Jump to content

Nefs


fotonkedi

Önerilen Mesajlar

Nefs

· Nefs’in (“BEN”in) Arzuları Nelerdir?

· Nefsin Arzularından Kurtulmanın Yolu

· “Nefsini Bilen Rabbını Bilir!”(“Men Arefe” Sırrı)

· Nefsten Çıkmak

· Nefs’in Hakikati Nedir?

· Nefsin Hakikatini Bulmak

· Nefsinin Hakkını Edâ Etmek

· Nefsi Küll

· Nefs Mertebeleri(Klasik Anlatımla)

· Nefsin Mertebeleri Nerede?

· Nefs Mücahedesi

· Nefsi Tanımak

· Nefsin Kendini Tanıma Aşamaları

· Nefsin Tezkiyesi

· Nefse Zulmetmek

 

NEFS

 

Eskilerin bir çoğu "Nefs" ile "Ruh"u karıştırmışlardır!.

 

"Nefs", bilincinizin rengine bürünen, "ben" kelimesiyle işaret ettiğiniz soyut varlığınızdır!..

 

«Nefs»ten, murad «ben» duygusudur!.

 

"Nefs", "Ben" kelimesiyle işaret ettiğin varlıktır!.

 

"Hayat" sıfatının varlığını oluşturması sebebiyle "Ruh" ismini alır..

 

Kişilik bilincinin oluşması ertesinde birim "ruh"a izâfe edilir..

 

Bilince izâfetle "nefs" denilir ve bilinç mertebesine göre isimlenir.

 

"Nefs" ve ondaki "bilinç", gerçeği itibariyle, yapısının özü itibariyle, "Rubûbiyet Nuru"ndan, yani "esmâ" mertebesinden yaratılmıştır.

 

Nefsin hakikatı Rubûbiyet mertebesinden gelir.

 

“Nefs” , “Rubûbiyet”hakikatından varolduğu için mutlaka aklettiğini yapmak ister!

 

Nefs için iyi-kötü diye bir ayırım yoktur.Çünkü aslı Rabbani hakikattır!

 

Rab ise dilediğini yapar!

 

Nefs, hakikatı olan rabbani güç ve kendi hakiki vasfı olan, ilim sıfatından kaynaklanan bir şekilde;yaşadığımız sebepler âleminde akıl yolu ile varlık üzerinde hükmünü icra etmek ister.

 

“Nefs”,sadece ve yalnızca “benlik”duygusudur.”ben varım” dersin ya; bu,”ben” kelimesi ile kastettiğin şey nefstir!

 

"Nefs", varlığını esmâ mertebesinden yani Hakk`ın varlığından alıp "Rubûbiyet Nuru"ndan yaratıldığı için, "yapısının gereği olarak dilediğini yapmak ister ve yapar"... Engel tanımaz!.. Hayır veya şer, iyi veya kötü diye bir kavram bilmez!.. O, sadece dilediğini yapmak ister ve yapar. Çünkü var oluşu "Rubûbiyet nuru"ndandır...Yâni, kişinin kendisini nasıl hissettiği, kendisini ne şekilde hissettiği, kendini ne olarak kabul ettiği anlamına gelir.

 

“İnsan” diyoruz...

 

Bu insan kelimesinin mânâsı olan varlığı evvelâ «beden» adı altında duyulara hitab eder şekliyle görüyoruz. 5 duyuya hitap eder şekliyle gördüğümüz bedendeki özellikler yeme, içme, uyuma, seks ve bedenin rahatı istikâmetinde davranışlar.

 

Bunun ötesinde insanın ikinci olarak eskilerin «nefsi» dediği mânâda bir özellikler grubu var. Bu guruba da «nefs» diyoruz; akıl, fikir, idrak, vehim, musavvire (veya buna şekillendirme diyelim), hayâl ve hâfıza. Bu 7 şeyi sayıyoruz. Birisine insanın zâhiri diyelim ötekine de bâtını!..

 

Bu saydığımız özellikler nefs, akıl, fikir, idrak, musavvire, hayal, hafıza kişinin 9. ay içinde almış olduğu tesirlerle meydana gelir ve aldığı tesirlerin şiddet durumuna göre etkilenir.

 

Meselâ kişinin fikir dediğimiz düzeyi, aynı zamanda zekâ ile de alâkalıdır, bu Merkür’ün tesirleri ile oluşur.

 

Akıl dediğimiz, Uranüs’ün ve Satürn’ün etkileri ile oluşur.

 

İdrak dediğimiz güneşin etkileri ile oluşur.

 

Vehim dediğimiz, Mars’ın etkisindendir.

 

Musavvire Venüs’ün etkisidir.

 

Hayâl Ay’ın ve aynı zamanda Neptün’ün ortak etkileridir.

 

Bunlardan «Ben» dediğimiz, «nefs» dünya tesirlerindendir.

