Jump to content

Tasavvufda (letaif) Çakra Açma Yöntemi


nevermore

Önerilen Mesajlar

Aslında çakra dediğimiz şey tasavvufta bilinen "letaif" kelimesinden başka birşey değildir. Eskiden bu noktalar üzerinde tespih çevirip zikir çekerlermiş. Ama zikir çekeceğiz. Özellikle "La ilahe illallah" kelimesinin tüm çakraları uyardığını islam inancına sahip arkadaşlar kabul edeceklerdir..

Bu cümleyi mantra olarak kullanacağız..

 

Önemli noktalar:

 

-Eğer dini inancınız yoksa ya da farklıysa bu uygulama pek işinize yaramayacaktır

-Sadece 7. şakrayı ve auranızın genişlediğini hayal edin. Çakraları düşünmeyin.

-Kazanacağınız enerjinin ilahi bir lütuf olduğunu ve yaratıcın izni dahilinde kullanabileceğinizi unutmayın.

 

Rahatsız edilemeyeceğiniz sessiz bir odada uzanın. Yalnız bu uzanma her zamankinden çok farklı olarak sırüstü olmayacak. Sağ tarafınıza yatıp, göğsünüzü kıbleye çevirmelisiniz. (Eğer buna uygun ortam yoksa o zaman sırtüstü uzanabilirsiniz. Her ne yaparsanız yapın ama arkanızı kıbleye çevirmeyin.) Besmeleyle başlayıp, "Rabbim, ilmimi arttır." demenizi şiddetle tavsiye ederim. Derin bir nefes alıp, "La ilahe illallah " zikrini söylemeye başlayın. Söylerken nefes alış verişlerinizin zikirle ne kadar uyumlu olduğunu ve ne kadar rahat olduğunu hissedin. Rabbimizin sonsuz gücünü ve evrendeki enerjiyi düşün. Herşeyin onun kontrolünde olduğunu ve onun kullarına kendisinden yansımalar verdiğini düşünün. Bize ne kadar değer verdiğini düşünün. Tüm bunları düşünürken aklınıza vesveseler, kötülükler gelecektir. Korkmayın... Açılan enerjiniz sonucu paniğe kapılıp vesvese veren kötülükten başka birşey değil bu. Unutmayın ki şeytan, Allah'a yaklaşan kullar görünce paniğe kapılır ve vesvese vermeye başlar. "Sen ne yapıyorsun. Bir cümleyle affedilecek misin o kadar günahtan sonra vb." Asla aldanmayın. Yaratıcının sonsuz merhametine sığının. Ve devam edin...

 

Göreceksiniz ki özellikle ilk gün içinizde tarifsiz bir huzur olacak. Normalde size sıkıntı veren hiçbir şey öfkelenmenize neden olamayacak. Çünkü birçok farklı melek yanınızda olacak. Onlar sayesinde size zarar verebilecek şeyleri önceden bilebilecek, hissedebileceksiniz. Rüyalarınızdaki mesajlar artacak.

 

ÇOK ÖNEMLİ NOKTALAR:

-Bu uygulamaları düzenli yapmazsanız, faydadan çok zarar görürsünüz.

-Açılan enerjinizi her zaman kullanamayabilirsiniz. Çünkü bu enerji elbetteki yaratıcının kontrolünde ve onun izniyle açığa çıkmakta. Özellikle zor durumda kaldığınız anlarda. Bir zaman sonra mucizeler o kadar çok sıklaşacak ki sakın bunları kimseye anlatmayın. Övünme gibi bir gaflete düşmeyin...

-Yaratıcıyla olan bağlantınızı güçlendirdikçe, kök çakradan başlayarak, tepe çakrasına kadar enerjiniz artacak. Özellikle kalp çakranız o kadar güçlenecek ki "Yaratılanı Yaradan'dan dolayı sevmenin." manasını tam anlamıyla algılamaya başlayacaksınız.

 

Ruh, maddesel boyutta beyne bağlıdır. Zihninizle tekrarladığınız zikirler, ruhsal enerjinizi arttırır. Artan enerjiniz size farklı bilinç durumları yaşatabilir. Yaşamın içerisinde karşılaşacağınız mucizelere hazır olun...

