Jump to content

Hüseyin Nihal ATSIZ


iibfli

Önerilen Mesajlar

189.jpg

 

Ailesi

 

Atsız' ın babası Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon'un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır. Atsız' ın ailesi, Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adı ile bilinmektedir. Çiftçioğulları, Midi Köyünde 18. asrın sonlarına doğru yakınındaki Edire köyünden göçmüşlerdir..

 

Çiftçioğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa'dır. Ahmet Ağa'nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa'nın çocukları Midi'den, Yozgat'ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa'nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir.

 

Ahmet Ağa'nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894 ) ise 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul'a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Donanma-yı Hümayün' da kalmış ve makina önyüzbaşlığına Çarkçı Kolağalığı'na terfi etmiştir.

 

Hüseyin Ağa'nın eşi Emine Hayriye Hanım'dır. İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey (1877- 1944). Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması'na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı'ndan emekli olmuştur.

 

Mehmet Nail Bey'in ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884 - 1930)'dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım'ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzon'lu ölüp ailesi Kadıoğulları namı ile marüfdür.

 

Mehmet Nail Bey'in ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905'de Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910'da Ahmet Nejdet Sançar ve Aralık 1912'de Fatma Nezihe Çiftçioğlu.

 

1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra'dır. İkinci eşinden 1932 yılında Necla Çiftçioğlu adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçinememiş ve iki yıl sonra ayrılmıştır.

 

 

Biyografi

 

Hüseyin Nihal AtsızHüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905'te İstanbul Kadıköy'de doğdu.

 

İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul sultanilerinde yaptı. Buradan mezun olunca Askeri Tıbbıye’ye yazıldı

 

Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askeri Tıbbiye'ye kaydolduğu çağlarda Türkçülük fikrinin etkisi altına girmeye başladı. Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine karşı öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)'a selam vermediği gerekçesi ile 4 Mart 1925 tarihinde 3. sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye'den çıkarılmıştır.

 

Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Erkek Lisesi'nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları'nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalışmış ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer yapmıştır.

 

 

Üniversite Yılları ve İlk Fikirler 1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu'nun Edebiyat Fakültesi'nin "Edebiyat Bölümü"ne ve İstanbul Dârülfünûnu'nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul'da Taşkışla'da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.

 

Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı Anadolu'da Türklere Ait Yer İsimleri adlı makalenin Türkiyat Mecmuası' nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan Mehmet Fuat Köprülü' nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî'nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmıştır (Divân-ı Türkî-i Basit, Gramer ve Lügati, 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82). Aynı yıl Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuştur.

 

Atsız'ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimler yeralıyordu.

 

Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulu'nu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931’de Atsız'ı kendisine asistan olarak almıştır.

 

Atsız, yine 1931 yılında Dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır.

 

Atsız, 15 Mayıs 1931'den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)'yı çıkarmaya başladı. Mehmet Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan ,Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu "Türkçü ve Köycü" dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur.

 

Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır.

 

1932 Temmuzunda Ankara'da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'a Dr. Reşid Galib'in yaptığı eleştiriler üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye Atsız ile Pertev Nâilî Boratav' ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib'e "Zeki Velîdî'nin talebesi olmakla iftihar ederiz" diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de Reşid Galib'in tepkisini üzerine çekmiştir.

 

19 Eylül 1932' de Dr. Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu. Kısa bir süre sonra da Mehmet Fuat Köprülü'nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı'na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir.Reşid Galib, Atsız Mecmua'nın 17. sayısındaki "Dârülfünûn'un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi" adlı makalesi nedeniyle Edebiyat Fakültesi Dekanı'na baskı yaparak, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız'ın üniversite asistanlığına son vermiştir.

 

Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi'nin Dekanı'nı Tokatlıyan'daki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız'a bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir.

 

 

Memuriyet Zamanları

 

Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız, Malatya Ortaokulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir, Malatya'da kısa bir müddet (8 Nisan 1933-31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Atsız'ın Edirne'deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933).

 

Atsız, Edirne'de iken Atsız Mecmua'nın devamı mahiyetindeki "Aylık Türkçü Dergi" olan Orhun (5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934, sayı 1-9' u yayımlamıştır. Orhun dergisinde, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde eleştirdiği için 28 Aralık 1933’te bakanlık emrine alınmıştır. 9. sayısında da Orhun, Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır.

