Jump to content

Zihin- Beden İlişkisi (Spinoza’dan seçmeler)


nevermore

Önerilen Mesajlar

İnsan bedeni, dış cisimlerle sürekli etkileşim içindedir. Beden, dış cisimlerden birçok yoldan etkilenir, aynı zamanda onları da etkiler. Bu arada, insan zihni de bedende olup biten her şeyi algıladığı için, bedenin dış cisimlerle alışverişi ne denli çoksa, zihnin de o kadar çok algılama yapacağı açıktır. Bunun sonucu olarak, bir insan, bedenini ne kadar çok yönlü kullanmaya yetenek geliştirirse zihni de o kadar çok şeyi algılamaya o denli yatkın olacaktır.

İnsan zihni de bedeni gibi bileşik bir varlıktır. Her bir cismin doğada bir düşünce boyutu olduğuna göre, insan zihninde, bedenin tüm parçalarının düşünceleri vardır; başka bir deyişle, insan zihni, bedeni oluşturan tüm parçalarının (komponentlerinin) düşüncelerinin toplamıdır.

Bedenin dış cisimlerden etkilenmesi ile zihinde oluşan fikir, hem bedenin doğasını hem de, aynı zamanda, dış cismin doğasını içerir.

İnsan zihni, başka cisimlerden doğasını algılarken, işin aslında sadece kendi cisminin (bedeninin) doğasını algılamış olur. Daha doğrusu. dış cisimler hakkında edinmiş olduğumuz bilgiler dış cisimlerin doğasından çok, kendi bedenimizin yapısı hakkında bilgi verir.

İnsan bedeni bir dış cisim tarafından etkilendiğinde (o cismin etkisiyle bir değişime uğradığında) zihin de o cismi var olarak algılayacaktır, çünkü bedenin yumuşak parçalarında onun izi kalmıştır. Hatta, bedenin o cisimle teması kesilse dahi, algılama onun zihninde varlığını sürdürebilir çünkü, yumuşak parçalarda kalmış olan izi silen bir olay henüz gerçekleşmemiştir. Bedenin bu modifikasyonlarının oluşturduğu, bize dış cisimleri sanki karşımızda imiş gibi gösteren fikirlere şeylerin imgeleri diyeceğiz.

Zihnimiz, bu cisimlere bu şekilde baktığında, onları imgelediğini söyleyeceğiz. Bu, zihnin bir kusuru değildir; sadece bir yeni fikrin gelip de eskisini silmemiş olduğunu gösterir.

 

İnsan bedeni, aynı anda iki ya da daha çok cisimden etkilenmişse, daha sonra, zihni birini anımsadığında, hemen diğer(ler)ini de anımsayacaktır, Spinoza, böylece belleğin ne olduğunu açıklamış olduğunu söyler. Yalnız burada kayda değer bir husus vardır ki o da, Spinoza'nın "bellek" sözcüğünü yaşanmış olan geçmiş olayların, anımsayan tarafından akla çağırılması anlamında değil de, fikirler "çağrışımı" anlamında kullanıyor olmasıdır. Örneğin, bir sözcüğün fikri ile, sözcüğün temsil ettiği nesnenin birbirini çağrıştırması gibi.

Spinoza, bu bellek diye adlandırdığı, aslında daha çok çağrışımı "çağrıştıran" olayı şöyle açıklar: Bellek, bedenin dışındaki cisimlerin doğasını içeren belirli bir fikir sıralamasıdır. Bu sıralama, insan bedeninin aldığı etkilerin düzen ve sıralamasına göre zihinde yer alır. Burada sıralanmaları söz konusu olan fikirler, sadece dış cisimlerin doğalarını içeren fikirlerdir; onları açıklayan fikirler değildir. Daha önce de söylendiği gibi, bu fikirler, aslında kendi bedenimizin uğradığı değişimlerin fikirleridir ve hem kendi bedenimizin, hem de dış bedenin doğasını içerir. Dolayısı ile bu fikirler insandan insana, bedeninin uğradığı değişimin özelliğine göre değişecektir. Halbuki, bu fikir sıralaması zihinde, şeyleri ilk nedenlerine göre algılayan anlıktaki (intellectus) düzene göre yer aldığı zaman, tüm insanlarda aynı olacaktır.

Bu yolla, bir şeyin fikrinden, bu ilk şeye hiç de benzemeyen başka bir şeyin fikrine neden düştüğümüzü anlamış oluruz.

