Jump to content

Efsane ve Mitlerde Geçen Bazı Yaratıklar


nevermore

Önerilen Mesajlar

 

'Azmıç'ın adı, 'az' köküyle bağlantılı olup, Yol Azdıran şeklinde anlamlanır. Karaçay - Balkarların inançlarına göre Şeytâni bir ruh. Belli bir görüntüsü yoktur. İnsanlara düşmandır, kurbanları tek başına yola çıkan insanlardır. Azmıç bu insanları onu tanıyan birisinin sesiyle çağırır. İnsan dönüp cevap verirse Azmıç'ın buyruğu altına girer. Azmıç da bu insanı kayalıklardan aşağı atar.

 

 

 

Avrupa hikâyelerinde adı geçen efsânevi bir canavardır. Devâsa ölçülerde, binlerce yıl yaşayabilen bir yılandır. "Yılanların Kralı" olarak da tanınır. Sadece zehirli dişleriyle değil, bakışlarıyla da öldürebilir. Basilisk kelimesinin aslı, Yunanca "kral" demek olan "βασιλίσκος", "basiliskos"tur. Latincesi, Regulus'tur.

 

Naturalis Historia of Pliny The Elder'e göre Basilisk, oldukça zehirli, küçük bir yılandır ve dişleri kadar bakışları da öldürücüdür.

 

Basilisk, genellikle bir "yılan", bazen de "başı horoz, kuyruğu yılan" şeklinde tarif edilir. Yunanca adı "küçük kral" anlamına geldiği için Basilisk'e "yılanların kralı" denir. Ağzından ateş çıktığı ve sadece tıslamasıyla da öldürebildiği söylenir. Akrep gibi kuru iklimleri tercih eder. Isırığı, kurbanını hidrofobik hale getirir. Yalnızca tilki tarafından öldürülebilir. Başka bir kaynağa göre de, horoz ötüşü Basilisk için ölümcüldür. Bir Basilisk, "bir karakurbağasının altında kırılan bir horoz yumurtasından" doğar.

 

 

 

Altay şamanlığında, "Sangal" isimli kötü ejderle uzun yıllar savaş yapmış, kertenkele görüntülü olan bir ejderdir. Denizleri (Tengiz) birbirine bağlayan ve üst denizlerde yaşadığına inanılan efsane yaratıktır. "Bukra" biçiminde söylenişi de vardır.

Uçamayan çok az ejderden birisidir. Uzun bir boynu vardir; fakat çok sağlam ve güçlü pençeleri vardir. Sesi çok güzeldir ve çok uzaktan duyulabilir. Sesini duyan kötü ejderler ondan kaçarlar.

Sangal ile olan 9 yıl boyunca süren savaşı kazandıktan sonra kuyruğunun ucunda taşıdığı yelpazeyi Anadolu'da bir yere saklayIp hâlen yaşadığı üst denizlere gitmiştir. Efsaneye göre her bin yılda bir kez Anadolu'da gezinip duruma gözkulak olurmuş.

 

 

 

Su merasimi ile bağlantısı olan olan mitolojik bir varlık.

Yaşlı kadın kılığında, çayda (ırmakta) yaşadığına inanılır. 'Çay Ninesi', köprüden geçerken suya çok bakılırsa kızar ve insanın başını döndürür. Başı dönen insanın gözleri kararır ve çaya düşer.

 

 

 

Bir inanışa göre Bigadiç dağlarında yaşayan, her kılığa girebilen, korkunç sesler çıkararak insanların delirmelerine sebep olan, çok pis kokulu kötücül bir yaratıktır. Sudan çok korkar. O göründüğü anda akarsu veya göle giren insanlara bir zarar veremeyeceğine inanılır.

 

 

Deniz kızları, belinden yukarısı dişi bir insan görünümünde olan, ama aynı zamanda bir balık kuyruğuna sahip olan efsanevî deniz yaratıklarıdır. Deniz kızının erkeğine deniz erkeği denir.

Dünya üzerinde birçok kültürde deniz kızları farklı, ama birbirine çok yakın şekillerde betimlenmiştir. Sirenler gibi bazı deniz kızları denizcilere şarkılar söyleyip onları büyülerler, işlerinden alıkoyarlar ve güverteden denize yuvarlanmalarına ya da daha kötüsü geminin batmasına neden olurlar. Diğer hikâyelerde ise deniz kızları boğulma tehlikesi geçiren erkekleri kurtaran iyi kalpli deniz canlıları olarak betimlenmişlerdir. Aynı zamanda bu erkekleri su altındaki krallıklarında yaşamaya da davet ederler. Hans Christian Andersen'in Küçük Deniz Kızı'ında ise deniz kızlarından bazılarının erkekleri denizin altına doğru çekerken insanların su altında nefes alamadıklarını unuttukları ya da bilmedikleri söylenir.

Yunan Mitolojisi'ndeki Sirenler ise daha sonraları deniz kızlarıyla bir tutulmuş, hatta bazı dillerde iki yaratık için de aynı sözcük kullanılmıştır. Deniz kızlarına benzeyen diğer mitolojik ve efsanevî deniz yaratıkları ise su perileri (Nemfler gibi) ve başka formlara (Başka hayvanlara ya da diğer efsanevî hayvanlara) bürünebilen hayvanlardır.

Efsaneler

Bu yarı insan yarı balık vücutlu insansıların efsaneleri M.Ö. 5,000 yılına kadar dayanır. Genel bir kanı ise, bu efsanelerin oluşumunda, deniz ineklerinin büyük etkisi olduğudur. Bu teoriyi destekleyecek bir örnek olarak, Christopher Columbus'un yeni dünyaya olan yolculuğu sırasında deniz kızları gördüğünü, ama çok çirkin olduklarını ve daha cazip olmalarını beklediğini söylemesi verilebilir. Deniz inekleri gibi büyük vücutlu deniz memelilerinin kolları, yavrularını bir beşikte gibi taşıyabilmeleri için evrim geçirmiş ve insan kollarına benzemiştir. Denizcilerin bu deniz memelilerini görüp doğa üstü yaratıklar olduklarını düşünmeleri oldukça mümkündür. Geleneksel deniz kızı betimlemelerindeki, akan uzun saçların ise, deniz ineklerinin okyanus yüzeyine yakın yerlerde yüzerlerken kafalarına dolanan yosunların verdiği uzun saçlı görüntüsünden kaynaklandığı düşünülmektedir. Deniz kızı gördüğünü iddia edenlerin verdiği ortak bilgiler de yosun renkleriyle ve deniz ineklerinin özellikleriyle oldukça uygundur. Deniz kızlarını konuşmayan, yeşil, siyah, kahve rengi veya sarı saçlı, balık kuyruklu, genelde okyanuslarda ve bazen de nehirlerde yüzen doğa üstü insansılar olarak tanımlarlar.

Antik Yakın Doğu Deniz kızı hikâyeleri neredeyse evrenseldir. Bilinen ilk deniz kızı hikâyesi M.Ö. 1,000 yılında Asurlularda görülmüştür. Asur kraliçesi Semiramis'in annesi Atargatis, ölümlü bir çobana aşık olan ölümsüz bir tanrıçadır. Fakat aşık olduğu genç çoban ölür ve o da bir balığa dönüşmek için bir göle atlar. Ama su, onun mükemmel vücudunu ve doğasını gizlemez, bunun yerine ona bir balık kuyruğu ve suda nefes alabilme yetisi verir. İlk Atargatis betimlemeleri insan kafası ve bacakları olan bir balık şeklindedir (Babil tanrısı Ea gibi). Yunanlılar ise Atargatis'i Derketo diye tanımışlar ve Afrodit'in yanında betimlemişlerdir.

Antik Çağ'dan kalma bir deniz kızı gravürü, M.Ö. 546'dan önce, Miletli filozof Anaximander, insanlığın hızla suda yaşayan bir tür hayvana dönüştüğü teorisini önermiştir. Ona göre, bu uzatılmış çocukluk yılları olan adam, çocukluğunun aksine uzun süre yaşayamaz. Aslında, bu "uzunluk" gelip geçici bir şeydir. Ama bu fikir, Anaximander'in ölümünden sonra bir daha hatırlanmamıştır. Zaten o yaşarken de bir çok insan tarafından anlaşılmamıştır da.

Popüler bir Yunan efsanesine göre Büyük İskender'in kız kardeşi Thessalonike, öldükten sonra bir deniz kızına dönüşmüştür. Deniz kızı formunda Ege Denizi'nde yaşadığı ve denizciler onu bulduğunda onlara tek bir soru sorduğu söylenir: "Kral İskender yaşıyor mu?" (Yunanca: Ζει ο βασιλιάς Αλέξανδροςhttp://img.frmtr.com/images/smilies/wink.gif, ve denizcilerin de ona "Yaşıyor ve hâlâ yönetiyor" (Yunanca: Ζει και βασιλεύει) dedikleri anlatılır. Bu cevaptan başkası, onu bir Gorgon'a dönüşmesine, ve gemiyi batırıp üzerindeki denizcileri öldürmesine yol açacaktır.

