Jump to content

Yogada Doğru Ve Yanlış Bilinenler


nevermore

Önerilen Mesajlar

Zihin, bağımlılığın kaynağı olabileceği gibi, özgürlüğün de kaynağı olabilir. Zihin, bu dünyanın kapısı, bu dünyanın girişidir; ama çıkışı da olabilir. Zihin, seni cehenneme götürür; ama seni cennete de götürebilir. Demek ki, zihnin nasıl kullanıldığına bağlıdır. Zihnin doğru kullanımı meditasyon olur; zihnin yanlış kullanımı ise delilik.

 

Zihin, herkesle her yerdedir. İçinde dolaylı olarak hem karanlık, hem ışık olasılığı vardır. Zihnin kendisi ne düşmandır, ne dost. Onu bir dost da yapabilirsin, bir düşman da. Bu sana bağlıdır, zihnin arkasına gizlenen sana. Zihnini aracın, kölen haline getirebilirsin, zihnin en üst noktaya ulaşmanı sağlayan geçiş olabilir. Sen zihninin kölesi olursan ve zihninin efendin olmasına izin verirsen, efendin olarak bu zihin seni en üst kedere ve karanlığa götürür.

 

Bütün teknikler, bütün yöntemler, Yoga’nın tüm yolları derinden sadece tek bir problemle ilgilenir: Zihnin nasıl kullanılacağı. Doğru kullanıldığında, zihin sonunda “zihinsizlik” noktasına gelir. Yanlış kullanıldığında ise sadece bir kaos olduğu, birçok senin birbirine düşman oldukları bir noktaya varır –çelişkili, karışık, deli.

 

Tımarhanedeki deli ve Bodhi ağacının altındaki Buda –her ikisi de zihinlerini kullanmışlardır; her ikisi de zihinden geçmişlerdir. Buda, zihnin yok olup gittiği bir noktaya gelmiştir. Doğru kullanıldığında, zihin yok olup gittiği bir noktaya gelir. Doğru kullanıldığında, yok olup gitmeye devam eder ve tamamen yok olduğu bir an gelir. Deli de zihnini kullanmıştır. Yanlış kullanıldığında, zihin bölünür; yanlış kullanıldığında birçok zihin olur; yanlış kullanıldığında kalabalıklaşır. Sonuç olarak zihin burada olur, ama sen kesinlikle yoksundur.

 

Buda’nın zihni yok olup gitmiştir, ama Buda bütünlük içinde hala vardır. Delinin zihni bir bütün olmuştur ve kendisi tamamen yok olup gitmiştir.

 

Buda da zihnini kullanır, onun zihni bacakları gibidir. İnsanlar bana gelip, “Aydınlanmış birinin zihnine ne oluyor? Sadece ortadan mı kayboluyor? Onu kullanmıyor mu?” diye soruyorlar.

 

Bir efendi olarak yok olup gidiyor, ama bir köle olarak kalıyor. Pasif bir araç olarak kalıyor. Bir Buda onu kullanmak istiyorsa, onu kullanır. Buda seninle konuştuğunda, ona ihtiyaç duyacaktır, çünkü zihin olmadan konuşmak mümkün değildir. Zihnin kullanılması zorunludur. Buda’ya gittiğinde, seni fark etmesi, daha önce de olduğunu fark etmesi için zihnini kullanmak zorundadır. Zihin olmadan farkındalık olmaz; zihin olmadan anı olmaz. Ama unutma ki, o zihni kullanıyor, aradaki fark bu –sen zihnin tarafından kullanılıyorsun. Onu ne zaman kullanmak istiyorsa, kullanıyor. Ne zaman kullanmak istemiyorsa, kullanmıyor. Zihin, pasif bir araçtır, üzerinde hiçbir etkisi yoktur

 

Böylece Buda bir ayna olarak kalır. Aynanın önüne geçtiğinde, ayna senin görüntünü yansıtır. İlerlediğinde yansıma gider; ayna boştur. Sen bir ayna gibi değilsin. Birini görürsün, adam gider, ama düşünceler devam eder, yansıma devam eder. Onun hakkında düşünmeye devam edersin. Ve durmak istersen bile zihnin seni dinlemez.

