Jump to content

Cinler Bu Tarafta Ne Yapar?


faust

Önerilen Mesajlar

Cinler bizim alemimize nasıl geçebiliyorlar? Bu aleme geçen bir cin ne kadar kalabilir?

Cinlerin metafizik alemden şehadet yani görünen, fiziki aleme geçişinde çeşitli sebepler vardır. Ya bizim alemimizde manyetik bir hadise vuku bulur, ya iki alem arasında bir menfez, koridor meydana gelir ya da medyum özelliğine sahip bir kişi, bilerek veya bilmeyerek bünyesi gereği buna vesile olur. Yoksa hiçbir cin kendi aleminin hudutları dışına kendi iradesiyle çıkamaz.

 

Aynı dünyada olmamıza rağmen boyut farklılığı bir hakikattir. Cinler, canları istediği zaman metafizik alemden, fizik aleme geçemezler.

 

Cinler, kendi alemlerinden, şehadet alemine geçtiği zaman, rasgele kişilere musallat olamıyor, herkese tesir edemiyor. Ancak, doğuştan medyumluk özelliği olan insanlarla muhatap olabilir veya bünyesinde bir menfez, bir açık, bir rahatsızlık bulunan kişilere musallat olurlar. Bu kişiler de genellikle içine kapanık, korkak, çekingen, psikolojik olarak dengesiz, şizofreni ve beyin yönünden bir rahatsızlığı olan kişilerdir.

 

Cinler kendi alemlerinden şehadet alemine devamlı kalmak üzere geçemez. Muhakkak belli bir zaman sonra geri dönmek zorundadır. Nasıl ki, komaya giren bir insanın belli bir zaman sonra uyandırılması gerekiyorsa, suya giren bir insan belli bir müddet sonra sudan çıkmak zorundaysa, cin de bir vakit sonra kendi alemine dönmek zorundadır. Tek imkanı vardır o da, ya medyumluk özelliğe sahip manyetik enerjili bir insan bulmak ve onunla muhatap olup enerjisinden istifade etmek, ya onun içine girip bir müddet vaziyeti idare etmek, ya zayıf ve hasta bünyelerden enerji hırsızlığı yapmak ya da herhangi bir sinek, böcek vs. hayvanın içine girip zaman kazanmaktır.

 

Asr-ı saadetten bir hadise bize bu konuda ışık tutmaktadır. Hz. Ayşe (r.a.) validemiz bir gece cinler tarafından yatağından kaldırılarak yüksek bir mahkemenin huzuruna getirilir. Hz. Ayşe validemiz sebebini sorunca: Sen cinlerden bir Müslüman katlettin. Bunun mahkemesi yapılacak, denildi. O da: ‘Ben nerede bir cin öldürdüm?’ dediğinde ona cevap verildi:

Sen Kur’an-ı Kerim okurken, bizim Müslüman cin kardeşlerimizden birisi bir yılanın içine girerek seni dinlemeye geldi. Siz hanenizde o yılanı görünce öldürdünüz. Dolayısıyla içinde bulunan kardeşimiz de öldü. Bunun hesabı görülecek.

 

Hadisenin sonunda barış ve anlaşma yapıldı. Olay tatlıya bağlandı. Zaten rivayetlerden bize gelen, evde her hangi bir haşarat, muzır mahluk görürseniz yılan, çıyan, böcek vs. bunları hemen telef etmeyin. Zararları yoksa ilişmeyiniz, denilmiştir.

 

zafer dergisi

--------------------

--------------------------------------------------------------------------------

Evokasyon

Bedensizlerin obsede edilmesi konusunda kullanılan diğer bir obje de genel adı ile invokatif ve evokatif spiritlerdir. Bunlar kendiliğinden var olup, insandan ayrı bir tekâmül zincirine ait değişik yaratılıştaki varlıklardır. Majik terminolojide bu tür varlıklara "spirit" denilmesinin sebebi, insan ruhundan farklı ve aynı zamanda insan gibi yaratılmış olduklarını belirlemek içindir. Spiritüalizmde geçen spirit deyimi ile ilgisi yoktur.

 

Majinin pratik kısmında metafiziğe yer olmadığı için, bu varlıkları kimin ve ne zaman, nasıl yarattığı dikkate alınmaz. Daha doğrusu, bu konunun ancak çok ileri bir seviyede ele alınabileceği kabul edildiğinden, pratik çalışmalarda atâlete ve karışıklığa yol açmaması için boş yere düşünülmesi gereksizdir.

 

Spiritler, irtibat kuruluşlarına göre genel olarak ikiye ayrılırlar. Bir kısmı, insanın sahip olmadığı bazı güçleri barındırdıkları halde, bunları kendi iradeleri ile kullanabilecek seviyede değildirler. Konunun karmaşık olması sebebiyle, kısaca bu tür varlıkların uygun şartlar altında açığa çıkabilen bir güce sahip olduklarını belirtmekle yetineceğiz. Zira, bu varlıklarda, yaratılışları gereği hürriyet, tekâmül ve uygulama biçimi oldukça değişiktir. Bunların özelliklerini yalnız irtibat kurulduğunda gösterdikleri reaksiyon ile tesbit etmek mümkün olduğu için, majisyen bile asıl yaratılış özelliklerini kesinlikle bilemez.

 

Bu tür spiritlerle irtibat kurma biçimine genel olarak evokasyon denir. Evokasyon metodları, majisyenin inisiyasyon kanalına göre, yani eğitiliş biçimine göre değişiklik gösterir. Ama, temelde kural aynıdır. Meselâ, doğu tradisyonunda içe yönelik bir metod olan "kundalini" sistemi uygulanırken, batı tradisyonunda dış sembolizme yönelik "ritüel" sistemi ve buna bağlı dramatik uyarma metodu genelleşmiştir. Her metod için temel kural, irtibat kurulacak spiritin tesir alanına sempatize olabilmektir.

 

Bu varlıklarla insan arasında ortak bir özellik bulunmadığı için, araya bazı vasıtalar sokularak irtibat kurulur. Bu vasıtalar, belirli bir program içinde ardarda düzenli olarak kullanılan mantralar, uyarıcı kokular, renkler, geometrik şekiller, duruş biçimleri, çağırı kelimeleri ve benzeri şeylerdir. Programın zamanlaması gökyüzündeki planetlerin durumlarına göre belirlenir.

 

Evokasyon'un dilimize yerleşmiş bir karşılığı "celbetme"dir. Genellikle İslamî kaynaklı literatürde "cin taifesinin celbi" diye bir terim geçer ki bu, evokasyonun bir çeşidi sayılır. "Cinler" veya "iblisler" diye değişik isimler altında sıralanan varlıklar evokatif spiritlerin bazılarıdır. Bunlar, kendi aralarında hiyerarşik bir düzene sahiptirler. Üst düzeyde bir spiritin evokasyonu ile, onun idaresinde veya tesir alanında bulunan düşük kapasiteli diğer spiritler üzerinde obsessif bir tesir yaratmak mümkün olur.

 

Bu varlıkların genel özelliği, kendi bütünlüklerini korumaya yöneliktir. Kullanılacaklarını farkettikleri an, hakimiyet kurmak isteyen majisyene karşı saldırgan olurlar. Bu sebeple bir sürü karşı korunma tedbiri alınması gerekir. Eğer operasyon eksiksiz tamamlanırsa, celbedilen varlık istenilen biçimde obsede edilerek bünyesindeki gücün kullanılmasına imkan verir.

