Jump to content

Kuzey Amerika Yerlilerinde Şifacılık


nevermore

Önerilen Mesajlar

İlkel kültürler arasında en gelişmiş olarak bilineni hiç şüphesiz Kuzey Amerika Kızılderilileridir. Özellikle şifacılık teknikleri ve ruhsal güçleri her zaman için insanlığın yararına kullanılmıştır.

Karaayak kabilesinin inanışına göre, “Zamanın başlangıcında Napi (Yaşlı Adam) dünyayı ve içindeki her şeyi yarattı. Doğudan batıya seyahat ederken, dünyanın olması için çamur dağıttı. Kuzeyden güneye giderken de kuşları, kara hayvanlarını ve insanları yarattı. Her şeyi yarattıktan sonra ise, bütün yaratılmışlara ruhundan ruh verdi.”

Bir Yüce Varlığa ya da Büyük Ruh'a olan bu inanç Kızılderili kabilelerinin dinsel temelini oluşturmaktadır. Bu ayrıca “Kutsal Kudret” olarak da tasvir ediliyor ki hiçbir şey O'nsuz olamaz. Napi ya da Yaşlı Adam bazen güneş ile ifade edilmiştir. Şeyen kabilesi bütün hayatın “Büyük Sır Dolu Varlık”tan geldiğine inanırken, Siular da Yüce Kudret'e “Büyük Şifacı” demektedir.

İlke basittir: Bütün yaradılış tek bir kaynağa bağlıdır. Bu kaynaktan gelişmiş ve kudretli ruhsal güçler çıkmıştır. Bunlar da Kızılderililerin dünyasını kontrol etmektedir. “Kutsal Kudretler” normal anlayışlarımızın çok ötesindedir. Fakat insanoğlu bunları çağırabilir, toplumun iyiliği ve insanların sağlığı için de kullanabilir.

Her canlı ya da cansız nesne bir varlığa ya da ruha verilmiştir. Bu yüzden hem fiziksel hem de ruhsal boyutta varlıklarını sürdürürler. Her varlık Kutsal Kudretler tarafından gözlenir. Bu kudretlerin ayrı ve farklı sorumlulukları vardır. Ve koruma altına aldıkları insanlar, hayvanlar ve bitkilerle ifade edilirler.

Karga kabilesi bu kudretleri iki sınıfa ayırmıştır. “Yeryüzü Kudretleri”ni Rüzgar, Su, Ateş ve Toprak oluşturmaktadır, ki bunlara bitkiler, kayalar ve yaşayan insan da dahildir. “Ateşsiz Olanları” ise Gökyüzü, Güneş, Ay, Yıldızlar, Hayaletler ve Gök gürültüsü oluşturmaktadır.

Şeyen kabilesine göre bu kudretlerden biri “Yukarıda Dinleyenler”dir. Bunlar güneş tarafından yönetilir ve erilliği temsil eder. Diğeri ise “Aşağıda Dinleyenler”dir. Yeryüzü tarafından yönetilir ve dişiliği temsil eder.

Siuların Büyük Şifacı'sının dört kudreti vardır: Güneş, Gökyüzü, Yeryüzü ve Kaya. Her birinin de bağlı olduğu bir gücü ya da “ruha benzeyeni” vardır. Güneş cesaret, dayanıklılık, cömertlik ve sadakat değerlerini, ayrıca “ruha benzeyeni” ile de insanların hareket ve ihtiraslarını yönetir. Gökyüzü bilgeliğin, şifacılığın ve büyünün ardındaki itici güçtür. Onun “ruha benzeyeni” ise, insanları hayatları boyunca ve ölüm sırasında takip eden bir gölgedir. Yeryüzü, Kaya dışında “Her Şeyin Anası”dır. Onun ruha benzeyeni Rüzgardır. Kaya otoriteyi, sürekliliği temsil eder. Onun ruha benzeyeni ise insanları hayvanlardan ayıran kudrettir.