 

 

Zihne egemen olmaktır Yoga. Ve Patanjali “zihnin durması” dediğinde, bunun anlamı, “bir efendi olarak durmak” tır. Zihin, bir efendi olarak durur. O anda aktif değildir. Pasif bir araçtır. Sen emredersin, o çalışır; sen emir vermezsin, sessiz kalır. Sadece bekler. Kendini belli etmez. Bildiri gücü gitmiştir. Seni kontrol etmeye çalışmaz.

 

Meditasyon, iç dengeyi bulmaktır. İç dengeyi kazandığında ve hiçbir ürperme yoksa, gövde zihninin tamamı durmuştur, doğru bilginin merkezi çalışmaya başlar. Bu merkez aracılığıyla bilinen her şey doğrudur.

 

 

Nerede misin? Merkezde değilsin. Yanlış bilgi ve doğru bilgi merkezleri arkasındasın. Bu nedenle kafan karışık. Bazen bir anlık bir görüntü gözüne ilişiyor. Doğru bilgi merkezine doğru eğiliyorsun; o anda bazı anlık görüntüler alıyorsun. Sapıklık merkezine doğru eğiliyorsan, sapıklık sana ulaşıyor. Ve her şey birbirine karışıyor; kaos içindesin.

 

Buda’ya binlerce soru sorulmuştur. Bir gün, adamın biri, “Yeni sorularla geliyoruz. Daha soruyu sorar sormaz, cevaplamaya başlıyorsun. Asla üzerinde düşünmüyorsun. Bu nasıl oluyor?” diye sormuş.

 

Buda’nın cevabı şöyledir: “Düşünme meselesi değil. Sen soruyu soruyorsun ve ben de ona sadece bakıyorum. Ve gerçek olan her şey ortaya çıkıyor. Hakkında düşünme ve kafa yorma meselesi değildir. Cevap, mantıklı bir sonuç olarak gelmiyor. Mesele sadece doğru merkeze odaklanmaktır.”

 

 

Buda bir meşale gibidir. Nereye doğru hareket ediyorsa, orayı ortaya çıkarıyor. Soru ne olursa oldun, ana nokta o değildir. Buda ışığa sahiptir ve bu ışık ne zaman bir sorunun üzerine aksa, cevap ortaya çıkacaktır. Cevap, bu ışıktan doğacaktır. Bu basit bir fenomen, bir ifşadır.

 

Doğru bilginin üç kaynağı vardır:

 

Doğrudan idrak, sonuç çıkarma ve bilinçlenenlerin sözleri.

 

Pratyaksha, doğrudan idrak, doğru bilginin ilk kaynağıdır. Doğrudan idrak, herhangi bir arabulucu, herhangi bir medyum, herhangi bir aracı olmadan yüz yüze bir karşılaşmadır. Bir şeyi doğrudan biliyorsan, bilen bilinenle anında karşı karşıya gelir. Bağlantılı olduğun hiç kimse, arada hiçbir köprü yok. Bu doğru bilgidir. Ama birçok problemi de beraberinde getirir.

 

Genelde pratyaksha, doğrudan idrak, çok yanlış bir şekilde tercüme edilmiş, yorumlanmış ve hakkında yanlış yorumlar yapılmıştır. ‘Pratyaksha’ sözcüğü, “gözlerinin önünde” anlamına gelir. Ama gözlerin kedisi de bir arabulucudur; bilen onların arkasında saklıdır. Gözler aracıdır. Beni duyabiliyorsun, ama bu doğrudan değildir, bu yakın değildir. Beni duyuların, kulakların aracılığıyla duyarsın. Beni gözlerin aracılığıyla görürsün. Gözlerin sana yanlış bilgi verebilir, kulakların yanlış rapor verebilir. Hiç kimseye inanmamalısın; hiçbir arabulucuya inanmamalısın, çünkü arabulucuya güvenemezsin. Gözlerin hastaysa, sana farklı bilgi vereceklerdir; gözlerin ilacın etkisi altındaysa sana farklı bilgi vereceklerdir; gözlerin anılarla doluysa sana farklı bilgi vereceklerdir.

 

 

Aşık olduğunda başka birini görürsün. Aşık olmadığın taktirde, bunu asla göremezsin. Normal bir kadın, aşık olduğunda dünyanın en güzel kadını haline gelebilir. Gözlerin aşkla doluysa, sana bir başkasını gösterirler. Ve aynı kişi, gözlerin nefret doluysa, dünyanın en korkunç insanı gibi görünebilir. Gözlerin güvenilir değildir.

