıda bulunur. Fakat, şuurlu olarak katılanlar, çok daha fazla katkıda bulunabilirler. Bazı kişiler bitkileri tembih edebilirlerken, bazılarınında bir etkileri vardır ve bitkilerden enerji çekerler. Mutluluğun ve oyun oynayan çocukların bitkiler üzerinde özellikle iyi bir etkisi vardır.Radyasyonlarımız sizin tasavvur ettiğinizden çok daha fazla bir şekilde içiçe örülüdür. Çünkü, doğa ruhları, beşeri varlıklardan çekinmelerine rağmen, onların titreşimlerinden etkilenmeden edemezler. Zira onlar, beşerlerde mevcut olan bir çok derinin bulunmadığı yaratıklardır."

Haziran ayının sonlarına doğru, bahçeyi görmek için civardan gelenler oldu. Kısa bir süre sonra da bu kumlu arazide oluşturulmakta olan şaşırtıcı gelişimi, yeşilliği ve bereketi görmek isteyen ziyaretçiler akını başladı. Bahçe, yerel bir gösteri yeri halini alıyor ve gelenler, ilk tohumun sadece bir kaç ay önce ekildiğine inanmak istemiyorlardı. Bitkiler önceleri böceklere karşı hassastılar ve solmak eğilimindeydiler ama, topraktaki yaşam güçleri geliştikçe bitkilerdeki direnç de gelişmişti. Kamp yerinde, yolun öte yanında, aynı tarihlerde bir başka bahçe daha oluşturulmuştu. Oradaki Brüksel lahanaları 5-10 cm. kadar büyüdükten sonra durmuştu. Peter'ınkiler ise daha o zamandan 25 cm. yüksekliğe ulaşmıştı.

Peter Caddy, artık, bahçenin o yıl için geliştireceği ve karavanları çevresinde tam bir daireyi tamamlayan son kısmı üzerinde çalışmaya başlamıştı.Ölü toprağa ve kuma; turba, kompost, kurum ve kireç ekleniyordu; tavşanların girmesini önlemek için bir de tel örgü çekilmişti. Artık, Peter ile Dorothy tam bir işbirliği içerisinde çalışıyorlardı. Peter, 'ayakları yere basan' , pratik sorular sormakta ısrar ediyor ve yanıtlar sürekli geliyordu. Yerel çiftçiler de Caddyler'den sebze almaya başlamışlar, konuyu duyan kentliler de hafta sonlarında arabalarıyla gelerek, artan ürünlsr: satın alır olmuşlardı.

Önceleri, Devalar'ın tebliğleri çoğunlukla pratik mahiyetteydi ve bahçenin zaman bakımından önemli olan veçheleri üzerinde konsantre olmuştu. Ancak, yaz ilerledikçe, tebliğlerin içeriği genişledi ve Devalar kendilerini Dorothy'ye daha bir net şekilde açıkladılar. Gelen tebliğlerin belirli bir bezelye ya da domates türüne bağlı olan bir ruhtan değil de, daha ziyade, yeryüzündeki tüm bezelyelerin planı, kalıbı ve mimarı olan bir ruhtan geldiği artık açıklık kazanmıştı. Dorothy'ye göre; Devalar, arşetipik düşünceler ya da enerjilerdi.Böylesi bir kaos ve başıboşluk içinde bulunan bir dünyada Oevalar'ın mesajları, belirli bir kehanetsel hakikat taşımaktadır:

"Yağmur haklının ve haksızın üzerine yağdıkça, bizde hem iyiler, hem de kötüler için besin üretilmesine yardım ederiz; eşyanın ahlaki yeri bizi ilgilendirmez. Biz sadece kaderimizi izleriz. Biz insanın kendisine bağlı olarak, insanın dostu ya da düşmanıyız. Yaşamımız hayır içindir; fakat insanlar, tüm yaşamın güçlerini çorbaya döndürmektedir. Bu düzeyde biz dengeliyizdir ve insanlar bizi etkilemezler. Ancak, kendisinin bulunduğu çok daha aşağı [düzeyde] etkileyebilir ve etkilemiştir ve doğan sonuçlar için biz bir yanıt veremeyiz. İşbirlilği yaparak yeni bir ilişki kurmaya ne dersiniz?'