 

Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, 9 Eylül 1934 tarihinde Kasımpaşa'daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur.

 

Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım ile evlenen Atsız'ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur Atsız ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra Atsız adlı iki oğlu olmuştur. Atsız, ikinci eşi Bedriye Atsız'dan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır.

 

Atsız, Kasımpaşa'daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'nda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden ihraç edilmiştir.

 

Bunun üzerine Özel Yüce-Ülkü Lisesi' ne geçen Atsız, burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Atsız, 19 Mayıs 1939 ile 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur.

 

Atsız, Boğaziçi Lisesi'nin Türkçe öğretmeni iken Orhun Dergisini (1 Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı:10 ile 16 arası, 7 sayı) yeniden yayınlamaya başlamıştır.

 

 

1944 Türkçülük Davası

 

İkinci Dünya Savaşı sürerken Türkiye'de artan komünist faaliyetler üzerine; Atsız, ilgilileri ikaz için Orhun.'un Mart 1944'te yayınlanan 15. sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır.

 

Atsız, Nisan 1944'te yayımlanan 16. sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel'in Marksist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel'i istifaya çağırmıştır. Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir millî galeyana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır.

 

Bunun üzerine Hasan Ali Yücel, 7 Nisan 1944 tarihinde Atsız'ın Boğaziçi Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiştir.

 

Orhun dergisi ise Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmış, bu arada Sabahattin Ali de Atsız aleyhine hakaret davası açmıştır Aleyhine dava açılan Atsız, trenle Ankara'ya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edilmiştir.

 

Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencileri alınmamış, bu yüzden de öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır.

 

"Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası" olmaktan çok "Komünizme karşı Türkçülük davası" halini alan bu davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali' ye "vatan haini" dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız'ın cezası hâkim tarafından "milli tahrik" gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir.

 

Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir.

 

19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde eleştiren nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanmaya başlanmışlardır. Aralarında Alparslan Türkeş gibi subay, üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu sanıklar, sorguya çekilmişler; Atsız dahil sanıklar, daha sonra tabutluk diye adlandırılan hücrelerde işkence gördüklerini belirtmişlerdir. 7 Eylül 1944 günü yargılama başlamış, "Irkçılık-Turancılık Davası adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur.

 

Atsız, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararı esastan bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.

 

5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (bu dava Prof. Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkemede bütün sanıkların beraatına karar verilmiştir.

 

http://atsiz.org/resimler/atsiz_resim%5B49%5D.jpg

 

 

Mahkeme Sonrası Fikirlerini Yayması

 

Nisan 1947'den Temmuz 1949'a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevi'nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan "Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir" adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.

 

Atsız'ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız'ı 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphânesi'ne "uzman" olarak tayin etmiştir.

 

Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra 21 Eylül 1950’de Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği'ne tayin olmuştur.

 

4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi' nde vermiş olduğu "Türkiye'nin Kurtuluşu" konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet Gazetesi, Atsız'ın aleyhine haberler yayımlamıştır. Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan Atsız'ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir. Fakat Atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde Haydarpaşa Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden "muvakkat" kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi' ndeki görevine tayin edilmiştir.

 

31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi'nde çalışan Atsız'ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur.

 

Atsız, 1950-[[1952]] yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı. 1962’de kurulan Türkçüler Derneği’ nin genel başkanlığını üstlendi. 1964’ ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı.

 

Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Gaziantep' e giderken bir işçinin kendisine "idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık, "Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür." demiş; Atsız bunun üzerine, Ötüken'in Nisan 1967'de yayınlanan 40, sayısından itibaren "Konuşmalar, 1" (Sayı 40), "Konuşmalar, II" (Sayı 41), "Konuşmalar, III" (Sayı 43), "Bağımsız Kürt Devleti Propagandası" (Sayı 43), "Doğu mitinglerinde perde arkası" (Sayı 47) ve "Satılmışlar-Moskof uşakları" (Sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, Marksistlerin Doğu bölgelerinde yaptıkları gizli çalışmaları açıklamıştı. Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmış fakat Atsız'a hiç bir suçlamada bulunulmamıştır.

