Jump to content

Lanet


YUH

Önerilen Mesajlar

bir hikaye olmasına rağmen gerçekten aydınlatıcı ve öğretici yanları mevcut okumanızı tavsiye ediyorum

 

Cin Büyüsü

 

Cuma gecesini her zamanki gibi tek başına büyü çalışarak geçirmiştim. Ay sararırken yattığımda sabaha kadar uyumayı bekliyordum. Telefonun ziliyle uyandığımda daha uykumu alamamıştım. Ahizeyi zorlukla kaldırıp cevap verdim.

“Alo”

“Korhan beyle mi görüşüyorum?” İsmimi sorduğuna göre arayan bir müşteriydi, o reklamı koyduğum güne lanet okudum.

“Evet hanımefendi, benim. Nasıl yardımcı olabilirim?”

“Korhan bey telefonunuzu rehberde buldum. Benim özel bir problemim var.” Hep öyledir zaten, gece yarısı çalan telefonlardan ne beklenir.

“Korhan Çözümlerinin halledemeyeceği problem pek yoktur hanfendi. Nedir derdiniz?”

Bir an duraksadı. Kim bilir gecenin bu saatine kadar neler düşünmüştü. Çoğu müşterimin son çaresiyimdir. Bana gelinceye kadar başka çözümler denerler.

“Doğru yeri aradığıma emin değilim. Rehberde yazanlar doğru muydu?”

“Neyin doğru olup olmadığını merak ediyorsunuz?”

“Şey, rehbere göre siz büyü bozmada, lanet kaldırmada uzmanmışsınız.”

“Evet doğru okumuşsunuz. Bir çok büyüyü bozabilir ve peri padişahlarının ve sultanlarınınki ile cin melikesinin ve birkaç başka varlığınki dışında bir çok laneti kaldırabilirim. Ailenizde yıllardır süren bir lanet varsa onu kaldırmak oldukça zordur. Fakat sizin çocuğunuza geçmemesini istiyorsanız bunu kolaylıkla halledebilirim.”

İşte bu açıklamadan sonrası çok kritiktir. Bir çok müşteri adayı bunları duyduktan sonra çekinir ve telefonu kapatır. Sadece bana gerçekten ihtiyaç duyan bir kaçı beni tutmak ister. Bu kadının hangisi olduğunu bilmiyordum.

“Yani burada yazanlar şaka değil, ciddisiniz.”

“Evet hanfendi. O reklamı şaka için oraya koymadım.”

Reklamı rehbere geçmek çok zor olmuştu. Bir kere büyücülük burada hala bir suç. Haksız da sayılmazlar hani, büyücüyüm diyen bu kadar çok şarlatan varken yasağı kaldırmaları doğru olmazdı. Ustalar meclisi Süleyman’ın devrinden beri büyünün gizli olması gerektiğine inmasalar böyle olmazdı. Onlara göre büyücünün görevi padişahlar ve saray erkanına yardımcı olmaktı. Saraydan olmayanların ufak problemleriyle ilgilenilmezdi. Taşradakilerin büyü ile hastalara şifa veren, ufak lanetlerle ahaliyi yola getiren cadılardan ve şarlatanlardan başka sığınacak kimseleri yoktu. Avrupa’da kara vebayı engelletmeyen ya da Osmanlı’da arada bir baş gösteren kıtlıklara son vermeyen ustalar meclisinin bu yaklaşımıydı. Aynı meclis benim mesleğimi insandan uzak bir köşede yapmak yerine bir şehrin ortasında yapma isteğime de karşı çıkmıştı. Büyünün şifasını herkese yaymanın zamanı geldiğine inanıyordum. İstanbul ya da öteki büyük şehirler değil de yıllardır büyücünün uğramadığı Eskişehir’i seçmem bile onları susturamadı. Açıkça büyücü olduğumu ilan etmemi kabul etmiyorlardı. Geçen zamanın adetlerimizi nasıl yıktığından, gençlerin isyankarlığından ve yol yordam bilmezliğinden dert yandılar. Sonunda bulduğum çözüm hepsini susturmuştu. Eskişehir’de on, on beş rehbere büyülü ilanımı yerleştirdim. Böylece ancak büyüme ihtiyacı olan birisi numaramı buluyordu. Problemi çözüldükten sonra da rehber başkasına gitmek üzere kayboluyordu. Eğer ne yaptığımı bilseydim sadece gündüzleri gözükecek bir büyü yapardım ama iş işten çoktan geçti.

“Korhan bey başımda büyük bir tehlike var. Yardım etmelisiniz.”

“Anlıyorum hanfendi, sabaha kadar bekleyemez mi?” Yataktan aşağı ayaklarımı uzattım. Dedemin saatine göre güneşin doğmasına daha iki saat vardı.

“Hayır. Yarın sabaha bu işin çözülmesi lazım.” Hep böyle derler ama çoğunlukla sorun o kadar da acil değildir.

“Saat gecenin dördü, beş altı saat bekleyemez misiniz?”

“Korhan bey, bir cin yarın beni kaçıracağını söylüyor. Eğer bu işi çözemezsek bir daha hiç halletme şansım olmayacak.” Cinlerin durup dururken kimseyi kaçırdıkları olmazdı, yine de işin içine büyü girdi mi ne olacağı belli olmaz.

“İsminiz neydi hanfendi?”

“Ayça Gül”

“Bakın Ayça hanım, normalde ücretim sizin için çalıştığım her saat başına 15 lira artı masraflardır. Gecenin bu saatinde çalışmamı istiyorsanız bunun iki katını vermelisiniz.”

“Tamam, 30 lira artı masraflar sizindir. Eğer beni bu işten sabaha kadar kurtarırsanız iki bin lira daha alırsınız.”

“Anlaştık. Neredesiniz?”

 

Eskişehir’e gelmemin sebeplerinden biri de geceleri bu şehrin ıssızlığıydı. Öğrenci şehri olduğundan sokakta birilerine rastlayabilirsiniz ama İstanbul’un ya da Ankara’nın gece yaşayanları gibisi burada gözükmez. Evim Odunpazarı’nda Eskişehir’in ilk kurulduğu mahallelerden birindeydi. Sokakta cumartesi pazarının evvelsi günden kalma döküntüsü vardı. Yenebilecek, ya da satılabilecek her şey toplanmıştı toplanmasına ama sokak lambalarının altında pazarın izleri hala belli oluyordu. Odunpazarı’nda oturmamın sebebi burada gerçekliğin daha güçlü olmasıydı. Büyü yapmayı zorlaştırıyordu ama beni ve etrafımdakileri büyüyle uğraşmanın etkilerinden koruyordu. Eskişehir’e ilk yerleşenler şamanlarının yol göstermesi ile şimdilerde Odunpazarı denen bu tepeye ilk evlerini kurmuşlardı. Zamanla insanlar bu sokağı ve onun tılsımını unutmuştu. Yokuş bitip de caddeye adımımı attığımda büyünün sonsuz olasılıklar sunan rüzgarına kapıldım. Artık mahallenin koruyucu etkisinden ayrılmıştım.