Suriyeli Lucian (M.Ö. 2. yy) De Dea Syria ("Suriye tanrıçasına ilişkin") adlı, ziyaret ettiği Suriye tapınaklarını yazdığı eserinde şöyle demiştir:

"Aralarında - Şimdi onların arasındaki, tapınağı ilgilindiren geleneksel bir hikâye. Ama diğer adamlar, Asya'da çok ün salmış olan Babilli Semiramis'in de bu yeri kurduğunu, ama bunun Hera Arargatis için olmadığını, kensi annesi Derketo için olduğuna yemin ederler.]]"

"Phoenicia'daki Derketo'nun benzerliğini gördüm. Vücudunun yarısı tam bir kadındı. Ama diğer yarısı, ayaklarından kasıklarına dek, bir balık kuyruğuyla kaplı gibiydi. Ama kutsal şehir Kudüs'teki görüntüsü tam bir kadına benziyordu. Balıkların kutsal olduğunu hesaba katarlar, ve asla yemezler. Ama diğer bütün kümes hayvanlarını yerler. Güvercin hariç. Onun da kutsal olduğuna inanırlar. Tamamı olağan şeyler. İnanıyorlar, çünkü Darketo'nun yarısı balıktan. İnanıyorlar, çünkü Semiramis bir güvercine dönüştü. Aslında, belki de bu tapınağın Semiramis'in işi olduğuna izin verebilirim. Ama asla inanmadığım üzere, tapınak Derketo'ya ait. Mısırlıların arasında, balık yemeyenler var. Ve bunun Derketo'nun onuruna olduğu söylenemez."

Bin Bir Gece Masalları

Bin Bir Gece Masalları "Deniz İnsanları"na ait çok çeşitli öyküler içerir. Efsanelerden farklı olarak, Bin Bir Gece Masalları'nda bu deniz insanları karada yaşarlar, ama suya girdiklerinde de hiçbir zorluk çekmeden nefes alabilirler. Aynı zamanda insanlarla cinsel ilişkiye girdiklerinde doğacak çocukları da kendileri gibi "Deniz insanı" olarak doğacaktır. Deniz insanlarının, insan görünüşünden farkları yoktur. Bu efsane hâlâ yaşamaktadır. (Bkz. Pers Kralı ve Denizin Prensesi.)

İngiliz kaynakları

Frederic Leighton'ın The Fisherman and the Syren (Balıkçı ve Siren) adlı tablosu c. 1856–1858Deniz kızları İngiliz kültüründe uğursuz, felaketlerin haberci yaratıklar olarak gözükmüşlerdir. Bazıları devasa büyüklükte, 160 feetten uzundur.

Ayrıca deniz kızları nehirlerde ve tatlı su göllerinde de yüzebilirlerdi. Bir gün, Lorntie'li Laird, evinin yanındaki gölde, boğulan bir kadın olduğunu düşündüğü bir şey görür ve yardım etmek için suya atlar. Ama uşaklarından biri onu geri getirir ve göldekinin bir deniz kızı olduğu konusunda efendisini uyarır. Bunun üzerine deniz kızı, uşak orada olmasaydı o adamı öldürebileceğinden yakınıp yakarmaya başlar.

Yukarıdaki efsanedekinin aksine, deniz kızları çoğu zaman daha iyilikseverdirler ve insanların yaralarını tedavi ederler.

Bazı söylenceler deniz kızlarının kötü yönde kullanacakları ölümsüz bir ruhları olup olmadığı sorularını arttırmıştır. Liban adlı bir başka yaratık ise kutsal bir deniz kızı olarak kabul görmüştür. Aslında baştan insandır ama sonradan deniz kızına dönüşmüştür. Üç yüz yıl sonra, İrlanda Hristiyanlaşınca, Liban'ın da vaftiz edildiğine inanılmıştır.

İngiliz kaynaklarında, aynı zamanda deniz erkeklerinden de bahsedilmiştir. Deniz erkekleri deniz kızlarından daha vahşi ve çirkindir. Ama az da olsa insanlarla ilgilenirler.

Diğer Karayiplerin Neo-Taíno uluslarından olanlar, deniz kızlarına Aycayía adını vermişlerdir.[9] Aycayíanın özellikleri tanrıça Jagua ile de ilişkilendirilmiştir. Aycayíalar genellikle majagua ağacının amberçiçeği Hibiscus tiliaceus ile betimlenmişlerdir.[10] Diğer kültürlerden örnekler ise,

Mami Wata (Batı ve Orta Afrika kültürlerinde),

Jengu (Kamerun kültüründe),

Merrow (İrlanda ve İskoçya kültürlerinde),

Russalki (Rusya ve Ukrayna kültürlerinde),

ve Oceanid, Nereid, ile Naiad - (Yunan kültüründe)

Tatlı sularda yaşayan deniz kızı benzeri bir yaratık olan ve Avrupa kültürüne yerleşen Melusine, çoğu zaman iki balık kuyruğuyla ya da bazen yılan bedeniyle betimlenir. Japon kültüründe deniz kızı eti yiyenlerin ölümsüz olacağına inanılır. Bazı Avrupa efsanelerine göreyse, deniz kızları kendilerine söylenen dilekleri yerine getirirler.

Aynı zamanda, bazı insanlar İskoçya, Malezya ve İngiliz Kolumbiyası gibi yerlerde ölü deniz kızları gördüklerini iddia etmişlerdir. En yaygın iki görüntü ise Kanada'da, Straight of Georgia'da yakalandığı iddia edilenlerdir.

Yunanistan'da bulunan deniz kızı heykeliGüney Afrika'nın "pelerinli" komüteleri Little Karoo'da deniz kızları bulunduğu söylentisini çıkarmışlardır. Bazı yaşlı pelerinliler ise çocukluklarında tatlı su hauzlarında deniz kızı gördüklerini iddia etmişlerdir. Little Karoo çok kuru bir alanken, çok uzun zamn önce bir okyanusun bir parçası olduğu, bulunan deniz kabuğu fosillerinden anlaşılmaktadır. Deniz kızı hikâyeleri, bilinmeyen bir türün dilden dile yayılmasıyla oluştuğunun düşünülmesine neden olabilir. Bazı yerel Güney Afrika kabileleri üyelerinin, Little Karoo yerleşkesi yakınlarında, deniz kızlarının varlığına dair 11 kanıtlayıcı taş belge gösterdikleri iddia edilir. Diğer açıklamalarda "Swallow" denen ve mağara duvarlarında rastlanan, insan başlı bir kuş resminden yola çıkılarak yapılır. Bu örnek, ruhsal ayinler sırasında ruhun beden dışındaki hâlini temsil etmektedir.

Deniz kızı sendromu: Sirenomelia Sirenomelia, ya da deniz kızı sendromu, bebeğin bacakları yapışık ve cinsel organı da görülemeyecek şekilde dünyaya gelmesi şeklindeki düşük olasılıklı hastalığa verilen isimdir. Hastalığın görülme olasılığı, yapışık ikiz doğması olasılığı kadardır ve genellikle, doğumdan bir ya da iki gün sonra ölümle sonuçlanır. (Çünkü böbrek ve diğer boşaltım organları çalışamamaktadır). Bugün hayatta olan ve bir dizi operasyon geçirdikten sonra iki ayrı bacağa sahip olan iki kişi vardır. Bunlardan biri, Brezilya'da doğan ve yaşaması da adı gibi mucize olan Mílagros (İsp. Mucize) adlı bebektir.

 

 

Dev, birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde yer alan bir doğaüstü yaratık. Genellikle insan görünümünde fakat anormal büyüklükte ve çok kuvvetli tasvir edilmiştir. Kadın veya erkek olabilir. Farklı bölgelerin mitolojilerinde kökenlerine dair farklı inanışlar vardır. Örneğin Hint-Avrupa mitolojilerinin çoğunda, kaos ile ilişkilendirilmiş lanetli bir ırktır ve yabani bir doğası vardır. Çoğunlukla tanrılarla arasında husumet vardır (örneğin, Yunan mitolojisindeki titanlar). Bazı hikâye ve efsanelerde insan yiyen canavarlar olarak da tasvir edilirler.

Devlere, Semavi dinler olarak inanılan dinler ve diğer eski inançlarda da göndermeler yapılmıştır. Genellikle tasvir aynıdır; ilk insanın yaradılışından evvel yaşamış "Tanrı Oğulları" olarak bilinen ve tanrının insan oğullarıyla ilişkiye giren yedi meleğinden türemişlerdir. Hanok kitabına göre Nuh da doğduğunda bahsi geçen devlerle aynı ozelliklere sahipti.

 

 

Efsanevi bir yaratık olan ejderha (Türkçesi Evren) çoğunlukla büyüsel veya ruhani güçlere, özelliklere sahip, kuvvetli ve büyük bir yılan veya başka bir sürüngen olarak tasvir edilmiş, tanımlanmıştır. Batı tasvirleri genellikle kanatlıyken, Doğu'daki tasvirlerde genellikle kanat bulunmaz. Ejderhalarınkine benzer özellikler içeren efsanevi yaratıklar neredeyse her kültürde mevcuttur. Hatta ejderha Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerinin simgesidir. Ve çoğu zaman iki yüzlü düşmanları belirtmek için 2 başlı ejderha deyimi kullanılır.