 

Kulakların aracılığıyla duyuyorsun. Kulaklar sadece birer araçtır; yanlış çalışabilirler. Söylenmemiş bir şeyi duyabilirler, söylenen bir şeyi kaçırabilirler. Duyular güvenilir değildir; sadece mekanik birer araçtırlar.

 

 

Öyleyse pratyaksha, doğrudan idrak nedir? Doğrudan idrak, sadece bir arabulucunun, hatta duyuların bile olmadığı zaman mümkün olabilir. Patanjali, bu durumda bu doğru bilgidir, der. Doğru bilginin ilk temel kaynağı budur: Bir şeyi biliyorsan ve bu bilgi için başkasına bağımlı değilsen.

 

 

Duyuları ancak derin meditasyonla aşabilirsin. O zaman doğrudan idrak mümkün olabiliyor. Buda, en derin içsel varlığını tanımaya başladığında, o en derin içsel varlık pratyaksha, doğrudan idraktir. Hiçbir duyu dahil edilmez, hiç kimse bilgi vermez, aracı hiç kimse yoktur. Bilen ve bilinen karşı karşıyadır; aralarında hiç kimse yoktur. Yakınlık budur ve sadece yakınlık doğru olabilir.

 

Böylece ilk doğru bilgi, sadece kendi iç varlığımızın bilgisi olabilir. Dünyanın tamamını biliyor olabilirsin, ama kendi varlığının en içteki çekirdeğini bilmiyorsan, varlığın tamamı saçmadır, gerçek bilgi değildir; ilk temel doğru bilgi sana ulaşmadığı için doğru olamaz. Yapının tamamı yanlıştır. Birçok şeyi bilebilirsin… kendini tanımadıysan, bilginin tamamı raporlara dayanır, duyularının verdiği raporlara. Ama duyularının doğru bilgi verdiğinden nasıl emin olabilirsin? Geceleri rüya görürsün. Rüya görürken, rüyanın gerçek olduğuna inanmaya başlarsın. Duyuların rüyayı bildirir –gözlerin onu görür, kulakların onu duyar, ona dokunabilirsin. Duyuların sana bunu bildirir, bu nedenle gerçek olduğu illüzyonuna kapılırsın. Sen buradasın… o sadece bir rüya olabilir. İyi ama seninle gerçekten konuştuğumdan nasıl emin olabilirsin? Belki sadece bir rüyadır –sen beni rüyanda görüyorsundur. Rüyayı gördüğün sırada her rüya gerçektir.

 

Duyulara güvenilmez. Öyleyse doğrudan idrak nedir? Doğrudan idrak duyular olmadan bilinen bir şeydir. Böylece ilk doğru bilgi ancak içsel varlığımızın bilgisi olabilir, çünkü ancak orada duyulara ihtiyaç duyulmayacaktır. Diğer her yerde duyulara ihtiyaç olacaktır. Beni görmek istediğinde, gözlerin aracılığıyla görmek zorundasın; ama kendini görmek istiyorsan, gözlerine ihtiyacın yoktur. Kör bir insan bile kendini görebilir. Beni görmek istiyorsan, ışığa ihtiyacın olacaktır, ama kendini görmek istiyorsan, bunu karanlıkta da yapabilirsin, ışığa ihtiyaç duymazsın. En karanlık mağarada bile kendini görebilirsin. Hiçbir arabulucuya –ışığa, gözlere- ihtiyaç duymazsın. İçsel deneyim hemen yanındadır ve yakınında olan deneyim bütün doğru bilgilerin temelidir.

 

Bu içsel deneyimde bir kez kök saldığında, sana birçok şey olmaya başlayacaktır. Onları hemen anlayamayabilirsin. Merkezine, içsel varlığına kök salmış, onun üstesinden gelmeyi, onun doğrudan bir deneyim olarak hissetmeyi başarmış kişi, duyuları tarafından aldatılamaz. O uyanmıştır. Gözleri onu yanıltmaz, kulakları yanıltmaz; hiçbir şey onu aldatamaz. Aldatılması imkansızdır.