 

Her spirit, kendi özelliğine göre belirli bir alanda majisyenin işine yarar. Mesela, arkeolojik bir kazıda bulunan ve deşifre edilemiyen eski bir dile ait yazıyı çözmek gerekirse, bu işe uygun bir spiritin evokasyonu ile o yazıyı deşifre etmek mümkündür. Bu işlemde o medeniyete ait, veya o devrin majisyenleri tarafından kullanılmış bir spiriti bularak yazıyı okuması sağlanır Diğer bir örnek olarak, tarihte adı sık geçen peygamber kral Süleyman'ın (Şalomon) bu varlıkları kullanarak bazı imkansız gibi gözüken işleri yaptırdığını anlatan efsaneyi hatırlatmak yerinde olacaktır.

 

Esasen, bu spiritler ile hemen hemen her alanda çalışılabilir. En gelişmiş fizik araştırmalarını bile, bir laboratuar olmaksızın bu varlıklar sayesinde ilerletmek mümkündür. Ancak, irtibatta kullanılan terminolojinin günümüzdeki teknik terimlere uyarlanması ayrı bir işlemi gerektirecektir.

 

Bu noktada, sanırım ki okuyucu iyiden iyiye şüpheye düşecek ve "bu kadarı da olmaz" diyecektir. Şimdi olayı bir de alışılmış açıdan inceleyelim: Bugün sibernetik ve buna bağlı bir teknoloji harikası sayılan kompüter kullanımı imkanı doğmuştur. Eğer bu gelişmeyi yüz yıl önce anlatacak olsaydınız, dinleyenler belki sizin kadar bile anlayışla karşılamazdı söylediklerinizi. Spiritlerin kullanımı da pek farklı sayılmaz. Yeter ki yeterli teknik bilgiye ve en önemlisi ruhsal gelişmeye sahip olalım. Zira, maji alanında çalışan birisi için başarılı olmak yalnız teknik bilgiye bağlı değildir. Daha başka neyin gerekli olduğunu da işin içine girdikten sonra anlamak mümkün olur. Biz şimdilik buna yuvarlak bir lâfla "ruhsal gelişme" deyip geçiyoruz.

 

Spiritlerin, kullanıldıkları zaman karşısındaki majisyene yönelik saldırgan bir tavır aldıklarını belirtmiştim. Bu her spiritin genel tavrıdır. Çünkü evokasyon ile kendi seyrinden çıkarılarak bir işe zorlanacağını anlar. Ama, tabiaten yapısı zorlanmaya ve kullanılmaya müsaittir. Yani obsesyona açıktır. Saldırgan tavrını yok etmek için belirli sindirme ve nötralize etme metodları uygulanır.

 

Bazıları ise bizzat kendi bünyesinde yıkıcı ve bozucu bir gücü taşır. Evokasyon ile bu varlık çağırıldığında, bünyesinde saklı bulunan yıkıcı gücü kullanmak mümkündür. Bu sayede başka insanlara veya bir topluluğa büyük çapta zarar verilebilir. Bu tür spiritlerde diğerlerine oranla değişik bir tesir alanı vardır. Kullanan majisyen üzerinde yoğunlaşan ve çevresinde biriken ağır bir astral pislik salarlar. Belki bu terim yerinde olmayabilir, ama hassas bir süje vasıtasıyla çürümeye benzer bir protein çözülmesinin çıkardığı koku biçiminde algılandığı için "pislik" terimi kullanılmaktadır. Bu astral salgı majisyene doğrudan bir zarar veremez, çünkü korunma tedbirleri vardır. Fakat, zamanla adeta üreyerek birikir. Uygun bir hale gelince de, majisyenin düşünceleri ile kendiliğinden beslenerek "kaçak bir artifikal elemental" biçimine girer. Hangi düşünce ile beslenmişse, o doğrultuda majisyen üzerinde yapışık bir parazit gibi yıkıcı etkisini sürdürür.

 

Aslında, bütün spiritlerde bu tür bir astral salgı vardır. Ancak, barındırdıkları gücün bir tür deşarjı olduğu için, her astral salgı bulaştığı majisyende değişik bir tür parazit elementalin gelişmesine yol açar. Meselâ, bilimsel araştırmada kullanılan bir spiritin astral salgısı bulaştığında ortaya çıkan kaçak elementalin etkisi, majisyende kontrol edilemiyen bir araştırma tutkusu ve buna bağlı fantastik yorumlarla, zihinsel bir karmaşa içine girmesi şeklinde olabilir. Spiritler obsede edilmedikçe bu astral salgı olmaz. Yani, yalnız gözlem gayesi ile bir spiritin evokasyonunda böyle bir latent tesir birikimi olmayacaktır. Astral salgıdan kurtulmak ise oldukça zordur. Çünkü, düşünce üretimi durmadığı için aradaki bağı koparmak gittikçe imkansız bir hâl alır. Bu durumda, kaçak elementalin gelişimini tamamlaması beklenir ve sonunda değişik bir çalışma ile bu varlığın kendi kendisini parçalamasına yol açacak bir düşünce yayını yapılarak ilişki koparılır. Bu ise, majisyenin sistemli olarak kendi değer yargılarında bir değişim yaratmasıyla ancak mümkündür.

 

İnvokasyon

İnvokasyon metodu ile irtibat kurulabilen spiritler, her bakımdan insandan üstün niteliklere ve güçlere sahip varlıklardır ve değişik bir şuur kapasitesi gösterdikleri için obsede edilemezler. Zaten bu yüzden, onlarla ancak invokasyon metodu ile irtibat kurmak mümkündür.

 

Bu varlıkları tanımlamak için majik literatürde tanrılar anlamına gelen "Elohim" veya başka dilde benzeri bir genel terim kullanılır. Dinlerin sözünü ettiği tanrı deyimi ile karıştırmamak gerekir. Yani, kesinlikle "Allah" veya "Yehova" gibi isimlerle belirtilen ve tek tanrılı dinlerin vazettiği, kutsal metinlerde "O" diye anılanla irtibat kurmak söz konusu değildir. Fakat, bir çağrışım yapması bakımından, yine aynı metinlerde geçen "Biz" ifadesini kullanan varlıkların ancak belirli bir seviyeye kadar olanlarını invokasyona icabet eden olarak düşünebiliriz.

 

İnvokasyonun İslamî literatürde karşılığı "davet"tir. Davet deyiminden de anlaşılacağı üzere, bu varlıklar dua ile irtibata uygundurlar. Şimdi burada "dua metodu"nu majik açıdan incelememiz gerekiyor: Genel olarak dua, bir yakarışın ifadesidir. Yüce ve insana olumlu tesir gönderebileceği düşünülen bir varlığın himayesine ve yol göstericiliğine inanarak dilekte bulunmaktır.

 

İnsanların duaları, liyâkatleri ile orantılı bir biçimde üst seviyeden bazı tesirlerin akışını sağlar. Bu tanıma, "beddua" denilen ve isabet ettiğinde kötü etkisi olan tesirlerin iletimini sağlayan yakarışı da dahil etmeliyiz. Böylece, dua vasıtası ile "yukarıdan" gelen tesirlerin etki bakımından kimine göre "iyi", kimine göre de "kötü" olması mümkündür.