 

Ayça hanıma benimle yakındaki lisede buluşmasını söylemiştim. Lisenin önünde mavi bir araba bekliyordu. Cama yaklaştığımda içeriden sarı saçlı bir hatunun bana baktığını gördüm. El sallayınca camı iki parmak indirdi.

“Ayça hanım. Ben Korhan.” İlk intiba önemli derler ama sabaha karşı çağrıldığınızda bunu unutuyorsunuz. Ayça hanım beni baştan aşağı süzerken pek iyi şeyler düşünmüyordu herhalde. Üstümde kadife bir ceket ve bir tshirt, altımda da bir kot vardı. Elimde, içinde büyü malzemelerimin olduğu, eski bir bez çanta taşıyordum. Saçlarımı taramaya çalışmıştım ama aceleyle pek bir şeye benzememişti.

“Pek beklediğim gibi biri değilsiniz.” Sesinden yorgun olduğu belli oluyordu.

“Ne bekliyordunuz ki?” Çantamı yere bıraktım, ne yaptığıma bakmak için kafasını kaldırdı ama camı açmadı.

“Bilmiyorum daha resmi birini bekliyordum.” Bunu söylerken eliyle giysilerimi işaret etmişti.

“İsterseniz siz burada beklerken üstüme bir takım elbise giyip geleyim ya da daha iyisi şu filmlerdeki gibi cüppelerden biri mi sizin beklentilerinizi karşılar?”

“Neden sizi kimsenin tanımadığı belli.” Gözlerini kısmıştı, korkutucu olmak yerine komik bir görüntüsü vardı.

“Nedenmiş?”

“Çok kabasınız ve güven vermiyorsunuz.”

“Ayça hanım sabaha karşı aradınız, acil yardıma ihtiyacınız olduğunu söylediniz geldim. Kıyafetime laf ettiniz dinledim. Sizin yüzünüzden sokakta dikiliyorum ama bir şey demedim. Yardıma ihtiyacınız yoksa söyleseniz de güneş doğmadan yatağıma gireyim.” Gitmek için çantamı aldım.

Sustu. Yardıma ihtiyacı olduğunu biliyordum ama bu laflardan sonra giderdi herhalde. Kapıyı açarken suratını buruşturmuştu ama içeri davet etti.

“Atlayın, size neden yardımınızı istediğimi anlatayım.”

 

Araba koltuk ısıtıcılılardandı ve Ayça hanım benimkini de ısıtmıştı. Böyle bir araba kullanmam mümkün olmadığından keyfini çıkarmaya çalıştım. Büyücülerin etrafında yoz bulutu dediğimiz bir enerji alanı olur. Onun yüzünden etrafımızdaki her şey zarar görür. Yüksek teknoloji aletler ilk gidenler olur, sonra basit aletler bozulur zamanla da canlıları öldürmeye başlar. Buna karşı çıkmanın iki yolu vardır. Birincisi ufak bir büyü ile bulutun etkisini kaldırabilirim. Fakat gereksiz büyü kullanmanın acısı sonradan çıktığı için bu pek tercih ettiğim bir yöntem değil. İkinci çözüm de Odunpazarı gibi gerçekliğin güçlü olduğu bir yerde yaşamaktır. Böyle yerlerde yoz bulutunun etkisi hissedilmez.

“Eğer çok sıcak olduysa kapatabilirim.”

“Yo böyle iyi, hazırsanız sorununuzu anlatın.” Arabayı şehir dışına sürüyordu. Güzel sayılırdı, o da uykudan yeni kalkmıştı herhalde, saçları dağınıktı. Benim gibi bir kot çekmişti altına, üstünde de ince bir kazak vardı.

“İlerde bir park var, bu saatte kimse olmaz orada neler olduğunu size anlatırım.”

Başımı salladım, zamana ihtiyacı vardı anlaşılan.

 

Parkta bizden başka kimse yoktu. Ayça hanım arabadan iner inmez bir sigara yaktı. Dışarıda hava serin olsa da güzeldi. Park gökte bulutların arasında bir gözüken bir kaybolan ay ve parkın etrafını çeviren lambalar sayesinde aydınlıktı.

“Korhan bey her şey sevgilimin bana evlenme teklif etmesiyle başladı. O gece bir kabusla uyandım. Ne gördüğümü tam hatırlamıyordum, ama inanın korkunçtu. Bir aydır her gece kabus görüyorum. Bir şey beni yakalamaya çalışıyor, kaçıyorum fakat peşimi bırakmıyor.” Hem yürüyor hem de anlatıyordu.

“Bu pek de beni ilgilendiren bir iş değil gibi.” Eğer kabus gördüğü için bir cinin onun peşinde olduğunu sanıyor ve benim yardımımı o yüzden istiyorsa rehbere yaptığım büyü çalışmıyor demekti.

“Ben de önemsiz olduğunu düşünmüştüm, evlilik korkusundan olduğunu sanıyordum. Kabusumu anneme anlatmıştım, o da ananeme anlatmış. Öğrenir öğrenmez de üzerimde nazar olduğunu kurşun döktürmemiz gerektiğini söyledi. Onu kırmamak için kabul ettim. Kurşun döktürmeye eski mahallemizden Safiye teyzenin yanına gittik. Neler olduysa da orada oldu.”

“Ne oldu?”

“Annemle ananem başımın üstüne çarşafı açmışlardı, Safiye teyzeyi mangalda erittiği kurşunla gelirken gördüm. Birkaç dua okuyup kurşunu elindeki tasa döktü. Ben çarşaftan hiçbir şey göremiyordum, önce suya düşen kurşunun sesini duydum sonra da Safiye teyzenin çığlığını.” Durdu dinleyip dinlemediğimi anlamak için bana baktı.

“Devam edin, dinliyorum.” Onu dikkatle dinlediğimi görünce, rahatlayıp arkasındaki ağaca yaslandı.

“Safiye teyzenin gözüne suya düşen kurşun parçalarından biri gelmişti. Yardımcısı aceleyle bizi oradan çıkardı. Annemle ben kapının önünde bekledik, ananem Safiye teyzenin yanına gitti. Çığlıklarını sokaktan duyabiliyorduk.” Paketten bir sigara daha çıkarıp yaktı. Derin bir nefes çekti.

