Jump to content

Parapsikoloji Ve Felsefe


nevermore

Önerilen Mesajlar

Genelde modern bilimin, son yüzyıllardaki felsefi düşünüş üstünde büyük etkisi olmuştur ve bu durum 20. yy için de geçerlidir. Bu yüzyılın ilk başlarında bazı felsefi grupların, fenomenoloji, var oluşçuluk ve analitik felsefe gibi kendilerini bilimden ayırmak isteyen hareketlerin egemenliğine girmesine karşın, bütününde felsefi düşünce; bilimsel keşiflerin ve teorilerin etkileriyle büyük ölçüde değişime uğramıştır. Bu sadece sözde doğal bilimler -termodinamiğin ikinci yasasının etkisi, kuantum fiziği, evrimsel teori, moleküler biyoloji ve ekoloji hemen akla gelenler- için değil, aynı zamanda sözde sosyal bilimler için de geçerlidir -insan burada hemen Marksizm, Freudçuluk ve bilimin sosyo-tarihi incelemesinde ortaya çıkan paradigma teorilerinin etkilerini düşünüyor.

Ancak, parapsikoloji bilimi, en azından “psişik araştırma” (başka biçimde belirtmek niyetinde olduğum zamanlar hariç, iki terimi de eşanlamlı olarak kullanırım) eski adı altında bir yüzyılı aşkın bir zamandan beri var olmasına karşın, felsefi düşünüş üstünde daha pek etkili olamamıştır. Gerçekten de, Parapsikoloji Kurumu 1969’dan bu yana Amerikan Bilimini Geliştirme Kurumu’nun bir üyesi olmasına karşın, birçok bilimci ve filozof; açık bir ret veya sırf üstünde hiç düşünmeme yoluyla, bunu hala bir bilim olarak görmemektedirler.

Parapsikolojinin bu durumu için çoğu kez aleyhinde olanlar tarafından ileri sürülen sebepler şunlardır:

(1) Parapsikolojinin öne sürülen etkileşimlerinin; felsefi ve bilimsel topluluklar tarafından önceden farz edilen dünya görüşünün -parapsikolojinin iddia ettiği veriler hariç, neredeyse her şey için mükemmel işleyen bir görüş- (çoğunlukla, C.D. Broad’ın analizini izleyerek “temel sınırlayıcı ilkeler” diye adlandırılan) belirli temel varsayımlarını ihlal eder;

(2) Parapsikoloji bir şüphelidir çünkü “okült” ile ilişkilidir;

Parapsikoloji sağlam biçimde tekrarlanabilir deneyler üretmeye muktedir değildir. Belli bir tekrarlama elde edilse bile bu, öne sürülen sonuçların bilimsel topluluğun geri kalanı tarafından kabul edilmiş olan birçok temel ilkeyle tutarlı olmadığı ele alındığında yeterli değildir; sıra dışı iddialar sıra dışı kanıtlar gerektirir. (4) Parapsikoloji topluluğu; bu etkiler arada bir ortaya çıktıklarında, eğer çıkıyorlarsa, nasıl ve niçin çıkıyorlar sorusuna dair yaygın biçimde kabul görmüş, denenebilir bir teori üretmemiştir.

Devrimci Bir Bilim Olarak Parapsikoloji

Parapsikolojinin bu durumu, parapsikoloji topluluğundan birbirine zıt önerilerin çıkmasına yol açmıştır. Geniş bir tavır yelpazesi olmasına karşın, ben iki ana eğilimden söz edeceğim: tutucu ve devrimci.

Tutucu tavır, ilk başta, genelde bilimsel topluluk ve parapsikoloji topluluğunun dünya görüşü arasındaki çelişkinin ortaya çıkışını en aza indirgemeyi içermektedir. Meslektaş parapsikologlar, bilimlerden devrimci bir biçimde söz etmemeleri için zorlanırlar. Parapsikologlar tarafından incelenen nedensel etkileşimin görünürde normal ötesi olan tiplerine “anormallikler” denir; bu, bunların bir gün geleneksel nedensellik teorileriyle açıklanabileceğini ima etmektedir (bazıları; en favori “geleneksel” teori olan kuantum fiziği ile bunların çoktan izah edilebilir olduğunu önermektedirler). Hatta nedensellik teorilerinden, en azından geçici olarak, vazgeçilebileceği de ileri sürülür. Bazı parapsikologlar incelenen çeşitli fenomenlerde işe dahil olan nedensellik tipleri hakkında hiçbir hipotezi akla getirmeyen terimler kullanılmasını savunmaktadırlar; daha ziyade, bu terimlerin negatif biçimde veya fenomenistik biçimde tanımlanması gerektiğini söylemektedirler. “Psi” terimi, bütün fenomenlerle ilgili olan böyle bir terimdir (Bu terimi kullanacağım ama fenomenalist anlamda değil). İkinci bir tutucu eğilim ise, “parapsikolojiyi” saygınlaştırmak, kendiliğinden vakaları da inceleyen “psişik araştırmadan dolayı bir laboratuar bilimi olarak anlaşılmasını sağlamak ve parapsikolojiyi, ölümden sonra hayatın kanıtlarını ve materyalizasyonlar gibi daha da garip görünen psişik fenomenleri incelemekten çıkartmak, dolayısıyla parapsikoloji ve okült arasındaki ilişkiyi koparmaktır. İkinciye çok yakın olan üçüncü bir tutucu eğilim ise, incelenen fenomenlerin gerçekliğine öteki bilimcileri ikna etmek için yeterince tekrarlanabilir bir deney bulmaktır. Üçüncüye çok yakın olan dördüncü tutucu bir eğilim de, psi etkilerinin üretilmesinin ardındaki dinamiği anlamayı denemek için süreç-yönelimli incelemeler yapmaktır.