 

İşte bu kişinin kendini bir birim kabûlü dünyanın etkisiyledir. tesirlerle, bir beyinde bu işlemler oluşur.

 

Nefs,şartlanmaların tesiri altındadır.

 

“Nefs” mertebesinde “Nefs”, Tek`tir!.

 

Nevzad`ın “nefs”i, Hulûsi`nin “nefs”i, vs. diye ayrı ayrı “nefs”ler yoktur, gerçekte!... Ayrı ayrı “nefs”ler sözkonusu değildir hakikatta!.

 

“Nefs” boyutuna geldiğin zaman “nefs” Tek`tir!.

 

"Nefs"in aslı, "Nefs-i Küll"dür...

 

İnsanda var olan "Nefs" nedir?...

 

"Nefs-i Küll"den, yani varlığın özünü meydana getiren enerjiden, ana rahmindeki sperm-yumurta birleşmesiyle hâsıl olan ilk maddeye, 120. gün`de özden dışa doğru diye tanımlamağa çalışacağımız bir boyutsal geçişle ulaşan "Nefs-i Küll"ün kudreti, o birim`de, "Ruh-u izâfi"yi yani "birim ruhunu=ruhu insanî"yi meydana getirir...

 

Yani, beyin çekirdeği, 120. günde "can"lılığa kavuşur, faaliyete geçer... "Nefs-i Küll" dediğimiz varlığı meydana getiren kaynak enerjiden -Ruhu A`zâm`dan- aldığı hayatiyet, melekî güç tesiriyleile ürettiği ışınsal yapıyla, kendi ruhunu meydana getirir!.

 

Ve, böylece "birimsel izafi ruh", "ruh-u insani" meydana gelir.

 

Aynı zamanda da "hayatiyet" yönüyle "ruh"; "ben"liği yönüyle "Nefs-i Küll"; "ilmi" itibariyle de "Akl-ı Evvel" olan cevherden geldiği için o birimde bilinç oluşur.

 

Senin Nefs`inde hem melekîyet, yani nurâniyyet mevcuttur; hem de şeytâniyet, yani nâriyyete bürünme yeteneği!. "Nefs"in hakikatı, "melek" tâbir edilen kuvvedir!.

 

Beyin, her an, bir yandan ruhu üretir, bir yandan da genetik verilerin + astrolojik verilerin etkilerin sonucu oluşan bilinci yükler!. Daha sonra, 7. ve 9.ncu aylarda ve doğum anında meydana gelen tesirlerle kişilik özellikleri oluşur... Ve bu kişilik özellikleri aynıyla da bireysel ruha = kişilikli ruha yansır.

 

Daha sonra, bu kişi büyümeğe başlar...

 

Bu arada kişide genetik veriler ‘ astrolojik etkiler ‘ çevresel bir "Benlik" duygusu gelişir; bilinç birikimine "Ben" demeğe başlar...

 

"Ben" kelimesiyle işaret ettiği bir varlık var elbet!.. Fakat, şartlanmaları ne istikamette ise, "Ben"i, o şekilde anlıyor.

 

"Ben" kavramı şaşmıyor... Ancak, o "ben"i şartlanmalar nasıl oluşturmuşsa, öyle bir "ben" kabul ediyor...

 

Ve bu "ben" dediği "Nefs"i, şartlanmaları dolayısıyla oluşan değer yargıları nedeniyle, neyi isterse onu yapmak istiyor.

 

 

NEFS’İN (“BEN”İN) ARZULARI NELERDİR?

Nedir "Ben"liğin arzuları..?

 

Makam, mertebe, şan, şöhret, isim, ünvan, sayılmak, sevilmek, hürmet görmek, değer verilmek, methedilmek!..

 

İşte bunların hepsi "ben"liğin arzularıdır. Yani nefsin!..

 

Genelde tasavvufla derinliğine ilgisi olmayanlar tarafından nefs ile tabiat birbirine karıştırılır. Oysa nefs ayrıdır, tabiât ayrıdır.

 

Madde ile ilgili istek, arzu ve zevkler tabiât ile alâkalıdır; mânevî istek, arzu ve zevkler ise "nefs" ile alâkalıdır.

 

Bir kişi, ben şöyle yemeyi, şöyle yatmayı, şöyle seks yapmayı seviyorum dediği zaman bunlar hep tabiâtının sonucu oluşan şeylerdir.

 

Kişinin tabiatına uygun olan şeyler, ona hoş, güzel gelir; tabiâtına yani bedensel terkibine uygun olmayan şeyler de tadsız, lezzetsiz, zevksiz gelir. Bütün bunların direkt olarak "nefs" ile alâkası yoktur.

 

Buna karşılık, "Nefs" kelimesiyle anlatılan şey tam türkçe karşılığı ile kişideki "Ben" duygusudur!..

 

İçki, sigara ve bu türden kişinin terkedemediği şeylerin hepsi de nefsin değil tabiâtın bağlı olduğu şeylerdir.