“Ananem dışarı çıktığında Safiye hanımın bir daha beni görmek istemediğini söyledi. Bana bir cinin musallat olduğunu söylemiş. Cinin çok güçlü olduğunu kurşun dökmeyi engellemek için kendine saldırdığını söylemiş. Böyle şeylere inanmazdım. Annemle, ananeme bunun zaten kötü bir fikir olduğunu, kadıncağızın bizim yüzümüzden belki de kör kalacağını söyledim. O gece uyandığımda kabusumu daha iyi hatırlıyordum.” Sigarasını ağacın gövdesine söndürdü. Kollarını önünde kavuşturdu.

“Peşimde yeşil bir adam vardı. Beni kovalarken korkunç kahkahalar atıyordu.” Eliyle yüzüne düşmüş saçlarını topladı. Gözleri dolmuştu.

“Bu iki gece önce oldu. Bu gece beni yakalamak üzereydi. Yarın ondan kaçamayacağımı, beni kaçıracağını söyledi. Başkasıyla evlenemeyecek onun karısı olacakmışım. Biraz süt içip kendime gelmeye çalışırken rehberi gördüm. Sizin reklamın olduğu sayfa açıktı.” Yanağına süzülen gözyaşlarını sildi.

“Anlıyorum, Ayça hanım. Peşinizde bir cin olduğu belli ama neden peşinizde ve neden şimdi rüyalarınıza girmeye başladı bulmalıyız.”

“Periymiş, cinmiş beni ilgilendirmez. Bu illetten kurtulabilir miyim onu söyleyin.” Ayça hanıma perilerle cinlerin çok farklı yaratıklar olduğunu anlatmanın bir anlamı yoktu.

“Önce neden şimdiyi çözmeliyiz. Böylece cinin sizin üstünüzdeki etkisini yok edebiliriz. Yarın ne var?”

“Evleniyorum daha ne olsun zaten cin de Bedri’nin teklifini kabul edince rüyalarıma girmeye başladı.”

“Ayça hanım cinler yalancı ve oyuncudurlar. Yaptıklarının sebebi çoğunlukla söyledikleri değildir. O kadar dolandırıcıdırlar ki yaptım dediğini eğer kandırabilirse yapmaz bile. Cinlerle uğraşırken onların söylediklerine inanmamak en iyisidir. Yarının başka bir anlamı var mı? İyi düşünün.”

“Yarın aynı zamanda da benim doğumgünüm. Düğünü de o yüzden yarın yapıyoruz.” Düğünden bahsederken yorgunluğu üstünden atıyordu. Damat adayı Bedri çok şanslıydı.

“İşte bu, kaç yaşına giriyorsunuz?”

“Yirmi sekiz.”

“Daha genç gösteriyorsunuz.” Gülümsedi. “Demek ki 28 yaşınıza basmanızı bekliyor. Peki büyüklerinizin anlattığı korkulu bir hikaye, ya da atalarınızın kahramanlık hikayesi falan var mı?” Biraz düşündü. Güzel bir kadındı, Eskişehir’e taşındığımdan beri gördüğüm en güzel kadındı. Üvey annem Nil onu görse hemen çöpçatanlık yapmaya çalışırdı. Ona göre evde kalmıştım.

“Yok.”

“Düşünün biraz, öyle hemen kestirip atmayın.” Ona birkaç dakika daha zaman tanıdım.

“Korhan bey annem de babam da böyle geçmişle ilgili hikaye anlatacak kişiler değiller. Günlük koşuşturma içinde oturup sohbet ettiğimiz zamanlar bile azdır.”

“Peki o zaman bu işi zor yoldan yapacağız.” Arabadan çantamı almaya gittim.

“Ne yapacaksınız, cini kovacak mısınız?” Peşimden geliyordu.

Çantanın içi karmakarışıktı. Tütsülerin yanında muskamı buldum.

“Hayır önce neden sizin peşinizde olduğunu anlamam lazım. Bunun için rüyanıza gireceğim.”

“Nasıl yani?” Omzumun üstünden çantanın içine bakmaya çalışıyordu.

Muskamı boynuma taktım. Yüzüklerden yol göstericiyi de parmağıma geçirdim.

“Sizinle beraber rüyanıza girip, cinin neden peşinizde olduğunu bulacağız.”

“Bu nasıl olacak?”

Mumları da çıkarttığımda her şey hazırdı.

“Büyü ile tabi ki”

 

Büyü her sanat dalı gibi biraz da zanaattir. Kuralları ve yolları vardır. Ayça’nın peşindeki cin onun rüyalarına girdiğinde bu kurallardan etkilenmişti. Parkta çimlerin ortasında betondan yapılma bir kaldırım vardı. Onun üzerine çantamdan çıkarttığım eşyaları yerleştirdim. Önce yılan gölgesi tozunu etrafa saçtım. Toz meraklı bakışları üzerimizden uzaklaştırmaya yarıyordu. Bizi burada görmeyi beklemeyen biri yaptıklarımı fark etmezdi. Süleyman’ın Mührü’nü yanımda getirdiğim tebeşirle dikkatlice yere çizdim. İşin zanaat yanı da buradaydı. Elime kalem alıp bir ev çizemem ama büyülü mühürleri gözüm kapalı hatasız çizebilirim. Cinler ve başka alemlerden gelen yaratıklar Süleyman’ın Mührü’nü geçemediklerinden başka alemlere kapı için en uygun araçtır. Buhurdanlığın içine yağmur suyu doldurup mührün güney köşesine yerleştirdim. Buhurdanlık alem değiştirirken sınırı zayıflatmaya yarıyordu. Düşler alemine gideceğim için buhurdanlığın içine birkaç damla eter damlatıp altındaki mumu yaktım. Eter ısınıp havaya yayılırken düşlerin kapısını çağıracaktı. Ayça ben bunları yaparken yanımda, mührün içinde duruyor, bana bakıyordu. Birkaç kere soru soracak oldu ama vazgeçti. Kapıyı açmak için mührün doğu ve batı köşelerine kendi elimle yaptığım civalı mumları yerleştirdim. Mum yanarken civa ayrılıp kapının içine sızacaktı. Son olarak da mührün kuzey köşesine dönüş yolunu bulabilelim diye yarım arşın gümüş sicim koydum.

 

“Ayça hanım düşünüze girdiğimizde benim yanımdan asla ayrılmayın. Ne diyorsam onu yapacaksınız. Cin düşünüzden ayrılmamıştır ve tehlikeli olabilir.”

“İyi de ben düş görmüyorum ki.”

“Düşler siz uyumasanız da vardır. Şimdiye kadar gördüğünüz tüm düşler sizin yarattığınız bir alemde toplanır. Şimdilik bu kadar bilmeniz yeterli, isterseniz başka zaman anlatırım.” Büyünün yakınlaştığını hissedebiliyordum. Eter buharlaştıkça alemler arası boşluk inceliyordu. “Cini bulduğumuzda önce onu alt etmemiz lazım. Ben onu hapsettikten sonra sizden neden peşinde olduğunu sormanızı istiyorum. Sonra da eğer yenebileceğim gibi bir cinse onunla dövüşüp sizin üstünüzdeki hakimiyetini alırım.”