Dorothy'nin yıllar boyunca Devalar'dan aldığı ve yüzlerce sayfa tutan mesajların ayrıntılı olarak incelenmeleri sonucunda, tarih boyunca değişik kültürlerce ima edilen bir "varoluş düzeyi"ni tanımlayan bir düzen ve mantık ortaya çıkmaktadır. Dorothy, Devalar ile arasındaki temaslar sayesinde, 'batırılmış ve gömülmüş' bulunan söz konusu bu varoluş ve bilinç düzeyine doğru bir köprü kurulduğunu hissediyordu. Bu temasa mümkün olduğunca sadık kalmak ve verilen her talimatın ve tebliğin bahçede yerine getirildiğini görmek, artık onun yaşam amacı olmuştu.

Devalar alemi, Dünya planeti üzerindeki gidişatı tersine çevirmek için beşeriyetin tek bir şey yapması gerektiğini vurguluyordu: Beşeriyet, kendi iç dünyasında, bir parçasını oluşturduğu İIahiliği ve bütünlüğü tanımalıdır, kabul etmelidir. Kendisini her şeyin, tüm varlıkların ve yaratılışın tüm veçhelerinin bir parçası olarak algılayan o nüveye dokunmalıdır. Dışsal olan ile içsel olanın arasındaki ayrım, bu tanıyış ve dokunuş sayesinde, silinir ve ortadan kalkar.Bizler için, "Konuşan Doğa" olgusu, hemen kabul edeceğimiz bir şey olmayabilir. Ancak, Peter ile Dorothy için herhangi bir kuşku söz konusu olamazdı. Daha fazla bir kanıta gerek yoktu. Alınan her talimatın, bahçe için kesinlikle yerinde olduğu ortaya çıkmış ve bahçenin kendisi de göz alıcı ve görkemli bir hale gelmişti. "Bitkilerle iletişim" belki de bizim sandığımız kadar akıl almaz bir olgu değildir. Bitki iletişimi sahasında yürütülen araştırmalar ve yayımlanan yazılar oldukça şaşırtıcı sonuçlar ortaya koymuştur. Bu araştırmaların çoğu, Doğa'nın bizi işitip işitmediği sorusu üzerinde yoğunlaştırılmaktadır. Fakat, esas sorunun, "Acaba biz Doğa'yı işitebiliyor muyuz?" şeklinde biçimlendirilmesi gerekebilir. Dorothy'nin gerçekleştirdiklerini öğrendikten sonra, bu soruya da "Evet!"yanıtını verebiliriz.

Beşeriyet ile Doğa arasında temas kopukluğu yakın zamanlara ait bir olaydır ve kuraldan ziyade bir istisnadır. Çünkü, beşeriyet, "doğa ruhları", "Devalar" ve "ormanların ve yıldızların ruhu" ile tarihin başlangıcından beridir iletişim kura gelmiştir. Beşeriyetin, kaybettiği gerçek düzenini ve unutulmuş bir Öğretiyi araması ve böylesi bir yolda, Doğa'yla arasındaki söz konusu teması yeni baştan kurmaya çabalaması gerekmez mi acaba?

"Biz, tezahür etmenin yönetici nedensel güçleri olarak, bilincimizin birazını sizinle paylaşacağız. Tezahür eden her şey bizim gözetimimiz altındadır ve biz onun durumunu biliriz, çünkü Tanrı'nın emrinde, O'nun yaratısını tezahür ettiririz. Her şey bizim bilincimiz dahilindedir. BiIinç, herkesin bizimle paylaşacağı açık bir kitaptır. Çünkü bizler öylesine biliriz ki, bizim bildiğimiz komşumuzun bildiğinden ayrı değildir. "Tüm yaratılışın Işığını ve şefkat dolu amacını, var olan her şeyin hikmeti olan ve ufacık bir kısmı da bizim ellerimizden geçen oışıl ışıl ve dinamik mükemmellik amacını bütünüyle nasıl ifade edebiliriz ki? Sevinç içerisinde nasıldans ettiğimizi, Güneş'in dansettiğini ve Ay'ln dansettiğini ve bizim de onların çevresinde ve içerisinde dansettiğimizi size nasıl anlatabiliriz ki'! Dünyanın kendisi yürekten danseder ve insanlar sınırlılıktan çıkarak yükseldikçe ve gözlerini gerçeğe çevirdikçe daha da yürekten dans etmeye başlamaktadır.

"Bütün bunlarda biz kesinlikle ve tamamen Özgürüz. Her şeyin tam anlamıylabir parçası olunmadıkça özgürlük yoktur;o zamana kadar özgürlük sınırlıdır, Çünkü her şey birdir ve her hangi biri başka türlüsüne inanırsa, bütün içerisindeki rollerin sınırlamakta ve kendilerini orolde hapsetmektedirler.

