Jump to content

Sümerler Hakkında Bir Çok Şey


Urumhamatahayil

Önerilen Mesajlar

Sümerler, M.Ö. 3500 - M.Ö. 2000 yılları arasında Mezopotamya'da yaşamış halk.

 

Mezopotamya'da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya'da Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Bazı araştırmacılar Sümerlerin Türklerle akraba olduğunu öne sürmüştür. Genel kanı Sümerlerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşimi sonucu benzerliklerin olduğu yönündedir. Yani belirli bir halk ile bilimsel bir akrabalık henüz kanıtlanamamıştır.

 

Birbirinden bağımsız site denilen şehir devletleri halinde yaşadılar. En önemli şehirleri; Ur, Uruk,Kiş,Lagaş ve Nippur'dur. Bu şehir devletleri Ensi veya Patesi denilen rahip-krallar tarafından yönetiliyordu.Bütün mezopotamya ülkesine hakim olan krala ise "Lugal-kalma" denir.Krallar başkomutan,başyargıç ve başrahip yetkilerine sahiptirler. Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat denirdi. Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur. İlk katlar erzak deposu,orta katlar okul ve tapınak,son katlar ise rasathane olarak kullanılmıştır. Yazının icadı serüveni bu tapınaklara dayanır. Mezopotamya'da evler ve tapınaklar taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır. Hem bu özelliğinden hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar günümüze kadar ulaşmamıştır. Günümüz Uygarlığının temeli olan yazıyı (Çivi yazısı) ilk kez Sümerler bulmuştur.(M.Ö. 3500) Tarihte İlk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti diyebiliriz. Otoritenin korunmak istenmesi hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Lagaş Kralı Urukagine tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar "fidye ve bedel" sistemine dayanıyordu. Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi'dir. Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.) Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. (Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır.Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır. Akadlar tarafından egemenliklerine son verilmiştir.

 

kökenleri

 

Mezopotamya'nın yerli halklarından değildi, sümerologların okuduğu tabletlere göre halkın bir bölümünün Orta Asya'dan diğer bir bölümünün ise Doğu'dan Dilmun denilen bir ülkeden geldiği söyleniyor. Yine de kökenleri tam bilinmemekte. Bilinen bir gerçek Sami kökenli olmadıkları. Nitekim Sümerce Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba değildir, gerçi bazı özellikleri Ural-Altay dillerini hatırlatsa da herhangi bir akrabalık veya köken kanıtlanamamıştır. Atatürk'ün Türk Tarih Tezi'ne göre de Sümerler M.Ö. 3500 yıllarında Orta Asya'dan göç etmiştirler. Yine de bunu destekleyecek arkeolojik veya tarihi bulgular yoktur. Yine de örneğin Eski Önasya Tarihi uzmanı Hemmel, Sümerler’i tamamiyle Türk kavmi olarak kabul etmektedir. Orta Asya’dan MÖ 4500-MÖ 5000 yıllarında gelen Türkler'in Sümerler'i oluşturduğunu ileri sürer. Sümerce’deki 350 kelimenin Türkçe olduğu savunur.

 

Rus arkeolosijinin atası arkeolog Nikolsky şunları söyler: "Sümerlerin ana vatanı Aşkabad kentinin yakınındadır. Bu ülkenin kurganlarından arkeologlar taş, gümüş ve kilden yapılmış eşyaları bulmuşlardır ki bunlar, Mezopotamya'nın güneyindeki Sümer kurganlarındakilere çok benzerler. Bütün bunlar şu düşünceye getirir ki, Sümerler büyük bir ihtimalle bu günkü Türkmenistan'dan Mezopotamya'ya varmışlardır. Bu iki uygarlığın son analizi onların arasındaki birçok ortaklıkları göstermektedir. Sümerlerin baş Tanrıları olan En-Lil'in yerleştiği yer Mezopotamya'nın güneyindeki düzlükte değil, dağlarda olmuştur. Belki de Köpet Dağı'nın etekleri onların ana vatanı olmuştur

 

 

Şu an Sümerce kendi başına ayrı bir dil olarak kabul edilmektedir. Sümerce ve Sümerler ile bazı topluluk, kültür ve dillerin yakınlığı genellikle tarih boyunca sürmüş olan etkileşimlerle açıklanmaktadır.

 

 

tarihleri

 

Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a ilk kez Sümerlerde rastlanır. Sümer döneminde 18'i büyük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlara örnek vermek gerekirse Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur zikredilebilir.

 

Bu dönemde her kent genellikle surlarla çevriliydi. Her kentte en az bir tapınak bulunurdu. Sümerlerde tarihin belki de ilk kral listeleri ile karşılaşılır. Fakat bu listeler genellikle tarihsel gerçeklerin ötesinde mitolojik unsurlara da sahiptirler. Örneğin kral listesine göre Tufan'dan önce Sümerlerin yaşadığı bölgede efsanevi sekiz yönetici (ve dolayısıyla kent) mevcuttu. Kral listesine göre Tufan'dan sonraki ilk Sümer hanedanları Kiş, Uruk ve Ur'dur. Ünlü Gılgamış destanının kahramanı Gılgamış kral listesine göre Uruk Hanedanı'nın krallarındandır.

 

Lagaş'ta iktidara gelen Ur-Nanşe yaptırdığı inşaatlarla öne çıkmıştır. Urukagina da ilk yazılı reformları sayesinde tanınmıştır. Erken dönemlerde Sümerlerin ana tanrısı An'dır, fakat daha sonraki dönemlerde bu tanrı yerine Enlil Sümerlerin baş tanrısı konumuna yükselir. Enlil'in Nippur'da Ekur adında bir tapınağı vardır. Bu nedenle Nippur Sümerlerin dini başkenti sayılırdı ve burada tapınak yaptırmak veya bu tip inşaatlarda çalışmak, hizmetli olmak önemli sayılırdı.

 

MÖ 2400-2350 yıllarında Sümerler düşüşe geçerken, Akkadlar yükselişe geçmiştir. Sümerler,doğudan gelen Elâmlılar tarafından M.Ö 2000 yılında yıkılmıştır.

 

bilim

 

Yerleştiklerinde çanak-çömlek yapmayı ve madenleri işlemeyi biliyorlardı. Aşağı Mezopotamya'da Dicle ve Fırat nehirleri kıyısında Uruk, Lagaş, Eridu, Ur, Kiş gibi kent devletleri kurdular. Gelişmiş bir yapı tekniği kullanıyorlardı. Yerleştikleri kesimlerde muazzam bir sulama sistemi kurup, kanallar, barajlar ve bentlerle hem seli önleyip bataklıkları kuruttular hem de düzenli sulamaya dayalı bir tarım geliştirdiler. Tekerleği de icad eden bu toplum tarlaları öküzlerin çektiği sabanlarla sürüyorlardı.

 

60 rakamına dayanan seksajismal sayı sistemini kullanan Sümerler'in "sos" dedikleri bu 60'lık birim bütün zaman ve mekan hesaplarında kullanılmaktaydı ve onları bir uyum içersinde birbirine bağlıyordu. Ayı 30, yılı 360 gün olarak hesapladılar. Gece ve gündüzü 12'şer saate böldüler. Bir yılı 12 ay olarak hesapladılar. Ay ve Güneş tutulmasını hesapladılar. Aritmetik ve geometrinin temellerini attılar. Çarpma ve bölme cetvellerini buldular. Daireyi 360 dereceye böldüler.

 

dilleri yazıları

 

İlk yazıyı M.Ö. 3200 yıllarında Sümerler buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir.

 

Sümerce'nin Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba olmadığı bilinmektedir. Dilin bazı özellikleri Ural-Altay grubu dilleriyle benzerlik gösterse de dil bu gruba dahil edilemez. Her ne kadar Sümer halkı iktidarı daha sonraları başka halklara bıraksa da, her zaman en yaygın konuşulan dillerden olmuştur. Özellikle dini kayıtlarda büyük bir öneme sahip olmuştur.

 

Sümerce'de Türkçe'ye Benzeyen Kelimeler Sümerce Türkçe

adda- ata

alım- alımlı

bab- baba (Farsçadan geçmiş olabilir)

Nişanyan

bal (Akad dilinde paltu) Nişanyan balta

bar parlamak

bu bulak (kaynak, pınar, halk ağzında)

bugin (göl) büğet (gölet, halk ağzında)

bur bardak

buy, bun boyun

dagal (geniş olmak) dağılmak

de demek

dim (dik duran) dimdik

dingir tengri (tanrı, Eski Türkçe)

duru durmak

e ev, eb (eski Türkçe)

egı ece (kraliçe)

es esmek

gig yig (hasta, Eski Türkçe) [kaynak belirtilmeli]

gim?, kim? kim?

gisku şişko

güles (gülen adam) güleç

ılu ulumak

ib ip

ir (erkek) er

kıya kıyı

ku (gümüş) kuyumcu (değerli metallerden ve taşlardar süs eşyası yapan kişi) TDK TDK

kup (gitmek) kopmak (koşup gitmek)

kusu koşmak

tam tan (güneş doğmadan önceki alaca karanlık)

ud (gün, zaman) ıd, öd (zaman, Eski Türkçe) [kaynak belirtilmeli]

udun (ateş) od, ot (ateş, Eski Türkçe), odun

ug, uku (halk) ugus (kavim, Eski Türkçe) [kaynak belirtilmeli]

ulu ulu (muhteşem, yüce)

us us (akıl, Eski Türkçe)

--------------------

toplum yapısı

 

Devlet kentlerden oluşmuştu ve her kent surlarla çevrili idi. Kent içinde yüksek bir tepeye yapılan tapınak bulunurdu ki bu sosyal yaşamın merkezini oluşturmaktaydı.

 

Başlangıçta Anaerkil bir toplum yapısına sahiptiler. İşbölümü derinleşmişti;1. sınıfı din adamları ve askerler 2. sınıfı halk 3. sınıfı ise kölelerin oluşturduğu bir toplumsal hiyerarşi vardı. Sürekli savaşlar sonucunda halktan her insan kolayca köle edinebiliyordu. M.Ö. 3000-2500 yıllarında yüksek ruhbanlardan oluşan egemen sınıflar, dinsel yapıya sahip kent devletlerinin yöneticileri olarak ortaya çıktılar. Bu kral-rahipler dinsel ve siyasal işleri yürütürlerdi. Bir kentin baş rahibi, aynı zamanda o kentin başkanıydı.

 

Hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı ve insan görünümündeydiler, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı.Tanrılar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilirdi.

 

Sümer mitolojisinin en önemlilerinden biri Gılgamış Destanı'nda da adları geçen tanrılardan başlıcaları şunlardır:

 

Anu veya An: Gök tanrısı, önceleri baş tanrıyken sonra yerini hava tanrısı Enlil almıştır.

 

Enlil: Hava tanrısı, tanrıların babası, tapınağı Ekur Nippur kentindeydi.

 

Enki: Bilgelik tanrısı

 

Nimmah (Ninhursag): Ulu hanım, ana-tanrıça

 

Nanna (Sin): Ay tanrısı

 

Utu (Şamaş): Güneş tanrısı, ay tanrısı Nanna'nın oğlu.

 

İnanna (İştar): Aşk ve Bereket Tanrıçası

 

İlk defa Akadlar tarafından içten çökertildi ve bundan sonra bir daha eski haline gelemedi; M.Ö. 2000'li yıllardan sonra uygarlıkları bağımsız kimlikleriyle yaşayamadı. Ardından gelen Akad ve Babil uygarlıkları çoğunlukla Sümerler'in izlerini taşıdılar. Kendilerine özgü dilleri ve çivi yazıları uzun süre yaşadı. Sümer inanışları ve mitolojisi de Fenike - Yunan - Roma bağlantısıyla günümüze dek ulaştı. Şu an Dünyamızda kullanılan İncil, Tevrat ve Kur'an da da Sümer inanış ve felsefesinin izlerine rastlandığını iddia edenler vardır

 

 

icatları

 

Sümerliler çivi yazısını,matematiği(4 işlem, dairenin alanı, çarpma, bölme)tekerlekli araçlar, astronomi(güneş saati,burçlar)tekneler,yün dokumaların boyaması ve ilk takvimi icat etmişlerdir.

--------------------

çivi yazısı

 

a) İçerikteki Gelişim: [değiştir]İfade edilmek istenen kavramlarda, var olan kayıt sisteminin yetersiz kalması, yazının gelişmesinde çok önemli bir adım atılmasına neden oldu. Bu, kullanılan dilin, ilk olarak aktif bir biçimde yazıya geçirilmesi olayıdır. Bu aşamada, Sümer dilinin çoğunlukla tek heceli kelimelerden oluşmasının da büyük payı vardır. Böylece, çizilen her işarette, tasvir edilen nesne değil, bu kelimenin ses değeri ön plana çıkarılmıştır. Daha iyi anlaşılabilmesi için, bunu somut olarak örnekleyelim. Örneğin, Sümerce dağ kelimesi KUR, su A, ağız ise KA olarak okunurdu. Şimdi KUR.A.KA diye özel bir isim yazılmak istendiğini varsayalım. Bunun için katip, önce bu ismi oluşturan resimleri yan yana çizdi.

 

Sonra bunu gören kişilerin resimsel özelliklerine aldanıp, "Dağın suyu içilir" gibi, yanlış şekilde algılamalarını önlemek için de, kelimenin başına, bunların ses değerleri ile okunması gerektiğini gösteren bir uyarı işareti koydu. Determinatif (belirtici) adını verdiğimiz bu işaretler, daha sonra çivi yazısının ilerleyen evrelerinde, kadın, erkek, nehir, ülke, şehir vb. özel isimlerinin başına , bazen de sonuna konarak, yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı, îşte bu gelişmeye, yani kelimelerin içerdikleri ses değerleri ile okunmaya başlanmasına, "fonetizasyon aşaması" veya "ses-leşme evresi" diyoruz. Bu aşama, Uruk III b evresine, yani yaklaşık M.Ö. 3. binin başlarına rastlar.

 

ilk zamanlarda belki de kaçınılmaz bir zorunluluk sonucunda ortaya çıkan, resimlerin içerdikleri ses değerlerinin kullanılmaya başlanması ile, çok daha kesin mesajlar verilebileceği çabuk kavranmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan, önemli bir özellik te, anlamı göz önünde bulundurulmaksızın, kelimelerin sadece ses değerlerindeki benzerlik veya eşitlik nedeniyle, başka kelimelerin yazımında da kullanılmaya başlanmasıdır. Örneğin, Sümerce "ok" anlamına gelen Tl işareti, aynı ses değerine sahip olduğu için, "hayat" kelimesine de, aynı işaretle yazım olanağı sağlamıştır. Elbette Sümerce okumayı bilen biri, bu iki kelime arasındaki "eş değerli-lik"ten haberdar olduğu için, "ok" işareti ile gösterilmiş bir logogramın, metnin içeriğine göre, "hayat" olarak okunması gerektiğini fark edecektir. Bunu Türkçe'de birden fazla anlamı olan kelimeler, "at", "yüz", "alay" ile karşılaştırabiliriz.