“Tamam.”

“Size üç dilek hakkınız olduğunu söyleyebilir. Başka sorular sormanızı isteyebilir, ya da bir dilek dilemeniz için ısrar edebilir. Sakın cevap vermeyin. Eğer bu soru dışında bir soru sorarsanız cin kanunlarına göre ona bağlanırsınız.”

“Yani, ne olur?”

“Üç dileğinizi yerine getirmek zorundadır. Siz üç dilek hakkınızı da kullanıncaya kadar yanınızdan ayrılmaz.”

“Bunun nesi kötü ki?”

“Ayça, dileklerin bittikten sonra cinin de senden bir dilek dileme hakkı var.”

“Ne dileği?”

“Ne isterse. Birkaç yüzyıl onunla yaşamanı , ya da sevdiğin birine zarar vermeni isteyebilir.”

“Ya yapmazsam?”

“Cin melikesi tüm beylerini toplayıp senin üzerine yürür. İnsanlarla cinlerin yaptığı anlaşma yüzünden de kimse sana yardım edemez. Cinin isteğini yerine getirmezsen Cinler melikesinin tutsağı olursun.”

“Bunların hiç biri masallarda anlatılmıyor.”

“Tabi anlatılmıyor, o masalları kimler yayıyor sanıyorsun.” Hala şaşkın şaşkın bana bakıyordu. “Bu kadar gevezelik yeter, yanımda kaldığın sürece bir sorun yok. Hazır mısın?”

Başını salladı.

Büyü toplanmıştı. Tek gereken akacak bir yöndü. Ona mührü gösterdim, büyü çevremizde dolaştı, zihnimin içine aktı. Tüm güzelliği ve korkutuculuğu ile beni sardı. Böyle anlarda zihnimi büyüye bırakıp gitmeyi düşünmekten kendimi alamam. Her seferinde de ustam İhsan Dede’nin sesini duyarım. Onun yıllardır büyü ile olan savaşını ve yenilmeden insanlar aleminde kalmayı nasıl becerdiğini sormuştum. “Çünkü burayı seviyorum” demişti. Onun sayesinde ben de buranın diğer alemlerden daha güzel olduğunu öğrendim. Büyü bütün gücüyle beni yanına çekmeye çalışırken ayağımı bastığım topraktan, yüzüme vuran rüzgardan güç aldım. Büyü teslim olduğunda kapıyı açmak zor değildi. Ayça bir çığlık attı.

“Düşlerine kapı hazır, girelim mi?”

“Ama gözlerini kapattın ve o şey göründü.” Yerden bir karış havada parıldayan geçidi gösteriyordu.

“Öyle olması gerekiyordu.” Büyü ile mücadelem bana ne kadar uzun gelirse gelsin dışarıdan bakan için bir dakika bile geçmiyordu. Elimi ona uzattım. “Haydi gidip senin şu cini bulalım.”

Ayça koluma sıkıca sarılmıştı. Beraber geçitten geçip Ayça’nın düşüne girdik.

 

Her düş gören için ayrı bir düş dünyası vardır. Bu dünya bazıları için karanlık ve kasvetli, bazıları için mantıksız, bazıları için ise pespembe olur. Doğrusu kasvetli düşleri her zaman pembelere tercih ederim. Ayça’nın düş dünyası ise maalesef güzel yeşil ovalar, gerçek olamayacak pastel renklerde ağaçlar ve ortasından akan koca bir nehirle doluydu. Bir yerlerde oyuncak bebeklerin koşturduğuna emindim. Sadece pembe bulutlar eksikti. Yer plastikten gibiydi, çimen değil de halı kaplıydı sanki. Havada yağmur sonrasında ya da parklardaki çimenleri kestiklerinde ortaya çıkan koku vardı. Ayça hala kolumu bırakmamıştı.

“Ayça hanım doğru yerdeyiz değil mi?”

Korkudan gözlerini kapamıştı. Sorumu duyunca başını kaldırıp etrafa baktı.

“Evet. Ama o cin midir nedir onun beni kovaladığı yer burası değildi.” Eğilip çimlere dokundu.

“Fakat bu sizin düşlerinizden biri değil mi?”

“Çocukken hep burayı görürdüm. O zamanlar toplu konut evlerinden birinde yaşardık.” Yüzünden düşünün bu köşesini ne kadar sevdiği belli oluyordu.

“Güzel. Ortalıkta midilli falan yok değil mi? Atları sevmem de.”

“Yok yok merak etme.” Gülümsüyordu, devam etmekten vazgeçip burada kalacağından korktum.

“O zaman size musallat olan cini bulup buradan gidebiliriz.” Dönüp bana baktı, bir çiçek koparıp ayağa kalktı.

“Nasıl bulacağız?”

“O bize gelir.”

Nehir boyunca yürümeye başladık. Ayça bana heyecanla gördüğü rüyalardan hatırladıklarını anlatmaya başladı. Suyun içindeki şu kayada liseden sevdiği oğlanla öpüştüğünü görmüş de ondan sonra oğlan okul pikniğinde bunu öpmüş. Birkaç ay sonra da daha yakışıklı bir oğlan çıkınca onunla sevgili olmuşlar. Üniversitedeyken hep ilerideki korulukta geçen düşler görürmüş. Yürürken bunlar gibi öğrenmek istemediğim bir çok şeyi dinlemek zorunda kalmıştım. Sanırım üç dört saat sonra evlenecek olması ona eski sevgililerini hatırlatıyordu. Anlaşılan Ayça hanım her istediği erkeği elde etmişti. Cinin ise bana daha fazla işkence çektirmek için gözükmediğine emindim.

Nehrin aşağılarına ilerledikçe yol daha da kararmaya başladı. Buradaki ağaçların yaprakları dökülmüştü. Dallar filmlerdeki gibi korkutucu ellere benziyorlardı. Yine de yolu kapatmıyordu, sadece Ayça’yı korkutuyorlardı. Burada nasıl düşler gördüğünü sormaya gerek duymadım. Cinin yakınlarda olduğunu hissedebiliyordum. Bir yerlerde bizi izliyordu. Rengi yeşil olduğuna göre pek güçlü bir cin değildi. Cinler ateşten yaratıldıklarından renkleri onların gücünü gösterir. Ateş ne kadar sıcaksa cin de o kadar güçlü olur. Korunun dışına doğru çıkarken cini gördüm. Yıkık bir ağacın kavuğunda saklanıyordu. İçine saklandığı ağaç, pastel renkli ötekilerinin arasında gerçek ağaç rengine en yakın olandı. Ayça’yı kendime çektim, cin benden saklandığına göre kim olduğumu biliyordu. Onu büyü ile yakalamak zorundaydım.