 

 

 

Alıntıdır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

özür dileyerek bu alıntı hakkında yorum yapmak zorundayım. bu anlatılanlar şeklinde bir yöntem tasavvufta yoktur. ayrıca, tasavvufta bahsedilen letaiflerin de çakralar ile bir alakası yoktur. ille de bağlantı kurmak isteyenlere verilebilecek en büyük bağlantı ise, her iki sisteminde aynı bedende var olmasıdır diyebiliriz :)

çakralar ve bunlara dair çalışma sistemleri pozitif beden ve pozitif dünya üzerinde etkili sistemlerdir ve özünü simyadan alarak çalışma prensipleri ortaya koyar. eğer doğru yapılırsa gerçekten çok faydalı sonuçlar ortaya koyar. insanın bu dünyaya ait bir çok manipülasyon yapabilmesine olanak sağlar. ancak tüm bunların letaifler ile ilgisi yoktur.

zira çakralar, unsurların beden üzerindeki veya maddelerin beden üzerindeki en yoğun iletişim ve ilişki alanlarıdır.

letaifler ise adından da anlaşılacağı üzere latif aleme dair bedendeki temsilcilerdir. çakralar gibi pozitif alem temsilcileri değildir. bu nedenle budizm gibi değişik felsefeleri lütfen gözümüzde büyütmeyelim. ha içinde doğrular ve doğru tespitler olabilir. ama içinde doğrular var diye; anlayamadığımız dinimizle bu şeyleri kıyaslamak çok mantıksız bir hareket olur. dinimizde bunların en güzelleri bulunmakta olup; hatta, bu tür işler küçük şeylerden sayılır :)

doğru çalışma olmadan doğru sonuç çıkmaz, doğru temel olmadan bina kurulmaz. zamane insanımızın aklı zaten fazlasıyla karışık ve kaygılı. tuhaf, anlamsız veya majik alana kaydırılan kelimeler veya sembollerle insanların çakraları açılmaz. veya bu çalışmalar için değişik yardımcılar aramayada gerek yoktur. çakralar zaten insan doğasında yer alan manyetik alışveriş alanlarıdır. her biri bir unsuru temsil eder ve o unsur üzerinde ciddi etkileri mevuttur. bunları ben inkar edemem. zira ben yıllardır bu işi yapıyorum. kendi yaptığımı nasıl inkar edeyim. ama şunuda açık yüreklilikle açıklamak zorundayım ki tasavvufu sadece bu alana sığdırmaya çalışan düşünce ve görüşler biraz insafsızlık olacaktır. hele bilmeyenler tarafından yapılan yorumlar ise bu insafsızlığın yanına saygısızlığı da ekler.

ilimde bir kural vardır, ilim maluma tabidir. bir konuda ilmi olmayanın fikri de olamaz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Her hangi bir cevaptan kaçacak değilim :) ayrıca gerçeklik payına inanmadıgım hiç bir konuyu da buraya taşımam . alıntı dahi olsa ..

Gerçeklik payı diyorum çünkü aklıma yatmış olması gerek :)

Evet arkadsın yazdıkları benim alıntı yaptıgım konuyla farklı yolları gösteriyor. Yanlıs bilgi yada eksik bilgi vermemek için süper modumun bana haber verdiği saatten bu saaate kadar araştırma yaptım . Çünkü islami bilgiler tasavvuf gibi konular benim uzmanlık alanım değil ...

 

Şimdi bulduklarımı dilimin döndüğünce aktarmaya çalışacağım ;

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Öncelikle kelime anlamına bakalım ; Letaif ; Arabça 'Latife' kelimesinin çoğulu olup "Latifeler" anlamındadır. Latife insan vücuduna yerleştirilmiş manevi, nuranî cevherlere verilen isimdir.

