Jump to content

Kabalada Dua nedir?


Prometheus

Önerilen Mesajlar

Kabalistik anlayıştaki "dua" bildiğimiz duadan başkadır. Kabala yazıtlarını okurken geçen "dua" kelimelerini, kullanıldığı cümlede anlayabilmek için, "dua" sözünün bu ilimdeki anlamını bilmemiz gereklidir.

 

Alıntıladığım yazı, Kabala'da duanın ne anlama geldiğini anlatıyor. Açıkça görülebileceği gibi, Kabala'daki "dua" kavramı, Crowley'nin "Gerçek İrade" (True Will) kavramıyla aynı şeydir.

DUA NEDİR ?

 

Dua Kabalanın bir parçası mıdır? Nedir dua? Dualarım duyuluyor

mu? Bu yazıda, bir kişinin daha yüksek bir güçten talebi -dindeki dua- ile

Kabaladaki dua arasındaki farkların temel vurgusu anlatılıyor.

 

Dualarımız duyuluyor mu? Bu tamamen duadan ne anladığımıza

bağlıdır. Çünkü herkes bir veya bir başka şekilde dua ediyor fakat

İyi olarak neyi düşündüğümüzü konuşmaya başladığımızda,

gerçekte ne yapıyoruz ve neden dualara nadiren cevap verilir?

 

 

Kabala, duayı ağız ile yapılan bir şey olarak düşünmez;

okuduğumuz güzel, ilham verici kelimeleri biliyorsunuz, Yaratıcıyı

övüyoruz hatta spontane kelimelerimizi kullanıyoruz bu duanın dini

modelidir. Kabalistler bize Üst Gücün kelimeleri dinlemediğini

söylerler ancak sadece gerçekten kalbimizde var olana karşılık verir

Ve O sadece tek çeşit duaya cevap verir; içten, en derin ihtiyaç

seviyesinden olan gerçek bir dua. Bu bize herhangi bir anda verilen

en güçlü arzudur, buna rağmen bu doğru arzu olmalıdır.

 

Görüyoruz ki, dinde kişi, kontrolü altında olduğu bir Allaha inanır,

ve böylece kişiye iyi yada kötü hissedilen, olan veya olabilecek

olaylar olur. Kötü bir şeyler olduğunu düşünürse dua etmeye başlar

ve Allahtan durumunu değiştirmesini ve bunun yerine iyi olmasını ,

kötü olayın önlenmesini veya ortadan kaldırılmasını talep eder.

 

Bu çeşit duada kişi, Yaratanın tavrının tamamen değişken olduğunu

düşünür ve dua, Yaratanın değişeceği, hayatım için daha rahat bir

durum sağlayacağı yönündedir. Buradaki içten arzu seviyesi,

Yaratanın bana hizmet etmesi gerektiği durumunu ifade eder. Bu

çeşit dua asla cevaplandırılmaz çünkü olayların onlara olan

durumunun veya Yaratanın yaklaşımı hakkında hiçbir şey

yapılmamıştır ve bundan ne burada , ne dışarıda, ne Allahta, ne de

kişide hiçbir şey değişmez. Gerçekte bu bir dua değildir; bu bir

çeşit rüşvettir ve hiçbir etkisi yoktur.

 

Kabalada bir Yaratan, bir kişi ve iyi ve kötü hissedilen olaylar

vardır. Ancak, Kabalistler Yaratanın hiçbir aksiyonunun değişmediği

prensibinden hareket ederek başlarlar, öyle ki, Yaratanın yaklaşımı

her zaman ve sadece iyidir, bu yüzden kişinin hayatındaki bütün

olaylar aynı zamanda iyidir, sadece bunu kişi hissedemiyor. Ve

açıkçası problem kişidedir, Yaratanda değildir. Bu durumda kişi nasıl

yaklaşabilir? Kabalist, Üst Gücün onu değiştirmesini talep eder.

Böylece o olayları kendi içsel doğasını değiştirerek iyi olarak

hissedebilir ve daha sonra Yaratanın ona gönderdiği bu olayın

içerisinde Onun sevgi yaklaşımını hissedebilir. Gerçek, bu olayda

olması gereken sebep budur, böylece gelişimine devam eder ve

Yaratanın ona vermek istediği şeyi isteyerek, Yaratanın tavrına

yükselme ihtiyacını doğru olarak hisseder. Bu ihtiyaç onun duasıdır

ve bu dua anında cevap bulur ve kişinin realitesi doğru olarak

değişir çünkü o farklı bir dünyada yaşamaya ve algılamaya başlar.

