Jump to content

V.i.t.r.i.o.l.


nevermore

Önerilen Mesajlar

"Visita Interiorae Terrae Rectificando Invenies Occultum Lapidem'in kısaltılmışdır."

"Ezoterik, inisiyatik sistemlerin bin yıllardır kullandığı bir “motto„ dur. Felsefe taşının aslında içimizde yattığını ima eden latince sözcükler grubudur. Türkçe karşılığı, "Arzın merkezine doğru yöneldiğinde, o gizemli taşı bulacaksın"dır. Arzın merkezi iç dünyamızdır; ve bilgelik içimizde yatmaktadır."

"Vitriol bir simya terimidir. Latince’de 7 sözcükten oluşan “Visita Interiora (Interiorem) Terræ (Tellus) Rectificando Invenies Occultum (Operae) Lapidem” cümlesindeki sözcüklerin baş harflerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş sembolik bir ifadedir."

"Bu cümle Türkçe’ye “Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı bulacaksın.” biçiminde çevrilir. Bu cümledeki yeraltına inme sembolizmiyle belirtilmek istenen, pek çok inisiyatik sistemde “cehenneme iniş” olarak ifade edilen deneyimdir. Bu cümlede simgelenen anlam “arınıp saflaşmak istiyorsan cehenneme iniş deneyimini yaşamalısın” olarak ifade edilir."

Felsefe taşının yani bilgelik'in aslında çok uzaklarda değil, içimizde aranması gerektiğini ifade eder. Dünya (terrae) ile, anlatılmak istenen içimizdeki (interiorae) dünyadır.

Kendi içindeki Tanrısal tözü bulmak isteyen kişi , tıpkı maddenin saflaştırılması gibi , kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan , içindeki Felsefe taşına ulaşmalıdır. Simyada kullanılan yöntemler ezoterik olarak inisiyasyonu da bu anlamı ile temsil etmektedir. Bu , en güzel ifadesini vitriol sözcüğünde bulmaktadır.

"Bu pratik simyada kayıp taş ya da mineral olarak düşünülmekle beraber, aslında insanın Tanrıyı , tanrısal olanı kendi içinde bulacağı anlamına da gelmektedir."

"Şaman geleneğinde de olan herhangi bir nedenle Gök katlarını aşması gereken bir şamanın önce yeraltı denilen âleme inmesi gerekir, kimse “Yeraltı”na inmeden Göğe çıkamaz. Yeraltı kavramı Grek tradisyonunda, Hades biçimine dönüşmüştür. Şaman inisiye adayının, saflaşması için geçireceği yeraltı alemindeki “organlara ayrılma” deneyimi kimi inisiyasyonlar’da “cehenneme iniş” ifadesiyle, Simya’da ise Vitriol ifadesiyle dile getirilmiştir."

Bir başka ifade ile, “Kendinin derinine in, bölünmezi, parçalanmaz çekirdeği bul, bunun üstüne yeni insanı bina edebilirsin” demektir.

 

 

 

http://tr.wikipedia.org/wiki/Vitriol

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Eski okült bir deyiş “V.İ.T.R.İ.O.L.; Visita Interiora (Interiorem) Terræ (Tellus) Rectificando Invenies Occultum (Operae) Lapidem” der. Ünlü bir simya deyimidir bu. Anlamı ise “Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı (felsefe taşı'nı) bulacaksın.”dır.

http://indigodergisi.com/49/vitriol.jpg

“Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra da onu aşağıların aşağısına attık” diye geçer Kuran’ın Tin suresinde. En güzel şekilde yaratılmış bir varlığın, en aşağıdan en yukarıya gidiş serüvenidir aslında hayat. Bütün bu sahne bunun için düzenlenmiştir adeta. Herkes, aşağıdan yukarıya koşuşturur durur. Bu, esasında ruhların sevgi dolu yarışıdır. Bir yarıştır ama kendi benliğimizle olan yarışımızdır. Yarışı bitirenler, diğer yarışanlara yardım etmeye devam eder. El ele, yürek yüreğe, zihin zihine, en üste doğru koşarız. “Ve O’na döndürüleceksiniz.” Der yine kutsal kitap. O’na dönmek içindir bu kadar çaba, eziyet, sıkıntı. O’na dönmüş olanların acı çekerek dünyada yardım etmelerinin sebebi ise hepimizin sonunda kavuşacağı, bir olacağı gerçeğidir. Bu yüzden yardımlar esirgenmez. Bu, el ele, gönül gönüle ilerlenen sevgi dolu bir yarıştır.

http://indigodergisi.com/49/virtiol_simya_felsefe_tasi_1.jpgAynı kaynaktan gelen bunca ruh, aynı kaynağa geri dönecektir mutlaka. Dönecektir ama anlamayız niye bu kadar yol var? Bu kadar din var? Bu kadar öğreti, bu kadar farklı düşünce kalıbı var? Bazımız muammada kalır, bazımız çıkamaz işin içinden, bazılarımız ise hepsini reddeder. Kimi ermişlere bakarız, her yolun O’na çıktığını anlatırlar. “Mutlak hakikat ve her şey O ise O’na çıkmayan bir yolun olması mümkün mü!” derler. Kişi elbet O’na varacak O’nla bir olacaktır ama doğru zaman ve doğru yaşamda diye açıklarlar. Bunlar da ayrı kafamızı karıştırır. “Hani kötüler cehennem ehli olacaktı? Hani O’na dönmeyeceklerdi? Hani O’nu görmeyeceklerdi?” deriz bazımız. Bazımızın işine gelir buna inanmak, bazımızın işine gelmez. “İyiyle kötü hiç bir olur mu?” der kimisi. Kimisi ise “ Oyun bittiğinde şah da piyon da aynı kutuya girer.” Diye söylenir. Nedir bunun doğrusu, eğrisi? Her yol Hakk’a mı çıkar gerçekten.

Eski okült bir deyiş “V.İ.T.R.İ.O.L.; Visita Interiora (Interiorem) Terræ (Tellus) Rectificando Invenies Occultum (Operae) Lapidem” der. Ünlü bir simya deyimidir bu. Anlamı ise “Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı (felsefe taşı'nı) bulacaksın.”dır.