 

Abra: Altay şamanlığında, yeraltındaki büyük denizde (Tengiz) yaşadığına inanılan, Erlik hizmetlisi, timsah biçimli efsane yaratığı. Abura diye bir söylenişi de vardır. Yeşil bir kumaştan yapılmış ve örgülerle süslenmiş Abra'nın tasviri, şamanın giysisine asılır. Abra'nın başı puhu tüyleri (ülberk) ile süslenir. Gözü, parlak bakır düğmelerden, ayakları da genellikle kırmızı kumaşlardan seçilmiş yamalardan yapılır. Bunlara, örülmüş dokuz püskül eklenir.

Yelbegen: Zaman zaman yedi başlı dev ya da bir evren (ejderha) olarak tanımlanan mitolojik canavar.

Yedi başlı Yelbegen, adlı büyük dev varmış,

Öç alır ay güneşten, onları yer yutarmış.

Büyük Tanrı Bay-Ülgen, aya bakar sararmış,

Ayı bitirip yiyen, bu deve ok atarmış.

Dev bazan yıldızları, kovalar ***ürürmüş,

Sonra da parçalarmış, ağzından tükürürmüş.

Yıldızlar bu azgından, kaçarmış hep göklere,

Dev onları ağzından, saçarmış hep göklere.

Altay mitolojisinde Ay'ı yiyerek onun küçülmesine (Ay tutulması) yol açan göksel canavar; Yilbüke, olarak ta tanımlayabileceğimiz Yelbegen'in neden olduğu ay tutulmasından sonra Altay Türkleri "Yine Yelbegen ayı yedi" derlermiş.

Yutba: Altay tasarımlarında, Yeraltı Denizi'nde (Tengiz) yaşadığına inanılan, çatal kuyruklu ve dört ayaklı olarak algılanan yılan, yeraltı canavarı. Bazı metinlere göreyse Doymadım ırmağının kıyılarında yeşil baldırlı, beyaz göğüslü, büyük kayığa benzer çeneli korkunç canavarlar vardır. Bunlara Yutpa denir. Yutpa'lar Erlik sarayının bekçileridir. Zaman zaman Abra'nın karşıtı olarak kullanılır.

Şaman giysisinde, cübbenin bir yanında yer alan, yeraltı canavarı olarak algılanan yılanı temsil edecek biçimde çatal kuyruklu ve dört ayaklı olarak tasarımlanan, kötü ruhlardan koruduğuna inanılan, siyah kumaştan şerit.

 

 

Elf, aslen İskandinavya ve İngiltere mitolojisinde yer alan ve doğan peri halkı. J.R.R. Tolkien tarafından modern edebiyata kazandırılmış ve fantastik kurgunun en popüler öğelerinden biri haline gelmişlerdir. Tolkien'in kitabını inceleyenler, Elf'lerin inanç sisteminin Kelt Irkları ile birebir bağlantılı olduğunu açıklamışlardır. Ayrıca Tolkien'in kitapla ilgili yazılarında Elf dilinin okunuş ve yazı açısından çoğunlukla Göktürk alfebesinden alındığını belirtmiştir. Elf'lerin özellikleri; katledilmedikçe veya kederden solmadıkça ölmezler, hiç bir hastalığa yakalanmazlar. Ateş yakmaz ve ağaç kesmezler yani insanların tam aksi yöndedirler.

 

 

Enkebit; İç Anadoluda görüldüğü iddia edilen doğaüstü bir varlıktır. Anlatılara göre başında altın bir fesi vardır. Sağ elinin ortası deliktir. Enkebit; uyuyan insanların boğazlarını sıkarak onları boğmaya çalışır. Başından fesini kapan kişiye dokunmayacağına inanlılır.

 

 

Fantom (phantom), halk deyişiyle “hayalet” olarak bilinen bazı fenomenlere ****psişik alanda verilen addır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ruhçu görüşe göre, fantomlar ruhsal bir faaliyet sonucunda oluşmakla birlikte, ne ruhtur ne de ruhun perisprisidir. Fantom fenomenleri Spiritüalizm’de esas olarak 3 grupta ele alınır:

  • Fiziksel medyumluk deneylerinde oluşan ektoplazmik fantomlar: Neo-spiritüalist görüşe göre, bunlar, materyalizasyon ve demateryalizasyon tekniklerini kullanan medyumun, ektoplazmasını kendi perisprisiyle biçimlendirerek oluşturduğu fantomlardır. Bunların oluşumu için bedensiz bir varlık ile irtibata geçilmiş olması şart değildir. Bedensiz bir varlığın mevcudiyetinin sözkonusu olduğu durumlarda da medyum, bedensiz varlıktan aldığı tesir ve imajları peripri-akışkanlar yoluyla ektoplazmasına yansıtarak fantomu yine kendisi oluşturur.

 

  • Perisprinin etkisi altında, süptil maddelerin yoğunlaşmasıyla oluşan, duble ve seyyal ikiz adıyla bilinen fantomlar.

 

  • Tekinsizyer fantomu: Cinayette olduğu gibi, bazı normal-dışı ölüm koşullarında can çekişen kişinin bıraktığı imaj yüklü vibrasyonların o mekana gelen hassas kişilerce paranormal olarak algılanması sonucunda hassas kişinin fantom algılaması.

 

Altay mitolojisinde, gövdesi, kol ve bacakları insan biçimli, kartal başlı, kartal gagalı ve kartal pençeli karakuş.

Garuda, evren ağacının dalları arasında bir yuvada bulunan yumurtadan çıkar. Annesi Vinata, babası Kasyapa'dır. Er Töştük Destanı'nda Karakuş adıyla yer alır; avlanmaya gittiği sırada bir ejderha (Yelbegen) gelip yavrularını yer ve bunu alışkanlık durumuna getirir. Bu kez Er Töştük, ejderhayı öldürür ve yavrularını kurtarır. Bu iyiliğin altında kalmak istemeyen Karakuş, onu yeryüzüne indirmek üzere sırtına bindirir. Yolda yiyecek bitince Er Töştük kendi etinden parçalar kopararak Karakuş'a verir. Yere inince bu fedakarlığı gören Karakuş, onun yaralarının iyileşmesini sağlar.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

 

Griffon; Fransızca sözcük. Geç Latince gryphus, yunanca gryps ya da gryops sözcüllerinden geldiği sanılıyor.

Yakındoğu ve Akdeniz mitolojinde yer alan, zamanla Türk mitolojisine de geçen aslan gövdeli, kanatlı ve kartal başlı; göğü, tan ağarışını, gücü ve bilimi simgeleyen düşsel varlık. Bir kaç çeşit betimlemesi daha olan mitolojik yaratık.

En çok bilineni; kuş ve aslan birleşimi şeklindeki biçimidir. Bazı efsanelerde kuşun türü söylenmezken, diğerlerinde kartal sözcüğü geçer, ender olarak da kanatları olmayan, salt kartal kafası ve aslan bedeninden oluşmuş bir yaratık olarak anlatılır. Yine anlatılara göre, son derece cesur ve gururlu hayvanlardır. Bunlar pençelerinde insan, at, hatta fil taşıyabilecek kadar büyüktürler. Aynı şekilde, pençe tırnaklarının kupa olarak kullanılabileceği söylenir. Hatta köprücük kemiklerinden de yay yapılabildiği ifade edilir. İsveçli tarihçi Olaus Magnus'a göre bu yaratıklar, Kuzey dağlarında yaşamış bir kuş cinsidir. Rivayetlere göreyse erkek bir griffon ile dişi bir at çiftleştiği zaman ortaya çıkan yaratıklara hipogrif denir. İngilizce gryphon diye de yazılır.

Çin efsanelerinde de gecen bir griffon türü ise geyik gibi boynuzları olan, pullarla örtülü başa ve bedene sahip ve aynı zamanda kartal pençeli ve kanatlı bir ejder olarak tasvir edilir. Bu kutsal hayvanın görülmesi, zafer ve barışın müjdecisi olarak yorumlanır.

 

 

Gulyabani , Gul-i beyabani [ˈguː li be jɑː bɑː ni(ː)] (Far. غول بيابان [ˈʁuː le ba jɒː bɒː niː]) orijinal varyantiyle de karşımıza çıkan bu muhayyel mahlûk, gezginlere ve yolculara uğrayıp onları mahveden canavardır. Daha sonraları Anadolu kültüründe ahubabayla beraber anılmaya başlamış ve insan yediği düşünülen kocaman, uzun sakallı ve asalı bir dev olarak tasavvur olunmuştur.

Bazı türk halklarının geleneksel demonolojik görüşlerine göre, her zaman kadın kılığında olduğuna inanılan mitlojik bir varlık. "Guleybanı" ve "Aleybanı" şeklinde de rastlanır. Adı hurafelerle ilgili olarak "Gulyabani", korkunç bir varlık olup, karanlık zamanlarda çölde ve mezarlıklarda koşan birinin gzöüne canlı gibi görünür. Vücudu tüyle kaplı, kocaman, pis kokulu bu acayip varlığın ayakları tersinedir. Gündüzleri mezara girer. Geceleri ise hortlayıp çıkar. At binmeyi ve at kuyruğu örmeyi ve çocukları çok sever. Bir oyundan çıkarak, onları güldürmeye çalışır. O aynı anda çöllerin ve harabelerin sahibiydi. O, yolcuları yollarından döndürüp mahvederdi.