 

(Bu yazıdan duanın Kabaladaki tanımını çıkarıyoruz: Dua bize herhangi bir anda verilen

en güçlü arzudur. -buna rağmen bu doğru arzu olmalıdır- )

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

tamamen sizin fikrinizi soruyorum sayin prometheus ,

alintiladiginiz yaziya dayanarak ilahi tabir edilen dinlerin yaratici ve dua kavramlari ile kabalada ayni kavramlar arasindaki ki fark nedir ?

bunu bilgi almak amaci ile sorduguma emin olabilirsiniz

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

güzel paylaşım.aslında kabala hayatımızın her yerinde ve bence bunu kullanıyoruz.

Kabala dış dünyaya etkiden çok yani insanları etkiler cisimlere etkiler vs...dışında daha çok maneviyat üst dünyaya ilegilenir.Karl Marx gibi birçok kişide aslında kabaladan etkilenmişlerdir.Dinlerde böyledir her dinde kabalaya ait eserler bulabilirz örneğin kabala avrupaya geçirilmeye yahudiliğin tek elindne kurtarılmaya çalışılmıştır.Yahudilerde kabalayı kend zimmetlerine geçrimişlerdir.Şimidi birçok kabala çıkıyor hermetik kabala çıktı mesela satanstlerde kabalayı kullanıyor artık herkes kendince birşey buluyor kabaladan.birde şunu anlamıyorum gerçi konuyla ilgili dğeil ama söylemeden geçemeyeceğim satanistler enokyanı da kendi üzerilerine geçirdiler insiye olmamış kişinin kullanması doğru olmaz vb...

bu bana anlamsız geliyor ben kullanmıştım hiçte zararı olmamıştı.neyse konuya dönecek olursak

dua yı yok bilmeme kaçkere tekrarla yok arapça yok vb.....şeyleri yapan kişiler kabalada putperest yani dinci olarak kabul görüyor.

Dua da sözcükler insanın fizikselliğe olan ihtiyacını karşılıyor bence.ama önemli olan hissetmek kelimeler değil gerçi kabalada kelimelerin titreşimide önemli...birde şu var ibranice iyice değiştiği için eski titreşimler kalmadı aman :) uzun uzun düşünmeli tabiki

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

tamamen sizin fikrinizi soruyorum sayin prometheus ,

alintiladiginiz yaziya dayanarak ilahi tabir edilen dinlerin yaratici ve dua kavramlari ile kabalada ayni kavramlar arasindaki ki fark nedir ?

bunu bilgi almak amaci ile sorduguma emin olabilirsiniz

 

Tabii ki dostum. Şimdi, dinlerde dua derken Yaratıcıdan birşey istemek anlatılır.

 

Kabalada dua derken ise sahip olduğumuz yüksek/gerçek arzu'dur kastedilen.

 

Hani New Age'ci Işıkçılar derler ya "birşeyi çok istersen, gerçekten istersen olur. hatta her istediğin oluyor. başına ne geldiyse sen istedin. hatta doğmadan önce bu hayatına da sen karar verdin.." filan. Bunun gibi. "En yüksek arzundur dua": bu Kabalaya göre. Gerçek dua, yani en çok istenen dua da gerçekleşiyormuş, ne tesadüf. Yani aslında Kabala göre duayı kabul eden Tanrı filan değil aslında, bir anlamda. New Agecilerin de bahsettiği bir işlemi tersinden formülarize etmişler.

 

Yaratıcı kavramına gelirsek.. Yaratıcı konusu beni aşar. Kabaladaki "Yaratıcı" ile dinlerdekini karşılaştırmaya çalışabilirim. Çok da laf edebilirim. Ama ne kadar çok laf ediyorsam o kadar cahil oldupumu da anlarım. Sözlerim gereksiz ve değersiz kalır gerçek bilgililerin bilgisinin yanında. İki gram bilgimi iki saat yazmak içimden gelmiyor, kendimi gülünç hissediyorum.