Yelpazenin zıt ucunda devrimci tavır durmaktadır. Bu tavır; eğer parapsikologlar tarafından incelenen etkileşim tipleri gerçek ise, o zaman telepati, psikokinezi ve prekognisyon gerçekten meydana gelmekte ve bu da modern bilimin ve felsefenin geleneksel dünya görüşünün tamamen yetersiz olduğunu göstermektedir der. Geleceğin, şu an üstünde ters bir nedensellik uyguladığını -bu, bir sonucun, nedeninden önce var olabileceği anlamına gelmektedir- akla getiren prekognisyon; genellikle en net vaka olarak önerilir. Geleneksel nedensellik ve zaman (hatta mekan) fikirlerinden vazgeçilmelidir der. Parapsikolojinin genel eleştirisindeki ikinci ve üçüncü şıklar göz önüne alındığında, daha devrimci bir yaklaşıma sahip olanlar, geleneksel bilim tarafından kabul edilmekle daha az ilgili ve “okült” ile ilgili suçlamalar hakkında daha az kaygılıdırlar. Ayrıca katı deneysel yaklaşımın genelde kıt sonuçları ve metotları karşısında sabırsız ve daha büyük boyutta kendiliğinden fenomenlere dikkat vakfetmeye istekli ve de hayatta kalma sorusunu cidden düşünme eğilimindedirler. Dördüncü şıkla ilgili olarak ise, bu düşünürler altta yatan dinamikleri keşfetmede ilgisiz olmasalar da, işleyen dinamiğin, normal deneklerin kasten (küçük çapta) psi tezahürleri yaratmasının, kendiliğinden büyük çapta etkiler zuhur ettiren sıra dışı bireylerde işleyen dinamikten bir hayli farklı olduğundan kuşkulanmaktadırlar. Laboratuarın, deneysel yaklaşımın, bu sebepten dolayı doğal fenomenleri anlamamıza yardımcı olmayacağına inanmaktadırlar; anlamak ise, bilimi oluşturmanın başlıca sebebidir. Dahası, psi’de sağlam biçimde tekrarlanabilir başarılı deneyleri daima önleyecek olan bir şey de mevcut olabilir.

Bu konu hakkında yazılanları, Alfred North Whitehead’in felsefesi ile şartlanan gözlerle okumam, yelpazenin tutucu ve devrimci bölümlerinin tam ortasında bir yerde durmama yol açtı. Benim tartışmamın odak noktası dünya görüşü sorunu olacaktır; özellikle de C. D. Broad’ın “temel sınırlayıcı ilkeler” dediği şeyler. Bu meseleyi asli ve tekrarlanabilirlik meselesi gibi geri kalanını da ikincil görenlerle aynı fikirdeyim. Örneğin, bilim sosyologu, parapsikolojinin en dürüst eleştirmenlerinden biri olan Marcello Truzzi, tekrarlanabilirlik ve parapsikoloji hakkında iki noktayı belirtiyor:(a) tekrarlanabilirliğin yokluğu; birçok kabul edilmiş öteki bilimdeki önemli iddialar için de mevcuttur (özellikle psikoloji ve sosyolojide ve astronomi gibi alanlarda); ve (b) tekrarlanabilirlik bir derece meselesidir ve parapsikolojideki birçok deneyler, farklı deneyciler tarafından bir tür süreklilik ile tekrarlanmıştır (aynı deney düzeneği ile veya tek bir denek ile yapılan tekrarlardan hiç söz etmiyorum).

Turrizi, bu temelde, Paul Allison’dan aşağıdaki alıntıyı da ekler:

Kolaylıkla tekrarlanabilir bir deneyin keşfi, parapsikolojiyi sonsuza dek kurtarabilecekken, bunun yokluğu, bu alana karşı olanların yoğunluğunu izahta yetersiz kalmaktadır. Bu yoksunluk diğer alanların (yani psikoloji) bilimsel biçimde yasal olarak kabul edilmesine kesinlikle engel olmamıştır. Hayır, muhalefet; daha çok parapsikolojinin birbirine çok yakın iki özelliğinden kaynaklanıyor gibidir: temel bilimsel varsayımları tehdit edişinden ve kökeninin okült ile ilişkisinden.

Bu iki neden -temel varsayımları tehdit edişi ve okült ile ilişkisi- o kadar “birbirine yakın”dırlar ki, bunların aynı paranın iki yüzü olduğunu söyleyebilirim: “modern bilimsel dünya görüşü”nün, parapsikolojinin kanıtları tarafından meydan okunan ilkeleri aslında tam olarak, büyük çapta, “okült” fenomenleri geçersiz saymak için benimsenmiştir. Dolayısıyla bu ilkelere meydan okumak, kaçınılmaz biçimde, modern dünya görüşü savunucularına göre, “okült”ü desteklemektir.

17. yüzyılda muzaffer biçimde ortaya çıkan doğaya ait yeni felsefenin merkezinde, mekanik bir doğa doktrini bulunmaktadır. Bu durum, aslında, çoğunlukla “yeni mekanik felsefe” olarak adlandırılır. Bu doğa görüşünün iki temel boyutu vardır; her ikisi de bütün “okült” niteliklerin ve güçlerin doğadan yok edilmesi talebinin örnekleridir. Bir boyut; bütün kendiliğindenliğin, kendi kendine hareketin veya kendi kendini tayin etmenin -özellikle de bir ideal sonuç (son nedensellik) anlamında herhangi bir kendi kendini tayin edişin- doğadan ayıklanmasaydı; bu determinizm olarak sonuçlandı. Mekanizmin ikinci anlamı da uzaktan aksiyonun olamayacağıydı: Bütün nedensel tesir, temas ile olmalıdır. Richard Westfall’ın bir yorumu, bu iki noktayı güzelce özetlemektedir:

Hepsi (mekanik felsefeler), küçük düşürücü bir tavırla “okült etkenler” dedikleri şeyin olasılığını doğadan dışlayan ve doğal fenomenleri, değiştirilemez fiziksel süreçlerin ürünleri olarak sunan bir düalizm biçiminde fikir birliğine vardılar... Hepsi doğal felsefenin programının, doğanın fenomenlerinin; birbirleri üstünde sadece doğrudan temas ile etkiyen madde parçacıklarının karşılıklı oyunları tarafından üretildiğini göstermekte yattığında hemfikirdiler.