 

Ancak bu yazılar üzerine, Ankara sokaklarında Atsız aleyhine hazırlanmış, ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisi Diyarbakır senatörlerinden biri, Senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır.

 

Hasan Dinçer'in Adalet Bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart (1971) muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir.

 

Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötüken'in sahibi Atsız'ı ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek'i 15'er ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1'lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur. Fakat aynı mahkeme 2-1'lik kararda ısrar edince, Yargıtay kararı onaylamıştır. Atsız ve Mustafa Kayabek "Tashih-i karar" isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir. Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.

 

Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesi' ne yatan Atsız'a, Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından "Cezaevine konulamayacağı" kaydı bulunan rapor verilmiştir. Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde kalabilir" şeklinde değiştirilmiştir.

 

Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız'ı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi' ne sevk etmiştir. 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi' ne nakledilmiştir.

 

Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, üniversite hocaları ve öğrencilerinden oluşan bir aydın grubu Cumhurbaşkanı'na başvurup Atsız'ın affını istemiştir.

 

Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, kendi yetkisini kullanarak Atsız'ın cezasını affetmiştir.

 

22 Ocak 1974'te Bayrampaşa Cezaevi' nden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir.

 

İbnülemin Mahmut Kemal İnal' ın tarifi ile "Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan" Atsız, ateşli ve keskin bir üslûba sahip idi.

 

 

Ölümü

 

Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır. 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır. Ertesi akşam Atsız yeni bir kriz geçirmiş , 11 Aralık 1975 Perşembe günü vefat etmiştir.

 

13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramının ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii'nde Kılınan ikindi namazını müteakip defnedilmiştir.

 

 

Vasiyeti

 

Yağmur Oğlum!

 

Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.

 

Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.

 

Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.

 

Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarın ki düşmanlarımızdır.

 

Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır.

 

Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.

 

Tanrı yardımcın olsun!

 

Nihâl Atsız

 

4 Mayıs 1941

 

 

Eserleri

 

Türkçüğün öncülerinden olan Nihâl Atsız, aynı zamanda güçlü bir Türkolog' tur. Türk dilini, tarihini ve edebiyatını gayet iyi bilen Atsız, özellikle Türk tarihinin Göktürk kısmında uzmanlaşmıştı. Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlı iki eser ile romanlaştırmıştır. Deli Kurt adlı romanı Osmanlı tarihinin ilk devrelerinin romanlaştırılmış şeklidir. Ruh Adam'daki Selim Pusat'ın şahsiyetinde Atsız'ı görürüz. Ruh Adam'ın devamı olarak Yalnız Adam' ı yazacağını söylüyordu. Yine yazacağını bildirdiği bir eseri de Bozkurtlar'ın 3. cildi idi. Yayınlanmamış eserlerinin içerisinde II. Mahmut'tan Günümüze Kadar Osmanlı Hanedanı Tarihi adlı bir eseri de vardır.

 

Nihâl Atsız'n şiirleri "Yolların Sonu" adı ile kitap halinde basılmıştır.

 

 

Kitapları

 

"Divan-ı Türk-i Basit, Gramer ve Lugati", İstanbul 1930

"Şart Başına Cevap", İstanbul 1933

"Çanakkale'ye Yürüyüş", İstanbul 1933.

"16. Asır Şairlerinden Edirneli Nazmi'nin Eseri ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakımından Ehemmiyeti", İstanbul 1934.

"Komünist Don Kişotu Proleter Burjuva Nâzım Hikmetof Yoldaşa", İstanbul 1935.

"Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar, I. Bölüm", İstanbul 1935.

"15. Asır Tarihçisi Şükrullah, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi", İstanbul 1939.

"Müneccimbaşı Şeyh Ahmed Dede Efendi, Hayatı ve Eserleri", İstanbul 1940.

"900. Yıldönümü (1040-1940)", İstanbul 1940.

"İçimizdeki Şeytanlar", İstanbul 1940.

"Türk Edebiyatı Tarihi", İstanbul 1940.

"Dalkavuklar Gecesi", İstanbul 1941.

"En Sinsi Tehlike", İstanbul 1943.

"Hesap Böyle Verilir", İstanbul 1943.

"Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir", İstanbul 1943.