 

Kelimelerin fonetik olarak ifade edilebilmeleri, geç dönemlerde çok daha fazla işlerlik kazanan, hecelerin kullanılabilmesini olanaklı kıldı. Böylece, ayak resmiyle gösterilen mastar halindeki "gitmek" fiilinden öte, "gidiyorum" gibi çekimli formlar da yazılabildi. Bu yenilik gittikçe kuvvet ka zanmasına rağmen, eski logogramları, yani tek işaretli kelimeleri, tamamen ortadan kaldıramadı. Kullanışlılığından dolayı, bu logografik yazı, silindir mühürler, heykeller ve steller üzerinde çivi yazısının gelişiminin sonuna kadar korundu. Fakat, özellikle fiillerin ifadesinde, yeni fonetik hece yazısı, eski yöntemin yerini aldı. Bazı kelimelerin aynı işaretle yazılabilmelerine karşın, yine anlamı aynı olan kelimeler için değişik işaretler de yaratıldı. Örneğin, Sümerce'de GU, hem "boyun", hem de "öküz"anlamına gelen bir kelimedir. Böylece GU, iki farklı işaretle yazılabildi. Bu "çok işaretlilik" (polysemie) ile daha geç dönemlerdeki kullanımlarla da birlikte, GU tam 14 farklı işaretle yazım olanağı buldu. Bundan başka işaretler, "çok seslilik" (polyphonie) kazandılar. Örneğin, tek başına kullanıldığında, "gün" anlamına gelen, aynı yazımla, BABBAR okunup "beyaz" rengini ifade eden, UD işareti, kelime içindeki yazılımlara göre, ud, pir, tam, par, lah, lih hece değerlerini de kazanmıştır.

 

Şimdi belki, bu uygulamayla, bir metnin okunuşunun son derece zorlaşabileceği sorusu akla gelebilir. Bu konuda en büyük yardımcı, belirli dönemlerde ve belirli metin gruplarında kısıtlı sayıda işaret kullanılmış olmasıdır. Ayrıca çoğu zaman metnin içeriği ve her işareti izleyen bir diğeri, nasıl doğru okunması gerektiğini kendi gösterir.

 

Böylece M.Ö. 3. binde kullanılan kelime yazısı, yerini daha gelişmiş bir kelime -hece yazısı sistemine bıraktı. O zamana kadar hiç bir işareti olmayan, kelime ve isimler de bu şekilde yazılabildi. Daha önemlisi, aynı yolla, gramere ait özellikler de yaşam buldu.

 

Çivi yazısı hece sistemine dayanan bir yazı sistemi olduğu için, sesli harflerin (vokaller) birer işaretle gösterilebilmelerine karşın, sessiz olanlar, (konsonantlar) bu şekilde yazılamaz; bunlar mutlaka bir sesli ile birlikte belirtilmek zorundadırlar. Bu hece işaretleri de 3 grup altında toplanır.

 

1) Sesli+sessiz = iğ, ud, at vb.

 

2) Sessiz+sesli = ta, gu, bi vb.

 

3) Sessiz+sesli+sessiz = tal, pir, kum vb.

 

 

b) Biçimsel Gelişim: [değiştir]îlk zamanlar yazı, Çince'de olduğu gibi, yüzleri sağa dönük işaretlerle, sağ üst köşeden başlayarak, aşağıya doğru yazılırdı. Buna inanmamızı sağlayan neden ise, piktografik dönemde, doğadan alınmış işaretlerin olasılıkla doğal görünümleri yönünde yazılmış olmaları gerektiğinden kaynaklanmaktadır. Bu, tablet bölümlerinin sağdan sola sıralanması, bölümler içindeki işaretlerin ise, yukardan aşağıya yazılması anlamına gelir. Sonra tam olarak bilemediğimiz, ancak olasılıkla tabletin tutuluş şekli gibi pratik bir nedenle, işaretler öyle bir pozisyonda yazıldılar ve belki de okundular- ki, daha önceki işaret yönlerinden 90° sola döndüler. Böylece, sağdan başlayarak, yukarıdan aşağıya doğru yazılan sütunlar, soldan sağa doğru ve alt alta yazılan satırlar haline geldi. Ancak, bu değişimin ne zaman meydana geldiği, kesin olarak saptanamamaktadır. Bir süre sonra ne olduğunu bilemediğimiz, ancak olasılıkla doğada çabuk tahrip olabilen, ilk yazı malzemesinin yerini kil alınca, bu madde üzerine resimlerin çizilerek değil, baskı yolu ile daha kolay yapıldığı fark edildi. Böylelikle, resim karakterleri için ucu üçgenleştirilmiş bir kamış olan, stylus kullanılmaya başlandı. Kilin topaklanması nedeniyle, yapılması zor olan yuvarlak hatlar ise, düz çizgilerle gösterildi, îlk zamanlarda kâtipler, bu çizgileri türlü şekillerde biraraya getirerek, eski resim formlarını korumaya çalıştılar. Ancak işaretlerin çok karışmasına ve yazının zorlaşmasına neden olan bu uygulamadan kısa sürede vazgeçildi. Sonuçta kalemin kil üzerine bastırılıp, hafifçe geri çekilmesiyle çivi görünümünü andıran işaretler, resim yazısının tahtına oturdu, îlk önce her yöne basılan bu işaretlerin, zamanla, yine pratik nedenlerden dolayı, çivi başı sağa dönük olanlar terkedildi. Böylece yaygın olarak kullanılan yatay, dikey ve eğik çivilere, köşe çengeli denilen bir çeşidin de eklenmesiyle elde edilen işaretler, istenildiği gibi kullanılmaya başlandı. Bu işaretler, zamanla mümkün olduğunca basite indirgendi ve ilk dönemlerde 1000 kadar olan sayıları, giderek 500-600'e kadar azaldı.Çivi yazısı, yaklaşık M.Ö. 2700 yıllarında, gerek biçimsel ve gerekse içerik gelişimini geniş ölçüde tamamladıktan sonra, ilk olarak, hece işaretleri, determinatifler ve logogramlarla yazılan, tam ve gerçek anlamda bir yazı sistemi oluştu.

 

Diğer Erken Dönem Buluntu Merkezleri

Yazının başlangıcına dair ilk belgelerin Uruk IV ve bunu izleyen Uruk III yapı katlarından geldiğinden daha önce bahsetmiştik. Kuzeyde bir yerleşme merkezi olan Cemdet Nasr ve Susa'da bulunmuş Proto-Elam tabletleri ise Uruk III tab-letleriyle çağdaş diğer yazılı belge gruplarını oluştururlar. Uruk IV-III katları yaklaşık M.Ö. 3300-2900 yılları arasına tarihlenir. Aralarında hem benzerlikler, hem de farklılıklar bulunan bu üçlü tablet grubundan Uruk ve Cemdet Nasr tabletlerinin Sümerce yazıldığı kabul edilirken, Susa tabletleri, hakkında halen çok az şey bilinen, Elam dilinin ilk örnekleri olarak görülmektedir.

 

Uruk, Cemdet Nasr ve Ur şehirlerinden gelen tabletler, herhangi bir tarihi belge içermezler. Tarihi belgelere ilk örnek, Erhanedan Dönemi IHII'e, yani yaklaşık M.Ö. 2600'lere tarihlenir. Bu dönemle aşağı yukarı çağdaş olan belgeler ise, Şuruppak'tan (Fara) gelmektedir. Şuruppak ve onu takip eden Abu Salabih ve Ebla tabletleri, Sümer yazısının gelişimini hem işaretlerdeki form, hem de kullanımdaki esneklikte göstermeleri açısından ilginç örnekler oluştururlar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sümer mitolojisinde ve daha sonra Asur ve Babil mitolojilerinde, Anu (aynı zamandsa An) gökyüzü tanrısı, cennetin tanrısı, takımyıldızların efendisi, tanrıların kralı olarak adlandırılır ve göksel katmanların en üstünde oturur. Suç işleyenleri yargılayacak güce sahip olduğuna ve kötülüklei yok etmek için asker olarak yıldızlar yarattığına inanılırdı. Anunnakunun (aynı zamanda Anunnaki olarakda anılır) babasıdır. Sanat eserlerinde bazen çakal olarak resmedilir. Çoğu zaman onun simgesi olarak kullanılan taç bir çift sığır ya da boğa boynuzu ile resmedilir.

ismin kökeni

Mezopotamya tanrı panteonundaki en eski tanrıdır ve üç büyük tanrı olan gökyüzü tanrısı Enlil ile su tanrısı Enki ile beraber üçlemenin bir parçasıdır. Sümer’in kral Sargon tarafından Akkadlılar tarafından işgal edilmesinden sonra Akkadlılar tarafından Anu olarak adlandırılmıştır. Üç büyük tanrıdan oluşan üçlemenin ilk figürü olamsına dayanarak, Anu tanrıların ilk kralı ve babası olarak saygı görmüştür. Anu görünür bir şekilde Uruk ile özdeşleşmiştir. Bu şehrin Anu kültünün orjinal merkezi olduğuna inanmamız için çok geçerli sebepler vardır. Bu doğruysa, Uruk tanrıçası İnanna (ya da İştar) bir zamanlar onun eşi olmuş olabilir.

 

An ismine referans olabilecek en eski yazın Hindistan’ın klasik yazın dili olan Sanskritçededir. Sanskritçede Anu, atom ve molekül kelimelerinide içeren pekçok anlama gelir. Aynı zamanda sonra, birlikte, benzer, her,vb kelimeleride karşılar. Sümer mitolojisinde bir tanrının isminede karşılık gelmektedir. Bu tanrının ismi “yüksek olan” anlamına gelir ve dünyanın üzerindeki atmosferik katmanların tanrısıdır—fırtına tanrısı Adad gibi. Hammurabiden önceki eski Babil döneminde, Anu göklerin tanrısı olarak adlandırılıyordu ve bu sebepten onun adı gök ile eş anlamlı hale geldi. Bazı durumlarda Anu kelimesinin gök anlamınamı yoksa tanrı anlamınamı geldiği belirsizdir. Bu durumdanda anlaşılabileceği gibi evrende gözlemlenen ilahi güçleri üçlü sembol ile gök, toprak ve su olarak üçleme yapmak üçüncü binyıldan önceki düşünce şeklinin bir sonucudur. Anu göklerin, Bel (Marduk) toprağın ve Ea da suyun kontrolünü elinde tutan tanrılar olarak ortaya çıkmıştır

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

uruk

 

Uruk Sümerlilerin tarihi şehirleri biriydi, daha sonra Babillilerin kontrolüne geçmiştir. Fırat nehrinin doğusunda Al-Muthanna şehrinin 30 km batısında Irak'da yer bulunmaktadır. Irak isminin Uruk şehrinin isminden türediği yönündeki teoriler kanıtlanamamıştır. En yüksek çağında, Uruk'da 50,000-80,000 arası kişi duvarlar ile çevrilmiş 6 kilometrekarelik bir alanda yaşamaktaydı, kendi zamanında Dünya'nın en büyük şehriydi. Uruk kendinden önceki çağlarda kurulan diğer akrabalık bağıyla bağlı şehir ya da kasabalardan farklı olarak bir bölgenin tüm insanlarını bir araya getiren Dünya'nın ilk şehriydi. Uruk aynı zamanda tam zamanlı bürokrasi, askerlik ve katmanları olan toplumu ile Mezopotamya'da devlet anlayışının yükselmesini sağlamıştır.

 

Sümer'in en eski ve en önemli şehirlerinden biridir. Ünlü Gılgamış destanı'nın kahramanı olan Gılgamış'ın başkentidir. Duvarları Gılagamış'ın emri ile inşa edilmiştir. Gılgamış'ın selefi olan Enmerkar tarafından Inanna'ya (İştar) adanmış olan ünlü Eanna tapınağı bu şehirde inşa edilmiştir. Çok katlı tapınağın Babil dönemine ait arşivi tapınağın sosyal fonksiyonunu gelir dağılım merkezi olarak tanımlar. Kıtlık zamanlarında, bir aile çocuğunu tapınağa adak olarak verebiliyordu.

 

Uruk ilk zamanlardan itibaren ülkenin politik tarihinde önemli bir rol oynamıştır. Akkad'ların zamanına kadar Babil'de egemenliğini yürütmüştür. Daha sonraları Babillilerin Elam'a karşı MÖ 2004 yılında giriştikleri mücadelede, şiddetle acısını çeksede, öne çıkan şöhretli bir şehir olmuştur. Bu çatışmaların hatıralarının bazıları Gılgamış destanında da anlatılmaktadır.

 

Oppenheim'ın tespitine göre, "Uruk'da, güney Mezopotamyada, Sümer uygarlığı yaratıcı zirvesine ulaşmış görünmektedir. Referanslarda da belirtildiği gibi bu şehir dini konularda ve özellikle edebi yazılarda mitolojik efsaneleride içeren liderliğe sahipti. Sümer kral listeside bunu onaylamaktadır. İlerleyen dönemde, politik üstünlük merkezi Uruk'tan Ur'a geçmiş gibi görünmektedir.

 

Sümer kral listesine göre, Uruk, krallığı Eanna şehrinden beraberinde getiren Enmerkar tarafından kurulmuştur. Uruk'un diğer tarihi kralları arasında Lugalzagesi ve Utuhegal de vardır.

 

İncil'e göre, Erech, büyük olasılıkla Uruk, Kral Nimrod tarafından kurulan ikinci şehirdir. Aynı zamanda Asnapper tarafından sürgün edilen Archavites'in evi olarakda belirtilir. İncil'de zikredilen tüm yerler güney Mezopotamyadadır, ve Asnapper'in aslında güney Babillilere karşı sefere çıkan Asur kralı Ashurbanipal olması olasıdır.

 

Uruk ilk olarak birinci dünya savaşından önce Julius Jordan önderliğindeki bir Alman akibi tarafından kazılmıştır. Bu keşif heyeti 1928 de geri dönmüş ve 1939 a kadar birçok kazı yapmıştır, daha sonra 1954 de H. Lenzen liderliğinde yeniden bölgeye gelmiş ve ilerleyen yıllarda sistematik kazılar yapmışlardır. Bu kazılar bazı erken dönem Sümer dökümanlarını, yasa ve bilim tabletlerini gün ışığına çıkarmıştır. Tüm bunlar Adam Falkenstein ve diğer Alman bilim adamları tarafından yayınlanmıştır.

 

 

lağaş

 

Lagaş, Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşme yerinin kuzey batısında Uruk’un doğusunda yer alır. Lagaş hem Sümerlilerin hem de daha sonraları Babillilerin en eski şehirlerinden biridir. Yakınındaki Girsu şehri, Lagaş’ın dini merkeziydi.

 

eridu

 

Eridu, Güney Mezopotamya'da yer alan Sümer kenti.

 

Sümer kralları listesine göre krallığın başladığı ilk şehirdir. Kuruluşu İ.Ö. 5000 yıllarına uzanır

 

ur

 

Ur, Sümer topraklarında bir antik şehir.

 

Dünyanın en eski şehirlerinden biridir. Irak Körfezi´nde Fırat nehri kenarında kurulmuştu. MÖ.3500´den MÖ.1850´ye kadar ticaret merkezi olarak işledi. MÖ.3000´den MÖ.2000´e kadar üç hükümdar ailenin yönetimindeydi. Bu dönemde Sümerlerin sınırları Asur´dan Elam´a kadar uzanmıştı. İncil´e göre İbranice´nin yaratıcısı Abraham (İbrahim) Ur´da doğmuştur.

