Jump to content

Ölüm Korkusu ve Hesaplaşma Endişesi


nevermore

Önerilen Mesajlar

İnsanların en çok korktuğu şey, kendi duygularının ölçüsüyle kötü kabul ettikleri bazı hayat şartlarının içine günün birinde düşme tehlikesidir. Örneğin bir insan, sonuçlarının çok kötü çıkması kesin görünen bugünkü vazifelerindeki ihmali sebebiyle yarından korkar. Çok sert ve kırıcı bir hocanın dersini hazırlayamamış olan bir öğrenci, eğer o dersten kaçamayacak durumda ise, yalnız o hocadan, yalnız o dersten değil, okula gitmekten bile korkar. İşte ölüm korkusunu hazırlayan sebeplerden bir tanesi de budur.

Hiçbir öğrenci, düşünülebilir mi ki, dersini en mükemmel ve öğretmenini olağanüstü memnun edebilecek şekilde hazırlamış olsun da, o öğretmenin dersine girmekten korksun veya ondan nefret etsin! Tersine o, dersini büyük bir sevinç ve heyecanla bekler. Sanki öğretmeninin karşısında o dersin sınavını vermeye can atar. Çünkü bundan kazanacağı başarı derecesi daha şimdiden onun ruhunu sevinç ve huzurla doldurur. Ve bu başarının sağlayacağı ilerideki hamlelerin huzurlu duyguları onu belirsiz heyecanlara sürükler. İşte, bu da dünyada duyulan iç huzurunun bir örneğidir.

Nasıl, ancak tembel ve haylaz bir öğrenci dersinden nefret eder ve sınavdan korkarsa, tıpkı onun gibi, hayattaki vazifelerini ihmal etmiş, ruhunu; gelecek ve sonsuz hayatının gereklerine göre hazırlayabilmesi için kendisine verilen olanak ve fırsatlardan faydalanmayı aklına bile getirmemiş ve bütün hayatını maddi zevk ve tutkuların esirliğine kaptırarak ve nefsani çekicilikler peşinde koşarak geçirmiş bir insan da öylece, ruhsal hayattan ve ölümden korkar, nefret eder. Çünkü ruhsal hayat onu, dünyada uygulamakla yükümlü bulunduğu birtakım vazifelere davet eder. Ölüm ise bu vazifelerin yerine getirilmesindeki başarı derecelerinin saptanacağı bir sınav kapısıdır.

Bazıları dünyada yalnız para kazanmak, resmi görevlerini -yöneticilerine hoş görünmek hırsıyla- en ileri derecede yapabilmek için gecelerini gündüzlerine katarak, uykularını feda ederek çalışırlar ve bu kadar yorgunluğa bedel olan faaliyetlerine bakarak da, dünyadaki bütün görevlerini hakkıyla yapmış olduklarına bunların bir kısmı samimi olarak inanır, diğer bir kısmı da kendisini inandırmaya çalışır. Bunun için de, kendi kendisine bir sürü özürler uydurmaya kalkışır.

Bazıları da kendilerini hiçbir şekilde çalışma sınırlamasına bağlamak gereğini görmez ve bomboş, başıboş bir hayat içinde sayılı olarak geçen birkaç eğlenceli ve zevkli gününü gerçek kazanç sayarak, bunlarla dünyadaki varlığının gereklerini yerine getirmiş olduğunu sanır. Burada da, bunların bir kısmı buna samimi olarak inanır, diğer bir kısmı da, işin böyle olamayacağını içten içe hissettiği halde buna kendisini zorla inandırmaya çalışır.