"Yolların Sonu", (Bütün şiirlerinin toplandığı kitap) İstanbul 1946.

"Bozkurtların Ölümü", İstanbul 1946.

"Bozkurtlar Diriliyor", İstanbul 1949.

"Osmanlı Tarihleri I", İstanbul 1949.

"Türk Ülküsü", İstanbul 1956.

"Deli Kurt", İstanbul 1958.

"Z Vitamini", İstanbul 1959

"Osman (Bayburtlu), Tevârih-i Cedîd-i Mir'at-ı Cihan", İstanbul 1961.

"Osmanlı Tarihine Ait Takvimler" İstanbul 1961.

"Ordinaryüs'ün Fahiş Yanlışları", İstanbul 1961.

"Türk Tarihinde Meseleler", Ankara 1966.

"Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası", İstanbul 1966.

"İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuud Bibliyografyası", İstanbul 1967.

"Âli Bibliyografyası", İstanbul 1968.

"Âşıkpaşaoğlu Tarihi", İstanbul 1970.

"Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden Seçmeler I", İstanbul 1971.

"Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden Seçmeler II", İstanbul 1972.

"Ruh Adam", İstanbul 1972.

"Oruç Beğ Tarihi", İstanbul 1973.

 

Şiirleri

 

Afşın'a Ağıt

Aşkınla

Ay Yüzlü Güzel Konçuy

Ayrılık

Bahtiyarlık

Davetiye

Dosta Sesleniş

Dün Gece

Eski Bir Sonbahar

Gel Buyruğu

Geri Dönen Mektup

Hâtıralar

Kader

Kağanlığa Doğru

Kahramanların Ölümü

Kahramanlık

Karanlık

Kardeş Kahraman Macarlar

Korku

Koşmalar-Ağıt

Koşmalar-Sesleniş

Kömen

Mutlak Seveceksin

Özleyiş

Sarı Zeybek

Selam

Sona Doğru

Topal Asker

Toprak - Mazi

Türk Gençliğine

Türk Kızı

Türkçülük Bayrağı

Türkistan İhtilalcilerinin Türküsü

Türklerin Türküsü

Unutma

Varsağı

Yakarış I

Yakarış II

Yalnızlık

Yarının Türküsü

Yaşayan Türkçülere Ağıt

Yolların Sonu

 

 

Geri Dönen Mektup

 

Ruhun mu ateş,yoksa o gözler mi alevden?

Bilmem,bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?

Pervane olan,kendini gizler mi alevden?

Sen istedin,ondan bu gönül zorla tutuştu..

 

Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse;

Ay secde edip çehrene,yerlerde sürünse;

Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,

Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

 

Ey sen ki,kul ettin beni onmaz yakışınla,

Ey sen ki,gönüller tutuşur her bakışınla!

Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince

Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

 

Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;

Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.

Gözler ki,birer parçasıdır senden ilah'ın,

Gözler ki,senin en katı zulmün ve silahın,

 

Vur şanlı silahınla,gönül mülkü düzelsin;

Sen öldürüyorken de,vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sankı yüzünden,

Bir yüz ki,yapılmış dişi kaplanla hüzünden...

 

Hasret sana,ey yirmi yılın taze baharı,

Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.

Dinmez!Gönülün,tapmanın,aşkın sesidir bu!

Dinmez!Ebedi özleyişin bestesidir bu!

 

Hasret çekerek uğruna ölmek kolaydı,

Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı..

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,

Tek bendeki volkanları söndürse denizler!

 

Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma "Kaabil",

İmkanı bulunsaydi,bütün ömre mukabil

Sırretmeye elden seni,bir perde olurdum.

Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

 

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur,

En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.

Yaklaşması güç,senden uzaklaşması zordur;

Kalbin işidir,gözle görülmez bu güzellik...

 

H. Nihal Atsız

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

cok güzeldi gercekten ellerine sağlık :clapping: :clapping:

 

bunlarda benden olsun şiirleri;

AŞKINLA

 

 

Aşkınla senin bunca gönül etmede nale...

Uğrunda akan gözyaşımız oldu şelale.

Onmaz kara sevdamızı kan söndürecektir...

 

O füsunkar ve güzel gözleri her kalbi deşen

Öyle bir nazlı kızın aşkına düştüm ben ki...