 

Nefsin bağımlı olduğu şeyler ise en başta "hükmetme - yönetme" duygusudur. "Hayır, ille de BENiM dediğim olacak" gibi cümleler hep nefisten kaynaklanır ve nefsin kuvvet derecesine işaret eder.

 

"Nefs"in varoluş hükmü, bilinç düzeyine göre dilediğini yapmasıdır!..

 

"NEFS" bu eksiklerini farkedip bunları tamamlama yolunda bir takım düşünsel ve bedensel gerekli çalışmaları yaptıktan sonra, beyinde belli hassasiyetler oluşur.

 

Bu hassasiyetler sonucunda beyin, âfâkî veya enfüsî belli ilhamlar almağa başlar!. Bu ilhamların bazıları neticesinde o Nefsin bilinci, aklını üst düzeyde kullanır. Aklı da, Akl-ı Küll`den ilham almağa başlar.

 

Çünkü Nefs`in aslı Nefs-i Küll olduğu gibi, kendinde mevcut bilinci de, Akl-ı Küll`den akıl almağa başlar...

 

Ve, bütün bunlar kendisine ilham yollu gelir.

 

Bu aldığı ilhamlar neticesinde, şunu fark etmeğe başlar:

 

Varlıkta iki tane mevcut yoktur. Varlık, TEK-BİR`den ibarettir. O da "Allah" özel ismiyle işaret edilen yüce varlıktır.

 

 

 

 

NEFSİN ARZULARINDAN KURTULMANIN YOLU

 

Nefsin şehâvetindan yani arzularından sıyrılabilmek için iki yol vardır:

 

1-Nefsin isteklerine olabildiğince karşı çıkarak, uzun vadede nefsin bu isteklerini köreltmek.

 

2-Nefsin hakikatını idrâk etmek suretiyle, izâfi ve vehmi (var kabul edilen) nefsin isteklerini kâle almaz hale gelmek!..

 

Kişi normal şartlar ve çevrenin şartlandırması sonucu, kendisini bu beden ve bedene bağımlı ruh ve dahi bu bedenle kaim varlık kabul ettiği için, tabiîdir ki, birimsel tatmin için yaşar.

 

İşte bu yaşayış da en başta nefsin ve tabiâtın istekleri doğrultusunda olur.

 

Hakikata ermek isteyen birim, eğer, en başta kendisini bu yanlış bilgilenmeden kurtaramazsa, kendini bir birim olarak kabule devam ederse, yolu hayli çetrefil demektir.

 

Bu sebeple en kestirme yol, önce "nefs"in hakikatını anlayıp idrâk etmek; sonra da artık gerçekte varolmayan fakat kişinin programı gereği var kabul edilen izâfî (göresel) nefsi kontrol altına almak gerekir.

 

 

NEFSİNİ BİLEN RABBINI BİLİR!

(“MEN AREFE” SIRRI)

 

İnsan; KENDİ ÖZ GERÇEĞİNİ, "ALLAH"I TANIMAK için varedilmiş yeryüzündeki en geniş kapsamlı birimdir!..

 

İnsan'ın kendini bu beden sanması, Kur'ân tâbiri ile "aşağıların en aşağısında varolması"; buna karşılık özünün hükümleriyle yaşaması ise "cennet hayatı" diye tanımlanmasına yol olmuştur.. Bu yüzden insana tek bir görev düşmektedir:

 

KENDİNİ ÖZ YAPISINDA TANIMAK!..

 

Bunu da din, "NEFSini bilen RAB'bini bilir" diye formüllemiştir.

 

 

 

 

NEFSTEN ÇIKMAK

 

"BENLİK"siz kalmaktır!."

 

 

“NEFS”İN HAKİKATİ NEDİR?

 

Nefsin hakikatı, Rubûbiyettir!..

 

Nefis, rubûbiyet mayasından meydana gelmiştir.

 

"Nefs"in hakikatı, "İlâhi isimlerin işaret ettiği anlamlar ve bu ilâhi isimlerin hakikatı olan "Zâtî" Hakikat"tır!.

 

“Nefsin rubûbiyet hakikatından meydana gelmiş olması” demek, ilâhî isimlerin mânâsının oluşturduğu terkible senin "nefsim" dediğin şeyin aynı olması demektir!.

 

Esasen ben nefsimin istediklerini yapıyorum, demen senin, "benim terkibimin gereği olan fiilleri ortaya çıkartıyorum", demektir. Ben nefsimin istediklerine karşı çıkamıyorum, reddedemiyorum, mücadele edemiyorum demek, "ben terkibimin gerektirdiği gibi yaşıyorum" demektir ki, bunun tabii sonucu cehennemdir!..

 

“Rasùlullah Efendimiz’in nefsini de kendi nefsinde yarattı Allah!”