Gerek öncekinde, gerek ikincisinde samimi olarak inananlara söylenecek hiçbir söz yok. Onlar gözleri açılıncaya kadar kader yollarında yürüyeceklerdir. İşin kötülüğünü hissederek kendisini aldatmaya çalışanlara gelince, elbette bunların ölümden korkuları o oranda şiddetli olacaktır. Güçleri, kuvvetleri yerinde olduğu sürece, böyle ruhsal hayattan kaçmak isteyen insanların bu hareket tarzlarını düzeltici herhangi bir kötü olayla karşılaşmamaları, onların bu yoldaki cesaretlerini artırabilir. Hele araya karışan gelip geçici tatmin edilmiş arzuların verdiği uyuşturucu zevkler onların bu hareketlerini özellikle teşvik bile edebilir. Ve bu şekilde onlar, tutmuş oldukları nefsani yolun doğruluğuna, bu aldatıcı sonuçları birer kanıt olarak ileri sürmekle, ruhsal görevlerinin ihmalinden doğan sıkıntılarını örtbas etmeye çalışırlar. Fakat bu hal ancak maddi güç ve takatin zaafa yüz tutmaya başladığı ana kadar sürebilir. Ölümün müjdecisi olan bu zaaf hali görünmeye başladığı andan itibaren nefsaniyet sönmeye yüz tutar, vicdan da sesini gittikçe yükseltir. İşte, ne olursa olsun, insan kendisini ne kadar avutmaya çalışırsa çalışsın, bu hakikati ruhunda derinden derine duyar ve sonuçların ortaya çıkacağı günleri endişeyle karşılar. Burada, onunla vicdanı arasına kimse giremez. Bütün bu işler, yalnız ve yalnız ikisinin arasında kalan, hiçbir dış kuvvetin karışamayacağı içsel bir mesele olur. İşte bu hale, ruhun uyanıklığı olarak bakabiliriz. Acaba ruhta bu uyanış nasıl olur?

Batan gemisinin bütün güven ve konforunu kaybetmiş ve bir tek tahta parçasına sarılarak okyanusun korkunç dalgaları ortasında tek başına kalmış bir insanın sonu bize, bu uyanışın ürkünçlüğü hakkında küçük bir fikir verebilir. O, böyle bir durumda kaldığı zaman o durumun gereklerine uygun önlemleri zamanında almamış ve hatta bunu düşünmemiştir bile!.. O halde şimdi ne yapacaktır? Hiç!.. Çünkü bu önlemleri alabilmesi için, kendisine maddi hayatında verilmiş olan olanakların hepsini kaybetmiştir. O olanaklar ancak maddi olanaklardır. Ve onları dünyada boşu boşuna harcaması için değil, bugüne hazırlanması için kendisine vermişlerdir. Ve aslında dünyaya da bunun için gelmemiş miydi?

O halde şimdi onun yapacağı iş sadece, başkalarından yardım beklemek ve içinde yuvarlandığı korkunç dalgaların hangi tarafından çıkıp geleceği belli olmayan binlerce tehlikeyi sabır ve tahammülle karşılamak ve Allah’a yalvarmaktan ibaret kalacaktır. Ta ki kendisine, tekrar ve yeniden hazırlanabilmesi için maddi olanaklar verilsin, yani geçirmiş olduğu hayat yolunu ters yüzüne dönerek bütün acılarıyla birlikte yeniden yürümeye başlasın. Fakat acaba bu yardım kendisine ne zaman kolaylıkla gelecektir? Onu ancak Allah bilir. İşte kader.

Fakat bir de bunun yanında, dünyadayken ilerisini görerek ve ağustos böcekliği yapmayarak çok iyi hazırlanmış bir arkadaşı daha vardı ki, o hemen kendisini bırakmış ve kuş gibi uçarak yüce dorukların sonsuz mutlulukları içinde uçmaya başlamıştır. Artık o, tekrar yoksul dünyaya inmeyecek, bu ilkel sınıflardan kendisini sonsuza kadar kurtaracak ve çok yüksek yerlerde büyük görevler görecektir. Bu da ona Allah’ın sunmuş olduğu bir yardımdır. İşte kader...

