Jump to content

Paradigma


Rimmon

Önerilen Mesajlar

Ölüm onun yegane paradigmasıydı. Karanlık, kötücül ve sessiz, çoğu zaman da iğreti duran şeylerle kurduğu bir hayatın tam ortasında yapayalnız kaldığı anlarda her daim ölümden dem vurur, her defasında da elinin altında bir kafatası olmadığı için hayıflanırdı. Sayıklanmış zamanların hiçe sayıldığı silikliğin bu uçurum kenarı anlarında bilhassa sessiz solur, sessiz düşünür ve uykuya direnirdi.

 

Usulca doğrulup kendisine her zamankinden yapmaya gitti, her zamankinden neyse, nasıl yapılırsa… Ama o öylece, sanki bir bildiği varmış gibi gitti ve herhangi bir şey yapmaya yeteceği son derece şüpheli olan bir sürenin ardından hiçbir şey olmamışçasına geri döndü. ”Her zamankinden” in aslında onun defalarca bir şey yapacakmış gibi kalkıp giderek, bir şey yapıp yapmadığının dahi ayırdına varmadan dönüşünden ibaret olduğunu ancak hareketlerindeki kendinden eminliği ikinci kez gördükten sonra fark edebildim.

 

Öğleden sonra yanına geldiğimde camın kenarına uzanmıştı ve yağmur yağıyordu. Sabah onu bırakıp çıktığımdan bu yana uyumadığı belliydi. Ne yaptığını sormanın anlamsızlığıyla aramızda kıvrılan sessizliğin sinir bozuculuğu arasında sıkıştığım birkaç saniyelik sürede la vie en rose dinlediğini fark ederek irkildim “belli ki ardından Gloomy Sunday gelecek ve peşi sıra Sourtimes…” diye geçirdim içimden.

 

Müzik sesi irtifa kaybetmeye başladığında, odayı kaplayan şarap rayihası eşliğinde, yavaş yavaş yaklaşmakta olan akşamın varlığını hiçe sayarcasına sevişen komşularından, evine sığınan sokak kedilerinden ve yağmur altında yürümeden geçirdiği yıllardan dem vuruyordu. Etrafımızda dönmeye başlayan duvarlar –küstahlaşmak pahasına- çatlakları aracılığıyla o garip bilinmez dilde fısıldayarak, hayatına sinen hiçliğe ve umursamazlığa başkaldırmaya okumaya başlamıştı.

 

Tekinsiz biriydi ve tam da kendisinden bekleneceği gibi bir tavan arasında yaşıyordu. Kendini dışlanmışlığa mahkûm eden her anti-kahraman gibi onun da tipik bir tarifsizliği, söze dile gelmez bir tanınmazlığı vardı. Onu ölüme böylesin yaklaştıran, böylesine çeken ve hatta henüz kendisi farkında olmasa bile bu kadar ölümcül kılan şey, ölmek için yaşayan bir yere ihtiyaç duymamasıydı. Bana aniden hayatında, yaşamak, için ölü bir yere ihtiyaç duyan ve bu yüzden de ölenlerin anılarını kendine yük edinen insanlardan, kök salmak için, kalmak, için gidenleri bir türlü bırakamayan insanlardan biri olduğumu deklare eden o garip bakışını attı, alelacele kalkmak zorunda olduğumu, tekrar geleceğimi söyleyerek orayı terk ettim.

 

Sokağa gece inmişti ve saçları ıslaktı. Kullanılmadığı halde tanımlanarak var olmaya zorlanan tüm o münasebetsiz harfin olanca nefretiyle şekillenen bu dilde susmak, ister istemez, harflerin var edilişlerinden öte varoluşun kendini hedef alan, edilgen bir protesto eylemine dönüşüyordu. Yukarıdan bana baktı ve yokluğumu fırsat bilip, dile dökülmeyenin tenhalığında kelimesizliğin tadını çıkarttığı belliydi. Kısa süre sonra kalkıp her zamankinden yapacak ve benim dönmemi umursarmışçasına, kaç saat sonra tekrar karşılaşacağımızı kestirmeye çalışacaktı.

 

Filtresiz gitane’ımı bana emanet edilen kibritlerden biriyle yakıp ilk nefesin ciğerlerimi doldurmasını beklerken kafamda o meşum soru belirdi; O’nu bilinmez kılan neydi? Hüviyetsiz bir esrarengizliğe susuş, umursamazlık ve hiçlik gibi isimler vermeye çalışmanın yersiz ve üstelik nafile bir savaşım olduğunu kabullendim, zira o gizemini korumak adına kendisine sunulan bütün önermeleri reddedeceğini, bu yolla benim, O’na dair soru sormadan, cevap almadan ve tespit yapmadan daha fazla öğreneceğimi daha önce söylemişti.

 

İbadet dışında herşeye yorumlanabilecek ritüellerle dolu hayatında dudaklarından dökülen her kelime karanlık bir tanrıya verilen kurbanlarmışçasına iğrençleşiyor ve fakat bir o kadar da kuvvetleniyordu. Az sonra her zamankinden yapmak için pencerenin önünden usulca kaybolan gölgesini gördüm. Bitmesine mütakip kaldırım kenarındaki su birikintisini boylayan sigarama şöyle bir bakıp kurukafasını yetiştirebilmek için alelacele merdivenlere yöneldim; Daha önce söylemiş miydim? Evinde bir giyotin besliyordu; Ölüm O'nun yegane paradigmasıydı ve ben de her ihtiyaç duyduğunda ortadan kaybolan kurukafasıydım…

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...