Büyü her zaman uzun uğraşlarla yapılmaz. Acil değişiklikler gerektiğinde gerçeği hızlıca kaydırmak mümkündür. Ayça sağımda cin solumdayken cini yakalamak için gerçeği olandan kaydırdım. İçimden gelen büyüyü parmak uçlarımda toplayıp, cinin kovuğuna yönlendirdim. Büyü rüzgar olup kovuğa ulaştı. Cin daha ne olduğunu anlamadan kurduğu serap yerle bir olmuştu. Ayça da cini görmüş olmalı ki kolumu sıktı. Herhalde tırnaklarının izi çıkmıştı.

Sığınağının yok olduğunu gören cin koşarak üstüme saldırdı. Bastığı yeri yakıyor, gözlerinden yeşil alevler fışkırıyordu. Ayça’yı arkama alıp cine döndüğümde yumruğu havadaydı. Alevler çenemin altından geçtiler, yumruğu yüzümü yakmıştı. Ayağım yerdeki otlardan birine takıldı sendelemek üzereydim. Cinin sol yumruğunu sağ elimle sıvıştırıp muskamı yakaladım. Cin ne olduğunu anlamadan muskanın içinde hapis olan gücü çıkardım. Muskanın büyüsü saçımdan ayaklarıma kadar beni kaplamıştı. Muskadan yayılan tılsım düşe yerleşip onu sardığında cinin yumruğu gözümün üstüne geliyordu. Bir an onunla bakıştık, kazandığından emindi. Kafesi kapattığımda yumruğu boşa gitti. Tılsım cinin etrafını örtmüştü, düş maddesinden çevresine bir kafes yaratmıştım. Boş bir çabayla kuru dallar ve topraktan oluşan hücresinin duvarlarına vurdu.

“Oradan ben izin vermezsem çıkamazsın.” Ayça arkamda gözleri fal taşı gibi açılmış, cine bakıyordu. “Bana yardımcı olursan düşten çeker giderim ve hapishanen yok olur. Yoksa sonuçlarına katlanırsın.”

“Sana neden inanayım ki?” Konuşurken ağzını kocaman açıyor, köpekbalıklarınınkine benzeyen dişlerini gösteriyordu.

“Kim olduğumu biliyorsun değil mi?” Kafese yaklaşıp saymaya başladı.

“Akhan oğlu, Turhan oğlu,…”

“Tam adımı söylemen gerekmez. Hem bu hanımın her şeyi bilmesi gerekmiyor.” Ben bile soyumun ilk atasını birkaç sene önce öğrenmiştim.

“Senin soyunu biliyorum büyücü Korhan. Babanın nasıl olup da seni terk ettiğini de, annenin ne yapacağını bilmeyen doktorların elinde basit bir büyü yüzünden öldüğünü de biliyorum. Babanın ikinci eşi Nil’i de, babanın son çıktığı yolculukta nereye gittiğini de biliyorum.” Kollarını önünde kavuşturdu. “Yeterli mi?”

“Evet yeterli. Kurallara göre cini hapseden ona bir soru sorma hakkı kazanır.” Gözleri parlıyordu, konuşurken nasıl olduysa boyu uzamıştı, banan yukarıdan bakıyordu.

“Eğer onu serbest bırakacaksa.”

“Evet ve ben seni serbest bırakacağım, soruyu cevaplarsan.”

“Anlaştık ama biliyorsun bu bir dilek olamaz, sadece bir soru sorabilirsin.”

“Tamamdır. Fakat soruyu ben sormayacağım. Ayça hanım soracak.”

“Neden?” şaşırmış gibiydi. “Babanın nereye gittiğini bilmek istemiyor musun? Onu bulmak istemez misin?”

“Tabi isterim ama Nil’in bilmediği neyi bilebilirsin?”

“Öğrenmek istediğin başka bir şey yok mu?” Eliyle Ayça’yı gösterdi. “Bu garip ölümlünün sorusu için mi geldin buraya.”

“Yeter. Bir söz verdim. Soruyu Ayça soracak. Sen ona yalansız cevap verdikten sonra bu düşü terk edeceğiz, en de serbest kalacaksın. Kabul mü?”

Gözlerini Ayça’ya dikti.

“Sen bunu istiyor musun tatlım? Bu senin düşün beni istersen serbest bırakırsın ve ben de senin dileklerini yerine getiririm.” Ayça’nın ne düşündüğünü anlamıyordum. Eğer cinin teklifini kabul ederse ikimiz de düşte yakalanırdık.

“Ayça bunu konuştuk, sakın onu dinleme. Düşüne neden geldiğimizi unutma.”

“Hayat çok zor değil mi? Birkaç saat sonra evleneceksin ve onun doğru kişi olup olmadığına bile emin değilsin. Ya seni sevmezse, ya senden sıkılırsa.” Cinin sözlerinin Ayça’yı etkilediğini görebiliyordum.

“Düşünsene sana sonsuza kadar aşık olmasını sağlayabilirim. Hayatının sonuna kadar senden başkasını düşünmeyeceğini, kalbinin başkası için atmayacağını bilirsin.” Ayça’nın gözleri dolmuştu. Kollarından tutup onu kendime çevirdim.

“Ayça cinin teklifinin ne kadar çekici geldiğini biliyorum. Ama unutma o seni ele geçirmeye çalışıyor. Neler olduğunu anlatırsa çözüm bulacağımızı biliyor o yüzden engel olmak için bunları anlatıyor.” Ayça’nın aklı bende değildi. Cinin sesini duyunca başını ona çevirdi.

“Biz cinlerin ölümlülere üç dilek verme iznimiz var.” Üç parmağını kaldırdı. “Eğer bir dilek dilersen seni düğün gününde yanıma almam.” Başparmağını indirdi. “Tek bir dileğinle bunu engelleyebilirsin. İkinci dileğinle de Bedri’nin seni sonsuza kadar sevmesini sağlarsın.” Tek parmağı havadaydı. Onu Ayça’ya doğru uzattı. “Bir dileğin daha kalır. Düşünsene.” Ayça’yı sertçe sarstım.

“Onun bunu deneyebileceğini biliyordum. Söylemiştim. Ayça sakın ona kanma.” Gözleri dolmuştu. Kaskatı kesilmişti.

“Korhan düşünsene beni sevdiğinden asla şüphe etmeyeceğim, hep sadık kalacak.” Ne kadar korktuğunu tahmin edebiliyordum. Elimle gözyaşlarını sildim.

“Ayça işte büyünün en büyük tehlikesi de burada. Bizler efsunlular sihrin gerçek olmadığını biliriz. O yüzden sihri sadece bir araç olarak kullanırız. Çünkü büyü gerçeği değiştirir ve asla ondan önceki olmaz. Bedri’yi büyüyle kendine aşık edersen o senin sevdiğin Bedri olmayacak.” Yere diz çökmüştü. Saçları önüne düşmüş yüzünü kapatmıştı.