 

“Nefs”,bir şeyin zâtıdır.Ve Muhammedi hakikatları da yine kendi hakikatından meydana getirdi...Rasùlullah Efendimiz’in nefsini anlattığımız mânâda “yarattıktan” sonra Adem’in nefsini Rasùlullah’ın nefsinden bir sùret olarak yarattı.Bu ince mânâ sonucu,Cennette,habbeyi yemesi menedildiği zaman , onu yedi Adem!...çünkü o, Rubùbiyet Zâtından yaratılmıştı.Rubùbiyetin şânı ise sınırlanmak değildir.ve bu hüküm onun için Dünyada dahi yürüdü...Keza âhirette de yürüdü.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

NEFSİN HAKİKATİNİ BULMAK

 

Nefsin hakikatını anlamaya yönelik hükümler;varlığın hakikatıyla özdeşleşmek değildir!..

 

Yani,bütün bu âlemde mevcut olan ilâhi kuvvetler,birtakım tabii kuvvetler , benim varlığımı meydana getiren kuvvetlerdir;öyleyse benim aslım ve hakikatım ve kâinatın aslı ve hakikatıyla aynıdır;gibisinden bir biliş , belli bir felsefi araştırma sonunda oluşur ama bu oluşma hiçbir zaman nefsin hakikatını bulma değildir!..Çünkü bu türden bir bulma , ef’al mertebesinde nefsin hakikatını bulmadır!..

 

Kâinat içindeki kendini buluş , kâinatla kendini özdeşleştiriş , evren bilinciyle kendini özdeşleştiriş , nefsin hakikatını ef’al mertebesinden buluştur!..

 

Halbuki nefsin hakikatını , sıfat mertebesinden bulmak gerekir...

 

Bu da ancak ve ancak gene İlâhi Din olan , İslam’ın hükümleriyle bilinebilir-bulunabilir ve yaşanabilir..

 

 

YARADILMIŞLIK KALKAR MI?

 

Senin yaratılmışlığın hiç bir zaman kalkmaz!..Yaratılmışlık hükmün, hiç bir zaman kalkmaz!..Çünkü,efal âleminin dışına fiil düzeyinde çıkabilmen mümkün değildir...Bugün nasıl efal âlemindeysen, bundan bir milyon sene sonra da yine efal âleminde olacaksın!..

 

Beş milyar sene sonra da yine efal âleminde olacaksın!..Ef’al âlemi, bugün madde dediğimiz terkible devam eder; yarın bir tür hologramik ışınsal beden dediğimiz yapıyla devam eder; ama neticede gene ef’al âlemidir!..

 

Ancak; kendi varlığında mevcut olan mânâların, Hak’ka aidiyeti yönüyle, yaratılmış değilsindir!..Ef’al boyutu itibariyle,yaratılmışsın!..

 

 

NEFSİNİN HAKKINI EDÂ ETMEK

 

Geniş mânâda anlattığımız varlıktaki tüm mânâlar , işaret edilen vasıflar , boyutlar , sende mevcut!..

 

Demek ki , senin ilmin veya senin şuuurun , anlayışına göre,bu boyutların herbirine ulaşıp , her birinin hakkını ayrı ayrı vermediğin sürece , sen “ nefsine zulmedenlerden” olursun!..

 

Sende mevcut olan her boyutun hakkını ayrı ayrı verirsen, o zaman da “nefsinin hakkını edâ” edenlerden olursun.

 

 

“NEFSİ KÜLL”

 

Cenâb-ı Hak, kendi esmâsını yani özelliklerini seyretmeyi dilediğinde, kendi Zât`ındaki mânâları seyretmeyi dilediğinde, "Zâtı`ndan Zâtı`na tecelli etti" denen bir biçimde, kendi ilminde kendi esmâsını-özelliklerini seyretti!...

 

Bu, "kendi esmâsının seyri" dediğimiz ilmî seyr neticesi olarak, bu esmânın toplu bulunduğu mânâlar "Ruhu A`zâm" adlı meleği meydana getirdi..

 

"Ruh-u A`zâm" denilen bu Ruha, sahip olduğu bilinç ve ilim itibariyle "Akl-ı Evvel" adı verilir.

 

Esasen "RUH" kelimesi kullanım yeri ve işaret ettiği anlam itibariyle çok farklı yapılara isim olmuştur..

 

Evet, "Akl-ı Evvel", varlığında mevcut olan kudret itibariyle "Nefs-i Küll" adını alır.

 

Hayatiyeti, canlılığı itibariyle, "Ruh-u Azam, Ruh", adını alır.

 

Sahip olduğu mânâlar, Esmâ-i ilâhiyye itibariyle de, "Hakikat-ı Muhammediye" adını alır...

 

"Nefs", öz`ü itibariyle, yani varlığının hakikatı itibariyle, Allah`ın bütün isimlerinin mânâlarını câmidir... "Nefs"in aslı "Nefs-i Küll"dür.

 

"Nefs-i Küll", esmânın toplu olarak bulunduğu "Ruh-u Âzam"ın varlığıyladır; kudretinin açığa çıkmasıyladır; yansımasıdır, aynasıdır!.

