Jump to content

Morfik Alanlar (Morphic Fields)


nevermore

Önerilen Mesajlar

Bu konudaki en bilinen örnekler, kedi ve köpeklerle sahipleri ile aralarında olan bir tür telepatik ilişki. Prof. Rupert Sheldrake'ye göre ise bu bağ, iki canlı arasındaki son derece gizemli bir ilişkiden kaynaklanıyor.

 

Rupert Sheldrake farklı organizma türlerinin her birinin kendi eşsiz, karakteristik biçimine nasıl geliştiği konusuna özel ilgisi olan bir biokimyacıdır. Bu “morfogenetiğin” ya da organizmalarda karakteristik, belirgin biçimlerin meydana gelişinin araştırılmasıdır.

Sheldrake’in ana düşüncesi, canlı bir organizmanın gelişmesinin, bir tür holistik alan ya da güç (enerji) tarafından kontrol edildiğidir. Böyle bir düşünce yeni değildir. Oluşum ilkesi fikri, bu dünyanın “daha az yetkin formlarına modellik hizmeti gören, kendi yüksek realitelerinde var olan, Platon’un “ideal biçimlerine” dek izlenebilir.

Sheldrake’nin biçimlendirici alan önerisi, “morfik alan” aynı zamanda değişime açık bir modele göre form oluşumu sağlıyor.

 

 

Morfik alan doğanın bir tür alışkanlığıdır. Atom, molekül ya da kar tanesi gibi organik olmayan olsun veya çiçek, kuş, insan gibi canlılar olsunbelirli bir form meydana geldiğinde, bunun tekrar oluşması olasıdır. Sheldrake, morfik alanların düşünce veya davranışla ilişkili beyin faaliyeti modellerini de etkilediğine inanıyor.

Aksamını değiştirmeden, radyo üzerinde etkide bulunarak, yayına belirgin biçimini veren ses dalgası gibi, morfik alan da embriyolojik gelişmede DNA molekülü üzerinde etkide bulunur. Radyo dalgasının önemli bir yönü, radyodan sesi oluşturmak gerekli enerji çok azını sağlamasıdır. Daha doğrusu, radyo dalgaları sonunda radyodan çıkan, kendisi için çok fazla miktarda enerji içeribilen, yayını yönlendiren ve düzenleyen çok az bir enerji sağlar. Benzer bir biçimde Morfik alanlar da, doğa üzerinde canlı etkiler meydana getirmek için az bir enerji gerektirirler. Bu önce tuhaf bir fikir görünebilir, fakat doğada birçok süreç en küçük enerji miktarından kolayca etkilenen mikro düzeylerde başlar. Büyüyen güller ve zambaklar arasındaki farkı düşünün. Baştaki embriyonik moleküler olaylar esnasında mümkün olan en küçük güçler, daha sonraki gelişmelerde birbirlerini çekebilirler. Bu aşamada konu enerji sorunu değil, bilgi sorunudur. Gülün genetik kodu, zambağınkinden daha farklı bilgi içerir ve Sheldrake’in dediği gibi farklı bir bir morfik alanı temsil eder. Benzer bir örneği, çok küçük enerji düzeylerinde başlayan ve sinir sisteminin geniş alanlarını içeren beyindeki elektrik faaliyeti için de verebiliriz. Gerçekten, sinir sistemi morfik alanların çok ince tesirlerini aramak için doğal yerdir.