Etnik-kültürel gelenekte ise bazen onun "Al ruhu", "Al anası" ve "Al kadını" olduğu düşünülür. Bu görüş, aralarındaki benzerlik veya tam yakınlıktan ileri gelir. Pamir Kırgızlarının mitolojik metin ve efsanelerinde bu şeytanî varlığın adına "Gul" ya da "Gul-i Biyaban" şeklinde de rastlanır. Araştırmacılar bu varlığı en eski Arap rivayetlerine bağlıyorlar. "Issız yerin ruhu" gibi anlamlandırılan bu şeytanî varlık, "Kar Adam" efsanelerinin yayılmasıyla yeni bir hayat kazanmıştır.

Bütün vücudu sarı-kırmızı tüylerle kaplı bu insanımsı çirkin varlık, dağ yamaçlarında ve kimsenin olmadığı çöllerde akşam üstü ortaya çıkar. Avcılara yaklaşıp onlarla insan gibi konuşur. Bir şeyler ister sonra onlara güreş yapmayı önerir. Avcı kazanırsa "Gulyabani" sessizce çekip gider. Ama eğer o kazanırsa avcı, uzun zaman hasta yatacak demektir. Ya da çöllük ve harabe bir yerde yalnız başına yatan birinin ayağının altını yalaya yalaya kan çıkacak kadar inceltir. Sonra ölünceye kadar kanını içer.

Etimolojisi

 

gul jɑ bɑː ˈni sözcüğü Arapça "ġūl غول" yani canavar ile Farsça "beyābān بيابان" yani çöl yahut yabanlık ve Farsça nispet eki "ī"den terkiple türemiştir.

 

 

 

 

 

Türkiye'nin bazı yörelerinde yaşayan insanlara göre, görünüş olarak Alkarısı şeklinde olan kötücül bir varlık. Ona gıbılık da denilmiştir. Ancah "hıbılık"ın ondan farkı vardır. Alkarısı sadece yeni doğum yapmış kadınları rahatsız eder. Oysa hıbılık kadın-erkek hiç kimseye rahat vermez. Hıbılık genellikle yalnız kadın görünüşündedir ancak erkek görünüşlüsü de vardır. O, yanına gittiği kişinin göğsüne çöker ve nefesi kesilip ölene kadar boğazını sıkar.

İnanışa göre, hıbılık, onu yakalayan birine bol bol altın verir. Bazı yörelerdeki görüşlere göre, hıbılık uykudayken insanların üzerine çöken kötü ruhtur. Hıbılık kimi basarsa, o insan yerinden kıpırdayamaz, dili tutulur ve ter basar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

 

 

 

Mezardan çıkarak insanları korkuttuğuna inanılan yaratık, hayalet, zombi. Ölüp tekrar dirilen. Korku edebiyatı ve sinemasında; ruhen terk edildikten (ve muhtemelen çürümeye başladıktan) sonra bir varlık tarafından kontrol altına alınarak tekrar kullanılmaya başlanılan beden anlamında kullanılır (Namevt, ing. Undead). Söz konusu varlık bedenin eski sahibi olabileceği gibi, bir başkası da olabilir.

Ölen bir kişinin, mezarından çıkıp dolaşmasına "hortlaklık", bunu yapana ise "hortlak" denir. İnanışa göre yaşarken kötülük edenler, başkalarının ağız tadını kaçıranlar, arabozucu ve dedikoducu, geçimsiz insanların ölünce hortlayacağına inanılır. Hortlak çoğunlukla yaşlı kimselerden olur. Gömüldüğü gece mezarından kalkar.

Eski Türklere göre eğer insan savaşta değil de yaşlılıkta ölürse onun Gök Tanrı tarafından Uçmak'a alınmayacağına inanılmıştır. Gene inanışlara göre hortlak gece mezardan kalkan, sırtında kefenle ortalıkta dolaşan bir yaşayan ölü'dür. Bunlar kızdıkları kimselere sataşırlar, hızlı koşarlar, ata binebilirler, silah kullanabilirler, insana kızabilirler, istediklerini döverler, sevdiklerini kaçırırlar, ev basarlar, yol keserler. İnanışa göre hortlağın saldırısından korunmak için mezarlık yakınlarından geçerken dua okumak gerekir. Söylentiler hortlakların genelde çirkin ve ürkütücü olduğunu, sırtında kefen ya da tabut taşıdığını söyler. Anadolu halk inançlarına göre bir kimsenin hortlaması uğursuz bir olaydır. Hortlayan kişinin ahiretten kovulduğuna inanılır. Hortlaklar dişi de olur, erkek de. Kimi hortlaklar "hayvan" kılığında gezer, çoklukla ıssız kalmış evlerde, tekin olmayan yerlerde, mezarlıklarda bulunurlar.

 

 

Lerna bataklıklarında yaşayan dokuz başlı bir canavarın adıdır. Bu canavarın öldürülmesi Herkül'ün on iki görevi arasında 2 sırada yer alan vazifedir. Babası Titan Tifon ve annesi canavarların tanrıçası Ehidna olan Hidra'nın Lerna gölündeki yuvası, ölümden sonraki dünya ile insanların dünyası arasındaki kapının tam ağzında yer almakta olup, Hidra ise bu kapının bekçiliği görevini üstlenmekteydi. Hidra'nın öldürülmesinin çok zor olmasının sebebi kesilen her bir başın yerine derhal bir yenisinin çıkması idi.

Herkül bu canavar ile karşılaşmadan önce bataklık içerisindeki zehirli gaz ve dumanlarla kaplı Hidra yuvasının girişinde, ağzını ve yüzünü bir örtü ile örterek kendini korumuştur. Canavar ile karşılaşıp savaşmaya başlayan Herkül bir süre sonra, kestiği kafaların yerine devamlı yenilerinin çıktığını görünce aslında boşuna savaşıp yorulduğunun fark etmiş ve tam umutsuzluğa kapılmaya başladığı anda yardımına İolaos (Herkül'ün yeğeni) yetişir.

Sanıldığına göre, o anda Athena'nın da yardımı ile canavarın kesilen başlarının bir daha çıkmaması için boyunlarının meşale ile yakılmasını akıl eder ve hemen orada yaktığı meşaleyi Herkül'e uzatır. Bu meşale sayesinde kestiği başların yerini dağlayarak canavarı öldürmeyi başaran Herkül, Hidra'nın kestiği başlarından birini bir kesede saklayarak, onun zehirli kanını daha sonraki görevlerinde oklarında kullanmış böylece bu okların açtığı yaraların kapanmaz bir hale gelmesini sağlamıştır.

 

 

 

 

 

Söylentiye göre Kıpçak çöllerinde, Çin'de ve Hindistan'da yaşayan mitolojik efsanevi bir kuş. Umay kuşu. Cennet kuşu. Yunanca Feniks denilirdi.

 

 

 

 

İtbarak (ya da İt Barak); eski Türk destanlarında sözü edilen, Türklerin sürekli savaşa tutuştukları, o zamanki Türklerin kuzeybatısında yaşayan "köpek başlı insana benzer yaratıklar". Efsanelere ilk defa "Çok tüylü köpek" manasında geçmiştir. Oguz Kagan destanlarına göre, "Itbarak'ların yurdu, kuzey-batıya dogru uzanan, karanlık ülkeleri içindeydi. Oğuz Han, 'İtbarak'lara karşı bir akın yapmış; fakat yenik ayrılıp, dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan, küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kara korşak; Türkmen kültüründe eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları kötücül ruh ya da cindir. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırırmış. Bu cinden korunmak için pantolonun düğmelerini açmak gerektiğine inanılır.

Kerberos, Yunan mitolojisinde, Hades'in yönettiği, ölülerin bulunduğu yeraltının kapısında bekçilik yapan üç başlı köpek (Hesiode'ye göre 50, Horace'a göre ise 100 başı vardı). Kuyruğu bir yılan olan ve sırtında sayısız yılan başı bulunan, ısırıkları zehirli bu köpek, Herkül'ün 12 görevi arasında yer alır. Kerberos, Yunanca "çukur iblisi" (çok derinlerdeki, şeytâni çukur) demektir. Yarı kadın-yarı yılan Ekhidna ile dev Typhon'un oğlu olan Kerberos'un kardeşi Orthros'tur. Dev zincirlerle bağlı olan bu köpeğin görevi, yer altına giren ölülerin tekrar yeryüzüne çıkmalarını önlemektir. Sadece üç kere yenilmiştir:

 

Son görevi Kerberos'u yakalamak olan Herakles tarafından yakalanarak.,

Müzik yeteneğini kullanan Orpheus tarafından uyutularak,

Lethe ırmağındaki su yardımıyla Hermes tarafından uyutularak,

Roma mitolojisinde, ilaçlı keklerle Aineias tarafından uyutularak,

Yine bir Roma masalında, ilaçlı keklerle Psykhe tarafından uyutularak.