“Beni düşün. Bu güzel cuma gecesi evimde tek başıma oturmak ister miydim sanıyorsun. Ben de bir hayatım olsun isterdim, arkadaşlarımla sevgilimle dışarı çıkmak isterdim. Bunları sağlayacak büyü gücüm yok mu sanıyorsun? Elimi şaklatmamla hepsi kapıma geliverirdi.” Düşte tüm ses kesilmişti. Cin bile bana bakıyor ama konuşmuyordu.

“Neden yapmıyorsun peki?”Ayça kafasını kaldırıp bana bakıyordu. Gözyaşları makyajını akıtmış, yüzünde izler bırakmıştı.

“Çünkü birini sevmenin güzelliği onu elde etmek için her gün çabalamaktan geçer. Onunla olmak için daha iyi olmaya çalışmaktan geçer. Onu sevdikçe kendini daha çok sevmekten geçer. Eğer kaybedeceğin bir şey olmazsa çaba göstermezsin, önce onu sevmekten sıkılırsın sonra da kendini sevmekten. Büyünün en büyük tehdidi de işte budur. Gerçeği kendi istediğin gibi değiştirmeye alışırsan asla seveceğin bir gerçek bulamazsın. Herşey olduğu gibi sevmelisin.” Elimi Ayça’ya uzattım.

“Bunu anladığına eminim, lütfen cini dinleme ve tek bir soru sor.” Ayça elimi tutup ayağa kalktı. Gözlerini sildi.

“Tamam.” Tam ikna olmamıştı ama kabul etmişti. Kafesin ardında bizi izleyen cine döndüm.

“Başka oyun yok. Tek bir soru ve sonra özgürsün.” Cin Ayça’ya bir daha baktı, o elime sıkıp gözlerini kaçırmadan cine baktı.

“Kabul o zaman sor sorunu.”

“Cinler melikesinin ve Süleyman’ın koyduğu yasalar uyarınca seni tek cevap için bağlıyorum.” Büyü cinin ve benim etrafımda toplandı. Sıcak, davetkar, bir o kadar da korkutucuydu. Bağ bir an içinde oluştu, cinin sözünü tutmama şansı yoktu.

“Evet, Ayça sorunu sor ve gidelim.” Bir an Ayça’nın korkudan dilini yuttuğunu sandım. Ağzını açtı ama konuşamıyordu. Zorlukla yutkundu.

“Neden benim peşimdesin?”

Cin bana baktı, sözünden kaçmaya çalışıyordu. Büyünün gücünü hissedince vazgeçti.

“Çünkü tatlım, senin ailende yedi kuşak öncesinde çok iyi bir şair vardı. O şair öyle güzel şiirler okurdu ki tüm cinler onun etrafında toplanır, sesindeki ahenge dalardı. Eşini ve dünyalar güzeli kızını çok severdi. Şiiri ile kalabalıkları aşka getirirdi. Eşinin ve kızının güzelliği üzerine yazdığı şiirler öteki şairleri kıskançlıktan çatlatırdı. Bu güçlü şair ülkenin padişahının tüm isteğine rağmen saraya gitmez, şiirlerini ahaliye pazarlarda, hanlarda okurdu. Saraydaki şairler ona olan kıskançlıklarından bu garip şairin padişahı kendine layık görmediğini söyler oldular. Padişah davetlerine cevap alamadıkça sinirlendi, sinirlendikçe de saraydaki sözlere daha çok inanır oldu. Şairin neden saraya gidip şiirlerini padişaha okumadığını bilmiyorum, kimsenin de öğrenecek zamanı olmadı. Padişah sonunda şairin onun çağrısına uymamasına sinirlenip adamlarının onu almaya yolladı. Bir gece gizlice eve geldiler, tek gözlü kulübede şairi kıskıvrak yakaladılar. Şair ne olduğunu anlamamıştı. Kime el kaldırdığını bilmeden padişahın adamlarına saldırdı. Kavga sırasında birkaçını yaraladı. Tam kurtulacakken şairi kıskananlardan biri odadaki kandili korkudan köşeye sinmiş karısıyla kızının üzerine attı. Kandil kızına çarptığında rum ateşi gibi bir anda alev aldı. Oradaydım ve o dünyalar güzeli kızın alevler içinde yanışını gördüm. Şair babası onu kurtarmaya çalıştı, anası alevleri söndürmek için üzerine atıldı ama ateş yüzünü ve saçlarını almıştı. O güzelliğine şiirler yazılan kızın yerinde kara çirkin bir şey kalmıştı. Kadının adamları gelip de gece çıkan bu kargaşaya müdahale ettiklerinde şair hıçkırıklar içinde ağlıyordu. Padişahın adamlarını öldürdüğü için mahkeme edilirken de ağlamaya devam etti. Meydanda celladın karşısına getirdiklerinde artık göz pınarları kuruduğundan ağlayamaz olmuştu. O nüktedan şairin gözleri delilere özgü bir parıltıyla kaplanmıştı. Tüm ahali idamı izlemeye gelmişti. Kadının kararı okundu ve cellat palasını şairin boynuna indirdi. Başı gövdesinden kopup da şair öteye göçerken beni gördü. Son nefesiyle benden kızına kendini mutlu edecek bir koca bulması için güzellik vermemi istedi. Şairi severdim o yüzden istediğini yaptım. Yedi göbek torununun benim gelinim olması karşılığı kızına ve onun kızına ve onun kızına yani sen dahil tam yedi kızına mutlu evlilik getiren güzellik verdim. Sana babanın kellesi uçtuğu yaşa kadar zaman verdim. Artık benimle evlenmen ve anlaşmayı tamamlaman lazım. İşte bu yüzden senin peşindeyim, bana söz verileni almak için.”

“Ama ben sana bir söz vermedim.”

“Fark etmez ben sana da ötekilerine verdiğim gibi güzellik verdim.”

“Ben senin gelinin olmak istemiyorum.” Ayça’nın gözleri dolmuştu. “Anlaşmayı bozamaz mıyım, bir yolu yok mu?”

“Eğer dileğin buysa halledebilirim.”

Ayça’nın daha fazla cinin oyunlarına dayanabileceğinden emin değildim. Dirseğinden tutup ilerledim.

“Ayça hanım gidiyoruz. Alacağımızı aldık. Ne konuştuğumuzu unutmayın dilek yok.”

“Ama Korhan.” Kafasını çevirip cine bakıyordu.

“Gidiyoruz. Bana sıkıca tutun.”