 

Normal olarak bir insan dua ettiğinde, filanca arzusunun olması için "yüce tanrı"ya yalvarmaktadır. Bu sırada, içinde yetiştiği toplumun örf ve adetlerine göre şartlandığı biçimde bazı davranışlarda bulunur veya bir takım sözleri tekrarlar. Diyelim ki, müslüman inanışına göre yetişmiş olsun. Bu durumda, belki iki rekât namaz kılacaktır. Ardından filanca sûreyi ve bazı Kur'ân âyetlerini tekrarlayacaktır. Sonra da asıl isteğini beyan edecektir.

 

Afrika'da bulunan ve putperest denilen bir Hotantu zencisi de aynı doğrultudan gider. Skandinavya'daki Laponlardan çıkmış bir balıkçı da. Burada din, bir eğitiliş biçimidir. Duanın etkisi üzerinde din, doğrudan bir önem taşımaz. Ama, eğitiliş açısından önemli olduğu için, her insan mensubu olduğu dinin terimlerine göre dua etmeye meyyaldir ve ancak bu alıştığı biçimi kullanırsa başarılı olacağına şartlanmıştır. Bu sebeple, insan hangi değerlere inanıyorsa, o değerlerden yola çıkarak dua ettiğinde gerekli sempatizasyon alanını yaratabilmektedir.

 

Majisyenin ise herhangi bir dine bağlılığı yoktur. Fakat, dinlerin ötesinde bir anlayışa sahip olması gerekmektedir. Majisyen için her din ve prensipleri vardır, gerçektir. Ama, kendisi bütün dinlerin kaynağı olan temel prensipleri tanımaktadır. Bir bakıma, dinin ardındaki mekanizmayı tanımış olmalıdır. Ancak bu sayede, herhangi bir dinin mensubu tanrısına dua ederken, onun hangi varlığa ve ne gibi değerleri dikkate alarak yakarışta bulunduğunu majisyen bilebilir.

 

Bu arada bir özelliği de belirtmek yerinde olur: Majisyen sıfatına erişememiş sıradan büyücüler, ister kara isterse ak büyü yapsınlar, aslında kendi ölçülerine göre "dindar" insanlardır. Meselâ, eşleri soğutma, baş bağlama, hasta etme, şifa verme gibi tesirler yaratmaya çalışan ve kendilerine "hoca" dedirten bazı kişiler, müslüman olduklarını iddia ederken, aynı zamanda İslam tradisyonuna bağlı kalarak büyücülük yapmaktadırlar. İslamiyet, esasen inananlara büyücülüğü kesinlikle yasaklamış ve bâtıl kılmıştır. Ama, efsuncu denilen hocaların yaptığı iş, teknik olarak ilkel seviyeden büyü ile uğraşmaktır. Fakat, bu insanların aynı zamanda namaz kılmak, oruç tutmak gibi dini akîdelere belki herkesten daha çok bağlı olduklarını da görmekteyiz.

 

Diğer dinlere bağlı olanlarda da durum aynıdır. Bazı Hıristiyan papazları veya bazı Musevî hahamlar hem kendi dinlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar, veya görünüşte biçimsel olarak öyledirler, hem de büyücülükle uğraşırlar. Dinî bir görevi olmayan büyücüler de dine biçimsel bağımlılık konusunda aynı duyarlılığı göstermektedirler. Bu "dindar" görünümün ardında, bilinmeyen âleme duyulan korku yatmaktadır. İşte bu sayede, gerçek bir majisyen bu gibi büyücülerin yaptıkları işleri tesirsiz hale getirmek için, onların şuuraltında gizli duran korku imajlarını harekete geçirir ve kurdukları tuzaklara kendilerinin düşmelerini sağlar. Zira, bu gibi ilkel seviyedeki insanlarda, din anlayışı korku teması üzerine kurulmuştur.

 

Maji sanatında ise her an uyanık olmak, tetikte durmak şarttır. Ama, korku her şeyi berbat eder. Mistiklerde korku tehlikesi, kendini bütünüyle Tanrı'nın eline bırakma duygusuyla giderilmeye çalışılır. Majisyen ise, koruyucu bir mekanizmanın var olduğunu ve hangi şartlar yerine getirilirse bu mekanizmanın çalışacağını deneyerek bulmak zorundadır. Bunun için deneysel olarak korku çalışmaları yapılır. Her seferinde korku yaratan alanın niteliği ve şiddeti artırılarak nasıl nötralize edileceği öğrenilir. Bunların çoğu, astral planda önceden belirlenmiş korku girdaplarına girmek gibi oldukça ürkütücü bir etkisi olan egzersizlerden ibarettir.

 

Bu çalışmaların bir amacı da, majisyenin kendi şuuraltında gizli duran karanlık bölgeleri tanımasını sağlamaktır. Bir kısmı deney esnasında aydınlanarak açığa çıkarılır. Bir kısmı ise tanınması ile kontrol altında tutulur. Bu eğitime bazı modern okültistler "astral bölgede komando kampı kurmak" derler. Fakat, gaye çelik gibi olmak değildir. Gaye; şartlar ne olursa olsun her an kendi bütünlüğünün bozulmasını, dağılmayı önleyecek ölçüde esneklik yaratabilme yeteneğini kazanmaktır.

 

Bu esneklik sağlandığında, ortaya adeta fantastik bir yapı çıkmaktadır. "Beni artık hiçbir şey korkutamaz!" zihniyeti yoktur. Aksine, "her şey her an korkutucu olabilir, ama korkulacak bir şey yoktur" kavramı yerleşir. Korku deneyleri değer yargılarında da öylesine bir esneklik yaratmaktadır ki, dışarıdan bir gözlemci majisyenin neye inanıp neye inanmadığını bir türlü kavrayamaz. Çünkü, ortamın şartlarına göre devamlı değişkenlik gösteren bir değer yargısı sistemi oluşmuştur. Bu bakımdan Tarot'un ana dizisindeki temel kartın sembolü olan "çılgın adam" veya "budala" rolünü oynayan kişilik, majisyende ortaya çıkar.

 

Bu özelliği, kavranılmasındaki zorluk bakımından daha fazla açmak islemiyorum. Yalnız, değer kavramlarındaki değişkenliği tanıtabilmek için, bu deneyler sonunda kazanılmış bir formülü aktarmak yeterli olabilir: "Hatırla dostum. Bütün bunlar, yanılsamalar içinde bir yanılsamadan ibaret. Öyle ki, sen de bu yanılsamanın içine izi düşürülen bir yansımadan ibaretsin. Şimdi, kudretin seni etkisi altına almasına fırsat vermediğin takdirde, bu yanılsamayı biçimlendirecek kudret, senin etkin altında demektir."

 

Şimdi, tekrar dua konusuna dönelim: İnvokasyon metodunda dua veya davet daha belirgin bir biçimde yapılır. İnsanların "Yüce Tanrı" diye tanımladıkları ve genel olarak her türlü üstünlüğü onun niteliği olarak belirttikleri kavram, aslında insanın idrak kapasitesindeki ilkellikten kaynaklanan bir zorunluluk sonucu ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, her duada bu "Yüce Tanrı" ya yönelirken, bağlı olduğu dinin değerlerine göre bazı kavramları da çağrışım yolu ile insan, kendi zihnine getirmek zorundadır. Eğer dua ederken dikkat edilirse, bu alışkanlığı her insanın benimsediği görülür.