Uzaktan aksiyonu zamanında bu kadar önemli bir mesele yapan faktörlerden biri de; bazı tarihçilerin zamanın en büyük toplumsal sorunu olarak gördükleri, 16. ve 17. yüzyıllardaki “cadı çılgınlığı” idi. Cadılık suçlamaları; insan zihninin diğer insanlara ve mal mülklerine doğrudan zarar verebileceği fikrini önceden önermişti. Descartes ve Mersenne’in mekanik felsefeleri, herhangi bir uzaktan aksiyonun oluşabileceğini inkar ederek, daha da belirgin biçimde, akim uzaktaki nesneler üzerinde etki uygulayabileceğini inkar ederek (Descartes’ın felsefesi, zihnin kendi bedenini nasıl olup da etkileyebildiğini anlamayı da zorlaştırdı) cadı çılgınlığının içinden çıktığı düşünce dünyasını yok etti ve yerine kendileri tahta çıktı.

Eşit derecede önemli olan ikinci bir teolojik-toplumsal sorun da “mucizeler”in yorumunu içermekteydi. Hem Aristoculuk ve hem de mekanik felsefe ile rekabet eden bir sürü Yeni-Eflatuncu, Hermetik, Kabalistik ve natüralist felsefe; 15. y.y.’da İtalya’da başlayan Eflatuncu Rönesans’tan başlayıp kuzeye doğru yayılmaya başlamıştı. Bu felsefelerin bazıları “büyülü” idi, uzaktan aksiyona izin veriyorlardı. Özellikle insan zihninin uzaktan etki uygulaması ve tesir almasına izin veriyorlardı -örneğin, “sempati” yoluyla. Bu felsefeler Yeni Ahit’teki mucizelerin (ve Katolikler için, sürüp giden Hıristiyan geleneğinin) tamamen doğal etkiler olduğunu, diğer geleneklerde meydana gelen sıra dışı olaylardan farklı olmadığını ve herhangi bir doğaüstü müdahaleye gereksinmediklerini ima ediyorlardı; hatta bazı savunucuları bunu açıkça iddia ettiler. Hıristiyanlığın savunucuları bu felsefeleri büyük bir tehdit olarak gördüler çünkü Hıristiyanlığın tek gerçek din olarak kurulmasına dair Tanrı’nın işaretleri olan mucizelerin cazibesi; Hıristiyan ilahiyatının merkezi öğesidir. Dahası birçok kişi, Hıristiyan Kilisesi ve devlet arasındaki yakın ilişki ele alındığında, bütün toplumsal dokunun dengesinin bu noktaya dayandığına inanmaktadır.

Mekanik felsefe birçok kişi tarafından, mucizelerin natüralist yorumlanmasına karşı bu geleneksel Hıristiyan tutumun en iyi savunması olarak görüldü. Örneğin, Fransa’daki bilimsel, felsefi ve teolojik gruplarda mekanik felsefenin kurulmasında -Descartes ile, birçok açıdan Descartes’ten daha da önemli- merkezi bir figür olan Rahip Marin Mersenne mekanik felsefeyi bu sebeple savunmuştur. Uzaktan herhangi bir tesirin doğallıkla oluşamayacağını gösterdiğinden, Yeni Ahit’te ve sonraki Hıristiyan tarihinde oluşan mucizeler gerçekten mucizeydiler -yani, Tanrı’nın doğa ötesi müdahalesini gerektiriyorlardı. (Öteki geleneklerde meydana gelen benzer olayların, Şeytan tarafından üretildiği söylendi. Şeytan’ın güçlerinin tamamen doğa ötesi olduğu söylenmemesine karşın, bu güçler, mucizevi etkileri taklit eden güçleri içermekteydi.)

Uzaktan tesirin bu kısım kısım inkarı; algılamanın duyumcu doktrinidir; buna göre, bizler, bizlerin ötesindeki durumları, olguları sadece bedensel duyular yoluyla algılayabiliriz. Böyle bir algılama, bir dizi birbirine bitişik tesirler zincirini içerir; halbuki duyusal olmayan algılama zihin ve uzaktaki bir nesne veya zihin arasında doğrudan bir teması içerecektir. Bu duyumculuk; hem cadılığa ve hem de belirli mucizelerin (İsa’nın öteki insanların aklındakileri bilmesi gibi) natüralist yorumlarına izin veren düşünce dünyasını zayıflatmaya yardım etmiştir.