Sinir sistemi üzerinde etkisini ortaya koyan morfik alana “motor alan” denir. Motor alan, bir şahinin gölgesini gördüğünde, saklanmak için koşan küçük hayvanların eğilimleri gibi, genetik olarak programlanmış davranışları meydana getirmede önemli olabilir. Motor Alanlar, öğrenmeyi ve hafızayı açıklama içinde yeni bir model sağlayabilirler, yani hatıralar, geçmiş tecrübelerle kurulan motor alanlara eşittir. Bir kişinin bireysel hatıralarının onun eşsiz sinir sistemi ile uyumlu olması gerekmesine rağmen, bu bir kişinin deneyiminin diğerlerini etkileyebileceği anlamına gelir. Gerçektende bir şey bi kere öğrenildiğinde, daha sonra bir başka kişi tarafından daha kolay öğreniliyor. Bir düşünce veya davranış modeli, daha önceden meydana getrilmişse, daha kolay ortaya konuluyor. İlginçtir, bu teori bütün insanlığın paylaştığı, evrensel imajlar ya da temalar olan, Jung’un psikolojik arşetip kavramının ilk bilimsel, makul açıklamasını veriyor. Jung arşetiplerin, tarihsel zamanının çok uzun dönemleri boyunca inşa edildiğine inanıyordu, bu morfik alanların oluştuğu söylenilen süreçle çok uyuşmaktadır. Sheldrake, geçenlerde, “morfik titreşim teorisinin”, Jung’un kollektif şuurdışı kavramının, yani arşetiplerin kökten doğrulanmasına yol açacağını söyledi.

Morfik alanlarla eşzamanlılık arasında olan bağlantıyı, iki veya daha fazla bilim adamlarının ya da matematikçinin, birbirinden bağımsız, neredeyse aynı zamanda çok benzer keşiflerde bulunması olayında görebiliriz. Bunun en mükemelle örneği, İngiltere’de Isaac Newton ve Almanya’da filozof bilim adamı ve matematikçi C.W. Leibnitz tarafından aynı zamanda geliştirilen hesaplama metodudur. Newton, Leibnitz' in çalışması hakkında hiç bir şey bir şey bilmiyordu ve gerçekte daha kullanışsız matematik bir yöntemle yetinmişti. ( Bu gün kullanılan Leibnitz’in yöntemidir, fakat yöntem için Newton’a güvenilir. )

Morfik alanların varlığıyla açıklayabileceğimiz anlamlı rastlantıların diğer örnekleri, daha çok yaygın fakat daha az etkileyicidir. İki veya daha çok kişinin, birbirlerinin farkında olmadan, aynı zamanda benzer şeyleri düşündükleri ya da yaptıkları daha sık görülen durumları içerirler. Örneğin, tam siz onu aramayı düşündüğünüzde, bir arkadaşınız sizi arar. Aramadan önce her ikiniz de bu görüşmeyi tasarlıyordunuz ya da tam bir şeyi düşünmeye başlarsınız, yakınınızdaki bir kişi sizi bu dertten kurtaracakmış gibi, aynı konu hakkında konuşmaya başlar.

Sheldrake’in The Presence of the Past (Geçmişin Varlığı) kitabında küçük bir İngiliz kuşu oalan Baştankara’nın öğrendiği bazı basit davranışların yayılması anlatılır. Bu kuşların bir kaçı, insanların evlerine teslim edilen süt şişelerini gagaları ile delerek açıyor ve kapaklarını geriye doğru çekerek sütü içiyordu. Beş santimetre kadar sütü içebililiyor ve bazan da sütte boğulmuş olarak bulunuyorlardı. Dağıtım kamyonlarını izleyen ve şöför sütleri teslim ederken şişelere kırarak giren baştankara kuşlarının raporları da olmuştu. Bu olay ilk 1921’de, İngiltere’de Southhamton’da rapor edildi ve yayılması, düzenli aralıklarla 1947 yılı boyunca, Hollanda, Danimarka, ve İsveç’te olduğu kadar İngiltere, İskoç ve İrlanda’nın bir çok yerinde kayıt edildi. Olayın, sadece taklit etmeyle olduğu biçiminde geleneksel bir açıklaması mümkün olmakla beraber, bazı gerçekler, bu davranışın yalılmasında morfik alanların aktif rolünün lehine kanıtlar sunuyor. Birincisi, baştankaralar beslenme yerlerinden fazla uzaklaşmayan kuşlardır, oysa süt şişelerini açma alışkanlığı, Avrupa’ya yayılması dahil, daha önce söylenen yerlerden millerce uzak birkaç yerde birden ortaya çıktı. Sheldrake, alışkanlığın birbirinden bağımsız yalnız İngiliz adalarında seksendokuz kere yeniden keşfedildiğini tahmin ediyor. Dahası artan sayıda kuşlar bu alışkanılığı edinince, artan hızla yayıldı. Bu, davranışlarında güçlü motor alanın oluştuğunu akla getiriyor. Yayılmanın öğretici bir örneği süt şişelerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında hemen hemen kaybolduğu, fakat 1947 ve 1942’de yeniden yeniden ortaya çıktığı Danimarka’da görüldü. Baştankara kuşlarının çok azı, alışkanlığı savaş öncesi yıllardan ileriye taşıyacak kadar uzun yaşayabildi, buna rağmen, süt şişeleri yeniden mevcut olunca, alışkanlık hızla yeniden ortaya çıktı.