 

Fakat, Yezidi şeyhi Şeyh Adiy'den bir alıntı yapacağım az sonra, foruma yeni bir konu açarak. Yaratıcı hakkında da bir alıntı yapmış olayım, ve bu alıntı Yezidilerden olsun..

http://www.gnoxis.com/forum/sehy-adiynin-ilahisi-34241.html

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

benzer anlatımlar içeren bir yazı buldum , kabala ile ilgisi olan birçok kişinin tanıduğı yada en azından duyduğu bir isim Michael R. Kellogg,aynen aşağıya aktarıyorum sonra üzerinde konusabiliriz :)

 

Yaratan’a Neden ‘‘Yaratan’’ Diyoruz?

Yaratan’a neden ‘‘Yaratan’’ denir? İlk bakışta, cevap barizmiş gibi görünüyor: Yaratan diyoruz, çünkü yaratılmışları yarattı... Ama bu da, hemen akabinde akıla başka bir soruyu getiriyor: ‘‘Nasıl yarattı?’’. Bu sorunun, neredeyse yeryüzündeki insanların sayısı kadar cevabı var. Bunların içinde, maneviyatı gerçekten edinmiş (Kabala ilmi vasıtasıyla) kişiler tarafından verilmiş cevaplar da var. Bu kişiler (Kabalistler) tarafından yazılıp, bizlere bırakılmış kaynaklar olduğu için çok şanslıyız.

Kabalistlere göre, Yaradılış, ‘‘Yaratma fikri’’ tabir edilen bir düşünce ile başladı. Bu düşünce, ‘‘yaratılanlara iyilikle ihsanda bulunmak’’ idi. Kabalistler bunu, nasıl mı keşfettiler? Tabi ki deneyim yoluyla, yaşayarak... Sonra da, hissettiklerini etraflıca yazdılar. Asıl soru şu:

Tecrübe ettikleri neydi ve bu edinime nasıl ulaştılar?

Bir varlığa iyilikle ihsanda bulunmak için, öncelikle, ihsanda bulunacak bir ‘‘varlık’’ olması gerekir. Takdir edersiniz ki, verileni alacak biri yoksa vermek mümkün değildir. Bu yüzden, ‘‘ihsan eden’’, ‘‘ihsanda bulunulanı’’ ya da Kabalistlerin deyimiyle ‘‘haz alma arzusunu’’ yarattı. Bu arzu, yaratıldı ve zevkle dolduruldu; aklımıza gelebilecek en harikulade haz ile hatta hayal edebileceğimizden çok daha fazlasıyla...

Alma isteğimiz (bundan sonra ‘‘Arzu’’ olarak bahsedeceğimiz), oturmuş bir güzel keyfine bakarken, birdenbire, başka bir şey hissetmeye başladı. Bu hazzı ona veren ‘‘birisi’’ olduğunu hissetmeye başladı. Onun ‘‘alan’’ olduğu resimde, bir de ‘‘veren’’ vardı...

Arzu, bundan önce, sadece haz duyuyordu. Hazzın, belli bir yerden ya da birisinden geldiği duygusu yoktu. Vereni (Yaratan’ı) keşfetmesiyle, Arzu’da yeni bir istek uyandı. Ona zevk vereni, Yaratan’ı arzulamaya başladı. Hatta Arzu’nun Yaratan’ı keşfi, onda Yaratan gibi olma isteğini uyandırdı. Yaratan’ın yaptığını yapabilmeyi, sonsuz zevkle doldurulmaya tercih edecek kadar çok istedi.

Arzu’nun düşüncesini anlamak zor değil aslında: “Sonuçta,” dedi Arzu, ‘‘eğer Yaratan bu kadar çok verebiliyorsa, kim bilir O nasıl bir zevk içinde! Haz alma isteği olduğuma göre, neden bu hazzı da almayayım ki?’’ İşte, bütün resmi tepe taklak eden, bu yeni isteği oldu.