Simyanın felsefesine göre felsefe taşı, aydınlanmanın sembolüdür. Simyacıların asıl amacı felsefe taşını bulmaktır. Bunu bulmak için ateşle taşları sürekli arıtıp, damıtırlar. Taş ile taşları birleştirip üzerlerinde çalışırlar. Ve bilirler ki aslında taşları ateşle arıtırken, arındırdıkları taşlar değil kendi ruhlarıdır. En nihayetinde söylenceye göre taş en mükemmel haline ulaşır yani felsefe taşına. Felsefe taşı, ölümsüzlüğü verirken, her maddeyi altına çevirme gücüne de sahiptir. Yine bu da aslında sembolik bir anlatımdır. Simyacılar, öze dibe inerek, arınmanın sembolü olan ateş ile ruhlarını arındırmış ve nihai bilgeliğe, aydınlığa ulaşmayı hedef almışlardır. Altın, bilgeliğin, aydınlanmanın sembolüdür. Bu yüzden felsefe taşı aydınlanmış, bilge olmuş, O’na ulaşmış insanı anlatmaktadır. Vitriol söylencesinin temel felsefesine göre kişi ateşte arınmadan, cehenneme inmeden ve nihayetinde öze dönüşmeden aydınlanamaz.

http://indigodergisi.com/49/virtiol_simya_felsefe_tasi_4.jpg

Kuran’da, Meryem suresinin 71. ayetinde “İçinizden oraya uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu Rabbinin kesin bir hükmüdür.” Denmiştir cehennem için. Bu tam olarak nedir ki herkes oraya bir kere uğrayacaktır? Ateşten geçmenin manası nedir? Acaba bir azap mı yoksa ruhun yükselmesi için arınması gerektiğini anlatan bir işaret mi? Belki de söylenmek istenen vitriol’de olduğu gibi kişinin O’na ulaşması için arınması, saflaşması gerektiğidir. Ve evrensel arınma sembolü olan ateş üzerinde durulması bu yüzdendir. Belki de bu yüzden aşk ile Mevlanalar yanmaktadır. “Hamdım, piştim, oldum.” Demeleri, Allah aşkından cayır cayır yanmalarının sebebi budur belki de. O yüzden ateş ile “oluruz” tüm derin deyişlere göre. Ateş, azabın değil aşkın unsuru olabilir. Aşkın ateşi dahi olsa, ateşin yapısıdır acı vermek. Bu acı kişiyi zorlasada, hamlıktan çıkarıp, arındırıp, pişirip olduracaktır.

http://indigodergisi.com/49/virtiol_simya_felsefe_tasi_22.jpgPeki nedir farklı olan? Tanrı mıdır? Tüm kültlere baktığımızda hepsinde ki Yaratıcı inancı aynıdır. Mu inancından bu yana, aynı Yaratıcı inancı temel ve en derin felsefe olmuş ve bütün inançlarda yerini almıştır. Hepsinin özünde “Bir olan Yaratıcı” inancı vardır. İhlas suresinde; “Ey peygamber! De ki; Allah birdir, tektir. O Allah Samed’dir/ ezeli ve ebedidir, her şey O’na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O ne doğurmuş ne doğmuştur. Ve O’nun hiçbir dengi de yoktur.” Bu dört ayet tüm inançların temelinde ki Yaratıcı inancının özünü vermektedir. 4 cümleden oluşan bu ayet Hakikat ile ilgili en önemli perdeyi kaldırmaktadır. Tasavvuf’un neredeyse temel taşlarından birini oluşturup, en derin bilgilerden birine işaret etmektedir. 4 ayet üzerine ciltler yazılmakta, yorumlar yapılmakta, O’na ulaşmak için tüm hayat feda edilmektedir. Mu inancında, Yaratıcıya “O” denirdi. O’na hiçbir isim verilmezdi çünkü O’nu hiçbir ismin tanımlayamayacağına inanılırdı. Her şey O’ndan gelmiş olarak söylenegelirdi. Bakın Taoizmin kurucusu Lao Tzu Yaratıcıyı nasıl ifade etmiş; “Kelimelerle ifade edilebilen Tao, ebedi Tao değildir. O, bir ismi olmadığı yerde göklerin ve yerin başlangıcıdır. Eylemsiz olan O isimden münezzehtir. O isimsiz olandır.” Hermetik inanç hermes’ten ileri gelmektedir. Hermes ise thot’a tekabül eder. Bu yüzden mısır ve yunan kökenli ezoterik bir inanç sistemidir. Mısır dininde bir sürü görevli tanrı ve tanrıça vardır. Bunlar ölümlü varlıklardır ve sistemde görevlilerdir. Ama asıl bunların üzerinde Atum denen bir Yaratıcı vardır. Asıl var olan tek olan odur. Bakın hermetik şiirin bir bölümünde Atum’u nasıl anlatılmıştır;

“Bütün dikkatinizi bana veriniz

ve düşüncelerinizi toplayınız,

çünkü Atum'un Varlığının Bilgisi

derin anlayış ister,

sadece onun ihsanıyla gelen bir lütuftur.

Engel tanımayan bir sel gibidir,

hızıyla geride bırakan

onu izlemeye çalışan herkesi,

önüne geçtiği dinleyiciler değildir sadece,

öğretmen bile yetişemez ona.

 

Atum'un kavranması zordur.

Onu tanımlamak imkansız.

Mükemmel ve kalıcı olmayanlar

kolay kavrayamazlar

sonsuza kadar mükemmelleşmiş olanı.

Atum bütündür ve süreklidir.

O, hareketsizdir kendi içinde,

yinede kendini hareket ettirendir.

O, kusursuzdur,

bozulmaz ve süreklidir.

O, Yücelerin Yücesi Mutlak Gerçekliktir.

O, fikirlerle doludur

duyuların algılayamadığı

ve herşeyi kucaklayan Bilgi'yle.

Atum Asli Zihindir.

O, çok büyüktür,

''Atum'' adıyla anılmayacak kadar.

O, gizlidir,

yinede apaçıktır heryerde.

Onun varlığı bilinir düşünce yoluyla ancak,

yinede onun suretini görürüz gözlerimizin önünde.

O, bedensizdir,

yinede herşeyde vucut bulmuştur.

Onun mevcut olmadığı birşey yoktur.

Ona hiçbir ad verilemez,

çünkü bütün adlar onun adıdır.

O, herşeydeki birliktir,

bu yüzden onu bütün adlarla bilmeliyiz

ve herşeye ''Atum'' demeliyiz.

 

O herşeyin köküdür kaynağıdır.

Herşeyin bir kaynağı vardır

kendinden başka,

hiçlikten doğan bu kaynağın

Atum bir sayısı gibi tamdır,

o kendisi kalır

çoğalsada bölünsede,

yinede tüm sayıları üretir.

 

Atum Bütün'dür;

O herşeyi içerir.

O Bir'dir iki değil.

O Bütündür çokluk değil.

Bütün birçok parça değildir,

Sadece kısımlardan oluşmuş bir Bütündür.

Onlara ayrı ayrı baktığınız zaman,

herşeyin çok olduğunu düşünürsünüz.

Ama gördüğünüz zaman hepsinin Bir'e ait olduğunu

ve Bir'den aktığını,

tüm parçaların bütünleşmiş olduğunu

ve birbirleriyle bağlantılı olduğunu anlayacaksınız.