Bütün Kızılderili kabileleri için rüyalar çok önemlidir. Çünkü Kutsal kudretler aracı varlıklarıyla, hayvanlarla ya da kuşlarla rüyaların içinde konuşur. Bu rüyaları yorumlayabilecek kadar zeki olanlar, özel güçlerle donanmış farz edilirler. Bu nedenle toplum içinde şerefli pozisyonlara sahiptirler.

Bütün kabileyi ilgilendiren konularda şamanlara ya da şifacılara danışılır. Şefler, avlanma veya kampın taşınması zamanlarını onların tavsiyelerine uyarak belirlerler. Hava durumunu etkilemek için ayinler düzenlenir. Ayrıca hastaları tedavi etmek için de bu insanlara başvurulur.

Birçok kabilede geçerli olan inanca göre, hastalıklar kötü ruhların etkisiyle ortaya çıkar. “Canın kaybının” bir sonucudur. Bu durumda şaman astral olarak ruhlar alemine gider ve can'ı hapis eden ruhlardan onu kurtarır. Böylece tedavi gerçekleşir. Fakat can “Ebedi Ölüler Diyarında” ise, hasta ölür.

Shoshone kabilesinin şifacısı Şef Gürleyen Gökgürültüsü’nün, yaraları anında iyileştirdiği öne sürülmektedir. Texas'taki bilim adamları konuyla ilgilenerek araştırmalarına başlamışlardır. Bir defasında bu şamandan, kötü bir kaza geçirip bacağı ağır yaralanan birisini iyileştirmesi istenmişti. Gürleyen Gökgürültüsü ağzını yaraya dayayarak birkaç dakika emmiştir. Daha sonra da hemen dışarı çıkarak yarayı kusmuştur.

Bilim adamları ayağı incelediklerinde yaranın bütün izlerinin ortadan kalktığını görmüşlerdir. Ayaktaki et gayet sağlıklı görünmektedir. Bu fenomen için hiçbir açıklama getirilememiştir.

19 yy.da Güney Carolina eyaletinde valilik yapan John Lawson, bu tür şifacılığa canlı bir örnek sunmaktadır. Olay Seneca kabilesinde geçmektedir. Vali, şifacı şamanı “büyücü” diye adlandırıyor.

“Hasta, bir hasırın üzerinde çırılçıplak yatıyordu. Şifacı sessiz bir şekilde bazı kelimeler mırıldandı. Daha sonra hastanın göbeğini kokladı. Şifa amacıyla çıngıraklı yılan dişinden yapılmış bir çakmaktaşıyla da bazen hastayı korkutuyordu. Yarayı emmeye başladı. Ağzını kan ve irinle doldurduktan sonra bir kaseye tükürüyordu. Daha sonra yine mırıldanmaya başladı. Bu arada pelerinleri kesiyordu. Tam bir vecd haline geçmişti. Dışarıdan bakan birisi onun çıldırmış olduğunu düşünebilirdi. Arada bir hastanın yaralı yerini emip duruyordu. Her yanı ter damlası içinde kalmıştı. O kadar güçten düşmüştü ki bir kelime bile mırıldanamıyordu. Bu süre içinde hasta tam bir işkence altındaydı sanki. Sonunda şifacı işini bitirdi.”

Bu aşamada şifacı, hastanın arkadaşlarına hastanın yaşayacağını veya öleceğini söyler. Ayini bekleyen birisi hastalıklı kanı alır ve toprağa gömer. Gömdüğü yeri ise kendisinden başkası bilmez.

Bazı kabilelerde ayinleri yöneten şaman ile hastalığı tedavi edecek güce sahip olan “doktor” arasında fark vardır. Doktorlar şifa sırasında Kutsal Kudretlere ait ruhsal kuş ve hayvan şeklindeki habercilerden yardım alır.

Sanapia adındaki bir Komançi şifacı kadın, hastalıkları şöyle tanımlıyor: “Sağlıklı bir bedende, bütün organlar arasında bir denge ve sükunet vardır. O dengeyi bozacak bir şey oluşursa, hastalık başlar. Hızlı ve hatalı davranışlar insan bedeni için tehlikelidir. Bedende hatalı bir şekilde hareket eden bir şey bir bölgenin şişmesine sebep olur. Bu şişmiş bölge zehirli bir sıvı üretir. O sıvıyı bedenden atarsanız hastalığı da iyileştirirsiniz. Hastalığın sebebi, olağanüstü bir potansiyele sahip şifacılar tarafından yok edilir.”