 

"Nefs-i Küll"ün zâhiri ve varlığı, bu kâinatı oluşturan cevher olan, "enerji" dediğimiz şeydir..

 

Eni boyu, derinliği, ağırlığı, sınırı falan yoktur. Sınırsız, sonsuz kudrettir... Bir diğer ifade ile "enerji", Cenâb-ı Hakk`ın "Kudret" sıfatının açığa çıkmasından başka bir şey değildir... Var olan her şey, bundan meydana gelmiştir!...

 

"Nefs-i Küll" de mevcut olan bilinç, ilâhi isimlerin mânâlarını yansıtan bilinçtir, ki kendindeki mânâları ortaya koymayı diler.

 

"Yef`alü ma yurid" = "İrade ettiğini = dilediğini yapar"!.. (22-14)

 

İşte "MÜRîD" oluşu, yani irade edişi - dilemesi, "Rubûbiyet"in kuvveden fiile dönüştüğü mertebedir...

 

Ve O,

 

"Rubûbiyetin gereği olarak, dilediğini halk eder"!.

 

"Yef`âlullahe ma yeşâ`".. (14-27)

 

 

 

 

"NEFS" MERTEBELERİ

 

(Klasik anlatımla)

 

Kişinin, kendinden arınması çalışmalarında belli mertebeler tesbit edilmiş. Yani, kişinin idrak kendini hissediş seviyesi belli "nefs" mertebeleri şeklinde adlandırılmış.

 

Bunlar; "Levvame nefs", "Mülhime nefs", Mutmainne nefs", Radiye nefs", "Mardiye nefs", "Safiye nefs" diye târif olunmuş...

 

Baştaki "Emmare nefs"i hiç söylemiyorum;i o tamamiyle hayvansal bir yaşamdır... Bedenin istek ve arzularına dönük bir yaşamdır.

 

Not: Nefs Mertebeleri ile ilgili geniş açıklama için ilgili bölümlere bakınız.

 

 

 

 

NEFSİN MERTEBELERİ NEREDE?

 

Yedi isimle birbirinden ayrıymış gibi anlatılan bilinç, hakikat itibariyle tek bir bütündür.

 

Bunun yanı sıra, kuvveden fiîle çıkış itibariyle, Emmareden başlayıp, Safiyeye doğru yedi mertebe gibi saydıysak da, bu tümel yapıyı; gerçekte olay, işleyişi itibariyle tam tersinedir!.

 

Dikkat buyurula!.

 

Varlığınızda tüm olup bitenler ve olacaklar daima safiye noktasından başlayıp; bilince doğru olarak açığa çıkmakta; buna göre çalışmaktadır!. Yani kişi, hangi nefs-bilinç mertebesinde olursa olsun, kendisinde ve kendisinden açığa çıkan her şey, kendi safiye boyutundan, bulunduğu nefs mertebesine doğru akarak o bilinçte açığa çıkmaktadır her an!.

 

 

 

 

NEFS MÜCAHEDESİ

 

Nefs mücahedesi denen şey, Nefsi, şartlanmalardan arındırma ve tabiata tabi kılmama mücadelesidir!.

 

Öyleyse bizim, özellikle bilincimizi, şartlanmaların getirdiği değer yargılarından korurken; saf bilincimizin sınırsız mânâlarını değerlendirme idrakına yükselirken, en önemli olarak üzerinde duracağımız husus, bedenin tabiatına, biokimyasal özelliklerine elden geldiğince tâbi olmamak hususudur..

 

Bu, öyle bir mücadele, öyle bir savaştır ki bütün yaşamın boyunca devam edecektir.

 

İşte, Rasulullah Aleyhisselâm’ın yanındakilere,

 

"Biz küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz"

 

Cümlesi, bu mânâya işaret eder..

 

Burada da farkedilmesi gerekli olan nokta şudur.. Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yukarıdaki açıklamasında kullanılan kelime "cihad"dır.. Bunu bildiğimiz "harb-savaş" diye anlamak yanlıştır. Buradaki anlamı "mücahededir".. Yani, kazanmaya azmederek o konuda mücadele vermek, cihaddır.. Bunu yapan kişiye de mücahid denilir. Harb-savaş anlamı ise arapçada "kıtal" kelimesiyle ifade edilir.

 

Bildiğim bir çok kişi, Teklik esaslarını öğrendikten sonra, kendilerini o Teklik şuuru içinde salıvermişlerdir..

 

Yani, kendilerine Mehdî`leri geldikten sonra Deccal`larına tâbi olmuşlar; bedenin istek ve arzuları doğrultusunda yaşayıp, Teklik dünyasında yaşadıklarını vehmetmişlerdir!.

 

Aynen bir salyangozun, uyanıkken tâ direğin tepesine çıktıktan sonra gece uyuduğunda kayarak direğin en altına inip, kendini hâlâ çıktığı o en yüksek noktada zannederek yaşaması gibi bir olaydır.