 

Bir saplantı içinde yaşadığın için sen aldatılabilirsin. Doğruyu bilen haline geldiğinde aldatılamazsın. Aldatılamazsın! O zaman her şey, tek tek doğru bilginin şeklini alır. Bir kez kendini tanıdığında bildiğin her şey otomatik olarak doğru olacaktır, çünkü sen doğrusun. Unutulmaması gereken fark budur: Sen doğruysan, her şey doğru olur; sen yanlışsan, her şey yanlış gider. Öyleyse mesele dışarıda bir şeyler yapma meselesi değil, içeride bir şeyler yapma meselesidir.

 

Bir Buda’yı aldatamazsın –bu imkansızdır. Bir Buda’yı nasıl aldatabilirsin? O kendi içinde kök salmıştır. Sen onun için şeffafsın, onu aldatamazsın. Sen bilmeden, o seni bilir. İçinde en küçük düşünce parıltısını bile açıkça görür. En içteki varlığına kadar sana nüfuz eder.

 

üfuzun, başkalarına en az kendine nüfuz ettiğin kadardır. Kendi içinde nüfuz edebiliyorsan, aynı oranda her şeye nüfuz edebilirsin. İçeride ne kadar hareket edebiliyorsan, dışarıda da o ölçüde hareket edebilirsin. Ve içeride tek bir adım bile ilerlememişsen, dışarıda ne yaparsan yap, sadece bir rüya gibidir.

 

Patanjali der ki: sonuç çıkarma, doğru bilginin ikinci kaynağıdır. Doğru mantık, doğru şüphe, doğru iddia sana doğru bilgiye giden yolda yardımcı olabilir. İşte buna sonuç çıkarma, anuman der. Doğrudan görmedin, ama her şey sonu kanıtlıyor; böyle olmak zorunda. Böyle olması gerektiğine dair duruma bağlı kanıtlar vardır.

 

Patanjali der ki: sonuç çıkarma sana doğru bilgiye giden yolda yardımcı olabilir, ama bu, doğru sonuç çıkarma olmalıdır. Mantık tehlikelidir, çift kenarlıdır. Mantığı yanlış kullanabilirsin ki, böyle bir durumda da bir sonuca varırsın.

 

 

 

Doğru sonuç çıkarma, seni büyüten bir kişi, seni büyüten bir şeydir. Yanlış sonuç çıkarma ise ne kadar mükemmel görünürse görünsün, büyümeni engelleyen bir şeydir. Sonuç çıkarma da doğru bilginin kaynağı olabilir. Doğru bilginin kaynağı olarak mantık da kullanılabilir, ama ne yaptığının farkında olmalısın. Sadece mantıklıysan, bu seni intihara sürükleyebilir. Mantık, bir intihar haline gelebilir –ki birçok insan için intihar haline gelmiştir.

 

 

 

Sadece birkaç gün önce Kaliforniya’dan doğru yolu arayan biri buraya geldi. Yolu çok uzundu… Beni görmeye gelmişti. Bana şöyle dedi: “Meditasyon yapmadan önce ya da bana meditasyon yapmamı söylemeden önce –çünkü sana kim gelirse gelsin, onları meditasyona ittiğini duydum- yani beni meditasyona itmeden önce, birçok sorum var.” En az yüz kadar sorudan oluşan bir listesi vardı. Mümkün olan hiçbir soruyu eksik bırakmadığını sanıyorum… Tanrı hakkında, ruh hakkında, gerçek hakkında, cennet ve cehennem ve her şey hakkında –sorularla dolu bir kağıt. Ve dedi ki: “bu soruları cevaplamadığın sürece meditasyon yapmayacağım.”

 

 

 

Aslında bir taraftan çok mantıklı, çünkü “Soruların cevaplanmadan nasıl meditasyon yapabilirim? Haklı olduğuna güvenmediğim ve şüphelerimi gidermediğin sürece bana gösterdiğin yola nasıl saparım? Hatalı olabilirsin. O yüzden haklı olduğunu ancak şüphelerimi gidererek kanıtlayabilirsin.” demektedir.

