Jump to content

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Bildirileri


birunsatan

Önerilen Mesajlar

İLK DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ / 1962

JEAN COCTEAU

 

 

 

 

Ne tuhaftır, tarih zamanla şeklini kaybeder, buna karşılık, efsane zamanla kuvvetlenir. Bunu en iyi tiyatro sahnesinde anlarız.

 

Bir Hint Fakir’i çıkagelse de koca bir tiyatro salonuna hiç fena olmazdı. Ne yazık ki ortada böyle bir Hint Fakir’i yok. Bir topluluğu büyülemek gördüğü rüyayı başkalarına aktarmak işi dönüp dolaşıp yazarın karınca kaderince kendi imkanlarına kalıyor. Çünkü uyku ve rüya, herkese, kendi iç dünyasına göre, yeni zenginlikler getirebilmektedir. Tiyatro, bu hüneri taklit ederken, seyirciden çocukça bir uysallık ister. Çünkü en iyi seyirci, bu gün de, kukla oyunlarının küçük seyircileridir. Bizim seyircilerimiz bu seviyeye ancak o böbürlü tutumlarını bıraktıkları, kendilerini oyuna kaptırıp söz gelişi, Oidipus’a: “Iokaste ile evlenme, o senin anan diyebildikleri gün erişeceklerdir.

 

Ama o kadar uzağa gitmeye lüzum yok. Seyircilerin içinde bugün bile büyük bir çoğunluk, benliklerinden sıyrılıp, kendilerine yabancı bir fikri benimsemekte, o fikre katılabilmektedirler. Bunlar nerdeyse çocuk ruhlu bir tek insan olabilmekte, kendi düşünce ve inançlarını, oyunun sonunda geri almak üzere, vestiyere bırakabilmektedirler.

 

Gerçek hayranlık, paylaşılan bir düşe karşı duyulan hayranlık değildir. Gerçek hayranlık, asıl kendimizi paylaşmadığımız fikirlere kaptırdığımız, onları sanki bizden çıkmış gibi benimsediğimiz zaman doğar.

 

0 halde bu bir çeşit aşktır. Tıpkı aşkta olduğu gibi, birbirine karşıt olanların uyuşup anlaşmasıdır. Büyük oyuncu, aslında, metni hemen oracıkta ve sanki herkes için ayrı ayrı uyduruyormuş, yakıştırıyormuş duygusunu veren insan olduğuna göre, tiyatronun özelliği de bu çeşitten bir eriyip kaynaşma değil de nedir?

 

Fazla bencilliklerinden ötürü kolay kolay büyülenmeyen Fransızlar bile, Paris’te Milletler Tiyatrosu’nu kurmakla, en küçük hafifliğe kapılmadan eğlenme susuzluğunu, açlığını ispat etmiş oldular.

 

Her milletten değerli oyuncu toplulukları bu Tiyatro‘ya kendi dillerinin şaheserlerini getirmekte, sırf oyunlarının kuvvetiyle ve repertuarlarıyla kendi dillerine ve alışkanlıklarına kapanıp başkalarının dillerine, hallerine, meselelerine ilgi göstermeyecekleri sanılan seyircileri hayran bırakmaya muvaffak olurlar.

 

İşte DÜNYA TİYATRO GÜNÜ, tekil ile çoğulun, öznel ile nesnelin, bilinç ile bilinçaltı’nın birbirleriyle derinden kaynaştığı önemli bir olaydır; bu uyuşma ve kaynaşmadan insanı büyüleyici olağanüstü yaratıklar doğar.

 

Fikirlerin birbirlerine uzak ve yabancı kalması, dillerin ortaya çıkardığı duvarlar, nice anlaşmazlıkların kaynağı olmuş, bugün de olmaktadır. İşte tiyatronun geniş imkanları, bu engelleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır

 

Dünya Tiyatro Günü yoluyla bütün milletler, karşılıklı zenginliklerinin bilincine varacak, büyük ölçüde bir barış hamlesi içinde kaynaşacaklardır.

 

Niçe’nin bir sözü var : “Dünyaınn yüzünü değiştiren bütün fikirler hep güvercin kanadı altında gelir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi’ni Kanadalı sanatçı Robert Lepage yazdı. Ulasal Bildiri’yi ise İ.B.B.Ş.T Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya yazacak.

Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi

 

Robert Lepage

 

Tiyatronun kökenine dair birçok hipotez vardır ama benim bulduğum, masal formundan alınmış ve en düşünce-kışkırtıcı olanıydı:

 

Bir gece, şafak vakti, bir grup insan taş ocağında ısınmak ve hikayeler anlatmak için ateşin etrafında toplanmış. Birdenbire, içlerinden birinin aklına bir fikir gelmiş. Ayağa kalkmış ve kendi gölgesini kullanarak bir hikaye canlandırmaya başlamış. Taş ocağının duvarlarında ateşten gelen ışığı kullanarak gerçeğinden daha büyük karakterler yapmış. Şaşkınlıkla bakan diğerleri her yaptığını anlıyorlarmış. Güçlü ile zayıfı, can sıkıcı ile canı sıkılmışı, Tanrı’yı ve ölümlüyü…

 

Bugünlerde şenlik ateşinin yerini projektörün ışığı, taş ocağındaki duvarın yerini de tüm mekanizmasıyla birlikte sahne almış durumda. Tüm bu kurallara ve geleneğe dikkatlice uyan titiz insanlar olarak, bu hikaye bize tiyatronun başlangıcındaki teknolojiyi ve onu bir tehdit aracı olarak değil, birleştirici bir unsur olduğunu anlamamız gerektiğini hatırlatıyor.

 

Tiyatro sanatının hayatta kalması onun kapasitesine, yeni araçlarla ve yeni dillerle kendini sürekli yeniden keşfetmesine bağlıdır. Tiyatro kendi çağının büyük olaylarına tanıklık etmeyi ne şekilde sürdürebilir ve insanlar arasındaki anlayışı ve açıklık ruhunu nasıl yaygınlaştırabilir? Hoşgörüsüzlük, dışlanma, her türlü füzyona ve kaynaşmaya direnen ırkçılık sorunlarına karşı, kendi pratiklerinde çözümler önererek nasıl kendini onurlandırabilir?

 

Tüm karmaşıklığıyla birlikte dünyayı anlatmak için sanatçı, yeni biçimler ve fikirler ileri sürmek ve bu kalıcı ışık-gölge oyununda insanlığın siluetini çekip çıkarma yeteneğine haiz olan izleyiciye güvenmek zorundadır.

 

Ateşle oynadığımız, risk aldığımız doğrudur. Ama aynı zamanda bir şansı da yakalamış oluruz: Yanabiliriz. Ama aynı zamanda şaşırtabilir ve aydınlatabiliriz.

 

Robert Lepage

Quebec, Kanada

17 Şubat 2008

 

Orijinali Fransızcadır.

(İngilizce çevirisinden Türkçe’ye çeviren: Volkan Çağlayan)

 

 

Robert Lepage (1957-…)

 

Robert Lepage Kanada’nın en “ödül”lü tiyatrocularından biridir. Kanadalı oyun yazarı, oyuncu ve sinema yönetmenidir. 1957’de Quebec’te doğdu. 5 yaşında bir hastalık sebebiyle saçlarını kaybetti. Ergenlik dönemindeki bir depresyondan sonra utangaçlığını yenebilmek için drama okuluna kaydoldu. Quebec’te, Conservatoire d'Art Dramatique’te okuduktan sonra Paris’te Alain Knapp’ın tiyatro okulundaki atölye ve seminerlerine katıldı. Quebec’e geri döndükten sonra bağımsız yapımlar yaptı ve 80’lerin başında Théâtre Repère’e katıldı. Burada yaptığı “circulations” isimli yapıt Kanada’da “en iyi yapım” seçildi. Ottoawa’da National Art Centre’s’in sanat yönetmenliğini yaptı. Bu dönemde “Needles And Opium” gibi oyunları ve “Macbeth” gibi eserleri sundu. 1993’te ‘Ex Machina’ multi iipliner (çoklu sanat disiplininin bir arada kullanıldığı) bir kumpanya kurdu ve sanat yönetmenliğini yaptı. The Seven Streams Of River Ota ve iki kardeşinin annelerinin ölümünden sonra birbiriyle yarışmasıyla, Birleşik Devletler ve Sovyetler’in uzay yarışını karşılaştırdığı en tanınmış yapımlarından biri olan “The Far Side Of The Moon”u yaptı. Daha sonra filme de uyarladı. Bu kumpanyayla birlikte gerçekleştirdiği yapımlar dünyanın çeşitli yerlerinde sahnelendi. Lepage müziğe de bulaştı. Peter Gabriel’in Secret World turunun sahne yönetmenliğini yaptı ve operalar sahneye koydu. Son oyunu Danimarkalı masal yazarı Hans Christien Andersen’nin “The Dyrad” isimli eseridir ve uluslararası birçok ödül almıştır. Şu anda “The Image Mill” isimli, dünyanın en büyük mimari projektörü olacak bir proje için çalışmaktadır. Quebec Şehri’ni Bassin Lousie ırmağı çevresinde geçmişi, bugünü ve geleceği dört büyük çağa ayırarak (su yolları ve keşif çağı, yollar ve yerleşimler çağı, trenyolları ve gelişme çağı, uçak yolculukları ve iletişim çağı) bir ses, ikon ve fikirler mozaiği olarak sunduğu bu çalışma halen sergilenmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

"Ateşle oynadığımız, risk aldığımız doğrudur. Ama aynı zamanda bir şansı da yakalamış oluruz: Yanabiliriz. Ama aynı zamanda şaşırtabilir ve aydınlatabiliriz."

 

birun tesekkurler...dunya tiyatrolar bildirisi her sene yayınlanır ve amacı tiyatro yapanların ve tiyatro ile ugrasanların ne yaptıklarını ve amaclarının ne oldugunu hatırlatmaktır bir yerde...:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

27 Mart 2008 Ulusal Bildiri...

Bugün 27 Mart 2008, Dünya Tiyatro Günü. Bu kez önünüzde konuşmak görevi ve onuru bana verildi.

 

Ustam Muhsin Ertuğrul'un yazdığı ilk Ulusal Bildiri'nin otuz yıl sonrasında ve O'nun kurumsallaştırdığı tiyatronun doksan dört yıllık birikimine işçilik ettiğim zamanda.

 

Türkiye tiyatrosu hayli zamandır bir uzun geçidin tam içerisinde duruyor ve geçidin darlığı hayal gücünü bunaltıyor. Bu geçitten, binlerce yıllık ayrışık kültürel zenginliğimizle süzülmek, Dünya köyüne, kendi oyun oynama birikimimizle akmak üzereyiz.