--------------------

uzmaların sümerce hakındaki düşünceleri

 

Hartmut Schmokel, Sümer dili konusunda şöyle demektedir:

 

Kelime yapısı bakımından Sümerce,heceli bir dildir.Bu tip bir dil Avrupa’da Fin-Uygur ve Asya’da da Türk dilleri tarafından temsil edilir.Genellikle tek heceli ve değişmez bir kökün,kendi başına anlamı olmayan eklerle kullanımından oluşur.Bu dilin bir diğer ayırt edici karakteri,aynı kelimenin çok anlamlı olmasıdır ki,örneğin Çin dilinde olduğu gibi,inişli-çıkışlı,ince ve kalın sonlama biçiminde vurgulama gerektirir.[1]

 

Leonard Woolley ise Sümer dili konusunda şöyle der:

 

(Mezopotamyaya) gelen sonuncu göçmenler Sümerler oldular.Bunlar yazılara ‘kara kafalar” diye aktarılan siyah saçlı bir halktı ve etimolojik bakımdan değilse bile,yapısı bakımından eski Turan türkçesine benzeyen heceli bir dil konuşuyorlardı. [2]

 

Louis Huot:

 

Bizim yazıları anlamaya başladığımızdan beri, MÖ. 2500 yılları boyunca yazılan sümercenin dil kökeni belirsizliğini korumaktadır. Daha 1869’ da, Fransız Jules Oppert, ne assurca ve ne de babilce olan bu tablet diline sümerce demişti. Fakat bu dilin bilimsel bakımdan varlığını temellendirmek ancak 1923 yılında Arno Poebel’in Sümer Gramerini yayınlamasıyla olmuştur. Bu dil,heceli bir dildir ve yapısal olarak diğer bir çoğuna (bu arada örneğin türkçeye ) benzemektedir. Fakat ses değeri,fonetik bakımdan,ölü veya yaşayan hiçbir benzeri yoktur.

--------------------

gılgamış destanı

 

Destana konu olan kral Gılgamış gerçekten yaşamış ve M.Ö. 27.yüzyılda Mezopotamya’daki Uruk kentinde hüküm sürmüştür. Ölümsüzlüğün ve bilginin peşindeki insanı yücelterek anlatan Gılgamış Destanı, Gılgamış'ın ölümünden bin yıl kadar sonra yazılmıştır ve günümüze kadar gelebilmiştir.

 

Gılgamış Destanı, Akat ve Sümer mitolojilerinde geçer ve Akat dilinde yazılmış tabletlerden oluşur. Bunlardan günümüzde 11 tablet bulunabilmiştir. Ama bu tabletler eksik olduğu için destan metninin bütünü elde edilememiştir. Aslında bir tablet daha bulunmuştur ancak olayların sırasına uymamaktadır ve bu yüzden ayrı bir versiyon olduğu düşünülmektedir. 1855’te Ninova’da yapılan kazılarda, Asur Kralı Asurbanipal’in M.Ö. 7. yüzyılda derlettirdiği tabletler bulunmuş, daha sonra Türkiye-İran sınırında ve Irak’taki Nippur antik kenti kazılarında bulunan tabletler de eklenmiştir. Ayrıca Türkiye’de Sultan Tepe ve Boğazköy’de yapılan kazılarda da destanın izi bulunmuşsa da henüz tümü gün ışığına çıkarılmamıştır.

 

hikayesi

 

Tabletlerdeki metne göre destan, Gılgamış’ın özelliklerini övgüyle anlatarak başlar. Yarı insan, yarı tanrı olan Gılgamış karada ve denizde olan biten her şeyi bilen başarılı bir yapı ustası ve yenilmez bir savaşçıdır. Destanının, öbür bölümlerinde Gılgamış’ın başından geçen serüvenler anlatılır. Derinlemesine hikaye türünün en olağan üstü biçimde anlatıldığı Gılgamış akılların tamamen özgür ve doğaçlama melekesini gözler önüne sermektedir.

 

İlk serüven Gılgamış ile Gök tanrısı Anu arasında geçer. Halkına acımasız davrandığı için Gılgamış’a öfkelenen Anu, onu öldürmek için vahşi bir hayvan olan Enkidu’yu üzerine salar. Enkidu ile Gılgamış arasındaki savaşta Gılgamış üstün gelir. Daha sonra Enkidu Gılgamış’ın en yakın dostu ve yardımcısı olur.

 

Bunun ardından gelen serüven Gılgamış ile aşk tanrıçası İştar arasında yaşanır. İştar Gılgamış’a evlenme önerisinde bulunur. Gılgamış bunu red eder. Onuru kırılan İştar Gılgamış’ı öldürmek için yeryüzüne bir boğa gönderir. Gılgamış, Enkidu’nun da yardımıyla boğayı öldürür. Enkidu rüyasında, boğayı öldürdüğü için tanrılar tarafından ölüme mahkum edildiğini görür.

 

Destanın bundan sonraki bölümüyle ilgili tabletler bulunamamıştır. Ama, destanın devamının yer aldığı Gılgamış’ın Enkidu için yaktığı ağıtı, düzenlediği görkemli cenaze törenini, sonunda Enkidu’nun ölüler dünyasına göçtüğünü anlatan tabletler bulunabilmiştir.

 

Enkidu’nun ölümünü Tufan öyküsü izler. Tufan, yeryüzünün sularla dolup taşmasının öyküsüdür. Gılgamış destanında Tufan’ı tanrıça İştar ve Bel’in başlattığı anlatılır. Gılgamış, Tufan’dan kurtularak sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak üzere yola çıkar. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını bilen bir bilgedir.

 

Utnapiştim’i bulan Gılgamış, onun verdiği ölümsüzlük otuyla gençliğine yeniden dönecek ve ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Ama, destanının insanlar için en üzücü bölümü burada başlar. Çünkü Gılgamış ölümsüzlük otunu yemeye fırsat bulamadan onu bir yılana kaptırır ve Uruk’a eli boş döner. Bazı kaynaklar, Gılgamış’ın ölümsüzlük otunu halkıyla birlikte yemek istediğini belirtir. Destan, Gılgamış’ın ölüm karşısında yenilgisiyle biter.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çoğu tarihçi, tarihin, çivi yazısını bulan Sümerlilerle başladığını söyler. M.Ö. 4 bininci yılın ikinci yarısında Aşağı Mezopotomya'da yaşayan; Ur, Uruk, Kiş, Eridu, Lagaş ve Nippu gibi önemli kentler kuran Sümerlerden geriye, o dönemi yansıtan pek çok eser kalmıştır. Bunlardan belki de en önemlisi, içinde Nuh Tufanı'nın da anlatıldığı Gılgamış Destanı'dır. Sümer diliyle "Sha Nagba İmuru" yani "Her şeyi görmüş olan" Gılgamış, bugün Gaziantep'in Suriye'ye sınır ilçesi Karkamış'ın o dönemki adıyla, Uruk kentinin kralıdır.

 

İlk yazılış tarihi M.Ö. 2500-3000 yılları arasında olduğu tahmin edilen destan, Sümerce 12 tane kil tablete yazılmıştır. İlk yazılımın dışında destan, daha sonra Babil döneminde iki kez daha yazılmıştır. Toplam 2 bin 900 satır olduğu tahmin edilen destanın en önemli bölümleri ek***tir. Sadece yüzde 60'ı tam olarak bulunan şiir formatında yazılmış destanın bazı dizelerinin başı ve sonu yoktur. Destanın Sümerce yazımının anlaşılması oldukça zordur. M.Ö. 1800 yıllarında Babil kralı Hamurabi zamanında tekrar yazılan Gılgamış Destanı'nın üç tableti bulunamamıştır. Destanın son yazılım tarihi tam olarak bilinemese de, son ozanının, Kassitler çağında yaşamış Sin Lekke Unnini adında bir sanatçı olduğu kabul edilmektedir.

 

Destanın kahramanı Uruk Kralı Gılgamış, dörttü üçü tanrı, dörtte biri insan olan bir varlıktır. Gılgamış halk tarafından çok sevilir ama, kral aynı zamanda sert, güçlü ve mağrurdur. Halk bu öfkeli kralın burnu biraz sürtülsün düşüncesiyle tanrılardan yardım ister. Dualar boşa gitmez ve tanrıça Aruru, yarı vahşi bir yaratık olan Enkidu'yu yeryüzüne gönderir. Enkidu destanın ikinci önemli karakteridir. Fakat Enkidu'nun kırlarda yaptığı kıyımlar Gılgamış'tan çok dilekte bulunan Uruk halkının başına bela olur. Gılgamış, Enkidu'yu yola getirmek için güzel bir fahişe yollar ve ehlileşmesini sağlar. Kadının peşinden kente gelen Enkidu krallar gibi ağırlanır, güzel kokularla yıkanır, kentlilere özgün elbiseler giyer, oturup kalkma dersleri alır. Tanrının isteğinin aksine Gılgamış'la Enkidu çok iyi arkadaş olurlar.

 

Güçlerini sınamak için yola koyulan ikili, kendilerine hasım olarak, korkunç sesiyle bile insanları öldürebilen Sedir ormanının korucusu dev Huvava'yı seçer. Ancak devin gürleyişi karşısında Enkidu korkudan dona kalır. Gılgamış ise etkilenmez ve devi öldürür. Bunu gören tanrıça İştar, Gılgamış'a aşık olur. Fakat Gılgamış tanrıça İştar'ı, fahişe gibi davranıp her önüne gelenle hatta hayvanlarla bile birlikte olduğu için aşağılar ve reddeder. Tanrıçanın intikam almak için Uruk kentine yaptığı saldırılar ise iki kahraman tarafından bertaraf edilir.

 

Günün birinde Enkidu ölüme yenik düşer. Dostunu yitirdiği için çılgına dönen Gılgamış, kendisinin de bir gün öleceği gerçeği ile karşılaştığından paniğe kapılır. Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için "tufan"ı yaşamış ve ölümsüzlüğe ermiş olan Utnapiştim'i görmeye gider. Utnapiştim, binbir zorlukla Mutlular Adası'ndaki evine gelen Gılgamış'ı geri çevirmez ve ona tufanı anlatır. Tanrılar bir tufan ile insanları yok etme kararı alırlar. Ancak Utnapiştim, tanrı Ea'nın uyarısı üzerine ailesini, çeşitli zenaat erbabını, hayvan ve bitki türlerini içine alacak yedi bölümden oluşan bir gemi inşa eder. Yedi gün, yedi gece süren ve yeryüzünün sularla kaplandığı tufan sonunda Utnapiştim'in gemisi Nisir Dağı'nın tepesinde karaya oturur.

 

Utnapiştim, Gılgamış'tan, genç kalmanın sırrının, denizin diplerinde bulunan bir bitkide olduğunu saklamaz. Kral sevinçle denizin diplerine dalar ve otu bulur. Ancak Gılgamış'ın yorgunluktan uykuya dalmasından yararlanan bir yılan, otu yutuverir. Destan, yılanların her bahar deri değiştirmesini bu olaya bağlamıştır. Ebediyen varolma şansını yitiren Gılgamış deliye döner. Çaresiz bir biçimde geldiği Uruk'ta artık Enkidu'nun ruhuyla kurduğu ilişkiden başka avuntusu kalmamıştır. Gılgamış, Enkidu'ya ölümden sonraki hayata dair yönelttiği sorularla biraz olsun teselli bulurken bilgeliğin dünyanın nimetlerinden yararlanmak anlamına geldiğini kavrar ve destan da sona erer

 

önemi

 

Destan, tarihte bilinen en eski medeniyetlerden olan Sümerlerin yaşayışları hakkında bilgi verir ve kendisi de ilk yazılı destan olma özelliğini taşır.

 

Gılgamış Destanı'nın en önemli özelliklerinden biri de, anlattığı "Tufan" öyküsü , üç büyük dinin Kutsal Kitapları'da yer almasıdır. "Ölümsüzlük Otu" öyküsü, Türk-İslam dünyasının "Lokman Hekim" söylemine benzer

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

şamaş

 

Şamaş veya Sama, Asur ve Babil'de tapılan Güneş-tanrının Akadca ismi. Sümer mitolojisindeki Utu'nun karşılığıdır.

 

Babası Sin (Nanna - Ay), ikiz kız kardeşi ise İştar'dır (İnanna - Dünya).

 

Şamaş Arapça'ya Şems olarak geçmiştir. Şems güneş demektir. Abdulşems, güneşin kulu anlamında güneşe tapanların aldıkları bir isimdir. Şamaş'ın batı dillerindeki değişmiş şekli Sun (İngilizce), Sonne (Almanca)'dır.

 

Batıda güneşe tapınılan dönemlerde haftanın bir günü güneşe adanmıştı. Böylece güneş günü anlamında Sunday (İngilizce), Sonntag (Almanca) güneş tapınmasındaki isimlerdendir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

iştar

 

İştar, Akad mitolojisindeki bir tanrıça. Sümer mitolojisindeki İnanna'dan türemiştir; İştar'a İnanna'nın Akad mitolojisindeki hali denilebilir. Kökeni kuzeybatı Semitik tanrıça Astarte'ye dayanır. İştar'ın Astarte, Anunit ve Atarsamain olarak da anıldığı olmuştur.

 

İnanna Utu/Shamash'ın ikiz kız kardeşi, Nanna/Sin'in kızıdır. Enlil'in dünyasında ilk doğan odur. Verilen ilk isimler Sümerce iken ikinciler Akadlar tarafından bu tanrılara verilen isimlerdir.

 

Tanrıça İştar Venüs gezegenini temsil eder.

 

İştar'ın batı dillerindeki kullanılan karşılığı, 'yıldız' anlamında 'star' (İngilizce), 'Stern' (Almanca)'dır. Eski dönemlerde batıda, haftanın her bir günü, birine ayrılarak Güneş, Ay ve beş yıldıza (bazıları aslında gezegen) tapınılıyordu. 'Saturday' olarak kullanımdaki İngilizce sözcük, Satürn gezegenine adanmıştı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

akadlar

 

M.Ö 4 binde Arap Yarımada'sından Mezopotamya'ya ilk gelen ve yerleşen Sami(arap)asıllı bir kavimdir.

Akad kralı Sargon Sümerlileri yenmiş ve bu devleti kurmuştur.

Devletin başkenti Akad'dır.

İlk düzenli ordu sistemini kurmuşlardır.

Sümerliler'in kuzeyinde,Fırat Nehri boylarında tarihte ilk bilinen imparatorluğu kurdular.

Sümer kültüründen etkilendiler ve bu kültürü Ön Asya'ya yaydılar.

Sargon'un ölümmünden sonra devlet zayıfladı ve Sümerliler tarafından ortadan kaldırıldı (M.Ö 2100)

Sami kökenli bir halk olan Akadlar (veya Akkadlar) 3. binyılın ortalarında yaklaşık iki yüzyıl boyunca Mezopotamya'da hüküm sürmüştürler. Bütün Mezopotamya'yı egemenlikleri altına alan ilk topluluk oldukları gibi idarecileri önceki Kent Kralı imgesinin yerine Evrenin Kralı simgesini ortaya çıkarmışlardır. Bu kavramı belki de ilk kullanan topluluk olarak Akadlar kültürel anlamda Sümerlerin mirasçılarıdırlar ve Sümer kültürünü büyük oranda benimsemiştirler. Akad sülalesinin kurucusu Sargon ve torunu Naram-Sin Akad İmparatorluğunun en önemli liderleri olmuşlardır. Akadların zayıflama döneminde Sümer kentleri tekrar egemenliklerini elde etmiş ve 3. Ur Sülalesi'nin Mezopotamya'daki yükselişiyle birlikte Akadların dönemi son bulmuştur.

 

AKADLAR

 

Kuzey Mezopotamya'dan güneye doğru genişleyen Sami halkının yerleşim yerleri, Sümer şehirlerine kadar dayanmıştır. Hatta birçok şehirde, Samiler ücretli asker olarak Sümer ordularında yeralmışlardır.

