Jump to content

Charles Bukowski Şiirleri


KATA

Önerilen Mesajlar

evet bugun tam da K da okudugum gibi...adamın hayatı kadın ve viski..belki bıraz edebıyat:)

 

 

İntiharcı Çocuğun Son günleri

 

Kendimi görebiliyorum şimdiden

bütün o intihar günlerinden gecelerinden sonra

canı sıkkın, tapon bir hemşirenin elinde

(o da ancak şansım yaver gider, ancak ünlenebilirsem)

o kupkuru huzur evlerinin birinden taşınırken...

tekerlekli iskemlemde dik dik oturur...

gözlerim kafatasımın karanlığına kaymış, neredeyse kör,

azrailin göstereceği merhameti beklerken...

 

'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? '

'Yaa, evet öyle...'

 

çocuklar geçer gider, ben yokum bile

tatlı kadınlar geçer gider

kocaman kızgın belleriyle

sımsıcak kalçalarıyla taş gibi kızgın heryerleriyle

sevilmek için yalvara yakara

geçer gider kadınlar, ben—

yokumdur bense.

 

'Bu üç gündür çıkan ilk güneş Bay Bukowski'

'Yaa, evet, öyle'

 

İşte oturuyorumdur tekerlekli iskemlemde

bu kâğıttan daha beyaz,

kanı çekilmiş,

beyni gitmiş, kumarı kesik, ben, Bukowski

bitmiş, gitmiş...

 

'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? '

 

'Yaa, evet, öyle...' derim, pijamalarıma işerken

salyalar akar ağzımdan.

 

İki öğrenci koşarak geçer gider.

'Hey, gördün mü şu moruğu? '

'Yaa evet, midemi kaldırdı valla! '

 

bütün o intihar tehditlerinden sonra

başka biri intihar etti

sonunda yerime...

 

hemşire tekerlekli iskemleyi durdurup bir gül koparır

verir elime.

 

anlamam

ne olduğunu bile. Bilmemnem olsa farketmez

neye yarayıp neye yaramadığına bakınca.

 

Charles Bukowski

 

 

 

 

Bir Sigara Tüttürürsün

 

Hışımla bir sigara tüttürür

ve tarafsız bir uykuya dalarsın, uyandığında

pencereler ve kederin şafağı karşılar seni, borazanlar yoktur;

bir yerlerde, sözgelimi, bir balık- heryeri göz ve kıpırtı-

suda oynaşır durur; o balık

olabilirdin, orada olabilirdin, suya mahkum,

göz olabilirdin, serin ve asılı,

gayrı-insan; giy ayakkabılarını, geçir

pantalonunu, hiç yolu yok evlat, hiç-

olmayan havanın hiddeti, ölü menekşeler misali

benzeşmişlerin küçümseyişi; haykır, haykır,

bir borazan misali haykır, gömleğini geçir sırtına,

kravatını tak, evlat: mandolin gibi

hoş bir kelimedir keder, ve enginar gibi tuhaf; keder

bir kelimedir ve bir yaşam tarzı; kapıyı aç,

evlat; uzaklaş oradan.

 

Charles Bukowski

 

Bir Mizaç Problemi

 

ayın 17'sinin gecesi

bütün gece boyunca radyo çaldım

komşular alkış tuttu

ev sahibem ise kapıyı çalıp

şöyle dedi

LÜTFEN

LÜTFEN

LÜTFEN

ARTIK BURADAN TAŞIN,

çarşafları kirletiyorsun

sonra o kan nereden geliyor?

asla çalışmıyorsun

uzanıp radyo ile konuşuyorsun

ve içiyorsun

bir de sakalın var

bir de her zaman budalaca sırıtıyorsun

ve şu kadınları odana getiriyorsun

saçını da asla taramıyorsun

ayakkabılarını da cilalamıyorsun

gömleklerin de hep buruşuk

niye buradan ayrılmıyorsun?

komşuları mutsuz kılıyorsun

lütfen hepimizi mutlu et

bize bir iyilik yap

ve buradan çek git!

 

canın cehenneme bebeğim, diye

anahtar deliğinden tısladım; kiram

Çarşamba'ya kadar ödenmiş vaziyette.

tanınmayan bir Alman sanatçı tarafından

yapılmış suluboya nü bir resmi

sana gösterebilir miyim?

Onu $ 1000'e sigortaladım.

 

katı yürekli bir şekilde

holün sonuna doğru yürüdü gitti.

sanattan pek anlamıyor. Onu

çıplak görmek isterdim

belki de özgürlüğe kavuşmak için

resim yapabilirdim. Olmaz mı?

 

Charles Bukowski

 

hoşuma gitti:)

--------------------

Kitlelerin Dehası

 

Ortalama insanda

Herhangi bir günde herhangi bir orduya

yetecek kadar ihanet,

nefret, şiddet

ve saçmalık vardır.

VE Cinayet konusunda En Becerikliler

Cinayet Karşıtı vaaz verenlerdir

VE Nefreti En İyi Becerenler

Sevmeyi Vaaz Edenlerdir

VE-SON OLARAK-

SAVAŞI EN İYİ BECERENLER

BARIŞ VAAZI

VERENLERDİR

 

Tanrıyı Vaaz Edenlerin

Tanrıya İhtiyacı Var

Barış Vaaz Edenlerin

Huzuru Yok

SEVGİYİ VAAZ EDENLER

SEVGİSİZDİR

VAAZ VERENLERDEN SAKININ

Bilmişlerden Sakıının.

 

DURMADAN

KİTAP

OKUYANLARDAN

Sakının

Yoksulluktan Nefret Edenlerden

Ya da Gurur Duyanlardan Sakının

Övgü Göstermekte Hızlı Davrananlardan SAKININ

Karşılığında ÖVGÜ Beklerler

 

Sansürlemekte Hızlı Davrananlardan SAKININ

Bilmedikleri Şeylerden

Korkarlar

 

Sürekli Kalabalıkları Arayanlardan Sakının;

Tek Başlarına

Bir Hiçtirler

 

Ortalama Erkekten

Ortalama Kadından

Sakının

Sevgilerinden SAKININ

 

Sevgileri Vasattır, Vasatı

Aranır Dururlar

Ama Nefretleri Dahiyanedir

Nefretleri Seni Beni

Herkesi Öldürebilecek Kadar

Dahiyanedir.

 

Yalnızlığı İstemezler

Yalnızlığı Anlamazlar

Kendilerinden Farklı

Herşeyi

Yoketmeye

Çalışırlar

 

Sanat

Yaratamadıklarından

Sanatıı

Anlayamazlar

Yaratma Başarısızlıklarını

Dünyanın Beceriksizliğine

Yorarlar

 

Kendileri Tam Sevemedikleri İçin

Senin Sevginin

Eksik Olduğuna İNANIR

VE SENDEN

NEFRET EDERLER

 

Ve Nefretleri

Parlak Bİr Elmas

Bir Bıçak

Bir Dağ

Bir KAPLAN

Bir Baldıranotu Gibi

Mükemmeldir

 

En Usta Oldukları

SANATTIR

NEFRET!

 

Charles Bukowski

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

enfes bir başlık.....