 

Küçük bir köyde yaşıyoruz, ısınıyor yahut üşüyoruz, mutlaka seviniyor ve üzülüyoruz, farklı dillerde konuşuyoruz ve ötesi, daima hissediyoruz. Köyün bilgeleri ve onların söylenceleri, uzun, durağan hayat önermelerini kışkırtıyor, hepimizi tekçi dayatmalardan koruyup sakınıyor, yaşamak böyle anlam kazanıyor. Çünkü başlangıçta hayat şekilsizdir.

 

Öyleyse, oyun oynamaktan ne alıkoyabilir bizi? Pek az temel izlek var biliyoruz, ama yaratıcı insan kadar çok hikâye kurma ve anlatma biçimi de var. Tiyatro sanatı hayatı sıkıcı, ısrarcı bir düzenekten koruyup kollarken, yaratıcı insandan beslenir, besleniyor. Çünkü insan eşsizdir.

 

Olsa olsa henüz köyün sokaklarında saklı kalmış biçimler var ve yasak mahallelere ansızın girmek heyecan vericidir. Yeni biçimlere ihtiyaç duyuyoruz, çünkü tıkanmak ölümdür. Biçim özün ta kendisidir ve en çok biçim yasaklanır bilinebilen zamanda.

 

Aynı anda ileriye ve geriye, yani hayatı anlamlı kılacak kimyaya, yeryüzü yaşayanının şaşırtıcı imgelemiyle gidip gelelim -ki sahici tekliği, bugünde var olan İnsan'ı anlamlı kılabilelim. Bütün zamanları kapsayan ânda, bugünde!

 

Bugün daima yakıcıdır. İkaros'un kanatları elbette acıyacaktır ama kim güneşe o denli yaklaşmayı tasavvur edebilir ki? Çünkü ancak, yanmayı göze alan aydınlatabilir.

 

Tiyatro ümitsizliğin reddidir, çünkü oyun daima başlar. Şimdi ve burada, yeniden, oyun başlamak üzere.

 

Başlayalım öyleyse; hayatın gözden geçirilmiş yeni yorumlarına her zaman ihtiyacımız oldu. Bu ihtiyaç olmasaydı tiyatro ne işe yarardı -ki?

 

Orhan Alkaya

Rejisör

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları

Genel Sanat Yönetmeni

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Benim Dostum;

İnsanlardan aldığını, yine onlara teslim etmeyi yaşam biçimi olarak seçmiş olandır. Oynadığı karaktere sığınan değil; insana ulaşmaya çalışan, koşulsuz destek olandır Benim Dostum.

 

İnsanları cüzdanlarıyla, mevkileriyle değil beyniyle, yüreğiyle, tırnağıyla sevendir, sayandır Benim Dostum. Engellisiyle, cezaevinde yatanıyla, kürsüde kupasını taraftarına teriyle kaldırırken "hepimiz için" diyebilendir. Ekmeğini, derdini, sevincini, hatasını, hayalini paylaşabilendir.

 

Benim Dostum; Mesleğini en iyişekilde icra ettiği için ödül alan oyuncu değil, mesleği oyunculuk olmayan birini, rolünü iyi icra ettiği için ödüllendirebilendir.

 

Sanat sökülürcesine yıkılan, yerlerine "bar veya işmerkezi" yapılan şehirlerde, kasabalarda tiyatro açtırmayan değil; sanatın ışığını örtmeye çalışanlar değil; bunu davası gören işte şu an burada bu yıl kurulan tiyatroların koltuğunda gururla oturandır Benim Dostum. 27 Mart Dünya Tiyatro günü'nü, bugün olduğu gibi her gün, oynanan her yerde, sevinçle kutlayandır. Sahnesinde konuştuğu kadar taşı kaldırabilen, suskunluğuyla kayalara direnebilen; çıkmaz sokakların borazancası değil, sevda türkülerini her ihtiyacı olana, her yerde yürekten söyleyebilendir.

 

Benim Dostum; Sanatla uğraşmasam müziği, resmi, tiyatroyu "karanlıktaki ışık" olarak göremezdim; kötü bir adam olurdum; kimseleri tanıyamazdım, yanlarında yaşayamaz, kendi bencilliğimde ölürdüm, diyendir...

 

Kutlu olsun Dostum !

 

Yaşadığımız toprakların her yerinde tomurcuklanan birlik ile sahnelerini heyecanla açan Dostum. Türkiye Tiyatrolar Birliği ile Sanat üretimlerini dayanışmayla ören Dostlarım.

 

Kutlu olsun Dostlarım !

 

Bu yıl, bu koltuklarda, bu satırlarda yerinizi alarak karanlıktaki ışığa ışık kattını. Yüreğime, ülkemin bütün çiçeklerinin kokularını saldınız....

 

Kutlu olsun Dostlarım !

 

27 Mart Dünya Tiyatrolar günü Kutlu olsun !

 

Turgay TANÜLKÜ

Devlet Tiyatrosu Sanatçısı

Manisa Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel sanat yönetmeni

 

TÜRKİYE TİYATROLAR BİRLİĞİ

--------------------

:D :D :D :D dünya tiyatrolar gününüz kutlu olsun...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, tüm dünyayla birlikte ülkemizde de “27 Mart Dünya Tiyatro Günü” kutlanıyor. Ve yine her yıl olduğu gibi tiyatronun sıkıntıları ve sorunları çeşitli etkinliklerle dillendiriliyor, kamuoyuna aktarılıyor. Aslında coşkuyla kutlanması gereken bir gün bizde daha çok bu sıkıntıların aktarılması şeklinde gerçekleşiyor.

 

Tüm dünyadaki tiyatroların sıkıntıları ve sorunları yanında elbette ki ülkemizdeki tiyatrolarında sıkıntıları ve sorunları mevcuttur. Ancak 27 Mart gecesi geleneksel bir şekilde halka oynanan oyun dışında, daha çok bu sıkıntıların dillendirilmesi ve de her yıl çoğunlukla ayni sorunların tekrar tekrar yinelenmesi ülkemizdeki 27 Martları coşkuyla kutlanan bir günden ziyade bir dert gününe dönüştürmüştür.

Evet sorunlar var, hem de çok. Üstelik Devletin tiyatrosu olan bizlerin sorunları hepsinden çok. Ancak her 27 Martlarda bunları altını çize çize dillendirmek ne yazık ki bu sorunlara çözüm üretmiyor. Ülkemizde sağlıklı bir kültür sanat ortamının bulunmayışı ve bununla bağlantılı olarak her sanat dalı için olmazsa olmaz kurumların eksikliği, sanat adına yapılan işlerin başı boş salınmasını getirmektedir. Hele ki bizim gibi küçük ada toplumlarında. Herkesin birbirini tanıdığı ve kişisel ilişkilerin değer yargılarının oluşmasında oldukça etkili olduğu ortamlarda aslında sanat çok da büyük bir tehlike içerisinde olur. Dışa kapalılık ve doğru örneklerin yetersizliği neticesi değer yargılarının sağlıklı oluşamaması sanat adına ciddi yanlışların yapılmasını ve giderek bu yanlışların doğrunun yerini almasını da beraberinde getirmektedir.

Maalesef ülkemizde her isteyen sanatın herhangi bir alanıyla ilgilenip kendisine istediği sıfatı yakıştırabilmekte ve yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı da başarılı olabilmektedir.

Örneğin tiyatro için konuşacak olursak yeterli sayıda ve çeşitlilikle tiyatro ekibinin olmaması, çok önemli olan eleştiri kurumunun hiç olmaması, onun yerine kişisel ilişkiler göz önünde tutularak ve tiyatroyu bilmeden yazılan sırt sıvazlayıcı yazılar. Bir tiyatro oyun yazım kurumu eksikliği, ciddi bir tiyatro tarihi geçmişi yokluğu ve en önemlisi (kendi suçu olmamasına rağmen) tiyatroya çok doğru bakamayan ve önüne sunulan her oyunu yarım saat ayakta alkışlayan bir seyirci.

Bütün bunlar ülke tiyatrosunun doğru gelişimi için ciddi tehlikeler oluşturmaktadır.

Postmodernist zamanları yaşıyor olmamızdan dolayı sanatta da ölçülebilir kriterler minimum düzeye inmiştir. Mantığın yerine duyguların öne çıktığı zamanları yaşıyoruz. Sanatın kurumsallaştığı toplumlarda bu ciddi bir tehlike oluşturmasada ülkemiz sanat ortamı için bu ciddi bir tehlikedir. Bu yüzden de bu ülkede hala zaman zaman kim sanatçıdır, kim değildir, tartışmaları yapılabilmektedir.

Bütün bu olumsuzluklar ve eksiklikler kaygan bir sanat ortamı yaratıp, kişisel ihtirasların öne çıkıp feodal bir sanat düzlemi oluşmasına, bu düzlemde de ben merkezci iktidarlar yaratılmasına, daha sonrada sanata harcanacak enerjinin yarısının bu iktidarın korunmasına harcanabilmektedir.

Gönül arzu eder ki tiyatronun sorunları yanında ve sadece 27 Martlarda değil bundan böyle bizlerden kaynaklanan sorunlarında tartışılıyor olmasıdır. Yani bundan böyle en önemli soru şu olmalı; Peki biz uğraştığımız sanatı ne kadar doğru yapıyoruz.

Mesele, bu olumsuz koşullardan faydalanıp olduğumuzdan büyük görünmeye çalışıp, tahtımızı sağlamlaştırmak olmamalıdır, mesele, kendimizi gerekirse bir adım geriye atıp bu olumsuz koşulların iyileştirilmesi için çalışmak olmalıdır. İşte biz devlet tiyatroları olarak aynayı sadece karşıya değil bundan böyle kendimize doğru da tutuyoruz.

Kendimiz için değil, ülkemizin geleceği için, tiyatronun doğrularını yapmaya çalışarak, özeleştiriyi de gölgemiz gibi yanımızdan ayırmadan tiyatro yapmaya devam edeceğiz.

Bütün tiyatro emekçilerinin “Dünya Tiyatrolar Günü” nü kutlar, herkese tiyatro dolu günler dileriz.

Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları

--------------------

::::::::::::::::::::::

 

 

 

Bir koca yıl daha geçti. Tiyatro bir yaşına daha girdi. Şimdi kaç bininci yılını kutluyorlar Tiyatronun kimbilir Dionisos ve keçileri ve daha kaç bin yıl kutlayacaklar.

Ateşler yakılmış, büyük şölen başlamış. Dionisos ve keçileri ellerinde şarap kadehleri , yüzleri güneşe dönük selamlıyorlar yeni günü.

Hoş geldin yeni gün, Tiyatro günü . Sevgi, Barış ve Kardeşlik getir bize taze bahar dallarıyla, kötülüğü at içimizden.