 

Eğer bu gerçekleri farkedebiliyorsak, çevremizdeki kişilerin bizi dünyada bırakıp gideceğimiz şeylere dönük şartlandırmalarına kapılmayarak; onların, bedensel dürtülere, bedenin tabiatına dönük bizi yönlendirmelerine aldanmayarak, ölüm ötesi yaşama dönük veya Öz Bilincimize ermeye yönelik zihinsel veya bedensel çalışmalar içinde olmaya mecburuz.

 

Aksi takdirde, yitirilecek bu ömürden sonra elimize geçecek ikinci bir yaşam şansı mevcut değildir...

 

"Dünyada a`mâ olarak ölen, Âhirette ebedî olarak a`mâdır"

 

Hükmü, asla ve asla hatırımızdan çıkmamalıdır...

 

Şu anda tek bir şansımız var... O da sağlıklı olarak dünyada bulunduğumuz bu günleri çok iyi değerlendirebilmektir!.

 

Eğer biz bu günleri ilim istikametinde değerlendiremiyorsak; bilincimizi ilmin icaplarına göre arındıramıyorsak, geliştiremiyorsak; şartlanmalara tâbi olarak yaşıyorsak; ömrümüzü tabiatımız, yani bedensel dürtülerimiz istikametinde harcıyorsak, bunun getireceği manevî azap hiç bir maddi azapla kıyaslanamayacak kadar büyük olacaktır!.

 

Çünkü siz, saflaşmış bilincinizin sahip olacağı ilâhi özelliklerden mahrum kalacaksınız, bu yaptığınız hatanın neticesinde!.

 

Allah, bütün esmâsı, yani isimlerinin mânâlarıyla sizin varlığınızda, beyninizde, bilincinizde mevcut olduğu halde; siz, şartlanmalara ve bedeninizin tabiatına bağımlı ve onların yönettiği bir biçimde yaşadığınız için, bu özellikleri ortaya çıkarmaktan mahrum olarak bu dünyadan çekip gideceksiniz.

 

Yarın yanınızda ne anneniz ne babanız ne karınız veya kocanız ne de çocuğunuz olacak. Tek başınıza gideceğiniz önünüzdeki bu alemde kendi gerçek değerlerinizi ortaya çıkaramadıysanız çok büyük bir azap sizi bekliyor demektir.

 

Ben şu yaşa kadar yaşayayım, ondan sonra yapayım, demek en büyük aldanıştır!. Zira bir trafik kazasında, rahmetli Ayhan 44 yaşında gitti berzah âlemine. Yanında eşi vardı, 38 yaşında ona eşlik etti... Yanında oğlu vardı, 16 yaşında ölümü tattı!.

 

Erdinç genç yaşında matkapla duvarı delerken, duvardaki elektrik kablosuna isabet ederek bir anda elektrik çarpmasıyla geçti gitti aramızdan!.işte bunlar gibi hergün gazetelerde, televizyon kanallarında sayısız kazaları görüyorsunuz..

 

Bunlardan biri bizim başımıza geldiği anda, bütün bunları bilerek üstelik, acaba ne yapacağız. Kim bizi kurtarabilecek?. Hiç kimse!.

 

Bilin ki her birimiz kafamızın içinde bir saatli bomba taşıyoruz; ve saat kaça kurulu olduğunu da bilmiyoruz!.. Ancak kesin gerçek şu ki, muhtemelen hiç ummadığımız bir anda bu saatli bomba patlıyacak; dünyadaki yaşamımız son bulacak!.

 

Kimin hangi yaşta, hangi zamanda ve şartlar içindeyken bu dünyadan ayrılacağı bilinmiyor, meçhul.

 

Peki hazır mıyız bu yeni yaşam boyutuna ve şartlarına?. Elinizi vicdanınıza koyunuz ve kimsenin duymayacağı bir şekilde kendinize gerçeği itiraf ediniz... Hazır mısınız ölümötesi yaşama?...

 

Kesinlikle bilin ki, oraya geçtikten sonra artık hiç bir şey yapamıyacaksınız!.

 

Çünkü Kur`ân ‘da bir çok defa tekrar edilen şu âyetler çok açık:

 

Ölümü tattığın anda, veya Mahşer yerinde, veya Sırat köprüsünde, veya Cehennemde; yani her bir safhada yaşanılan gerçekleri gören kişilerin şu sözleri söyledikleri bize naklediliyor:

 

"Keşke dünyaya geri dönsek de, yapamadıklarımızı yapsak; derler... Fakat, bu kesinlikle mümkün değildir"!. (23-100)

 

Ölümü tattığımız andan itibaren, yani şu bedenin kullanım dışı kalması anından başlayarak büyük bir pişmanlık söz konusu olacak, eğer gereken hazırlığı yapmamış isek!... Çünkü geriye dönüş imkansız!.

 

Öyle ise kendimizi böyle bir riske atmak ne dereceye kadar akıllı iş olur?.