NASİHATLER

 

yeniden patlarken rüzgar denizden

toprak isyan ve kaosla lekelenirken

dikkatli kullan seçenek kılıcını

unutma

5 yüzyıl

veya 20 sene önce bile

asil denebilecek şeyler

şimdilerde daha ziyade

boşa harcanmış eylem oluyor

bir kez yaşanıyor yaşam,

oysa bir dolu şansı var tarihin

insanların aptallığını kanıtlayabileceği

öyleyse dikkatli ol derim

asil görünen herhangi bir

ideal

niyet

ya da eylem konusunda

bu ülkeden yana ol ya da aşktan

veya sanattan, sakın kapılma anın yakınlığına

yada koparılmış çıçek gibi kuruyacak bir

güzelliğe

ya da devlete;

aşk, evet, ama evlilik görevi gibi değil, ve gözün açık olsun

kötü gıda ve aşırı çalışmaya;

bir ülkede yaşaman gerekir, evet,

ne var ki aşk ne kadının düzenidir

ne de ülkenin;

acele etme, ve iç gerektiğince

ki kalabilesin yarına

çünkü içki, içenin yeni

bir yaşama şansına

ulaştığı bir

yaşam tarzıdır, dahası, derim ki

mümkün olduğunca yalnız yaşa;

çocuk yap yapacaksan

ama büyütme zahmetinden kaçınmaya

çalış; bedenindeki

yada ruhundaki

canı almaya çalışmadıkça düşman

sesli yada fiziksel

küçük tartışmalara girme,

sonrada öldür gerekiyorsa;

ve ölmek zamanı geldiğinde

bencil olma;

masrafsız olduğunu düşün

ve gittiğin

yeri;

ne utanç izi olsun ne başarısızlık

hüzün çağrısı

patlarken rüzgar denizden

akıp

gider zaman

yumuşak huzurla yıkayarak

kemiklerini

charles hank bukowski

 

 

 

CHARLES BUKOWSKİ

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Güneşin Yüzü

 

günesin yüzü denli muhtesemdir bogalar

ve bayat kalabaliklar için öldürseler de onlari,

bogadir atesi yakan,

her ne kadar korkak bogalar da varsa da

korkak matadorlar ve korkak erkekler gibi,

genel olarak boga saftir

ve saf ölür

sembollerden, hiziplerden ya da sahte asklardan uzak,

ve onu sürükleyip götürdüklerinde

ölen bir sey olmaz,

bir sey geçmistir

ve neticede kokusmus olan,

dünyanin kendisidir.

 

Charles Bukowski

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

:rofl:

 

Evet Evet

 

Tanrı aşkı yarattığında çoğu insana yaramadı

Tanrı köpekleri yarattığında köpeklere yaramadı

Tanrı bitkileri yarattığında eh işte idare ederdi

Tanrı nefreti yarattığında standart bir hizmete kavuştuk

Tanrı beni yarattığında beni yaratmış oldu

Tanrı maymunu yarattığında uyuyordu

zürafayı yarattığında sarhoştu

uyuşturucuları yarattığında kafası kıyaktı

ve intiharı yarattığında bunalımdaydı

 

senin yatakta uzanmış halini yarattığında

ne yaptığını biliyordu

sarhoştu ve kafası kıyaktı

ve sonra dağları ve denizi ve ateşi

aynı anda yarattı

 

bazı hataları oldu

ama senin yatakta uzanmış halini yarattığında

tüm Kutsal Evren' in üzerine boşaldı

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

karakutu tvye tşk ler:)

 

 

Bu şiir caddelerde ve lağımlarda

Azizlerle, kahramanlarla, dilencilerle, delilerle

Dolu bir şehir gibidir

Basmakalıp sözleri ve içkiyle, yağmurla ve şimşekle

Ve kuraklık mevsimleriyle doludur

 

Şiir savaştaki bir şehirdir

Bir şiir, saati “niyeİİ? diye sorgulayan bir şehirdir

Bir şiir yanmakta olan bir şehirdir

Bir şiir silahlar altındaki bir şehirdir

Berberleri alaycı sarhoşlarla dolmuştur

Bir şiir öyle bir şehirdir ki, tanrı, sokaklarında

Leydi Godiva gibi çıplak dolaşmaktadır

Burada geceleri köpekler havlamakta ve bayrağı kovalamakta

 

 

 

Bir şiir şair dolu bir şiirdir

Çoğu birbirlerine benzemekte ve birbirlerini kıskanmakta

Ve ağızlarda acı bir tad...

Bir şiir artık bu şehir olmuştur

En yakın yerden 75 kilometre uzaklıkta,

Sabah saat 9.09’u

Ağızda hala o içki ve sigara tadı

Etrafta ne polis ne aşıklar vardır, sokaklarda dolaşan

 

Bu şiir, bu şehir kapılarını kapamakta

Barikatlar kurulmakta, hem her yer bomboş

Gözyaşları olmaksızın vatan tutulmakta

Acımaksızın yaşlanmakta

Bu kayalar kadar sert dağlar

Okyanus lavanta alevi misali

Bir ay ki büyüklüğün yoksulluğu misali

Kırık pencereden gelen ufak bir melodi

 

Bir şiir bir şehir, bir şiir bir millet

Bir şiir ki dünyanın ta kendisi

 

Ve şimdi de bunu camın altına sıkıştırıyorum

Çünkü şimdi sıra çılgın editörün tetkikinde

Ve bu gece, gece başka bir yerde

Uçuk gri renkteki kadınlar sıra beklemekte

Trompetler insanları darağacına davet ederken

Küçük insanlar da beceremedikler şeyler hakkında

Atıp tutmaktalar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

aradan yaklaşık br yıl geçti..boş sokağı incelerken aklıma geldin.. kayıtsızlığındaki asaletin beynime kazınmış sankı...hangi kayıp diyarında uykudasın su an?...bilmiyorum rüyanda onlardan mı diye anıyorsun beni,önünden geçen bir siluet sadece...oysa aklımdaydın hep...gidişinden sonra gelebildim yanına,daha erken olmalıydı zıyaretım...

belki baska bı yerde ve zamanda...ve başka bir şekilde...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Edebi Bir Aşk

 

onu her nasılsa yazışma ya da şiir veya dergiler yoluyla tanıdım

ve bana tecavüz ve şehvet konulu çok seksi şiirler yollamaya başladı,

ve işin içine biraz da entellektüellik karışınca

biraz kafam karıştı ve arabama atlayıp Kuzey'e sürdüm;

uykusuz, akşamdan kalma, yeni boşanmış,

işsiz, yaşlanmış, yorgun, beş on yıldır

çoğunlukla uyumak ister bir halde, sonunda moteli buldum

küçük güneşli bir kasabada toprak bir yol üzerinde

ve orda oturup bir sigara tüttürdüm

düşündüm, gerçekten delirmiş olmalısın diye,

ve bir saat geç çıktım

kadınla buluşmaya, epey yaşlıydı,

nedense benim kadar, pek seksi değildi

ve bana çok sert, ham bir elma verdi

kalan dişlerimle çiğnediğim;

adı konulmamış bir hastalıktan ölüyormuş

astım gibi bir şeyden, ve

sana bir sır vermek istiyorum dedi, ben de

biliyorum; bakiresin,35 yaşındasın, dedim.

ve bir defter çıkardı, on-oniki şiir:

bir ömürlük çalışma ve okumak zorunda kaldım

ve anlayışlı olmaya çalıştım

ama çok berbattılar.

sonra onu bir yere götürdüm, boks maçlarına

ve ellerini kenetleyip

dumanın içinde öksürdü

ve etrafına bakınıp durdu

bütün insanlara

ve sonra da boksörlere.

sen hiç heyecanlanmazsın, değil mi? , dedi

ama o gece tepelerde epeyce heyecanlandım,

ve onunla iki-üç kere daha buluştum

şiirlerinin bazılarında yardımcı oldum

ve dilini boğazımın yarısına kadar soktu

ama ondan ayrıldığımda

hala bakireydi

ve berbat bir şair.

düşünüyorum da bir kadın açmamışsa bacaklarını

35 yıl

iş işten geçmiştir

aşk için de

şiir için de.