 

Fakat, bu çağrışımlarda belirli bir sistem yoktur. Sebebi de özellikle tektanrılı dinlerde bütün kudretlerin tek bir varlıkta toplandığı prensibinin - mecburiyetten dolayı - vazedilmiş olmasıdır. Meselâ, İslam inancına göre Allah hem çok koruyucu hem de son derece yıkıcıdır (Rahîm ve Kahhâr); hem affedicidir hem de intikam alıcıdır (Gafûr ve Müntekîm). Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Musevîlikte de aynı tanıtım vardır. Halbuki, bu her biri farklı nitelikler, değişik titreşim alanlarına ait isimlerdir. Zıp-zıp taşı gibi bir alandan diğerine aynı anda yönelerek bir insanın dua etmesi ise bir netice vermez. Aksine enerji kaybına yol açar.

 

Bu sebeple, her dinde "batınî" denilen ve aslında maji biliminden kopya edilmiş bir sistemin kurulmasına çalışılmıştır. Ancak, bu yakıştırma sistemin, din prensipleri içinde sıkışıp kalan bir insan tarafından kavranması çok zordur. Nitekim, işte bu yüzden herkese açık olmayan "gizli bir bilgi" biçiminde tanıtılması gerekmiştir.

 

Doğrudan maji ile uğraşan bir kişi için böyle bir sıkışıklık yoktur. Majisyen için, sonsuz değerler ve tanımlanması mümkün olmayan bir "O" vardır. Ama, bunun yanı sıra, içinde bulunduğu ortamda geçerli olan güçlerin tesir özelliğine göre belirli isimler veya "tanrılar" terimi ile nitelendirilen bir de hiyerarşik düzen vardır. Maji'nin içine girmemiş birisi için bu sistem sanki çoktanrılı bir din gibi gelecektir. Aslında ise, çeşitli güçlere verilen isimler ve bunların işleyiş biçimine göre nasıl kullanılacağını gösteren metodlar vardır.

 

Bunun en tipik örneğini Eski Mısır Tradisyonu'nda görürüz. Yüzlerce "tanrı" ismi vardır. Bunların her biri için değişik bir imaj sembolü ve davet ediliş biçimi ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Konuyu bilmeyen bir araştırıcı için Eski Mısır "dini" çoktanrılı bir dindir. Kuşkusuz, o devrin halkı için de aynı anlayış geçerliydi. Ama, maji sanatını uygulayan Mısır rahipleri, ne yaptıklarını bilen majisyenlerdi.

 

Bugün, İslam dini tektanrılıdır. Ama, o tek tanrı için birçok "isim" ve bunlara bağlı tanıtımlar vardır. Konuyu bilen bir kişi, Eski Mısır "dini" ile tektanrılı bir dinin öğrettiği sistem arasında önemli benzerlikler olduğunu anlayacaktır. Zira, Eski Mısır'a ait kutsal metinlerde de, isme gerek olmaksızın ve her "tanrı"nın üstünde sonsuz güce sahip bir "O" kavramının varlığından söz edilir. Babil tradisyonunda da bu böyledir. Hind'de de. Ancak, bu açıklamaya fazla gerek duyulmamış ve ikide bir tekrarlanmamıştır. Çünkü, tradisyona bağlı rahipler maji ile uğraşmaktadır. Esas konuları budur, metafizik yapmak değil.

 

Bu rahipler tapınmazlar. Ama, halktan birisinin tapınmaya ihtiyacı vardır. "Tanrı"lara tapınmak, işte böyle ortaya çıkmıştır. Nitekim, bazı yerlerde tradisyona bağlı elemanlar azalmış ve rahip sınıfı da halktan biri gibi konuyu anlamayan kişilerden oluşmaya başlamıştır. Bu gibi ortamlarda da, vahiy ve peygamber mekanizması kullanılarak, insanlara tektanrılı sistemi vazeden dinlerin ortaya çıkması gereği zorunlu olmuştur. Kutsal metinlerde geçen "benim öğrettiklerimi" veya "bizim onlara verdiklerimizi yalan yanlış uydurmalara çevirdiler, insanları doğru yoldan uzaklaştırdılar" biçimindeki açıklamalar, bu bozuluşun tanımlanmasıdır. Bu sapkınlık biçimine dönüşen eski inançların ortadan kaldırılması prensibine son derece önem verilmesi de bu yüzdendir.

 

İnvokasyon metodunda, herhangi bir gücün uyarılması ve uyaran majisyende kullanılır hale gelebilmesi için bazı vasıtalara gerek duyulur. Bunlar değişik türden kokular, renkler, isimler, şekiller, tekrarlanan sözler ve duruşlar gibi çeşitli vasıtalardır. Konunun dışında olan birisi bu çalışma seyrini izlediğinde, majisyenin bir çeşit ibadette bulunduğunu ve "tanrı" dediği anlaşılmayan varlığa tapındığını zannedecektir.

 

Daima aynı yerde çalışma yapılması gereği, daha sonra bir "mabet" veya "tapınak" kavramının doğmasına yol açmıştır. Aslında, çalışma yerinin kutsanması ve orada yalnız bu işin yapılması, belirli tesirlere açık olabilmek için parazit tesirlerden arınmış bir yer seçilmesi zorunluluğundan kaynaklanır. Tapınma diye bir çalışma metodu yoktur. Birtakım beden hareketleri, kullanılan giysiler ve benzeri ayrıntı, majisyenin gerekli uyarımı sağlayabilmesine yarar. Bunlar da daha sonra, "atalarımız böyle yapardı" alışkanlığına bağlı sebebi bilinmeyen tapınma biçimlerine dönüşmüştür. Meselâ, Hıristiyanlığın doğuş zamanında hiç görülmeyen ritüellerin zamanla katolisizm bünyesine alınışı ve pagan bir inanışa bağlı olduğu bilindiği halde vazgeçilmez bir unsur olarak kalışı bunun tipik bir göstergesidir. En eskisi olması bakımından Musevîlik'te zaten başından beri Elohist ritüeller vardı. Her dinde böyle bir örnek bulmak mümkündür.

 

Asıl önemlisi, daha sonraki insanlara "dua" diye kalan ve anlamı bilinmez bazı sözlerin tekrarı, aslında majisyenin kullandığı formüllerdir. Bütün bu vasıtalar belirli bir prosedüre göre kullanıldığında, davet edilen "tanrı" ile irtibat kurulur ve majisyen o varlıktan akan tesirlerle dolar.

 

Bütün bu vasıtalara gerek duyulması, majisyenin çalışma sonucunda yükleneceği enerjiye uygun bir kapasiteye erişmesini sağlamak içindir. Bu çalışmanın ritüel bölümü, genel olarak davet edilen güce tahammül edebilmek için bir şartlanmadan ibarettir. Majisyenin kapasitesi ne denli az ise, kullanacağı vasıtalar ve çalışmasının ritüel bölümü de o denli uzun ve karmaşık olacaktır. Bazı durumlarda günlerce süren açlık ve uykusuzluk, inzivaya çekilme, saatler boyunca durmadan tekrarlanan sözler, dans benzeri ritmik hareketlerin sürdürülmesi, yine bazen içilen veya dumanı çekilen droglar hep bu kapasiteyi arttırmaya yöneliktir.

 

Majisyen bu gerçeğin farkında değilse, başına her türlü musibet gelebilir. Çünkü, kullandığı sistemin bir sonucu olarak, o davet edilen varlığa - güce, enerjiye - uygun toplayıcı bir çanak haline dönüşmektedir. Kontrolünü kaybederse, benzeri nitelikte fakat evokatif türden bir spiritin (daha önce açıklandı) balıklama dalış yapacağı bir ortam yaratmış olur. Yani, obsesyona uğrar. Bu durum ise oldukça belâlı sonuçlar verir.