Doğanın mekanik doktrinini tercih etmenin bazı teolojik-sosyolojik nedenleri ise bu doktrinin diğer anlamını içermektedir -maddenin kendi kendine hareket kapasitesinin inkarı. Bunlardan biri ölümden sonra hayata inanma ile ilgiliydi. Ancak, yukarıda sözü edilen Rönesans felsefelerinden bazıları maddeye, kendi kendine hareket eden ve belki de kendi kendini organize eden olarak bakmaktaydı. Maddenin kendi kendine hareket ettiği fikri taraftarlarının bazıları açıkça, beden öldüğünde ruhun da öldüğünü söyleyen “mortalizm”i öne sürdüler. Bunu, bedenin kendi kendine hareket eden şeylerden bileşik olduğu ama yine de ölümle çürüdüğü, buna göre, ruhun kaderinin bundan farklı olacağını söylemek için bir neden olmadığını temel alarak savundular. Bu aykırı görüş; kilisenin otoritesini ve dolayısıyla toplumsal düzeni savunanların gözünde de son derece tehdit ediciydi. Çoğu insan, arkadaşlar da hasımlar da, kilisenin otoritesinin aslen “krallığın anahtarına” sahip olmada, yani öldüklerinde insanların cennete veya cehenneme gideceklerini tayin etme gücünde yattığında hemfikirdi. Eğer ölümden sonraki hayata duyulan inanç ufalanıp giderse, kilisenin otoritesi de giderdi.

Mekanik doğa görüşü, Tanrı’nın bir ihsanı gibi görülüyordu. Maddeyi, hiçbir kendi kendine hareket gücüne sahip değilmiş olarak resmetmekteydi. Bu doğa görüşü şunu aşikar hale getirmişti: Bizler açıkça kendi kendine hare ket eden varlıklar olduğumuza göre, bizlerde maddeden cins olarak farklı bir şey olmalıydı -maddi olmayan, kendi kendine hareket eden bir ruh. Buna uygun olarak, -Mersenne, Gassendi, Descartes, Böyle ve Kraliyet Derneği tarafından- bedenin ölümle çürümesinin, ruhun da çürümesi gerektiğini önermediği savunulmuştur.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Mekanik doğa felsefesinin, ölümden sonra hayatı desteklemek için kullanılması hakkındaki bu üçüncü örneğinden söz etmemin iki sebebi vardır. İlk olarak bu göstermektedir ki, ilk fazında “modern dünya görüşü” ölümden sonra hayat inancını yadsımak değil, onu desteklemek niyetindeydi. Ruh, beyinden farklıydı ve ondan ayrılabilirdi. Bu noktayı, psi ve doğa ötesini sınırlamak için aşağıda kullanacağım, ikincisi, bu örnek, doğanın temel birimlerinin kendi kendine hareket gücünden yoksun oldukları fikrinin; modern dünya görüşü için uzaktan aksiyonun inkarı kadar merkezidir. Bu makalede önerdiğim şey, modern dünya görüşünün bu hatlarının her ikisinin de reddedildiği postmodern bir felsefeye ihtiyacımız olduğudur.Yani, uzaktan aksiyona izin vermenin yanı sıra önerdiğim Whitehead felsefesi, deneyim ve kendiliğindenliğin; tamamen dünyanın birer özelliği, her seviyede doğanın karakteristikleri olduğu, düalist olmayan, neo-animist, birleşik-de-neyselci (panexperientialist) bir felsefedir.

Şimdi ise mesele; modern dünya görüşü, uzaktan aksiyon ve parapsikolojinin tartışmalı ve dolayısıyla potansiyel devrimsel yapısı arasındaki ilişkidir. Benim önerim şudur: Eğer parapsikolojinin görünüşte psi ilişkilerini incelediğini söylüyorsak, o zaman “psi ilişkileri”, onları diğer fenomenlerden tefrik edebilmek için tam olarak tanımlanmalıdır; uzaktan aksiyon özelliği ise merkezi olmalıdır. Parapsikologlar tarafından olay türlerinin en belirgin özelliğinin bu olması, kullanılan birçok terim tarafından ima edilmektedir: telepati, telekinezi (psikokinezinin bir türü), teleportasyon, uzaktan izleme, retrokognisyon ve prekognisyon. (Bazen uzaklık zamansaldır, bazen mekansal ve bazen her ikisi de) Uzaktan tesir fikri, dahası, parapsikologlar veya psişik araştırmacılar için uygun olduğu düşünülen diğer fenomenlerde en azından savunulabilir biçimde barizdir.

Psi ilişkilerinin uzaktan nedensel bir tesir terimi ile tanımlanabileceğini önererek, psi’yi ve dolayısıyla parapsikoloji konusunu sırf negatif veya fenomenik bir biçimde, tutucu bir eğilimle tanımlamayı da reddediyorum. Örneğin, bazı insanlar, “normal ötesi”ni geniş anlamda şu anki dünya görüşüne, yani materyalizmin son dünya görüşüne uymayan her şeyi anlatan bir tanım olarak ele alıp, parapsikolojinin; bütün doğa ötesi olayların incelenişi olduğunu önermekteler. Ancak özgürlük, bu dünya görüşüne uymaz ve yine de hiç kimse, hür aksiyonun bariz anlarının parapsikolojinin konusuna girdiğini düşünmez ve bunun gibi daha birçok örneğin listesi çıkarılabilir (s.34’de başlayan bölümdeki materyalizmin yetersizlikleri tartışmasına bakınız). Bir diğer negatif tanım, parapsikolojinin konusu olan maddenin, şu an bilinmeyen bir neden için etki tipleri içerdiğini belirtir. Ancak bizler birçok fenomenin nedensel temelini anlamamaktayız; bir örümceğin bir ağı örmeyi nasıl bildiği veya evrenin nasıl var olduğu gibi (eğer birisi “bir büyük patlama yoluyla” derse, büyük patlamanın nereden geldiğini sorabiliriz) ve birçok kişi, zihnin beyni veya beynin zihni nasıl etkilediği hakkında da hiçbir fikrimiz olmadığını söylemektedir. Dahası böylesine negatif, zamansal temelli bir tanım; günü gelip de psi ilişkilerinin nedenselliğini öğrendiğimizde, artık bunların psi ilişkileri olmayacağı sonucunu da getirir! Psi ilişkilerinin “anormal bağlantılar” biçiminde fenomenik tanımı da, tıpkı negatif tanımlar gibi, parapsikolojiyi potansiyeli olan devrimci bir bilim yapan şeyden kaçınmaktadır; yani bunun modern dünya görüşünün sadece dışladığı değil, aynı zamanda tamamen dışlamak üzere inşa edildiği şu nedensel tesiri, yani uzaktan nedensel tesiri doğrulayabileceği gerçeğidir.