Kerberos, özellikle kapıların, eşiklerin ve sınırların bekçisi olmanın arketipi olmuştur. Orta Çağdan günümüze kurgu yapıtlarda sıkça bu özelliğiyle yer almıştır (Dante'nin İlahi Komedya'sında ve Fluffy olarak J. K. Rowling'in Harry Potter ve Felsefe Taşı adlı kitabında.) Ayrıca günümüzde güvenlik ve savaş alanında da kullanılmaktadır (MİT tarafından geliştirilen Kerberos protokolü gibi.)

 

Herkül'ün 12. Görevi

Herkül'ün 12. ve son görevi, Hades'in krallığını yaptığı ölüler diyarının bekçi köpeği olan Kerberos'u Atina'ya getirmekti.Görevi aldıktan sonra, diğer tarafa geçmek için Eleusis'ten yardım ve bilgi alan Herkül, Tanareum bölgesinde ölüler diyarına geçiş yapabileceği girişi bulur. Athena ve Hermes'in yardımı ile girişten geçen ve Charon'u da yine Hermes'in yardımı ile geride bırakan Herkül Kerberos ararken, Ölüler diyarında Hades tarafından zincirlenen Thesus'u sihirli kelepçelerinden güç de olsa kurtarır.

 

Hades ve Persephone'nin karşısına çıkıp durumunu anlatan Herkül, onların onayını alarak Kerberos'u geri getirmek üzere izin alır. Kerberos'un karşısına çıkıp, güreşte onu yenmeyi başaran Herkül, Kerberos'u yeraltı dünyasından çıkararak Atina'ya; Eurystheus'un karşısına çıkarır. Korkudan nereye saklanacağını bilemeyen Eurystheus, yakınında bulunan büyük bir amfora'nın içerisine saklanır. Herkül'ün Kerberos'u yeryüzüne çıkardıktan sonra,etrafa saçılan zehirli salyasından dünya üzerindeki ilk zehirli bitkiler oluşmuş ve buradan yayılarak diğer ülke ve topraklarda da yetişmeye başlamıştır.

 

Yunan mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri bulunan devler. Poseidon ile Amphitrite'nin oğulları. Onlar tanrılardan korkmayan, zalim, insan etiyle beslenen yaratıklardır. Homeros'a göre kikloplar, mağaralarda yaşayan korsan çobanlardır. Odysseus adamları ile birlikte Troya Savaşından vatanına dönerken dev kiklop Polyphemos'a esir düşmüş ve onu öldürmek zorunda kalmıştı. Oğlunun öldürülmesine sinirlenen Poseidon Odysseus'u bin bir türlü felaketle cezalandırmıştı. Hesiodos'a göre kiklop'lar, üç taneydi, Gaia ve Uranos'ün çocukları idi. Brontes, Steropes ve Arges ('gök gürültüsü', 'parıltı' ve 'şimşek'). babaları tarafından Tartaros'a hapsedilmiş, daha sonra Zeus tarafından kurtarılmış ve ona titanlara karşı savaşta yardım etmişlerdi. Bir rivayete göre, kikloplar, Apollon'un oğlu, sağlık ve hekimlik tanrısı olan Asklepios'u öldürmüşlerdi. Buna sinirlenen Apollon oğlunun öcünü almış ve kiklop'ları öldürmüştü. Daha sonra çıkan efsanelerde kikloplar ateş tanrısı Hephaistos'un yardımcıları idi ve onun yanında demircilik yaparlardı.

Türk mitolojisinde karşılığı Tepegöz'dür.

 

Değişik inançlara göre türleri anlatılan ve farklı taş ve ****llerden oluştuğu söylenilen yedi cennet vardır ve Araf'ın da içinde bulunduğu yedi cehennem vardır (Kimileri Dünya'yı da bu yedi cehennemden biri sayar.) Yeryüzü büyük bir denizle çevrili, geri kalan bölümde ise çember biçimindeki Kaf Dağı bulunur. Yeryüzü -ışığıyla, gökyüzünün mavi rengini de yansıtan- kutsal taş Sakrat'ın üzerinde oturmuştur. Bu taşın tek bir tanesinin sahibine büyüsel güçler sağladığı ileri sürülür.

 

İşte tüm bunların dev bir meleğin omuzlarında durduğu (Yunan mitolojisinde Atlas), bu meleğin de, birçok gözü ve ayakları bulunan, büyük bir boğa olan Kujata'nın üzerindeki yakuttan bir kayanın üzerinde durduğu ve boğa Kujata'nın da kaosta yüzen devasa bir balık olan Bahamut'un üzerinde durduğuna inanılır.

 

Kujata bu bağlamda Bahamut tarafından desteklenen, yakut üzerinde oturuken aynı zamanda dünyayı taşımakta olan melek arasında yer alan mitolojik bir boğadır.

Leprikon, (Modern İrlandaca: leipreachán, diğer kullanımları: leprechawn-lubberkin-lepracaun) İrlanda mitolojisinde İrlanda Adası'nda yaşadığına inanılan yeşil giyinen, ayakkabıcılıkla uğraşan küçük vücutlu cinler. İrlandalı mitoloji araştırmacılarının söylediklerine göre Celt ırkı insanların İrlanda adasına ayak basmadan önce burası Leprikonların ortak yaşam alanıydı.

Leprikonlar ve diğer yaratıklar Celt ve Celt öncesi tarihin birer sembolüdür.

Ayakkabı yapımıyla para kazandıkları,çok zengin oldukları ve savaş zamanında birçok hazine gömdükleri söylenir. Efsaneye göre bir Leprikonla karşılaşıp gözgöze gelen kaçamaz ve o anda ortadan kaybolur.

Melusine (ya da Melusina) Avrupa efsanelerinde bir fügrdür. Kutsal kaynaklı nehirlerin sularının dişi ruhlarıdır.

Genellikle yılan ya da balık biçiminde bir kadın olarak betimlenirler. (Deniz kızları gibi). Bazen bu betimlemere kanat, ikinci bir kuyruk veya boynuz da eklenebilir. Bazı efsanelerde niksilerden oldukları da belirtilmiştir.

 

Merküt (ya da Markut); Altay efsanelerinde, gök yolculuğuna çıkan kamın ruhuna, ilk üç gökkatı boyunca kılavuzluk eden dev dişi gök kuşudur.

Anadolu 'da geleneksel Türk kültürünün taşıyıcılarından olan Yörük boyları arasında, yaramazlık yapan çocukları korkutmak için uydurulan düşsel bir varlık olarak ta görünür. Aslında bu düşsel denilen varlığın kökü, ulu dil birliği çağına kadar gider. Bu mitolojik varlık hakkında Yörükler arasında şöyle denilir: "Merküt Merküt ... Bacadan kolunu salla..." Yaşlıların derin inanışlarına göre, Merküt bir kuştur. O sadece adı anılanları korkutur.

V. Radlov, "Sibirya'dan" adlı eserinde, Altay dağlarında yaşayan kamlardan ve kurban törenlerinden söz ederken, "Sema kuşu Merküt"ün adı geçen bir kam duası metnini de kaydetmiştir:

"Gök kuşları beş Merküt, tırnakları bakırdan Ayın tırnağı bakırdan, Ayın gagası buzdan Geniş kanatları muhteşem hareketli.

Uzun kuyrukları yelpaze gibi Sol kanadı ayı örter. Sağ kanadı güneşi Ey dokuz kartalın anası! Yayığı geçerken şaşmaz İdil üstünde yorulmez, Öterek gel sen bana! Oynayarak gel sen sağ gözüme! Sağ omzumun üstüne kon."

 

Argolis Bölgesi'nde, "Nema" adındaki vadide yaşayan ve etrafa dehşet saçan bir aslanın adıdır. Bu aslan, Herkül tarafından öldürülmüştür. Nemea Aslanı'nın Typhon ve Echidna'nın çiftleşmesinden bir araya geldiği söylense de, bazı tarihçilere göre Zeus ve Selene'nin çiftleşmesinden doğma, Ay'dan düşen bir varlık olduğu da zaman zaman belirtilmektedir.

 

Nemea Aslanını öldürüp, postunu yüzmek, Herkül'e kuzeni Eurystheus tarafından verilen 12 görev içerisinde ilk sırada olandı. Aslan, o sıralarda Nemea Bölgesi'ne dehşet ve terör saçmaktaydı. O zamana ait herhangi bir av silahı ile bu hayvanı öldürmek mümkün görünmemekteydi. Herkül, aslanla ilk karşılaştığında önce bir odun, daha sonra ok ve yay ve en son olarak da bronz bir kılıç ile hayvanı öldürmeye çalışsa da başarılı olamamış, daha sonra aslanla saatlerce güreştikten sonra, kolları ile boğarak öldürmeyi başarmıştır.