 

Sümer tarihinde çok önemli bir yer alan Kiş şehrinin sarayında kral Urzababa'nın baş muhasebecisi olan ve Sami halkına mensup olan Sargon, M.Ö. 2350 yılında bir savaştan yenik dönen kralına darbe düzenleyerek tahta geçmiştir. Sami halkının ilk kralı olan Sargon, Kiş şehrini ele geçirdikten sonra, güneye doğru ilerleyerek diğer Sümer şehirlerini de sınırları içine aldı. Sargon yaptığı bütün seferlerinde kuşattığı topraklara, Sami kültürünü ve dilini de götürmüştür. Sümer kültürünü temel alan ve kendi kültürüyle bütünleştirerek özümseyen Akadlılar, büyük bir medeniyeti geliştirdiler. Böylece dünyada ilk kez, bu kadar geniş bir alan üzerinde, merkezi bir devlet kuruldu.

 

Akad şehrinin merkez haline gelmesinden sonra Sargon'un kurduğu devlete Akad Devleti, konuştukları doğu Sami diline de, Akadca denildi. Akad dili bütün Mezopotamya'da Sümer dilinin yerine geçerek, günlük yaşamda ve ticarette kullanılandı.

 

Kral Sargon kurduğu merkezi devletiyle asırlar boyu Mezopotamya'da süren teokrat tapınak şehir yönetimine son vermiş ve yerine güçlü bir memur mekanizmasıyla idare edilen bir devlet kurmuştur. Sargon, Mezopotamya'da iktidarı ele geçirmekle beraber sosyal, siyasal ve ekonominin yanında sanatta da değişiklikler yapmıştır.

 

Dinsel açıdan Güneş tanrısı Şamaş, Ay tanrısı Sin ve Venüs tanrıçası İştar en çok tapılan tanrılardı. Sargon'dan sonra güçlü bir otorite kuran torunu Naram-Sin, kendisini "Akad'ın tanrısı ve dünyanın dört bölgesinin kralı" ilan ederek, ilk tanrılaşıtrılan kral olmuştur. Sınırlarını Zagros Dağlarına kadar genişleterek burada yaşayan savaşçı Lulubi kabilelerini dağıtmıştır.

 

Naram-Sin döneminde Elam ve Lulubiler Akad dilini ve alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Naram-Sin'in ölümünden sonra Akad devleti parçalanır ve egemenlik Zagroslar'dan gelen barbar Gutilerin eline geçer.

 

Mezopotmaya'daki insanlar tarafından "dağların canavarı'" olarak adlandırılan Gutiler, hüküm sürdürdükleri 70 senelik süre içinde Mezopotamya'da büyük tahribatlar yaratarak, en karanlık bir dönemine neden olmuşlardır. Barbarlık ve talandan başka birşey yapmayan Gutiler, Mezopotamya'da açlığa ve sefalete yol açtılar. Olumlu hiçbir gelişme kaydedemeyen Gutiler yenilip bölgeden çıkarıldılar

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

babil

 

M.Ö 4 binde Arap Yarımada'sından Mezopotamya'ya ilk gelen ve yerleşen Sami(arap)asıllı bir kavimdir.

Akad kralı Sargon Sümerlileri yenmiş ve bu devleti kurmuştur.

Devletin başkenti Akad'dır.

İlk düzenli ordu sistemini kurmuşlardır.

Sümerliler'in kuzeyinde,Fırat Nehri boylarında tarihte ilk bilinen imparatorluğu kurdular.

Sümer kültüründen etkilendiler ve bu kültürü Ön Asya'ya yaydılar.

Sargon'un ölümmünden sonra devlet zayıfladı ve Sümerliler tarafından ortadan kaldırıldı (M.Ö 2100)

Sami kökenli bir halk olan Akadlar (veya Akkadlar) 3. binyılın ortalarında yaklaşık iki yüzyıl boyunca Mezopotamya'da hüküm sürmüştürler. Bütün Mezopotamya'yı egemenlikleri altına alan ilk topluluk oldukları gibi idarecileri önceki Kent Kralı imgesinin yerine Evrenin Kralı simgesini ortaya çıkarmışlardır. Bu kavramı belki de ilk kullanan topluluk olarak Akadlar kültürel anlamda Sümerlerin mirasçılarıdırlar ve Sümer kültürünü büyük oranda benimsemiştirler. Akad sülalesinin kurucusu Sargon ve torunu Naram-Sin Akad İmparatorluğunun en önemli liderleri olmuşlardır. Akadların zayıflama döneminde Sümer kentleri tekrar egemenliklerini elde etmiş ve 3. Ur Sülalesi'nin Mezopotamya'daki yükselişiyle birlikte Akadların dönemi son bulmuştur.

 

AKADLAR

 

Kuzey Mezopotamya'dan güneye doğru genişleyen Sami halkının yerleşim yerleri, Sümer şehirlerine kadar dayanmıştır. Hatta birçok şehirde, Samiler ücretli asker olarak Sümer ordularında yeralmışlardır.

 

Sümer tarihinde çok önemli bir yer alan Kiş şehrinin sarayında kral Urzababa'nın baş muhasebecisi olan ve Sami halkına mensup olan Sargon, M.Ö. 2350 yılında bir savaştan yenik dönen kralına darbe düzenleyerek tahta geçmiştir. Sami halkının ilk kralı olan Sargon, Kiş şehrini ele geçirdikten sonra, güneye doğru ilerleyerek diğer Sümer şehirlerini de sınırları içine aldı. Sargon yaptığı bütün seferlerinde kuşattığı topraklara, Sami kültürünü ve dilini de götürmüştür. Sümer kültürünü temel alan ve kendi kültürüyle bütünleştirerek özümseyen Akadlılar, büyük bir medeniyeti geliştirdiler. Böylece dünyada ilk kez, bu kadar geniş bir alan üzerinde, merkezi bir devlet kuruldu.

 

Akad şehrinin merkez haline gelmesinden sonra Sargon'un kurduğu devlete Akad Devleti, konuştukları doğu Sami diline de, Akadca denildi. Akad dili bütün Mezopotamya'da Sümer dilinin yerine geçerek, günlük yaşamda ve ticarette kullanılandı.

 

Kral Sargon kurduğu merkezi devletiyle asırlar boyu Mezopotamya'da süren teokrat tapınak şehir yönetimine son vermiş ve yerine güçlü bir memur mekanizmasıyla idare edilen bir devlet kurmuştur. Sargon, Mezopotamya'da iktidarı ele geçirmekle beraber sosyal, siyasal ve ekonominin yanında sanatta da değişiklikler yapmıştır.

 

Dinsel açıdan Güneş tanrısı Şamaş, Ay tanrısı Sin ve Venüs tanrıçası İştar en çok tapılan tanrılardı. Sargon'dan sonra güçlü bir otorite kuran torunu Naram-Sin, kendisini "Akad'ın tanrısı ve dünyanın dört bölgesinin kralı" ilan ederek, ilk tanrılaşıtrılan kral olmuştur. Sınırlarını Zagros Dağlarına kadar genişleterek burada yaşayan savaşçı Lulubi kabilelerini dağıtmıştır.

 

Naram-Sin döneminde Elam ve Lulubiler Akad dilini ve alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Naram-Sin'in ölümünden sonra Akad devleti parçalanır ve egemenlik Zagroslar'dan gelen barbar Gutilerin eline geçer.

 

Mezopotmaya'daki insanlar tarafından "dağların canavarı'" olarak adlandırılan Gutiler, hüküm sürdürdükleri 70 senelik süre içinde Mezopotamya'da büyük tahribatlar yaratarak, en karanlık bir dönemine neden olmuşlardır. Barbarlık ve talandan başka birşey yapmayan Gutiler, Mezopotamya'da açlığa ve sefalete yol açtılar. Olumlu hiçbir gelişme kaydedemeyen Gutiler yenilip bölgeden çıkarıldılar

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Harika bir derleme olmuş:thumbsup:

Özellikle yukarıdaki eklerden birinde görülen kabartmada güneş etrafındaki gezegenlerin sayısı tamı tamına tamdır, ay ve güneşi de gezegen sınıfına alan Sümerliler 12.gezegen Marduk'u da resmetmişler, bundan bir çok yerde bahsetmiştim ama burada gördüğüm ekteki resimden dolayı tekrar anmak istedim.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

çeşitli internet siteleinden topladım baya bir uğrştım mesela orda gecen bir tanrı adını tekrar aradım onu arştırdım gibi resimler içinde grafikler bölümünü kullnadım tek bir adres yok acıkcası teşekür ederim buarada böyle yazılar gelince daha çok yazasım geliyor

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bundan çok önceleri yaşamış olan böyle güzel medeniyetlerin (özellkle sümerler) bu denli teknolojiye nasıl ulaştıklarını mrk eden arkadşlar için annunakiler, nefilimler, gibi forumda yer alan konuları okumasını tavsiye ediyorum.. Güneş sistmemimizde yer alan ancak yörüngesi sebebiyle dünya yılına göre 3600 yıla denk gelen marduk gezegeninin halkıdır nefilimler..kaynakta verebilirm =)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

SÜMERLER: Tarihleri, Kültürleri ve Karakterleri

Geniş Bir Özet I.Bölüm

 

http://static.ideefixe.com/images/101/101892_2.jpg

 

Kramer'in, 1956 yılında yazdığı Sümerler: Tarihleri, Kültürleri, Karakterleri adlı kitabı türkçe çevirisi yapılmış olan diğer kitaplarını okumak için en iyi başlangıç kitabı kabul edilebilir. Kramer, bu kitapta Sümer'lerin tarihini, toplumsal yapılarını, Sümer'de çok önemli bir yer tutan din anlayışını, eğitim sistemini ve Sümer insanının değer sistemine ilişkin tespit edebildiklerini derli toplu bir şekilde bizlere aktarıyor. Bu yüzden kitabı, Sümerler hakkında genel bir bilgi edinmek isteyen okura tavsiye edilecek ilk kitap sayıyorum.

 

Kitabı okuyamayacak olanlar için ise Kramer'in bölümlemesine uygun olarak geniş bir özet çıkarmaya çalışacağım.

 

Kitabın ilk bölümü 'Arkeoloji ve Çiviyazısının Çözülmesi' başlığını taşıyor. 150 yıl önce Sümerler adı verilen bir topluluğun var olduğu bile bilinmiyordu. Sümerce'nin çözülmesi Akadca'nın ve eski Persçe'nin çözülmesi ile gerçekleşiyor. 1800'lerin başında başlayan bu süreç içerisinde pekçok arkeolog ve dilbilimcinin gösterdiği çabayı anlatıyor Kramer. Akad, Elam ve Babil gibi Sami kökenli uygarlıklar hakkında daha çok şey bilinmesine rağmen bu uygarlıklardan önce Sami kökenli olmayan bir uygarlığın yaşadımış olduğu ilk kez 1850'lerde ileri sürülüyor. Sümerce'nin çözülmesine en büyük katkı sağlayan şey ise iki ve üç dilli metinler. Yani eski Persçe'den, Akad diline ordan Sümer diline giden bir zincir sayesinde Sümer dili çözülüyor. Kuşkusuz ölü bir dil olmasından dolayı hala dil üzerine tartışmalar sürüyor. Buna karşın giderek artan ölçüde Sümerce dil bilgisi ve sözlüklere sahibiz bugün.

 

“Kahramanlar, Krallar ve Ensiler” başlıklı ikinci bölüm kısa bir Sümer tarihi. Tarih boyunca hiçbir uygarlığın başaramadığı kadar uzun süren 3000 yıllık bir egemenliği 50 sayfada özetlemeye çalışıyor Kramer. M.Ö. 4500 civarında ilk yerleşim yerlerinin kurulmasından Sümerlerin bir halk olarak varlığının sona erdiği M.Ö. 1750'lere kadar uzanan bir süreç bu. Kuşkusuz bilim adamlarını en çok uğraştıran şeylerden birisi Sümerlerin genel olarak kabul edilen anlamda bir tarih yazmamış olmamalarıdır. “Kendi çağlarında geçerli olan ve tartışılmaz gerçek olarak kabul edilen bir dünya görüşüyle -yani her şeye gücü yeten tanrılarca planlanıp gerçekleştirildiği için kültürel olgu ve tarihsel olayların “iyice gelişmiş ... iyice olgunlaşmış” halde ortaya çıktığı görüşüyle- sınırlanmış olan en düşünceli ve en bilgili Sümer bilgesinin bile aklına, herhalde, Sümer ülkesinin bir zamanlar birkaç seyrek yerleşim yeri bulunan ıssız, bataklık bir ülke olduğu, ve insan iradesiyle kararlılığın, insanlarca yapılan planların ve denemelerin, insanlarca geliştirilen keşif ve icatların belirleyici bir rol oynadığı kuşaklar boyunca süren mücadele ve emek sonucunda, ancak yavaş yavaş kalabalıklaşan, serpilip gelişen karmaşık bir topluma dönüştüpğü düşüncesi gelmemiştir.”

 

Sümerler kendilerinin tanrılara hizmet etmek için yaratıldıklarına kesin olarak inanıyorlardı. Bu yüzden tapınaklar inşa etmek, sunaklar yapmak ve adaklar adamak ve bu yaptıklarını yazıya geçirmek ihtiyacı duyuyorlardı. Burdaki amaç tanrılara hizmet ettiklerini göstermekti. Sümer kral listesinde krallık gökten indiği zaman Eridu krallığın makamı olur ve sonra Tufan'a kadar 8 kral görürüz. Bu sekiz kral toplam 5 kentte 241.200 yıl hüküm sürerler. Hüküm süreleri genel olarak giderek azalır. (Aluhim- 36.000 yıl, Alalagar- 28.800 yıl, Enmenluanha-43.200 yıl, Enmengalanna- 28.800 yıl, Dumuzi- 36.000 yıl, Ensipazıanna-28.800 yıl, Enmeduranna-21.000 yıl, Ubartutu-18.600 yıl) Tufan'dan sonraki kralların hüküm süreleri ise 1200 yıldan başlayıp giderek azalıp 5-30 yıl gibi makul ölçülere iner. (Tevrat ve Kuran'daki peygamberlerin uzun yaşamaları ve giderek bu sürelerin azalmasıyla bir benzerlik vardır burda) Ancak bu kral listeleri Sümer yazıtlarında her zaman birbirini tutmaz. Gerçekte aynı dönemde yaşamış olan kralların Kral listesinde ardıl oldukları görülür bazen. (Örneğin iki Kral arasındaki bir yazışma tableti bulunur) Sümerologlar adak yazıtlarından, tarihlendirme formüllerinden, kraliyet mektuplarından, hükümdar ve hanedan listelerinden, destan ve ağıtlardan bu tarihi çözümlemeye çalışmışlardır.

 

Sümer ülkesine ilk yerleşenlerin Sümerli olmadıkları hemen hemen kesindir. Bunların M.Ö. III. Binyılda Subirili olarak bilindiğine dair bilgiler var. Sümer kentlerinin çoğunun adının Sümerce olmaması kanıtlardan biri. Sümerologlar bu halka Proto-Fırat'lılar diyorlar.

 

Kramer Sümer hanedanlıklarını ve krallarını sırayla anlatır ancak bazı destan ve yazıtlardaki yanıltıcı bilgiler konusunda da bizi uyarır. Sümer tarihini çözmek, Sümer çiviyazısını sökmek gibi bir tür iğneyle kuyu kazmaya benzer. Ancak verilen çaba okuru açıkça büyüleyen bir çabadır. Kramer, Sümer uygarlığının yıkılıp Sümer temelleri üzerine kurulan Babil'e kadar getirir tarih anlatımını.