James Wheatley gibi birçok filozof, “psi olgularının ne olduğuyla ilgili sezgisel fikrimizi” “pozitif bir tanımlamayla” ifade edebileceğimiz ümidini dile getirmişlerdir. Benim önerim şudur ki psi’nin yapısının bu pozitif tanımlaması; uzaktan tesir fikrini de içermelidir.

Psi’nin bu biçimde pozitif tanımlanmasına, birçok parapsikolog direnmektedir. Bu direncin en önemli nedenlerinden birisi şudur: Eğer psi bu şekilde tanımlanırsa ve parapsikoloji, psi olaylarının bir incelemesi olarak tanımlanırsa, o zaman eleştirmenlerin parapsikolojinin konusu şüpheli olduğu için, geçerli bir bilim olamayacağı iddia etmeleri kolaylaşacaktır. Ancak bu sorunu çözmenin uygun yolu, psi’yi negatif veya fenomenik biçimde tanımlamak değil, sadece parapsikolojiyi, John Palmer’ın önerdiği gibi, bariz psi olaylarının incelemesi olarak tanımlamaktır (Palmer “bariz psişik olaylar” demiştir ama ben psi’yi tercih ediyorum). O zaman parapsikolojinin açıkça bir konusu olacaktır. Dahası Palmer’ın önerisi psi’nin gerçekten oluş tuğuna inananların ve inanmayanların da kabul edebileceği bir tanım sağlar ve dolayısıyla bir parapsikologun mutlaka psi’ye “inanan biri” olduğu önermesini ortadan kaldırır. O zaman parapsikoloji, bariz psi olaylarının, yani ayrı ayrı kesinleştirilmelerine rağmen bir tür uzaktan nedensel tesir içeriyor gibi görünen olayların bilimsel incelemesidir.

Parapsikolojinin kaçınılmaz biçimde potansiyeli olan devrimci bir bilim olduğu yönündeki iddiam; analizimi, Brian ve Lynne Mackenzie’ninkine yaklaştırmaktadır. Onlar, parapsikoloji tarafından incelenen “normal ötesi” olayların, “dünyanın bilimsel kavramlarıyla çelişki içinde olan belirgin bir olaylar sınıfı” anlamında sırf “anormal” olmadığını haklı olarak söylemişlerdir. Daha ziyade “bunlar, bilimsel kavramın vücut buluşuyla normal ötesi olarak saptanmışlardır ve bundan ayrı tanımlanabilir değillerdir... ‘Normal ötesi’, doğadan tamamen dışlananlar olarak saptanmıştır.” Buna göre, şöyle derler:

Parapsikolojinin modern bilimle uyuşmayışı ne kazaradır ve ne de son yıllarda meydana gelmiştir ama modern bilimin varsayımcı temeli üstüne kurulmuştur. Parapsikolojinin hedeflerinin ve iddialarının bu varsayımcı temel ile son derece güçlü bir biçimde çatışmasından dolayıdır ki bu alan bu kadar çok saldırı çeker. Aynı neden sebebiyle, eğer kabul edilirse, parapsikoloji Rhine ve diğer parapsikologların sık sık ısrar ettikleri gibi, devrimsel belirtilere sahip olacaktır.

Mackenzie’lerin parapsikolojiyi bariz doğa ötesi olayların değil, ama sadece doğa ötesi ilişkilerin (bu, parapsikolojinin olası sonuçlarının yerine parapsikolojinin ta kendisini modern bilim görüşü ile gerilime sokan) incelemesi olarak tanımlaması bir yana, analizleri doğru görünmektedir. Dahası, bu gerilimin yapısını tanımlayışları da isabetlidir. Bu konuyu, George Price’ın, fikrini değiştirmeden önce söylediği ünlü sözlerini alıntılayarak sunarlar: “Bilimin özü, mekanizmadır. Majinin özü ise animizmadır.” Modern dünya görüşüne göre, başka bir deyişle, “bilimsel” açıklamalar mekanik açıklamalardır, halbuki parapsikoloji, mekanik açıklamaların olası görünmediği fenomenleri işaret etmektedir. Ancak bu noktanın ötesinde, Mackenzie’lerin analizi revizyona ihtiyaç duymaktadır.

Modern bilimin 17. y.y.’da kuruluşunu anlatışlarında Mackenzie’ler “matematiğin somutlaştırılması” ve bunun sonucunda ortaya çıkan birincil ve ikincil nitelikler şemasında odaklanırlar; buna göre, sadece matematiksel terimlerle tarif edilebilen fiziksel varlıkların doğada nedensel etkililiği olduğu söylenir. Bu hareket net biçimde merkezidir ve bu doğa görüşünün, zihin ve doğa arasında bir ikiliği ima ettiğini haklı olarak gösterirler. Zihin; dünyanın matematiksel olarak tarif edilemeyen bütün özelliklerinin yığıldığı yer haline geldi. “Zihinsel ve diğer matematiksel olmayan fiziksel varlıklar ve kuvvetler, bilimsel şemada tolere edilebilirler... ancak sadece doğanın düzenli gidişine müdahale edemeyecekleri yerde, yani bireysel organizmaların fiziksel olmayan zihinleri içindelerse.”