İşte, dünyada ölümü huzurla bekleyen bu ikinci insana karşılık birinci insanın, yani bütün hayatı boyunca yalnız maddesi için çalışmakla yetinen ve bununla dünyadaki görevlerini tamamladığını sanan insanın, ölümü korkuyla karşılamasını bu bakımdan haklı görmek gerekir. Ama ne kendisinin, ne de bizim bu hali haklı görmemiz, onun bu kötü sonunu ortadan kaldırmaya yetmez. Bundan dolayı, yapmakla yükümlü bulunduğu işleri ihmal ederek sadece ölümden korkmakla da o insan, ölümün arkasından gelecek olan kötü sonlardan kendisini kurtarmış olmaz. Bunun için bu hakikati görmemekteki inadı bir tarafa bırakıp silkinmek, tembelliği bırakmak ve hemen, dünya işlerinde olduğu kadar ruhsal işlerde de kendisinden beklenen görevlere dört elle sarılmak lazımdır. Başka kurtuluş yolu yok.

Bir sene süresinde derslerini ihmal etmiş bir öğrenci sınav kapısının önüne geldiği zaman, onun korkudan tir tir titremesi hiçbir fayda vermez. Ve onu, zavallı çocuk sınavdan pek korkuyor diye de, bu zor durumdan kimse kurtaramaz. O, bu tam bir yıl süren tembelliğiyle, bir dakika sonra sınav odasında karşılaşacağı sonucu hak etmiştir. Bu sonuç onun, kader haline gelmiş bir payı olmuştur. İşte, çalışma zamanı olan hayat yılları ve sınav kapısı olan ölüm döşeği de böyle! Gerçi okul sınavlarında, tembel çocukların haline acıyanlar bulunur ve bazen onları kayırmak isteyenler çıkar ve ayrıcalık yaparlar. Fakat öbür tarafta böyle başıboşluklar yoktur. İlahi İrade Yasaları’nın önünde kimse duramaz. İşte kader...

 

Dr. Bedri Ruhselman

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

paylaşım için teşekkürler nevermore,

bu yazıya ekleme ve düzeltme yapmak istiyorum:

 

hayata ve ölüme tam da bu makale gibi bakarsak, bir yerde fena aldanırız!

 

aslında sınavın kendisi ve hesaplaşma anı ve günü bu hayattır, çünkü inandığın gibi bu hayat sana bakar, 2 yönü ile şöyle ki;

eğer birey kendini tam anlamıyla Yaratıcısına teslim ederse, bu teslimiyetten büyük bir özgürlük kazanır, ferahlık kazanır ve omuzundaki bir çok dertlerden kurtulur.

yok eğer, birey, kendini tanrı yerine koyarsa, hayatının da , geçmiş ve geleceğinin de tüm sıkıntılarını, dertlerini kendi eli ile kendi omuzlarına alır, bundan da zaten kurtulamaz. ya ahh ile ölür, yada ölümünü bir an önce hızlandırıp intihar etme yoluna gidebilir.

bu yönü ile de zaten tam bir kaos ve handikaptır. öyle gelir ve öyle görünür yaşam.

 

ölüm aslında, bir terhistir, paydostur. hayatın sıkıntılarından, psikolojik bunalımlardan, geçim kaygılarından ve gelecek endişelerinden bir terhistir. o yönü ile çok da güzeldir. ancak bu ölümü bir teslimiyetle karşılamak gerek ki, sonraki hayatı da kendisine bir nimet gibi verilmiş bir sofra görsün.

 