En yücesinden en alttakine kadar herşey

bir Varlık zinciriyle

Atum'un iradesine bağlıdır.”

http://indigodergisi.com/49/virtiol_simya_felsefe_tasi_62.jpg

Yollar ne kadar farklı olursa olsun, özümüz hep aynı şeyi söyler. Gidiş öyle ya da böyle aşka ve aşk ile O’nadır. Tekamül etmenin amacı da, sonucu da bu yöndedir. Ne kadar farklı ruh varsa o kadar farklı yol ve deneyim vardır. Yollara uzun ya da kısa olabilir, engebeli yada kolay olabilir. Ne şekilde veya nasıl olduğunun bir önemi yoktur. Eğer sonuca götürecekse bir sorun da yoktur. Bu yüzden, belki de her ruhun ilk öğrenmesi gereken şeylerden biri yargılamamaktır. Her insanın hayata bakış açısı faklıdır. En basit bir nesneye bile baktığında herkesin düşüncesi ve o nesneye bakış açısı değişecektir. Kimisi o nesneden hoşlanacak, kimisi hoşlanmayacak, kimisi eski bir sevgilisini kimisi ise anne yada babasını hatırlayacaktır. Kime neyin çağrıştırdığını bilemeyiz. Haliyle hangi çağırışımın doğru olduğunu tartışmakta bir o kadar saçmadır. Hepsi doğrudur. Bundan dolayı yargılama yapılan en büyük hatalardan biridir.

Yargılamadan, birbirimize destek vererek ve en önemlisi ayırt etmeksizin saf bir kalp ile severek bu serüveni tamamlamak en makulüdür. Aşk ile bütünleşerek, O’na doğru ilerlemek hepimizin farkında olmadan yaptığı bir şeydir. Doğamızda vardır en öze inmek. Aslında bir tarafımız oraya çekilir hep. Kimimiz bundan kaçsa da, mutlaka her insan belli yaşamında, o özün çağrısını duyacaktır. Önemli olan bazen kalbin saflığı ve iyi niyettir bu yüzden. Beraberinde gelecek arınma ve aşkın ateşiyle pişme evreleridir. Sonrası ise ancak ermişlerin anlayabileceği derin bir sırdır. Ama şunu biliyoruz ki O’nun aşkının zerresinin zerresi bile bizi kendimizden geçirmeye yetecektir.

http://indigodergisi.com/49/virtiol_simya_felsefe_tasi_3.jpg

En büyük niyet ve amaç budur belki. O yüzden “Neyi arıyorsan O’sun sen!” demiştir Mevlana. “Can konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan, ekmeksin. şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir: neyi arıyorsan O’sun sen." Öyleyse kişinin değeri belki de aradığı şey kadardır dersek pekte yanlış olmaz. Niye aradığımız şeyi daraltalım, sınırlandıralım. Her ruhun arayışı aynıdır ama her nefsin bir değildir. Nefs ve irademiz ile ruhun arayışı bütünleştiğinde o zaman tam bir huzur meydana gelir. Madem O’nun bir parçası, dolayısıyla O’yuz. Öyleyse ne diye sınırlandırırız kendimizi. Ne diye gönlümüzü dizginlemek için uğraşır, ruhumuzu sustururuz. Niçin akışa bırakmaktan korkarız? Ruh ve gönül özgür olduğunda, akışa kendimizi bırakmayı öğrendiğimiz de zaten nihai sonuca götürecektir bizi. İşte söylencelere göre hepimizin verdiği sınav budur. Umarım ki her ruh kendi amacını bulur ve vazifesi doğrultusunda bu evrene bir şeyler katar. Evren olarak huzurlu ve uyumlu olmanın mutlak yolu budur. Herkesin aşk ile yanması dileğiyle…

Efe Elmas

http://indigodergisi.com/2012/12/vitriol-ruhlarin-seruveni/

sirius tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

-V.İ.T.R.İ.O.L-

kısaca anlamı;

"Visita Interiora (Interiorem) Terræ (Tellus) Rectificando Invenies Occultum (Operae) Lapidem;

“Dünyanın derinliklerini ziyaret et, damıtırken gizli taşı bulacaksın.”;

arınıp saflaşmak istiyorsan cehenneme iniş deneyimini yaşamalısın."

-CEHENNEME İNİŞ-

Dante’nin “İlahi komedya” eserinde, kahramanı İrlandalı keşiş Patrick olan “Patrizio’nun kuyusu” efsanesinde, çeşitli tradisyonlarda, mitolojilerde ve kimi masallarda işlenmiş bir semboldür. Istıraplı deneyimler geçirmek üzere “yeraltına iniş” olarak da ifade edilir. Sembolün ne anlama geldiğini büyük inisiyelerden Orfe ve Platon ifade etmişlerdir. İnisiyasyonlarda “küçük misterler aşaması”nın sonundaki inisiye adayının ikinci temel aşamaya devam edebilmesi için tümüyle arınması, saflaşması, yani tertemiz bir şuur halini edinmesi gerekliydi. Bunun için de “cehenneme iniş” denilen bir deneyim geçirmesi gerekiyordu. Buna “ölüm deneyimi” de denilir. Platon ve Orfe, “vicdani hesaplaşma” da denilen bu deneyimin ilk etabını, zaten her insanın öldükten sonra zaten yaşayacağı bir “kendi kendini yargılama” ve kefaretini ödeme olarak betimler.

Teozofik literatürde, menfi düşünce formlarından kurtulma anlamında “karmik tortulardan arınma” olarak ifade edilen cehenneme iniş deneyimi kimi tradisyonlarda “ejder”ini öldürme sembolüyle simgelenir.

İnisiye adayının geçmişiyle yüz yüze gelmesini sağlayabilmesi için, öte-âleme göçmüş gibi derin bir degajman haline, yani ölü denecek kadar derin bir trans haline girmesi gerekmekteydi. Bir hayli sarsıcı olan bu deneyim için, aday ya boş bir mezarda ya da bir tabutta genellikle bir gece boyunca yalnız başına bırakılırdı. Aslında, bu deneyiminde yalnız sayılmazdı; psişik yetenekleri çok güçlü bir üstadın kontrolünde bulunurdu.

İnisiye adayı vicdani hesaplaşmasını yaptıktan, hatalarını ve geçmişini inceleyip değerlendirdikten sonra, doğmadan önceki temiz, saf şuur halini yeniden elde etmiş olacaktı. Bu şuur hali kimi tradisyonlarda “bir çocuk kadar saf olunması gerekir” sözüyle dile getirilmiştir. “Ejderin”ini öldürüp savaştan başarılı çıkabilen öğrenci, dünyada doğmadan önceki, dünya çamuruna bulaşmamış saf şuur halini edinmiş bulunuyordu. Arınmış ve saflaşmış bulunan aday, bir bakıma yeniden doğmuş bulunuyordu. Dolayısıyla bu olay ezoterizmde, tasavvufta ve çeşitli tradisyonlarda ikinci doğuş olarak adlandırılır. Yeniden doğmuş sayılan inisiye adayı için üstadı artık “baba”dır , kendisi de “oğul”dur. Bu yüzden inisiyelerden söz eden pek çok tradisyonda inisiyeler “oğullar” sözcüğüyle nitelendirilir.