Tiyatro coşkusuyla dolsun içimiz , yüzlerimiz gülsün , neşe ve sevinç çığlıklarımız kaplasın yeryüzünü , Savaş çığırtkanlarının sesini bastırsın.

İri ve dolgun memeleriyle KÜBELE anamız bolluk ve bereket getirsin bize, hepimize . Artsın, eksilmesin, kıtlık yerini bolluğa bıraksın.

Tiyatronun evi Anadolu da Tiyatro yasak edilmesin, Çocuklar hep oynasın, oyunsuz kalmasın.

Sen - ben kavgasını bitirelim , birlikte yürüyelim. Tiyatronun doğduğu bu topraklar da , Tiyatromuza taze bahar dallarından en güzel kostümü giydirelim.

Sahnelerimiz yıkılmasın, perdelerimiz kapanmasın, Tiyatro coşkusu içimizde hep yaşasın.

Yeni gün, Tiyatro günümüz hepimize kutlu olsun

AMATÖR TİYATROLAR BİRLİĞİ

--------------------

::::::::::::::::

 

Bir ülke var taş evlerinden daha çok yeşil alanı boy boy çam ağaçları olan. Benzin mazot kokusu yerine tertemiz mis gibi çam ağaçlarının kokusu duyulan. İnsanlarının sekiz saat çalışıp sekiz saat dinlenip diğer sekiz saatini insanlara ayırdığı bir ülke… var gerçekten böyle bir ülke, banka kuyrukları yok orda yollarda tiner çeken çocuklar da. Yürüyen insanların yanaklarında gülümseme var birbirlerine selam veriyorlar birbirlerini tanımadıkları halde.

 

Böyle bir yer var içimde. Dışımda ise, bir sanatçı topluluğu görüyorum!Her gün yeni bir kavga sebebi bulan kendilerini. Sanatını icra etmek yerine yaşam kavgasına düşmüş ideallerinden uzaklarda, dizi filmlerinde boy gösteren.

 

Bugün 27 mart dünya tiyatro günü! Bunu dahi hatırlamayan.

 

Çok şükür hatırlayanlar da var tebriklerini okuyorum gözlerim doluyor. Bu kadar olumsuzlukların içinde tiyatrolarını ayakta tutmak için uğraşanlar var, yorulmaksızın koşanlar ,koşturanlar var.

 

İşte bugün onların günü tiyatro sanatı için hayatını feda edenlerin günü ne mutlu onlara sizin sayenizde biz tiyatroyu sevdik ne mutlu sizlere bugün sayenizde bu ülkede hala tiyatrolar sahnelerini açıyor ne mutlu ki bize sizler varsınız. Tüm sanatçıların tiyatroya emek veren tüm insanların yada bu yolda ölmüş olanların 27 MART DÜNYA TİYATRO günü kutlu olsun.

 

Seyir Tiyatrosu Oyuncuları

Genel Sanat Yönetmeni

Mehmet ÇELİK

--------------------

27 Mart geldi çattı...Her sene 27 mart için yeni oyunlar sahneye koyuldu..Kimi amatör kimi profesyonel ögrenciydi bunların..kimiside tasarladı bu oyunların dekorlarını sırf tiyatronun ölmedigini göstermek için...

 

Her sene yapılacak..Her sene 27 martta olacak tüm tiyatro ekiplerine haz vermek için ; butun tiyatro kuruluslarını ayaga kaldırmak için 27 Mart Dünya Tiyatrolar gününüz kutlu olsun...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) 27 Mart 2008 Dünya Tiyatro Günü Bildirisini bu yıl yazar, yönetmen Haşmet Zeybek kaleme aldı.

-----------

27 MART 2008 DÜNYA TİYATRO GÜNÜ ATÇ BİLDİRİSİ

 

"Açlıktan rengi solan, her YOKSULUN karşısında, korkudan rengi atan bir ZENGİN vardır."

 

Provasız geldiği, 'DÜNYA SAHNESİNDE' insan, iki oyunla karşılaşır.

Birinci küme: Doğanın insana oynadığı oyunlar.

İkinci küme: İnsanın insana oynadığı oyunlar.

 

Şöyle sorulabilir: Yaşam nedir?

Şimdi oynadığımız oyunların toplamıdır. Ne oynuyorsak odur. Zorunlu ayak uyağını sürdürmek zorunda kalan şair gibi. Ben, kendim ve koşullarımın toplamıyım. Bu koşullar bize önceden yazılmış, çizilmiş,

dışımızda zorla yüklenmiştir. Onun için yapacağımızın en iyisini oynamak zorundayız.

 

Oyun ilk veridir (Ritüel, Seyirlik, Mimus vb.). Oyun oynanır doğaçlama olarak, kuralları konulur, kültür olur.

 

Örneğin: Tavla oyunu. Ne zaman hepyek kaybeder, dübeş kazanır? Tavla kültürü olur. Onun için her insan bir oyuncudur.

 

Oynamayan oynatır (İnsan sanıldığından daha çok artisttir. Nietzsche).

 

Oyun korku depolarını boşaltır, insanı sağaltır. Yoksa zenginler psikologa gider, yoksullar medyuma. Televizyonları medyumların sarması boşuna değil.

 

Tanrılara, şeytanlara, mucizelere, burçlara vb.lere inanış, nasıl insanın vahşi doğaya karşı savaşındaki güçsüzlüğünden doğmaktaysa, öteki dünyada iyi bir hayat olduğuna inanmak da, sömürgenlere karşı

savaş halinde bulunan sömürülen sınıfların güçsüzlüğünden doğmaktadır.

 

Aynı psikopat tanrının, sarhoş peygamberi Bush'un küreselleşme oyunu gibi...

 

Diğer ülkelerdeki sahabelerine oynattırdığı oyun gibi. Oyunun adı, Asimetrik Savaş! Dengesiz Ares!..

 

İktidar-Muhalefet bağırıyor!..

"BÜYÜK BİR OYUN OYNANIYOR."

" BÜYÜK BİR SENARYONUN PARÇASIYIZ."

"BOP"-Büyük Ortadoğu Projesi-

 

İnsan toplumlarının üstüne çöken bütün kötülükler: "Açgözlülük ve yükselme hırsı"dır. Kapitalizmde, siyaset ve sanat buna hizmet eder.

Esas siyaset ve sanatın amacı açıklık olmalıdır. Bu felsefenin bir lütfudur.

"AÇGÖZLÜLÜK, MAL ORTAKLIĞI İLE ÖNLENEBİLİR."

"MAL ORTAKLIĞI, KİŞİSEL MÜLKİYETİ ORTADAN KALDIRIR."

Ve bu yolda güçlülüğün çekiciliğini azaltır.

Mal ortaklığı, yükselme hırsına karşı bir kale bedeni gibidir.

BİLİNCİ OLUŞTURAN İMGELER SELİ, İNSAN BEDENİNİ KUŞATAN; DÜNYAYA, ÇEVREYE, İNSANLARIN İLİŞKİLERİNDEN NESNELERİN ETKİLENMESİNE - UZAM - OLUŞ - ZAMAN - ÇAĞIN KOŞULLARIDIR!

 

İNSANIN İNSANA OYNADIĞI BU OYUN ANCAK BİLİMİN ÖNCÜLÜĞÜNDEKİ ZOR OYUNU İLE BOZULABİLİR.

 

HAŞMET ZEYBEK

----------------------------------

Kısa Özgeçmişim

 

1948 yılında Tarsus'ta doğdum. İlkokulda tiyatro kolundaydım. 1962 yılında ortaokuldayken Tarsus Halkevi Tiyatrosu'na girdim. Lisede oyunlar yazmaya ve yönetmeye başladım. 1968 yılında 'Şenlik '68' de Amatör Tiyatro Birliği ödülünü aldım. "Toprak", "Düğün Ya Da Davul" adlı oyunlarımla bu şenliğe üç yıl katıldım.

 

Üniversiteye geldiğimde İstanbul'da Dostlar Tiyatrosu İşçi Kolu'na girdim. Bu toplulukta "Alpagut Olayı" oyununu yazdım. 1974 yılında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'na girdim. Halen yazar, yönetmen

ve oyuncu olarak çalışmaktayım.

--------------------

Türkiye’de geçtiğimiz son iki iktidarın hışmına uğrayan tiyatro, salon yıkma ve kapatma senaryolarıyla, her yıl ayrılan özel tiyatrolara devlet ödeneğinin adaletsizliğine rağmen tiyatrolar perdelerini açıyor.

Amatör ve profesyoneller yeni ve iyi oyunlar yapıp son yılda tiyatronun ruhuna can kattılar. Son dönemlerde Kürt Tiyatrosunda çok iyi gelişmeler olduğunu söylemek gerçeği tersyüz etmek olur.

 

 

Kürt tiyatrosunun nabzının tutulduğu Türkiye metropollerindeki Kürt Tiyatro grupları bölgeye yaptığı turnelerle bir nebze de olsa varlığından söz ettirdi. Ama yapılan tiyatronun ne nicelik ne de nitelik açısından bir gelişme kaydetmediğini söylememiz abartı olmasa gerek. Fakat Kürt Tiyatrosunda Diyarbakır’da yapılması planlanan “Kürt Tiyatro Günleri” Kürt tiyatrocuları ve seyircisinde bir heyecan yarattığı ortaya çıktı. Ama bu söz konusu olan tiyatro günleri gerçekleşemedi, yine ertelendi.

 

 

Her yıl dillendirdiğim bir hususu tekrar etmekten bıkmayacağım ve bıktırana kadar tekrarlayacağım; Türkiye Cumhuriyeti’nin Kültür Bakanı her yıl özel tiyatrolara dağıttığı ödenekten Türkiye’de yaşayan diğer halkların tiyatrolarına da bu paydan verilmeli. Türkiye coğrafyasında 20 milyon Kürt’ten bahsediliyorsa, söz konusu ödenekten Kürt tiyatrosu da faydalanmalıdır. Bu bizi hiçbir şekilde devletten veya başka bir yerden bir şeyler bekleyip, “aman yapılmıyor”, “aman edilmiyor” moduna sokmamalıdır. Tam tersi inadına kendi kendine hiçbir şekilde devletten bir şey umup, hantal ve dedikoducular moduna girmemeliyiz.

 

 

Bu madalyonun bir yüzü, diğer yüzü ise Kürt Tiyatrosuna desteğin kimlerden gelmesi gerektiğidir.