Büyü ikimizi de sarıp parka geri götürürken cini tutsak eden sihri kaldırdım. Parka geldiğimizde Ayça ağlamaya başlamıştı. Onu sakinleştirmeye çalıştım ama cini istemediğini, Bedri’yi çok sevdiğini, zaten evde kaldığını, o da giderse ne yapacağını söylüyordu. Onu zorlukla arabaya götürdüm. Mührü silip mumları topladım. Çantamı alıp arabaya döndüğümde, Ayça bir paket kağıt peçeteyi bitirmiş ve biraz sakinleşmişti.

“O cinin gelini olmak zorunda değilsin.”

“Büyü yapıp onu öldürecek misin?”

“Hayır böyle bir şey yapsam bile anlaşma onun soyundan birine geçer. Cinlerle baş etmenin yolu o değildir.”

“Peki ne yapacaksın.”

“Seni ondan kurtarmanın en iyi yolu anlaşmayı başkasına devretmek. Yardım edebilecek bir kişi biliyorum ama onunla uzun zamandır konuşmadım.”

“Kim?”

“Üvey annem.”

Daha lafımı bitirmemiştim ki arabayı nilüfer kokusu kapladı.

“Korhan ben de anneciğini unuttun sanmıştım.”

Arka koltukta tüm ihtişamıyla Nil oturuyordu. Kuyruğunu koltuk boyunca uzatmıştı.

“Nesin sen?” Ayça’nın korkudan tiz çıkmıştı.

“Cık cık cık” Nil elini sallıyordu. “Korhan kız arkadaşın çok saygısız biri.”

“Nil o kız arkadaşım değil.” Nil bunu duyduğunda sevinmiş gibiydi. Yan koltukta Ayça kapıya yapışmıştı. “Ayça üvey annem Nil bir şahmerandır.”

“Öyle mi?” Neler olduğunu anlamadığına emindim, kafasını sallıyordu ama gözleri boş bakıyordu. “Tamam.” Yeniden bir ağlama krizine girmek üzereydi. Onun korkusunu geçirmek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Nil’e baktığımda pullarını eliyle düzelttiğini gördüm. Bize pek aldırmıyordu.

“Nil biz de senden konuşuyorduk.”

“Biliyorum yardımıma ihtiyacın var.” Petrol yeşili bir pul o eliyle dokunduğunda buz mavisine dönüşüverdi.

“Evet Ayça’nın yarın düğünü var ama aynı zamanda da bir cinle evlenmesi lazım. Ben de senin cinin anlaşmasını alıp Ayça’yı kurtarabileceğini düşünmüştüm.”

“Demek sadece basit bir cinin sihrini kırmak için beni çağırdın.” Tüm dikkatini pullarına vermişti.

“Nil yardımına ihtiyacım var, lütfen Ayça’yı kurtar.” Nil’den yardım istemekten nefret ediyordum. Babamla evlendiğinde beni de öz oğlu gibi bağrına basmıştı. Ama yabancıydı ve karşılıksız yardım ettiğini söylese de ona borçlu kalmak istemiyordum.

“Cin evlilik için ne vermiş?” Son pulunun da rengini değiştirmişti, kırmızı ve maviler pullardan oluşan bir kuyruğu vardı artık.

“Güzellik.”

“Tabi ya böylece güzel bir eşi garantilemiş olacak.” Sinirlenmişti. Köşeye sinmiş Ayça’ya baktı. “Eğer bu görgüsüz kız da kabul ederse cinin anlaşmasını alırım.”

“Ayça evet dersen cinle evlenmekten kurtulacaksın.”

Ayça burnunu çekti. Yeniden ağlamaya başlarsa arabada peçete kalmamıştı.

“Evet dersem güzelliği de alacak mısın?”

“Elbette, kızım anlaşmanın tamamını almam lazım.” Ayça suratını buruşturdu. Gözleri dolmuştu.

“Ama ya Bedri beni beğenmezse?” Nil bana baktı, halletmemi bekliyordu.

“Sen güzel bir kızsın Bedri seni sevecektir. Merak etme.”

“Ama ya sevdiği cinin verdiği güzellikse.” Ben cevap veremeden Nil elini Ayça’ya uzattı.

“Eğer cin sana sadece güzellik verdiyse merak etme.” elini Ayça’nın yüzünde gezdirdi. “Cinler birini ne kadar güzel yaparlarsa yapsınlar, sadece bu güzellik için erkekleri ona aşık edemezler. Eğer sana aşıksa bir şey değişmeyecektir.”

“Ama çirkin olacağım.” Bana bakıyordu, Nil’e bakmaya korkuyordu.

“Cinin verdiği güzelliği kaybedeceksin bu çirkin olacaksın demek değil.” Nil arka koltuğa iyice yayılmıştı. “Ayça karar senin. İstersen güneş doğduğunda cinin karısı olursun ya da şansını dener Bedri’nin karşısına doğduğun günkü gibi çıkarsın.”

Kollarını karnında kavuşturdu. Sırtını kapıya dayamış, yere bakıyordu.

“Korhan anlaşılan bu kız cinin güzel karısı olmak istiyor. Beni boşuna çağırmışsın.”

Ayça son peçete ile gözlerini sildi. Parmağındaki nişan yüzüğüne bakıyordu.

“Ben Bedri ile evlenmek istiyorum.” Başını kaldırıp Nil’e döndü. “O cini istemiyorum.”

“O zaman problem yok anlaşmayı senden alırım. Fakat bir şartım var.” Ayça’nın ne diyeceğinden emin olmadığımdan, araya girdim.

“Şartın ne?” Nil’in yüzünde hoşuma gitmeyen bir gülümseme vardı. Gözleri parıldıyordu.

“Senin bu kızın düğününe katılman.”

“Neden?” Nil’in gülümsemesi yüzüne yayılmıştı.

“Korhan hiç dışarı çıkmıyorsun. Yeni insanlarla tanışmalısın ki uygun bir gelin bulasın. Benim sana bulduklarımı da beğenmiyorsun.”

“Senin bana bulduğun, o şımarık bir peri prensesinden mi bahsediyorsun? Onunla aynı odada olmaya bile tahammül edemiyorum.”

“Ama bize uygun bir gelin olurdu.” Ayça bize bakıyordu.

“Evet, benim hayatımı zindana çevirirdi.”

“Korhan eğer benim sana bulduğum kızları beğenmiyorsan dışarı çıkıp kendine bir eş bulmalısın.”

“Benim keyfim yerinde, daha bu şehre yeni geldim, yerleşmem lazım.”

“Bahane istemiyorum. Bu kızın cinden kurtulmasını istiyorsan o düğüne gideceksin.” Nil bana söyleyecek bir şey bırakmamıştı.

“Ayça senin için uygun mu?” Ona baktığımda gülüyordu. Gözünde gözyaşları Nil’in beni düşürdüğü tuzağa gülüyordu.