 

İnsanda letaİf & tasavvuftakİ letaİf derslerİ'nde konu şu şekilde açıklanmış.;

 

Gizli, sırlı ve iç bünyede saklı cevherler olan Letâif, baş gözüyle görülmezler, ancak gördükleri vazifelerden varlıkları anlaşılır. İnsanın aslı bunlardır. Bu cevherler mümin-kafir her insanda mevcuttur. Kâmil mürşidler bu cevherleri ilim, tecrübe ve müşahede ile tanıyıp yerlerini ve görevlerini tespit etmişlerdir.

 

Latife, Kur'an-ı Kerim kaynaklı insanın psikospiritüel duyuüstü melekelerinden her biridir. Geleneksel Çin tıbbında akupunktur meridyenleri veya şakraları andırır.

 

Cenab-ı Hakk (c.c) insanı on asıl şeyden yaratmıştır. Beşi mahlukat alemi denilen hâlk alemindendir. Bunlar toprak, su, hava, ateş ve nefstir. Bunların başkanı ve hakimi nefstir.

 

Âlem-i emrden olan letâif, rûhani ve nûrani, âlem-i halktan olan letâif ise cismâni ve zulmânidir.

 

Bir mü’minin nefsi, yedi sıfatında terakki edebilmesi için vücûdunun müştemil bulunduğu letâif-i seb’a denilen letâifin de; zikir, fikir ve tefekkürle tasfiye ve terbiye görmesi lazımdır.

 

O yedi sıfat da: Kalp, Sır, Ruh, Hafi, Ahfa ve Nefs-i natıka ile tüm bedendir. İnsanı diğer canlılardan ayıran fark âlem-i emrden olan rûhâni ve nûrani letâif-i hamse (letaifden beş tanesi) kalb, ruh, sır, hafi, ahfa âlem-i emrdendir. His, hayal, yön ve mekanla sınırlanmayan, mesafe ve maddesi olmayan, Allah’ın ‘ol’ emri ve iradesinin tecelli etmesiyle yaratılan şeylerden oluşan Âlem-i emr(=emir alemi)'den olan letâif, rûhani ve nûranidir.

 

Nefs ile cesedin ihtiva ettiği anâsır-ı erbaa (=Dört Unsur) –ki ateş, hava, su ve toprak- da Ölçü ve hesap ile bilinebilen, gözle görülen ve incelenebilen cisimlerden oluşan âlem-i halktandır. Halk aleminden olan letâif cismâni ve zulmânidir.

 

Diğer beş unsur ise, asılları alem-i emirden olan insani kalb, ruh, sır, hafi ve ahfadır. Bunların başkanı ve hakimi kalptir.

 

Allah, kudreti ve hikmetiyle aşk yoluyla her iki alemin latifelerinin aralarını birleştirmiş ve kaynaştırmıştır. Öyle ki bunlar birbirinden ayrılmak istemezler. Bu aşktan dolayı hâlk aleminin latifeleri emir aleminin latifelerini hükmü altına almıştır.

Şimdi baktığımızda örtişen özellikler gayet açık .. Çakranın tanımını yapmaya gerek duymuyorum ..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Peki bir de bulundukları yerlere bakalım ;

 

1. Kalb, sol memenin dört parmak altındadır. İlahi huzur ve tecelliyat mahâllidir.

 

2. Ruh, sağ memenin dört parmak altındadır. İlahi aşk ve muhabbet mahâllidir.

 

3. Sır, sol memenin iki parmak üstündedir. İlahi marifet mahâllidir.

 

4. Hafi, sağ memenin iki parmak üstündedir. ilahi tecelli ve nurlar içinde kaybolma mahallidir. Buna istiğrak denir.

 

5. Ahfa, göğüs kafesinin üst ucundan yani gırtlak çukurundan iki parmak kadar aşağıdır. İlâhî sır mahallidir. Gizli ilimler ve tecelliler merkezidir. Burada elde edilen duruma izmihlal denir.