 

 

 

Kürt sanatının en cılız, en önemsiz-gereksiz görülen Kürt Tiyatrosu varlıkla yokluk arasında. Onun için bizler hala Kürt Tiyatrosu mu, Kürtçe Tiyatro mu, var mı, yok mu diye tartışıyoruz. Buradaki büyük sorunların tiyatroculardan kaynaklandığını da görmemiz gerekiyor. Doğru dürüst projelerimiz yok. Sunma yöntemini bilmiyoruz. Sunulan projelerimiz ise, devlet ve kurumlarını geçtik, ne Kürt yönetimlerinde ne Kürt sanat çevrelerinden hiçbir şekilde destek görmüyor. Ama en önemlisi projelerimizin var olup olmadığıdır. Var olan projelerin de çok da iyi ve şaheserler olmadığı bir gerçek. Proje üretemiyoruz, izlemiyoruz, paylaşmıyoruz, birbirimizi sevmiyoruz.

 

 

 

Tiyatrocuların hep ağladıkları söylenir. Bence bu durumda ağlaması gereken tiyatrocular değil, tiyatroyu bu halde bırakanların ağlamasıdır. Literatürde dünya savaşları olurken bile hiçbir şekilde perdelerini kapatmayan tiyatrolar, en kötü ekonomik koşullarda bile gelişmiş ülkeler tiyatro bütçesine hiçbir şekilde kısıtlama getirmeden bugüne kadar varlıklarını sürdürmüş ve seyircisiyle tiyatrolarını geliştirmişler. Bugün açlık ve yoksullukla cebelleşen Afrika halkı da tiyatrosuyla günümüzde söz edilen tiyatrolardandır. Tiyatroyu insanlara lüks olarak gören ve ya tiyatronun seyircisine ulaşmasını her türlü engellemeye çalışın bugünün iktidarı ve kurumları, bu kültürün altına dinamit koyduklarının yakıcı bir gerçeğidir.

 

 

 

Günümüzde en sanatçı ve ya tiyatrocu olarak bilinen ve sözde entellektüel-aydın sıfatı yakıştırılan bazı figürlerin görmezden geldiği Kürt halkı ve tiyatrosunun 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde bile sessizliklerini koruduğu ortada. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milleti eğer Kürt kardeşliğine inanıyorsa, her yıl özel tiyatrolara ayırdığı adaletsiz ödenekten adaletli davranıp Kürt Tiyatrosuna da pay verir, bu bir dilenme biçimi değil, bir haktır. Devlet ve şehir (belediye) tiyatroları da yılda en az beş tane Kürtçe oyun çıkarmalı. İstanbul gibi milyonlarca Kürt insanının yaşadığı bir şehirde niye devlet ve şehir tiyatroları Kürtçe oyunlar sahnelemesinler? Madem TRT gibi devletin bazı kanalları Kürtçe yayın yapıyorsa, devlet tiyatroları da Kürtçe oyun yapmalılar. Çünkü vergi, askerlik v.s gibi konularda Kürtler hep akla geliyorsa, bu konularda da akıllara gelmeliler. Aksi takdirde kimse Kürt ve Türk kardeşliğinden bahsetmemelidir.

 

 

 

 

AYDIN ORAK

 

 

Tiyatro Avesta Oyuncu ve Kurucusu

--------------------

Konuşmak mı, Susmak mı?

 

 

 

Dünya Tiyatro Günü’ne az kaldı Üç gün sonra tüm tiyatrolarda kutlamalar, çeşitli etkinlikler yapılacak, umut dolu bildiriler okunacak. “Perdeler hiç kapanmasın, alkışlar hiç susmasın, tiyatrolar sakın yıkılmasın” dileklerinden geçilmeyecek ortalık. Ulusal medya bir günlüğüne de olsa tiyatroyu hatırlayacak, devlet büyüklerimiz tiyatronun ne kadar ‘iyi’ ve ‘erdemli’ bir sanat olduğundan dem vuracak, sayın bakanımız da muhtemelen bir tiyatronun en ön sırasında kendisine gösterilen bir koltuğa kurularak bir oyun seyretmeyi ihmal etmeyecek ve en kısa zamanda tiyatromuzun sorunlarını halletmeye söz verecek. Hep öyle olmuyor mu?

 

 

 

Peki sonuç? Aynı tas, aynı hamam! Bir yıl sonra tekrar buluşmak ve aynı yaveleri bir daha konuşmak için ayrılıyoruz, herkes işine dönüyor. O zaman konuşmanın ne faydası var?

 

 

 

Geçtiğimiz yıl, tam da bu günlerde, Özel Tiyatrolara Devlet Desteği açıklandığında kıyamet kopmuştu. O zaman bir kez daha umutlanmıştık; artık tiyatrocular da biraraya geliyor ve seslerini yükseltiyor diye. Nitekim o dönemde oluşan Özel Tiyatrolar Platformu, yıllardır yılan hikayesine dönen ve artık istismar edildiği gün gibi ortada olan devlet desteği için ortak bir karar almış, bu kararı da bir bildiriyle yetkililere iletmişti. Aradan bir sene geçti, geçtiğimiz günlerde bu yılki destek miktarları açıklandı. Geçtiğimiz yıl, desteği dağıtan komisyonun ‘hikmetinden sual olunmaz’ ölçütleriyle yardım alamayan tiyatrolar, bu yıl para almaya hak kazandılar; en düşük miktardan da olsa… İşte konuşmanın sonucu! Nihayet herkes payını aldı? O halde şimdi susmak zamanı!

 

 

 

Peki geçen yıl sorulan sorulara yanıt alındı mı? Dağıtılan destekler hangi kriterlere göre belirlendi? İlgili yönetmelikte yer alan ölçütler uygulandı mı? Hangi tiyatro, neye göre para alıyor? Kamu tiyatrosu ve ticari tiyatro ayırımı yapıldı mı? Desteği belirleyen komisyonun yapısında ve duruşunda bir değişiklik oldu mu? Bu komisyon ne kadar objektif, özel tiyatroların sorunlarına ne kadar vakıf? Destek alan tiyatroların bir yıl içindeki kamusal ve sanatsal çalışmaları takip ediliyor mu? Tiyatrolar belli nesnel ölçütlerle denetleniyor mu? Sorulacak o kadar çok soru var ki. Ya cevap? Bir tane bile yok! O zaman soruya ne gerek var; herkes payını aldı mı? Aldı. Şimdi konuşmak olmaz. Şimdi susmak zamanı!

 

 

 

Oysa biz susmak istemiyoruz. Sorulacak o kadar sorumuz var ki! Çünkü biz konuşmak, ne olursa olsun sözümüzü söylemek için tiyatro yapıyoruz. Özel tiyatrolara verilen devlet desteği de; söyleyecek sözü olanlar susmadan, özgürce konuşabilsinler diye var. Sus payı olarak değil!

 

 

 

Şimdi konuşanlarla susanların ortaya çıkma zamanı. Biz konuşmayı seçtik. Ya asıl konuşması gerekenler? Onların konuştuğunu, ama ‘gerçekten’ konuştuğunu hiç görmedik ki!

 

 

 

23.3.2008

 

 

Semaver Kumpanya

--------------------

27 MART'A DAİR Bizi Çalışmak Kurtarır...

27 Mart Dünya Tiyatrolar günü yaklaşırken Tiyatro sanatı adına bir çok konu masaya yatırılacak, tartışılacak şüphesiz. Bir süredir Tiyatro adına çok da güzel gelişmeler yaşanmıyor. Kapatılan ya da kapatılma arifesinde olan sahneler geçtiğimiz 27 Mart'ın ana gündemi olmuştu. Bir yıl geçti. Tiyatro adına süregiden sıkıntılar usul usul büyümeye devam etti. En sıcak gündemse Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun Başbakana taşlama içeren oyununun sansürlenmesi, oyuncularına ve yönetmenine soruşturma açılması oldu. Siyasi erk tarafından özerkliği tamamen yok edilmek istenen ve sistematik olarak devre dışı bırakılmaya başlanan ödenekli tiyatrolar uzunca bir süredir tiyatro çevrelerinde tartışılmakta. Ancak karamsarlığa ve polemiğe dayalı bir tartışma üslubunun hakim olduğu, kişisel çekişmelere dayalı bir ortamdan çok da verim alınabileceğini düşünmüyoruz. Televizyon karşısında değerini yitiren ve sadık izleyicisi dışında seyirciyle buluşamayan, buluştuğundaysa sıkıcı ve atıl görülen tiyatro, bizce bugün kendini yeniden tanımlamalı; misyonunu, varlık amacını bir kez daha değerlendirmelidir.

 

Eskiden sadece tiyatro ve radyo vardı.Tiyatro aydınlık yüzüyle şehir insanı için bir cazibe merkeziydi. Önce devlet televizyonlarının, akabinde özel televizyonların hayatımıza girmesi ve Sinema Endüstrisinin ezici hakimiyetiyle, ekonomik buhranlarını bir türlü aşamayan Türkiye için Tiyatro bir lüks haline geldi. Bugün bir özel tiyatronun bilet fiyatı 30-50 YTL arasında değişirken tiyatro'nun elit bir sanat olması, seçkinlerin ve üst sınıfın sanatı olması kaçınılmaz oldu. Ödenekli tiyatrolar ise istisnai bir kaç proje dışında kendi geleneklerini koruyarak bugünün seyiricisini -özellikle genç seyirciyi- cezbedecek ve heyecanlandıracak bir tiyatro dili arayışından itinayla kaçmakta. Tiyatro, bugün yirmi sene önce yapıldığı gibi yapılamaz. Özellikle günümüz insanını kuşatmış olan tüketim bombardımanı, büyük şehirlerin kaotik yaşam biçimi ve sinema, televizyon gibi son derece güçlü ve ulaşılması kolay alışkanlıklar izleyiciyi tiyatro salonlarından uzaklaştırmaktadır.

 

Profesyonel tiyatro yapan herkes bilir ki tiyatro, maliyeti hiç de ucuz bir sanat değildir. Bir çok tiyatro icracısının düşü sadece tiyatro yaparak yaşamını devam ettirmektir. Ancak yaşadığımız ülkenin somut koşulları özel tiyatro kavramını elit ve lüks kılmakta; tiyatro sadece yüksek bilet fiyatlarını ödeme gücü olanların sanatı olmaktadır. Oysa tarihçesine baktığımızda tiyatro bir halk sanatıdır. Toplumdan uzak, toplumsallıktan izole bir tiyatro düşünülemez. Elbette bir tiyatrocunun sanatını icra ederek yaşamını idame ettirmesi kadar doğal bir istek olamaz ancak, varolan sistem tiyatronun varoluş biçiminin sorgulanması gerektiği gerçeğini bize hatırlatır. Tiyatro, ekonomik ya da gişesel kaygılarla popülistleşmekte ve para kazanma amaçlı bir anlayışa kurban gitmektedir. Peki yapılması gereken nedir? Tiyatro daha geniş kitlelere ulaştığı eski heybetli günlerine dönemez belki ama mimarisinden, anlatım biçimine, ticari yaklaşımından, çeşitliliğine kadar bir çok kavram bugünün gerçekleri düşünülerek tanımlanmalıdır. Bir gecede yüzlerce tiyatronun perde açtığı İngiltere'de tiyatro her bütçeyi, her kesimi, her tür izleyiciyi barındıran bir yelpazeye sahiptir. Alternatifler içinde seyirci kendine uygun bir 'oyun alanı' bulmakta zorlanmaz.