 

III. Bölüm Sümer kenti ve toplum yapısı üzerinedir. Sümer kentinin en önemli binası kuşkusuz tapınaktı. Kentler, dünyanın yaratıldığı gün verildiği asıl tanrısına aitti. Erken dönemde, ensi adı verilen ve eşitler arasında bir eşit sayılan kent valisi “ensi” yönetirdi. Ayrıca “yaşlılar” ve “erkekler” denilen iki meclisli bir kongresi vardı kentin. Ancak “barbar halkların” baskısı arttıkça “büyük adam” üstün bir yer tutmaya başladı. Askerler ve rahiplerin önemi arttı. Zaman içinde tapınak ve sarayın karşı karşıya gelmeye başladığına da tanık oluyoruz. Sümer toplumu köleci bir toplumdu. Kölelerin çoğu savaş tutsaklarıydı. Ancak özgür yurttaşlarda borçlarına ödeyemeyip köleleştirilebiliyordu. En fazla 3 yıl olabilirdi bu köleleştirme. Ayrıca kölelerin bazı yasal hakları da vardı. İş ilişkilerine girmek ve özgürlüklerini satın alabilmek gibi yada özgür bir insanla evlenen kölenin çocuklarının özgür sayılması gibi.

 

Evlilikte damat kayınpedere bir düğün armağanı sunmak zorundaydı. Kadınlar mülk sahibi olabilir, iş ilişkileri kurabilir ve tanık olarak kabul edilirdi. Fakat kocası onu hafif nedenlerle boşayabilir; eğer kadının çocuğu olmuyorsa ikinci bir kadınla evlenebilirdi.

 

Sümer tabletlerinin büyük kısmı iş sözleşmeleri, anlaşmalar, mahkeme kararları gibi resmi belge niteliğinde şeyler. İlk toplumsal reformu ve belki de ilk “özgürlük” sözcüğünü de bu tabletlerde görüyoruz. (Sümerce “özgürlük” sözcüğü “anaya dönüş” anlamına geliyor, neden olduğu anlaşılmış değil.)

 

Sümerde ilk olarak “zindan”a da rastlıyoruz. Vergi ve brcunu ödemeyenler, düzmece hırsızlık ve cinayet suçlamaları için. “Recm” olayı Sümer'de de var. İki erkekle evlenen kadın, yada hırsızlık yapan adam, üzerlerine kötü niyetlerinin yazılı olduğu taşlarla taşlanıyor. Ancak sert Sümer yaslarının M.Ö. 2000'den önce bile yumuşadığını görüyoruz. “Göze göz, dişe diş” yasaları (ayak, el, burun kesme gibi) para cezalarına dönüştürülüyor (Ur-Nammu reformu) 3 yada 4 yargıçtan oluşan Sümer mahkemeleri vardı. Hatta bir tür yargıtayın bile olduğu görülüyor. Eğer taraflardan birinde yazılı belge yoksa tapınağa gidip yemin ederek ifade veriliyordu. Sümerde nüfus sayımları yoktu ancak kentlerinin en büyüğünün 200.000 civarında nüfusu olduğu tahmin ediliyor.

 

Sümerde hiçbir teorik bilim gelişmemiştir. Ancak matematiksel işlemlerin, tıbbi bazı ilaç formüllerinin bilindiği görülüyor. Ayrıntılı bazı ilaç tariflerine rağmen, büyü çok büyük bir yer tutuyordu. Sümerlerdeki bilimsel bulgular tümüyle pratik ihtiyaçlardan kaynaklanan şeylerdi. Tuğlaları saymak, toprağı ölçmek vb. Tarım ve hayvancılıkda çok ileri gitmiş olduklarını ise zaten biliyoruz. Bugün tam çözülemeyen 50'ye yakın tarla sürmeye ilişkin sözcük kullanıyorlardı. Sümerin en popüler içkisi ise biraydı.

 

Kitabın IV. Bölümü 'Din: Teoloji, Ayin ve Mit' başlığını taşır. Sümerler için evreni oluşturan öğeler gök ve yeryüzü idi. Evren için “gök-yer” anlamına gelen “an-ki” sözcüğü kullanılıyordu. Gök ile yer arasında “lil” adı verilen rüzgar, hava, nefes,ruh anlamına da gelen bir atmosfer vardı. Güneş, ay, gezegen ve yıldızlar da bu maddeden yapılmış, ama el olarak parlaklık verilmişti. Bu temel kanılar üzerine geliştirilen Sümer kozmogonisinde başlangıçsa “ilksel deniz” vardı. Bu “ilksel deniz”de nasılsa düz bir yeryüzünün üzerine konmuş ve onunla bütünleşmiş bir evren (yani “gökyer”) oluşmuştur. Bu oluşma “gök” ile “yer”in ayrılması biçiminde anlatılır.

 

Sümer panteonunda 4 yaratıcı tanrı, bunlara eklenen 3 tanrı ile birlikte “yazgıları belirleyen” 7 tanrı, ve “büyük tanrılar” olarak bilinen elli ilah vardı. Panteondaki tanrılar belli bir önem sırasına sahipti. Ancak bu önem sıralarının 3000 yıllık kültür boyunca değiştiği görülüyor. Başlangıçtaki “An” (gök baba) ve “Ki” (yer ana)nın çocuğu olan tanrı (sümerce “dingir”) nasılsa Sümer panteonunun en büyük tanrısı olmuştur. Enlil “tanrıların babası”, “yerin ve göğün kralı”, “bütün ülkelerin kralı”dır. Enlil'den önce ise (muhtemelen M.Ö. 2500'lere kadar) “An” panteonun ilk tanrısıydı ve binyıllar boyunca “An”a tapılmaya devam edildi, ancak panteon'da dördüncü sıraya kadar geriledi. Enki ve Ninhursag ise 4 yaratıcı tanrının diğer ikisidir. Enlil en büyük tarı sayılmasına karşın, işleri yapan tanrı Enki idi. Adeta bu tanrılar hükümetinin başbakanı gibiydi. Enki kültü Sümerden sonra da mezopotamya kavimlerinde etkisini sürdürmüş, biçim ve ad değişiklikleriyle nerdeyse günümüze kadar sürmüştür. (Başka bir kitabunda Kramer sadece Enki'yi inceler. Adı Sami kavimlerinde Ea olarak geçer. 50 özelliğine atıfta bulunarak 50 ada sahiptir.)

 

Sümer teolojisinde bir başka önemli kavram “me”lerdir. “Me, genelde, her kozmik varlığa ve kültürel görüngüye, onu yaratan ilah tarafından hazırlanmış planlar uyarınca sonsuza kadar işlemesi amacıyla atanan bir kurallar ve düzenlemeler dizisini ifade ediyordu.” “Me”lerin bir listesini 'İnanna ve Enki: Uygarlık Sanatlarının Eridu'dan Erek'e Aktarılması” mitinde buluyoruz. Bazılarını sayarsak: en-lik, tanrılık, yüce ve sonusuz taç, krallık tahtı, yüce kutsal mekan, son bulmayan hanımlık, rahiplik makamı, hakikat, ölüler diyarına iniş, su baskını, savaş sancağı, cinsel ilişki, fahişelik, yasa, iftira, sanat, müzik, yaşlılık, kahramanlık, metal işleme sanatı, bilgelik, deri işleme sanatı, zafer, öğüt. Liste uzayıp gidiyor. Adını verdiğimiz mitte tanrıça İnanna kurnaz Enki'yi kandırarak “me”leri Enki'nin kenti Eridu'dan kendi kenti olan Erek'e taşır. Bunun için bir “kayık” kullanır.

 

“Enlil ve Ninlil: Ay-Tanrısının Doğumu” mitinde panteonun başı Enlil'in ölüler alemine sürülüşü anlatılırken, ölülerin geçmesi gereken “insan yutan” ırmak ve ölüleri karşı tarafa taşıyan kayıkçı figürleri bütün eskiçağ Yakındoğusunda ve Akdeniz dünyasında yaygındı.Ölüler diyarı hakkında birçok birçok mit ve anlatım olmasına rağmen, tablo epey bulanık ve çelişkilidir. Ruhlar muhtemelen buraya mezardan iniyordu ve bütün önemli kent merkezlerinden ölüler diyarına girişler vardı. Ölüler diyarını Ereşkigal ve Nergal adlı tanrılar yönetiyordu. Ayrıca çok sayıda “galla” adı verilen (islamdaki zebani benzeri) görevliler vardı. Gökteki tanrılar ve yeryüzündeki insanlar gibi burda da yiyeceğe, giyeceğe, çeşitli kaplara ve takılara ihtiyaç duyuluyordu.

 

Sümer cenneti Dilmun ise “saf”, “temiz” ve “parlak” bir ülkedir. Orada ne hastalık ne de ölüm vardır. Burası islamiyetteki gibi ölümden sonra gidilecek yer değil, başlangıçta tanrıların yaşadığı yerdir. Kitab-ı Mukaddes'teki “Aden bahçesi” ile birçok koşutluk gösteren Dilmun, tanrılar bahçesi düşüncesinin de Sümer kökenli olduğunu gösteriyor. Sümerleri yenen ve Sami kökenli bir halk olan Babiller de kendi ölümsüzlerinin yurdu olan “yaşayanlar diyarını” aynı Dilmun'a yerleştirdiler.

 

Sümer cennet öyküsü, Havva'nın Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmasını aydınlatan bir içeriğe sahiptir. Sümerlerin büyük tanrıçası Ninhursag'ın ektiği sekiz bitkiyi Enki'nin yemesi üzerine Ninhursag Enki'ye sekiz hastalık verir ve ortadan kaybolur. Hiçbir tanrının iyi edemediği bu hastalıkları iyileştirmek için Ninhursag tekrar geri getirildiğinde her bir hastalık için birer küçük tanrıça yaratır. Bunlardan biri de Enki'nin kaburga'sındaki hastalığı iyi edecek olan 'Nin-ti' dir. Sümercede “kaburga kemiği hanımı” anlamına gelir. “ti” kaburga kemiği demektir. “Ti”nin bir diğer anlamı ise yaşatmak demektir. Yani “kaburga kemiğinin hanımı” anlamına da gelir. Bu güzel sözcük oyunu İbranice'de etkisini kaybetmiştir. İbranice “yaşatmak” ve “kaburga “ sözcükleri arasında hiç bir ilişki yoktur.

 

Bunların dışında insanın “denizin dibindeki kilden” yaratıldığı şeklinde bir Enki-Ninhursag miti daha vardır. Sümer panteonunun yaratıcılarına göre, tanrıların sayısı artınca bu tanrıların yiyecek ihtiyaçları da artmış ve tanrıları bu külfetten kurtarmak için “insan” yaratılmıştır. Bu yüzden “insan”ların temel görevi tanrıların yiyecek ihtiyacını karşılamaktır. Ancak insanların yaptığı gürültü Enlil'i rahatsız eder ve tufan gönderir. Ancak Enki tufanı Sümer Nuh'u “Ziusudra”ya haber vererek insanları yok olmaktan kurtarır.

 

Sümerlerin en sevdiği mitolojik öyküler ise aşk tanrıçası İnanna (Akadlarda İştar) ile kocası çoban-tanrı Dumuzi (sonradan Tammuz)arasındaki ilişkiler üzerinedir. Kitab-ı Mukaddes'teki Habil-Kain çekişmesine benzer şekilde Dumuzi çiftçilik tanrısı Enkimdu ile çekişir. Dumuzi'nin ölüler diyarına mahkum edilmesi ve sonrasında yaşanan trajik öykülerin sonunda Dumuzi'nin ölüler diyarından çıkıp İnanna ile buluşmasını sembolize eden bayram-tören'ler Sümer halkının en sevdiği eğlencelerden biriydi. Bu törenlerde söylenen ilahiler Kitab-ı Mukaddes'teki “Ezgiler Ezgisi” ile büyük koşutluklar taşır.

 

İnanna'nın birgün yorgun bedenini dinlendirmek için yere uzanması ve bahçıvan Şukalletuda'nın ona tecavüz etmesi ve kaçması üzerine İnanna'nın Sümer'e gönderdiği felaketler de Kitab-ı Mukaddes'teki firavunun ülkesine gönderilen felaketlere benzer. Bütün kuyuların ve hurmalıkların kana boğulması, yıkıcı rüzgarlar ve fırtınalar gibi.

 

Son olarak Sami kökenli Bedeviler hakkında bir Sümer mitinde geçen blgi de ilginçtir. Sami tanrısı Martu evlenmeye karar verir ve bir Sümer kızı Numuşda'yı bulur. Arkadaşları Martu için Numuşta'ya “Martu'nun çadrıda oturan, çiğ et yiyen ve 'öldüğü zaman mezara götürülmeyen' barbar bir Bedevi”den başka birşey olmadığını anlatır.

 

alıntı...

aradım bulamadım, varsa da açan arkadaş kusura bakmasın...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

sümer ve babil mitolojisi

Yaratılış Efsanesi:

 

Babil'in yaratılış destanı Enuma Eliş, tanrıların düşüşünü ve aralarındaki ilk yabancılaşmayı, diğer pek çok dinde rastlanan büyük tanrılarla genç tanrılar arasındaki savaşları anlatan hikayelere benzer bir öyküyle aktarır. Evrensel boşlukta ilkin erkek dev Absu'yla dişi dev Tiamat varmış, bunların birleşmesinden erkek yılan Lakamu meydana gelmiş, yılanların birleşmesinden de gökyüzü tanrısı Anşar'la yeryüzü tanrısı Kişar doğmuş, yeryüzüyle gökyüzü birleşerek Anum, Enlil ve Ea'yı doğurmuşlar. Böylelikle sessizlik bozulmuş ve evrende gürültü başlamış. Sessizliğe alışık olan Absu'yla Tiamat bu gürültüden tedirgin olmuşlar. Absu, bütün yarattıklarını yoketmeye karar vermiş, çocuklarının yok olmasını istemeyen Tiamat her ne kadar ona karşı koymuşsa da dinletememiş. Ne var ki büyükbabasının bu kararını sezgileyen Ea bir büyüyle onu yoketmiş. Kocasının yokoluşuna çok üzülen ve o oranda da çok kızan Tiamat bir canavarlar ordusu kurarak öcalmak ve bütün tanrıları yok etmek istemiş. Tiamat dehşet verici yaratıklardan -akrep adamlar, kentaurlar ve başka korkunç yaratıklar- oluşan bir demon ordusunun başına komutan olarak konkunç dev Kingu'yu getirmiş ve kader ipleri'ni de onun eline vermiş. Tanrılar önce korkudan titremişler, sonra ç****izlik içinde kendilerini savunmaya karar vermişler. Önce Anum ve sonra Ea savaşı yönetmeyi denemişlerse de becerememişler ve korkup kaçmışlar. Tiamat'la başa çıkamayacaklarını anlayan tanrılar sonunda Marduk'a başvurmak zorunda kalmışlar. Marduk, kendisini bütün tanrıların başkanı yapmaları ve kaderin iplerinide kendisine vermeleri şartıyla başkomutanlığı kabul etmiş. Anum'un diplomasi yolunu denemesine karşın Marduk güç kullanmayı seçer ve kadın ceddine alevler, fırtınalar ve şimşeklerle saldırır. Tiamat onu yutmak üzere ağzını açar(kaos, her şeyi silip süpüren dişi, düzen ilkesini yutarak, yeniden soğurarak, onu ilk çıktığı yer olan ana rahmine geri göndererek yok etmeye çalışmaktadır), ancak Marduk, fırtınanın rüzgarını onun ağzından içeri sokarak midesine gönderir ve bedeninin acılar içinde şişmesine neden olur. Tiamat gücünü kaybettiği bir anda Marduk okunu çeker ve onu öldürür. Kozmosu meydana getiren, hayat veren su aynı zamanda yok edilmesi gereken kaos, yani Tiamat'tır.