saygılar...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yaratıcıya teslimiyet, kendi sorumluluklarından kaçmayı, kaderciliği de peşinden getirmezmi acaba. Teslimiyetin anlamını tam deşifre etmek gerekmezmi acaba? Tanrı yerine koymanın ne demek olduğunu tam anlatmak gerekmezmi acaba? Mesela Kuranda, ben dünyaya bir halife yarattım derken, halifeliğin ne olduğunu tam olaral idrak etmek gerekmezmi acaba? Tanrı gibi olmaya çalışmayacaksak, dünyaya gelme amacımızın ne olduğunu sorgulamak gerekmezmi acaba? Benden geldiniz bana döneceksiniz diyenin yolunu izlemeden, onun gibi olmaya çalışmadan, sadece teslim oldum artık ne oluyosa senden demekle, ona nasıl dönülürki acaba? vs.vs.vs.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yaratıcıya teslimiyet, kendi sorumluluklarından kaçmayı, kaderciliği de peşinden getirmezmi acaba. Teslimiyetin anlamını tam deşifre etmek gerekmezmi acaba? Tanrı yerine koymanın ne demek olduğunu tam anlatmak gerekmezmi acaba? Mesela Kuranda, ben dünyaya bir halife yarattım derken, halifeliğin ne olduğunu tam olaral idrak etmek gerekmezmi acaba? Tanrı gibi olmaya çalışmayacaksak, dünyaya gelme amacımızın ne olduğunu sorgulamak gerekmezmi acaba? Benden geldiniz bana döneceksiniz diyenin yolunu izlemeden, onun gibi olmaya çalışmadan, sadece teslim oldum artık ne oluyosa senden demekle, ona nasıl dönülürki acaba? vs.vs.vs.

 

merhabalar,

 

kesinlikle.

 

- bir insanın en büyük kaygılarından biri açlık kaygısıdır, yani dini terimle rızık kaygısıdır. yaratıcısına teslim olan birey, kur'an'daki şu ayete de aklen ve kalben iman eder: "açlık korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin, onların da sizin de rızkısınızı veren benim" yada " herkesin rızkı benim avucumdadır"

 

yani Yüce Yaratıcı bize diyor diğer bir lisan ile:" sizler açlık gibi kaygıları bir köşeye atın, bunu hiç mi dert etmeyin, dünyada gezin, çalışın, yaşayın. bu konuyu hiç endişe etmeyin .çünkü bu konunun direk muhatabı benim. sizin rızkısını veren benim"

zaten bir hadiste de : insan dünyadaki rızkını tamamlamadan bu dünyadan gitmez.

 

not: aklınıza afrika gibi ülkeler gelmesin, onlar açlıktan değil, yeterli ve gerekli beslenemediklerinden bir hastalık sonucu ölmektedirler. nihayetinde orda hiç yiyeyecek olmasa zaten orda insan popülasyonu hiç olmazdı.

 

 

insan dünyaya halifedir evet. zaten bugünkü dünya da bunu göstermekte.

 

dünyaya geliş amacımız allah'ı tanımakdır. kur'anda dediği gibi : "siz beni anın ki ben de sizi anayım" yada " beni unutursanız ben de sizi unuturum"

teslim olmak, teslim oldum demekle olmaz elbette ama bu sözle başlar ve anın her anında bu teslimiyeti hissetmek ve yaşamak gerekir.

 

bu teslimiyette insan ciddi bir özgürlük de kazanır. teslimiyetin getirdiği küçük disiplinler, zahmetler belki binler kadar zahmet ve sıkıntılardan bizleri korur.

 

 

not2 : konu çok dinsel oldu ama bu konularında direk muhatabı dinsel kaynaklar. yoksa, başka hiç bir bilgi ve referansla açıklanabilecek durumda değillerdi.

saygılar...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

paylaşım için teşekkürler nevermore,

bu yazıya ekleme ve düzeltme yapmak istiyorum:

 

hayata ve ölüme tam da bu makale gibi bakarsak, bir yerde fena aldanırız!

 

aslında sınavın kendisi ve hesaplaşma anı ve günü bu hayattır, çünkü inandığın gibi bu hayat sana bakar, 2 yönü ile şöyle ki;

eğer birey kendini tam anlamıyla Yaratıcısına teslim ederse, bu teslimiyetten büyük bir özgürlük kazanır, ferahlık kazanır ve omuzundaki bir çok dertlerden kurtulur.

yok eğer, birey, kendini tanrı yerine koyarsa, hayatının da , geçmiş ve geleceğinin de tüm sıkıntılarını, dertlerini kendi eli ile kendi omuzlarına alır, bundan da zaten kurtulamaz. ya ahh ile ölür, yada ölümünü bir an önce hızlandırıp intihar etme yoluna gidebilir.

bu yönü ile de zaten tam bir kaos ve handikaptır. öyle gelir ve öyle görünür yaşam.