Yine bununla ilgili bir çalışmada, Yale Üniversitesi psikoloğu Gary Schwartz öğrencilere Eski Ahit’ten alınmış çok sayıda İbranice sözcükler verdi. Sözcüklerin bazılarını normalde basıldığı gibi verdi, değerlerinin bazı harflerini rastgele karıştırdı. İbranice bilmeyen öğrenciler, her biri tahmine olan güvenlerini belirterek sözcüklerin anlamını tahmin ettiler. Sheldrake’in teorisinin tahmin edeceği gibi, Schwartz, öğrencilerin, karıştırılmış olan sözcüklerin daha fazla güvenle asıl sözcükleri değerlendirdiklerini buldu. (Anlamlarını doğru tahmin etmemelerine rağmen.) Dahası, Eski Ahit’te nadiren rastlanan sözcüklerle kıyaslandığında sık sık rastlanan sözcüklere duyulan güven oranlarının yaklaşık iki kez yüksek olduğunu keşfetti. Buradaki fikir, tarih boyunca, güçlü morfik alanlar oluşturan sayısız insanın gerçek sözcükleri öğrenmiş olmasıdır; elbette en sık rastlanan sözcükler en fazla görülmüş ve okunmuşlardır. Gerçek sözcüklerin daha kolay kavranıldığı ihtimali, karışık sözcüklerin, gerçek sözcükler kadar yapısal olarak sağlam olduğunu bulan dil bilimci psikologların değerlendirmeleriyle ortadan kalktı. Farsça sözcükler, hatta Mors alfabesi kullanılarak benzer deneyler yapılmıştır.

Sheldrake’in teorisini Bohm’un örtülü düzen düşüncesi ile uyumlu kılan çok şey var. Hem Bohm hem de Sheldrake yaklaşımlarında holistik ve her iki teoride “yersizliği” (nonlocality) varsayıyor. Sheldrake’in morfik alanlarını, Bohm’un örtülü düzeninin bir özelliği olarak görmek mümkünmüdür?

Sheldrake ile konuşan Bohm, morfik alanlar düşüncesinin kuantum potansiyeli kavramında öne sürdüğü özlliklerin birçoğuna sahipolduğunu fark etti. Bu fikrin kökleri, 1927’de, elektron gibi tek partülüklerin, “kılavuz dalgalar” tarafından yönlendirildiğini öne süren, kuantum fiziğinin Fransız öncüsü De Broglie’nin ortaya attığı daha eski bir düşüncede yatıyor. Öneri o zamanlar iyi bir kabul görmedi. Bununla beraber, 1950’lerde Bohm, kuantum potansiyeli biçiminde benzer bir fikir tasarladı ve geliştirmek için De Broglie ‘yle birlikte çalıştı. Daha yenilerde, Bohm yine bu kavramla ilgilenmeye başladı. Kuantum potansiyelinin morfik alanların özelliklerinin bir çoğuna sahip olduğunu belirtiyor. Etkisi yerel değil, bir radyo sinyalinin enerjiden çok, bilgi sağlayarak bir uçağı ya da gemiyi “yönlendirmesi” ne benzer bir şekilde partiküle yol gösterir. Dahası içinde oluşturduğu bütünsel durumun bir ürünü olması anlamında holistiktir. Elbette, morfik alan tek partikülün hareketinden daha fazla yönlendirici olmak zorundadır. Bir organik yapının tüm karmaşık gelişimini, davranış modelini ya da hafıza yönlendirmek zorundadır. Fakat fikir aynıdır.