 

..................................................

 

 

Dilenmek

 

çoğumuz gibi, o farklı işlere

girip çıktım ki, midem deşilmiş ve bağırsaklarım

rüzgara fırlatılmış gibi hissediyorum kendimi.

iyi insanlar da tanıdım bu işlerde

öbür tür de.

ama birlikte çalıştığım insanları

düşününce-

aradan on yıl geçmesine rağmen-

ilk aklıma gelen

Karl

oluyor.

 

Karl'ı hatırlıyorum: yaptığımız iş

belden ve boyundan askılı

önlük giymeyi gerektiriyordu.

 

ben Karl'ın çömeziydim.

'kolay bir işimiz var', demişti

bana.

 

her sabah yöneticilerden biri geldiğinde

Karl hafifçe öne eğilip gülümser, başını hafifçe sallayarak

onu selamlardı: 'günaydın Doktor Stein',

'günaydın Bay Day' ya da

Bay Night, kadın bekarsa 'günaydın, Lilly' ya da

Betty ya da Fran.

 

ben tek kelime

etmezdim.

 

Karl bundan rahatsızlık duyuyordu,

bir gün beni kenara çekti: 'bana bak,

böyle bir işi başka nerede bulacaksın?

iki saatlik öğle paydosumuz var.'

 

'bulamam herhalde...'

 

'kesinlikle, senin benim gibiler için

bundan iyisi can sağlığı..'

 

bir şey demedim.

 

'tamam, önceleri zor gelir insana köpeklenmek

benim için de kolay olmadı

ama bir süre sonra

önemli olmadığını keşfettim

kabuğum çıktı.

artık kabuğum var,

anladın mı? '

 

baktım ona, gerçekten vardı kabuğu, yüzünde de bir tür

bulanıklık vardı gözleri anlamsız

bakıyordu, boş ve

kayıtsız; yıllanmış,

yıpranmış bir deniz kabuğuna

bakıyordum.

 

birkaç hafta geçti

hiçbir şey değişmedi: Karl hiç sektirmeden

herkesi saygı ile selamlıyor,

gülümsüyor, rolünü mükemmel

oynuyordu.

 

ölümlü olduğumuz aklına

hiç gelmiyordu

herhalde

ya da

daha büyük tanrıların bizi

izliyor

olabileceği.

 

ben işimi

yaptım.

 

sonra, bir gün, Karl beni

kenara çekti yine.

 

'bak, Doktor Morely benimle

senin hakkında konuştu.'

 

'evet? '

 

'senin neyin olduğunu

sordu bana? '

 

'sen ne dedin? '

 

'genç olduğunu söyledim.'

 

'teşekkür ederim.'

 

maaşımı alır almaz

istifa ettim

 

ama

yine benzer işler buldum

yeni Karl'larla karşılaştım

ve sonunda hepsini bağışladım

ama kendimi asla:

 

ölümlü olmak bazen

insanı

tuhaf

neredeyse

çalıştırılamaz ve

son derece

iğrenç

kılar-

hür teşebbüsün

kölesi

değil.

 

................................................

 

 

ETKİ VE TEPKİ

 

En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur

sırf uzaklaşmak için,

ve geride kalanlar

birinin onlardan

uzaklaşmayı neden isteyebileceğini

bir türlü tam olarak anlayamazlar.

 

......................................................

 

biraz uzun oldu ama kusura bakmiyceniz artık:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BAZILARI DELİRMEZ

 

bazıları hiç delirmez

ben, bazen koltuğun arkasında

3-4 gün boyunca yattığım olur

orda bulurlar beni

melaikeymiş derler

sonra gırtlağımdan aşağı

şarap döküp

göğsümü ovarlar

yağ serperler üzerime

sonra kükreyerek kalkarım

atıp tutar, köpürürüm

onlara ve evrene küfreder

bahçeye kadar kovalarım

sonra kendimi çok iyi hisseder

tost ve yumurtanın başına otururum

bir şarkı mırıldanıp

aniden

pembe besili bir balina gibi

sevimli olurum

bazıları hiç delirmez

ne korkunç hayat sürüyorlardır

allah bilir

 

CHARLES BUKOWSKİ

 

MAHVOLMUŞ HAYATLAR

 

'aynı kadınla iki kez

evlenerek hayatımı mahvettim'demiş

William Saroyan.

 

hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler

her zaman vardır,

William,

neyin veya kimin

bizi önce

bulduğuna

bakar,

mahvolmaya hep

hazırızdır.

 

mahvolmuş hayatlar

olağandır

bilgeler için de

ahmaklar için de.

 

ancak

o mahvolmuş hayat

bizimki olduğunda,

işte o zaman

farkına varırız

intiharların,ayyaşların,hapisane

kuşlarının,uyuşturucu müptelaları

ve benzerlerinin.

varoluşun

menekşeler kadar,

gökkuşağı

kasırga

ve

tamtakır

mutfak

dolabı

kadar

olağan

bir

parçası

olduklarının.

 

CHARLES BUKOWSKİ

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Onlar ve Biz

ön balkonda oturmuş

konuşuyorlardı:

hemingway, faulkner, t.s. elliot,

ezra pound, hamsun, wally stevens,

e.e. cummings ve birkaçı daha.

“baksana” dedi annem “şunları

susturamaz mısın?”

“hayır,” dedim.

“boş konuşuyorlar,” dedi

babam, “kendilerine iş bulsalar

iyi ederler.”

“işleri var

onların,” dedim.

“bok var,” dedi

babam.

“kesinlikle,”

dedim.

faulkner girdi içeri

sendeleyerek

dolapta bir şişe viski buldu

ve sendeleyerek çıktı.

“korkunç bir insan,” dedi

annem.

sonra kalkıp

balkonu gözetledi.

“bir de kadın var aralarında,” dedi, “ama

daha çok erkeğe benziyor.”

“gertrude o,”

dedim.

“kasılıp duran biri var

bir de,” dedi, “üç kişiyi birden

marizleyebileceğini söylüyor.”

“o ernie,” dedim.

“ve sen,” dedi babam, “onlar gibi

olmak istiyorsun, öyle mi?”

“onlar gibi değil,” dedim, “onlardan

biri.”

“lanet bir iş bulacaksın

kendine, anladın mı?”

“kapa çeneni,” dedim.

“ne?”

“’kapa çeneni’dedim, bu adamları

dinliyorum.”

babam karısına baktı:

“bundan böyle

oğlum yok benim!”

“umarım,” dedi annem.

faulkner sendeleyerek girdi içeri

yine.