 

 

 

Ancak şüpheleri giderilemeyecek gibidir. İşte ikilem de burada: Meditasyon yaptığı taktirde, şüpheleri yok olabilir, ama o sadece şüpheleri olmadığı taktirde meditasyon yapacağını söylüyor. Peki bu durumda ne yapılabilir? “Önce Tanrı’nın var olduğunu kanıtla.” diyor adam. Bunu bugüne kadar hiç kimse kanıtlamamıştır, kanıtlayamaz da. Bu, Tanrı’nın var olmadığı anlamına gelmez, ama Tanrı’nın varlığı da kanıtlanamıyor. Kanıtlanabilecek ya da kanıtlanmayabilecek küçük bir şey değildir ki. O sadece yaşamak zorunda olduğun, bilmek zorunda olduğun hayati bir şeydir. Hiçbir kanıt buna yardımcı olamaz.

 

 

 

Ama mantık açısından adam haklı. “Kanıtlamadığın sürece buna nasıl başlayabilirim? Ruh yoksa, meditasyonu kim yapıyor? Öyleyse önce bir özün olduğunu kanıtla ki, meditasyon yapabileyim.” demektedir.

 

 

 

Bu adam resmen intihar ediyor. Hiç kimse asla onun sorularına cevap veremeyecektir. Bütün o bariyerleri kendisi kurmuştur ve bu bariyerler büyümesini engelleyecektir. Ama mantığı çalışıyor. Böyle bir kişiyle ne yapabilirim? Sorularına cevap vermeye başlarsam, yüzlerce şüphe yaratabilen bir kişi, milyonlarca şüphe yaratacaktır, çünkü şüphe duymak zihnin bir yolu, zihnin bir tarzıdır. Bir soruya cevap verirsin, ama bu cevapla on tane soru yaratır, çünkü zihin hep aynı kalır.

 

 

 

O, şüpheler aramaktadır ve ona mantıklı bir biçimde cevap verirsem, mantıklı zihninin beslenmesini, daha da güçlenmesini sağlamış olurum. Onu beslerim, ama bu bir işe yaramaz. Onun mantıksallıktan uzaklaştırılması gerekir.

 

 

Böylece ona bir soru sordum: ”Hiç aşık oldun mu?” O da bana cevap verdi: “Ama neden? Konuyu değiştiriyorsun.” Ben de dedim ki: “Sorularına döneceğim, ama aniden hiç aşık olup olmadığını sormak bana çok anlamlı geldi.” O da bana cevap verdi: “Evet!” Yüzü değişti. Ben de sordum: “Sevmeden, aşık olmadan önce aşk olgusundan şüphe duydun mu?” O anda kafası karıştı. Ve kendini rahatsız hissetmeye başladı. Ve şöyle dedi: “Hayır, üzerinde hiç düşünmedim. Sadece aşık olmuştum ve sonradan fark ettim.” Ben de şöyle dedim. “tam tersini yapıyorsun: Önce aşk hakkında düşün, aşkın mümkün olup olmadığını, aşkın var olup olmadığını, var olup olmayacağını. Ve önce kanıtlanmasını iste. Sonra da kanıtlanmadığı sürece hiç kimseye aşık olmayacağını bir koşul haline getir.”

 

Ne diyorsun? Hayatımı mahvedeceksin. Böyle bir koşul getirirsem, sevemem ki.” dedi. “Ama…” dedim kendisine, “Bu senin yaptığın şeyin aynısı. Meditasyon tıpkı aşk gibidir, önce bilmen gerekir. Tanrı aşk gibidir. İsa’nın Tanrı’nın sevgi olduğunu söylemesi ondandır. Aşk gibidir. Önce denenmesi gerekir.”

 

 

 

Mantıklı bir zihin kendini kapatabilir; hem de öylesine mantıklı bir şekilde ki, büyüme imkanlarına kendi kapılarını kapattığını hiçbir zaman hissetmeyeceği şekilde. Öyleyse sonuç çıkarma, yani anuman, büyümeye yardımcı olacak şekilde düşünmek demektir. O zaman doğru bilginin kaynağı haline gelebilir.

 

 

 

En güzeli üçüncü kaynaktır ve başka hiçbir yerde doğru bilginin kaynağı haline getirilmemiştir. Bilinçlenenlerin sözleri, agama. Bu üçüncü kaynak hakkında uzun tartışmalar yapılmıştır. Patanjali der ki: Doğrudan bilebiliyorsan, bu doğrudur. Doğru sonuç çıkartabilirsin; o zaman da doğru yoldasın ve kaynağa ulaşırsın.