 

 

Logged

 

 

 

darkmoon

Ziyaretçi

Ynt: Maji ve Obsesyon

« Yanıtla #2 : 10 Temmuz 06, 10:13 »

 

--------------------------------------------------------------------------------

Posesyon

İnvokasyon metodu ile bir "tanrı"nın majisyene gücünü şarj etmesi haline "posesyon" denilmektedir. Şarjın başlangıcında, majisyenin içinde bulunduğu durum bir bakıma vecd hali veya ekstazi denilen durum gibidir. Fakat, mistik deneylerde görülen kendinden geçme ve daha sonra ne olduğunu bir türlü anlatamamak gibi sürekli pasif bir durum değildir bu.

 

İnvoke (davet) edilen varlığın aktaracağı güce göre şarj olayının seyri değişiklik arzedebilir. Ama, genellikle şöyle bir aşamadan geçilmektedir: Bedende sinir sisteminin en yoğun olduğu omurilik ve küçük beyin bölgesinde önce tuhaf bir karıncalanma başlar. Bazen, solar pleksus'da küçük enerji patlamaları hissedilir. Bu yüzden geçici hıçkırık veya geğirme gibi diafragmik konvulsiyonlar olabilir. Omuz ve sırt kaslarında sertleşme olabilir. Pelvis kasları gerilir. Daha sonra küçükbeyin altına doğru ani ve sert bir darbe indirilmiş gibi sersemletici bir duygu oluşabilir.

 

Bazen, bu son durum aniden değil de yavaş yavaş artan bir şiddette oluşmaktadır. Ardından, boyun kaslarındaki kasılma ile beyne giden oksijen miktarında azalma olur. Görme duyarlılığı bir an için azalır. Bazı durumlarda erkekte ereksiyon, kadında ise vajinal kasılmalar görülebilir. Bedende terleme birden artar, adrenalin salgısı çoğalır. Asetilkolin konsantrasyonu artar. (Mediko-fizyolojik değişikliklere burada daha fazla değinmeye gerek olmadığından geçiyorum.)

 

Psikolojik değişimler daha önemlidir. Göz baktığı eşyayı görmez. Sinirsel iletim bloke edilmiştir. Peşpeşe patlayan flaş gibi göz kamaştırıcı aydınlanmalar olur. Halüzinatif safhaya geçilir. Aslında, astral bedenin duyarlılığı artmıştır. İşitme organına bağlı olarak şiddetli bir uğultu, vızıltı, veya çınlama başlar. Parlak görüntüler, belirli bir ritme uyarak işitilen sesle birlikte, nabız atışı gibi bütün benliği sarar. Daha sonra, görüntüler biçim kazanmaya ve çınlamalar da sözcüklere dönüşmeye başlar.

 

Bu aşamada, majisyen fizik ortamla ilişkisini kaybetmiş ve bütün konsantrasyonu astral ortama yönelmiştir. Burada bir an gelir ki, sanki patlayacakmışcasına kendisini bir enerjiyle dolmuş olarak hisseder. O an düşüncelerinin akışına göre çevresindeki ışımayı, sesleri ve şekilleri yönlendirecek gücü içinde hisseder. Bu durum, posesyonun birinci aşamasının tamamlandığına işarettir. İç dengesini sağladıktan sonra, daha önceden yapmayı planladığı işe yönelir.

 

Burada dikkat edilecek husus, operasyona girmeden önce planlanan işin o aşamaya gelindiğinde değer değişikliğine uğrayıp uğramamasıdır. Çünkü, yüklenen enerji sayesinde idrak kapasitesi çok artmaktadır. Öyle bir anlayış olabilir ki, majisyen yapmayı planladığı işi o anda yeniden ve çok daha mükemmel bir biçimde tekrar gözden geçirebilir ve kusursuz olarak tamamlayabilir. Veya, eğer yıkıcı bir faaliyette bulunacak ise, ansızın durumun daha ilerde kendi aleyhine bazı problemler yaratacağını idrak ederek olayı tersine çevirip yapıcı bir tesir yaratma yoluna gidebilir. Posesyonun en verimli ve en güzel yanı da budur.

 

Operasyonu bitirip tekrar eski haline döndüğünde, bu değer değişikliği üzerinde dikkatle durması, tekâmülü açısından oldukça faydalı bir ilerleme sağlayacaktır. Posesyon hali genellikle bir-iki saniye ile birkaç gün arasında değişebilen bir süre devam edebilir. Ortalama olarak dört saati geçen posesyon hali daha sonra geçici olarak bedende yorgunluk ve zihinde atâlet yaratmaktadır. Ama, elbette ki bu majisyenin kapasitesine bağlı bir durumdur.

 

Posesyon esnasında, yapılabilecek işlerin sınırını çizmek zordur. Eğer operasyon başarılı olur ve istenilen güç kaynağı ile irtibat kurulabilirse, artık bundan sonrası büyük ölçüde majisyenin iradesine bağlı bir durumdur. Dış müdahale, genellikle yok denecek kadar azdır. Yani, majisyenin serbestiyeti olağanüstü genişlemiş bir düzeye ulaşmıştır. İşin asıl zor tarafı, posesyon halini gerçekleştirmek ve bunu yeterince devam ettirebilmektir.

 

Daha önce de belirttiğim gibi, posesyon sayesinde majisyenin bütün güçleri yetenekleri, idraki, şuuru adeta bir büyütecin arkasına geçmişcesine büyümektedir. Ayrıca, kendisinde bulunmadığını zannettiği, ama aslında küçük bir nüve halinde gizli olarak bulunan özellikleri de bu sayede canlanmaktadır.

 

Okuyucu burada ister istemez şu kanıya varabilir: Maji ile ilgilenip sonunda majisyen olmak şahane bir şey, epey uğraşıyorsun ama bir de başardın mı, gel keyfim gel. Canın ne isterse yaparsın ondan sonra. Evet, bu düşüncenin bir kısmı doğrudur. Majisyen "canı ne isterse" onu yapacak hale gelmiştir. Ama, bu seviyeye ve bu güce erişinceye kadar uğradığı değişim "canının isteğini" de değiştirmiştir, hiç kuşkusuz.

 

Alşimist, ebedi hayat iksirini ve her cismi altına çeviren taşı bulmak için laboratuvarına girer. Majisyen adayı da güç kazanmak ve her şeyin hakimi olmak için astral plana atılır. Her ikisi de bir gün gelir aradığını bulur. Ama bir bakarsınız, alşimist herkes gibi yaşlanıp vakti gelince ölmüştür, cebinde üç-beş kuruş para ile. Majisyen de ondan farklı değildir. Vakti gelince, kendi halinde göçer gider. "Hani bu adamlar büyük güçlere ve imkânlara kavuşacaklardı. Gördün mü bak, hepsi palavra işte!" derler arkalarından. Değişikliğin ne olduğunu, elbette ki yaşayan bilecektir. Dışarıdan bakanlar, bu adamların maceraya ilk atıldıkları yerden bakmaya devam ettikleri için, hâlâ altın ve iktidar görme saplantısından kurtulamamışlardır.