 

6. Nefs-i natıka (külli) latifesinin yeri iki kaşın ortasıdır.

 

7. Nefs-i Külli ( Tüm Beden ) : Sultani Zikir Makamı.

 

Tanıdık geldi mi adresler

;)

 

Aynı kaynaktan aktarıyorum ;

Kalb bütün latifelerin merkezi olup "Ruh"un sarayıdır. Ruh kalbde egemen olunca, bedeni "Ruh"un emirlerine göre yönetir; ruh vasıtasıyla aldığı ilâhi feyiz ve terbiyeyi bedenin bütün işlerine yansıtır. Kalbde yakîn nûru parlamaya başlayınca dünya hayatı fâni ve değersiz görünür. Çünkü kalb, marifetullah nûrunun parlayacağı yegâne mahaldir ki, iman güneşi o burçtan doğar. Bütün ilâhi sırlar orada gizlidir. Kalbde o hakiki, lâhutî güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanın bütün azalarında zâhir olur. O zaman kulluk vazifelerini; derin ve derûni bir zevk ve neş’e içinde seve seve îfa eder. Kalbin salahının cesede sirayetini Buhari’deki şu Hadis-i Şerif izah etmektedir: “Dikkat ediniz ki, insanın cesedinde bir et parçası vardır ki, o et parçası sâlih oldukça bütün vücuddaki âzalar sağlam olur. Eğer o fasid olursa bütün cesedi bozulur. O et parçası kalptir.”

 

Terbiye olmamış nefs, devamlı kötülüğü emreden sıfatıyla kalbi tamamen hükmü altına aldığı zaman, kalbden Allah için hiç bir hayırlı amel çıkmaz. Bu durumda ruh da, nefsin arzularına bağımlı hâle gelir. Artık kalb ve ruh asli vazifelerinden uzaklaşmış ve ölmüşçesine gaflete düşmüş olurlar. Bu hâl kalbin perdelenmesi ve günahlarla kararmasıdır.

 

İnsanın bu durumdan kurtulması için çok ciddi bir tedaviye ihtiyacı vardır. Bu tedavinin en güzel ve en kolay yolu bir mürşid-i kâmilin elinden tövbe alıp, kendisine intisap edip manevi terbiyeden geçmektir.

 

Mürşid-i kâmil, kendisine intisap eden müride önce güzel bir tövbe yaptırır. Sonra zikir telkin eder. Letaifleri hakiki vazifelerine döndürmek gevşemeyi gidermek için onların zikir nurları ile aydınlanması, temizlenmesi ve beslenmesi gerekir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ZİKİR VE LETAİF

 

Zikrin nuru ilk olarak kalbe, sonraları diğer letaife sirayet eder. Zikre devam edildiğinde kalpten Allah’ın sevmediği ve razı olmadığı düşünceler silinip gider. Zikir kalbe iyice yerleşince her hâlde zikretme hâline geçer, böylece gaflet yok olur. Zikir sayesinde insanın sıfatları değişir, insanda Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ahlak ve sıfatlar oluşur.

 

Vücuttaki su unsurunun nefsin kötü sıfatlarından birisi olan nifak özelliği ile irtibatlıdır. Suda, bulunduğu kabın şeklini ve rengini alma özelliği ve bulunduğu şartlara göre değişme sıfatı vardır. Bu sıfat, insana münafıklık olarak yansır ve iki yüzlülük meydana gelir. Ancak bu sıfat, mürşid-i kâmilin terbiye, himmet ve tasarrufu ile alçakgönüllü olmaya dönüşür. Kalbden nifak ve yalancılık gider, yerini samimiyet ve mertlik alır.

 

Ateş unsurundan kaynaklanan zulüm ve hiddet sıfatı, İslam’ın emir ve hükümleri karşısında gayret, ince davranma ve rahmani taraftarlığa dönüşür.

 

Hava unsurundan ileri gelen kibir ve üstünlük taslama sıfat, izzet, vakar ve heybete dönüşür.

 

Toprak unsurundan kaynaklanan tembellik, uyuşukluk gibi durumlar, sabır ve itidal sıfatına dönüşür.

 

Letaif Zikri

 

Nakşbendî tarikatında silsileyle gelen zikir hafî (gizli-sessiz) zikir, yani kalb ile yapılan zikirdir. Bu da Zat ismi olan ism-i Celâli "Allah" "Allah" diye kalble zikretmektir.