 

Zekî insan, gününü en güzel şekilde değerlendirmek için yaşar!. Ne var ki günlük zevkler bir sonraki günde hayâl olur!.

 

Öte yandan yaşadığımız günler ebedi olan geleceğe dönük bir biçimde değerlendirildiği takdirde, bu çalışmalar başımıza gelecek olan azaptan bizi sonsuz dek korur.

 

 

NEFSİ TANIMAK

 

Kendi hakikatını bilmiş kişiye düşen iş artık kendi hakikatını detayları ile tanımak ve kendisindeki özellikleri ortaya koyabilmektir... Bu da sadece dünya hayatında bitirilebilecek bir iş olmayıp, ölümötesi sonsuz yaşamı kapsayan bir konudur!..

 

Nakşibendi sisteminin yolunun gereği de; keşif, kerâmet gibi bir takım olağanüstülükler değil, ilim yollu "NEFS"i tanımak, "ALLAH`ı bilmek", ve de "ermek"tir!

 

 

NEFSİN KENDİNİ TANIMA AŞAMALARI

 

1-Aklı CÜZ

 

2-Aklı KÜL

 

3-Aklı EVVEL

 

4-Hak’ka bağlanan İLİM SIFATI

 

şeklindedir

 

Külli akıl denen, tek akıl, O`nun ilim sıfatının tafsilinden başka şey değildir.

 

"Nefs", kendini tanıma düzeyine geldiği zaman ilim sıfatına bürünmüş demektir.

 

"Nefs", kendini tanımaya başlayınca yavaş yavaş değişik kademelerde kendini tanır.

 

En alt düzeyde tanıyışı akl-ı cüz, daha sonraki tanıyışı akl-ı küll, daha üst düzeyde tanıyışı ise akl-ı evvel`dir.

 

Eğer "nefs", kendini, kendi aslı ve orijinali, hakikatı ile tanırsa, kendini ilim sıfatı yönünden, ilim sıfatı ile tanımış olur...

 

Akl-ı evvel sözü biter orada!... Hak`ka bağlanan "ilim sıfatı" sözü edilir.

 

O ve O`ndan meydana gelmiş bir alem müşahadesi kalkmamış olan, Nur perdelerinin meydana getirdiği bir müşahade içindedir, hala!..

 

Tek tek, her nesnenin, "Allah" dediğini duymak, kesrette-çoklukta olana aittir ve bu hali, henüz Tek`liğe ulaşamadığının, perdeli olduğunun ifadesidir!.

 

Gerçekte âlem, "küll"dür ve Tek varlık söz konusudur!.

 

 

NEFSİN TEZKİYESİ

 

“Nefs”, eğer kendini örtme hükmü ile gelmişse; şartlanmalara, duygulara, huylara yönelik fiiller ortaya koyarsa, onların neticesi meydana gelir..

 

“Nefs”, kendini bunlardan arındırıp, paklarsa, tezkiye ederse, onun neticesi oluşur..

 

Ne diyor âyette:

 

“Nefs`ini arındıran kurtuldu.”

 

“Nefs”in ne yaparsa ne olacağını da âyette anlatıyor.

 

“Nefs”ini tezkiye eden kurtuldu”.

 

Yani, “nefs”in kendini tanıması halini sağlayan; “nefs”in şuurunu-ilmini” örten beden, şartlanmalar ve huylar gibi üç kabuktan kendini arındırıp, paklandıran; orijinal haliyle “nefs”ini tanıyan kurtuluşa erdi!...

 

Bunun dışındakiler?...

 

“Nefs”ini tanıyamamanın getireceği azaplara kendilerini, kendi elleriyle attılar. Çünkü, “Nefs” için orijini itibariyle ne azap ne üzüntü, ne sıkıntı, ne nimet vardır!..

 

İyi anlayın!..

 

“nefs”in orijinal hali için bunların hiç biri bahis mevzuu değildir!... Yaşamın ne zevk- nimet yanı “nefs” için sözkonusu, ne de azap - sıkıntı yanı mevcut!. Fakat “nefs”, bu perdeli halle yaşarsa, bu şekilde yaşadığı beden, varlık azap çekecektir; veya aksine zevki yaşayacaktır

 

Nefsini tezkiye etmeye çalış... işe buradan başla!.

 

“ONU TEZKİYE EDEN KİŞİ MUTLAKA UMDUĞUNA ERMİŞTİR” (91-9)

 

Bak eğer bu işe girişebilecek meyli hissedebiliyorsan gönlünde, -ki niyetin gerçek manâsı gönlün bir işe olan meylidir-; bil ki; yaradalışından takdir gereği bu yol sana kolaylaşdırılmıştır. Artık sakın; değerli zamanını yarın pişman olacağın işe harcama!..