Ezoterik tradisyonda cehennemde yanma sembolü de bu bağlamda değerlendirilir. Kısaca, cehennem ateşinde yanma sembolizminde bireyin olumsuz, negatif unsurlarından arınması sözkonusudur, yani bireye zarar verici bir işlem değil, yararına bir işlem sözkonusudur.

 

 

"diğer yandan sülfirik asid'din diğer adı;

sülfat tuzları,

ferrous sülfat=yeşil vitriol

bakır sülfat=mavi vitriol

vb."

sirius tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Müthiş yazılardı...

Neden ateş deneyimi gereklidir peki? Bir tür cehenneme iniş deneyimi? Sonsuz ve mükemmel bir varlık bunlar olmaksızın da yapacağını düşündüğü iyiliği veremez miydi tasarısında... Bence biz ruhlar derinlikleriizde bu deneyimi istedik! Bu korkunç ve kabuledilmesi çok zor bir gerçek (ve ben de şu an yazdığım şeyi hissetmeye çalıştığımda verdiği ve/veya vereceği acı yüzünden kabul edilemez buluyorum kendim için) Mutlak Varlık bizi edilgin kılmadı, seçme şansı verdi bize. Ya bu deneyimi (cehennem acılarını!) seçerdik ve ilginç bir şekilde kendimiz olarak, eşdeyişle kendi bireyselliğimizi koruyarak Tanrı'ya, yani Mutlak Varlık'a katılmak için bu yoldan geçmeyi göze alırdık; ya da bize verdiği sınırlı ufkumuzla yetinip mutlu kalırdık. Bizden bizim için istediği ikincisi idi, Tanrı gibi olmanın bizim için nelere malolacağını biliyordu. Ama ikincisini seçmeyip ya zor yoluyla, ya da katılımı, yani bir tür paylaşımı ve sevigiyi amaçlayarak birincisini Tanrı ile bir tür özdeşimi isteyeceğimizi biliyordu. Tüm bunların olması şeylerin özünden, en genel anlamıyla Mutlak Varlık'ın özünden gelen bir zorunluluktu.

 

Birçok farklı inanç sisteminde yaratılışı "süreç" olarak alan, tekamülü gösteren aynı ifadelerin farklı şekillerde gösterildiğini buldum. Filozof Hegel "Saltık tözsel olarak sonuçtur" der. Tasavvufta ve Spinoza'da herşeyin mükemmelliği fikrinin gizemli de olsa bulunabileceğini düşünüyorum. Yahudilerin ve Hristiyanların ortak kitabı olan Eyüp'te soylu bir karaktere sahip Eyüp kötülükler yüzünden Tanrı'ya başkaldırdığında Tanrı gizemli bir şekilde bir tasarısı olduğunu ve bilgisizlik yüzünden tasarısının karatılmaması gerektiğini söyler. Hinduizm'de bir döngü ve tamamlanış düşünceleri vardır. Psikolog Adler ve ateist filozof Sartre insanda Tanrı olma istemini bulurlar...

 

Neyse vitriol harika bir şeymiş bu arada. Ben ise bende de yaşamımda da yeterince karanlık var, deyip başıma iş açmayayım diye yanaşmıyordum. Bir an bir cesaret toplayıp "bilsem de bulaşmam" diyerek okudum. Benim için sürpriz oldu :) Yukarıdaki iki harika yazı için teşekkürler. herkese de tavsiye ederim.

i

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Güzel bir paylaşım olmuş. Cidden teşekkürler. Aslında konuyu farklı bir yöne çekmek istemem fakat "inisiye" konusunda bana yardım edebilecek birileri var mı bu sitede acaba. Yani tamamen "kör-cahil" denilecek durumdayım ve bu konuları merak edip araştırma konusunda artık kendimi yeterli hissediyorum. Sadece bu uzun yolda kendime burdan bir usta bulabileceğimi düşündüm. Bunu ayrıca konu olarak açmak isterdim ama böyle daha iyi gib geldi hem fazla kirlilik olmaz. Yardım etmek isteyen "üstat"lar özel mesaj atarlarsa sevinirim... Neyse Nevermore arkadaşım cidden harika bir paylaşım olmuş... Ellerine sağlık... Yakında kısmetse bende bazı araştırmalar yapıp buraya koymayı düşünüyorum ama önce tabi ki forumu bir araştırıp araştırılmayan konu kalmışmı görmek gerek di mi :D Saygılarımla. İyi forumlar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Neyse konuyu gündeme taşımış oldu arkadaş :) Paylaşımlarınızı bekliyoruz .. insiye konusuna gelince ;Ezoterik İnisiyasyon (Erginlenme, Tekris);"dışarıdaki", "yabancı", "harici", "bigâne" kişinin "içeri" alınması, "mahrem" kılınması, ezoterik topluluğun "üyesi" durumuna getirilmesi, ezoterik bilginin ışığına kavuşmasıdır. kısaca :) ama araştırırsan sitede ciddi anlamda kaynak var bu konuda :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Belki bir şeyleri bağlamayı kolaylaştırır diye...

 

- Atom altı parçacıklar yüksek hızlı dalga gibi davranırlar. Maddenin oluşumu sadece bu dalgaların üstüste binmesi ve uyuşması ile olur. Ve bu bahsettiğim dalgaların kendi hallerinde bir iradelerinin olduğu gözlemlenmiştir.

 

- Evrenin merkezi kişinin zihnidir ve V.I.T.R.I.O.L. amacında burası temel önceliktir.

 

- Bana göre bahsedilen cehennem kelimenin tam anlamıyla bildiğimiz, dini cehennem değil. Cehennem terapisi aslında çok daha somut bir şey. Aklımızın ücra koridorlarında aramak yerine sadece gece hayatına atılıp bir çok rezilliği görmek ve yaşamak yeter. Şehirdeki herhangi gürültülü, kokuşmuş, kalabalık ve pis bir bar'ın veya McDonalds'ın cehennemden pek bir farkı yok aslında. İblisler, ifritler ve trolleri çok rahat burada görebilirsiniz, her kötü davranışta ve her psikolojik bozuklukta. En azından başkalarının zayıflıklarından beslekdiklerini görürsünüz. Oradaki pisliği görerek, kendi içimizdeki pisliği tanımak, yüzleşmek ve saflaştırmak, sanki en somut haliyle V.I.T.R.I.O.L'ü kullanmak.

 

- Bazen her şey tokat gibi gözümüzün önünde ama biz sersemliyoruz sanki tokadın etkisiyle...

 

- Pislikte atom altı parçacıklardan (dalgalardan) oluşuyor, biz de.

 

???

??