Kingu ve ordularını fazla zorlanmadan alt eden Marduk, Tiamat'ı ikiye böler(yani Kozmos'u ayırır), bir yarısını gökyüzüne yerleştirir ve kendisi ve diğer tanrılar için bir saray inşa eder. Marduk şimdi evrenin örgütlenmesini, kozmosun yaratılışını tamamlar ve fiziksel dünyayı meydana getirdikten sonra, insanı yaratmaya koyulur. İnsanı tek bir amaç, kendisine ve diğer tanrılara hizmet etmesi için yaratmıştır: Bu nedenle, insanın başlıca görevi, tanrılara kurban sunmak ve tapınaklarda çalışmaktır. Tuhaf olan şudur ki, Marduk insanları Kingu'nun kanından yapmıştır. Bu konuyla ilgili insanın düşmüş doğasının, atalarından, Tiamat'ın oğlu olan bu kötü prensten kaynaklandığı söylenebilir.

Babil'in yeraltı tanrıları, en iyi durumda "müphem" sayılabilecek özellikler sergiler. "Karanlıkların kraliçesi" Ereşkigal'dir. Önceden bir gökyüzü tanrıçasıyken, canavar Kur tarafından zorla kaçırılarak ölüler diyarına indirilmiştir ve orda Kur'un eşi olarak tahta çıkmıştır. Tahtını, Enlil'in oğlu ve aslında bir güneş tanrısı olan Nergal ile paylaşır. Nergal, silah olarak sıcağı ve yıldırımları kullanarak ölüler diyarına(yeraltı dünyasına) iner ve Ereşkigal'i yok etmekle tehdit eder. Ereşkigal yok olmaktan kurtulabilmek için onunla evlenmeye razı olur. Bu karanlık ilahlar yıkım, salgın hastalık, savaş ve ölüm tanrılarıdır; bununla birlikte, her ikiside ikircikli özelliklerini gerek işlerinde (Nergal aynı zamanda iyileştirici tanrıdır) gerekse ölüler diyarına düşen gök tanrılar olarak kökenlerinde göstermektedirler. Yıldızların tanrıçası İştar (Sümer-İnanna) kız kardeşi olan Ereşkigal, onun kökteşidir ve İştar'ın ölüler alemine inişiyle ilgili ünlü mit bu ilişkiyi doğrulamaktadır. İştar tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı ölüler alemine iner -olasıki yeraltı dünyasını yönetmeyi arzulamıştır. Ancak, anlaşılabilir nedenlerden dolayı kız kardeşi Ereşkigal'in, bu cesareti yüzünden ona kızacağından ve onu yokedeceğinden korkar. Yedi kapıdan geçmesi gerekir ve geçtiği her kapıda onu bir demon karşılayarak giysilerinden bir parça soyar. En sonunda "Çırılçıplak ve dizlerinin üzerinde, Ereşkigal'le, Alt Dünya'nın en korkulan yedi yargıcı Annunaki'nin huzuruna getirilir. Ölüm dolu bakışlarını onun üzerinde toparlar ve o an bedeni bir cesete dönüşür; cesedi bir direğe asılır. İştar öldüğünde, yukarıda tüm yeryüzünün dölü kesilir. Enki'nin yardımıyla İştar yeniden canlanır, ancak ölüler aleminin kuralı odur ki, kendi yerine bir kurban bırakmadan hiç kimse yaşama geri dönmeyecektir. İştar yukarıya geri döndüğünde, kocası çoban Tammuz'un yaşadığı Kullab'a gider. Temmuz(Sümerlilerde Dumuzi), onun yokluğuna yaz tutmak bir yana, hükümdar olmanın zevkini çıkarmaktadır. İştar ona "ölümün gözü"yle bakar ve onu hiç bir zaman dönmeyeceği ölüler aleminin demonlarına teslim eder. Cehennem burada yanlızca ölümün hüküm sürdüğü bir bölge değil, aşk ve doğurganlık tanrıçasını tutsak ettiğinde, dünyada kuraklık ve kısırlığada yol açabilen bir güçtür.

Mezapotamya demonları genellikle tanrılardan daha az saygınlığa ve güce sahip ikincil derece düşman ruhlardı. Zaman zaman Tiamat'ın zürriyetinden oldukları kabul edilse de, daha sık olarak üst-tanrı Anum'un çocukları olarak düşünülürlerdi. Dehşet verici Anunnaki'ler ise cehennemdeki ölülerin gardiyanlarıydı. Etimmu mutsuz ölenlerin hayaletleriydi. Utukku çöllerde ya da mezarlarda yaşardı. Diğer kötü ruhlar, salgın hastalıkların demonları, karabasanların demonları, baş ağrılarının demonları, fırtınaların demonları(Pazuzu) gibi ve çeşitli hastalıkların demonlarıydı. Bu demonların en korkunçlarından biri de Lilitu'dur. Lilitu geceleri dolaşıp "succubus" olarak erkeklere saldıran ya da onların kanını içen frijit, kara kuru, kocasız "umutsuzluk bakiresi"ydi. Labartu, iki elinde birer yılan taşırdı ve genellikle bir köpek ya da bir domuz eşliğinde dolaşarak, çocuklara, annelere ve dadılara saldırırdı. İnsanlar bunlardan korunmak amacıyla muskalardan, efsunlardan, demon kovma dualarından ve diğer büyülerden yararlanırlar, ancak özellikle de kendi koruyucu tanrılarına özenle ibadet ibadet edip onların sevgisini kazanmaya çalışırlardı.

--------------------

Tanrılar ve Tanrıçalar:

 

Ab-zu: (Sümer) Yeraltı tanrısı. Apsu(ya da Absu)'da denir. İlk insanlar, yaşamın sarmal gelişimini mevsimlerde izlemişler, doğum-ölüm döngüsünü yeraltı sularına bağlamışlardır. Yeraltı suları, ilkbaharda bütün doğaya canlılık verirler, yazın göklere doğru yükselirler, sonbaharda yağmurlarla yeniden insanın yaşadığı toprağa düşerler, kışın da toprağın altındaki yerlerine dönerler. Bu döngü her yıl böylece tekrarlanır. Su mevsimi gelince, her yl doğayı yeniden canlandırır. Bu yüzden Ab-zu, canlandırıcı bir tanrıdır.

 

Adad: (Mezapotamya) Hava ve gökgürültüsü tanrısı. Bu tanrı, Ramman adıylada anılırdı. Mezapotamya çoktanrıcılığı, Sümer, Asur, Babil, Hitit ve Fenikeliler'in ufak tefek farklarla benimsedikleri oratk inançlardır.

 

Adapa: (Babil) Ölümsüzlük fırsatını kaçıran insan. Mısır'da Tel-el-Amarna mahsenlerinde çivi yazısıyla yazılmış tabletler halinde bulunan Adapa efsanesi, insanın bir zamanlar ölümsüz olma fırsatını yakaladığı halde nasıl elinden kaçırdığını anlatmaktadır. Efsaneye göre, Adapa adında bir bilgin, tanrılık bilgiye eriştiği halde halde, tanrılık ölümsüzlüğe erişemediğine yakınırmış. Bir gün kayığının devrilmesine kızarak Güney yeli tanrısının kanatlarını kırıvermiş. Tanrı Anum'un başkanlığında tanrılar, onu yargılamak için toplanmışlar. Yargının sonunda Adapa'ya ölüm ekmeği yedirileceğini bilen insanların koruyucusu tanrısı Ea, onun kulağına bu ekmeği yememesini fısıldamış. Oysa, Adapa'nın bilgisini çok beğenen tanrılar, ona ölüm ekmeği yerine ölümsüzlük ekmeği vermişler. Adapa, tanrı Ea'nın öğüdüne uyarak bu ekmeği yememiş ve böylelikle insanoğluna bir daha asla bağışlanmayacak olan ölümsüzlük fırsatını kaçırmış.

 

Akrep İnsanlar: (Sümer)Akrep insanlar ülkesi. Tufan varsayımının ilk biçimi Sümerler'in Gılgamış öyküsünde anlatılır. Tufandan kurtularak ölümsüzlüğe kavuşan Utnapiştim'in oturduğu yer, Akrep ülkesini aştıktan sonra varılan yerdir. Gılgamış, ölümsüzlüğe ulaşmanın ç****ini öğrenmek için büyük dedesi Utnapiştim'e gitmek için bu ülkeden geçer.

 

An: (Sümer) Gök-tanrı. Anum da denir. Savaş tanrısı İştar'ın kocasıdır. Yunanlıların Zeus'uyla eşdeğerlidir, tanrılar tanrısıdır. Sümer inançlarında Enlil(toprak) vr Enki(okyanus) ya da Ea'yla birlikte büyük tanrılar üçlüsünü kurarlar.

 

Anşar: (Sümer) Gökyüzü tanrısı. Yeryüzü tanrısı tanrısı Kişar'la birlikte dişi yılan Lakamu'yla erkek yılan Lakmu'nun çocuklarıdır.

 

Annunaki'ler: (Sümer) İkinci derece tanrılar. Bunlar baştanrı Marduk'tan kendilerine bir hizmetçi vermesini istemişler, o da insanı yaratmış.

 

Arallu: (Sümer) Cehennem ülkesi. Sümer inançlarına göre, cehennem ülkesini yöneten önce tanrıça Ereşkigal'miş, sonra çok güçlü bir tanrı olan Nergal onunla evlenerek cehennem ülkesinin kralı olmuş.

 

Aruru: (Sümer) Sümer tanrıçası. Sümerlerin ünlü Gılgamış destanında adı geçen, A-Ru-Ru biçiminde de yazılıyor. Uruk kentinin genç kızları, nişanlılarını sabahtan akşama kadar çalıştıran kral Gılgamış'ı ona şikayet ederler. O da Gılgamış'ı başka konularda oyalasın diye Enkidu'yu yaratır.

 

Aya: (Babil)Güneş-tanrı Şamaş'ın karısı tanrıça.

 

Babbar: (Mezapotamya) Güneş-tanrı. İ.Ö. III. binyılda tapılmıştır. Asur ve Hititlerde Şamaş adını taşır. Adaletle ilgili bir tanrıdır, haksızlık yapanları cezalandırırmış.

 

Bel: (Babil) Tanrı. Baal deyiminin başka bir söyleyiş biçimidir. Nippul tanrısı Enlil, Babil tanrısı Marduk bu adla anılırdı. Dişili Beltu'dur, Yunanlılar Beltis'de derler. Daha çok Babillilerin kullandıkları Bel deyimi, İbranice ve Fenikecedeki kullanımından farklı olarak, en büyük kutsal tanrıyı dile getirir. Arami inançlarındaki tanrılar üçlüsü Yarhibol ve Aglibol'daki bol deyiminin de bel deyiminin başka bir biçimi olduğu açıktır.

 

Belit: (Babil) Tanrı Bel'in karısı. Tanrı Bel, büyük tanrı Enlil'in adıdır.

 

Boğa: (Sümer) Bolluk ve güçlülük simgesi. Hayvan tapımının en önemli tanrılık hayvanlarından biri olan boğa'ya ilkin Sümer inanaçlarında rastlamakla birlikte boğanın kutsallığı inancının hemen bütün ilkel inançlarda yer aldığı görülür. Bütün mitolojilerde boğa, dölleme ve kuvvet olarak erkek gücünü simgeler. Sümerlerde boğa, erkek insan başlı olarak tasarımlanmıştır. Boğa tapımı, bütün sami dinlerinde süregelerek Antikçağ Yunan ve Roma inançlarına kadar gelmiştir. Boğa eski Yunan'da Zeus'ün, Roma'da Jüpiter'in simgesidir.

 

Ea: (Sümer) Su-tanrı. Enki adıylada anılır. Sümer-Akad inançlarında evrenin ana öğesi su'dur. Daha açık bir deyişle Sümer evreni gök (An), toprak (Enlil)ve su (Enki) olmak üzere üçe ayırmakla beraber bunların temel ve tümünün yaratıcı öğesi olarak su'ya tapmışlardır. Bu bakımdan, Ea büyük yaratıcı tanrıdır, göğü ve toprağı o yaratnıştır, aynı zamanda tüm bilgeliktir ve bundan ötürüde büyüsel etkiler onun yardımıyla elde edilir, yaşam kaynağı olduğundan ötürü bolluğuda simgeler. Sümer tapınaklarında Ea'nın kendisi olarak bir kap içinde kutsal su bulundurulurdu, bu sudan içen hastaların iyileşeceğine ve güçsüzlerin güçleneceğine inanılırdı. Tapınak rahipleri de balık biçiminde giysiler giyerlerdi. Hıritiyanların İsa'ya tasarladıkları balık niteliğinin de kaynağı Sümerlerin bu inancı olsa gerektir. Sümer inançlarında Ea'dan önce, bir su ilkesi olan Ab-zu(ya da Ab-su) inancı alır.

 

Enkidu: (Sümer) Gılgamış'ın arkadışı. Engidu biçimindede yazılmaktadır. Kimi incelemeciler onun bir insan olmadığını, belki de bir aslan olduğunu ileri sürmektedirler.(Örneğin, Bkz. Challaye, Dinler Tarihi, İstanbul 1960, s. 116). Vücudu kıllarla kaplı, çok bilgeli bir varlıkmış. Bir başka anlatıma göre de kralı olduğu kenti kalkındırmak isteyen Gılgamış, ülkesinin bütün erkeklerini işe koşarmış. Kadınlar kocalarını, genç kızlar nişanlılarını göremez olmuşlar. Bu yüzden kralı, tanrı Aruru'ya şikayet etmişler. Kadınları haklı bulan tanrı da krala bir arkadaş yaratarak onu başka serüvenlere yöneltmek istemiş ve tanrı Anum'a benzeyen toprak vücutlu, çok iri ve vahşi Enkidu'yu yaratmış. Bu yaratık Gılgamış'ın yaşamında büyük çapta etken olanlardan biridir ve sonunda da onun uğrunda ölür. Öyküye göre tanrıça İştar, krala aşık olmuş. Ama onun bütün sevgililerini öldürdüğünü bilen Gılgamış, tanrıçaya yüz vermemiş. İştar da ondan öç almak için üstüne azgın bir boğayı saldırtmış. Gılgamış ancak Enkidu'nun yardımıyla boğayı altedebilmiş. Buna çok kızan İştar da Enkidu'nun canını almış. Enkidu'nun ölümü, Gılgamış'ın ölümden korkup ölümsüzlüğü aramasının nedenidir. Bir başka anlatıma göre de Gılgamış, ölüler ükesinde arkadaşıyla görüşür. Enkidu'nun ona ölümün ne denli kötü olduğunu anlatması, Gılgamış destanı'nın en şiirli bölümüdür.

 

Enlil: (Sümer) Yeryüzü-tanrı. Bel ya da Belum adıyla da anılır. Baal'le birlikte bütün bu adlar, Mezapotamya'nın en büyük tanrısını dile getiren tanrı anlamındadır. Enlil, tanrı Anum'un oğluydu, zamanla babasının yerine geçerek baştanrı yerine yükseldi. Yeryüzüne hakim olan, onu yöneten odur. Sümer inançlarında bir tufan meydana getirerek insanları cezalandıran da odur. Atmosfer güçlerini de o yönetir; şimşekler fırtınalar, onun buyruğundadır. Karısı Ninlil ya da Belit'le birlikte Elam dağlarında oturur. Nippur sunağı ona adanmıştır. Özellikle sümerler en çok onu saymışlar ve en çok ondan korkmuşlar. Ne var ki Mezapotamya'nın çok uzun tarihinde tanrılar zamanla yer değiştirmekte, oğullar babalarının yerini almaktadır. Belli bir zamanda hangi tanrı sayılıyorsa, bütün tanrıların onun tarafından yaratıldığına inanılmaktadır.