 

 

 

Ama sonuç çıkartamayacağın ve bilemediğin bazı şeyler vardır. Ama bu dünyada ilk değilsin, ilk doğru yolu arayan değilsin. Milyonlarca çağ boyunca milyonlarca insan doğruyu aramıştır ve sadece bu gezegende değil, diğer gezegenlerde de. Arama sonsuzdur ve birçoğu yerine ulaşmıştır. Hedefe ulaşıp, tapınağa girmişlerdir. Onların sözleri de doğru bilginin kaynağıdır.

 

 

 

Agama, bilenlerin sözleri anlamına gelir. Buda bir şey söyler veya İsa bir şey söyler: Ne dediğini bilmeyiz, onu denememişizdir ve bu yüzden onu yargılayamayız. Bu sözler aracılığıyla ne gibi ve nasıl doğru sonuç çıkartacağımızı bilmiyoruz. Ve sözler çelişkili olduğundan, istediğin her sonucu çıkartabilirsin.

 

 

 

Sözler çok çelişkili ve mantıksızdır. Ve bilen herkes çelişkili konuşmak zorundadır, çünkü gerçek sadece çelişkiler aracılığıyla ifade edilebilir. Açıklamaları açık değildir; gizemlidir. Ve sonuç çıkartmaya başladığında, her türlü sonucu çıkartabilirsin. Sonuç çıkartıyorsan, zihnin burada demektir. Sonuç çıkartma işlemi, senin sonuç çıkartman olur. O yüzden Patanjali der ki: Burada üçüncü bir kaynak var.

 

 

 

Bilmiyorsun. Doğrudan bilmiş olsaydın, soru olmazdı, herhangi bir kaynağa ihtiyaç olmazdı. Doğrudan idrak etmiş olsaydın, sonuç çıkartmaya veya aydınlanmış olanların sözlerine ihtiyaç duymuyor olurdun. Sen bizzat aydınlanmış olurdun. O zaman diğer iki kaynağı es geçebilirsin. Sonuç çıkartmış olursun, ama bu sonuç senin sonucun olacaktır. Çıldırmışsan, çıkarttığın sonuç da çılgın olacaktır. Ama durum böyle değilse, o zaman üçüncü kaynağı denemende yarar vardır –aydınlanmış olanların sözleri.

 

 

 

Bunların ne doğruluğunu, ne de yanlışlığını kanıtlayamazsın. Sadece güvenebilirsin ve bu güven varsayımlara dayanır; bu oldukça bilimseldir. Bilimde de bir hipotez olmadan işlem yapamazsın. Ama hipotez inanç değil, sadece bir çalışma aracıdır. Bir hipotez sadece bir yöndür; sen deney yapmak zorunda kalırsın. Ve bu deney, hipotezin doğru olduğunu kanıtlarsa, hipotez bir kuram haline gelir. Deney yanlış giderse, hipotezin ıskartaya çıkar. Aydınlananların sözlerine de bir hipotez olarak güvenle yaklaşmalısın. Daha sonra bunları yaşamında tecrübe edersin. Doğru oldukları kanıtlanırsa, hipotezin bir inanç haline gelir; yanlış oldukları ortaya çıkarsa, hipotezi ıskartaya çıkartabilirsin.

 

 

 

Buda’ya gidersin. O sana, “Bekle! Sabırlı ol, meditasyon yap ve iki yıl boyunca hiç soru sorma.” diyecektir. Ona güvenmek zorundasın, başka çaresi yok.

 

 

 

Şöyle düşünebilirsin: “Bu adam belki de beni aldatıyordur. O zaman hayatımın iki yılı boşa gider. İki yıl sonra bu adamın sadece bir hokkabaz, sadece bir aldatmaca veya aydınlandığına dair bir illüzyonla kendini kandıran biri olduğu ortaya çıkarsa, iki yılım boşa harcanmış olur.” Ama yine de başka bir yolu yoktur. Bu riski göze almak zorundasın. Ve Buda’ya güvenmediğin halde orada kalırsan, bu iki yıl faydasız olacaktır, çünkü güvenmediğin sürece çalışamazsın. Ve çalışman öylesine şiddetlidir ki, sadece güvenin varsa kendini ona tamamen bırakabilir, tamamen içine girebilirsin. Güvenin yoksa, bir şeyleri geri çekmeye devam edersin ve bu geri çekmeler Buda’nın sana gösterdiklerini denemene izin vermeyecektir. Riski vardır, ama hayatın kendisi de bir risktir. Daha yüce bir hayat için daha yüksek riskler olacaktır. Tehlikeli bir yol üzerinde yürüyorsun. Ama unutma ki, hayatta sadece tek bir yanlış vardır, o da hiç hareket etmemek; sadece korkarak oturmak; sadece hareket ettiğinde bir şeylerin yanlış gideceğinden korkmak; yani beklemenin ve oturmanın daha iyi olduğunu düşünmektir. Tek yanlış budur. Tehlikede olmazsın, ama büyüme de olmayacaktır.