“telefon nerde?” diye sordu.

“n’apıcan telefonu?” dedi

babam.

“biraz önce ernie çifteyle beynini

dağıttı,” dedi.

“gördün mü bu adamların başına

ne geldiğini?” diye bağırdı

babam.

yerimden

yavaşça kalkıp

bill’e telefonun yerini

gösterdim.

Palmiye Yaprakları

Los Angeles'ta

1973'ü 74'e bağlayan geceyarısı

saat tam 12:00'de

penceremin dışındaki palmiye yapraklarına

yağmur yağmaya başladı

komalar ve havai fişekler

çınladı

ve gök gürledi.

 

ışıklan söndürüp

yorganı üstüme çekmiş

ve yatmıştım akşam dokuzda -

neşeleri, mutlulukları,

çığlıkları, kâğıt şapkaları.

arabaları, kadınları,

amatör sarhoşları...

 

Yeni Yıl arifesi

hep korkutmuştur beni

yaşam ne anlar ki yıllardan.

şimdi kornalar

havai fişekler ve gökgürültüsü sustu . . .

her şey beş dakika içinde sona eriyor ...

sadece yağmuru duyuyorum

palmiye yapraklarında,

ve düşünüyorum,

insanları asla anlayamayacağım,

ama yaşayıp

atlattım işte.

 

 

Charles Bukowski

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Buhran

çok fazla

çok az

ya da çok geç

 

çok şişman

çok zayıf

ya da çok kötü

 

kahkaha

ya da gözyaşı

ya da kusursuz

kayıtsızlık

 

nefret edenler

sevenler

 

ellerindeki şarap şişelerini sallayarak

önlerine çıkanları süngüleyip

kadınların ırzına geçen ordular

 

ya da ucuz bir pansiyon odasında

Marilyn Monroe'nun fotoğrafıyla yaşayan bir ihtiyar

 

o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık

onu saatin kollarının ağır hareketlerinde

bile görebilirsiniz.

 

o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık

onu Vegas'ta, Baltimore'da ya da Münih'te

yanıp sönen neon ışıklarında görebilirsiniz.

 

insanlar yorgun,

hayat tarafından cezalandırılmış,

ya sevgiyle ya da sevgisizlikle

sakatlanmış.

 

yeni hükümetlere ihtiyacımız yok

yeni devrimlere ihtiyacımız yok

yeni kadınlara ihtiyacımız yok

yeni yollara ihtiyacımız yok

şevkate ihtiyacımız var.

 

müşfik davranmıyoruz

birbirimize.

müşfik davranmıyoruz.

 

korkuyoruz.

nefretin gücü simgelediğini

sanıyoruz.

cezalandırmanın

sevgi olduğunu.

 

daha az sahte bir eğitim bize gereken

daha az kural

daha az polis

ve daha iyi öğretmenler.

 

bir odada

bir başına acı çeken

öpülmemiş

dokunulmamış

bir başına bitki sulayan

olsa da çalmayacak

bir telefondan yoksun

insanın dehşetini unutuyoruz.

 

müşfik davranmıyoruz birbirimize

müşfik davranmıyoruz birbirimize

müşfik davranmıyoruz birbirimize

 

boncuklar sallanır, bulutlar örter

köpekler gül bahçesine işer

bir çocuğun kafasını koparır cani

dondurma külahından bir ısırık alır gibi

okyanus bir gelip

bir giderken

anlamsız bir ayın esaretinde.

 

 

müşfik davranmıyor insanlar birbirine.

Charles Bukowski

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

 

Sadece sıkıcı insanlar sıkılır.

Sadece yanlış bayraklar dalgalanır.

Size Tanrı olmadılarını söyleyen insanlar aslında aksini düşünürler.

Tanrı başarısızlıkların bir icadıdır.

Tek cehennem bulunduğun yerdir.

 

Dallas'tan geçtim ve Pasadena'da aylaklık ettim.

Anam ağlamadı çünkü ağlatacak kimse yoktu.

İki boy aynasını tuzla buz ettim ve beni

hâlâ arıyorlar.

İnsanın asla girmemesi gereken mekânlara girdim.

Acımasızca dövülüp ölü diye bırakıldım.

Kafatasımda cop darbelerinden oluşmuş bir sürü yumru var.

Melekler korkudan altlarına kaçırdılar.

Harikulade bir insanım.

 

Siz de öylesiniz.

O da öyle.

Güneşin sarı nabzı ve dünyanın görkemi de.

 

(kaybedenin önde gideni)

 

 

En iyi adamlar yalnızken güçlüdür

 

seçimini

zekice

yapmak

yarilamaktir

zafere giden yolu;

diger yarisi

kayitsizlikla

fethedilir.

 

bir yanda

istedigin

her seyi

söyleyebilirsin,

öte yanda

mecbur

degilsin.

 

ben

bir sekilde

ikisini de

yapmayi

becerdim.

 

bu yüzden

benimle

bir sorununuz varsa

size

aittir.

 

 

Kendimizde açtığımız yaralar

 

benim için birini terk etmeseydiniz ya da

biri sizi terk etmeseydi hiçbirinizi tanıma

fırsatı bulamayacağımı anlıyorum şimdi–

o berbat gecelerle birlikte anımsanan

iyi gecelere içiyorum; işler yolunda gittiğinde

herkes kadar mutlu olabildik

ve bana sunabileceğinizin en iyisini

sunduğunuz için hepinize müteşekkirim;

yüreğimde yaşamaya devam edeceksiniz ve

bir yerlerde bir cennet varsa şayet

bir gün hepiniz

orada olacaksınız

büyük beyaz köpekbalığı

esarette

şaşkın gözlerle, şaşkın aptal gözlerle

sonsuza dek dönüp dururken.

 

 

 

 

Suda yan ateşte boğul

 

"hiçbir şeyin önemi yok

bir yatakta debelenmekten başka

ucuz hayaller ve bir birayla

yapraklar ölürken ve atlar ölürken

ve ev sahipleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;

canlıdır müziği çekilmiş perdelerin,

sinek sürüleri

ve patlamalar sonsuzunda

son insan’ın mağarası;

hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,

boş şişeden,keyiften,

kıstırılmış

bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,

kendisine sözcükler öğretilip

ölsün diye

arkası yastıkla desteklenmiş

gençlikten başka."

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

r e b o u n d .

genellikle, dedi, ayrılık ertesi,

ruhunun

veya ruhunun olduğu yerde olması gereken şeyin

kafasının koparıldığı

duygusu ile öylece otururken

telefon çalar veya kapı vurulur

ve yepyeni ve ferahlatıcı bir

kadın bulursun karşında.

yukardan bir işaret yollanmıştır sana

sanki

ve ordadırlar

en çekici halleri ile

hayatına girmeye

hazır.

ve kabullenirsin

hiçbir şey bir daha ters gidemezmiş gibi,

ikinci bir fırsat hakedilmediği halde

bir fırsat tanınmıştır,

o ilk kahkahalar, bir kez daha

o ilk

sihir.

kim tasarlamışsa bu işi

tilkinin gözüne

şahinin çabukluğuna

ve

korkunç bir mizah duygusuna

sahipmiş.