 

ölüm aslında, bir terhistir, paydostur. hayatın sıkıntılarından, psikolojik bunalımlardan, geçim kaygılarından ve gelecek endişelerinden bir terhistir. o yönü ile çok da güzeldir. ancak bu ölümü bir teslimiyetle karşılamak gerek ki, sonraki hayatı da kendisine bir nimet gibi verilmiş bir sofra görsün.

 

saygılar...

 

Çok çok çok güzel.Konu başlığına bundan daha güzel bir cvp olamazdı,tşk ederim.Yazdıklarınız çok hoşuma gitti.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tek bir ölümden korkarım sevgi için gönlünde bir yer kalmayan ölümden. o sizin ölüm dediğiniz anlıyanına vuslattır!

Tek bir hesaptan korkarım gönlümce yaşamadığım bir yaşamdanki kimse bu vebalin hesabını veremez anlayanına..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ölümden korkmak mi yok olmakdan korkmak mi ?yoksa çeşit çeşit azabdan korkmak mi ?

Ölüm eylemine nasıl baktığımızla alakalı bu , kimine göre olabildiğince iyi bir insan olarak olmuşken kimine göre hayatını boşa harcamış biri olabiliriz. Oysa kaç defa öldükde geldik buraya kim bilir ?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

insanlar bence ölümden 3 sebeple korkarlar.

 

1-) Ölünce kendisine ne olacağını hiç bilmediğinden

 

2-) Ölme deneyimini hiç yaşamadığı için ki gerçek sebeplerden biri bu.

 

Çünkü beyin sürekli kendisini korumaya çalışır. Güvende olmadığını anladığı şeyi o insana yaşatmayı men eder. Yani insanların hayvanlarda olduğu gibi iradeyi yok eden bir savunma mekanizması vardır. Bu savunma mekanizması irade ile kontrol altına alınabilir ama Allah'a teslimiyet gerektirir. Allah'a teslimiyet herşeyi Allah'tan beklemek değil, Allah'la yakın bir ilişkidir ve bu ilişki oluşması için o iradeyi yok eden savunma mekanizmasını yani nefsi devre dışı bırakıp kontrolü ele almak, iradeli olmak gerekir. Yani tam tersi olgunluk ve sorumluluk gerektirir ve birçok kaygıyı ve yükü de hafifletir. Çünkü bu birnevi Allah ile bir bağ oluşması birleşmedir. Neyse işte, istediğim gibi açıklayamadım.

 

3-) Hiçbir yaratıcıya inanılmadığı için. diğer en önemli sebepde bu.

 

Buda teslimiyetle alakalıdır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ölümden korkmak mi yok olmakdan korkmak mi ?yoksa çeşit çeşit azabdan korkmak mi ?

Ölüm eylemine nasıl baktığımızla alakalı bu , kimine göre olabildiğince iyi bir insan olarak olmuşken kimine göre hayatını boşa harcamış biri olabiliriz. Oysa kaç defa öldükde geldik buraya kim bilir ?