 

Hadîka'da der ki: "Zikrin birçok âdabı vardır. Fakat biz onların en önemli olanlarını ve mürid için herhalde lâzım olanları söyleyeceğiz: "Önce beden temizliği geliyor. Allah'ın emrettiği şekilde temizlen. Sonra kalbini heva, hırs, şehvetlere düşkünlük ve mâsivâya eğilim göstermekten istiğfar ile temizle. Sonra güzelce abdest al, halvethanene gir. İki rek'at abdest-şükür namazı kıl. Dua et ve namaz kılarken yaptığın gibi kıbleye doğru otur. Dilinle istiğfar ederken kalbin de istiğfar etsin. (Verilen sayı kadar).

 

Sonra alabildiğine bir mahviyet, inkisar ve huşu ile kusurlarını ve günahlarını hatırla. Sonra çok yakında muhakkak gelecek olan ölümünü gözün önüne getir. Şu anda alıp verdiğin nefeslerini dünya hayatındaki son nefeslerin olarak kabul et. Kabre yalnız başına konulduğunu ve orada bırakılıp gidildiğini bütün safhalarıyla düşün.

 

Sonra bir defa Fatiha-i şerifeyi ve üç defa İhlâs-ı şerifi okuyup sevabını Hazret-i Nakşbend kuddise sirruh'un rûhâniyetine hediye et. Sonra mürşid-i kâmilin simasını kendi nâsiyene bağlı olarak düşün. Gözlerini kapa, dilini damağına yapıştır, dişlerini dişlerine , dudaklarını dudaklarına yapıştır. Nefesini kendi haline bırak. Sol memenin altında bir et parçası olan kalbine yönel. Zikrinin mânâsını derinden derine düşünerek Hak Teâlâ hazretlerinin Zât ismini zikret. Zikrin başlangıcında kalb diliyle zikreder.

 

Eğer bir ihtiyaç için konuşmaya mecbur olursan zikrini kesmeden birkaç kelime konuş ve devam et. Hiçbir an kesilmemesi gereken bu zikre Nakşbendî büyükleri "vukûf-i kalbi" derler. Eğer bu layıkıyla yapılırsa kalb zikrettiğini müşahede ederek rüsuh peyda eder."

 

KALB ZİKRİ

 

Zikir dersi isteyen müride ilk olarak kalp zikri verilir. Kalbin üzerinde Lafza-i Celal (Allah) zikri çekilir. Bu zikrin sayısı mürşid tarafından bildirilir. Bu sayının altına düşülmez; üzerine de çıkılmamalıdır. Hafi zikrin nasıl çekileceğini bizzat mürşid veya görevlendirdiği vekili tarif eder. Bu zikir şu şekilde yapılır:

 

Mürid, abdestli olarak kıbleye karşı adab üzere oturur. Zikre başlarken, günahların kalbi sardığı, bu hâlle gerçek zikrin çekilemeyeceği, ilahi yardıma muhtaç olduğunu düşünerek 25 defa estağfirullah der. Peşinden Fatiha okuyup bağışlar.

 

Kalbin uyanması, toplanması ve zikre hazırlanması için biraz (beş dakika kadar veya daha kısa) mürşid rabıtası yapar, mürşidden manevi destek ve feyz bekler. Sonra, sağ elindeki tespihini elinin başparmağı ile orta parmağını birleştirip sol memenin dört parmak aşağısındaki insani kalbinin üzerine kor. Dilini damağına yapıştırıp şehadet parmağı ile tespihi çevirirken kalbiyle "Allah", "Allah" ,"Allah" ... diye zikreder.

 

Yüzlük tespihi sonuna kadar çevirince, diliyle kendi duyacağı bir sesle: “ilahi ente maksûdî ve rızâke matlubî” der. Bunun anlamı şudur: ‘Allahım! Benim maksadım sensin, aradığım ise senin rızandır.’ Bu duayı her yüz zikirden sonra söyler. Bunu söylerken, aynı anda bu sözünde sadık olmadığını, nefsinin yalancı olduğunu düşünür. Tekrar azimle zikrine devam eder.

 

Virdin sonunda, "dersimi hakkıyla yapamadım" diye üzülür, Allah’ın rahmetine güvenir, zikir esnasındaki kusurları için 25 defa estağfirullah der ve gözlerini açar.