 

Acaba, majisyen o seviyeye geldiğinde canı ne istemektedir? Bu sorunun cevabını bilemiyoruz. Belki de anlayamadığımız için bize söyleyen yok. Zaten, daha fazla merak edenler kendiliklerinden bu yola giriyorlar. Enkarnasyonlar boyu devam eden uzun bir macera başlıyor. Yüzlerce varlığı bu yolda kullanıyorlar. Bir sürü keşifler ve icatlarda bulunuyorlar. Bazen öldürüyor, yıkıyor ve kötülük saçıyorlar. Sonra gittikçe daha az yıkıp daha çok yapmaya yöneliyorlar. Sonunda bir de bakıyorsunuz ki, artık hiçbir şeye zarar vermeyen ve yalnız her varlığın yararına işler yapan bir ışık olmuşlar. Demek ki canları bunu istiyormuş.

 

---

 

Yazımın başında da belirttiğim gibi, âdet yerini bulsun diye kısa bir bibliyografya veriyorum. Okuyucuya hatırlatmak istediğim bir husus var burada: Maji, kendine has bir bilim ve sanattır. Bu sanatın doruklarına tırmanan ustalar, ne kitap yazarlar ne de makale. Konferans da vermezler bu konuda, nutuk da atmazlar. Ola ki içlerinden birisi ile sohbet etme imkânını bulursanız, aklı başında ve kendi halinde bir insan gibi konuşur sizinle, öylesine havadan sudan.

 

Aşağıdaki kitapları ise çıraklık safhasını geçiren usta adayları yazmıştır.

 

---

 

Bibliyografya:

 

Crowley, Aleister: "Magick in Theory and Practice"

 

Mathers, M. Gregor S. L.: "Book of the Sacred Magic of Abramelin"

 

Mathers, M. Gregor S. L.: "The Kabbalah Unveiled"

 

Levi, Eliphas: "Dogme et Rituel de la Haute Magie"

 

Barrett, Francis: "The Magus"

 

Butler, W. E.: "Magic, Its Ritual, Power and Purpose"

 

Fortune, Dion: "Applied Magic"

 

Fortune, Dion: "Psychic Self-Defence"

 

Agrippa von Nettesheim: "De Occulta Philosophia"

 

Bardon, Franz: "Die Praxis der Magischen Evokation"

 

Regardie, Israel: "The Golden Dawn"

 

Regardie, Israel: "The Art and Meaning of Magic"

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

cinlerle insanların alemleri farklıdır...farklı boyutlarda....farklı zaman diliminde ve farklı ışık hızında yaşarız...ne siz onların nede onlar sizin aleminize geçebilirler....istisnalar haricinde.....nedir bu istisnalar örneğin onları rahatsız ederseniz veya onları çağırırsanız ki onları çağırmak zaten rahatsız etmektir o zaman sizin aleminize geçerler...ama yalnızca çağıranların alemine.....o zaman onlarda sizi rahatsız etmeye başlar...sizin onları rahatsız edişiniz onların sizi rahatsız etmelerinin yanında devede kulak kalır....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ben öz zamanın kısalması teorisi ile açıklanabileceğini duymuştum. Hızlandıkça etrafdaki zaman yavaşlar ve hız ışık hızı olduğu vakit etrafdaki zamanın durduğunu bu yüzden dolayı ışık hızı ile değil ama ona yakın ilerledikleri için bize göre daha uzun yaşadıklarını ve o şekilde ilerlediklerini okumuştum. Ahmed Hulusi'nin kitabında herhalde

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

açıkçası benim düşüncem şudur onları bu boyuta taşıyan bizleriz. Yani onları boyuta yükselten bizim düşünce enerjimiz. Sürekli onları düşünürsek, hayal edersek bence belli bir süre sonra onları bu boyata yükseltmiş olacağız böylelikle yükselttiğimiz cin kötü ise bize bulaşcaktır. Dindar insanların başlarına böyle şeylerin daha çok geldiğini farkettim. Çünkü onlar inanırlar ve bazıları bu cin midir olabilir mi diyip onlar üzerine çok yoğunlaşırlar ve beyingücümüzle onları kendi boyutuna çeker. Ve o kişye musallat olur sonra. Öte yandan onları öbür türlü ritüellerle de bu boyuta gelebileceğini düşünüyorum. Yani bence onlar hakkında fazla düşünmezseniz başınıza gelme ihtimali düşük. Ama yine de başınıza gelme ihtimali her zaman var. Ama şurası kesinki biz onlardan üstünsek aslında irademizle ve dualarımızla onları geldiği yere götürebiliriz. Ama bu güçlü bir konsantrasyon, irade ve iman gerekir. Kişisel görüşlerim bu yönde...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yazarken komik geliyor, gülüyorum ama tırstım :confused: Cumartesi gecesi, sıcak suyla balkonu yıkadım, gece 01'e kadar temizlik yaptım. Sıcak suyu dökerken besmele ve dua okudum, okumasam iyice çarpıcaklardı heralde :):blink: Pazartesi gecesi mutfakta masada oturdum, netten bişeyler okuyordum, buzdolabının kapısı küt diye açıldı ve duvara çarptı.:confused: Aynı gece, uyurken bişey iki defa boğazımı sıktı, ilk defa karabasan yaşamışım. Alıntı yaptığım yazıdaki durumlar bende oldu. Karaltı şeklinde hızla geçen görüntüler görüyorum, bikaç defada yine bilg.da harita incelerken öksürdüm, yanımdaki hoparlörden de öksürük sesi geldi, mikrofon kullanmıyorum, hoparlörler küçük olanlardan, masanın üstündeydi. Zınk kaldım, aradan 5 dak sonra yine öksürdüm, o da öksürdü, ben hemen dua tabii =))) Cinlerle iletişime geçmek gibi bir arzum hiiççç yok, mümkünse uzak olsunlar benden dicem de ı-ııh. :wallbash:

 

cinler

 

Birazda cinlerden bahseder misiniz? Cinler nasıl varlıklardır, kaça ayrılırlar, Cinsleri nedir? İsimleri var mıdır?

 

Onlarda aynı bizim gibi bizim evlerimizde yaşarlar. Evlerde yaşayanların adına AHMAR denir. Akşam ezanı okunduktan sonra onların dünyası ile bizim dünyamız iç içe geçer. Ayet-i Kerimelerde de sabittir. Bir sürü surede bahsedilir. Cinler aynı bizim gibi yaşarlar. Hıristiyan olanları, Musevi olanları, Ateist olanları, Müslüman olanları vardır. Erkekleri-dişileri vardır. Çocukları olur, aynı bizim gibi ürerler. Mesela çocukları enteresandır, kırk yaşına kadar anne sütü emerler. En az dört yüz, dört yüzeli, en fazla da iki bin sene üç bin sene hatta Ad kavminden bu yana yaşayanları bile vardır. Çok hızlı hareket ederler. Peygamber Efendimiz doğduktan sonra yavaş yavaş iç bölgelere yani sulak yerlere yerleşmeye başlamışlardır. Dağlarda yaşayanları da var. Suda yaşayanları var. Havada uçanları var. İşte AHMAR dediklerimiz evlerde yaşarlar.

 

Kimlere musallat olurlar?

 

Genellikle tek başına yaşayanlara musallat olurlar. Mesela uzun süre kullanılmamış evleri sahiplenirler. O evlere perili ev dermelerinin sebebi budur. Uzun süre kullanılmazsa hemen o eve yerleşirler. Hani ahşap binalar oluyor ya, köhne evler, genelde oralarda yaşarlar. Müslüman olanları da insanlara zarar vermemek ve kendileri zarar görmemek için tavanlarda durur. Müslüman olanları da Müslümanları diğerlerine karşı korurlar, savaş verirler.