 

Hayvanı uzun bir uğraştan sonra öldükten sonra, saatler boyunca uğraşmasına rağmen, aslanın postunu yüzemeyen Herkül'ün imdadına, yaşlı bir kadın kılığına bürünen Athena yetişir ve Herkül'e bu postu yüzmek için en iyi aletin, aslanın kendi pençeleri olduğunu anlatır. Bu küçük ilâhi yardım ile ilk görevini başarı ile bitiren Herkül, Nemea Aslanı'nın her türlü kesici silaha karşı olan postunu daha sonra kendisi için bir zırh gibi kuşanarak diğer görevlerini gerçekleştirirken kullanmıştır.

Minotor (Yunanca: Μινώταυρος, Minotavros): Yunan mitolojisinde yarı insan-yarı boğa yaratık. Özgün sözcük Minotor'dur ve Yunanca "Minos’un Boğası" anlamına gelir.

Öyküsü

Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için Poseidon’dan ona kurban edeceği bir boğayı denizden çıkartıp vermesini ister. Ama hayvan Minos’a o kadar güzel görünür ki onu kurban etmeye kıyamaz ve saklar. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos’un karısı Pasiphae’de boğaya karşı bir aşk uyandırır. Pasiphae’nin boğayla çiftleşmesinden boğa başlı ve kuyruklu, insan bedenli Minotor doğar.

Minotor, sanatçı Daidalos’un yaptığı, Labyrinthos adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatılır. Minotor insan etiyle beslenmektedir. Bunun için, Atinalılara karşı savaş kazanmış olan Minos onlardan, haraç olarak, her yıl Minotor’un yemi için yedi genç erkek, yedi genç kız ister. Üçüncü haraç yılı geldiğinde, Theseus Minotor’u öldürmek için Girit’e giden gemiye biner. Labyrintos’a sokulacak kafile halkın gözü önünden geçirilirken, kralın kızlarından Ariadne Theseus’u görür görmez ona aşık olur. Daidalos’un öğüdüyle Theseus'a bir yumak iplik verir. İpliğin ucunu girişe bağlamasını, böylece dönerken ipi takip edip çıkışı bulabileceğini söyler. Ariadne Theseus'un kendisiyle evleneceğine dair bir de söz alır. Theseus, uykuda yakaladığı Minotor’u kıpırdamaz halde yere bastırıp yumrukları ile öldürür.

 

Nymphler (Nymphe veya Türkçe nemf, nimf olarak da anılırlar) Yunan Mitolojisi nde yeri ve denizi dolduran sayısız çokluktaki dişi, tanrısal varlıklardır. Ölümsüz değillerdir ama tanrılar gibi ambrosia ile beslendiklerinden çok uzun yıllar yaşarlar ve hep genç ve güzel kalırlar. Doğurganlık ve zariflik simgesidirler. Mitlerde genellikle güzellikleri yüzünden başlarından geçenler anlatılır, genel olarak perilerin güzelliğine vurgu yapılır.

Çok sayıda nymph türü vardır ve bunlar yaşadıkları yerlere göre ayrı adlar alırlar. Oreadlar dağlarda, Naiadlar akarsularda, Dryadlar meşe ağaçlarında yaşarlar.

 

 

Pegasus Yunan mitolojisi'nde kanatlı at. Deniz tanrısı Poseidon ile yılan saçlı Gorgon Medusa'nın oğlu ve dev Chrysaor'un kardeşi olduğuna inanılır.

Perseus tarafından kafası kesilerek öldürülen Medusa'nın kafasından ya da toprağa sıçrayan kanlarından doğduğu gibi iki değişik söylence bulunur. Rengi tamamen beyazdır ve uçmasına olanak veren iki büyük kanadı vardır. Uçarken havada koşuyormuş gibi görünür.

Pegasus doğar doğmaz yeryüzünden ayrılmış ve tanrıların diyarına uçmuştur. Zeus'a yıldırımları getirme görevini üstlenmiştir. Helicon Dağında bulunan ve Musalara (veya Müzler) ilham verdiği sanılan Hippocrene pınarının Pegasus'un ayağıyla yere vurması sonucu ortaya çıktığına inanılır ve Pegasus "şiirsel ilham" ile özdeşleştirilir. Daha sonraları Bellerophon tarafından Athena'nın ona verdiği altın dizgin yardımıyla yakalandığı, Kimera ve Amazonlarla olan çarpışmalarında da ona yardım ettiği söylenir.

Aşırı hırsın, zararlı olduğunun sembolü olarak gösterilen Bellerophon Olimpos dağına çıkıp ölümsüzlerin arasına karışmak isteyince onu üzerinden atan Pegasus tek başına Olimpos dağına dönerek eski görevlerine devam etmiştir. Pegasus'un Bellerophon'u üzerinden atmasına sebep olarak Zeus tarafından gönderilen dev bir atsineğinin ısırmasından ürkmesi de söylenceler arasındadır. Daha sonraları kendine eş olarak Euippe (ya da Ocyrrhoe)'yi aldığı ve kanatları atların soyunu başlattığı söylenir.

 

Sentorlar (Yunanca: Κένταυρος, Kendavros (tekil), Κένταυροι, Kendavri (çoğul)), Yunan Mitolojisinde kısmen insan ve kısmen at görünümlü yaratıklardır.

Efsaneler

Sentor efsanesi muhtemelen at sırtında savaşa giden eski savaşçılardan gelmektedir. Sentorun sureti görenlere çok faklı ve ürkütücü gelmektedir. İnkalar'ın, Pizarro ve adamları 1533 'de at üstünde geldiklerinde yanılmış olmaları muhtemeldir. Çünkü inandıkları at ve insan birleşimi canlının gerçek olduğu fikri onları o sırada çok korkutmuştur.

Bilinen Sentorlar

Sentorler arasında en ünlüleri Nessos, Hiron, Folos, Evritiyon'dır. Hepsi Herakles hikayelerinde geçmektedir. İleos ve Roitos ise, Atalanta'ya saldırı girişimi sırasında Meleager tarafından yok edilmişlerdir.

Modern edebiyatta Sentorlar

Sentorlari modern zamanlarda birçok yerde görmek mümkündür. Örneğin; Narnia Günlükleri (ve film uyarlaması Narnia Günlükleri:Aslan, Cadı ve Dolap), Zeyna:Savaşçı Prenses, Titan triloji, Harry Potter. Bunlara ek olarak Shakespeare'in Yanlışlıklar Komedyası eserinde Centaur Inn bir otel adıdır.

 

Peri, birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde bulunan bir ruh veya doğaüstü yaratıktır. Genellikle insan görünümünde, çoğunlukla çok küçük olduğu ve uçmak, büyü yapmak, geleceği görmek veya etkilemek gibi doğaüstü güçlere sahip olduğu düşünülmüş ve böyle tasvir edilmiştir. Modern kültürde çoğunlukla genç ve güzel kadınlar olarak tasvir edilseler de, eskiden bitkin yaşlı kadınlar veya yaramaz yaşlı erkekler olarak tasvir edilirlerdi. Farsça kökenli bir kelimedir.

Peri , eski Türk inanışında melektir. Aslı "Perişte" dir ve diğer türk dillerinde günümüzde de bu şekilde kullanılmaktadır, bizde ise kısalarak türkçemize peri şeklinde girmiştir.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

 

Semum

Semum bir tür ateştir.

“Andolsun ki biz, insanı pişmemiş çamurdan, kokuşmuş cıvık balçıktan yarattık. Cân’nı da (insandan) daha önce semûm ateşinden yarattık.” (Hicr, 26-27) buyurur. Ayetten anlaşıldığı gibi Cân, insanoğlundan önce yaratılmıştır. İnsanın yaratılışının, kainattın yaratılışında son halka olduğu düşünülürse, Cân sondan bir önceki halka olarak yaratılmıştır.

 

Ayetteki “semûm ateşi” hususunda, bazıları, “Bu, ateşin alevidir.” demişler; bazıları da “O, öldürücü derecede sıcak olan sam rüzgarıdır.” demişlerdir. Önceki ayetin de yardımı ile, İbareden anlaşılan bunun bir çeşit ateş olduğudur. Fakat, bedenin gözeneklerine, yani derideki o küçücük deliklere nüfuz edip, içine işlediği için buna, “semûm” ismi verilmiştir. İnsanın içine işleyen rüzgara da bu yüzden “sam rüzgarı” denmiştir. Bir rivayette, “Semûm, dumansız ateştir. Yıldızlar da bu ateşten yaratılır.” denmiştirki, bu, “semum ateşi” ile geçen ayetteki “ateşin mârici”’nin aynı olduğunu gösterir. Buna göre aynı şeyi anlatan bu kelimelerden biri, o ateşin yalın, saf ve dumansız bir ateş olduğunu, diğeri de yakıcı ve kavurucu olduğunu anlatmış olur. Âlûsî “semum ateşi”ni, “fevkalade hararetli ateş” diye tefsir ederken buna işaret etmektedir.

 

Bazı hadislerde Cân’nın yaratıldığı ateşin, bildiğimiz ateşlerden çok daha sıcak olduğu bildirilmektedir. Ebu Davud et-Tayalisî’nin İbn Mes’ud(r.a.)'dan naklettiği bir hadise göre, “Bu (dünyada gördüğümüz) ateşler, Cân’nın yaratıldığı ateşten yetmiş kat daha hafiftir.”