?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Burda her anlatılan şey sembolik mi ? Gerçeği arayan ben okültizm konusunda gene hüsranla karşılaştım. Felsefe benim kendimi tanımam konusunda herzaman en büyük yardımcım oldu. Çünkü o gerçeklerden beslenir yalan yoktur, uydurma yoktur, kafa karıştırmaca yoktur. Amacım okültizmi kücük göstermek değil, bence okültizm insan anlayışının kavrayamadığı ama orda var oldugunu hissettiği tezlerden ibaret. Ve cehenneme inişi deneyimlemek bana çok yüce bir olay gibi geldi :D en öldürücü zehirden, en sifalı ilaçlar yapılabilir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Burda her anlatılan şey sembolik mi ? Gerçeği arayan ben okültizm konusunda gene hüsranla karşılaştım. Felsefe benim kendimi tanımam konusunda herzaman en büyük yardımcım oldu. Çünkü o gerçeklerden beslenir yalan yoktur, uydurma yoktur, kafa karıştırmaca yoktur. Amacım okültizmi kücük göstermek değil, bence okültizm insan anlayışının kavrayamadığı ama orda var oldugunu hissettiği tezlerden ibaret. Ve cehenneme inişi deneyimlemek bana çok yüce bir olay gibi geldi :D en öldürücü zehirden, en sifalı ilaçlar yapılabilir.

 

 

Okültizmin tamamında sembolik bir anlatım vardır ve bu sembolizmin yarıdan fazlası simya sembolizmine aittir. Bunlar uydurma şeyler değil, üstün kavrayışa erişmiş bilgelerin anlayış ve kavrayışı farklı düzeylerde olan insanlara, bilgileri gizleyerek anlattıkları, gerekli bir yoldur.

 

Kimi hakikatlerin o hakikatleri öğrenme liyakatine ulaşmamış kişilerden gizlenilmesi gerekir. Bunun üç temel nedeni şunlardır:

 

1- Gelişim düzeyi geri, dogmatik insanların hakikatlere ait bilgileri açıklayan hikmet sahiplerine karşı her devirde tehlikeli, tutucu tepkiler göstermiş olmaları.

2- Hakikatlere ait bilgilerin o bilgilere gereksinimi olmayanlardan, yani gelişim düzeyleri gereği, gelişim gereksinimleri henüz bu yolda olmayanlardan ve o bilgilerin taşıdığı enerjiyi kaldıramayacak olanlardan saklı tutulması. Çünkü hakikatlere ait bilgiler bir tür enerji gibidir ki, kapasiteleri uygun olmayanlar bu enerji yükünü kaldıramazlar ve bu yük onlara yarar değil, zarar getirir. Dolayısıyla hakikatlere ait bilgiler bu enerji yüklerini henüz kaldırabilecek kapasitede olmayanlardan, sembollere büründürülerek gizlenir.

3- Hakikatlere ait bilgilerin ehil olmayan ellere geçmesi tehlikesi: Hakikatlere ait kimi bilgiler bir tür silah gibidir, ehil ve iyi niyetli olmayanların ellerine geçmemesi gerekmektedir.

 

Sözcükler bir sembolün anlamını ya da anlamlarını ifade etmek için gerekli olmakla birlikte, sembolün anlamını gerçek değeriyle ifade edemezler ve yapılan sözlü açıklamalar ve yorumlar sembolün tümüyle çözüldüğü anlamına gelmeyebilir. Zaten ezoterik ya da evrensel denilen "gerçek semboller" genellikle tek anlam içermezler. Bir sembolün çok anlamlılığı bir sözcüğün birbirine eş düzeydeki birçok anlama gelmesi gibi değildir; çok anlamlı bir sembolün içerdiği anlamlar aşağıdan yukarı doğru yükselen bir kademelenme, bir başka deyişle gitgide derinleşen bir derecelenme gösterirler. Semboller objektif olmakla birlikte, içerikleri bakımından büyük bir sübjektiviteye sahiptir. İnsanlar kavrayış, anlayış, zihinsel yapı, idrak, şuur ve seziş bakımından farklı farklı olduklarından bir sembolün anlamını idrak etme dereceleri de doğal olarak farklı farklıdır. Sembol ortadadır; fakat onu herkes o anki gelişim düzeyi oranında anlar. Kuşkusuz varlık geliştikçe o sembolün yüksek anlamlarının da farkına varacaktır. Başlangıçta ilk anlamıyla ya da en kaba anlamıyla tanıdığı sembol, kendisi geliştikçe, kendisine daha yüksek, daha derin sırlarını açıklayacak ve hakikate biraz daha yükselerek bakmasını sağlayacaktır. Zaten öğretilerdeki, kutsal denilen metinlerdeki sembolizmin nedenlerinden biri de budur; yani kişiyi fazla yük altında bırakmadan, onun kaldıramayacağı derecede yüksek, kavraması güç karmaşık bilgilerle ezilmesine, yıkılmasına yol açmadan, derece derece, yavaş yavaş, anladığı oranda yükselmesini sağlamaktır. Bu konudaki ünlü bir söz şudur: “Alışık olmayan göze ışık, alıştıra alıştıra verilir.”

Mitolojiler, masallar, felsefeler, dinler, öğretilerde hep sembolizm vardır. Simyada ise diğerleri gibi sadece metafiziksel ruhsal gelişime ait bilgiler değil aynı zamanda fiziksel felsefe taşına ait bilgilerde verildiğinden tüm simya metinleri çift taraflı sembolizme sahiptir.

Sayfanın başındaki yazıya gelirsek.

Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı bulacaksın.”

Simyanın (metafiziksel, içsel simya) açısından bakarsak dünya siz oluyorsunuz elde etmeniz gereken felsefe taşıda ruhunuz. Ruhun bulunduğu yer vücutta kalbin içi olarak bildirilir. İçine dönen bir kişi ilk önce kalbin içini değil dışını görür. Dış bölüm ego, kişilik, benlik dediğimiz şeydir ve bunun yok edilmesi gerekir. Bu iş hiç kolay değildir ve insana acı çektirici, sıkıntı verici bir süreç geçirmesine neden olur. Bu yüzden çok uygun bir şekilde cehenneme iniş sembolüyle belirtilir.

Benzer şekilde bir kahramanın canavarla savaşıp mağaradaki mücevherleri alması sembolünde de karşılaşırız. Buradada kahraman, insanı. Canavar ise insanın nefsini sembolize eder. Kahraman(insan) elindeki kılıçla(irade) canavarı(nefs) öldürür ve mağaradaki mücevher(bilgelik) alır ve insan-ı kamil olur.

 

Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı bulacaksın.”

simyanın (fiziksel, dışsal simya) açısından incelersek simyacının yapması gereken ilk şey. İlk madde(prima materia) yı bulmaktır. Bu madde yerin derinliklerinde bulunan bir tür taştır.

http://www.hermetics.org/solis/images/solis5.JPG

 

Bu taş ilk başta çok değersiz bir şey olarak görülür ama potansiyel olarak felsefe taşını barındırır. Tıpkı insanın potansiyel olarak sonsuzluğu barındırdığı gibi.