 

İnsan zihni dediğimiz şey, insan bedeni üzerinde edinilmiş bilgi ya da fikirden başka bir şey değildir. Bu bilgi edinme ya da fikir, bedenin uğradığı değişimlerin algılanmasından ibarettir. İnsan zihnin algıladığı, sadece kendi bedenidir.

Herkes doğanın üstün hukukuna göre varolur, dolayısı ile de, kendi doğasının zorunluluğundan doğan her şeyi, bu üstün hukuka göre yapar. Ama diğer yandan Doğa insana, insan içinde yaşamasını kılan bir doğa vermiştir. Bir insanın varlığını muhafaza edebilmesi için en yararlı şey, yani en üstün menfaati, kendi benzerleri ile birlikte ve uyum içinde yaşamaktır.

İnsanlar usun güdümünde yaşasalardı bu kolay olabilirdi fakat insanlar, kendi güçlerini ya da insan erdemini çok aşan duygulara tabii oldukları için, değişik yönlere sürüklenirler ve birbirlerinin yardımlarına gereksinimleri olmasına karşın, birbirlerine ters düşerler.

 

Bir duygu, ancak ona zıt ve daha güçlü bir başka duygu ile bastırılabilir.

İnsanlar, daha büyük bir zarara uğramaktan korktukları zaman, başkasına zarar vermekten çekinirler.

Bu yasaya göre, bir toplumun kurulabilmesi, herkesin öç alma ve neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verme hakkını topluma devretmesi ve böylelikle, topluma, bir ortak yaşam kuralı düzenleme ve yasalar çıkarma gücü vermesi ile olacaktır. Toplum bu güce dayanarak, yasalarını, duyguları bastırmaktan aciz olan akıl yolu ile değil ama gözdağı yolu ile yürürlükte tutabilecektir.

Doğa durumunda (buradaki büyük harfle başlayan Doğa kavramını aşkın bir terim olarak, her şeyin içindeki öz ve yaratan olarak kullanmaktadır.) iyi ya da kötü olduğu hususunda herkesin uzlaştığı bir şey yoktur. Çünkü herkesin yapısı ayrıdır ve herkes kendi yapısı ve menfaatine göre iyi ve kötüye karar vermektedir. Hiçbir yasa, kişiyi birine itaat etmeye zorlamamaktadır. Bu nedenledir ki, insan doğasında, herhangi bir kabahat ya da günah söz konusu olamaz.

 

Medeni durumda ise, kabahat ve günah söz konusu olur; bir kere herkesin rızası ile neyin iyi ve kötü olduğu, ve devletin yasalarına boyun eğmenin zorunlu olduğu kabul edildikten ve ilan edildikten sonra, artık söz konusu yasalara uymak gerekecek ve uymayanlar cezalandırılacaktır.

Ancak devlet bu cezalandırmayı, öç almak vs gibi bir duygu ile değil aklın güdümüyle yapacak, cezalandırdığı insanı hiçbir şekilde aşağılayamayacak, ona hakaret edemeyecektir. Çünkü kendi doğasını gerçekleştiren insan Spinoza gözünde suçlu değildir. Devletin görevi insanların doğalarını oluşturan koşulları düzeltmek için yoğun çaba harcamaktır.

İnsanın doğanın bir parçası olmaması, doğanın diğer parçalarının etkisine tabi olmaması, sadece kendi doğasına göre ve kendi usunun güdümünde yaşaması mümkün değildir.

Bu nedenledir ki, Adem oğlu, doğası gereği, ilk atasının yolundan gitmek, “iyilik ve kötülük ağacının” meyvesini yemek, iyiyi ve kötüyü öğrenmek zorundadır. İnsanın DOĞASI, iyiyi ve kötüyü öğrenmesini, bunun sonucu olarak özgürlüğünü yitirmesini, ERDEMİ ise, “iyi ve kötüden” arınmasını, özgürlüğünü yeniden elde etmek için çaba harcamasını buyurmaktadır.

 

Yani iyi ve kötüyü öğrenmiş bunun ötesine geçmiş bir üst insanın diğerlerine “şunu yapma bunu yap” tarzında dayatmalarının hiçbir faydası olmaz; çünkü insan, doğasının doğal sürecini yaşamak mecburiyetinde görünüyor.

zamanında netten topladığım ve biyere kaydettiğim bilgilerden...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...