Simurg, Zümrüd-ü Ankâ

 

http://img232.yukle.tc/images/2971an1.jpg

 

Simurg (Farsça: سيمرغ) veya bir diğer ismiyle Zümrüdü Anka efsanevi bir kuştur. Pers mitolojisi kaynaklı olsa da zamanla diğer Doğu mitoloji ve efsanelerinde de yer edinmiştir. Sênmurw (Pehlevi) ve Sîna-Mrû (Pâzand) diğer isimlerindendir. Ayrıca zaman zaman sadece Anka kuşu olarak da anıldığı olmuştur. Türk mitolojisinde karşılığı Toğrul'dur

 

İsim Avesta'daki mərəγô saênô "Saêna kuşu"ndan türemiştir. Orijinalde bir yırtıcı kuş, kartal veya şahin, olduğu etimolojik olarak aynı olan Sanskritçe śyenaḥ`dan çıkarılabilir.

Halk etimolojisinde ilişkilendirilen ilk öğe Farsça sī "otuz"dur. Fakat tarihi anlamda ilgili değillerdir.

 

http://img232.yukle.tc/images/1589an2.jpg

Sasanilerden, Simurg motifli gümüş tabak

Mitik kuş Simurg Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Zaman zaman köpek başına ve aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak da resmedilmiştir. Bazen insan yüzü ile de resmedildiği olmuştur. Bir bölümü memeli olduğu için yavrularını emzirirdi. Yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı ve yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı. Bir antik İran tanımında Simurg'un kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl yaşar, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı'nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir.

İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur.

Sasani Persler Simurg'un yere bereket bahşedeceğine ve dünya ile göğün arasındaki birliği sağlayacağına inanırlardı. Yaşam ağacı, Gaokerena'da tünediğine ve her türlü şeytani şeyi tedavi eden, düzelten kutsal Haoma bitkisinin yöresinde yaşadığına inanılırdı. Daha sonraki İran geleneklerinde Simurg ilahiliğin bir sembolü haline gelmiştir. Ayrıca, Sên-Murv/Simurg Pers edebiyatında Homâ olarak tanımlanmış, Arapça'ya ise Rukh olarak girmiştir.

Simurg uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olurdu. Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de (bu bitkiler yoluyla) insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi ederler. Simurg'un tüylerinin bakır renginde olduğu söylenmiştir. Her ne kadar başlarda bir köpek-kuş olarak tasvir edilse de, daha sonraları sıklıkla bir insan veya köpeğin başıyla gösterilmiştir. Onun iyilik sever bir doğası olduğu ve kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık veya yarayı tedavi edeceğine inanılırdı.

 

Yunan mitolojisinde Sirenler ya da Seireneler (Yunanca Σειρήνες ya da Acheloides), Sirenum scopuli denen bir adada yaşadıklarına inanılan deniz yaratıklarıdır. Bazı farklı öykülerde ise Cape Pelorum'da ya da Anthemusa adasında yaşamış olduklarından, şimdi de Paestum'un yanındaki Sirenus adalarında, ya da Capreae'de yaşadıklarından bahsedilir. Bu yerlerin tamamı uçurumlarla ve kayalıklarla çevrili olarak betimlenmiştir. Buralarda dolaşan denizciler, sirenlerin söylediği şarkıdan büyülenip gemilerini kayalıklara doğru sürmüşler ve sirenlere yem olmuşlardır.

Sirenler, Achelous'un kızları olarak betimlenmişlerdir. Homeros, sayılarıyla ilgili hiçbir şey söylemese de, sonradan yazarlar hem isimlerine hem de sayılarına değinmişlerdir. Bazen Aglaopheme ve Thelxiepeia adlı iki taneden bahsedilmiş; Peisinoe, Aglaope, ve Thelxiepeia adlı üç tanesinin de sözü geçmiştir. Sayıları genellikle iki ile beş arasında, isimleri de genellikle Thelxiepia/Thelxiope/Thelxinoe, Molpe, Aglaophonos/Aglaope, Pisinoe/Peisinoë, Parthenope, Ligeia, Leucosia, Raidne, ve Teles'tir. Bazı hikâyelere göre, genç Persephone'un oyun arkadaşları olduklarından da bahsedilmiştir. "Siren şarkısı" terimi ise, sirenlerin çok güzel sesleriyle söyleyip denizcileri büyüledikleri, böylece büyülenen denizcileri yedikleri şarkılardır.

 

Mitolojik tek boynuzlu at. Kafasının ortasından düz bir boynuz çıkar. Saf ve masum olduğuna, kanı içildiğinde kişiyi ölümsüz kıldığına, bu nedenle öldürmenin lanet getireceğine inanılan efsanevi bir hayvan. Latince ismi olan Unicorn; "bir-tek" anlamına gelen uni- ve boynuz anlamına gelen cornus sözcüklerinden türemiştir (Türkçe karşılığı Tekboynuz'dur). Yine bir efsaneye göre, sadece bakire kızların yanına yaklaşır ve bu şekilde yakalanabilir.

Tek gözlü dev, eski Yunan mitolojisinde Kiklop olarak geçer.

Bir Dede Korkut (Korkut Ata) masalında; kılıcın kesmediği, okun işlemediği bir bedene sahip, yalnızca gözünden zarar verilebilen, çobandan olma, peri kızından doğma canavar. Basat adlı kahraman tarafından öldürülür.

Troll, İskandinavya folkloründe geçen ve korkunç gözüken bir mitik, insanımsı yaratıktır. Troller folklörde, İngiliz peri masallarındaki Ogreler benzeri şeytani devlerden, dağlarda yaşayan, dağa insanları kaçıran, vahşi ve daha insan benzeri yaratıklara kadar birçok farklı şekilde tasvir edilmişlerdir. Shetland ve Orkney masallarında, troller trowe olarak anılmıştır. Japonca'da ise troll için kullanılan sözcük tororu`dur.

İskandinav edebiyat, sanat ve müziği, romantik dönemden başlayarak bugüne kadar trolleri birçok farklı şekilde adapte ederek, genelde çok büyük kulak ve burunlara sahip bir yerli halk biçiminde, kullanmıştır.

 

Uylak

Çevresinde inanılan boş inanç yaratığı. Uylakların, geceleri dışarıda dolaşan veya yolculuk eden kimselere musallat olduğuna inanılır. Genellikle kişiye adıyla seslenen, sözle taciz eden, taşlayan, alay eden, sataşan, ürkütücü sözler eden düşsel yaratıklar olarak tanımlanırlar. Tüm bu kötü eylemlere "uylama" dendiği için; eylemi gerçekleştirdiğine inanılan yaratığa da "uylak" denilmiştir. "Uylak"ın üzerinde birleşilmiş, kanıksanmış bir biçimi yoktur. Dönem dönem o denli abartılmışlardır ki, benzer özellikler göstermemelerine rağmen "cin" inancı ile bağdaştırılmıştır. İnsanların gözüne köpek, koyun, kedi ve hatta insan gibi canlıların yanında tabut gibi cisimlerin biçiminde göründükleri söylenir olmuştur.

Uylak üzerine anlatılan anlatılar radyo ve televizyonun yörede yaygınlaşması ile azalmıştır. Buna neden olarak ise eğlence araçlarının olmadığı dönemlerde yöre insanı bu anlatılarla eğlenmesi olarak gösterilmektedir.

Uylak yörede o denli benimsenmiş bir memorattır ki uyalk adı yörede bazı yerleşim birimlerine ön ad olarak eklenmektedir (Uylaklı Kabana gibi.)

Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan, Meran adı verilen doğaüstü yaratıkların başındaki hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık. Farsça yılanların şahı anlamına gelen "şah-ı meran" dan gelir. Ancak, Şahmeran'a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dişidir. Akdeniz bölgesinin tarsus ilçesinde yaşadığına inanılıyor.

Şahmeran, gittiğinde "bir cuma günü geleceğim" demiş. Bu efsaneyle bize ne öğretilir? Efsaneler, hiçbir zaman boş değildir. Örnek bir efsane de, "Mersin suyla, Adana yalanla, Tarsus yılanla yok olacak." diye bir inanç var. Şahmaran, bir çocuğun koyun otlatırken tesadüfen bir çukuru eşip ordan birden büyüyen bir delikten içeri düşmesiyle ortaya çıkmış. Çocuk, irili ufaklı yılanların ortasına düşer. Her ne hikmetse bağıramaz; ama aslında çok korkuyordur. O sırada bir ses ona seslenerek,"Gel, korkma! Ben istemedikçe onlar sana dokunmazlar. Bas üstlerine ve gel." der. Çocuk, ona doğru gider ve yaklaşır. "Ne arıyorsun burda?" diye sorar Şahmaran. O da, "Kuzum kayıptı. Onu ararken dinleneyim dedim ve bir delikle oynarken buraya düştüm." der. Şahmeran, elini çocuğun sırtına vurup, "Gözlerini kapat!" der ve açtığında çocuk yeryüzünde bulur kendini. Sonra eve gelir ve kimseye anlatmaz. Fakat çocuk, üçüncü gün duş alırken, sırtında beyaz-kara renklerin çıktığını fark eder. Giderek yılana benzer cilt rengi ve anlatır annesine. 1 hafta sonra da ölür.