Yaratan’ın sahip olduğunu edinebilmek için, alma isteği, Yaratan’ın yaptığını yapmaya karar verdi (aynen çocukların ebeveynlerine benzemek istedikleri gibi). Ama Arzunun(yaratılanın) vermesi mümkün değildi, çünkü verecek bir şeyi yoktu. O da, vermeye en yakın olabilecek şeyi yaptı; almaktan vazgeçti. Bu şekilde, Yaratan’ın yaptığını yapmış olmuyordu. Ama Arzu, Yaratan gibi olmaya en fazla bu kadar yaklaşabileceğini düşündü.

Ama, o da ne?!! Çok büyük bir sorun vardı. Artık Yaratan, yapması gerekeni yapmıyor, yani vermiyor; Arzu ise kendi üzerine düşeni yapmıyor, yani almıyordu. Bu karmaşanın farkına varan Arzu, şöyle düşündü: ‘‘Hem yaradılışımın amacını gerçekleştirip, hem de Yaratan gibi olmak için ne yapabilirim?’’ Arzu, yeni bir planla sahnedeydi. Hem de, ne plan!..

Arzu, verebilmek istiyordu; aynen ona Veren gibi... Yaratan ve yarattığı alma arzusu dışında bir şey var olmadığından, Arzu, Yaratan’a vermenin bir yolunu bulmalıydı. Hedefi buydu... Peki, Yaratan ne istiyor? Yeni bir Volvo mu? Dünya barışı mı? Gösterişli bir golf kulübüne üyelik mi istiyor yoksa? Ya da Dünya Kupası maçlarına bilet mi?

İhsan edici güç olan Yaratan, yalnızca vermek istiyor.

‘‘Tamam, buldum!’’ dedi Arzu kendi kendine, ‘‘Haz alarak, ama sadece ve sadece, Yaratan’a vermemin TEK YOLU bu olduğu için alarak; amacıma ulaşabilirim. O zaman, O’na zevk vermiş olurum!’’ Ve Arzu, aynen öyle yaptı...

Yaratan ile Arzunun hikâyesi, Kabalistlerin, Yaratan’la nasıl bir ilişki kurmamız gerektiğini gösteren bir modeli… Bu ilişkiyi düzenlemenin yollarını öğreten kitaplar yazdılar ve metotlarına, ‘‘Kabala İlmi’’ adını verdiler… Almanın ilmi, yani hazzın ilmi…

sabahın bu saatinde kimbilir kaçdefa okudum üstteki yazıyı , ve tabi merak ettiğim sorunun cevabınıda almış olmanın hazzıyla güne başlayabilirim düşüncesindeyim :)

iki küçük kabalistik düşünce ile kopup gideceğim konudan :)

Kabala’da, Adem’e ilk insan denilmesi, onun yeryüzündeki ilk insan olması anlamında değildir. Adam ha Rişon (İlk İnsan), içinde, yaşamın amacını keşfetme arzusu gelişen ilk kişi demektir. Adem, yaşamın amacının, Yaradan’a benzerlik kazanmak olduğunu keşfetmiş ve bu hedefe ulaşmıştır. Başka bir deyişle Adem, insanlık tarihinde, Yaradan’ı bilinçli bir şekilde algılayan ya da Kabalistler’in deyimiyle, O’na ulaşan, ilk insandır.

 

Egomuz gün geçtikçe büyüyor ve doğa ile aramızdaki fark büyümeye devam ediyor. Doğayla zıt niteliklerimizin getirdiği acıdan kurtulmak için, doğanın özgecil niteliğini edinmeye çalışmamız gerekiyor.

 

kaostan ahenge isimli kitaptan kısacık iki alıntı daha net ,daha OLUMLU ,daha tarafsız bakmama yetti :)

bana göre kabala bir felsefe değil bir bilim...çünkü,yükselen egoizmin yarattığı yabancılaşma ve beraberinde getirdiği ürkünç tablo/lara dur diyebilmek için yöntem geliştiren İbrahim, insanları, büyüyen egoizmlerine rağmen, yeniden birleştirmenin yöntemini keşfetmişti. Bu, bilimsel bir metot idi. Bugün, Kabala ilmi olarak bildiğimiz bu metot, bilimsel araştırma araçlarını kullanarak, içsel mekanizmamızı inceliyor.

tüm dinlerin ötesinde ,öyleki hangi dine mensup olursa olsun nasıl yaşıyor olursa olsun kişi kabala çalışabilir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bu yazıyı okumuştum...teşekkürler herkesle paylaştığın için.

kabalaya griş derslerinden arzu istek almak ve vermek üzerine kısa bir yeri alıntılamak istiyorum.

