Jump to content

Sohrab Sepehri


schizophrana

Önerilen Mesajlar

Sohrab Sepehri (d. 7 Ekim 1928, Kaşhan, İsfahan - ö. 21 Nisan 1980), İranlı modern şair ve ressam.

İsfahan'a bağlı Kaşhan'da doğdu. İran şiirinde ölçü ya da ritme bağlı olmayan "Yeni Şiir" akımının beş ünlü şairinden biridir. Diğerleri Nima Youshij, Ahmad Shamlou, Mehdi Akhavan-Sales ve Füruğ Ferruhzad'dır.

1980'de Tahran'daki Pars Hastanesi'nde lösemi nedeniyle öldü. Şiirinde insancıllık hakimdir. Doğayı sever ve şiirlerinde sıkça yer verirdi. Şiirleri Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, İsveççe, Rusça ve Türkçe gibi bir çok dile çevrildi. Türkçe'ye çevrilen eserleri arasında, 1996 yılında YKYBaşlangıcın Sesi de bulunur. tarafından basılan ve çevirisini Cavit Mukaddes'in yaptığı şiir seçkisi

wikipedia

Aydınlık- Ben- Çiçek- Su

Bulut yok,

Rüzgâr yok.

Havuzun başındayım,

Balıkların sudaki izleri,

Aydınlık, ben, çiçek, su.

Yaşamın temiz buğday başağı.

 

Annem reyhan topluyor.

Peynir, reyhan, ekmek, bulutsuz gökyüzü,

Islak şebboylar.

Kurtuluş yakında: avludaki çiçeklerin arasında.

 

Işık, bakır kaseyi okşuyor!

Yüksek duvara dayalı merdiven, sabahı yere indiriyor.

Bir tebessümün arkasında gizlidir her şey.

Zaman duvarının aralığından yüzün gözüküyor.

 

Bir şeyler var, bilmiyorum.

“Bir ot koparırsam öleceğim.”

Bunu biliyorum.

 

Zirveye doğru gidiyorum,

Kanat doluyum.

Zifiri karanlıkta yolu görüyorum,

Fener doluyum.

Işık ve kum doluyum,

Ağaç, yol, köprü, nehir dalga doluyum.

Yaprağın sudaki gölgesiyle doluyum.

“Ama ne kadar da yalnız içim.”

 

Sohrab Sepehri – Suyun Ayak Sesi

Çeviren; Şirin Mehran

Ve Bir Haber Yoldaki

 

bir gün

geleceğim ve bir Haber getireceğim

 

damarlara ışık saçacağım

ve sesleneceğim içerden:

ey sepetleri uykuyla dolu olanlar!

elma getirdim, elma

...kızıl güneş.

 

geleceğim.

dilenciye bir yasemin vereceğim,

cüzzamlı güzel kadına da

yeni bir küpe...

köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe!

 

çerçi olup dolaşacağım sokakları

ve sesleneceğim:

çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci!

yoldan geçen diyecek:

sahiden de karanlıktır gece.

ve samanyolunu vereceğim ona.

köprüdeki kötürüm kızın

büyük ayıyı asacağım boynuna.

bütün küfürleri süpüreceğim dudaklardan.

bütün duvarları yıkacağım yere.

haramilere diyeceğim ki:

gülümseyiş yüklü bir kervan geldi!

bulutu parçalayacağım.

gözleri güneşe bağlayacağım

gönülleri aşka

gölgeleri suya

dalları rüzgara

sonra bütün bunları birbirine

ve çocuğun uykusunu da

cırcırböceklerinin mırıltılarına bağlayacağım.

uçurtmaları uçuracağım gökyüzünde,

saksılara su vereceğim.

 

geleceğim.

atların, sığırların önüne

okşayışın yeşil otunu serpeceğim.

susuz kısrağa çiy kovasını sunacağım.

yoldaki yaşlı eşeğin sineklerini kovacağım.

 

geleceğim.

ve her duvarın başına bir karanfil dikeceğim.

her pencerenin altında bir şiir okuyacağım.

her kargaya bir çam vereceğim.

yılana diyeceğim ki: kurbağa nasıl da fiyakalı ama!

barıştıracağım.

tanıştıracağım.

yol alacağım.

ışık içeceğim.

seveceğim.