 

Doğaçlama tiyatrolarından, sokak tiyatrosuna, avant garde yapıtlardan, klasik Shakespeare repertuarına, çocuk ve gençlik tiyatrolarından deneysel işlere birçok farklı tür birçok farklı ücretlendirmeyle ya da ücretsiz seyirciyle buluşur. Bizde süregiden anlayışa baktığımızdaysa ödenekli tiyatrolar dışında, 1) Alışveriş merkezlerindeki salonlarda oynayan, vodvil ya da bulvar komedisi türü oyunlar yapan gişe tiyatroları 2)Yeni yeni popülerleşen doğaçlama tiyatroları 3)Ünlü isimler merkezinden hareket eden prodüksiyon tiyatroları 4)Teatral çizgisini bozmadan ayakta kalmaya çalışan repertuar tiyatroları 5)Artık kurumsallaşmış, salonu, teknik ekipmanı ve kadrosu bulunan ve belirli bir gelenekten gelen özel tiyatrolar karşımıza çıkmakta. Burada sıkıntı, nicelik olarak çok görünmekle birlikte tüm bu yapılanmaların geniş bir seyirci kitlesini kucaklayamıyor oluşu. Sayısı belirli olan tiyatro seyircisinin tüm bu tiyatroları ayakta tutması bekleniyor ve alternatif çözümler aranmıyor.Tiyatrolar, bu noktada seyircisiyle daha samimi ve kolay buluşmanın yollarını aramalı. Halk günleri, indirimli matineler, farklı salonlarda gerçekleştirilecek temsiller, özellikle genç seyircinin ilgisini çekecek projeler, tüm bunların ötesinde çeşitlilik devam etmekte olan ataleti bir nebze azaltabilir.

 

Aynı biçimlerin durmaksızın kendini yinelediği bir dil yok olmaya mahkumdur. Bu noktada meselenin sanatsal ve estetik boyutu da dikkat çekmekte. Şöyle ki, farklı disiplinlerin kaynaşmaya başladığı, 'estetik' tanımının değişen dünyayla birlikte yeniden yapıldığı, çağdaş sanatın artık daha dinamik, daha sokakta ve daha politik olmaya başladığı bir dönemde tiyatro da tüm kurumlarını yeni, güne uygun bir biçimde ve bugünün seyircisinin gerçekliğini de düşünerek yenilemelidir. Bu, varolan ticari mantıktan tutun da kemikleşmiş reji ve oyunculuk biçimlerine, sahne plastiğinden, seyirciyle kurulacak ilişkiye, salon mimarisinden, teknik altyapıya herbiri farklı yazıların konusu olacak bir çok farklı alanda bir devrimle olmalıdır. Son olarak şu da unutulmamalıdır ki, Türkiye'nin her yerinde yüzlerce amatör tiyatro ve üniversite tiyatrosu yokluk içinde kendi ifade biçimlerini aramaktadır. Bu çabanın cüreti ve emeği belki de tüm bu ataleti üstümüzden atacak olan umudu içinde barındırmaktadır.

 

Evet, tiyatro karanlık zamanlar yaşıyor belki ama her zaman olması gerektiği gibi fikir üretmeye, tartışmaya ve en önemlisi çalışmaya ihtiyaç var. Anton Çehov'un dediği gibi 'Bizi çalışmak kurtarır...'

 

Tiyatro Oyunbaz adına

Güray Dinçol

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Assitej Türkiye Merkezi Bildirisi

 

Haluk YÜCE

Oyuncu/Yönetmen

 

Merhaba Genç Arkadaslarim; Merhaba Tiyatro Dostlarim, Merhaba Sevgili Egitimciler, Ebeveynler...

 

Bugün 'Dünya Çocuk Ve Gençlik Tiyatrolari Günü'. Bugün sizin özel gününüz. Bu sizin tiyatroyla, dahasi sanatla bulusma gününüz. Bu gün tüm dünyada sansli olan çocuk ve gençler bir oyun izleyecek, bu oyun ve tiyatro üzerine konusacak, onlara eslik eden yetiskinlerle birlikte ortak bir heyecan yasayacaklar. Tiyatro yapan sanatçilarin da heyecani karsiliksiz degil; onlar da bu güzel coskuya karsilik vermek, bu heyecani sürekli kilmak için var güçleriyle çalisacak, sizlerle daha sik bulusma çabasinda olacaklar. Onlarin bu çabasi siz gençlerin, çocuklarin, egitimcilerin, anne ve babalarin çaba ve destekleri ile karsilik bulabilir. Yani siz de tiyatroyu yasaminizda önemli bir yere koyarsaniz, siz de onun eksikligini bir oyun izlemediginizde duyarsaniz, tiyatrocularin bu çabasi bosa çikmamis olacaktir. Begeni ve elestirilerinizi ifade etme hakkiniz sakli kalmak üzere onlara bu bulusmalardan duydugunuz mutlulugu dile getirmekten kaçinmayin. Bu onlar için öylesine önemli ki! Çünkü tiyatro yapmak büyük bir özveri gerektiriyor ve bunun en basta gelen karsiligi sizin mutlulugunuzdur. Unutmayin, tiyatro duygusal deneyimlerin, hayal gücü yolculuklarinin ve kültürel zenginlesmenin yasandigi en eski, en güzel sanatsal bulusmadir.

 

* Seyircisine alçak gönüllü ve içtenlikli bir sekilde yaklasan,

* Seyircisiyle kendisini esitler iliskisi içinde görüp, bulusmayi birlikte oyun kurma, yeni düsüncelere yelken açma olarak gören,

* Oyunculuk becerisini, seyirciyi kolayindan avlama kurnazliklarina kapilmadan, oyunun gereklerine göre kullanan,

* Seyirciyle -oyun içi ve oyun disi- iletisimde içtenlik ve samimiyete önem ve öncelik veren,

* Tiyatroyu bir görev ve para kazanma araci olarak degil, severek ve isteyerek yapan…

 

Tüm çocuk ve gençlik tiyatrosu çalisanlarini hepinizin huzurunda alkisliyorum. Bu tiyatrocularla karsilastiginizda siz de onlara sahip çikmayi, ellerinden tutup bu yolculuklarinda onlara eslik etmeyi ve birlikte büyümenin keyfini yaþamayi unutmayin.

 

Güzel ve anlamlý gününüzü bir kez daha kutlarken, bu önemli çabada yalniz olmadiginizi da hatirlatmak isterim. Ben ne güzel ki, bir oyuncu/yönetmen oldugum kadar, ayni zamanda ASSITEJ (UluslararasiÇocuk Ve Gençlik Tiyatrolari Birligi) adli kurulusun Türkiye Merkezi üyesiyim. Daha iyi, daha özenli, sanatsal kaygiyla hazirlanmis oyunlarn sizlere yakistigina gönülden inanan ve bunun tüm dünyada gerçeklesmesi için çaba harcayan ASSITEJ ve kendi adima, hepimizin aradigi 'nitelikli' yasamin nitelikli 'sanatla' varolacagina inancimizi sizlerle paylasmak istiyorum. Nice tiyatro dolu günlere.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ KARŞI BİLDİRİSİ

27 Mart Tiyatrocular için bir bayram günü değildir. Pazartesiye denk gelirse tiyatrocuların tatil günüdür, tiyatro kapalıdır. Tiyatroyu unutmuş kalabalığa onu hatırlatmak. Bildirilerle tiyatronun altını çizmek için düşünülmüş bir gündür. Her yıl Evrensel bir bildiri ve ulusal bildiriler yayınlanır. Evrensel bildiri tiyatronun erdemini, değerini ve olmazsa olamazlığını dile getirir. Ulusal bildiriler de evrenselden geri kalmamak derdiyle ülke tiyatrosunun sorunlarına pek değinmez.

27 Mart 2007’de Türkiye Tiyatrosu’nun bildirisi farklı olmak zorundadır.

Tiyatromuzun başına örülen çorabın farkında mısınız?

Geçtiğimiz tiyatro mevsimi sonunda, Devlet Tiyatrosu genel müdürü Lemi Bilgin’in görevden alınmasının ardından özel tiyatrolara yapılan yardımın ortadan kaldırılması, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın bilet fiyatlarının 1 lira, 50 kuruş gibi fiyatlara indirilmesi, özel tiyatroların turnelerde sembolik bir kira ödeyerek oynadığı devlete ait salonların kiralarının fahiş fiyatlara çıkarılması, yasaklanan oyunlar birbirini izleyen halkalar. Devlet Tiyatrosu ve Şehir Tiyatrolarında yaşananlarsa, akıl alır bir aymazlıktır. Sistem bu kurumları gözden çıkarmıştır. Yeni yasalar hazırlatarak sözcüklerimizi ezip, yok etmeyi hesaplıyorlar. Bunlara başka halkalar da eklendiğinde, özel tiyatrolar bir bir kapanacak, kurum tiyatroları çökertilecek ve son halka ilk halkayla birleşince, birileri tespih çekecek.

Amaç açıktır; ya siyasi iktidarın yani emperyalizmin dümen suyunda tiyatro yapılacak ya da gereği yapılacak. Yağma yok! Tiyatro başı dik ve onurlu yoluna devam edecektir. Tiyatroda neyin nasıl yapılacağına tiyatrocular karar verir.

Bu gün 27 Mart 2007 Dünya Tiyatro günü. Dünya ve Ülkemiz üzerinde oynanan kirli oyunların farkındayız. Bizler, perdelerimizi her zamankinden daha çok bağımsızlık için, eşitlik için, özgürlük için açacağız. Seslerimiz uçuşup gitse de, sözcüklerimiz bilenip kalacak yeryüzünde. Sahnelerimiz barışın ve kardeşliğin çiçek bahçesi olacak.

Ülkemizde, tiyatroya savaş açmış bir anlayış iktidardadır.

Savaş karşılıklıdır.

Türkiye tiyatrocuları direnecektir.

Yalnız olmadığımızı biliyoruz.

İzleyiciler, halkaları birleştirip tespih etme telaşını fark ettiğinde direnişe katılacaktır.

 

Yaşasın direnen Türkiye Tiyatrosu!

--------------------------

DÜNYA TİYATRO GÜNÜ KARŞI BİLDİRİSİ

Bu yıl, aşağıda imzası bulunan topluluk, dernek ve tiyatro yayınlarının imzasını taşıyan bir karşı bildiri kaleme alındı ve imzaya açıldı.