öte yandan, dedim, her

zaman

öyle olmuyor.

haklısındır umarım, diye karşılık verdi,

dinlenmeye

ihtiyacım

var.

b u k o w s k i .

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

J a n e ' için.

çimen altında geçen 225 günden sonra

benden daha çok şey biliyor olmalısın.

 

 

kanını emip bitireli epey oldu,

artık bir sepette kuru bir çubuksun.

 

 

bu işler böyle mi oluyor?

bu odada

aşk saatlerini

hala gölgeleri var.

 

 

bırakıp gittğinde

aşağı yukarı herşeyi

alıp gittin.

 

 

geceleri beni ben olmaya

koymayan kaplanların önünde

diz çöküyorum.

 

 

senin sen olman

asla bir daha olmayacak.

 

 

kaplanlar beni buldular

ama artık umurumda bile değil.

b u k o w s k i .

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

...

sera etkisi deyin ne derseniz deyin

 

 

eskisi gibi yağmıyor işte yağmur.

özellikle büyük kriz zamanındaki

 

 

yağmurlar geliyor aklıma.

 

 

kuruş para yoktu ama bolbol

 

 

yağmur vardı.

 

 

öyle bir gece veya bir gün

 

 

değil,

 

 

7 gün ve 7 gece

 

 

YAĞARDI

ve Los Angeles'in yağmur ızgaraları

 

 

bu kadar çok yağmuru emebilecek

 

 

şekilde yapılmamıştı

 

 

ve yağmur KALIN

 

 

ve KARARLI

 

 

ve DÜZENLİ yağardı

 

 

ve damlaların çatılara çarpışını

 

 

oradan da oluk oluk

 

 

toprağa akışını DUYARDINIZ

ve DOLU,

 

 

büyük BUZDAN KAYALAR

 

 

patlayan

 

 

oraya buraya saçılan havada uçuşan;

 

 

ve yağmur

 

 

kısaca

 

 

DURMAZDI

 

 

ve bütün çatılar akardı -

 

 

evin her tarafına

tencereler,

 

 

kapkacaklar serilir

 

 

TIP TIP sesleri bütün eve yayılırdı;

 

 

ve kaplar boşaltılır,

 

 

boşaltılır

 

 

ve tekrar boşaltılırdı.

 

 

kaldırımların üstünden geçerdi yağmur,

 

 

bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp

 

 

evlere girerdi.

 

 

el bezleri vardı, banyo havluları,

 

 

ve yağmur genelde

 

 

tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla

 

 

ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar

 

 

güneşli bir günde

 

 

marş basmayan arabalarla,

 

 

ve işsiz adamlar

 

 

sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların

 

 

can çekişmelerine bakarlardı

 

 

pencereleri önünden;

 

 

işsizler,

 

 

yenik bir zamanın yenik insanları

 

 

hapsolurdu evlerine

 

 

karıları ve çocukları

 

 

ve kedi köpekleriyle.

 

 

kediler ve köpekler

 

 

dışarı çıkmamak için diretir

 

 

evin garip garip yerlerine

 

 

pisliklerini bırakırlardı.

 

 

işsiz adamlar

 

 

bir zamanlar güzel olan karılarıyla

 

 

evde tıkılıp kalmış olmaktan

 

 

çıldırırlardı.

 

 

korkunç tartışmalar yaşanırdı

 

 

haciz ihtar mektupları

 

 

kondukça posta kutularına.

 

 

yağmur ve dolu, bezelye kutuları,

 

 

yavan ekmekler; kızarmış

 

 

yumurta, rafadan yumurta, haslanmış

 

 

yumurta; fıstık ezmesi

 

 

sandviçleri, ve her tencerede

 

 

görünmez bir tavuk.

 

 

babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam

 

 

her yağmurda, en iyi ihtimalle,

 

 

annemi döverdi,

 

 

kendimi üzerlerine atardım,

 

 

bacaklar, dizler,

 

 

çığlıklar

 

 

ta ki

 

 

birbirlerinden

 

 

ayrılana kadar.

 

 

"Gebertic'em seni, " bağırırdım "Bi' kez

 

 

daha vurursan ona öldürürüm seni!"

 

 

"Çabuk bu ****** çocu'unu

 

 

çıkar burdan!"

 

 

"hayır, Henri, annenin

 

 

yanında kal!"

 

 

evet, bütün evler kuşatma altındaydı

 

 

fakat sanırım bizim evdeki dehşet

 

 

ortalamanın üstündeydi.

 

 

ve geceleri

 

 

uyumaya çalıştığımızda

 

 

yağmur yağmaya devam ederdi

 

 

ve karanlıkta

 

 

suların odama girmemesi için

 

 

cesurca direnen penceremden

 

 

ayın yağmur sularıyla bulanık

 

 

görüntüsünü seyrederken

 

 

Nuh'u hayal ederek

 

 

ve Gemisini

 

 

tekrar oluyor galiba

 

 

diye düşünürdüm.

hepimiz düşünürdük

 

 

bunu.

 

 

ve sonra, birdenbire,

 

 

dinerdi yağmur.

 

 

galiba hep

 

 

sabaha doğru

 

 

5, 6 sularında dinerdi,

 

 

huzur çökerdi her yere,

 

 

ama tam bir sessizlik değil

 

 

çünkü hala devam ederdi

 

 

tip

 

 

tip

 

 

tip

 

 

sesleri

 

 

ve sonra sis ve duman

 

 

dağılırdı

 

 

ve sabah 8'de

 

 

gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı

 

 

düşerdi yeryüzüne,

 

 

Van Gogh sarısı -

 

 

çılgın, köredici!

 

 

ve ardından

 

 

sağanaktan kurtulan

 

 

çatı olukları

 

 

güneş altında

 

 

genleşmeye başlardı:

 

 

PENG!PENG!PENG!

 

 

ve herkes kalkıp dışarı bakardı

 

 

hala yağmuru içine çeken

 

 

bahçeler

 

 

hiç bu kadar yeşil olmamış

 

 

bir yeşil içinde

 

 

ve kuşlar

 

 

bahçelerde

 

 

deli gibi cıvıldayan kuşlar,

 

 

7 gün 7 gecedir

 

 

yere konup da

 

 

adamakıllı bir şey yiyememiş

 

 

tohum yemekten

 

 

bıkmış kuşlar

 

 

solucanların

 

 

toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi,

 

 

yarı boğulmuş solucanların.

 

 

kuşlar solucanları önce topraktan çekip

 

 

havaya kaldırır

 

 

sonra da midelerine indirirlerdi;

 

 

karatavuklar ve serçeler olurdu.

 

 

karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya

 

 

çalışır

 

 

ama serçeler,

 

 

açlıktan delirmiş,

 

 

daha küçük ve çabuk,

 

 

kendi paylarını

 

 

kotarırlardı.

 

 

erkekler verandada durur

 

 

sigaralarını içerlerdi,

 

 

şimdi kapı kapı dolaşıp

 

 

büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında

 

 

bulamayacakları bir

 

 

iş arayacaklarının,

 

 

büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını

 

 

çalıştırmaya uğraşacaklarının

 

 

bilincinde.