 

Sohrab Sepehri

Çeviri: M.Bülent Kılıç

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Daha önce adını hiç duymamıştım... Fakat hoş şiirler (Daha doğrusu benim hoşlanabileceğim türden) Fransız sembolik şiirini andırıyor. Özellikle bende Rimbaud çağrışımı yaptı. (Ya da yalnızca ben de öyle bir çağrışım yaptı, şiirden pek anladığım söylenemez) İnce lirik vasıfları var. Sahi bu Persler çok köklü millet. Şeriatın kısıtlamalarına rağmen sanatta bu kadar ilerideler, bir de bunca engellemeler olmasaydı, kimbilir nerelerde olurdu pers sanatı diye düşünmeden edemiyor insan. Teşekkürler!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Suyun Ayak Sesi

sohrab sepehri

 

annemin sessiz geceleri için!

 

kaşanlıyım

geçinip gidiyorum

bir lokma ekmeğim, azıcık aklım,

iğne ucu kadar bir zevkim var.

ağaç yaprağından iyi bir annem,

akan sudan iyi dostlarım var.

 

ve bir de bu yakınlarda bir tanrım:

şu şebboyların arasında, o ulu çamın altında

suyun bilincinin üzerinde, otun yasasının üzerinde.

 

ben müslümanım.

kıblem kırmızı bir güldür

namaz yerim bir pınar, mührüm nur

seccadem ova.

ben pencerelerin kalp atışıyla abdest alırım

namazımın içinden ay akar, tayf akar.

bütün zerreleri billurlaşır namazımın,

namazımın arkasında taş görünür:

ben namazımı

rüzgar servinin minaresinde ezanını okuduğunda kılarım

otun başlama tekbirinden,

dalganın “kad kamet”inden sonra kılarım.

 

kâbem su kıyısında,

kâbem akasyaların altındadır.

kâbem bir esinti gibi bahçeden bahçeye,

şehirden şehre gider.

 

hacerül esved’im bahçenin aydınlığıdır.

 

kaşanlıyım

 

işim resim yapmaktır.

bazen boyalarla bir kafes yapar size satarım

içindeki mahpus gelinciğin şarkısıyla

 

tazelensin diye yalnız gönlünüz.

ne hayal, ne hayal... biliyorum

tuvalim cansızdır,

iyi biliyorum, resmimin havuzu balıksızdır.

 

kaşanlıyım

soyum belki

hindistan’da bir bitkiye, siyelk toprağından yapılmış bir çömleğe,

soyum belki de

buharalı bir fahişeye dayanır.

 

babam, kırlangıçların iki gelişinin ardından, iki kar yağışının

babam eyvanda iki yatışın ardından,

 

babam zamanların ardından öldü.

babam öldüğü zaman, gökyüzü maviydi.

annem ansızın sıçradı uykusundan, kızkardeşim güzelleşti

babam öldüğünde bütün bekçiler şairdi

kaç kilo kavun istiyorsun?  diye sordu bana bakkal

sordum: gönül hoşluğunun gramı kaça?

 

babam resim yapardı

saz yapar, saz çalardı

iyi bir hattı da vardı.

 

bahçemiz bilgeliğin gölgesinin düştüğü taraftaydı.

bahçemiz duyguyla bitkinin düğümlendiği yer,

bahçemiz bakışın, aynanın ve kafesin kesişim noktasıydı.

bahçemiz belki de mutluluğun yeşil çemberinin bir yayıydı.

tanrının ham meyvasını çiğniyordum o gün uykuda,

suyu felsefesiz içiyor,

dutu, bilgisiz topluyordum.

 

bir nar çatladı mı el tutku fıskiyesine dönüşüyordu

bir çayırkuşu öttü mü yürek dinlemenin zevkiyle yanıyordu

 

bazen yalnızlık, yüzünü camın arkasına dayar,

kah coşku gelir, elini duygunun boynuna dolardı.

düşünce oyun oynardı.

hayat, bir bayram yağışı, sığırcık dolu bir çınar gibi bir şeydi

hayat o zamanlar, bir ışık ve oyuncak bebek sırasıydı.

bir kucak özgürlüktü.

hayat o vakitler bir müzik havuzuydu.

 

çocuk parmaklarının ucunda yavaş yavaş uzaklaştı yusufçuklar sokağından.

yükümü bağlayıp çıktım yeğni hayaller şehrinden.

yüreğim yusufçuk gurbetiyle dolu.