 

ORTA OYUNCULAR / NÂZIM OYUNCULARI / DOSTLAR TİYATROSU / TOBAV Genel Merkez / TOMEB (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği) / TİYATRO… TİYATRO… DERGİSİ / TİYATRAL İSTANBUL / SEMAVER KUMPANYA / TİYATRO Z / DON KİŞOT TİYATRO / BİZİM TİYATRO / NAZIM HİKMET KÜLTÜR MERKEZİ / TİYATRO ALKIŞ / MASK-KARA TİYATROSU / TİYATRO SİMURG / TİYATRO KARŞI KIYI / BEYAZ TEBEŞİR TİYATROSU / DEĞİŞİM ATÖLYESİ OYUNCULARI (İstanbul) / DEĞİŞİM ATÖLYESİ OYUNCULARI (Ankara) / SINIR TANIMAYAN OYUNCULAR / OYÇED (OYUN YAZARLARI VE ÇEVİRMENLERİ DERNEĞİ) / TOBAV İstanbul Şubesi / ÇOGED (Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Derneği) / İŞTİSAN / Anadolu Sanat Tiyatrosu (Malatya) / AST (Ankara Sanat Tiyatrosu) / ÇANEV Tiyatro Kulubü / Kadıköy Tiyatrom / Tiyatrokare / UÇT (Uçan Ev) / DETİS / Ortadirek Tiyatrosu

 

 

geçen yılın bildirisi ama yine de geçerliliğini koruyor...:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) Dünya Tiyatro Günü

27 Mart 2009

Uluslararası Bildiri

Augusto Boal

“Bütün insan toplumları gündelik yaşamlarında görülmeye değerdir. Bazı özel durumlar için gösteriler yaparlar. Görülmeye değer olan toplumsal düzen içindeki davranış biçimleridir. Bunlar tıpkı izlemeye gittiğiniz türden gösterilerdir.

Farkında olunmasa da insan ilişkileri teatral bir yapı izler: mekân kullanımı, beden dili, sözcük seçimi ve ses tonunu ayarlama, düşüncelerle duyguların yüzleşmesi, sahnede gösterdiğimiz ve yaşadığımız her şey. Bizi var eden tiyatrodur.

Düğün ve cenaze birer gösteridir. Günlük ritüeller de gösteridir; fakat öylesine kanıksanmışlardır ki farkına bile varmayız. Bir yandan gösteriş ve zenginlik öte yandan sabah kahvesi, karşılıklı günaydınlar, utangaç aşklar, büyük tutku fırtınaları, bir senato oturumu ya da diplomatik bir toplantı; hepsi tiyatrodur.

Sanatımızın asıl işlevlerinden biri insanları oyuncuların aynı zamanda seyirci oldukları, sahnenin yeryüzüyle buluştuğu gündelik yaşam gösterilerine duyarlı kılmaktır. Hepimiz sanatçıyız: tiyatro yaparak aslında apaçık olanı görmeyi öğreniyoruz, çoğunlukla bakmadığımız için göremediklerimizi. Kanıksadıklarımızı keşfediyoruz: tiyatro yaparak gündelik yaşam sahnemizi aydınlatıyoruz.

Geçen yıl Eylül ayında bir tiyatronun perde açmasıyla hepimiz şaşkınlığa uğradık: Uzak ve vahşi yerlerde süregelen savaşlara, soykırımlara, katliamlara ve elbette işkencelere rağmen güvenli bir dünyada yaşadığını sanan, paralarını bazı saygın bankalara yatıran veya piyasadaki dürüst bir tüccara emanet eden bizlere bu paranın aslında var olmadığı, sanal olduğu, ne güvenilirliği ne de saygınlığı olan sahici ekonomistlerin uydurduğu acıklı bir masal olduğu söylendi. Her şey sadece kötü bir tiyatro oyunuydu, birkaç kişinin kazandığı çoğununsa kaybettiği karanlık bir komplo. Zengin ülkelerdeki bazı siyasetçiler birkaç sihirli çözüm ürettikleri gizli görüşmeler düzenlediler. Böylece biz izleyiciler, onların verdikleri kararların kurbanı olan bizler balkonun en arka sırasında öylece kaldık.

Yirmi yıl önce Rio de Janeiro’da Racine’in Fedra adlı eserini sahneledim. Sahne dekoru oldukça cılızdı: yerde inek derileri, etrafta bambular. Oyuncularıma her gösteriden önce şöyle söylüyordum: ‘Her gün yeniden yarattığımız kurgu sona erdi. Şu bambuları geçtikten sonra hiçbiriniz yalan söyleme hakkına sahip olmayacaksınız. Tiyatro gizlenmiş gerçektir.’

Olayları incelediğimizde bütün toplumlarda, etnik gruplarda, sosyal sınıflarda ve kastlarda ezen ve ezilen insanları görürüz: gördüğümüz adaletsiz ve zalim bir dünyadır. Başka bir dünya yaratmak zorundayız çünkü bunun mümkün olduğunu biliyoruz. Kendi yaşamımızda ya da sahnede oynayarak bu başka dünyayı var etmekse bizim ellerimizde.

Başlayacak olan gösteriye katılın ve dostlarınızla eve döndüğünüzde kendi oyunlarınızı oynayın, gözünüzün hiç göremediğine dönüp bir bakın: apaçık olana. Tiyatro sadece özel bir etkinlik değil bir yaşam biçimidir.

Hepimiz oyuncularız: Yurttaş olmak bir toplumda yaşamak değil o toplumu değiştirmektir.”

Çeviren: Bilgesu Ataman

Bu siteden alıntılandı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

TEMEL DEMİRER

“A formula must be as simple

as possible, but not simpler.”[1]

 

 

Ataol Behramoğlu’nun, ‘Şiir’indeki dizelerle “Esirgeyen, bağışlayan aşk adına/ Esirgemeyen, bağışlamayan ölüme karşı”, bugün 27 Mart 2009, Dünya Tiyatro Günü.

Haydi perdelerimizi bugün, sürdürülemez kapitalizmin kriziyle debelenen dünya ve Türkiye’de, “aşk” adına, “ölüme karşı” açın… Sahnelerimizi sokaklara taşıyın veya sokakları sahnelerimize…

Alâmetler belirmişken şimdi bunun tam zamanıdır; hayır, artık daha fazla geç kalamayız.

Çünkü tiyatro sadece tiyatro değildir ve olamaz da.

Eğer tiyatro, tiyatroluğuna ihanet etmeyecekse; sahnelerimizi sokaklara, sokakları sahnelerimize taşımanın tam zamanıdır…

Buna zorunluyuz…

* * *

Tekrarlayarak ilerleyelim: Toplum belleğini, tiyatro aracılığıyla kazanır.

Tiyatroyu yaşanır kılan doğrudan yaşanmakta olan gerçeklikle ilintisidir ki, bu da tiyatronun direnişe dönüşmesini sağlar.

İnsani bir özgürleşme alanı olarak tiyatro, özgür eylemin önünü açan “mucizevi” bir güçtür.

* * *

Tiyatronun çabası dünyayı daha yaşanabilir kılmaktır.

Tiyatronun tiyatro olmaktan dolayı yüklendiği sorumlulukları vardır; bunlardan vazgeçmek onu kendisi olmaktan çıkarır.

Tiyatronun sorumluluklarından birisi, baskı ve sömürünün yabancılaştırdığı insanı arayıp, bulmaktır.

* * *

Bilinsin ve asla unutulmasın: Hayal gücünü yitirmiş, bunalan/ bunaltan bir “tiyatro”, tiyatro olarak anılmayı hak edemez. Tiyatro sanatı, yaratıcı/ başkaldıran insan(lık)dan, ezilenlerden beslenir, beslenmek zorundadır…

Bunun için tiyatro ezilenlerin yaratıcı-yıkıcılığının sahnesi olmalıdır.

Çünkü tiyatro, sürdürülemez kapitalizmin geleceksizleştiriciliği karşısında, ümitsizliğin reddidir.

Çünkü tiyatro için oyun daima yeniden başlar; kapatılan perdeler her daim açılır…

Bunun içindir ki Augusto Boal, “Farkında olunmasa da insan ilişkileri teatral bir yapı izler” der ve ekler: “Bizi var eden tiyatrodur.”

Evet, evet ezilenlerin tiyatrosu insani özgürlük yoludur, kürsüsüdür…

Tam da bunun için tiyatro sanatının hayatta kalması onun kapasitesine, ezilenlerden yana yeni araçlarla ve yeni dillerle kendini sürekli yeniden keşfetmesine bağlıdır. Yani ezilenlerin tiyatrosu çağının büyük olaylarına tanıklık etmek zorundadır!

Dedik ya Tiyatro “Anne Bak Kral Çıplak” diye haykırabilen çocuksu naiflikle, “insan’ı bulmaya yönelik bir macera”dır; veya böyle tanımlanabilir.

Yoksa… Yoksa tiyatro “olmaz”, “olamaz”…

* * *

Düşünür-eleştirmen Bernard-Henri Lévy’nin deyişiyle, “Tiyatrosuz modern toplum yok ve olamaz”ken; sürdürülemez kapitalizmin kriziyle sarsılıp, savrulan dünyanın gidişatı, tiyatroda yeniden ve esaslı olarak ezilenlerden yana duran bir politikaya, politik konulara dönüşü gerektiriyor; tiyatrocuları buna zorluyordu.

“Neden?” sorusunu, Wassily Kandinsky şöyle yanıtlar:

“İzleyiciler, kendilerinden daha yüksek ideallere sahip olup, hayatına dair şeyleri yansıtmayan amaçsız bir sanat üreten sanatçıdan uzaklaşır.

Sanatçının yansıttığı şeyi hissetme, izleyicinin, sanatçının bakış açısından eğitimidir. Sanat yalnızca zaten açıkça hissedilmiş olan sanatsal bir duygu yaratabilir…”

* * *

O hâlde kriz koşullarında öne çıka(rıla)n gerçeğe aldanmayan, onun arkasına bakan, bakması -mutlaka- gereken tiyatro; bizlere, kriz günlerinde sihirli reçeteler öneremez belki.

Ama yeni dünyayı, hayallerini, ütopyalarını hatırlatabilir; herkese, hepimize…

Yani dünyayı, toplumu ve insanı farklı bir açıdan göstererek; kapitalizmin insan(lık)a “olağan” diye sunduğu, oyunu bozabilir, bozmalıdır da…

Kriz günlerinde tiyatro, bunun için vardır; “piyasayı” reddederek var olmalıdır…

* * *

“Piyasa”, “olağan” denilen düzen(sizlik), vd’leri… Tiyatro bunlarla barışamaz; tiyatro için parayla sanat “yapmak”, “satmak” mümkün değildir.