 

Vird esnasında rabıta yapılmaz, bu tehlikelidir. Virdde kalb sadece zikre bağlanır; alemlerin Rabbini zikrettiğini düşünür, bütün dikkatini kalbindeki zikirde toplar.

 

Kalb zikrinin sayısı ancak salikin mürşidi tarafından arttırılabilir. Alınan bir zikrin vücuda yerleşmesi ve vücudun zikre alışması için en az kırk günden dört aya kadar çekilmesi güzel olur. Ancak özel durumlar ve gelişmeler olursa bu süreden önce de mürşide veya vekiline danışılır. Bundan sonra gerekirse salikin mürşidi tarafından zikrin sayısı arttırılır.

 

Kalb zikrinden sonrası diğer Letâif virdlerine geçer ve bu geçiş zamanını mürşid belirler.

 

Sonra zikrini Ruh'a nakleder. Latîfe-i ruh, göğüste sağ memenin altındadır.

 

Sonra zikrini Sırr'a nakleder. Latîfe-i sırr, göğüsün sol tarafındadır.

 

Sonra Hafî'ye nakleder. Latîfe-i hafî, göğüsün sağ tarafındadır.

 

Sonra Ahfâ'ya nakleder. Latîfe-i ahfâ, göğüsün tam ortasındadır.

 

Muhammed Ma'sum kuddise sirruh hazretleri el yazısıyla şunları yazmıştır: "Bu letâiflerin nurlarına gelince: Latîfe-i kalbin nuru sarı, Latîfe-i ruhun nuru kırmızı, Latîfe-i sırrın nuru beyaz, Latîfe-i hafînin nuru siyah, Latîfe-i ahfânın nuru yeşildir.

 

Bu beş letaif (letâif-i hamse), Cenab-ı Hakk'ın "kün" yani "ol" emriyle yarattığı âlem-i emirdendir ki maddeden yaratılmamıştır. Cenab-ı Hak, bunları maddeden yarattığı halk âleminin beş latifesiyle terkib etmiştir.

 

Sonra zikrini beyindeki nefs-i natıkaya nakleder. Sonraki letaif de nefs-i natıka ve bağlı olduğu maddi bedendeki dört unsur olan toprak, su, hava, ateşdir. Bu dört unsurun tümü nefs-i natıkada dürülüdür.

 

 

 

SULTANİ ZİKİR:

 

Bu yerlerden her birisi, yukarıda zikredilen tertib üzere zikir mahallidir. Zikir, latife-i nefs-i natıkada yerleşince latîfe-i cesede intikal eder. Bu da zikri, bedenin tamamıyla yapmaktır. Artık o hale gelir ki bedenindeki bütün zerreleriyle zikreder. Zikretmeyen hiçbir uzvu kalmaz. Bundan sonra sultân-ı zikr, yani zikrin bütün varlığına hakim olması gerçekleşir. İnsanın her tarafında artık zikrullah hakimdir. Bundan sonra çevresindeki herşeyin de Allah'ı zikrettiğini müşahede eder ve varlıkların zikirlerini duyar: "Kâinatta hiçbir şey yoktur ki O'nu hamdiyle tesbih etmesin" (İsrâ suresi/44) hakikatini anlar.

 

Mürid Hazret-i Rasulullah'ın (s.a.v.) : "Sanki sen O'nu görüyormuşsun gibi ibadet et" emrine bundan sonra lâyıkıyla riayet etmeğe başlar. Buna sabırla ve dikkatle devam eder.

 

 

Şimid , sitenin formatından çıkmış olduk aslında .. ancak cevap hakkı doğduğu için devam ediyorum ...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi yanılgıya düşülen bir kaç nokta var ; Görüldüğü gibiÇakra ve Letaif aslında "Parapsikoloji" ve "Tasavvuf" olmak üzere iki farklı kavramı karşılıyorlar. Birbirlerine benzer ama bağlı değiller gibi görünse de bu göreceli bir kavram ..

Diyebilirsiniz ki Çakra dediğimiz merkezler, bedensel enerji alanlarıdır.