 

ben dünyaya konuk gittim:

ben keder ovasına,

ben irfan bağına,

ben bilimin aydınlık eyvanına gittim.

dinin basamaklarını çıktım,

 

şüphe sokağının sonuna kadar,

gönül tokluğunun serin havasına,

muhabbetin ıslak gecesine dek gittim.

aşkın öbür ucunda biriyle buluşmaya gittim.

 

gittim, gittim kadına kadar,

hazzın çırasına kadar,

tutkunun sessizliğine,

yalnızlığın kanat sesine kadar.

 

neler görmedim ki yeryüzünde:

bir çocuk gördüm ay’ı kokluyordu.

kapısız bir kafes gördüm,

içinde, aydınlık kanat çırpıyordu.

bir merdiven gördüm,

aşk onunla melekler âlemine çıkıyordu.

bir kadın gördüm, havanda ışık dövüyordu.

öğlen, sofralarında ekmek vardı, yeşillik vardı

şebnem tepsisi vardı,

sevginin sıcak kasesi vardı.

 

bir dilenci gördüm, sokak sokak gezip çayırkuşunun şarkısını dileniyordu.

bir kavun kabuğunun önünde eğilen bir çöpçü gördüm.

 

bir kuzu gördüm, uçurtmayı yiyordu.

bir eşek gördüm yoncayı anlıyordu.

“nasihat” otlağında tok bir inek gördüm.

 

bir şair gördüm, “siz” diyordu bir zambağa hitap ederken.

 

bir kitap gördüm, kelimeleri billurdan.

bir kâğıt gördüm, bahardan.

bir müze gördüm yeşilden uzak,

bir cami gördüm sudan uzak.

umutsuz bir fakihin yastığının ucunda

sorularla dolup taşan bir testi gördüm.

 

bir katır gördüm, yükü yazı

bir deve gördüm, yükü “hikmet ve nasihat”in boş sepeti.

bir arif gördüm, yükü “tenenaha ya hû”

 

aydınlık taşıyan bir tren gördüm,

fıkıh taşıyan bir tren gördüm, nasıl da ağır gidiyordu.

siyaset taşıyan bir tren gördüm (ne de boş gidiyordu)

nilüfer tohumları ve kanarya şarkısı taşıyan bir tren gördüm

 

ve bir uçak gördüm, binlerce fit yükseklikten

penceresinden toprak görünüyordu:

ibibiğin ibiği,

kelebeğin kanadındaki benekler,

kurbağanın havuzdaki aksi,

ve sineğin yalnızlık sokağından geçişi.

 

bir çınardan yere inen serçenin aydınlık isteği.

 

güneşin olgunlaşması,

ve oyuncak bebeğin seherle güzel kucaklaşması.

 

şehvet serasına giden basamaklar,

alkol mahzenine inen basamaklar,

kırmızı gülün bozuluş yasasına

hayatın matematiğinin idrakine

aydınlanmanın damına

tecelli sekisine giden basamaklar.

 

annem aşağıda

ırmağın hatırasında bardak yıkıyordu.

 

şehir görünüyordu:

çimentonun, demirin ve taşın geometrik göğerişi

ve damları güvercinsiz yüzlerce otobüs

bir çiçekçi indirim yapıyordu çiçekte.

 

iki yasemin ağacı arasına, salıncak kuruyordu bir şair,

bir oğlan çocuğu okul duvarını taşlıyordu

küçük bir çocuk, erik çekirdeğini babasının solgun seccadesine tükürüyordu

ve bir keçi haritadaki “hazar”dan su içiyordu.

 

bir çamaşır ipi görünüyordu: yorgun bir sütyen.

bir arabanın tekerleği, atın durmasına hasret,

at, arabacının uyumasına hasret,

arabacı ölüme hasret.

 

aşk görünüyordu, dalga görünüyordu

kar görününüyordu, dostluk görünüyordu.

söz görünüyordu.

su görünüyordu ve eşyanın sudaki aksi…

kanın sıcaklığında, hücrelerin serin gölgeliği.

yaşamın ıslak tarafı.

insan doğasının hüzünlü doğusu

kadın sokağında aylaklık mevsimi.

mevsim sokağında yalnızlık kokusu.

yazın elinde bir yelpaze görünüyordu.

 

tohumun çiçeğe yolculuğu

bu evin sarmaşığının o eve yolculuğu

ayın, havuza yolculuğu,

nevruz çiçeğinin topraktan fışkırışı.

körpe asmanın duvardan süzülüşü.

şebnemin uyku köprüsüne yağışı.

mutluluğun ölüm hendeğinden atlayışı.

hadisenin sözün arkasından geçişi.