 

Ey bir eşi bulunmaz fedakar,mert arkadaş!

Kıskandırdın bizi sen,bak ölümün ne kadar şanlı!

 

Arkadaşımızın mert ve şan dolu göğsünde

Şehitliğin nişanı kızıl bir gül açıldı....

 

SARI ZEYBEK

 

 

Şu dağların meşeleri karanlık,

Etekleri olur çayır çimenlik

Kızanlarla bur da eder yarenlik,

“Sarı Zeybek şu dağlara yaslanır,

Yağmur yağar, pusatları ıslanır”.

 

Sarı Zeybek şu dağların eridir,

Dağlar onun bütün yoğu varıdır.

Kendi sarı, bindiği at dorudur;

Attan inip şu dağlara yaslanır,

Gözü dalar, bakışları puslanır.

 

Sarı Zeybek dağdan dağa taşınır,

Taşınır da yüce dağlar aşınır.

Mola verip Gökçen kızı düşünür;

Efe dağdan köye doğru seslenir,

Yosma Gökçen sesi duyar, süslenir.

 

Sevmesin mi Sarı Zeybek Gökçen`i?

Yüzü melek, saçı ipek Gökçen`i?

Bütün Aydın elinde tek Gökçen`i?

Kız sevmeyen erin gönlü paslanır,

Paslanırda imil imil yaslanır.

 

Padişahın kulağına varırsa,

Tutun diye devlet emir verirse ,

Üç yüz atlı, beş yüz yaya yürürse

Dağlar, taşlar barut ile sislenir,

Ölen ölür, anaları yaslanır.

 

II

 

Candarmalar genç efeyi sardılar,

Kırk ölümden beğendiğin sordular;

Kızanları bir bir yere serdiler.

Sarı Zeybek kara sürmez şanına,

Erlik için kıyar kendi canına.

 

Nasıl olsa uçar da can, kalır ten;

Bir ah tuttu şu dağları derinden.

Sarı Zeybek vuruldu üç yerinden.

“yazık olsun Telli Doru şanına,

Eğil de bak mor cepkenin kanına”.

 

Sarı Zeybek gün batarken vuruldu.

Nabızları yavaş yavaş duruldu,

Gözlerine kara perde gerildi

Yiğit başı düşüp kaldı yanına,

Bakmaz oldu mor cepkenin kanına.

Sarı Zeybek öldü sanma, diridir;

O, dağların yine eşsiz eridir,

Bütün kızlar atık onun yarıdır.

Vurulmuştur hepsi onun ününe.

Can atarlar şimdi gerdek gününe.

 

Sarı Zeybek şimdi artık masaldır,

Sanma yıllar şerefini azaltır.

Yiğitlerin dillerinde meseldir.

Er kişiler kıyar da öz canına

Bir damlacık leke sürmez şanına...

 

 

Yarının Türküsü

 

Arkadaşlar, haydi artık saflar dizilsin!

Uzak, yakın ufuklardan koşup gelerek

Belde çelik kılıç, içte çelikten yürek

Taşıyanlar saflardaki yerini bilsin!

 

Bir çığ gibi yürüyelim gözler ilerde;

Keder, elem her ne varsa geride kalsın!

Tehlikeler duman gibi tüterken yerde

Arkadaki her düşünce sönüp ufalsın.

 

Kahramanlar yürük gider ölüme karşı,

Bir sevgili gibi onu basar bağrına!

Bak, uzaktan çalınıyor bir zafer marşı,

Yürüyelim şu doğmakta olan yarına...

 

Sen ne kadar güzel şeysin, ey şanlı ölüm!

Bizim bütün talihimiz sende saklıdır.

Ey dünyada her yiğite nişanlı ölüm,

Zevki sende arayanlar elbet haklıdır.

 

Köprüköy'den, Pilevne'den gelen ses nedir?

Çanakkale şehitleri dirildiler mi?

Çocuklarda yeni doğan bu heves nedir?

Kocamışlar bir sır için gençlik diler mi?

 

Saflarımız seylerse de yine ileri!..

Düşenlerin kanlarından doğar bir şafak!

Haydi sarssın yeri, göğü cenk türküleri;

Kanımızla burda yarın güller açacak.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...