Letaifler ise ruhsal enerji alanlarıdır.

İşte burada durun derim .. çakrta merkezleri bedensel enerji alanı değildir.. Merkezin bedende olması onu somut bir kavram haline sokmaz çünkü ..

 

Risalei nur'da konu ile ilgili çok daha fazla detay mevcut ...

 

Şu nu da ekleyeyim ..

 

Kalp çakrası'nı açmak için yapılması gereken çalışmalar; ilâhi evrensel bilginin alınması, tefekkür, namaz uzak_doğu öğretilerinde bunu meditasyonla yapıyorlar, oruç ve en önemlisi de zikir uzak-doğu öğretilerinde buna mantra deniyor yapmasıdır. Her çakranın ayrı bir zikri vardır. Eğer o zikir yapılmaz ise, o zikre bağlı çakranın açılması da güçleşir. Çünkü zikredilen kelime bir anahtar gibidir. Bilinci o çakranın temsil ettiği mânâ doğrultusunda programlar. Bu noktaya yoğunlaşan bilinç, çakradaki tıkanıklığı açar ve kundalini bir üst seviyeye yükselir. Bu sebeple çakraların açılmasında zikir de önemli bir rol oynar. Mesela tasavvufta Uzakdoğu öğretilerinde belirtilen bu çakraların isimleri aynısıyla geçmez, ama bu çakraların açılması durumundaki nefs bilincinin adları vardır. Mesela kuyruk sokumu çakrasındaki bir bilinç, nefs-i emmare bilinci diye isimlendirilir. Göbek altı çakrası nefsi levvame bilinci, göbek çakrası nefs-i mülhime bilinci, kalp çakrası açılmış bilince nefs-i mutmainne bilinci, boğaz çakrası açılmış bilince nefs-i raziye bilinci, alın çakrası veya üçüncü gözü açılmış bilince nefs-i mardiye bilinci, tepe çakrası açılmış bilince nefs-i safiye bilinci denir. Yani bu çakralara karşılık gelir. Hatta tasavvufta arada bir kaç fazla çakra daha var kabul edilir, adı çakra olmasa da.. Uzakdoğu'nun "çakra" dediğine İslam tasavvufu'nda bazı ekoller; "kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs-i natıka latifeleri" der. Kimi tasavvuf ekollerinde Levvame nefs bilinci (göbek altı çakrası düzeyi) denen bilinç durumunda kişi "lâ ilâhe illallah" zikrini çekmeli derler.. Sonra mülhime nefs bilincinde (göbek çakrası-güneş sinir ağı çakrası) "Hu" zikrini ve mutmainne nefs bilincine (kalp çakrası) geldiğinde "Hak", nefs-i raziye'de ( boğaz çakrası) "Hay", nefsi mardiye bilincine (alın çakrası) gelindiğinde "Kayyum" zikrini verirler. Bir de safiye nefs bilinci (tepe çakrası) var, ama onun zikrini bilmiyorum.

 

Evet benzerlikler ortada .. herhangi bir iddiam yok çünkü konu benim çokda aşina oldugum bir konu değil .. batı ezoterizmi ile ilgili bir konuda kesinlik gösterebilirim ancak bu tarz konular her ne kadar bilgim daahilinde olsada uğraşım olmadığı için acıklamaya çalısabilirim :)

Ayrıca teşekkürler farklı bakış açıları ve saygı çerçevesindeki tartısmalar konuları canlı tutar ..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bir dipnot eklemeliyim never'in paylaştığı konu hakkında;

 

5. Ahfa, göğüs kafesinin üst ucundan yani gırtlak çukurundan iki parmak kadar aşağıdır. İlâhî sır mahallidir. Gizli ilimler ve tecelliler merkezidir. Burada elde edilen duruma izmihlal denir.

 

 

demiş boğaz çakrası da aslında tam olarak burada ki gırtlak çukuru civarını kapsar. Yani bilinen aksine tam boğazınızın ortasında değildir. Biraz daha aşağıda girtlak çukurundadır, Bu çakranın yeri ile uyuşuyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...