 

 

 

Patanjali der ki: Bilmediğin şeyler var; mantığın sonuç çıkartamayacağı şeyler var; bunlara güvenmek zorundasın. Bu üçüncü kaynak nedeniyle guru, efendi, bir gereklilik haline gelir –bilen biri. Ve riski almak zorundasın; bu bir risktir diyorum, çünkü hiçbir garantisi yoktur. Her şeyin sadece boşuna zaman israfı olduğu ortaya çıkabilir, ama riski almak daha iyidir, çünkü zaman israfı olduğu ortaya çıksa bile, birçok şey öğrenmiş oldun. Artık hiç kimse seni kolayca aldatamaz. En azından bunu öğrenmiş oldun.

 

 

 

Ve güvenle ilerlersen, tamamen ilerlersen, Buda’yı bir gölge gibi takip edersen, ona olanlar sana da olmaya başlayabilir. Bunlar Guatam Buda’ya, İsa’ya, Mahavira’ya olmuştur ve gittikleri yolu biliyorlardır. Onlarla iddia edersen, kaybeden sen olursun. Onlar kaybeden olmaz; seni sadece bir kenara atarlar.

 

 

 

Bu yüzyılda, bunlar Gurdjieff’e olmuştur. Birçok insan onun cazibesine kapılmıştır, ama o, yeni müritleri için öyle bir durum yaratmıştır ki, tamamen güvenmedikleri sürece –saçmalıklara bile güvenmedikleri taktirde- hemen ayrılmak zorunda kalıyorlardı. Ve bu saçmalıklar planlıydı. Gurdjieff yalan söylemeye devam ederdi. Sabah başka bir şey, öğleden sonra başka bir şey söylerdi. Ve sen soru soramazdın! Mantıklı zihnini tamamen altüst ederdi.

 

 

 

Sabah, “Bu çukuru kazın. Bu bir zorunluluk! Akşama kadar bitmesi gerekiyor.” derdi. Ve bütün gün boyunca sen o çukuru kazardın. Güç sarfederdin, yorulurdun, terlerdin, yemek bile yemezdin ve akşam olduğunda gelip, sana “Toprağı çukura geri koyun. Yatağa girmeden önce bitmesi gerekiyor.” derdi.

 

 

 

En sırada zihin bile böyle bir durumda, “Ne demek istiyorsun? Tüm günümü buna harcadım.” der.

 

 

 

Böyle bir şey söylediğinde Gurdjieff şöyle diyecektir: “Hemen gidiyorsun! Git! Ben sana göre değilim, sen de bana göre değilsin.”

 

 

 

Asıl mesele kazmak veya çukur değildi. Asıl mesele, saçma bir şey bile olsa ona güvenip güvenmeyeceğini denemekti. Ve bir kez ona güvendiğini ve seni nereye götürürse oraya gideceğini bildikten sonra, gerçek olaylar o zaman gelecektir. Test bitmiştir, sen denenmişsin ve özgün kabul edilmişsindir –çalışabilen ve güvenebilen gerçek bir arayan.

 

 

 

Patanjali bir efendidir ve bu üçüncü kaynağı binlerce müritle edindiği deneyimlerden dolayı çok iyi bilir. Birçok mürit ve doğru yolu arayanlarla çalışmış olmalı. Sadece bu sayede Yoga-Sutraları gibi bilimsel bir incelemeyi yazmak mümkündür. Bu, bir düşünürün eseri değil, zihnin çeşitli türleriyle deneyim kazanmış ve zihninin birçok tabakasına inmiş ve çeşitli kişilerle çalışmış birinin eseridir. Bunu üçüncü kaynak haline getirir: Bilinçlenmiş olanların sözleri.