 

bir pencerenin ışığın isteğiyle savaşı.

bir basamak ile güneşin yüksek ayağının savaşı.

yalnızlık ile bir şarkının savaşı:

armutların güzelliğinin boş bir sepet ile savaşı.

nar ile dişlerin kanlı savaşı.

“naziler”in naz çiçeğiyle savaşı.

papağan ile fesahatin savaşı.

alnın mührün soğukluğuyla savaşı.

 

cami çinilerinin secdeye saldırışı.

rüzgârın sabun köpüğünün miracına saldırışı.

kelebek ordusunun “zararlılarla mücadele” programına saldırışı.

yusufçuk takımının boru döşeyen işçilere saldırışı.

kamış kalemin kara alayının kurşun harflere saldırışı.

sözün şairin çenesine saldırışı.

 

bir asrın bir şiir tarafından fethi,

bir bahçenin bir sığırcık tarafından fethi,

bir sokağın iki selam tarafından fethi,

bir kentin üç dört tahta süvari tarafından fethi

bir bayramın iki oyuncak bebek, bir top tarafından fethi.

 

ikindi yatağında bir çıngırağın katli

uyku sokağında bir masalın katli

bir hüznün bir marşın emriyle katli.

neonun fermanıyla ayışığının katli.

bir söğüdün devlet eliyle katli.

üzgün bir şairin karçiçeği tarafından katli.

 

yeryüzü tümüyle görünüyordu:

yunan sokağında düzen gidiyordu.

baykuş “babilin asma bahçelerinde” ötüyordu,

rüzgâr, hayber geçidinde tarihin çerçöpünden bir yumağı doğuya sürüklüyordu.

durgun “negin” gölünde bir kayık çiçek götürüyor,

benares’te her sokağın başında ebedi bir ışık yanıyordu.

 

insanları gördüm.

şehirleri gördüm.

ovaları, dağları gördüm.

suyu ve toprağı gördüm.

ışığı ve karanlığı gördüm.

bitkileri ışıkta ve bitkileri karanlıkta gördüm.

hayvanları ışıkta ve hayvanları karanlıkta gördüm.

ve insanları ışıkta ve insanları karanlıkta gördüm.

 

kaşanlıyım, ama

benim şehrim kaşan değil.

benim şehrim kayıp.

 

ben heyecan ve hummayla

gecenin öbür tarafına bir ev yapmışım.

 

ben bu evde,

otun nemli bilinmezliğine yakınım.

ben bahçenin soluk alışını duyuyorum.

ve karanlığın sesini bir yapraktan döküldüğünde.

ve ağacın arkasından aydınlığın öksürük sesini.

her taş yarığından suyun aksırığını.

baharın çatısından kırlangıcın sesini.

ve açıp kapanan yalnızlık penceresinin saf sesini.

ve aşkın belirsiz deri değiştirişinin temiz sesini.

kanatta uçmak zevkinin toplanışını

ruhun kendi koşumlarını çözüşünü.

 

ben tutkunun ayak sesini,

ve kanın damardaki yasal adımlarını duyuyorum.

güvercin kuyularının seher çarpıntısını,

 

cuma gecesinin kalp atışını

karanfilin düşüncede akışını

hakikatin saf kişneyişini, uzaktan

ben maddenin esişini işitiyorum

 

ve coşku sokağında inanç ayakkabısının sesini.

ve aşkın ıslak gözkapakları üzerinde,

ergenliğin hüzünlü müziği üzerinde,

nar bahçelerinin şarkısı üzerinde yağmurun sesini.

ve gece vakti mutluluk şişesinin kırılmasının,

güzellik kağıdının yırtılmasının

gurbet kâsesinin rüzgârla dolup boşalmasının sesini.

 

ben yerin başlangıcına yakınım.

çiçeklerin nabzını tutuyorum.

tanışım suyun ıslak yazgısıyla, ağacın yeşil alışkanlığıyla.

 

ruhum eşyanın taze tarafında akar

ruhum gençtir

ruhumun bazen şevkten öksürüğü tutar

benim ruhum işsizdir:

yağmur damlalarını, tuğla derzlerini sayar.

ruhum bazen yoldaki taş gibi gerçektir.

 

ben birbirine düşman iki çam görmedim,          

gölgesini yere satan bir söğüt de görmedim

karaağaç dalını bedava verir kargaya.

nerede bir yaprak varsa, orada içim açılır

bir haşhaş dalı varoluşun selinde yıkamıştır beni.