 

Arzular her zaman doyuma ulaşır. Doyumun doruk noktası ise arzuyla doyuma

ulaşma arasındaki noktadır.

Mesela yemek: Çok acıkmış olabilirim. İlk lokmayı alır almaz arzumun seviyesi anında

düşer ve hele kinci ve üçüncü noktadan sonra sadece yemek için yenir çünkü arzu

kaybolur.

Arzu tatmin edilir edilmez verdiği mutluluk kaybolur. İnsan tekrar elde sıfır olarak

hayata devam eder ve elinde yarım bir arzuyla ölür.

Ana okulundayken ilkokula gitmeyi arzuluyordum, sonar liseye ve sonar üniversiteye.

Sonrada askerliği bitirip iyi bir işe girmeyi. Sonra biraz dünyayı gezip görmeyi ve

sonrada kendi işimi kurup patron olup para kazanmak istiyordum…

Neyim ben geri zekalı falan mı? Yada beni neyin motive ettiğini bilmiyorum. Benim

üzerimde işleyen bu yasalar neler?

 

birde insanın istedikleri ve arzusunu bilmek gerekiyor.bunun için kabalistlik bir grafik zira kabalada çizgiler çok önemlidir =)

http://i0909.hizliresim.com/2009/9/4/2415.jpg

 

burdan bir bakarak neleri istediğinizi görebilirsiniz.ama bu okadar basit deği

örnek: bilgi isteğiniz insanları kullanarak bilgilenmekse büyük toplumlara etki etme arzusunun içinde yer almanız daha muhtemeldir.

edit

açıklama:arzu dediğimiz şey insanın verme arzusudur.yaratan insana vermek ister ancak insan bu verilenden haz aldığı için yaratında aynı hazzı almasını ister bu yüzden oda vermeye çalışır yukarda verilen makalede de anlatıldığı gibi arzulayan(yani bizler yaratandan alanlar)yaratana birşeyler veremiyoruz o halde vermeye en yakın olan şeyi yani almamayı yapıyoruz.o zaman ise herşey karışıyor çünkü yaradan vermek istiyor kişi bu sefer bunun farkına varıyor ''ben yaradanı mutlu etmek istiyorum ancak ona vererek değil aksine alarak onu mutlu edebilirim.özgecil olmak aslında budur''diyor ve bunun sonucunda 1. aşamadaki ve 4. yani bu son aşamadaki yapılanlar aradında bir fark kalmıyor ancak kişinin burda kazandığı şey bu olayler süresince kazandığı oldunluktur.

 

kabalistik bir açıklaması şöyle yapılmış:

Yaratılış safhalarının – Şoreş, A, B, G ve D – oluşmasıyla üst dünyaların da sırasıyla

oluştuğunu söyleyebiliriz: Adam Kadmon, Atzilut, Bıria, Yetzira, Asiya. Ek olarak

yaratılışın seviyeleri de oluşmuş oldu: kök, cansız, büyüyen (bitkisel anlamda),

canlı (hayvan) ve konuşan (insan).

 

benim 1. ve 4. dediğim kabalada alet ve gimel olarak kullanılır.

 

yukarıda verdiğim şemaya bakarak arzulama yani alma istediğimzi Rav Baal Hasulam şöyle açıklıyor:

bitkiler için

Baal Hasulam şöyle yazar: “bitkisel. Kendi çapında biraz bağımsız olan birisidir,

bazı davranışlarıda doğanın yapısıyla çelişkili olsa da”.

 

Baal Hasulam şöyle yazıyor: “Canlı: hayvanlar, görüyoruz ki her biri kendine

özgü bir kaliteye sahip ve doğanın esiri değil, sanki herbirinin bir hissi ve kendine özgü kalitesi var.”

kendine özgü kalitesi var.”

 

son olarak kabalada herşey yukarıdan aşağıya yaılmıştır dolayısıyla arzu(bizler)aşağıdan yukarıya gitmeliyiz.çoğu zaman kabalada söylenenler birbirine zıt götünür bunun sebebide budur.

 

saygılar

Gavriel tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...