-------------------------------------------------------------------------------------

Simyacı bu taşı alıp bir cam şişeye koyup ağzını sıkıca kapatır ve fırına koyar.

http://www.hermetics.org/solis/images/solis12.JPG

 

Fırında ateşin etkisiyle taş damıtılır ve kötü özelliklerinden arınır.

http://www.hermetics.org/solis/images/solis10.JPG

 

Tıpkı insanın nefs temizliği uygulamasında ego, kişilik, benliğini parçaladığı gibi.

---------------------------------------------------------------------------------

Şişenin içindeki taşta zamanla bazı renk değişimleri görülür. Bu olay simyacının doğru yolda olduğunu gösterir.

 

http://www.hermetics.org/solis/images/solis13.JPG

Aynı, insanın nefs temizliği esnasında bazı değişimler geçirdiği gibi.

----------------------------------------------------------------------------------

Ve sonunda başlangıçtaki değersiz taş, felsefe taşına dönüşür.

 

http://www.hermetics.org/solis/images/solis18.JPG

 

Tıpkı insanın, insan-ı kamile dönüştüğü gibi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

sayın papus

bu anlattığınız işığı gözlere alıştıra alıştıra verme bana lucifer felsefesi gibi geldi. Düşüncemde haklı olduğumu sanıyorum eğer öyle ise, saklanan en yüce okült bilgilerin temelinde bu mu vardır? bildiğimiz üzere o bilge ve güzel olandır. bu vasıflara sahip bir varlık kalbi simsiyah olsa bile kötülükten arınabilir. Ve hükmü verilmiş olan birgün tekrar yargılanabilir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

6. element biz miyiz?

 

6. element tahta oluyor.:)

Ateş, hava, su, toprak olarak 4 element artı 5. olarakta ruh vardır ve beşide insanda mevcuttur.

http://www.gnoxis.com/elementlerin-bilgeligi-ve-dort-element-nefes-meditasyonu-49992.html

http://www.gnoxis.com/cadilikta-elementler-35309.html

 

sayın papus

bu anlattığınız işığı gözlere alıştıra alıştıra verme bana lucifer felsefesi gibi geldi. Düşüncemde haklı olduğumu sanıyorum eğer öyle ise, saklanan en yüce okült bilgilerin temelinde bu mu vardır? bildiğimiz üzere o bilge ve güzel olandır. bu vasıflara sahip bir varlık kalbi simsiyah olsa bile kötülükten arınabilir. Ve hükmü verilmiş olan birgün tekrar yargılanabilir.

 

Her gördüğün ışığı lucifer sanma. :)

Orada sadece insanların üst düzey bilgileri hemen kavrayamayacağından sindire sindire verilmesi anlatıldı.

Lucifer sembolizmi baya karışık olmakla birlikte. Şeytana ait olduğu iddia edilen metinler incelendiğinde çok akıllıca bir taktik uygulandığı görülür.Tanrıya ait tüm özellikler şeytana, şeytana ait olanlarda tanrıya aitmiş gibi gösterilir, yani tanrı aslında kötü, şeytansa iyidir. Bunu destekleyecek şekilde verilen örneklerde, o konulardaki bilgileri derinlemesine bilmiyen insanlar için baya inandırıcı gelir.

Ama metinlerde satır aralarında "kendi topluluğunuzdan olmayanlara istediğinizi yapmakta özgürsünüz." gibi cümleler işin rengini değiştirir.

 

[video=youtube;2vdzA-82I-Q]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Zümrüd-ü Anka (Simurg), Ruhun Yücelmesi Ve Yaşarken Yeniden Doğuş

 

"Her ne istiyorsan kendinde ara. Senin içinde bir can var, o canı ara

Senin dağının içinde hazine var, o hazineyi ara

Eğer yürüyen dervişi arıyorsan; Onu senden dışarıda değil

Kendi nefsinde ara!" Mevlana

 

“Gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.”

Bütün milletlerin mitolojisinde olağanüstü ve büyük bir kuş bulunmaktadır. O, ulaşılması güç bir idealdir. “Anka, birçok gelenekte yer alan efsanevi, ölümsüz kuşun adıdır. Eski Yunan mitolojisinde "Phoenix", Arap tradisyonunda "Anka", İran tradisyonunda Simurg (Simorgh), Çin'de "Tanniao" ve kimi tradisyonlarda "Homa" ya da "Rokh" adını alır.” “Simurg veya bir diğer ismiyle Zümrüd-ü Anka efsanevi bir kuştur. Sênmurw ve Sîna-Mrû diğer isimlerindendir. İsim Avesta'daki "Saêna kuşu"ndan türemiştir. Farklı isimlerle neredeyse tüm inanç sistemlerinde, efsanelerde ve mitolojide mevcuttur. Çoğunlukla “Anka” olarak anılmıştır. Türk mitolojisinde karşılığı Tuğrul kuşu'dur.” “Bu kuş, efsanevi Kaf Dağı'nın üzerindedir; Yunan mitolojisine göre öldükten sonra küllerinden doğan harika bir kuştur; Taoizm'de ise ölümsüzlüğün spiritüel aydınlanmanın ve reenkarnasyonun sembolüdür.”

 

“Anka, ölümüne yakın kendisine ottan çalıdan çırpıdan çok yüksek bir yuva yaparmış. Sonra bunu en dipten tutuşturur, en tepesine tüner ve en güzel şarkısını söylermiş. Buna Zümrüd-ü Anka'nın son şarkısı derlermiş.” Bir rivayete göre; yaşadığı müddetçe yere konmayan, ayağı toprağa değmeyen kuştur. “Anka bilgeliği temsil eder. Sadece bilgeliğinin doruğuna ulaşan kişi Anka kuşunu görebilirmiş.” denir. Kimi görüşe göre ölülere mezara kadar eşlik ettiğine inanılan kuştur.

 

“Feridüddin Attar’ın, 1187’de yazmış olduğu Tuyûrnâme (Mantıku't-tayr) veya “Kuşlar Meclisi” 4931 beyitten oluşan bir eserdir. Attar, Kuşdili olarak da bilinen bu mesnevî tarzı eserinde, tasavvufun Vahdet-i Vücûd anlayışını anlatır. Eserde sembolik dil kullanılmış; Hakikat’i arayanlar, yani Hakikat Yolunun Yolcuları kuşlarla simgelenmiştir. Sîmurg (Zümrüt-ü Anka) adlı efsanevî kuş, Allah’ın zuhur ve taayyünüdür. Ancak, Vahdet-i Vücut’a, yani Varlık Birliği’ne ulaşanlar, derin anlamları idrak edebilirler.” Anka sonsuzluktur.