 

 

ve bir zamanlar güzel olan

 

 

karıları

 

 

banyoya girer

 

 

saçlarını tarar,

 

 

makyajlarını yapar,

 

 

dünyalarını tekrar

 

 

biraraya getirmeye çalışırlardı,

 

 

onları saran korkunç mutsuzluğu

 

 

unutmaya çalışarak,

 

 

kahvaltı için

 

 

ne hazırlasam diye

 

 

telaşlanarak.

 

 

ve radyo

 

 

okulların

 

 

açıldığını söylerdi.

 

 

ve

 

 

ardından

 

 

işte ben

 

 

yine okul yolundaydım,

 

 

yollarda kocaman

 

 

su gölcükleri,

 

 

tepemde yeni bir dünya gibi

 

 

güneş,

 

 

evde annemler,

 

 

okula

 

 

zamanında vardım.

 

 

Bayan Sorenson bizi

 

 

"bugün tenefüs yok,

 

 

yerler çok ıslak"

 

 

diyerek karşıladı.

 

 

çocuklar "AOF"

 

 

bağırdı bir ağızdan.

 

 

"fakat tenefüs saatinde

 

 

çok farklı birşey

 

 

yapacağız," dedi,

 

 

"ve çok zevkli

 

 

bir şey!"

 

 

hepimiz merak ettik

 

 

bu çok zevkli şeyin

 

 

ne olduğunu

 

 

ve o iki saat

 

 

Bayan Sorenson

 

 

dersini anlatmaya

 

 

devam ederken

 

 

bir türlü geçmek bilmedi.

 

 

Küçük kızlara baktım,

 

 

çok tatlı ve temiz ve

 

 

dikkatli görünüyorlardı,

 

 

uslu ve dik

 

 

oturuyorlarken sıralarında

 

 

ve saçları

 

 

Kaliforniya

 

 

güneşi altında

 

 

çok güzeldi.

 

 

sonra tenefüs zili çaldı

 

 

ve hepimiz eğlenceyi

 

 

beklemeye koyulduk.

 

 

ardından Bayan Sorenson sınıfa seslendi:

 

 

"şimdi ne yapacağız

 

 

biliyor musunuz, birbirimize

 

 

yağmur sağanağı sırasında

 

 

neler yaptığımızı anlatacağız!

 

 

en ön sıradan başlayıp

 

 

arka sıralara doğru devam edeceğiz!

 

 

hadi Michael, sen başla!..."

 

 

ve hepimiz

 

 

hikayelerimizi

 

 

anlatmaya başladık, Michael başladı

 

 

ve herkes sırayla kalkıp devam etti,

 

 

ve sonra farkettik ki

 

 

hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen

 

 

yalan sayılmaz ama

 

 

çoğunlugu yalandı

 

 

ve oğlanlardan bazıları pis pis

 

 

gülmeye başladığında kızlar onlara

 

 

kötü bakışlar fırlattı ve

 

 

Bayan Sorenson "tamam!" diye bağırdı

 

 

"tam bir sessizlik istiyorum!

 

 

Siz merak etmeseniz de

 

 

ben

 

 

neler yaptığınızı

 

 

öğrenmek istiyorum!"

 

 

böylece biz de hikayelerimize

 

 

devam ettik

 

 

ve hepsi de hikayeydi.

 

 

bir kız gökkuşağı

 

 

ilk çıktığında bir ucunda

 

 

Tanrı'nın yüzünü

 

 

gördügünü söyledi.

 

 

bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.

 

 

bir oğlan oltasını

 

 

pencereden sarkıtıp

 

 

bir balık yakalayıp

 

 

kedisini

 

 

beslediğini söyledi.

 

 

hemen hemen herkes

 

 

bir yalan uydurdu.

 

 

gerçek

 

 

fazla acı

 

 

ve utandırıcıydı.

sonra zil çaldı

 

 

ve tenefüs bitti.

 

 

"teşekkür ederim," dedi Bayan

 

 

Sorenson, "hepsi çok

 

 

hoştu.

 

 

yarına kadar

 

 

yerler

 

 

kurur ve

 

 

kullanılabilecek

 

 

hale gelir."

 

 

çocuklardan bir

 

 

gürültü koptu.

 

 

küçük kızlar

 

 

dimdik ve uslu

 

 

oturuyorlardı,

 

 

çok tatlı ve

 

 

temiz ve

 

 

dikkatli,

 

 

saçları dünyanın bir daha

 

 

asla göremeyeceği bir güneşin

 

 

ışıkları altında

 

 

çok güzel

 

 

görünüyordu.

 

 

ve

 

 

 

 

....

 

 

 

 

 

 

 

 

C h a r l e s B U K O W S K I .

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

m a h v o l m u ş h a y a t l a r .

 

'aynı kadınla iki kez

evlenerek hayatımı mahvettim' demiş

William Saroyan.

 

hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler

her zaman vardır,

William,

neyin veya kimin

bizi önce

bulduğuna

bakar,

mahvolmaya hep

hazırızdır.

mahvolmuş hayatlar

olağandır

bilgeler için de

ahmaklar için de.

 

ancak

o mahvolmuş hayat

bizimki olduğunda,

işte o zaman

farkına varırız

intiharların,ayyaşların,hapisane

kuşlarının,uyuşturucu müptelaları

ve benzerlerinin.

varoluşun

menekşeler kadar,

gökkuşağı

kasırga

ve

tamtakır

mutfak

dolabı

kadar

olağan

bir

parçası

olduklarının.

 

c h a r l e s b u k o w s k i .

* tümünü gri'ye boyamak istediğim bir şiir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Siz aşk nedir bilmezsiniz dedi Bukowski

Ben elli bir yaşındayım bir bakın bana

Genç bir güzele aşığım

Kötü saplandım bu işe ama O'nun da hali kötü

Fakat olacaksa böyle olsun

Kanlarına giriyorum onların ve kurtulamıyorlar benden

Herşeyi deniyorlar kaçmak için

Ama sonunda hep geri dönüyorlar

Hepsi geri dönmüştür bana

Ama gördüğüm bir tanesi dışında

Ağlamıştım ardından

Ama kolay ağlardım o zamanlar .

Çocuklar sert içkileri yaklaştırmayın yanıma

Acımasız oluyorum o zaman

Burada oturuyor bütün gece

Bira içebilirim siz hippilerle birlikte

Bu biradan on beş litre içerim ve

Bana mısın demem, su gibi gelir bana

Ama bir defa koklatın sert içkileri

Pencereden dışarı atmaya başlarım insanları

Kim olursa olsun fırlatırım dışarı

Bunu yaptım daha önce

Ama siz aşk nedir bilmezsiniz

Bilmezsiniz çünkü hiç aşık olmamışsınızdır

İşte iş bu kadar basit

Genç bir fıstık buldum şimdi, öyle güzel ki..