Bunların hepsi, en azından bir eğilim olarak, doğru olsa da, Mackenzie’ler “mekanik” dünya görüşünün bu özelliğini, “doğa ötesi” fenomenler tarafından ihlal edilen asli özellik olarak ele almakta yanılmışlardır. Mackenzie’ler için “parapsikolojik gelenek” diye geniş biçimde adlandırdıkları şeye ait olan bütün hareketlerin özelliklerini tanımlamak; “bunların hepsi, dünyadaki bir tür indirgenemeyen ve matematiksel olmayan fiziksel öğelerin varlığını ve nedensel etkililiğini az ya da çok açıkça gösterme çabalarını içerirler” demektir. Parapsikoloji “fiziksel sistemlere değil ama kişilere açık bir tür indirgenemeyen etkilik...” üstünde ısrarlıdır. Eğer hepsi bundan ibaretse, o zaman, baş mekanikçi Descartes, zihnin beyni etkilediğini, bunun da kolu, bunun da insanın bedeninin ötesindeki dünyadaki etkileri ürettiğine inandığından, “parapsikolojik geleneğe” dahil olmalıydı. Elimizle bir kaşığı hareket ettirmeye karar verme ve sonra bunu yapma deneyimimiz; birisinin sadece düşünerek bir kaşığı bükmesine tanık olduğumuzda yaşadığımız kadar hayranlık duygusunu yaratırdı.

Modern dünya görüşünün mekanizmasının analizinde gözden kaçırdıkları şey, uzaktan aksiyonun inkarıdır. Yukarıda tartıştığım gibi “mekanik’in asli anlamlarından birisi, bütün nedensel aksiyonun temasla meydana geldiğidir. Richard Westfall’ın dediği gibi, “Descartes’ın mekanik doğa görüşünün temel ilkesi, bir gövdenin bir diğer gövde üstünde ancak doğrudan temas yoluyla işleyebilmesidir.”

Bu iddia; modern dünya görüşünün merkezi temellerinden birinin, Newton’un evrensel çekim teorisinin uzaktan aksiyonu içeriyormuş gibi görünmesi sayesinde ortadan kalkmış gibidir. Gerçekten de bir nitelendirmeye ihtiyaç vardır. Mekanik felsefenin birkaç versiyonu vardır ve Newton’un versiyonu, Descartes’inkinden, diğer versiyonlarınkinden daha radikal biçimde ayrılmaktadır, en azından bu noktada. Descartes’ın kinetik mekanik felsefesinin tersine, Newton’un dinamik mekanik bir felsefesi vardı; buna göre, doğanın nihai etkilisi, Westfall’ın sözleriyle “hareket eden bir parçacığın kendisinden ziyade parçacıklar arasında iş gören bir güç” idi. Bu, Newton’un doğa felsefesinin en azından uzaktan aksiyon fikrine açık olduğu anlamına gelir ve “cazibeler” deyişi bunu ima ediyor gibidir. Felsefesinin ilk dile getirildiğinde bu kadar tartışmaya sebep olması bu yüzdendir, özellikle de Kartezyen felsefenin hüküm sürdüğü Kıta’da. Descartes’ın ölümünden sonra önde gelen Kartezyen bilimcisi olan Christiaan Huygens, bir arkadaşına yazdığı mektupta Newton’dan şöyle söz eder: “Cazibeler gibi varsayımları önümüze sürmediği müddetçe bir Kartezyen olmaması umurumda değil.” Tam olarak bu bağlamda Newton; işe dahil olan güçlerin etkilerinin sadece matematiksel formüllerini veriyor olduğunu ve “cazibe” sözcüğünün, gücün yapısı hakkında herhangi bir iddia içermediğini söyleyerek pozitivist olmuştur.

Dahası, bilimciler ve filozofların “Newton’cu dünya görüşü”nden söz etmeye devam etmelerine karşın, 18. ve 19. yy esnasında Newton’un fikirleri olabildiğince Kartezyenci mekanik felsefeye özümsendi, öyle ki sonuçtaki dünya görüşünü Newton’cu-Kartezyenci olarak tarif etmek daha doğru olacaktır. Bu süreç, Newton’un kendisi ile başlamıştı. Olasılığa açık olmanın yanı sıra, çekim ve diğer açık cazibe ve itme biçimleri için mekanik nedenlerin bulunabileceğine dair pozitivist inkarlarıyla, “son yıllarında, gittikçe büyüyen felsefi bir ihtiyat Newton’un bir bakıma daha gelenekçi mekanik görüşlere çekilmesine yol açtı.”

İddia kalabilir, çünkü düalist ve doğaüstücü olan modern dünya görüşünün ilk versiyonunun büyük bölümünde, açıkça uzaktan aksiyonu içeren olayların meydana geldiği ama bunların sadece doğaüstü güçler yoluyla (veya en azından doğa öncesi, görünürde doğa ötesi, Şeytan’ın gücü) meydana geldiği söylendi. Şüphesiz, zihin ve doğa arasındaki ikilik; doğa içinde (yani iki maddi gövde arasında) herhangi bir uzaktan tesirin olamayacağında ısrar ederken, etkili biçimde doğa dışına yerleştirilmiş olan zihnin, uzaktan tesir almasına veya uygulamasına izin veriyordu. Bazı düşünürler, aslında, bu pozisyonu savunmuşlardır. Ancak, çoğu düalistler tarafından benimsenen düalizmin gerçek yapısı buna izin vermiyordu. Zihnin bir madde üzerinde uzaktan etkisi dışlanmıştı ve zihnin, ancak maddi duyular aracılığıyla algılamaya muktedir olduğu söylenmişti.