 

Evlerde nerelerde konuşlanırlar?

 

Yatak odasında pek olmazlar. Onların yaşam bölgeleri tuvaletler ve banyolardır. Mutfaklarda da olabiliyorlar. Sıcak su filan dökmeyin der ya büyükler, sıcak su çocuklarına zarar verir, onları yakar.

 

Ama onlar zaten ateşten yaratılmışlar. Sıcak nasıl onları yakıyor.

 

 

 

İnsanda topraktan yaratılmıştır ama başına taş gelince canı yanar, onun gibi... İnsanlar bilmeden üzerlerine oturuyorlar, kalkıyorlar bu çarpılmalar onlardan yaşanıyor. Genelde çocuklarına zarar verdiği için insanlara zarar veriyor. Özellikle insan idrarı onları felç eder. Buna çok kızıp o insana zarar verirler. Böyle suçlu bulundukları için cin mahkemelerine çıkan insanlar vardır.

 

Aynı buradaki mahkemeler gibi mahkemeleri vardır. Doktorları vardır. Yaşam şekilleri bize çok benzer. Yoksa Allah, ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler ayetini kullanmazdı.

 

İnsan şekline de girebiliyorlar, onları insandan nasıl ayırt edebiliriz.

 

Çok hızlı nefes alışverişleri vardır. Oradan belli olurlar. Birde ayak parmakları topuk tarafından terstir. Oradan tanınırlar. Peygamber efendimizin şekline ve koç kılığına giremezler.

 

İnsanlara intikalleri nasıl olur?

 

Cinler tarafından çarpılan insanın enerji akımı değişir. Mesela insan çok üzüldüğü, sevindiği, yorulduğu ve ani şoklar yaşadığı zaman çarpılabilir. Allah belli dengeler üzerine yaratmış insanı.. İnsanın dengeleri bozulduğu zaman vücuda girişleri çok kolay olur. Aynı sigara dumanı gibi vücuda girmeleri kolaylaşır.

 

Allah’ın verdiği vücudu doğru bir şekilde nasıl kullanabiliriz?

 

Zaten Allah’ın emir ve yasaklarına uyan insanlara zarar veremezler. Verse de bu sadece Allah’ın imtihan sebebi iledir. Allah’ın müsaadesi vardır.

Abdestin koruyucu özelliği çoktur. Besmele-i şerifi kullanmak bütün işlerde çok önemlidir.

Allah’ın bilinen ve bilinmeyen isimleri vardır. Bilinmeyen isimleri de bilmemiz nerde?! Yine Allah’ ın veli zatlarından öğreniyoruz bunu. Diyorlar ki bunların bin tanesini melekler biliyor. Bin tanesini peygamberler biliyor. Üç yüz tanesi Tevrat’ta. Üç yüz tanesi Zebur’da. Üç yüz tanesi İncil’de, doksan dokuz tanesi Kuran-ı Kerim’de. Eğer Allah’ın üç bin ismini zikretmek istiyorsanız, “Bismillahirrahmanirrahiym ” deyin diyor. Allah’ın üç bin ismi de “Besmele’de gizli. Onun için Besmele ve abdestli olmak çok önemlidir.

 

MAZARİN, KEMTAMİN, KASVERETİN, TAYKEL

 

Bunların bir isimleri var mıdır?

 

Bunların padişahları var. Tabi şeytani olanların padişahı var ama onların isimlerini veremiyoruz. Fakat rahmani olanların da dört tane padişahları var. İsimleri Mazarin, Kemtamin, Kasveretin, Taykel.

 

Bunların aynı bizim sistemimiz gibi yönetim şekilleri var. Aynı anda kıdem olarak, mesela İfrit dediklerimiz, bakanlar gibi. Bu sistemde nasıl bakanlar, başbakan, milletvekilleri var, aynı o şekilde bir protokol sistemleri var. Nasıl bizler işleri telefonla hallediyorsak, onlarda bu şekilde bir haberleşme sistemleri ile işlerini yürütürler.

 

Peri diyoruz? Peri ne oluyor?

 

Dişilerine peri deniyor. Periler erkeklere âşık olurlar, çok güzel kadın şeklinde görünürler. Kadın şekline girdiklerinde saçları çok uzun, yürüdüklerinde arkalarından geliyor. Bunlarla evlenip çocukları olanlar vardır.

 

Bedenleri yok nasıl evleniyorlar? Hayal mi gösteriyorlar?

 

Beyinde odacıkları harekete geçiriyorlar. Binlerce odacıklar var beyinde. Onları harekete geçiriyorlar. Bedenleri olmadığı için bu şekilde gerçekleşiyor.

 

Cin çarpan insanların ne gibi belirtileri oluyor?

 

Bunlar uzun süre sağa sola döner, uyuyamaz, ancak iyice dinlendikten sonra uyuyabilir, vesvese yaparlar. İlla sabah ezanını duymak ister yatmak için, sebepsiz yere üzülür, gün boyunca sıkılır. Bazı insanları gördüğünde onlardan çok sıkılır, yani bir yerden yardım bekler gibi sürekli bekler. Çok korkunç rüyalar görür, rüyasında köpek, kurt, inek, tilki, aslan, fare gibi hayvanlar görür. Dişlerini sürekli sıkar uyurken. Uykuda çok ağlar veya çok güler. Bazen çığlık attıkları da olur. Uyurken ah vah eder. Uyku’da şuursuz olur.

Yüksek bir yerden düşüyormuş gibi olur, “YAKAZA” hali deniyor buna. Rüyasında kendisini kabir’de, pis yerlerde, korkunç yollarda görür kişi.

 

Bedeninde cin taşıyan insanların belirtilerimi bunlar?

 

Evet. Cin bedenin tamamına girer. Bedende ağrı, sancı, titreme olur. En ufak halde titremeye başlar sinirlendiğinde. Cesaretsizlik olur, çalışmak istemezler. İbadetlerde zorlanma olur, bunlar en bariz belirtilerdir.… Bakın burada ibadette zorlanma olur dediğim de demek ki namaz kılan insanlarda da görülebilir. O zaman bu imtihan sahasına giriyor.

 

O zaman Allah o kişinin çok gayret göstermesini mi istiyor?

 

Kesinlikle evet. Allah insana taşıyamayacağı yükü vermez. Herkesin imtihan sebepleri de farklıdır. Kuran-ı Kerim’de Allah “Ben sizi eşlerinizle, çocuklarınızla, malınızla ve canınızla deneyeceğim.” Diye dört tane madde koyuyor. Bazen bunların tamamı ile imtihan olanlar var.

 

Kurtuluş çareleri nelerdir. Ne şekilde kurtulabilir kişi? Önce şunu sorayım, çarpılmamak için ne yapmak lazım? Bunların musallat olmaması için ne yapmak lazım?

 

Çarpılmamaları için, Allah’ın emir ve yasaklarına uymaları gerekiyor. Mümkünse gusül abdestsiz gezmemek gerekiyor. Daha çok abdestsiz olanlara yaklaşır. Kadınların özel günlerinde vücudun dengesi bozuluyor. Bozulduğu için de çok çabuk girebilirler vücuda. Kadınların %60’Indan fazlasında bu durum mevcut. Bazısı bunu biliyor, bazısı bilmiyor. Kadın bedenine girdiklerinde özellikle beyne ondan sonra da rahme yakın yerlerde yerleşirler. Çoğu kadın bu durumun farkına varır ama insanların tepkisinden korktuğu için kimseye söyleyemez ve doktora gidemez. Mesela şiddetli baş ağrısı çekenler var. Tomografi çekiliyor ama hiçbir şey çıkmıyor. Kesinlikle bu böyle %60’ından fazlasında mevcut bu durum.