Bukowski diyor bana, Bukowski diyor o minicik sesiyle

Bense ne var diyorum

Ama aşk nedir bilmezsiniz siz

Size ne olduğunu anlatıyorum ama dinlemiyorsunuz

Aşk buraya kadar gelip kıçınızı dürtse

Bu odada içinizden birinin ruhu duymaz

Şiir okuma toplantılarının boktan bişey olduğunu düşünürdüm

Bana bak ben elli bir yaşındayım ve çok dolaştım

Boktan diyorsam öyledir

Ama sonra dedim ki kendime Bukowski

Aç kalmak daha boktan

Sonuçta işte buradasın ve hiçbirşey olması gerektiği gibi değil

O adam neydi adı Galway Kimel

Bir dergide resmini gördüm

Yakışıklı bir suratı var ama öğretmen

Tanrım düşünebiliyor musunuz

Eyvah sizler de öğretmensiniz

Size de küfrediyor oluyorum o zaman

Hayır o adamın adını hiç duymadım

Ne de ötekinin, hepsi birer asalak

Belki egom yüzünden artık çok fazla okumuyorum

Ama, şu ünlerini beş altı kitap üstüne

Kuran insanlar var ya,

Hepsi birer asalak

Bukowski diyor bana bu kız

Niçin klasik müzik dinliyorsun bütün gün

Sizi şaşırttım değil mi

Benim gibi kaba ayyaş birisinin

Klasik müzik dinleyeceğini düşünmezdiniz

Brahms, Rachmaninoff, Bartok, Tdeman

Kahretsin burada yazamıyorum

Çok fazla sessiz, çok sayıda ağaç var burada

Şehirleri severim, en uygun yerler benim için

Her sabah koyarım klasik müziğimi

Ve oturup yazı makinemin başına

Bir puro içerim bakın işte böyle

Ve Bukowski derim sen şanslı bir adamsın

Bukowski bu belaların hepsini atlattın

Ve sen şanslı bir adamsın

Ve mavi duman yayılır masamın üstüne

Ve pencereden dışarı Delengpre Caddesi'ne bakarım

Ve derin nefes alır ve yazmaya başlarım

Bukowski işte yaşam budur derim kendi kendime

Yoksul olmak iyidir, basur olmak iyidir, aşık olmak iyidir

Ama siz nasıl birşey olduğunu bilmezsiniz

Sevgilimi görseydiniz ne dediğimi anlardınız

Buraya gelince baştan çıkacağımı düşündüm

Tam böyle olacağını bildi, böyle olacağını bana söylemişti

Allah kahretsin ben elli bir yaşındayım o ise yirmi beşinde

Birbirimize aşığız ve o beni kıskanıyor, Tanrım bu güzel birşey

Buraya gelip baştan çıkarsam, gözlerimi oyacağını söylemişti

Alın işte aşk sizlere

İçinizden hangisi bilir böyle birşeyi

Sizlere birşey söylemeliyim

Öyle adamlarla tanıştım ki hapishanede

Üniversitelere ve şair toplantılarına giden

İnsanlardan çok daha fazla yol-yordam bilen insanlardı

Kan emicidirler onlar, bütün görmek istedikleri

Şairin çorapları kirli midir acaba ya da koltukaltları kokuyo mudur

Ama sizden şunu hatırlamanızı istiyorum

Bu odada yalnız bir tane şair var bu gece

BELKİ DE BU ÜLKEDE YALNIZ BİR TANE ŞAİR VAR BU GECE

O DA BENİM

İçinizden kim biliyor yaşamı, içinizden kim biliyor herhangi birşeyi

Hangi biriniz hayatında işinden kovuldu?

Ya da sevgilisine dayak attı ya da sevgilisinden dayak yedi

Beş defa kovuldum ben Senis and Rocbuck'tan

Kovmuşlar, tekrar kovmuşlardı beni

Otuzbeş yaşındayken tezgahtarlık yapıyordum onlara

Sonra kurabiye çalarken yakalandım

Ben nasıl olduğunu bilirim çünkü ONLARDAN GELİYORUM

Elli bir yaşındayım ve aşığım

Şu gencecik güzel şey diyor ki bana: Bukowski

Ve ne var diyorum, O ise

Sen pisliğin tekisin diyor bana

Ve bebeğim beni anlıyorsun diyorum

Bu dünyadaki tek güzel şey O

Kadın ya da erkek bu tür hareketine katlanacağım tek kimse

Ama siz aşk nedir bilmezsiniz

Hepsi geri döner bana sonunda, her biri geri döner

Yalnız o sözünü ettiğim bir tanesi,

Hani o sözünü ettiğim bir tanesi

Yedi yıl birlikte yaşamıştık, çok içerdik

Bir avuç memur görüyorum ben bu odada

Şair filan yok aranızda, hiç şaşırmadım bu işe

Şiir yazmak için aşık olmak gerekirdi

Ve siz aşık olmak nedir bilmiyorsunuz ki

Sizin derdiniz bu!

Şu ağır içkiden verin biraz bana

Tamam buz istemem güzel

Güzel işte çok güzel böyle

Haydi bakalım gösteriye başlayalım

Ne dediğimi hatırlıyorum

Ama bir tek atacağım yalnızca

Ne de güzel tadı var şu meretin

Haydi uzatmadan bitirelim bu işi

Yalnız bundan sonra kimse durmasın

Açık pencerenin yanında

c h a r l e s b u k o w s k i .

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

y a p r a k l a r ı n t r a j e d i s i .

kuraklığa uyandım ve eğreltiotları ölüydü,

saksı çiçekleri mısır gibi sararmış;

kadınım gitmişti

ve boş şişeler kanı çekilmiş cesetler gibi

sardı beni işe yaramazlıklarıyla;

güneş hala iyiydi ama,

ve ev sahibemin notu bükülmüş

hoş ve talepsiz saramışlığında; şimdi gereken

iyi bir komedyendi, eski tarz bir şakacı

absürd acı üzerine şaka yapacak; acı absürddür

çünkü vardır, hepsi bu;

dikkatle traş ettim eski bir jiletle

bir zamanlar genç olan ve

dehası olduğu söylenen adamı; ancak

yaprakların trajedisi bu işte,

ölü otlar, ölü bitkiler;

ve karanlıklar bir hole yürüdüm

ev sahibemin dikildiği

tüm nefretiyle dediğim dedik,

sallayıp şişman, terli kollarını

canın cehenneme diye yırtınıp

yırtınıp kira kira diye

çünkü yamuk yapmıştı dünya

ikimize de.

c h a r l e s b u k o w s k i .

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BARLAR ÜZERİNE:

Barlara pek gitmiyorum artık. Sistemimden çıkardım onları. Şimdi bir bara girdiğimde öğürüyorum, O kadar çok bar gördüm ki, yetti bana -gençken yapılacak iştir bara gitmek, biliyor musun, bir hatun kaldırmaya çalışmak, birileriyle dövüşmek filan, bütün o maço saçmalık - benim yaşımda yapılacak iş değil. Barlara işemek için giriyorum artık. Yıllarımı geçirdim barlarda. Bara girip kusmak için doğru helaya giderdim, oraya varmıştı iş.

 

ALKOL ÜZERİNE:

Alkol bu dünyaya gelmiş en muhteşem şeylerden biri muhtemelen -beni saymazsak tabii ki. Evet. bu dünyaya gelmiş en muhteşem iki şeyi saptadık. İşte. iyi anlaşırız ben ve alkol. Çoğu insan için yıkıcıdır. Ben onlardan biri değilim. En yaratıcı yazılarımı sarhoşken yazmışımdır. Kadınlarla bile, ben biraz çekingenimdir sevişme konusunda, bu yüzden alkol bana cinsel olarak daha özgür olma olanağı tanımıştır. Alkol özgürlüktür benim için, çünkü ben esas olarak içine kapanık, mahcup biriyim, oysa alkol bana bir kahraman olma, pervasızca işler yapıp uzay ve mekanda uzun adımlarla yürüme fırsatı tanır. bu yüzden seviyorum. evet.