 

bir böcek kanadı gibi, seherin ağırlığını biliyorum.

bir saksı gibi, göğermenin musıkîsini dinliyorum.

meyve dolu bir sepet gibi olgunlaşmak için sabırsızlanıyorum.

bir meyhane gibi uyuşukluğun sınırındayım

sahildeki bir bina gibi ebedi çekiminden tedirginim denizin.

 

istediğin kadar güneş, istediğin kadar bağlılık,

istediğin kadar çoğalış.

 

ben bir elmayla mutlu olurum

bir papatyayı koklamakla.

 

bir aynayla, temiz bir bağlılıkla yetinirim.

gülmem, bir balon patlarsa.

gülmem, bir felsefe ay’ı ikiye bölerse.

ben bıldırcının kanat sesini tanırım,

toyun karnının renklerini, dağ keçisinin ayak izlerini.

iyi bilirim ravent nerede yetişir,

sığırcık ne zaman gelir, keklik ne zaman öter, şahin ne zaman ölür,

çölün uykusunda ay nedir,

tutku sapındaki ölümü

ve sevişmenin dişleri arasındaki lezzet böğürtlenini.

 

güzel bir adettir yaşam

yaşamın ölüm genişliğinde kanatları,

aşk kadar sıçrayışı vardır.

yaşam, alışkanlık rafına kaldırıp

senin benim unutabileceğimiz bir şey değildir.

yaşam deren elin cazibesi

yaşam yazın buruk ağzında turfanda siyah incirdir,

yaşam böceğin gözünde ağacın boyutudur.

yaşam yarasanın karanlıktaki tecrübesidir.

yaşam bir göçmen kuşun gariplik duygusudur.

yaşam bir köprünün düşünde dolaşan bir tren düdüğüdür,

yaşam bir uçağın kapalı penceresinden bir bahçeyi görmektir,

roketin uzaya fırlatıldığı haberi,

ayın yalnızlığına dokunuş,

başka bir gezegende çiçek koklamak düşüncesidir.

 

yaşam bir tabak yıkamaktır.

 

yaşam yol kenarındaki arkta on kuruş bulmaktır.

yaşam aynanın “karesi”dir.

yaşam çiçek “üstü” sonsuzdur.

yaşam yer “çarpı” yüreğimizin çarpıntısıdır.

yaşam solukların yalın ve eşit geometrisidir.

 

nerede olursam olayım

gökyüzü benimdir.

pencere, fikir, hava, aşk, yeryüzü benimdir.

ne önemi var

bazen bitmesinin

gurbetin mantarlarının?

 

bilmiyorum

 

neden “at soylu hayvandır, güvercin güzeldir.” derler

ve neden hiç kimsenin kafesinde akbaba yok.

yoncanın kırmızı laleden neyi eksiktir.

gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli

sözcükleri yıkamalı.

sözcük kendisi rüzgâr, sözcük kendisi yağmur olmalı.

 

şemsiyeleri kapatmalı.

yağmur altında yürümeli.

düşünceleri, hatıraları yağmur altına götürmeli.

şehrin bütün halkıyla yağmura çıkmalı.

dostu yağmur altında görmeli.

aşkı yağmur altında aramalı.

yağmur altında bir kadınla sevişmeli.

yağmur altında oyun oynamalı.

yağmur altında yazmalı, konuşmalı, nilüfer ekmeli.

yaşam peyderpey ıslanmak,

yaşam “şimdi”nin havuzunda yüzmektir.

 

çıkaralım giysileri:

su bir adım ötededir.

 

aydınlığı tadalım.

bir köy gecesini, bir ceylanın uykusunu tartalım.

leylek yuvasının sıcaklığını duyalım.

çimenlerin yasasını çiğnemeyelim.

bağda zevkin düğümlerini çözelim.

ve açalım ağzımızı ay çıkarsa

kötülemeyelim geceyi

ateşböceği bağın görünüşünden habersizdir demeyelim.

 

getirelim sepeti

bütün bu kırmıyızı, bütün bu yeşili toplayalım.

 

sabahları ekmekle ebegümeci yiyelim.

her sözün dönemecine bir fidan dikelim,

iki hecenin arasında sessizlik tohumu serpelim.