Diğer bir anlatışa göre de, Şahmaran'ı bir çoban bulur; ama kimseye bahsetmez Fakat birgün iki arkadaşına bahsetmek zorunda kalır. Çünkü sırtında izler çıkmıştır. Ve dilden dile dolaşır. Derken birgün o yörenin hükümdarı hastalanır. Hekimler ne yaparlarsa çare bulamazlar. Bir bilgine danışırlar. O da, "Şahmaran'ın kanını içmeniz gerek; ama şahmaran başı kesilerek ölmesi gerek." der. Onlar da, "Peki onu nasıl bulacağız?" derler. O da, "Onu bir delikanlı biliyor, görmüş. Onu bulsanız, Şahmeran da bulunur." der. "Peki nasıl bulacağız?" sorusuna da,"Onu gören her kimse, Şahmeran onda mutlaka bir iz bırakmıştır." der. Şahmeran ise, gence "Sakın ha, yerimi kimseye söyleme!" diye tembihlemiştir. Şahmeran, çocuktaki mertliği görmüştür zaten ve eklemiştir, "Söylediğin gün, sen ölürsün." demiştir. Askerler, her tarafta bu genci ararlar. İnsanları soyarlar tek tek. Derken çocuğu bulurlar. Sırtındaki işaretten anlarlar. Türlü işkencelere maruz kalan çocuk, konuşmak zorunda kalır. Askerler arkada, çocuk önde, o korkunç esrarengiz mağaraya benzer kapıya gelirler. Ama ne var ki askerler, içeri giremezler. Bir ürperti sarar içlerini. Çocuk, kendisi gider şaşkın bakışlar önünde. Şahmaran, "Neden geldin?" der. Çocuk, "Evet, ama mecburen geldim, işkencelere dayanamadım." der. Şahmeran da, "Korkma, biliyorum." der ve çocuğa kılıç verir. "Önce başımı kes, beynimi sen ye. Kalbimi sök, göm. Kanımı da bırak o aptal içsin." der. Çocuğa cesaret verir ve çocuk bunları yapar. Kral, şahmeranın kanını içer içmez ölür. Çocuksa müthiş bir zekaya kavuşup Lokman Hekim olur ve ilerde de ölüme çare bulacaktır.

Eski inanışlara göre, her bir dağın, akarsuyun ve ormanın kendi koruyucusu vardır. Aslında sahipler (iyeler) sistemiyle bir çizgide birleşen bu ruhlar iyiliksever olup insanlara yardım ederler. Karşılığında da onlara karşı saygılı davranılmasını isterler. saygısızlık gördükleri zaman da o insana zarar verebilirler. Bu ruhların genel adı "iççi"dir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

http://img37.imageshack.us/img37/6527/cthulhuandrlyeh.jpg

 

Cthulhu'nun detaylı betimlemeleri heykelleri baz alınarak yapılmıştır. Hikayede ilk görünen heykel "aynı anda bir ahtapotun, bir ejderin ve bir insan bozuntusunun resimleri [...] etli, duyargalı bir kafa gelişmemiş kanatlı, grotesk ve pullu bir bedenin üstünde duruyordu; ancak onu şok edici kadar korkutucu yapan bütün genel hatlarıydı." şeklinde tanımlanmıştır. Bir polis baskını sonrasında ele geçirilen heykel "Belirsiz antropoit hatlarına sahip bir canavar [...] ancak ahtapot benzeri ve suratı duyargalarla dolu bir kafaya, pullu lastiksi görünüşlü bir bedene, ön ve arka bacaklarında çok büyük pençelere ve sırtında uzun, dar kanatlara sahipti." şeklinde anlatılmıştır. Cthulhu'nun kendisi sonunda göründüğünde, "yaratık bütün tanımlamarın ötesindeydi [...] yürüyen ya da tökezleyen bir dağdı O" diye betimlenmiştir ve "gevşek pençeler"'e sahip olduğu söylenmiştir.cthulhu'nun Arabistan merkezli dünya çapında bir mehzebi vardır. Mehzep liderlerinin Çin dağlarında oldukları ve ölümsüz oldukları söylenmiştir.

Yüce Eskiler'in şekilli oldukları ama et ve kandan değil, madde diye tanımlanamayacak bir şeyden var oldukları, yaşamadıklarını ama ölü de olmadıkları, Cthulhu'nun büyülerinin hepsini koruduğunu ve "yıldızlar uygun konuma geldiklerinde" yeniden dünyaya çıkacakları, Mehzeb'in görevinin yıldızlar doğru konuma geldiklerinde Yüce Eskiler'i serbest bırakmak olduğu, ve Yüce Eskiler'in telepetik olup insanların rüyalarıyla oynayarak Cthulhu mehzebini kurdukları bilgilerini verir polisin sorguladığı Yaşlı Castro isimli bir mehzep üyesi.

Mehzebin baz aldığı bir de kitap vardır necronomicon adında. Necronomicon Deli Arap Abdül Alhazred tarafından yazılmıştır ve "pek çok tartışmalara yol açmış" olan "Sonsuza dek yatabilen ölü değildir, ve tuhaf uzak zamanlarda (ing. Aeons) ölüm bile ölebilir." dizelerinden bahsedilir. Mehzep ayrıca bilinmeyen bir dilde söylenen şu formülü tekrar erder: "Ph'nglui mglw'nafh Cthulhu R'lyeh wgah'nagl fhtagn", çevirisi ise aşağı yukarı "R'lyeh'deki evinde ölü Cthulhu düş görerek bekliyor"dur.

 

 

 

benimde aklıma bu geldi

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bu yaratıkların gerçek olduklarını biliyorsunuzdur efsaneden ibaret değiller :) bazılarını görebilecek kadar şanslı bir insanım ama insan inanmaz ve dikkat etmezse göremez kabul de etmez :)

benimde aklıma leviathan geldi :D

http://images3.wikia.nocookie.net/musicprogramnotes/images/f/f8/482px-Destruction_of_Leviathan.png

The word “Leviathan” comes from the Hebrew word meaning “one who twists and coils,” or “the winding one”. This musical work is a depiction of the ancient Dragon of the Sea depicted in the Bible and other rabbinic texts. According to Job, “Canst thou draw out leviathan with an hook?... Shall not one be cast down even at the sight of him? None is so fierce that dare stir him up… His scales are his pride, shut up together as with a close seal…his eyes are like the eyelids of the morning… Out of his mouth go burning lamps, and sparks of fire leap out. Out of his nostrils goeth smoke, as out of a seething pot or caldron. His breath kindleth coals, and a flame goeth out of his mouth. In his neck remaineth strength, and sorrow is turned into joy before him…. When he raiseth up himself, the mighty are afraid: by reason of breakings they purify themselves. The sword of him that layeth at him cannot hold: the spear, the dart, nor the habergeon… He maketh the deep to boil like a pot: he maketh the sea like a pot of ointment. He maketh a path to shine after him; one would think the deep to be hoary. Upon earth there is not his like, who is made without fear. He beholdeth all high things: he is a king over all the children of pride.”

http://images3.wikia.nocookie.net/musicprogramnotes/images/f/f8/482px-Destruction_of_Leviathan.png "Destruction of Leviathan". 1865 engraving by Gustave Doré.

 

 

Taking its cue from the description of this awesome Creature of antiquity and imagination, this concerto features the virtuosic properties of the six-string electric violin with its immense range, while the various and creative sounds available to the synthesizer and electric wind instrument (EWI) enhance the beauty of the acoustic orchestra. Ideal set-up must take into account that the three electronically powered instruments are to be a part of the acoustic world, and their sound must blend with it as such. One sound world must not intrude upon the other, but both should work flawlessly together, with the exception that the electric violin should necessarily stand out as the soloist. When placing the instruments and their equipment, one configuration to consider is to have the synthesizer and EWI set to one side of the orchestra as their own instrumental family. The solo violinist may stand, as is custom, in the front where he or she is able to communicate with the conductor. No pedals or additional equipment is necessary for the violinist in this work; only the natural timbres and the vast range of the six-string electric violin are called for. However, the soloist should take note that an original Cadenza is to be executed toward the end the third movement. He or she may feel at complete liberty to construct a cadenza according to the soloist’s personal style and instincts. It is the suggestion and wish of the composer that the soloist utilize the wealth of thematic material already presented throughout the work up to the point of the cadenza’s appearance, but the manner in which it is presented is left up to the soloist; a long-held trill at the end - while not required - is a tried-and-true signal to the conductor that the soloist is ready to continue with the orchestra to the grand finale. This cadenza is in homage to both the traditional concerto style and to the typically improvisatory nature of the electric violin.

A final note on performa

nce is to the enormous use of percussion in this work. While it is necessary to maintain adequate balance between all voices, the percussion is meant to stand apart as an entity unto itself, to evoke an air of tribal antiquity with sounds reminiscent of Japanese taiko and Middle Eastern drumming practices. In the third movement especially, the percussion is to act as an equal partner with the violin solo and EWI, allowing the orchestra to speak in turn only after these are finished.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...