Tiyatro anlamak ve anlatmak içindir; nefes almak, direnmek, haykırmak içindir…

Olması gereken tiyatronun ödemesi olmaz. Çünkü Babür Pınar’ın ifadesiyle, “Sanat yaratıcılığı metalaştığı ölçüde sıradanlaşır.”

Tiyatro hep, insan(lık)tan yana muhalefet eder; itirazın, “Hayır”ın, eleştirinin önünü açar…

* * *

“Neden” mi?

Antik Yunan Tiyatrosu’ndan bugüne, insan aramanın etkin yollarından birisidir tiyatro da ondan…

Bu bağlamda tiyatronun, piyasa tarafından popüler kültüre endekslendiği açmaza teslim olmamalı, onu aşmalıyız…

Postmodern kırılmalar, postmodernin sonunu getirmişken; bir kez daha insan(lık)dan yana olan, duran sanatın/ sanatçının gücünü anımsamalıyız.

“İzm” olarak post-modernizm, kapitalizme ait bir ideoloji; hem tüketim toplumu modelinden beslenen, hem de onu besleyen bir ideoloji; yani kentli yığınlara gösterilen bir oyun bahçesi olarak, “No problem” ve “Lay lay lom”dur!

Ezilenlerin tiyatrosu bu zırvalarla daha fazla uğraşamaz, uğraşmamalıdır da.

Ve nihayet tiyatro yeniden insan(lık)dan yana olan yıkıcı-yaratıcılıkla buluşabilir, buluşmalıdır da.

* * *

Bu uğurda “perdeciler”den yadigâr ısrarla sahneleri sokaklarda kurarken, insan(lık) var olduğu sürece tiyatronun ölmeyeceği inancı/bilinciyle, ezilenlerin tiyatrosunu yapmalıyız…

Tiyatronun insan(lık)a çağrı olduğunu unutmadan; iktidarın bu alanı temellük girişimlerine, tiyatro sahnesinin karartılmasına karşı çıkmalı; insan(lık)dan yana muhalif tiyatrolarla çoğalmalı, muhalif tiyatroları çoğaltmalıyız…

* * *

Çoğalırken geçmişi geleceğe bağlayıp; yılların üstümüzde biriktirdiği sahne tozunu, rengi solan eski fotoğraflardan geriye kalanları unutmayıp/ unutturmamalıyız…

Meyerhold’un tiyatro arayışlarının kökenlere yönelmesi konusunda söylediği çok güzel bir sözü vardır: “Tiyatroda gelenekler devrimcidir” der.

Durmadan bu sözü terennüm ederken; “Perdeci”den yadigâr kalan(lar)ı, geleceğe bağlamalıyız: Örneğin Şehr-i İstanbul’u ve Gedikpaşa Tiyatrosu’nu… Güllü Agop’un “Osmanlı Tiyatrosu”nu… Ermeni sanatçıların katkısını… Melodram ustası Mardiros Minakyan’ı… Ahmed Vefik Paşa’nın Molière uyarlamalarına ağırlık veren Tomas Fasulyeciyan’ı… Batı tiyatrosuyla geleneksel tiyatroyu birleştiren tüluatı… 1875′lerdeki ustalarından Kavuklu Hamdi’yi… Muhsin Ertuğrul’u ve ötekilerini…

* * *

Hayır hiç birini unutup/ unutturmayacağız…

Tiyatronun “işini” piyasa cambazlarının bitirmesine göz yummayacağız!

Çünkü tiyatronun, insan(lık)ın toplumsallaşmasında, dünyayı değiştirmesinde, asla başka bir şey tarafından doldurulamayacak başat bir yeri var…

* * *

2009′un Dünya Tiyatro Günü’ndeki “Çağrı”mız, bir “dilek ve temenniler” bildirgesi olmaktan ötede bir tavır deklarasyonudur…

İşte burada çağrılar anımsanmalıdır: Tıpkı 1967 yılı Bildirisi’nde, Bertolt Brecht’in eşi ve Berliner Ensemble’ın ünlü oyuncusu Helena Weigel’in, “Tiyatro ve tiyatroya yakın sanatların, insan topluluklarına karşı üstlerine aldıkları görev ve sorumluluklara yeterince önem vermediğini” vurgulayarak, “Bizler, tiyatro insanları, kendimize özgü araçlarla dünyamızı yaşanabilir bir duruma getirmeye çalışıyoruz. Tiyatro ile ilgilenmemizin anlamı, yine ve her zamankinden çok, insana barış dolu bir ‘bugün’ ile insanın insan için yardım, dayanışma kaynağı olacağı dostluk dolu bir gelecek hazırlamaktır,” diye eklemesi gibi.

Weigel’in “barış” özlemine, Miguel Angel Asturias imzasını taşıyan 1968 yılı Bildirisi’nde “Kardeşi kardeşe öldürten savaşlara, insanın yok edilmesine, ırk kırımına ve insanları ortadan kaldırmanın bir başka biçimi olan ekonomik tıkanıklığa karşı çıkma” çağrısı eklenir.

Peter Brook’un yazdığı 1969 yılı bildirisinde ise tiyatronun ilerici-devrimci niteliği vurgulanır.

Tiyatronun ilerici gücünün devlet gücüyle bastırılmaya kalkışılması Eugene Ionesco tarafından -1976 Bildirisi’nde de- eleştirilir: “Politikanın kuruntulu, temelsiz düşünceli kimseleri, tiyatroyu ellerine geçirmek ve onu kendi amaçları için araç gibi kullanmak istemişlerdir. (…) Toplumun yapma bir üstün kuruluşudur devlet. Toplum değildir.(…) Politika adamları tiyatro sanatının hizmetinde olmalıdırlar. Bütün çabaları, tiyatro sanatının özgür gelişmesini sağlamak olmalıdır.”

Nihayet Bertolt Brecht, tiyatro yoluyla dünyayı onarma adına, tüm sanat insanlarının yapması gereken -emekçi sınıfından yana- bir “seçim” gerekliliğinin altını özenle çizerek der ki: “Sanat da seçimini yapmalıdır. Sanat ya körü körüne bir inanışla kaderini bir azınlığa bağlar ve onun aracı olur ya da çoğunluğun tarafına geçerek kaderini ona bağlar. Ya insanları düşlere sürükler ve onları uyutur, bilgisizliği arttırır ya da insanları gerçeklere yöneltip bilgiyi çoğaltır. Ya yıkıcı yanları ağır basan güçlere ya da yapıcı ve ilerici güçlere seslenir.”

* * *

Tiyatroyu tiyatro olmak çıkartan fahiş bir yanılgıya, “serbest piyasa” müdahalesine karşı; 2009′un kriz günlerinde tiyatronun tiyatrodan öte bir şey olduğunu hatırlamalı/ hatırlatmalıyız yeniden…

13 Mart 2009 15:18:19, Ankara.

[1] “Bir formül mümkün olduğu kadar yalın olmalı, ama daha yalın değil!” (A. Einstein.)

TEMEL DEMİRER

Temel Demirer kendini nasıl tanımlıyor?

“Yalnızca bir kez dilim tutuldu. Biri bana, ‘Sen kimsin?’ diye sorduğunda,” diyen Halil Cibran ne kadar da haklı… Çok “kazık” bir soru bu…

Hâlâ “Tek yol devrim” diyen; Filistin’de tankın önüne sapanıyla dikilen çocuğun cüretine hayranlık duyan; Che’nin Bolivya’da ölmediğini, bir Condor olup tüm dünyayı özgürleştirmek için gökyüzüne çıktığını söyleyen Valle Grande’li köylüye inanan; unutmayan, unutmanın ihanet olduğundan şüphe duymayan; Sibel’e sevdalı sıradan biri desem yeter mi?

“Yetmez” derseniz sözü, 11 Ocak 2004 tarihinde kaleme almak zorunda kaldığım, böyle durumlarda da, müracaat ettiği “Özgeçmişim”e bırakıyorum…

“Özgeçmiş’im istendiğinde önce şaşırdım…

Ardından da başladım kara kara düşünmeye: Ne diyebilirim diye?

Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve ‘şık’ olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm…

Ne yazacağımı kestiremedim…

Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım…

‘İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil,’ diyen(lerden);

dünyaya aşağıdan bakan(lardan);

kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan);

yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan);

ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden);

John Maxwell’in, ‘İnsanlar, onları ne kadar umursadığımızı bilmedikçe, ne kadar bildiğimizi umursamazlar…’; Bertolt Brecht’in, ‘Yenilgilerimiz, rezalete karşı savaşa katılanlarımızın yeterince kalabalık olmadığından başka bir anlama gelmez’; V. İ. Lenin’in, ‘Silah kullanmasını öğrenmeyen, silah elde etmeye çalışmayan bir ezilen sınıf, ancak köle muamelesi görmeye layıktır,’ sözlerine müthiş değer veren(lerden);

sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden);

bir afet-i devrana aşık olan(lardan);

hâlâ ‘tek yol devrim’ gerçeğine bağlı olan(lardan);

ve nihayet ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!’ diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim…

54 tevellütlüyüm… Kemal’den olma Necla’dan doğmayım… Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım…

Okur yazarım…

Ve nihayet hâlen ’sakıncalı’ dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım…”

Türkiye Tiyatrolar Birliği

2007 yılı Aralık ayında TAKSAV’ın 12. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nin ardından kurulan Türkiye Tiyatrolar Birliği

1. Balıklıova köyü tiyatro şenliği, 1. ve 2. Bademler köyü tiyatro şenliği, 2. Türkiye Tiyatro Buluşması ve 1. Sinop Tiyatro Festivali’ni düzenlerken 13 yıldır süren Bartın Tiyatro Festivalinin 14.süne etkin biçimde katıldı. aynı festivalin 15.si için ise çalışma yürütmektedir. Her yıl kendini dönem sözcüsü ile ifade eden birliğimizin 2008 yılı dönem sözcülüğünü İzmir Yenikapı Tiyatrosu yönetmeni Orçun Masatçı üstlenirken, 2009 dönem sözcülüğünü halen Bartın Bölge Tiyatrosu yönetmeni Zafer Gecegörür yürütmektedir. birliğimiz 12. İzmir Kitap Fuarında da stand kurmuştu. her 27 Mart’ta dünya tiyatrolar günü bildirisini yayınlayan birliğimizin 2008 yılındaki bildirisini Devlet Tiyatrosu sanatçısı, ManisaŞehir tiyatrosu genel sanat yönetmeni Turgay Tanülkü kalem almıştı.

sanat.kop

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Dünya Tiyatro Günü sayısız forma sahip Tiyatro’yu kutlamak için bir fırsattır. Tiyatro bir eğlence ve ilham kaynağıdır ve dünyada var olan, birbirinden farklı çok sayıda kültür ve insan topluluğunu birleştirme yeteneğine sahiptir. Fakat tiyatro bundan fazla bir şeydir; eğitmek ve bilgilendirmek için de fırsat verir.