 

“Sufi Ferîdüddîn-i Attâr bu kuştan kendini aramanın sembolü olarak söz eder. Önmeli bir özelliği ölümsüzlüktür. Ayrıca bu kuşlarla ile ilgili anlatımlarda bir yanma motifi bulunur. Bu efsanevi kuş sembolizmlerinde simgelenen başlıca anlamlar, spiritüel aydınlanma ve reenkarnasyon olarak açıklanır. Phoneix sembolizminde kuşun yanması cehenneme iniş deneyimini, yeniden doğması ise arınılarak saf şuur halinin elde edilişini simgelemektedir.” “Yer altına inme veya yer altında bulunma bir nevi olgunlaşma sembolü veya gizli sırlara vakıf olma ile eşitlenmiş olarak kullanılmaktadır. Anka’nın arayışı Bir’in arayışıdır. Zümrüd-ü Anka kuşunun Firdevsi’nin Şehname’sinde ve Mevlana’nın Mesnevi’sinde de ilginç öyküleri vardır. Hemen bütün inançlarda insan ruhunun ölüm sırasında bir kuş biçiminde vücuttan ayrıldığı ve uçup gittiği sanılmıştır. Kahramların yer altına inmeleri, onların miracı olarak yorumlanmalıdır. Bu kahramanların yer altına inmeleri de olgunlaşmaları, kâmil olmaları ile doğrudan ilgilidir.”

 

Alev içinde Anka kuşu önemli Gül-Haç ezoterik cemiyeti sembollerinden de biridir. Güneş ya da ateşi sembolize ettiği de söylenmektedir. Kendini yaşarken öldürüp küllerinden tekrar doğan bu çok güçlü kuş değişim ve gelişimin sembolüdür. Kimi görüşlere göre geçilen yedi vadi, vücutta bulunduğu söylenen yedi enerji merkezini aşağıdan yukarı doğru sırası ile temsil etmektedir.

 

“Gizem okullarında inisiyelerden Zümrüd-ü Anka veya dirilmiş insan diye bahsetmek yaygın bir adettir. Fiziksel doğum insana fiziksel dünyada nasıl bilinç veriyorsa, neofit, gizem okullarının rahminde geçtiği 9 mertebeden sonra, spiritüel dünyanın bilincine doğar. Bu Hz. İsa’nın “İnsan yeniden doğmadıkça, Tanrı’nın Krallığını göremez” dediği zaman bahsettiği inisiyasyon gizemidir. Zümrüd-ü Anka bu spritüel hakikati en iyi temsil eden semboldür.” Anka spiritüel zaferin ve başarının sembolüdür. Bütün inisiyeler ve filozoflar için kıymetli bir semboldür. “O, yaratıcı enerjinin dönüşüm ve yenilenmesinin, büyük çalışmanın tamamlanmasının sembolüdür.”

 

Can Dündar şöyle diyor: “Simurg olabilmek ve Simurg’a varmak zordur. Zordur aşk, bencillik, inkâr, yılgınlık, kıskançlık, şaşkınlık ve yokluk vadilerinden geçmek… Uzun, zorlu engelleri aşarak Simurg’a varmak çok zordur. Beklenen, istenen, gereksinim duyulan Simurg’un kendisi olduğunun farkına varmak daha zordur… Kendi küllerinden yeniden dirilmek her kesin harcı değildir. Ve her birimiz birer Simurg, hepimiz Simurg olmayı göze almadıkça, özgürlükten,

güzel yarınlardan bahsetmek. Kolay değil, inançla-bilinçle-dirençle uzun ve

zorlu mücadele maratonunda yalpalamadan, yılmadan yola devam etmek. İnsanlık tarihi bize göstermiştir ki, bu yolculuk çok uzundur ve çok zorlu bir yolculuktur. Simurg’a varmak için Simurg olmak gerekir.”

 

“Anka’da ruh gelişim sürecini tamamlar. Zümrüd-ü Anka aynı zamanda kendi mezarı olan yuvasını yapar ve onu yakarak kendini küle çevirir. Fakat yenilenerek küllerinden dirilir. O kendi varlığını öyle bütünselleştirmiştir ki artık varlığının temeli olarak fiziksel bedenine bağlı değildir. O artık ruhani olanın eminliğindedir, bu anlamda o Ruhani Benlik’e, Felsefe Taşı’na ulaşmıştır.”

 

Tamer Ayan şöyle diyor: “Kuşlar, "Hakikât Yolunun Yolcuları”; Simurg, "Hakikât" olarak tanımlanır. İnsan ömrünün engebelerine eşdeğer merdiven

basamaklarını çıkabilmek ve sonunda ancak çok az kişinin hedefine

ulaşabilmesi şeklinde düşünülebilir. Bunlar, tekamül merdiveninin, istek'ten Fenâ'ya doğru çıkan basamaklarıdır. Kuşların bazıları, Fenâ'dan daha ileri gide*rek Fenânın da Fenâsını, yani Bekâ'yı idrak eder. Sîmurg (otuz kuş), yani Anka ise, Allah'ın zuhûr ve taayyünü*dür. Tûyurname, bir vadiden öteki vadiye sırayla geçilerek olgunlaşmak şeklinde kuşlarla temsil edilen ilginç bir örnektir. Simurg kuşu,

bir tekamül hedefinin sembolüdür ki, bu hedef ezoterik bilgilerde nefsaniyetini tümüyle alt etme ve Dünya gezegeni okulundan mezun olacak düzeye gelme olarak ifade edilir.”

 

“Hayranlıkla bakılmamak bir Anka kuşu için büyük zulümdür” denmiştir. Anka “karar ver” der. Yeni bir insanlık, uygarlık, yeni bir ben için baştan başlamak yeniden doğmaktır. Bireyin değişim ve dönüşüm sürecidir. Kendini aramak için yola düşmek, sembolik dağa tırmanmaktır. Dağ gökle yerin karşılaşması yani Kaf Dağı’dır. Anka, felsefe taşının kalbinde yer alır. Tinsel değişimin simgesidir. “Ruhun bilinç düzeyine yükselme sürecini anlatmak için İran simgeciliği Kaf

Dağı simgesini kullanır. Dağın doruğu insan ruhunun en yüce merkezi olarak kabul edilir. Kaf dağının doruğunda gökleri yeşile dönüştüren zümrütten bir

kaya bulunur. Kutsal ruh burada oturur. Zümrüt evrensel tinin simgesidir.”

 

İnsan yetkin doğası ile yani içsel önderi ile bilgelik yolunda yaşarken ölüp yeniden dirilerek karşılaşır.

 

“Yaşarken yenilenmek demek kimilerine göre sembolik anlamda ışık insan olmadır. Mezar dönüşüm ve değişim ortamıdır, başka bir dünyaya başka bir bene geçiş yeridir.” Jung’a göre Anka’nın hikâyesi “Kendi” nin keşfine giden yoldur. “"Simyacı" adlı eserde "kendinin efendisi olmak" bilincini anlatır. Simyacı şöyle der: "Yolculuk bir öğrenme yöntemidir. Bilmemiz gerekenleri bize o öğretir." Saklı hazineyi arayan gezgin, büyük sınavlardan geçip engeller aşarak kendi benliğine ulaşır, şuuruna kavuşur ve sonunda "kendi hazinesi"ni bulur. Anlar ki, keşfedilecek ülke, insanın kendisidir.”