 

Enzu: (Mezapotmaya) Av tanrısı Sin'in öbür adı. Mezapotamya'nın ünlü ay tanrısı Sin'e Enzu'da denir.

 

Ereşkigal: (Sümer) Yeraltı ülkesi tanrıçası. Yeraltı ülkesi tanrısı Nergal'in karısıdır. Sümer inançlarına göre, ilkin cehennemi (Arallu) tek başına Ereşkigal yönetirmiş, tanrıların bir şölenine çağrılınca cehennemden ayrılmadığı için kendi yerine bir temsilci göndermiş, bütün tanrılar bu temsilciyi ayağa kalkıp selamlamışlar, sadece tanrı Nergal yerinden kıpırdamamış, bunu duyan ve çok kızan Ereşkigal, tanrı Nergal'i yakalatıp cehenneme getirmiş, ama Nergal, cehennemin için altüst ederek Ereşkigal'i tahtından indirmiş, cehennemin kralı olmuş ve Ereşkigal'le evlenmiş.

 

İşkur: (Mezapotamya) Tanrı Adad'ın Mezapotamya Samilerinde kullanılan adı. Akkad'ların Adad ve Fenike'lilerin Baal adıyla taptıkları bu atmosfer tanrısı, Hitit'lerin Teşup ya da Tarhut adlı tanrılarıyla bir tutulmuştur.

 

İştar: (Mezapotamya) Savaş ve aşk tanrıça. Mezapotmaya'nın en ünlü tanrıçasıdır, eski çağlarda onun adı tanrı anlamında kullanılırdı. Bir çok ulusların dillerinde çeşitli adlar almıştır. Sümerler ona İnnina ya da Nana derlerdi, kimi metinlerde Nina ya da Nane ve kimi yerde İnnanas olarak anılmaktadır. Babiller ona Annimitu adıyla taparlar. İranlılar onu Anahita adıyla benimsediler. Fenikeliler ona Aştar ya da Aşoret dediler. Yunanlılar Astarte adıyla anarlar. Ona Aştart adıyla Asurlular da tapmışlardır. Birçok metinlerde adı tanrıların kraliçesi olarak anılır. Yahudi peygamberleri Museviliğin karşısında en büyük tehlike olarak İştar tapımını bulmuştur ve onunla yüzyıllar boyunca savaşmıştır. Kimi metinlerde tanrı Sin'in kızı ve Şamaş'ın kız kardeşi olarak gösterilmiştir. Cehennem tanrıçası Ereşkigal'in de kardeşidir. Kimi metinlerde de tanrı Temmuz'un annesi, ya da karısı, ya da sevgilisidir. Gılgamış destanında genç krala aşık olduğu ve yüz bulamadığı için ondan öc almaya çalıştığı anlatılır. Kimi yerlerde zevk düşkünü ve hafif meşrep, kimi yerlerde ana-tanrıça olarak anılır. Cehennemliklere acıyarak cehenneme inişi ve Anu'yla evlenerek göğe çıkışı öyküleri ünlüdür.

 

Kingu: (Sümer) Devler ve canavarlar ordusunun komutanı. Torunlarına kızan Tiamat, devlerden ve canavarlardan bir ordu kurarak tanrılara saldırır, bu ordunun başına getirdiği korkunç dev Kingu'ya kaderin iplerini verir. Tanrılarda kendilerini savunmak için tanrı Marduk'u başkomutan yaparlar. Marduk devleri yakalayıp cehenneme gönderir, kaderin iplerini de Kingu'dan alarak kendi boynuna takar. Marduk'un büyük ve evrensel eğemenliği böylece başlar.

 

Kişar: (Sümer) Yeryüzü tanrı. Ünlü Sümer tanrıları Anum, Enlil ve Ea, onun gökyüzü-tanrı Anşar'la birleşmesinden doğmuş ya da oluşmuştur. Kişar dişi, Anşar erkektir.

 

Lakmu: (Sümer) Erkek-yılan. Dişi-yılan Lakamu'yle birlikte dünyaya gelmiş. Sümerlerin yaratılış tasarımlarını anlatan Enuma Eliş (Gökyüzünde) adlı yapıta göre (bu yapıtın İ.Ö. VII. yüzyılda yazıldığı sanılıyor) bu iki yılan Apsu'yla Tiamat'ın birleşmesinden olmuşlar. Bu iki yılanın birleşmesinden de Aşar ile Kişar dünyaya gelmiş. Yeryüzüyle gökyüzü böylece oluşmuş.

 

Lilitu: (Babil) Dişi gece demonu. Rüzgarla gelen felaketler, hastalıklar, veba ve ölümden sorumlu görülmekle birlikte, belkide daha fazla insanların cinsel yaşamlarına müdahalede uzmanlaştıklarına inanılır.

 

Marduk: (Babil) Mezapotamya dininde Babil'in büyük koruyucu tanrısıdır.Bu özelliğiyle sonunda Bel'le özdeşleştirilmiştir. Eskiçağ çok tanrılıcığında Marduk özel bir yeri olan en büyük tanrılardan biridir. İlkin tarım tanrısıydı, sonra İ.Ö.XX. yüzyılda kral Hamurabi tarafındanen yüce tanrı derecesine yükseltildi, daha sonra İ.Ö.XVI. yüzyılda kral Buhtunnasr (Nabuhodonosor) tarafından tektanrı sayıldı.Bu açıdan bakınca Marduk tektanrıların ilkidir, Mısır'lı Amenotep IV.'ün tektanrısı Aton (İ.Ö.XII. yüzyıl) ve Musa'nın tektanrısı Yehova (İ.Ö. XII. yüzyıl) tarihsel süreçte onu izlemektedirler. Ne var ki Buhtunnasr, Marduk'un tektanrı olduğu inancını sadece kendi taşımış, ulusuna yaymak gücünü gösterememiştir. Marduk'un büyük önemi, bugün dünya uluslarını etkileyen üç büyük dine (Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) kaynaklık etmiş olmasıdadır. İnançsal tarihi İ.Ö.IV. binyıla kadar iner. Eski mezapotamya inançlarında o, özdeğe biçim veren ve detayı yaratan tanrı sayılmaktadır. Balçıktan insanı yaratan odur. Tarım tanrısı olduğundan ötürüde marru (bel küreği)'yla simgelenmiştir. Sümerler Amoritlere yenilince Marduk tanrı Enlil'in de yerini almış ve bütün tanrıların en büyüğü sayılmıştır. Sümerlerin Enuma Eliş (Gökyüzünde) sözcükleriyle başlayan ve bundan ötürü bu adla anılan uzun yaratılış şiiri, Marduk'un baştanrılığını şöle anlatır (Kimi incelemeciler Marduk'un bu şiire sonradan sokulduğunu ileri sürmüşlerdir): İlk kaosun canavarı Tiamat'ı(tuzlu suların kişileşmesi) yendikten sonra "yeryüzünün ve göğün tanrılarının efendisi" olur. İnsanlarla birlikte bütün doğa, varlığını ona borçludur. Krallıkların ve uyruklarının yazgısı onun elindedir. Yeryüzünü de Kingu'nun kanıyla yoğurup elde ettiği balçıktan ilk insanı meydana getirmiş. Babil Kralı Hamurabi ünlü yasalarını kendisine dikke ettirenin Marduk olduğunu söyler, Marduk burada adelet tanrısı Şamaş kişiliğindedir. İncelemeci Samuel Reinach, Hamurabi yazılarıyla Yahudi yasaları arasındaki benzerliğe işaret ederek, Marduk'u Yehova'yla aynılaştırır.

Babil'deki en önemli Marduk tapınakları, Esagila ve tepesinde bir Marduk tapınağı bulunan Etemenanki adlı ziggurattı. Esagila'da her yeni yıl şenliğinde Enuma eliş şiiri okunurdu. Marduk'un karısı olarak en sık anılan tanrıça Zarpanit ya da Zarbanit'ti (Zarpan Kentinin Kadını). Marduk'un yıldızı Jüpiter, kutsal hayvanları ise at, köpek ve özellikle çatal dilli canavardı. Marduk en eski anıtlarda, elinde üçgen bir kürek çapayla betimlenir; bunun bereketi ve birlikteliği simgelediği düşünülür. Yürürken ya da savaş arabasına binmiş durumda da betimlenir. Giysisi yıldızlarla süslüdür. Elinde bir asa vardır; ayrıca yay, mızrak, ağ ya da yıldırım taşır. Asur ve Pers kralları da yazıtlarda Marduk ve Zarpanit'i saygıyla anmışlar, ikisinin birçok tapınağını yeniden yaptırmışlardır.

 

Moummou: (Sümer) Sonsuzuk-tanrı. Kimi metinlerde Apsu'yla Tiamat'ın oğlu, kimi metinlerde de Apsu'nun veziri olarak gösterilmektedir. Mummu biçiminde de yazılıyor.

 

Nana: (Sümer)Ana-tanrıça Kybele'nin adlarından biri. Nina ve İnnina da denir. Akad'lar kendi dillerinde onu aynı anlamda İştar sözcüğüyle çevirmişlerdir. Ana ve Anna sözcükleri de bu kökten türemedir. Mezapotamya mitolojisinde Nane adıyla tanrı Enzu'nun ve kimi yerde de tanrı An'ın kızı olarak gösterilir, aşk ve savaş tanrıçası sayılır. İ.Ö. V.I. yüzyılda Babil'de Annumitu adıyla anılmıştır.

 

Nergal: (Babil) Güneş-tanrı. Aynı zamanda savaş, ateş ötedünya ve doğa olaylarınıda simgeler. Mezopotamya uluslarının çoğunca tapılmıştır.

 

Ningirsu: (Sümer) Savaş-tanrı. Urningirsu da denir. Tanrı Enlil'in oğludur. Anu'nun kızı olan tanrıça Bo'yla evlidir. Tanrıça Bo, tanrıça İştar'dan önce Lagaş bölgesinin toprak-ana'sıydı. Savaş tanrının yirmi dört çeşit silahı varmış ki bunlardan herbiri bir devi simgelermiş. Ningirsu'nun annesi de Ninlil adını taşır ki Enlil'in karısıdır.

 

Ninhur Sag: (Sümer) Kış bölgesi tanrıçası. İ.Ö.III. b.nyılda tapılmıştır. Ninlil ile kardeş çocuklarıdır.

 

Ninlil: (Sümer) Tanrı Enlil'in karısı. Nirginsu'nunda annesidir.

 

Pazuzu: (Babil) Ateş-peri. Kuş ayaklı, kanatlı ve insan ellidir. Hastalıkları iyi ettiğine inanılır. Hastaların boynuna onun resmini taşıyan muskalar asılırmış. İkircikli özelliği olarak güneydoğudan estirdiği rüzgarlarla vebayıda beraberinde getirdiğine inanılan demon.

 

Sin: (Sümer) Ay-tanrı. Sümerlilerin en büyük kozmik tanrısıdır. Güneş-tanrı Şamaş'la yıldız-tanrı İştarın babasıdır. Evren-tanrı Enlil'le evren-tanrıça Ninhil'in oğludur. Akad'lar, eski Araplar ve Hitit'lerce tapılmıştır. Tevrat'ta da onun sözü edilir ve peygamber İbrahim'in çıktığı kent olan Ur'da onun egemen olduğu anlatılır. Sin, Sümer inançlarında birinci büyük tanrı üçlüsündendir. Kimi incelemeceiler bunu Mezapotamya'ya göçeden Sami ulusların etkisiyle bağlarlar.

 

Şamaş: (Babil) Güneş-tanrı. Aslı Sümer'lilerin Utu tanrısıdır. Samiler onu Şamaş adıyla anarlar. Sümer'lerde yargıç ve yasa koruyucu, Samilerde savaş ve bilgelik tanrısıdır. Sin'in oğlu, İştar'ın erkek kardeşi hem kocasıdır. Elam, Mitanni, Asur, Hitit gibi uluslarca da tapılmışdır. Hamurabi çağında Şamaş'da, öteki tanrılar gibi, Babil kentinin koruyucu tanrısı Marduk'un bir görünümü, bir belirimi (hipostas'ı) sayılmıştır. Özellikle kral Nabulhonosor (Buhtınnasr) tek tanrı saydığı Marduk'un kişiliğinde Sin, Enlil ve Şamaş'ı birleştirmiştir. Ona göre Marduk karanlıkları aydınlattığı için Sin, egemenlik tanrısı olduğu için Enlil ve adalet dağıttığı için Şamaş'tır. Hamurabi'ye 282 maddelik bir yasa dikte ettiren de işte bu Şamaş(Marduk)'tur.

 

Şullat: (Sümer) Fırtına ve kötü hava habercisi tanrıça.

 

Tiamat: (Sümer) Tuzlu su-tanrıçası. Tatlı su-tanrı Apsu (ya da Ab-zu)'yla birlikte evrenin ilk varlıklarıdır. Sümer'lerin Enuma Eniş (Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanelerinde evrenin bomboş olduğu bir ön zamanda bu iki varlığın bulunduğu belirtir. Evren, bütün tanrılar ve insanlar bu iki varlıktan, eşdeyişle su'dan meydana gelmiştir. Tatlı ve tuzlu suların birleşmesinden ilkin erkek yılan Lakmu (Lagma biçiminde de yazılıyor)'yla dişi yılan Lakamu (Lagama biçimindede yazılıyor) doğuyor.Bunların birleşmesinden de Anşar (Gök. An-sar biçiminde de yazılıyor) ve Kişar (Toprak. Ki-sar biçiminde de yazılıyor) meydana geliyor. Tanrılar ve insanlar işte bu gökle yerin birleşmesinden doğuyorlar.

 

Temmuz: (Sümer) Sümer'lerin Dumuzi'sinin Sami'lerdeki adı. Tamuz ve Tammuz biçimlerindede yazılır ve söylenir. Kaynağı Sümer tanrısı Dummuzi olan Temmuz giderek Anadolu'da Attis ve Adonis'e dönüşmüştür. Bütün bunlar bitkilerin ölen ve yeniden dirilen tanrısı'dırlar. Bu tasarım, doğanın sonbaharda ölüp ilkbaharda yeniden canlanışını simgeler. Bu tanrılarda doğa gibi, sonbaharda ölüp ilkbaharda yeniden dirilerek aşk ve bereket getirirler. Sonbaharda ölümleri aşk yüzündendir, kışı yeraltı ölüler ülkesinde geçirişleri aşk yüzündendir, ikbaharda yeryüzüne dönüşleri aşk yüzündendir. Sümerlerden Yunanlılara kadar çeşitli bölgelere ad değiştirerek süregelen bu temel efsanede aşk ve şehvet doğurganlığın, bereketin, bolluğun simgesi sayılmıştır. Doğal yılın en verimli ayı sayılan Temmuz ayı da adını burdan alır. Bu tanrının sevgili ya da karısı da Sümerlerde İanna ya da İnanas, Samilerde İştar ya da Aştart ya da Aştoret'tir. Kimi anlatımlarda yeraltı ülkesine giden Temmuz değil, Aştart'dır. Orada tutuklanmış, bu yüzdende yeryüzünde aşk ve bereket kalmamıştır. İnsanların ve hayvanların üremesi durmuş, bitkiler açmaz ve tohum vermez olmuştur. Tanrılar bunu önlemek için kadınsı bir erkeği yeraltına göndererek Aştar'ın yeniden yeryüzüne dönmesini sağlamıştır. Akad anlatımlarındaysa İştar, genç kocası Temmuz'u aramak için yeraltı evrenine iner. Sümer anlatımlarında İnanna, yeraltı evlerinden çıkabilmek için, kocası Dumuzi'yi rehin bırakır. Ama bütün bu anlatımlarda tanrı ve tanrıçalar kış aylarını yeraltında, yaz aylarını yeryüzünde geçirirler; ölür ve yine dirilirler, ölmekle doğadaki canlılığa son verir ve dirilmekle doğayı canlandırırlar.