 

 

 

Yanlış bilgi, nesnenin tam karşılığı olmayan

 

hatalı bir anlayıştır.

 

 

 

Hepimizin üzerinde büyük bir yanlış bilgi yükü vardır, çünkü bir gerçekle karşılaşmadan önce önyargılıyız.

 

 

 

Hiç kimse nesnelerle, kişilerle oldukları gibi karşılaşmaz –bir önyargı vardır. Bu önyargılar viparyaya yaratır; bu önyargılar yanlış bilgiyi yaratır. Ne düşünürsen düşün, gerçeği daha yeni öğrenmediysen, yanlıştır. Geçmişini, önyargılarını beraberinde taşıma. Zihinini bir kenara bırak ve gerçekle yüz yüze gel. Görülecek ne varsa, onu gör. Çağrışım yapma.

 

 

 

Çağrışım yapmaya devam ediyoruz. Zihnimiz tamamen doludur ve çocukluğumuza sabitlenmiştir. Her şey bize hazır sunulmuştur ve hazır sunulan bu bilgiden dolayı yaşamımız bir illüzyon haline gelir. Asla gerçek bir insanla karşılaşmazsın, asla gerçek bir çiçek görmezsin. Sadece “Bu bir gül.” dendiğinde mekanik olarak “Güzel!” dersin. Güzelliği hissetmemişsindir, güzelliği duyularla algılamamışsındır, bu çiçeğe hiç dokunmamışsındır. Zihninde “Gül güzeldir.” diye bir şey vardır sadece. ‘Gül’ sözcüğünü duyduğun anda, zihninde bir çağrışım yapar ve sen de “Güzeldir.” dersin.

 

 

 

Ve gülün güzel olduğunu hissettiğine inanmaya başlarsın, ama bu doğru değildir. Bu yanlıştır. Sadece bak. İşte bu yüzden çocuklar olayların iç yüzünü yetişkinlerden daha derin görebiliyorlar, çünkü isimleri bilmiyorlar. Henüz önyargıları yok. Bir gül sadece güzelse güzeldir; bütün güller güzel değildir. Çocuklar, olaylara yaklaşırlar; gözleri daha tazedir. Nesneleri oldukları gibi görürler, çünkü çağrışım yapmayı bilmezler.

 

 

 

Bizler ise onları bir an önce büyütmek, birer yetişkin haline getirmek için acele ederiz. Zihinlerini bilgiyle doldururuz. Bu, psikologların en yakın zamandaki keşiflerinden biridir ki, çocuklar okula başladıklarında, üniversiteden ayrıldıklarında sahip oldukları zekadan daha fazla zekaya sahiptirler. En son bulgular bunu kanıtlamaktadır. Çocuklar, birinci sınıfa başlarken daha fazla zekaya sahiptirler. Bilgileri arttıkça, zekaları düşecektir. Ve üniversite mezunu, master ve doktora derecesiyle geri geldiklerinde bitmiş olacaklardır. Doktora derecesiyle geri geldiklerinde, zekalarını üniversitede bir yerlerde bırakmış olacaklardır. Ölüdürler, bilgiyle doludurlar, bilgiyle tıka basa doldurulmuşlardır –ama bu bilgi yanlıştır; her şey hakkında bir önyargıdır. Artık hiçbir şeyi doğrudan hissedemezler, canlı insanları doğrudan hissedemezler, doğrudan yaşayamazlar. Her şey sözlü hale gelmiştir. Hiçbir şey gerçek değildir, zihinsel hale gelmiştir.

 

 

 

Önyargılarını, bilgini, anlayışlarını, önceden belirtilmiş bilgilerini bir kenara at ve canlan, tekrar çocuk ol. Ve bunu bir andan bir ana yapmalısın, çünkü her anı topluyorsun.

 

 

 

En eski Yoga aforizmalarından biri şöyledir: her an öl ki, her an yine doğabilesin. Geçmişteki her anda öl, topladığın bütün tozları fırlatıp at ve canlanmış görün. Ama bunu devamlı olarak yap, çünkü bir sonraki an toz yine toplanır.

 

 

 

An be an ölmeli ve tekrar doğmalıyız. Ancak o zaman yanlış bilgide kaçabiliriz.

 

 

 

Yoga Bireyin Doğuşu – OSHO

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...