 

Anka emsalsiz bir kuştur. Yuvası akasya dallarından yapılmıştır. Hermesçilere göre Zümrüd-ü Anka, insanın yenilenme sürecine tekabül eden simyasal dönüşümün başarılmasının sembolüdür. “Bir görüşe göre Anka aklı temsil etmektedir, Kaf Dağında Anka’nın kendini küllerinden yeniden yaratması, insanın dünyaya bakış açısını değiştirmesidir.” “Akıl yolu keşfederken kalp ise anahtarı bulmak için akla yardım eder” denir. Ezoterizmde kullanılan iki araç vardır: Akıl ve kalp.

 

“Anka tekâmül merdivenlerinin her birini çıkmış bire ulaşmak için gerekli çabayı göstermiş yetkin insan gibi insanın sembolüdür. Otuz kuş, Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık, ortada, ne yolcu kalır, ne yol, ne de kılavuz çünkü hepsi BİR’dir!” “Dışarıda görünen içerinin yansımasıdır. Gelinen yer Bir’dir ve Bir’e dönmek kaderdir.” Ferîdüddîn-i Attar “Tanrıyı arayan kendisini bulur” der. Masallardaki kahraman, sonunda, uzaklarda aradığı şeyin aslında çok yakınında olduğunu, yani kendisinde veya kendi içinde olduğunu idrak eder. Bu, "kendini bilme" sembolizmi, inisiyatik ifadelerle, inisiyatik ölüm ve başkalaşım geçirerek yeniden doğuş, mistisizmdeki ifadelerle, "uyanma, aydınlanma, kurtulma"

olarak ifade edilir. İnisiyatik yolculuklar önemlidir. Kahramanın sonsuz

yolculuğu her daim sürer. İnsanın görünmeyen doğasının keşfidir.

 

Muazzez İlmiye Çığ şöyle diyor: “Bizim de bilge ve yol gösteren Simurglarımız var. Onların varlığını biliyoruz. Onların yaşamlarından dersler çıkararak

uçuyoruz gökyüzünde. “Yedi Dipsiz Vadiyi” aşmak için. Gerçeğe, bilgiye ve aydınlığa ulaşmak için. Bizlerden de Simurglar olacak. Şaşkınlık ve Yokoluş Vadileri çoktan aşıldı. Bırakınız vazgeçenler ve geride kalanlar, bilgiye aç, özgürlüğe muhtaç, tüneklerinde tünesinler, bataklıklarında ve de kafeslerinde yaşasınlar. Onlar da ileride tekrar Simurg tüylerinden bulurlar ve Otuz'u daha katılır Simurglara. İleriye, daima ileriye ve daha yükseğe. Gün ola harman

ola. Gelecek umut dolu. Kaf Daği'nın tepesine ne kaldı ki?”

 

Her birey birer Anka olmayı göze almadıkça insan insan gibi yaşayamayacak, kendi sıradan yaşamında aptalca rutinine hapis olacaktır. Kendi gökyüzüne, kendi arzının merkezine uçup kendini ve evreni tanıma yolculuğuna başlamayanları bir Anka gelip kurtarmayacaktır. Yolda olan yolcuyu seğireyleyen avamdan farklıdır. O; dönüşür, değişir, okur, gelişir, felsefe ile ilgilenir, aklını kullanır, sezgisine de danışır. Yığın; yer, içer, ürer ve sadece kendi yakın çevresi ve ailesi ile sürü hayatı sürerek bir solucan kadar insanlığa hizmet etmez ve bedeni çürür gider. O kadar haybeye yaşamıştır ki bir kuşak sonra hatırlanmaz ve asıl olarak o zaman tamamen ölür gider. Yolda olan yaşamda olup bitenleri anlamak için bir hasret çeker. Sokrates’in “kendini

tanı” formülü bu yolculuğun özüdür. Kendini keşfeden insan, insan gibi

insandır.

 

Mikro ve makro kozmos arasında yer tutan insanın yolculuğu başlangıçsızlıktan sonsuzluğa doğru her daim sürer. Yolda bilgelik kuramda değil, uygulamadadır. Anka, bir bilgelik sembolüdür. Zümrüd-ü Anka kadim gizem okullarının ezoterik felsefesinin en önemli sembollerindendir. “Otuz kuş, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur. Kuşlar, “Hakikât Yolunun Yolcuları” ; Anka, “Hakikât” dır.” “Simurg’a bakan kuşlar onun kendisidir. Simurg gizemli bir bilmecedir.” Arayış ve yolculukların sebebi, havassın kendini arayışıdır. Anka tekâmülün ve ruhun yücelmesinin

sembolüdür.

 

Anka, uyanma ve aydınlanmanın yolunda ilerlemenin sembolüdür. “Anka,

gerçek anlamda var olmak için yok olmayı göze alabilecek kadar korkulardan, bağlardan ve zaaflardan arınmıştır. Yanarak cehenneme inişi deneyimleyene

dek yok olmaz ve yokluğundan varolurken de arınmış bir saf bilinçle yeniden

başlar.” “Gerçek insan” ölüme kadar devam eden süreçte bir arayış içerisindedir. O, Anka’yı beklemez, Anka olmayı göze alır ve tehlikeli yolculuğuna çıkar. Bu yolculukta kahraman kitle ile birlikte hareket ederek

değil, güruhun engellemelerini yıkıp geçerek yol alır. Yığın ancak yığın gibi

olana etki eder.

“Sen ot olduktan sonra keçiler bile seni yer.” denir. Güçlü irade sahibi, ne istediğini bilen bireyler kafaları çok akılları yok olan sayısal çoğunluğun sıradanlığının içerisinde kaybolmaz, “herkes gibi” değil “kendi gibi” olmayı yani tek ve özgün bir Anka olabilmeyi başarabilir. O, ruhun bütünleşmesi, arınması

ve dönüşümünün tüm kültürlerde ortak yüce bir sembolüdür.

 

"O'nu Hristiyanların haçında bulmaya çalıştım, ama orada değildi. Hintlilerin mabedine, eski pagodalara gittim, hiçbirinde en ufak izine rastlayamadım. Dağları, vadileri gezdim ne doruklarda ne de derinde bulabildim O’nu.

Mekke’ye, Kâbe’ye gittim orada da değildi. Âlimlere, filozoflara sordum, idraklerinin ötesindeydi. Derken kalbimin içine baktım... Orada, öylece durmaktaydı... O bulunabilecek başka hiçbir yerde değildi." Mevlana

 

''En kutsal yol kişinin kendi arayışı için çıktığı Yol'dur''

 

(Berk Yüksel)

 

Konuyla ilgili bölümler alıntı edilmiştir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...