Kuantum dünyasının mikro yapısıyla, morfik alanların ve eşzamanlılığın makro dünyası arasındaki büyük boşluğu kapama sorunu, sistemler teorisyeni Ervin Laszlo’nun parlak teorik çalışmalı ile çözümlenebilir. O’nun psi alanı hipotezi, Bohm’un kuantum potansiyeline eşit, matematiksel dalga işlevinin, gittikçe artan bir şekilde, gerçek dünyanın karmaşık olayları üzerine direkt etkisi olan yüksek düzenli “yerleşik” yapıları oluşturduğu varsayılıyor.Bu yapılar ya da modeller, Sheldrake’in morfik alanlarına benzeyen yerel olmayan psi alanlarında muhafaza ediliyor. Bu iki teori aynı değil, çünkü psi alanı hipotezi açıkça, kuantum düzeyindeki gerçekliğe değiniyor. Dahası, bunun ana amacı, geniş kapsamlı olguları, özelliklede bizi burada ilgilendirmeyen organik evrimin bazı yönlerinide açıklamaktır. Bununla beraber Laszlo, mikro dünya olaylarını, gündelik hayatın makro olaylarına dönüştürme sorununda, derin ilerlemeler kaydetmiş görünüyor. Fikirleri, eşzamanlılığın gözlemlenen olaylarıyla uyumlu, bir fiziksel dünya perspektifi için tam gerekli olan fikirlerdir.

Rupert Sheldrake gelişim biyolojisinin morfogenetik alan kavramını ciddi bir şekilde ele alıp, bu fenomenleri tamamen yeni bir türden fiziksel etkiler şeklinde yorumlamıştır. Önerdiğine göre, alan, embriyonun son şekli konusundaki bilgiyi belirli bir şekilde depolar ve büyüdükçe, gelişmesine yol göstermeye devam eder. Sheldrake, “morfik rezonans” şeklinde yeni bir unsur ortaya atmaktadır. Buna göre, yeni bir form türü ortaya çıktığında, bu tür kendi morfogenetik alanını kurmaktadır. Daha sonra bu teknolojik bilgi yayılır ve doğa, adı geçen organizmaların gelişmesine kılavuzluk edebilir. (kaynak2)

Bu morfogenetik alanlar, yalnızca yaşayan organizmalara özgü değillerdir. Sheldrake’in dediğine göre, kristaller de bu alanlarada sahiptirler ve bu alanlar ayrıca hatırlama yeteneği ile yakından ilişkilidirler. Örneğin, bir hayvan yeni bir şey öğrendiğinde, aynı türün diğer hayvanları onu taklit ederler. Sheldrake’in alanları, uzay ve zaman içinde normal sebep-sonuç bağı içinde hareket etmezler. Gelecekte ise onların doğası, genelde fizikçiler için afaroz edilecek bir şeydir ve dolayısı ile Sheldrake’in çalışması, ana bilim buluşlarının bir parçası olarak kabul edilmez.

 

Rupert Sheldrake nin kitabından bazı bölümler...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

tamamını B U R A D A N indirebilirsin (iz)

--------------------

MORFOGENETİK ALANLAR

http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/images/n180.jpg Morfogenetik alanlar teorisi, insan şuurunun nasıl bir paylaşım alanında olduğunu tanımlamak için kullanılabilir. Dolayısıyla morfogenetik alanlar, şu anda belli bir noktada bulunan insanlığın zamanla şuurlarında çarpıcı bir kolektif değişim yaşayacak oluşlarında önemli bir role sahiptir. Bu kolektif değişim, değişim için gereken minimum kütleye (kritik kütleye) erişildiğinde gerçekleşecektir, ya da başka bir deyişle dünya üzerinde ruhsal olarak uyanmış belli bir sayıda varlığa erişildiğinde bu gerçekleşecektir.