Benim tavsiyem; İslam fıtratına göre yaşamaları, temizliklerine dikkat etmeleri, özellikle gece banyo yapmamasını ben bütün kardeşlerime tavsiye ediyorum.

 

Gece banyo yapılmaması niye?

 

Akşam ezanından sonra banyolarda, tuvaletlerde onların dünyalarıyla bizim dünyalarımız birleşiyor, Birleştiği zamanda siz banyoda yemek yemezsiniz ama onlar yiyorlar. Onların sofralarına basma, onların üzerlerinde dolaşma gibi haller yaşanıyor. Onların sofralarına basıldığı zaman kişinin ayak parmaklarında şişmeler oluyor. Vücudunda şiddetli ağrılar oluyor. Ve mutfakta sıcak su, asla ve asla gece dökülmemesi gerekir. Mutlaka dökülecekse Besmele çekilmeli.

Kesinlikle gece yıkanmayın. Mümkünse gece temizlik yapmayın.

Çünkü Allah İslam Fıtratında uykuyu, işi, ibadeti ayırmış. Genelde çalışan kadınlar gece iş yapmayı tercih ediyorlar. Hâlbuki büyüklerimiz “Saat on, yatağa kon” demişler. Yani yatsı namazından sonra yatın deniyor. Ama gece iş yapınca gel beni çarp diyorsunuz.

 

Bu tür hastalar nasıl tedavi edilirler?

 

İnsan bedeninden çıkan cin boğazda bir yalıdan çıkmış gibi acı çeker. Onun için çıkmak istemez. Ancak bunu ehil insanlardan bilen insanlardan yardım alarak gerçekleştirmesi gerekir. Normal olan insanların okumaması gerekiyor, okusa bile içinden okuması gerekiyor. Çünkü okuduğu zaman ona da zarar verirler, atlamalar olur. Mümkünse dokunmadan okunmalı. Ehil kişiler okursa bu tedavi süresi 11, 21 veya 41 günlük bir zaman ister. Eğer bu kişiler tedavi olmazlarsa akıl hastalığına kadar gidebilir.

 

Cinli hastaların daha ileri vakaları nelerdir acaba?

 

Özellikle ileri vakalarda insanı yemeden içmeden keserler. Beyni ele geçirdikleri için kolayca yönlendirebilirler. Ve açlık hissini yok ederler. İnsan günden güne zayıflamaya başlar. Yemek borusunu tıkarlar bu şekilde kişiyi ölüme kadar götürürler.. Bu durumda şifa ayetleri okunur. Ve bunlar vücudu tek tek terk ederler. Onlar vücuttan ayrılırken hastada bir uyku hali ve rahatlama başlar. Kişi tekrar eski düzenine kavuşur, yemeye içmeye başlar. Sosyal hayatına devam edebilir.

 

Duanın nasıl bir etkisi oluyor insan üzerindeki? Yani dua edildiği zaman insan mekanizmasında neler değişiyor.

 

Bu karşıdaki insanın inanç kabına da bağlı. Kuran-ı Kerim’de Allah “Kuran sizin için bir şifadır.” diyor. Nasıl ilaçlarda mide hapı baş ağrısına cevap vermezse, dualarda da böyledir. Her duanın, her surenin bir Hüddamı vardır.

Dua ettiğinizde siz kendinizden sanırsınız, çünkü o görevli melek, yardımcı melek, insanın vücudundaki değişikliğe sebep olur, yardım eder bu da Allah’ın bir lûtfudur.

 

“İhlâs” suresi maymuncuk görevi yapar. Her kapıyı açar

Sure hüddamlarının da melekleri vardır. Onlar komutan olurlar, askerleri de melekler. Tabiri caizse birçok asker ile birlikte gelirler. En fazla hüddamı olan sure de ihlâs suresidir. Üç tane hüddamı vardır. Hatta isimleri Abdülsamed, diğerinin adı da Abdulvahab’dır. Maymuncuk görevi teşkil eder, hangi niyetle okunursa, o olur. Açmadığı bir kapı yoktur..

 

Belirli bir adedi var mıdır?

 

Adedi 5480 tanedir. Okuduğunuz zaman hangi niyet olursa olsun, hangi hastalık olursa olsun, mutlaka şifa verir. Yalnız bunları okuyacak insanın takva üzerine olması ve aynı zamanda da okuyacağı işin rahmani olması gerekiyor. Bunu çift taraflı bıçak gibi algılayın. Bir tarafı onu keser, bir tarafı da okuyan kişiyi keser.

 

 

Kuran-ı Kerimde cinlerden bahseden ayetler.

En’am suresi 100. 128. ayet.

Araf 38

Fecr 27

Saffat 158

Neml 17. – 39

Sebe 12.-14

Saffat 37.- 38

Fusilet 18.-29.-30

Zariyat 56

Rahman a5.- 33.- 35, 36, 37, 38, 39, 41

Cin1-17’e kadar

NAs 1, 2, 3,4, 5, 6, 7. ayetlerinde geçiyor sabittir.

 

Özel bir şifa ayeti var mıdır?

 

Şifa ayetlerinin tamamı Fatiha suresinde mevcuttur. Adedi 7 veya 21 dir. Bu da yine kişinin manevi kabıyla alakalıdır.

Ayet’el - Kürsi’nin özelliği de yine koruyucu olmasıdır. Manevi hali iyi olan bir insan 1, 21, 170, 313 kere okunursa çok koruyucudur.

 

Peki bu numaralar niye?

 

Numaralar kasa görevi yapar. Nasıl değerli bir eşyanızı kasaya koyup ona bir şifre verirsiniz kimse açmasın diye, işte bu sayılarda o işe yarar.

Besmeleyi çekerken, eüzü... yü unutmayın..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bazı anlatılanlar çok saçma geldi.cinlerin başka yeri yokmu da bizlerin banyo, tuvaletlerinde yaşıyorlar.ve ben akşamları cin var diye buralara tedirgin olarak mı gireceğim?çok saçma.mutfakta sıcak su dökersek çocuklarına zarar verirmişiz.idrarımız onları felç edermiş.hani bu cinler çok hızlıydılar.biz idrar yaparken veya sıcak su dökerken önümüzden çekilecek kadar yetenekleri yok mu?birisi üstüme işesinde onu çarpayım diyemi bekliyorlar? bu anlatılanlar eski insanların inandığı hurafelere benziyor.dinle falanda alakası yok.hatta cin diye birşeyin olup olmadığından emin bile değiliz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

cinler varda bazı açıklamalar gerçekten saçma onları bu boyuta gelmesini saglayanda biziz onlardan şikayetci olanda biziz burası biraz çelişkili :wallbash:onları ne kadar çok düşünürsek bizle iletişim kurmasını hızlandırmış oluruz... en iyisi bu konuları düşünmemek....:thumbsup:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ben istediğim zaman banyo da yaparım, temizlik de yaparım tuvalete de girerim. gelip çarpsınlar.

 

çünkü ben " yaratılan varlıkların en üstünü"yüm. melekler bile benim önümde secde etmiş, şeytan bana secde etmediği için kovulmuş ve lanetlenmiştir. siz uğraşmadıkça size kimse bir şey yapamaz. korkmayın allah aşkına ya.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...