Modern dünyanın, birinci versiyonun düalizmi gibi doğaüstücülüğünü de terk eden ikinci versiyonu, mekanik biçimde açıklanamayan olaylara hiç izin vermiyordu. Doğanın mekanik görüşü alıkonmuştu; düalizmin reddi ise bu “doğa” görüşünün artık, insan deneyimi de dahil, dünyaya bir bütün olarak uygulandığı anlamına geliyordu ve Tanrı’nın reddi, ardışık nedenlerle açıklanamayan etkileri üreten hiçbir güç olamayacağı anlamına geliyordu. Son modern dünya görüşüne bu geçiş; mekanik kütle çekiminin ilkeleriyle açıklanamayan olayların, uzaktan aksiyonun olabileceğini dışlamak biçiminde anlaşılan, inkarını getirmiştir.

Bu ibarenin, kütle çekimi ile ilgili olarak biraz nitelendirilmesi gerekmektedir. Şüphesiz, kütle çekiminin uzaktan-aksiyon olarak yorumlarına karşı ilk saldırılar sürmekteydi ve “eğimli uzay” ve “gravitonlar” gibi alternatif yorumlar bulma çabaları olmuştu. Modern dünyadaki birçok entelektüel ise, birçok güçlük sebebiyle, öne sürülen psi olaylarının tamamını reddederken, çekimsel cazibeyi bir tür uzaktan aksiyon olarak kabul etmişlerdi. (1) Kütle çekimi, “büyük Newton” ve “bilimsel dünya görüşü”nün kurulması ile ilgiliydi (Newton’un “okült” fenomenler ile ilgilenmesi kısa bir süre öncesine kadar yaygın biçimde bilinmemekteydi). (2) Kütle çekimi çok düzenlidir ve her zaman bu şekilde doğrudan deneyimlenir. (3) Kütle çekimi, bir matematiksel tarif olarak verilebilir. (4) Kütle hareketsiz doğayı içerir, zihni değil. Son iki nokta; Mackenzie’lerin, modernliğin kabul edilebilir diye ilan ettiği şeyin analizine ve özellikle dördüncü nokta, kutsal metinlerdeki “mucizeler”in natüralist yorumlarını dışarıda tutmak kaygısı (doğaüstücüler arasında) kadar bütün “cadılık” ve “kara büyü’yü dışlamak kaygısına da uymaktadır.

Bu tartışmadan çıkacak şeyin; psi olaylarının, çok daha kesin biçimde tanımlanması gerekmelerine karşın, zihinlerin uzaktan nedensel bir tesir aldığı veya uzaktan nedensel bir tesir uyguladığı olaylar olduğunu söyleyebiliriz. Bu tanımlama, şüphesiz, genellikle psi’nin iki ana biçimi olarak düşünülen şeylere uyar: duyular dışı algılama ve psikokinezi. Ancak ben, daha sonra açıklayacağım sebeplerle, “alıcı psi” ve “ifadeci psi” terimlerini tercih etmekteyim.

Alıcı psi, bir zihin uzaktan bir tesiri aldığında oluşur; yani bir dizi (zincirdeki son halkaların bedenin duyu sistemi ile tertip edildiği) bitişik olay yoluyla varmamış olan tesiri. Bu kategori, genellikle duyular dışı algılama altında sınıflanmış her şeyi içerir (aşağıda açıklanacak sebepler dolayısıyla, gerçek prekognisyon hariç).

İfadeci psi, bir zihin uzaktan nedensel tesir uyguladığında oluşur. Bu kategori dar tanımlanmış -yani beyinden ziyade zihnin cansız nesne üzerindeki doğrudan tesiri olarak- haliyle sadece psikokineziyi değil, düşünce aktarımı, psişik şifa ve bitki büyümesinin psişik yolla uyarılması gibi bariz fenomenleri de içerir.

Uzaktan tesirin, psi ilişkilerinin özünü tanımlamanın bir parçası haline getirilmesine dair önerime açık bir itiraz Şu olabilir: Bu, parapsikolojinin genellikle üçüncü sırada gösterilen ana konusunu, ölümden sonra hayatı dışta bırakmaktadır. Gerçekten de, psişik araştırmanın kurucuları ilk ve en önce bu mesele ile ilgilenmişlerdir. Parapsikolojinin veya psişik araştırmanın bu konusunun artık kendi ismi vardır: “teta psi”. İnsan, bunu dışarıda bırakan bir parapsikoloji tanımının yeterli olmadığını iddia edebilir. Ancak ölümden sonra hayatın, uzaktan aksiyonu içermediği açıktır ve aynısı beden dışı deneyim için de söylenebilir. İnsan bu olgularda doğa ötesi olanın; uzaktan aksiyonu almak veya uygulamak değil, sadece fiziksel bedenden ayrı var oluş olduğunu söyleyebilir.

Ancak bu yargı, modern dünya görüşünün birincisinden ikincisine geçilirken oluşan değişikliği yansıtır. Akıl, benlik veya ruh ve beynin materyalist denklemi, entelektüel gruplar arasında “normal” görüş haline gelişine kadar; zihnin beyinden ayrı var oluşu “normal ötesi” olarak görülmekteydi. Ancak eski modern dünya görüşünde ruhun bedenden ayrı var oluşu, paradigmaya karşı olmuyordu. Eski modern dünya görüşü, aslında, bu inancı tehdit etmek değil, onu desteklemek niyetindeydi. Dışlanan sadece bedenli ve bedensiz ruhlar arasındaki iletişim idi, çünkü böyle bir iletişim duyular dışı olacaktı. O zaman bu perspektiften bakılınca, ölümden sonra hayatın kendisi değil, sadece ölümden sonra hayat için kanıt; normal ötesi olarak düşünülecektir.