 

SİGARA İÇMEK ÜZERİNE:

Seviyorum sigara içmeyi. Duman ve alkol birbirlerini dengeliyor. Eskiden deli gibi içtikten sonra uyanırdım ve ellerim nikotinden sapsarı olurdu, eldiven gibi. kahverengi nerdeyse. içimden, " Hasiktir. ciğerlerim ne haldedir kim bilir? Aman Allahım!" diye geçirirdim.

 

KEDİLER ÜZERİNE:

Kedilerin arasında olmak çok iyidir. Kendini kötü hissediyorsan kedilere bakar ve kendini çok daha iyi hissedersin, çünkü onlar her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu bilirler; öyle fazla heyecanlanmak ya da üzülmek için bir neden yok. Onlar bunu bilirler. Kurtarıcıdır kediler. Ne kadar çok kedin varsa o kadar uzun yaşarsın. Yüz kedin varsa on kedin olduğunda yaşayacağının on katı daha uzun yaşarsın. Bu gerçek bir gün keşfedilecek ve herkesin binlerce kedisi olacak ve kimse ölmeyecek. Gerçekten çok saçma.

 

YAZMAK ÜZERİNE:

Asla gündüz yazmam. Çıplakken alış veriş merkezinde koşmak gibi bir şey gündüz yazmak. Herkes seni görür. Gece. işte o zaman numara çekebilirsin. sihir.

 

İNSANLAR ÜZERİNE:

İnsanlara fazla bakmam. Rahatsız edicidir. Birine çok fazla bakarsan onun gibi olmaya başlarsın derler.

 

ŞÖHRET ÜZERİNE:

Öğütür insanı. F*hişedir, kancıktır, tüm zamanların en büyük öğütücüsüdür. Ben şanslıyım, çünkü Avrupa'da büyük bir şöhretim var, burdaysa fazla tanınmıyorum. Dünyanın en talihli adamlarından biriyim. Şanslı bir köpek. Şöhret korkunç bir şey gerçekten. Sıradanlık cetvelinde bir ölçüdür, birinci viteste çalışan beyinler. Değersizdir. Seçkin bir seyirci çok daha iyidir.

 

YALNIZLIK ÜZERİNE:

Hiç yalnız hissetmedim kendimi. Bir odada tek başıma kaldım, intiharın eşiğinde. Kendimi çok kötü hissettiğim oldu, ama hiçbir zaman birinin odaya girip kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacağını düşünmedim. ya da birkaç kişinin. Başka bir deyişle, yalnızlık beni hiçbir zaman rahatsız etmemiştir, çünkü yalnız kalmaya doyamam. Ben kendimi insan dolu bir odada ya da tezahürat yapan seyircilerle dolu bir tribünde en yalnız hissederim. Ibsen'den bir alıntı yapacağım: "En güçlü insanlar genellikle yalnızdır." Hiçbir zaman içimden, "şuh bir sarışın içeri girip beni düzecek, t*ş*klarımı ovacak ve kendimi daha iyi hissedeceğim," diye geçirmedim. Hayır, onun hiçbir yararı olmaz. İnsanları bilirsin, "Hey, Cuma akşamı, ne yapacağız? Burda kös kös oturacak mıyız?" Evet, kesinlikle. Çünkü yok dışarıda bir şey. Aptallık sadece. Aptal insanlarla fingirdeyen aptal insanlar. Geceye koşa koşa çıkmak gibi bir ihtiyaç içinde olmadım hiçbir zaman. Barlarda gizlendim, çünkü fabrikalarda gizlenmek istemiyordum. Hepsi bu. Milyonlarca insan adına özür dilerim, ama ben kendimi hiçbir zaman yalnız hissetmedim. Kendimden hoşnutum. Bildiğim en iyi eğlence kendimim. Biraz daha şarap içelim!

 

GÜZELLİK ÜZERİNE:

Güzellik diye bir şey yok, özellikle insan yüzünde. fizyonomi dediğimiz şey. Hatlar arası uyum söz konusudur, matematikseldir. Burun fazla göze batmasın, yanlar modaya uygun olsun, kulak memeleri fazla iri olmasın, saçlar uzun. Genellemelerden oluşmuş bir serap. Kimileri bazı yüzleri harikulade bulur, ama gerçekte, son kertede, değillerdir. Sıfıra eşitlenmiş cebirsel bir denklem. "Gerçek güzellik", tabii ki, kişilikte yatar. Kaşların biçiminde değil. Pek çok kadın bana beni harikulade bulduklarını söylemiştir. oysa benim yüzüme bakmak bir kase çorbaya bakmaktan farksızdır.

 

ÇİRKİNLİK ÜZERİNE:

Yoktur çirkinlik diye bir şey. Biçimsizlik vardır, ama dışa dönük bir çirkinlik yoktur. Ben konuştum.

 

CESARET ÜZERİNE:

Cesur insanların çoğunun hayal gücü zayıftır. İşler yolunda gitmezse başlarına gelecekleri kestiremezler sanki. Gerçekten cesur olanlar hayal güçlerini yenip yapmaları gerekeni yapanlardır.

 

KORKU ÜZERİNE:

Hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

 

ŞİDDET ÜZERİNE:

Şiddetin çoklukla yanlış yorumlandığını düşünüyorum. Belli bir şiddet gereklidir. Hepimizin içinde çıkmayı talep eden bir enerji var. O enerji bastırılırsa deliririz. Hepimizin arzuladığı o mutlak huzur hali arzulanacak bir bölge değildir. Bir şekilde yapımıza uygun değil. Boks maçlarını seyretmeyi bu yüzden seviyorum, gençliğimde de bu yüzden severdim arka sokaklarda dövüşmeyi. "Enerjinin şerefli bir biçimde dışa vurulması," bazen şiddet olarak yorumlanır. "İlginç delilik" ve "iğrenç delilik" vardır. Şiddetin de iyi ve kötü biçimleri var. Yani belirsiz bir sözcük şiddet. Başkalarına fazla zarar vermedikçe yerine göre iyi olabilir.

 

İNANÇ ÜZERİNE:

İnanan insanlar için iyidir inanç. Benim sırtıma yüklemeyin ama. Bir tesisatçıya kutsal ruhtan daha fazla inancım var benim. Tesisatçılar son derece yararlı bir iş yaparlar. Bokun akmasını sağlarlar.

 

GELENEKSEL AHLAK ANLAYIŞI ÜZERİNE:

Cehennem olmayabilir, ama yargılayanlar bir tane yaratabilir. İnsanlara çok fazla şey öğretildiğini düşünüyorum. Her şey fazla öğretiliyor. Başına gelenlerden öğrenebilmelisin, tepkinden. Tuhaf bir sözcük kullanmak zorundayım burda. "İyi". Nerden geldiğini bilmiyorum, ama hepimizin içinde doğuştan bir iyilik damarı olduğunu düşünüyorum. Tanrı'ya inanmıyorum, ama içimizdeki o iyilik damarına inanıyorum. O damarı beslemek mümkün. Tampon tampona trafikte biri sana yol verdiğinde sihirdir her seferinde. Umut verir insana.

 

c h a r l e s b u k o w s k i .

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...