 

Tiyatro dünyanın her tarafında icra edilir ve bu her zaman geleneksel tiyatro sahnesinde gerçekleşmez. İcraatlar Afrika’da küçük bir köyde, Ermenistan’da bir dağın yakınlarında, Pasifik’te bir adacıkta vuku bulabilir. İhtiyaç duyduğu sadece bir mekan ve bir seyircidir. Tiyatro bizi güldürme, ağlatma yeteneğine sahiptir, ama aynı zamanda bizi düşündürmeli, derinlere dalmamızı sağlamalıdır.

 

 

Tiyatro ekip çalışmasıyla meydana gelir. Oyuncular gözler önündedir, ama görülmeyen ve şaşırtıcı bir insan topluluğu da işin içindedir. Onlar da oyuncular kadar önemlidir; bir yapımın ortaya çıkması için onların farklı ve uzmanlığa dayalı becerilerine gerek vardır. Onlar da gerçekleşmesi ümit edilen zafer ve başarıları paylaşmalıdır.

 

 

27 Mart uzun zamandır resmi Dünya Tiyatro Günü’dür. Birçok bakımdan her gün bir tiyatro günü sayılmalıdır. Çünkü yokluğunda bizim de var olamayacağımız seyircileri eğlendirme, eğitme ve aydınlatma geleneğini devam ettirmek gibi bir sorumluluğumuz vardır.

 

 

Dame Judi Dench

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

1948 yılında kurulan Uluslararası Tiyatro Enstitüsü, 1961 yılında aldığı kararla 27 Mart gününü “Dünya Tiyatro Günü” olarak kabul etmiştir. Her yıl enstitüye üye ülkelerin sanat ve tiyatro adamlarınca hazırlanan bir bildiri, sahnelerde okunmaktadır. Sanırım geçen yıl ülkemizde bildiriyi ünlü tiyatro oyuncusu Nedret GÜVENÇ hazırlamıştır.

27 Mart günü tiyatrolar ücretsiz olarak sahnelenmekte, böylece hiç tiyatroya gitmemiş insanlarında tiyatroyla tanışması ve sevdirilmesi sağlanmaktadır.

Türk kültüründe tiyatro; ortaoyunu, gölge oyunu, köy seyirlik oyunları, meddahlık danslı ve şarkılı veya taklid şeklinde başlamıştır. Ülkemizde tiyato ile ilgili ilk ulusal bildiriyi de yaşamını tiyatroya adamış ünlü tiyatro sanatçımız Muhsin ERTUĞRUL kaleme almıştır.

Tiyatro yaşamın bir parçasıdır. Yaşamın içindeki acılar, sevinçler, kimi zaman güldüren, kimi zaman ise düşündüren olaylar, sanatçılar tarafından sahnede canlandırılır. İnsan kendini tiyatroda yeniden yaşar. Bir eğitim görevi üstlenen tiyatro, aynı zamanda düşünmemize de vesile olur.

DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ŞİMDİDEN KUTLU OLSUN.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

never verdigin kısa bilgi için tesekkurler...:D:D...bu arada 27 martta bizimde oyunlarımız var ama program daha belli degil belli olsun burada yayınlıcam...27 martta gelmek isteyenler gelebilir ve kalacak yeri sorun etmeyin...bendensiniz...:D:D...sadece bana haber verin yeter...:D:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

[h=4]Günlerin en güzeli keyif katsın ruhuna... Bugün, yolun daha çok başında, genç bir kadın için açılan perdeler hiç kapanmasın alkış seslerinden korkuncaya dek..! Seni seviyorum kadın, Dünya Tiyatro günüymüş ya, sevmeye bahane buluyorum. Seni sevmeye hep bahane bulurum. Seni sevmek için bahaneye de gerek yok aslında, benim için yok! Ama böyle "bahane" deyince daha heyecanlı oluyorum, çocuksu gülücükler düşüyor yüzüme her andığım zaman seni...

Tiradına uygunsuz doğaçlamalar yapmaktayım belki ama olsun.. Ben sensiz günleri, haftaları, ayları ve hatta yılları saydım. Senli zamanlarda ise yelkovanın boynuna prangayı dolamıştım...

Makyajını silmeden, karakterinden çıkmadan gir içime ve kendini bana sahnele, ki Dünya Tiyatro günü benim için ayrı bir anlam kazansın...

[/h]

 

---------- Post added at 09:46 ---------- Previous post was at 09:31 ----------

 

Her yıl, tüm dünyada 27 Mart’ta kutlanan “Dünya Tiyatro Günü” nedeniyle bu yıl da ulusal ve uluslararası bildiriler yayımlanır. Bu yıl da 27 Mart günü Türkiye’deki her temsilden önce okunacak Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi ise sanatçı Kenan Işık kaleme aldı. Bildiride “Tiyatronun öldüğü, miadını doldurduğu” yönündeki iddialar olduğunu belirten Işık, Shakespeare’in 66. Sonet’inden bir bölüme de yer verdi. İşte, Dünya Tiyatrolar Günü Ulusal Bildirisi“Tiyatro öldü. Son yıllarda insanı usandıracak kadar sık tekrarlanan bir söz bu. ‘Miladını doldurdu tiyatro, öldü’. Eğer öyle ise, gerçekten de iddia edildiği gibi öldüyse tiyatro, bugün Dünya Tiyatro gününü kutlamak yerine yasını tutalım tiyatronun. Oyunları seyretmekten vazgeçip alalım kazmaları, kürekleri elimize ve bir mezar kazalım tiyatroya, şöyle görkemli, geçmişine yakışır bir anıt mezar. Başta bütün zamanların en iyi yazarı William Shakespeare olmak üzere bütün oyun yazarlarını, oyunları, oyuncuları, rejisörleri, dekor, kostüm, ışık tasarımcılarını, sahne arkası teknisyenlerini topluca gömelim bu mezara.Ve hazır elimizdeyken kazmalar, kürekler, tiyatro salonlarını da yıkalım. Yıkamadıklarımızı da çürümeye terk edelim ki oynanmasın içinde seyircinin aklını çelip onları fitneye, fesada teşvik eden oyunlar. Yerle yeksan olsun daha çok özgürlük, daha çok demokrasi talepleri. Barış ve adalet özlemleri…Merhamet ve vicdan çağrıları, çığlıkları kalsın o enkazın altında ve işitilmesin.Tiyatro sanatının piri Shakespeare’in 66. Sonesinde dediği gibi;Çiğnensin inancın en seçkiniMutluluktan nasibini almasın geniş halk kitleleriAyaklar altına alınsın insan onuruO kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılsınEzilsin hor görülsün el emeği göz nuru Ödlekler geçsin başa mertlik bozulsunVe korkup dilini bağlasın da sanatÇılgınlık sahip çıksın düzeneDoğruya doğru diyenin eğriye çıksın adıKötüler kadı olsun Yemen’e’Mısır’a, Tunus’a, Libya’ya, Suriye’ye.Yıkılsın yok olsun tiyatroyla birlikte yerel kültürler her ulusun, her etnik grubun kendi değerlerini tiyatronun ortak, evrensel değerleriyle buluşturarak insanlığa sunma ve savunma hakları…Bir tek, dünyayı bir satranç ustası gibi kendi çıkarlarına göre biçimlendiren egemenlerin tekelindeki o ucuz, sığ ve kof kültür yürütsün hükmünü, televizyonlarda, sinemalarda, kitapçı vitrinlerinde, DVD raflarında.Popülerin bir narkotik gibi bizi uyuşturup aklımızı başımızdan alan o yapay keyfiyle sermest olup unutalım insanlığın selameti adına unutmamamız gerekenleri.Unutalım tiyatroyu, hayatı, insanı ve insanca olanı unutalım.Bırakalım kıyametini yaşasın dünyaVe kıyametten sonra da dönmeye devam etsin bu mavi gezegen uzayın sonsuz karanlığında..İçinde, bu kıyamet oyununu anlatacak hiçbir oyuncunun olmadığı hüzünlü bir tiyatro dekoru gibi’.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

'Oyuncuların ne yeri yurdu var ne de bir kitlesi'

 

''Bugün oyuncular ve tiyatro toplulukları sahne, salon ve izleyici bulmakta güçlük çekiyorlar. Bütün neden kriz. Artık, oyuncuların ne yeri yurdu var ne de seslenecekleri halk kitlesi'' Uluslararası Dünya Tiyatro Günü Bildirisi'ni bu yıl İtalyan yazar, yönetmen ve oyuncu Dario Fo kaleme aldı.

 

Dünya Tiyatro Günü dolayısıyla 1962'den beri her yıl tiyatroya emek veren bir sanatçının hazırladığı ''Dünya Tiyatro Günü Bildirisi''ni bu yıl İtalyan yazar, yönetmen ve oyuncu Dario Fo kaleme aldı.

Fo, Rönesans İtalyasında iktidarın, pek çok izleyicisi ve destekçisi bulunan Commedianti'yi köşeye sıkıştırmak için uğraştığını savundu.

Bugün oyuncular ve tiyatro topluluklarının sahne, salon ve izleyici bulmakta güçlük çektiğini ileri süren Fo, ''Bütün neden kriz. O nedenle iktidar sahipleri inceden inceye alay ederek seslerini duyuranların nasıl denetleneceği gibi sorunlarla uğraşmıyorlar artık. Zira oyuncuların ne yeri yurdu var ne de seslenecekleri halk kitlesi var'' ifadelerini kullandı.

 

Karşı-Reformasyon döneminde Commedia dell'arte oyuncularının ülkeden çıkarılmasının ve bütün tiyatro mekanlarının boşaltılmasının emredildiğini ve tiyatronun kentin kutsallığına zarar vermekle suçlandığını vurgulayan Fo, Papa 12'nci Innocent'in 1697 yılında Tordinona Tiyatrosu'nun yıkılmasını buyurduğunu kaydetti.

Fo, şöyle devam etti:

''Böylece görülüyor ki günümüzün krizini aşmak için de tek umut bizlere karşı büyük bir dışlama kampanyasının düzenlenmesidir. O seferberlik tiyatro sanatını öğrenmek isteyen genç insanlara yönelik olmalıdır özellikle. Sonuçta kovulan tiyatro icracılarından doğacak çağdaş Commedianti diasporasının böyle bir baskıdan akla hayale gelmedik yararlar sağlayarak yepyeni temsiller yaratacakları kuşkusuzdur.''

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) bünyesinde kurulan Uluslararası Tiyatrolar Birliği'nin (ITI) kararıyla kutlanan Dünya Tiyatro Günü kapsamında, 100'ü aşkın ülkede okunan bildiriyi, Türkçe'ye oyun yazarı Refik Erduran çevirdi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...