Bu yaklaşımı ele almak, parapsikolojinin kendi kendini tanımlamasını, dünyanın birçok geleneği ile uyumlu hale getirecektir. Gerçekte bunların hepsinde ölümden sonra hayat kabul edilmiştir; ancak uzaktan tesir uygulama, uzaktan olayları açıkça algılama ve öte dünyaya geçmiş ruhlarla düzenli iletişim kapasiteleri, sadece birkaç kişinin sahip olduğu sıra dışı kapasiteler olarak düşünülmüştür. Bugün bile ABD’de çoğu insan ölümden sonra hayata inanmakta, bunu “normal” bir şey olarak düşünmektedirler, ancak bu insanların çoğu için telepati, psikokinezi ve ölümden sonra hayatın (İncil’in sağladıklarının yanı sıra) düşünce aktarımı veya diğer ifadeci psi biçimleriyle öte dünyaya geçmiş ruhlardan geldiğine inanılan doğrudan kanıtlan çok garip, belki de imkansızdır.

Önerim “teta psi” teriminden vazgeçmek ve ölümden sonra hayatın kanıtlarını artık parapsikolojinin belirgin bir alanı olarak görmemek değildir; sadece bu alanda ölümden sonra hayatın kendisi değil, ölümden sonra hayatın kanıtı olan bariz normal ötesi şeyin ne olduğunu açıkça belirtmeliyiz. Yani, teta psi’deki “psi ilişkisi” ruhun bedenden ayrı var oluşuyla değil, ruhun bedenden ayrı var olma kapasitesinin kanıtlarını bariz biçimde veren ilişkilerle ilgili olmalıdır. Birçok kişinin teta psi’yi anlama biçimi zaten budur; ama diğerleri (aşağıda görüleceği gibi C.D. Broad gibileri) ruhun beyinden ayrı var oluşunun ta kendisinin normal ötesi olacağını düşünüyorlardı ve bazı yazarlar bu iki anlam arasında gelip gitmektedirler. Her durumda, parapsikolojiyi, çoğu kültürlerin sıra dışı kabul ettiği şey ile aynı hizaya getirmenin yanı sıra önerimin bir başka avantajı vardır: Parapsikologlar tarafından incelenen bütün ana tipteki fenomenlerin, zihinleri içeren uzaktan nedensel tesir terimiyle tanımlanmasını sağlamaktadır -ve eğer bir inceleme alanı altındaki çeşitli fenomenler müştereken pozitif bir şeye sahip iseler, bu hoş bir şeydir.

Bunu söyledikten sonra, başka türlü bir biçimde devam edebileceğimi eklememe izin verin. Yukarıda ölümden sonra hayat ve beden dışı deneyimlerin “uzaktan aksiyonu aşikar biçimde içermediklerini” söyledim. Ama cevap olarak, uzaktan aksiyonun başka vakalarda da aşikar olmamasına rağmen, yine de sağlandığı söylenebilirdi. Yani bir beyinden ayrı var olan bir zihin; var olmak için kendisinin ötesinde bir şeyi algılamak zorunda olduğu kadar, muhtemelen kendisinin ötesinde bir şeyleri de etkileyebilir. Bu algılama ve aksiyon, beyin tarafından tasarlanmadığı için, muhtemelen mekansal (uzamsal uzaklığın bu bağlamda anlamlı olacağını varsayarak) bir uzaklıktan tesiri alma ve uygulamayı içermek zorunda olacaktır. Buna göre, zihnin beyinden ayrı var oluşunun ta kendisi, uzaktan tesiri içerecektir. Bu sav, Whiteheadçi perspektifim düşünülürse, bana anlamlı gelmektedir; bu perspektife göre, var olmak (gerçekleşmek); algılamak ve algılanmaktır ve de bütün diğer olgular gibi “zihinlerin” de mekansal-zamansal mahalleri, noktaları vardır. Dahası bu pozisyonu ele almak, “normallik” algıları son modern dünya görüşü tarafından yanıltıcı biçimde biçimlenmiş olanlara da uyacaktır. Bu mesele hakkında güçlü fikirlerim yok ve beden dışı deneyimler (ölümden sonraki deneyimler dahil) normal ötesi olarak düşünüldüğü sürece her iki seçeneği de kabul edebilirim:

Böyle düşünülmeleri gerekir çünkü işe, uzaktan tesir karışmıştır. Her durumda da parapsikoloji; potansiyeli olan devrimci bir bilim olarak anlaşılmalıdır diye savunmaktayım. Parapsikoloji, bariz psi olaylarını, meydana geldiği anlaşılan ve eğer otantik ise, en azından bazı zihinlerin, özellikle de bazı insan zihinlerinin, en azından bazı zamanlarda uzaktan nedensel tesirler almaya ve/veya uygulamaya muktedir olduğunu ima eden olayları incelemektedir. Bu biçimde anlaşılan psi’nin doğruluğu onaylandığı kadarıyla; modern dünya görüşünün, bu cins bir nedensel tesirin olanaksız olduğunu ima ettiği ölçüde, tekrar düzenlenmesi gerekecektir.

Kendi inancıma göre psi, hem deneysel ve hem de kendiliğinden olguların belgelenmesi yoluyla yeterli biçimde gösterilmiştir. Dolayısıyla, parapsikolojinin gerçekten de devrimci belirtilere sahip olduğu; modern dünya görüşünün, başka nedenlerle de uzaktan ve zihinlerden gelen nedensel tesirlerin varlığını içermek üzere ayarlanması gerektiği düşüncemi koruyorum.

 

“Parapsikoloji Ve Felsefe” David Ray Griffin, Kitabından derlenmiştir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...