Morfogenetik Alanlar ve Rupert Sheldrake

http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/images/n181.jpg Bitki fizyolojisi eğitimi alan Rupert Sheldrake, bitkilerin ve tüm canlıların mevcut şekillerini nasıl aldıklarıyla ilgilenmiştir. Basit bir hücreyken bölünüp iki özdeş kopyaya dönüştükten sonra bunların değişme uğramasına, bazı hücrelerin kendine özgü özelliklere sahip olmasına; örneğin bazılarının yaprağa dönüşürken bazılarınınsa bitkinin gövdesini oluşturmasına neyin neden olduğunu, bunun tam tersinin mümkün olamayışının nedenini, yani yaprakların yeniden gövdeye dönüşemeyişlerini neyin sağladığını merak etmiştir.

1960’ların ikinci yarısında ve 1970’lerde devam ettirdiği araştırması sırasında bu gelişmeleri neyin yönlendirdiği belirgin değildi. 1920’lerde, embriyoların yeniden oluşması ve söğüt filizlerinden tamamen yeni ağaçların oluşturulabilme kapasitesinin bu alanların ya da ortamda bulunan bir tür hafızanın varlığına işaret ettiği düşünülüyordu. Daha sonra DNA’nın keşfedilmesiyle buna bir açıklama getiriliyor gibi göründü ama DNA’nın bir organizmayla büyük oranda özdeş olduğu ortaya çıktı, dolayısıyla kendi kendine formu açıklayamayacaktı. DNA, hücrenin bir organizma olduğunu ama insanın bir parçası olan “düşünce” olmadığını ortaya koyuyordu. O dönemde, formların gelişiminden DNA’da kodlanmış mekanizmaların sorumlu olduğu düşünülüyordu, ama sistemin mutlak doğası gizemini koruyordu.

Sheldrake, bu problemi açıklayabilmek için tamamen yeni bir teori geliştirdi, bu teori bir nesnenin “temel modelinin” şifrelerinin kodlandığı evrensel bir alan üzerine temelleniyordu. Sheldrake’in görüşüne göre, bir formun varlığı o formun başka bir yerde de ortaya çıkması için yeterliydi. Sheldrake 1973’te buna “morfonegenik alan” adını verdi ve bu görüşe göre doğa bir yasalar bütünü değil, alışkanlıklar bütünü olabilirdi.

http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/images/n182.jpg

Bu düşünceye göre doğada bir tür hafıza vardır. Herşey, bir kolektif hafızaya sahiptir. Örneğin şu an New York’taki bir sincapı ele alalım. Bu sincap kendinden önce yaşamış bütün sincaplardan etkilenmektedir. Bu etkinin zamanda hareket edişi ve sincap hafızasının hem formunun, hem de içgüdülerinin iletilişi, morfik rezonans sayesinde gerçekleşiyor. Bu, doğada varolan bir kollektif hafıza teorisidir. Hafızanın ifade edildiği vasıtaya “morfik alanlar” adı verilir, bunlar her organizmanın içinde ve dışında bulunurlar. Hafızayla ilgili fonksiyonlar “morfik rezonansa” bağlıdır.

Temel olarak, morfik alanlar alışkanlık alanlarıdır ve düşünce, eylem ve konuşma alışkanlıkları vasıtasıyla kurulmuşlardır. Kültürümüzün çoğu alışkanlıklara bağlıdır, yani, kişisel hayatımızın çoğu ve kültürel hayatımızın da büyük bölümü alışkanlıklara bağlıdır.

http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/images/n183.jpg

Morfik rezonans düşüncesinin tamamı tekamülle ilgilidir ama morfik rezonansın bize sunduğu yalnızca tekrarlamalardır. Morfik rezonans bize yaratıcılığı sunmaz. Dolayısıyla tekamül, yaratıcılığın ve tekrarlamaların bir karşılıklı etkileşimidir. Yaratıcılık bize yeni formlar, yeni modeller, yeni fikirler ve yeni sanat formları sunar, ama bizler yaratıcılığın nereden geldiğini bilmemekteyiz. Acaba yukarıdan mı geliyor? Yoksa yerden mi fışkırıyor? Havadan mı alıyoruz yaratıcılığı? Ya nereden? Yaratıcılık her nerede karşılaşırsanız karşılaşın bir gizemdir, ister insan gerçekliğinde karşılaşın ya da biyolojik evrim gerçekliğinde, isterseniz kozmik tekamül gerçekliğinde.