 

içinde rüzgâr esmeyen kitabı okumayalım,

ve içinde şebnemin kabuğunun ıslak olmadığı kitabı,

ve içinde hücrelerin boyutsuz olduğu kitabı okumayalım.

istemeyelim sineğin tabiatın parmak ucundan uçmasını

kaplanın yaratılış kapısından dışarı çıkmasını istemeyelim.

ve bilelim eğer solucan olmasaydı hayattan bir şey eksilirdi

 

ağaçkurdu olmasaydı ağacın yasası zarar görürdü.

ölüm olmasaydı bir şeyi arar dururdu elimiz

ve eğer ışık olmasaydı, uçmanın canlı mantığı değişirdi.

ve bilelim mercandan önce

denizlerin düşüncesinde boşluk vardı.

 

ve nerdeyiz diye sormayalım,

hastanenin taze petunyasını koklayalım.

 

ve talih fıskıyesinin nerede olduğunu sormayalım

sormayalım hakikatin kalbinin neden mavi olduğunu

atalarımızın esintileri nasıl, geceleri nasıldı, sormayalım.

 

geride canlı bir uzay yok.

geride kuş ötmüyor.

geride rüzgâr esmiyor.

geride çamın yeşil penceresi kapalı.

geride bütün fırıldakların üzerine toz konmuş.

geride tarihin yorgunluğu var.

geride dalganın hatırası sahile sessizliğin soğuk sedefini döküyor.

 

deniz kıyısına gidelim

suya ağ atalım

çekelim tazeliği sudan.

 

yerden bir çakıl taşı alıp,

varoluşun ağırlığını hissedelim.

 

ateşimiz çıktıysa ay’ı kötülemeyelim.

(bazen ateşim çıktığında ay’ın aşağı indiğini görürdüm

elimin melekler katına eriştiğini,

ispinozun daha iyi öttüğünü.

ayağımdaki yara,

yerin iniş çıkışlarını öğretti bana.

bazen hasta yatağımdayken çiçeğin hacmi kaç katına çıkmıştır

daha da büyürdü turuncun çapı, fenerin yarıçapı)

ve ölümden korkmayalım,

(ölüm güvercinin sonu değildir

cırcır böceğinin ters dönmesi değildir ölüm.

ölüm akasyanın zihninde akar.

ölüm düşüncenin güzel ikliminde yaşar.

ölüm köy gecesinin kimliğinde sabahtan söz eder.

ölüm üzüm salkımı ile gelir ağza.

ölüm kızıl gerdanlı kuşun gırtlağında öter.

ölüm kelebek kanatlarındaki güzellikten sorumludur.

ölüm bazen reyhan toplar.

ölüm bazen votka içer.

bazen gölgede oturup bize bakar.

ve hepimiz hazzın akciğerlerinin,

ölüm oksijeni ile dolu olduğunu biliriz.)

 

yazgının sesin çitlerinin ardından işittiğimiz

canlı sözünün üzerine kapıyı kapatmayalım.

 

perdeyi kaldıralım:

bırakalım duygu biraz hava alsın.

bırakalım ergenlik dilediği çalının altında konaklasın.

bırakalım içgüdü oyun peşinde koşsun

ayakkabılarını çıkarıp mevsimlerin ardısıra çiçeklerin üzerinden atlasın.

bırakalım yalnızlık şarkı söylesin

bir şeyler karalasın,

sokağa çıksın.

 

sade olalım

sade olalım, ister bir banka gişesinde, ister bir ağacın altında.

 

bizim işimiz değil kırmızı gülün sırrını anlamak.

bizim işimiz belki de:

yüzmektir kırmızı gülün büyüsünde.

bilgeliğin arkasında çadır kuralım,

bir yaprağın çekiminde elimizi yıkayıp

sofraya oturalım,

sabah güneş doğarken doğalım,

heyecanları uçuralım,

uzayın, rengin, sesin, gülün penceresinin idrakinin yüzüne su serpelim

“varlık”ın iki hecesi arasına, gökyüzünü oturtalım,

ciğerlerimizi sonsuzlukla doldurup boşaltalım,

bilginin yükünü kırlangıcın omzundan alıp yere koyalım,

isimleri geri alalım buluttan, çınardan, sivrisinekten, yazdan.

yağmurun ıslak ayakları üstünde, sevginin zirvesine çıkalım.

insana, ışığa, bitkiye ve böceğe kapıları açalım

 

bizim işimiz belki de,

nilüfer çiçeği ve çağ arasında,

hakikatin şarkısının peşinde koşmaktır.

 

kaşan, çınar köyü, yaz 1964.

 

çeviri: serdar okuyucu

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...