 

“SADECE O’NA YÖNEL.” (73-8)

 

Çünkü

 

O,”KENDİNE YÖNELENLERİ HİDAYETLENDİRİR.” (42-13)

 

Bu hâl üzere, çok çalış. Çalış ki aslına yönelişinde güçlü olup, tekâmülün de hız kazanasın. Zira sen, gerçek yol üzeresin. Çünkü yönelişin sonunda sana hidâyet verildi. Sana yardım elleri içinden ve dışından uzanır; okumadın mı Kitabı;

 

“BİZİM UĞRUMUZDA MÜCAHEDE EDENİ BİZ DE GERÇEĞE ERDİRİRİZ.” (29-69)

 

Böylece yönelişin sonunda hidâyet verilmiş, yani anlayış kapıların açılmış, gerçek yolu bulmuş olursun.

 

“ALLAH KİME HİDÂYET VERİRSE, O, GERÇEK YOLU BULMUŞ OLUR.” (7-178)

 

 

NEFSE ZULMETMEK

 

“Nefse zulmetme”nin mânâsı, nefsinin hakikatı olan Rubûbiyet kemâlini, Ulûhiyet kemâline genişletmemendir.

 

Bu noktaya işaret eden Hz. Rasûlullah, bunun için:

 

"Allah ahlâkıyla ahlâklanın"

 

demiştir.

 

Adem`le Havva`nın Cennette, Cennet yaşamı içinde iken, kendilerini beden kabul etmeye yol açacak böyle bir fiille kayıtlanmaları, haliyle bazı özelliklerinin perdelenmesine yol açmıştır...

 

Bu hâl, Adem`de belli bir idrâkı doğurmuş, ve bu perdelenme hali,

 

"Rabimiz biz nefislerimize zulmettik" (7-23)

 

demelerini getirmiştir...

 

Adem rabbi olan esmâ terkibinin genişliği içinde hareket edemiyerek, beşerî kayıtlarla kayıtlanmak suretiyle hakikatına isyan etme durumuna düştü; ve sonra da bunun farkına vararak Nefsinin hakikatını yaşayamadığı için nefsine zulmetmekte olduğunu farketti ve bunun üzüntüsünü yaşadı...

 

"Biz nefislerimize zulmettik"

 

ifadesi çok anlamlı bir ifadedir.

 

Buradaki "Nefs`e zulmetme"nin mânâsı, konuyu derinlemesine bilmeyenlerin anladığı gibi; "Ben, Nefsime yani bedenime zulmettim" demek değil!...

 

"Nefsinize zulmetmeyin"in anlamı da "oruç tutup, aç kalıp bedeninize eziyet etmeyin" de değil!..

 

"Nefs"in hakikatı, "İlâhi isimlerin işaret ettiği anlamlar ve bu ilâhi isimlerin hakikatı olan "Zâtî" Hakikat"tır!.

 

Gerçekte, kişinin, "kendi hakikatını tanıyamaması, bilememesi, bunun hakkını yerine getirememesi", Din dilinde, tasavvufta "Nefs’e zulmetmek” olarak târif edilir...

 

İşte Adem`in,

 

"Biz nefislerimize zulmettik"

 

demesi:

 

"Kendimizi bedensel varlık olarak kabul etmek sûretiyle yaptığımız bu fiîl, bizim hakikatımızın gereğini yaşamamıza engel olmuş, böylece hakiki benliğimizin gereğini yerine getirmekten perdelenmişiz. Eğer bu durumumuzdan geri dönmezsek, ebediyyen bundan perdelenmiş olarak azap duyarız" anlamındadır.

 

*ahmed hulusi'den kavramlar...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

HArika bir yazı çok çok sağ ol fotonkedi :thumbsup:

Tasavvuf hakkında güzel ve kapsamlı bir yazı hazırlamayı hedefliyorum.

Lucid rüya, astral seyahat ve benzerleri yüzyıllar önce tekke edebiyatında hangi beyitlere nasıl özenle yerleştirilmiş göstermek istiyorum.

Tasavvuf bu güzel özelliklere Allah'la ulaşma sanatıdır.

Şimdi sorsak ilahiyat profesörlerine bunlar sapkın ve batıldır. (ankara üni ilahiyat prof.unun ağzından kulaklarımla duymuşluğum vardır)

Ama insanları kendi emekleriyle saf gerçeği görmekten kimse men edemeyecek!

Tasavvufta kimse nefis terbiyesinde ilerlemeden berzah alemine geçemez.

Yani açık ve net olarak negatif hislerini ve zihin meşguliyetini egale edemezsen astral seyahat gerçekleşemez olsa bile bu seni çok korkutan bir deneyim olacaktır. Çünkü temizleyemediğin ne varsa karşına gelecektir.

 

Mutasavvıfların yüzyıllardır "sır" adı altında taşıdığı bu deneyimler bugün batıni diyerek bir kenara atılıyorsa bilinmeli ki kimse çarkına çomak sokulsun istemiyor!

Ama çarkların kırıldığı yerde bekliyor bizi gerçek!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...