 

Utu: (Sümer) Güneş-tanrı. Ud ya da Ut da denir. Mezapotamya metinlerde Babbar, Asur ve Hitit metinlerinde Şamaş adıyla anılır. Adalet-tanrı Kittu ve hak-tanrı Meşarru onun çocuklarıdır. Sümer zincirinde ilkin var bulunan su'dan An(Gök) doğuyor, sonra Ki(Toprak) ve bunalrın birleşmesinden Enlil(Hava) doğuyor, işte Nana(Ay)-Utu, (Güneş)-İnanna (Aşk ve savaş) onun çocuklarıdır.

 

Utnapiştim: (Sümer) Sümer'lerin Nuh'u. Babil diliyle yazılan tabletlerde bu adla anılan tufan kahramanına Sümer'lerin Ziusudra dedikleri sonradan anlaşılmıştır. Utnapiştim'e Sümer'lerin

Nuh'u demekten daha iyisi Nuh'a Yahudilerin Ziusudra'sı demektir, çünkü bu öbüründen onbeş yüzyıl öncedir. Şurrupak kentinde kralmış, bilgeymiş ve rahipmiş. Adının sözcük anlamı "hayatı gören"dir. Ubara-Tutu'nun oğluymuş. Tufan'ı atlattıktan sonra ölümsüzlüğe kavuşan ve tanrılarca Dilmun(Cennet)'da yaşamasına izin verilen Utnapiştim aynı zamanda atası bulunduğu Gılgamış'a ünlü su baskınını şöle anlatır: İnsanlar çoğalıp gürültü yapmaya başlamışlar. Tanrıların gözüne uyku girmez olmuş. Bunun üzerine insanları yok etmeyi planlamışlar. Tanrı Ea "önceden verdiği sözü tutarak" bu karardan Utnapiştim'i haberdar etmiş ve bir gemi yapmasını sağlamış. Geminin yapımı bitince tufan patlamış. Öğlesine korkunç bir kasırga başlamışki "tanrılar bile korkularından göğün en yüksek katına kaçmışlar, orada sokak köpekleri gibi titreyerek duvar dibine sinmişler". Altı gün ve altı gün gece boyunca gök ve yer birbirine karışmış. Öyle ki " cennetin ve cehennemin tanrıları ağlayışıp durmuşlar". Yedinci gün başladığında tufan yatışmış, Utnapiştim'in gemisi de Nisir dağının tepesine oturmuş. Orada gemiden inip adak kurbanını kesmişler. "Tanrılar tatlı kokuyu alınca dağın başına sinekler gibi üşüşmüşler". Tufan'ın düzenleyen tanrı Enlil çok kızmış, tanrı Ea'ysa kendisinin haber veridiği yadsımış ve "bilge kral Utnapiştim olacakları düşünde görmüş" deyip işin içinden sıyrılmış. Ç****iz kalan tanrılar toplanmışlar ve Utnapiştim'le karısına ölümsüzlük bağışlayıp "çok uzakta" yaşaması için Dilmun'a yerleştirmişler. Bu yüzden Sümer'ler ona Uzaktaki de derler.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sümer Dini:

 

İ.Ö. IV. binyılda Aşağı Mezapotamya'da yaşayan halkların inançları. Sümer dünyası XIX. yüzyılda keşfedilinceye inanç alanının temel bilgilerinde bir hayli değişiklikler olmuştur. Türkistan bozkırlarından Dicle'yle Fırat deltasına inen bu çok becerikli ve bilgili ulus, bölgelerinin kuzeyinde yaşayan Akad'larıda etkileyerek, olağan üstü bir uygarlık geliştirmiştir. Patesi ya da Ensi adını verdikleri rahip-krallarla yönetiliyorlardı. Bugün için onlardan daha öncesi bulunmadığına ve bilinmediğine göre, keşfedildikleri tarihe kadar başka uluslara maledilen birçok uygarsal ve inançsal buluşların onların ürünü olduğu kabul edilmektedir. Onlardan kalan Gılgamış Destanı'yla Enuma Eliş(Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanesi, başka uluslara maledilen birçok inançların Sümer kaynaklı olduklarını kesin olarak meydana çıkarmıştır. Örneğin artık bilinmektedir ki Yahudilerin sanılan Tufan tasarımı onlarındır, Suriyelilerin Adonis'e dönüştürdükleri Babillilerin Tammuz'u onalrın Dumu-zid'idir, Samilerin Anu ve daha sonra Yunanlıların Uranus'a dönüştürdükleri tanrıların babası onların An'ıdır, Akdeniz'in ünlü Kybelesi onların Ki (Toprak ana)'sidir, Samilerin ilkin İştar ve Asarte'ye dönüştürdükleri onların İnanna'sıdır. Samilerin Sin'i onların Nanna (Ay-tanrı) ve Şamaş'ı onların Utu(Güneş-tanrı)'sudur Samilerin Ea'sı onların Enkisi'dir. Yunanlıların Hades'i onların Kur(Ölüler ülkesi)'u ve Elysion'u onların Dilmun(Cennet)'udur, Yunanlıların Persephone'si onların Ereşkigal'idir, Yunanlıların ünlü yedi bilge'si Mezapotamya'nın en eski yedi kentine uygarlığı getiren Sümer bilgeleridir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Sümer uzmanlarından N.K. Sandars şöyle demektedir: "Gılgamış, elbette bir İskender, bir Odysseus, bir Herakles, bir Samson, bir Dermot ya da Gawain değildir. Ama Gılgamış'ın öyküsü anlatılmamış olsaydı bu kahramanların hiçbiri şimdiki ölçüde hatırlanmazdı." Çünkü çeşitli tasarımların ortaya koyduğu bu kahramanlar Sümer'li Gılgamış'tan pek çok şey almışlardır. Sandars'ın da belirttiği gibi örneğin "ortaçağın İskender'inde Gılgamış'ın birçok özelliğini bulabiliriz". Dermot'la dövüşen vahşi adam, Gılgamış'la dövüşen Enkidu'nun tıpkısı denilebilir. Birçok tanrıları Anadolu'ya maleden Halikarnas Balıkçısı(Cevat Şakir Kabaağaçlı) bile "Büyük ana tanrıçanın sevgilisi Attis'in menşeini bulmak için Sümer'lere gitmeli"(Anadolu Tanrıları, İstanbul 1962, s. 89) der ve onu Sümer'lerin Dumu-zid'ine bağlar. Samiler, Mezapotamya'yı istila edince Sümer tanrılarını benimsemişler, ne var ki onların adlarını ve özelliklerin çoğunu değiştirmişlerdir. Kaldı ki Mezapotamya'nın çeşitli kentlerinde de ortak tanrılar aynı adla anılmazlardı. Ayrıca, her kentin koruyucu özel bir tanrısı da vardı. Kimi kaynaklarda bu adlar birbirlerine karıştırılmış ve Sümer tanrıları çoğunlukla Sami dilindeki adlarıyla tanıtılmıştır. Sümer tanrılarının adlarını yeniden düzenleyen Prof. Kramer'e göre önce su vardı. Tanrı An (Gök. An-sar: Tüm gök)'la tanrı Ki(Toprak. Ki-sar: Tüm dünya) bu sudan doğdular. Onların birleşmesinden Enlil(Hava) meydana geldi, gökle toprağın arasını doldurdu. Enlil, karanlık göğü aydınlatmak için Nanya (Ay)'yı yarattı. Nanna da Utu (Güneş)'yla İnanna (Aşk ve savaş)'yı yarattı. Samilerde bu tanrılar Sin (Nanna), Şamaş(Utu) ve İştar(İnanna) adlarıyla anılırlar. Enlil ilkin An (Samilerde Anu)'ın buyrukalrını yerine getiriyordu, sonra dünyayı Ki'nin elinden alarak yönetmeye başladı, daha sonrada An'ın yerine geçti ve bütün evrenin egemeni oldu, aynı zamanda Nippur kentinin koruyucusuydu. An'la Ki'den doğan bir başka tanrıda tatlı suların ve bilgeliğin tanrısı Enki (Samilerde Ea. Prof. Kramer "An'ın çocuğu olduğu söylenebilir" demekle yetiniyor, Enuma Eliş'de ileri sürülen bu doğumu kesin bulmuyor)'dir, sanatı koruyor ve derinde yaşıyordu. Enlil toprağın egemenliğini eline geçirdiği sırada İnanna'nın ablası gök-tanrılaçalardan Ereşkigal'i Kur(Yeraltı ülkesi)'a kaçırmıştı. Bu yeraltı ülkesinde Annunaki (yargıçık yapan ve An'ı soyundan gelen yeraltı tanrıları)'ler vardı, ülkenin kapısını Neti(Samilerde Nedu) bekliyordu. Gılgamış Destanı'nda bunlardan başka şu tanrıların adları anılmaktadır: Adad (Fırtına yağmur tanrısı), Antum (An'ın karısı), Absu (Tanrıları meydana getiren su), Aruru (Yaratıcı tanrıça. Endiku'yu kilden yarattı), Aya (Utu'nun şafağı ve gelini), Belit-Şeri (Yeraltı yargıçlarının zabıt katibi), Dilmun (Cennet. Sadece tanrılar gidebiliyor, bir de tufan'dan kurtulup ölümsüzleştirilen Utnapiştim ya da başka bir anlatımdaki adıyla Ziusudra orada yaşıyor), Dumuzi (Ya da Dumu-zid. Samilerde Tammuz ya da Temmu. Verimlilik tanrısı. Çoban demek. İnanna'nın da kocası), Endukugga ve Nindukugga (Yeraltı tanrı ve tanrıçası. Enlil'in ana-babası), Enkidu (Aruru'nun yarattığı yabanıl yaratık. Daha sonra hayvanların koruyucu tanrısı oluyor), Enugi (Sulama tanrısı), Haniş (Kötü havayı haber veren göksel varlık), Humbaba ya da Huvava (Sedir ormanı bekçisi canava, Anadolu'lu bir tanrı olduğu sanılıyor), İgigi (Gök tanrılarının ortak adı), İnsan-akrep (Tanrıların karşıtı. Su tarafından tanrılarla savaşmak için birçokları yaratılmış. Güneşin battığı yerde nöbetçi), İrkalla ( Ereşkigalin bir başka adı), İşullana (An'ın bahçivanı. Aşkına karşılık vermediğinden ötürü İnanna tarafından köstebeğe dönüştürüldü), Lugabanda (Çoban-tanrı. Aynı zamanda kral. Gılgamış'ın babası ya da koruyucusu), Mammetum (Alınyazısı-tanrısı), Namtar (Uğursuzluk şeytanı, hastalık getirici. Yeraltı ülkesinin başpapazı), Nergal (Yeraltı tanrı.Ereşkigal'in kocası), Ningal (Ay tanrısının karısı, güneşin annesi), Ningirsu (Ninurta'nın eski adı. Verimlilik tanrısı), Nirnurta (Ningirsu'nun yeni adı. Savaş ve bereket tanrısı), Gizzida ya da Ningizzida (Bereket tanrısı. Hayat ağacının efendisi olarak niteleniyor. Büyü de yapıyor. Daha sonra Dumu-zid'le birlikte göğün kapısını bekliyor), Ninhursag (Ana tanrıça. Ki'nin başka adı. Enki'nin karısı),Ninki (Ninhursag ya da Ki'nin bir başka adı olduğu sanılıyor. Destanda Enlil'in annesi), Ninsun( Bilgelik tanrıçası. Lugulbanda'nın karısı ve Gılgamış'ın annesi), Nisaba (Tahıl-tanrıça), Puzur-Amurri (Utnapiştim'in dümencisi), Samukan (Sığırların tanrısı), Siduri ya da Sabit (Şarap yapımcı kadın. İnanna'nın bir başka adı olabileceği öne sürülüyor), Silili (Göksel kırsak, göksel aygırın da annesi), Şullat (kötü hava habercisi. Haniş'in bir başka biçimi) Şulpay (Şölen yöneticisi tanrısı) Ubara-Tutu (Utnapiştim'in babası, mitolojik kral), Utnapiştim (Sümerlilerin Ziusudra'sına Samilerin verdiği ad. Ünlü tufan kahramanı), Urşanabi (Utnapiştimin'in kayıkçısı. Dilmun'a gitmek için ölümcül suları hergün geçiyor), Yedi bilge (Yedi kente uygarlık getiren getiren Sümer bilgeleri)

--------------------

Asur-Babil Dini:

 

Mezapotamya çoktanrıcılığı. Mezapotamya, Dicle'yle Fırat nehirleri arasındaki bölgenin adıdır. İ.Ö. XI. yüzyıla doğru Türkistan bozkırlarından ve Elam dağlarından inen Sümerler bu bölgeye egemen olarak büyük bir uygarlık kurmuşlardı. İlkel totemleriyle canlıcılık inançlarını geliştirerek çoktanrıcılığın özel bir biçimi olarak kent-tanrıcılığı oluşturdular, Kent-tanrıcılığı, bütünüyle, canlıcılık anlayışıyla geliştirilmiş bir totemcilik uzantısıdır. İlkel kabilelerde nasıl her kabilenin koruyucu bir totemi varsa öylece her kentin koruyucu tanrısı olmuştur. Bu tanrı, kendilerine korku veren ya da yarar sağlayan hayvan, yıldız, güneş, toprak, deniz dağ vb gibi doğa varlık ya da olayların canlılık anlayışıyla kişileştirilmiş biçimidir. Örneğin Mezapotamya'da hem denizci, hem tarımcı bir ulus haline gelen Sümerler, denizi kişileştirip adına Tiamat demişlerdir. Kentlerin bu totem-tanrıları, ülke çapında bir çoktanrıcılık meydana getirmiştir. Kent-tanrılarının gücü , kentlerinin gücüyle artmış ya da azalmıştır. İ.Ö. XXV. Yüzyıldan ihtiabaren Asurlular ve Babilliler bu bölgeye egemen olunca Sümer çoktanrıcılığı buldular ve

ve kendi kent-tanrılarıyla Sümer tanrılarını birleştirdiler. Asur-Babilonya uygarlığı, Sümer uygarlığının üstüne kurulmuş ve kültürünü ondan alan bir uygarlıktır. Bu uygarlık, özellikle Hamurabi(2003-1961) çağında doruğuna yükselmiştir. 282 maddelik ünlü Hamurabi yasasını Hamurabi'ye tanrı Şamaş (Marduk)'ın yazdırdığına inanılır.

 

Derleyen: - Arch Fiend -

 

Kaynaklar:

Dünya İnançları Sözlüğü / Orhan Hançerlioğlu / Remzi Kitabevi

Ortaçağ Avrupasında Cadılar ve Cadı Avı / Haydar Akın / Dost Kitabevi Yayınları

Şeytan Antikiteden İlkel Hıristiyanlığa Kötülük / Jeffrey Burton Russell / Kabalcı Yayınları

*forumlegal

fotonkedi tarafından düzenlendi
Ardarda Atılan Mesajlar Birleştirildi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...