19. yy.daki Kızılderili şifacıların en ünlülerinden biri, Haida kabilesindeki Manquilinia'dır. Bu kabile Kanada'nın açıklarındaki Kraliçe Adaları'nda bulunuyordu. Adaları 1816 yılında ziyaret eden bir İngiliz ticaret gemisi bu adamın gerçekleştirdiği inanılmaz tedavi olaylarıyla dönmüştü ülkesine. Manquilinia hem tedavi edebiliyor hem de büyük bir başarıyla teşhis de koyabiliyordu.

Davullar tekdüze bir ritimle çalarken transa geçiyordu. Bu durumdayken, ellerini hasta Kızılderili’nin bedeninde dolaştırıyordu. Hastalıklı bölge olarak tanımladığı noktaya ulaştığında, oradaki eti yoğuruyor ve bastırıyordu. Sonunda elini bedenin içine sokuyor ve kanlı bir “tümörü” dışarı çıkartıyordu.

Hastalıklı nesne alındıktan sonra, Manquilinia görülmeyen güçler tarafından şiddetli bir biçimde yere fırlatılıyordu. Artık hasta ayağa kalkabilir ve tamamen iyileşmiş bir halde dışarı çıkabilirdi. Bu olay, günümüzde Filipinler ve Brezilya'daki şifacıların yaptığı “psişik ameliyatlar”ın ilk örneklerindendir.

Ruhsal obsesyon tedavisine ait çok çarpıcı bir örnek de Teğmen Harold Waite tarafından nakledilmiştir. Bu subay, altı gemi mürettebatı ile birlikte bir “şeytan çıkarma” ayinine katılmıştır.

Burada şaman yine transa geçmiş ve davulların ritmine uygun olarak yavaşça mırıldanmaya başlamıştır. Çok uzun bir aradan sonra obsesyona uğramış olan Kızılderili ayağa kalkmış ve şiddetli bir şekilde sarsılmaya başlamıştır.

Waite ve mürettebatının öne sürdüklerine göre, Kızılderili'nin sırtına yapışmış gri bir şekli hepsi görmüşler. Çadırın çevresinde hırıltılar ve gırtlaktan gelircesine gürültüler duyulmuş. Birkaç küçük obje de etrafta uçuşmuş. Böylece “şeytan çıkarma” işlemi başarıyla tamamlanmış. Waite'in bizzat kendi gözleriyle tanık olduğu bu olayda, son derece acayip olan bu gri şekil dağılmış ve çığlık dolu seslerle kaybolmuş. Beş saat süren bu işlem sırasında Manquilinia son derece yorulmuş.

Kuzey Amerika'da beyaz adamın ortaya çıkışı şamanların gücünün ve şifacılık alanındaki güvenilirliklerinin azalmasını müjdeliyordu. Fakat bunda, beyaz adamın Tanrısının herhangi bir rolü yoktu. Bu topraklara yeni yerleşenler Avrupa'dan yeni hastalık çeşitleri getirmişlerdi. Kızılderililer bu çeşitleri hiç tanımadıklarından dolayı, onlara karşı herhangi bir direnç de geliştirmemişlerdi. Çiçek, kızamık, grip ve frengi onların ölüm çanlarını çalıyordu, 1890'a kadar binlerce insan öldü. Bazen bütün bir kabile yok oluyordu.

Şamanların gücü yeni hastalıkları tedavi edecek kadar fazla değildi. Önerilebilen tek koruma yöntemi, beyaz doktorlar tarafından üretilen aşılardı. Birbiri ardından gelen Kızılderili nesli ancak Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, hatta 1930'larda daha büyük bir bağışıklık kazandı. Elbette beyaz adamın “ilaçlarının” sayesinde... Ve kabilelerin nüfusları bir defa daha artmaya başladı.

 

Joyce Cooper

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...