Robert Gilman İle Morfogenetik Alanlar Üzerine

Morfogenetik alanlar temel olarak formlara hayat veren, fiziksel olmayan tasarımlardır. Morfogenetik alanlar enerji değil, yalnızca bilgi taşırlar ve oluştuktan sonra hiçbir yoğunluk kaybına uğramadan zamanda ve mekanda varolurlar. Morfogenetik alanlar fiziksel formların modelleri (kristal gibi maddeler ile biyolojik sistemler de dahil olmak üzere) tarafından yaratılırlar. Bunlar daha sonra ortaya çıkacak olan benzer sistemlerin oluşmasını yönlendirirler. Sonuç olarak, yeni oluşan bir sistem, içinde taşıdığı tohumla, önceden oluşmuş bir diğer sistemin sahip olduğu ve kendisininkine benzer bir tohumla rezonansa girerek önceden oluşmuş bir diğer sisteme “uyumlanır”.

http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/images/n184.jpg

Dolayısıyla bu görüşe göre, canlı bir sistemin (örneğin bir meşe ağacının) genlerindeki DNA, o sistemi şekillendirmek için gereken bilginin tamamını taşımaz ama aynı türdeki daha önce oluşmuş sistemlerin morfogenetik alanlarına uyumlanan bir “uyumlanma tohumu” olarak fonksiyon görebilir. Dolayısıyla morfogenetik alanlar, genetik alışkanlıklar olarak tanımlanabilecek özelliklere ait havuzlardır.

Ayrıca, aynı kavramlar insan hafızasının gizemlerinin bazılarını açıklayabilmek için de kullanılabilir. Aslında, beyinlerimiz morfogenetik alanlarda mühürlenen bir dizi deneyimi ardında bırakan birer gönderme ve alma istasyonlarıdır ve daha önceki deneyimleri o deneyimlere uyumlanarak yeniden hatırlayabilmektedir. Dolayısıyla morfogenetik alanları taşınabilir bellek gibi kullanmak zihinler arasında hiçbir mutlak ayrılığın olmadığının göstergesi olmaktadır.

Bütün bunların yanı sıra, morfogenetik alanlar, kimliklerimizin düal (ikili) olduğunu da göstermektedir; tıpkı bir elektronun hem parçacık hem de dalga oluşu gibi. Bizler, eşi olmayan varlıklarız ve her birimiz farklı yönlere sahip olmakla birlikte düşünce ve davranışlarımızın çoğu kişisel ötesi morfogenetik alanları yaratmada, onu şekillendirmede ve ona katılmada etkin olmaktadır. Dolayısıyla bizler hem ayrı bireyleriz, hem de bir “grup zihninin yaratıcıları ve ifadeleriyiz; tıpkı Jung’un “kollektif bilinçdışı” kavramı gibi, ama bu görüş ondan daha kapsamlı ve bazı açılardan daha çok değişkenliğe sahip.

http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/images/n185.jpg

Beyinlerimiz bizleri diğer türlere bağlayan bazı titreşim düzeylerine (memeliler, sürüngenler vs.) sahip olduğundan, bu grup zihni tüm hayatı kapsamaktadır. Hatta, bildiklerimizle ilişkili şuurun tüm olasılıklarını araştırdığımızda, örneğin cansız bir maddeyi düşünün, şuurumuz vasıtasıyla tüm yaratılışla bağlantı içinde olduğumuzu görebiliriz. Böylelikle sadece bedenlerimizdeki kimyasal maddelerle değil, aynı zamanda zihinlerimizle de, yıldızlarla bile bağlantı kurmamız mümkün.

http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/images/n186.jpg

Morfogenetik alan düşüncesini kabul etmek aynı zamanda şuurun ve zihinsel sürecin fiziksel destek olmadan da işlevini sürdürebileceği düşüncesine kapıyı açıyor. Bu da fiziksel olmayan varlıkların mevcut olduğunun göstergesi olmaktadır (tanrılar, melekler, ölüm sonrası hayat vs.) ki bunlar çoğu dinsel ve ruhsal geleneğin temel ilgi alanına konu olmaktadır.

buda baska bi bakıs acısı

http://www.experiencefestival.com

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...