 

vallahi ben yok olacağımıza inanmıyorum. Ruh bir enerjidir ve yok olmaz olamaz, ölümden birzamanlar korkardım şimdilerde pek korkmuyorum sonuçta giydiğimiz geçici elbiseyi birgün terkedip Spatyom da buluşacağız veya x bir yerde. eğer tekamülümüzü adım adım yapıyorsak tabi yoksa enkarne olayı devreye giriyor, Tabi Bu benim seminer notlarımdan bir teori.:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ölümden değil de, yok olmamaktan korkmak... o kadar karışık ki... bu alem yetmiyor bir de öteki alem geliyor... ölü kardeşlerim ne alemdeler diye düşünmemek elde değil... ve de ne kadar şanslılar... hiç olmadılar... olma yolunda ilerlediler fakat olamadılar... peki ya şimdi biz? biz, olanlar ? sonunda "olmayan"a doğru mu ilerliyoruz, yoksa geldik artık bir kere, nasıl ve ne şekilde olursa olsun buradayız ve oradayız artık mı diyoruz...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çok güzel bir yazıydı. İçerdiği hiçbir şeye itirazım yok. Ama... bir aması var işte. Yazıyı yazan ve okuyan kişiler yazarın tanrısız olduğunu göremiyor. Ben de kısa zamana önce böyle bir yazı ile hiç çelişmezdim. Ancak biraz geliştirilmesi, biraz düzeltilmesi gereken çok güzel bir yazı olarak görürdüm onu.

 

Şimdi denklem yanlış. Bu denkleme göre sadece kendi ruhsal gelişimimiz ve buna koşut olan eylemlerimizle ölümümüzden sonraki yaşamımızı belirleyeceğimize inanılıyor. Bu durumda Tanrı ya da İyi veya kötü yardımcı ruhlar hiçbir rol oynamıyor. Oysa ağırlık tam ters tarafta: Benim için ölüm sonrasını belirlemede tek rolü ben oynamadığım gibi başrolü de ben oynamıyorum. Başrolü Tanrı oynuyor ve benim gerçek yaşamımı belirlemede pek çok ruhla girdiğim iletişim de yer alıyor. Yani hem Tanrı hem de başka ruhlarla etkileşimim gerçek yaşamımı belirliyor. Bakın şimdi, eğer değilse, eğer yanılıyorsam bu durumda Tanrı'nın kişiliği, öznelliği olması gerekmezdi -ne de başka ruhların. Bu durumda Tanrı... bir doğa yasaları kitabı olurdu ki ben de sadece bu kitabı iyi çalışıp, kitapta yeralanları iyi uygulamaya çalışan biri olurdum. Ve yalnız biri de olurdum: Çünkü bu dandik dünyevi hayatımda iyi işler de yapsam, iyi işler sayesinde etkileşim gösterdiğim diğer tüm insanlar benim yazgıma görelenmiş nesneler olurdu. Onları çok sevsem de farketmez. Mp3 player ımı da severdim, ama bana haz verdiği için, estetik etkinliğime katkıda bulunduğu için; onu da kendim gibi kişiliği olan bir şey, ruhani bir varlık, dilerseniz birey olarak gördüğüm için değil. Eğer yanılyorsam yazgım için en üsün belirleyici Ahlak alanı olurdu, ne Estetik, ne Metafizik/Teoloji. Tüm insanlar, giderek Tanrı dahil tüm ruhlar da bana, benim Ahlak ve sadece Ahlak alanındaki gelişimime nesne olurdu. Eğer şimdi biri benimle iletişime girmek istiyorsa ben onu örneğin iş, aşk... nesnesi olarak kullanıyorsam gündelik yaşamımda; bu kez de ahlak nesnesi olarak kullanırdım. Örneğin: Para verilecek yoksul, saygılı davranılacak yaşlı, sadakat österilecek bilgi birikimi üstün bir eğitmen... Kim oldukları umurumda bile olmazdı. Ne onlara benzerdim ne de bir benzerlik, hatta ne de küçücük de olsa bir yakınlık kurmaya çalışırdım onlarla. Ben, yalandan yüce ben, bir başıma cennetimi de cehennemi mi de belirleyen benim. İnsanların dinlerden, mitolojik, mistik anlatılardan derin bir biçimde etkilendiğini görüyorum. Bu yüzden tekrar yazıyorum. Sonuç şu olurdu: Ben, yalandan yüce ben, bir başıma cennetimi de cehennemi mi de belirleyen benim. Ve bu bene benzeyenler...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...