"Himayeniz altındabir bahçeniz olabilir ve bir gün ona baktığımızda bir şeylerin oluştuğunu görürsünüz - fakat biz her şeyi,hep birden biliriz ve hiç bir şey bize kapalı değildir. Bilincimiz, bir bilgi denizine yapılan bir dalıştır, çünkü tüm güçler irtibatlıdır ve bu sanki, şefkatli bir kompütürün, her şey başka türlü olamayacağı için, her şeyi irtibatlandırması gibidir ... Bütünü gôrebilmek için bütün olmanız gerekir; ozamana kadar parçalar aynı olarak görülmelidir. Biz işimiz açısından bütün olarak görüyoruz

"Size tek bir ses ile şunu söylerdik ki, odaklanmış dikkatimiz insanlık üzerinedir ve bu, yanıt vermeye ve faaliyetlerimizin, farkına varmaya başladığmız için, yakın geçmiştekinden daha nettir ve berraklık bakımından daha kesindir. Bütün bunlar biz, sevindirir ve hoşnut eder; çünkü aramızdaki bağlar, sizin sandığınızdan daha büyüktür ve sizin kendi varlığınızın bu kadarının bilincinde olmanız bize tuhaf gelmektedir. Sizi, bilincinizin 8'de 7'si batık ve sadece 8'de 1'i canlı bir halde buzullar olarak görüyoruz. Bize bahşedilmiş olan bilinci koruyor ve böylece kendi rolümüzü açıkça görebiliyoruz. Bir Yüce Bütün'den en küçük yaşam birimine kadarki bilinçsilsilesindeniz ve bu yüzden tohumun gelişiminde gördüğünüz mucizeleri yerine getiririz

"Biz sizlerle ruhen daima biriz."Dorothy McLean, 1971 yılının ilk günlerinde, artık gelişerek bir "Yeni çağ" merkezi haline gelmekte olan Findhorn'un sakinlerinden Brian Nobbs'tan, Devalar'dan aldığı tebliğleri ihtiva edecek olan kitabını resimlendirmesini rica etmişti. 11 adet Deva resminin çizimini (Bkz:Resim-5) gerçekleştiren Brian'ın üzerinde çalıştığı ilk konu olan "Kırlar Meleği",kendisine atfen yapılan resmin (Bkz:Resim-6) tamamlanmasını izleyen 20 Ocak 1971 tarihinde Dorothy'ye şu tebliği verdi:

"Evet, Brian'ın yapmakta olduğu çizimler bizi hoşnut etti. Bu [çizimlerin], senin algıladığından farklı bir veçhemizi tasvip etmeleri karşısında kaygı duyma; bunun böyle olması gerekir, tıpkı, bir manzaranın 2 ayrı ressam tarafından yapılan resimlerininhiç bir zaman birbirinin aynı olmaması gibi. Değişik fotoğraf makineleri bir manzarayı aynışekilde kaydedebilirler ama, değişik şuurlar, farklı niteliklere akort olurlar. Şimdi sana benimdeğişik bir kısmımı göstererek bunu senin için vurguluyorum, ki bu senin en çok aşina olduğun [veçhem] değil ve her zamanki sevinç olmaksızın çok sakin, hemen hemen soğuk ve güçlü gibi, görünüyorum. Yine de bu bileşimin doğruluğu bakımından sevinçliyiz -ve Devalar'ın bazıları böylesine uyumlu bir ressama, sözün gelişi, pozvermek için sabırsızlanıyorlar!"Bu çizimlerin beşeri gözlere bizi daha bir gerçek olarak göstereceklerinden eminiz. Her ikiniz de biliyorsunuz ki, bizim biçimimiz hemen hemen tamamen arızidir -değişim ve hareketten [oluşan] bir şeydir fakat, pek cisimsel olmayan bu biçimde kağıda geçirmek, dünyalarımızı birbirine yaklaştırmaktadır ve çok minnettarız. Önemli olan, kelimelerle de kağıt üzerindeki işaretlerle de somutlaştırılmış olsa, [bu] iletişimdir, çünkü bu planet üzerinde birlikte çalışabilmemiz için bizim realitemizin beşer tarafından idrak edilmesi gerekmektedir. Aramızdaki işbirliği elzemdir ve bu yeni yoldan bunun oluştuğunu görmek, son derece tatmin edicidir. Plan'ın ziyadesiyle başarılı olmasından ötürü Bir'e şükür ve hamd ederiz.

"Kutsayışlarımızı, çağlar boyunca yapıla geldiği gibi, biçim dünyasına yağdırmaya devam ediyoruz ve sizler kendinizi bize doğru yükselttikçe ve dünyalarımız Birlik içinde geliştikçe, sizin için kendimize biçim vermekteyiz."

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...