“Eğer o cinden beni kurtaracaksan sana baş köşede yer ayarlarım.” Birbirlerine baktıklarında aralarında başka bir anlaşma olduğunu sezmiştim. Gerçeği bilmesem tüm kadınların büyücü olduğunu söyleyebilirdim.

“Tamam, kabul ediyorum.” Nil sevincini göstermemeye çalıştı. Yine bir şeyler karıştırıyordu. Araba bir anda genişlemişti sanki. Tüm ihtişamıyla ayağa kalktı. Kuyruğundaki pullar parıldıyor, gökkuşağının tüm renklerini yansıtıyordu. Sesi değişmiş, insanın içine işler bir hal almıştı. Nil elini korkuyla kendine bakan Ayça’nın yüzüne uzattı.

“Sen Havva kızı üstündeki tılsımı bana verdin mi?” Ayça zorlukla cevap verdi.

“Verdim.”

“Tavus kuşunun kanadı altında sözünü verdin mi?”

“Verdim.”

“Üçün hakkı için, yedinin sihri ile hediyeni verdin mi?”

“Verdim.”

“Ben de cinin anlaşmasını aldım. Elini uzat ve kuyruğuma sür.” Ayça Nil’in söylediğini yaptı. Zorlukla uzanıp elini kuyruğuna sürdü.

“Kilidi kapadım, tılsımı aldım. Güneş’in ve ayın altında serbest kaldın.” Nil sözünü bitirdiğinde yerine oturdu. Araba ve Nil yeniden eskiye döndü.

“Bu kadar mı? Nil hanım kurtuldum mu?”

“Evet canım, kurtuldun.” Ayça Nil’i kucakladı. Sonra aniden arkasını dönüp siperlikteki aynada kendine baktı.

“İyi de bir şey değişmemiş, hala aynı benim. Cinin büyüsünü aldığınıza emin misiniz?”

“Evet canım merak etme.” Nil Ayça’ya şöyle bir bakıp bana döndü. “Korhan düğüne o takım elbise dediğin eski kıyafetlerle gitmeni istemiyorum. Sana bize yakışır güzel bir takım yolladım. Dolabında asılı, giyerken ütüsünü bozma.” Ayça bizimle ilgilenmiyordu. Arabanın iç ışığını yakmış aynada yüzünü kontrol ediyordu.

“Nil!”

“Unutmadan sana doğum gününde hediye ettiğim kravatı takarsın. Yeni takımına çok uyar.”

“Nil!”

Beni dinlemiyordu. Ayça değişip değişmediğini kontrol ediyor, Nil düğüne hediye ne götürmem gerektiğini anlatıyordu. Yapacak bir şey yoktu, sessizce onu dinledim. Ne kadar sürdü ya da ne söyledi bilmiyorum.

“Tamam mı Korhan anladın mı?”

“Evet, Nil.”

“Gel buraya seni bir öpeyim.”

Nil beni yanağımdan öpüp, kucakladıktan sonra geldiği gibi aniden gitti. Geride parfümünün kokusu kalmıştı.

“Korhan Nil’in cinin büyüsünü aldığına emin misin?” Yüzündeki korku yerini umutla karışık şüpheye bırakmıştı.

“Evet töreni gördün artık merak etme.”

“Peki neden çirkinleşmedim.”

“Dedim sana cinler oyuncudur. Cin o yanan kızı güzelleştirdi ama sen zaten güzeldin. O yüzden cinin büyüsü olmasa da güzel kalacaksın. Merak etme.”

Ayça pek ikna olmamıştı arabada sürekli yüzünü kontrol ediyordu. Yine de ayrılırken düğün için bir davetiye verdi.

 

****

 

Düğün açık havadaydı. Havuz kenarında masalar dizilmişti. Beni ailenin masasına oturtmuşlardı. Masadaki kimseyi tanımıyordum ama kimse önemsemiyordu. Gelinle damat konfetiler eşliğinde havuz başına geldiler. Ayça’nın yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi. Ayça’yla Bedri yeminlerini edip dansa kalktıklarında yanımdaki boş sandalyeye bir hatun oturdu. Siyah saçlarını kafasının üzerde topuz yapmış, açık mavi elbisesi içinde muhteşem gözüküyordu.

“Ne güzel dans ediyorlar değil mi?”

Güldüğünde yanağındaki gamzesi belli oluyordu.

“Evet. Birbirlerine yakışıyorlar. Ayça da çok güzel bir gelin olmuş.”

“Bence de, ama bu gün neler çektiğimi bir bilsen.” Alnına düşen saçı alıp kulağının arkasına attı.

“Ne oldu ki?”

“Ayça beş dakikada bir kendisinde bir değişiklik olup olmadığını sordu durdu. Düğün korkusunu bilirim de çirkinleştiğinden korkanı duymamıştım. Sonunda Bedri evet dediğinde anca ikna oldu.” Masadaki ordövr tabağından bir parça salata aldı.

“Şimdi keyfi yerinde.” Başını sallayıp bana baktı. Şaşırmıştı, herhalde beni biriyle karıştırmıştı. Lokmasını bitirip şaraptan bir yudum aldı.

“Ayça’nın akrabası mısınız?” Yanaklarında bitiveren kırmızılık onu daha da çekici kılıyordu.

“Hayır ben işten arkadaşıyım. Adım Korhan.” Onu rahatlatmak için en kocaman gülüşümü gösterdim.

“Ben de Sinem” Elini uzattı tokalaştık. “Ayça’yla çocukluğumuzdan beri tanışırız. Doğrusu pek bankacıya benzemiyorsunuz.”

“Değilim zaten Ayça’yla bankada tanıştık. Ben antikacıyım.”

“Öyle mi? Ben antikalara bayılırım.” Gülümsüyordu.

Düğünün sonuna kadar Sinem’le beraberdim. Antikalardan, çalıştığı hastaneden, insanlardan bahsettik. Gecenin sonunda bir daha buluşmak üzere sözleşip ayrıldık. Cebimde Sinem’in telefonu eve giderken düğüne geldiğimden de, sabaha karşı çalan telefondan da memnundum.

 

GÖKÇE MEHMET AY

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

buna okumustum e-book halindeydi zaten bu siteyi bulmama neden olan seyde bu hikayeydi Hz.Suleyman in yuzugunu bu hikayede duydum ve arastiririken bu siteyi buldum saol paylasim icin ama keske e-book olarak verseymissin boyle uzun gorunce bazi uyeler okumayabilir paylasim icin saol

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

inanılmaz bir hikaye birşey okurken onun akıcı olması gerekir ve uzunsa baştan bikaç cümle ortadan ve sondan beni heyecanlandırmazsa hemen kapatırım ama bu oldukça sürükleyici yerimden biran olsun kalkmak istemedim çok teşekkür ederim arkadaşım emeğine sağlık:):):)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...