Jump to content

Kişilik ve kişilik gelişimi


Dolunay

Önerilen Mesajlar

KİŞİLİK ve KİŞİLİK GELİŞİMİ

 

John Watkins 'ten

 

 

“Kişilik” kavramı, tanımlanması çok güç bir kavramdır. Bu tabir yaygın olarak kullanılmasına rağmen, konuşma dilinde değişik anlamlar taşır. Eğer birisi için: “Çok renkli bir kişiliğe sahip” dersek, onu zihnimizde hoşça ilgi çeken birisi olarak canlandırırız. Aynı zamanda,kullanılan ifade, bu kişinin sosyal bir ortamda oldukça popüler ve aranan bir tip olduğu anlamına da gelir. Diğer taraftan, bir adamı “bozuk kişilikli” olarak tarif edersek, başkalarını kandıran, kendinden soğutan ve iyi satıcı olamayan birini hayal ederiz. Davranış bilimcileri, kişiliğin her yönünü kapsayan aynı zamanda diğer psikolojik göstergelerin hariç tutulduğu resmi bir tanım bulmakta çok zorlansalar da, kişilik kelimesi ortak dilde birçok anlam taşımaktadır. Burada esas olan, kişinin davranış manifestolarının başkaları tarafından değerlendirilen ve karşılık gören karakter özellikleri gibi görünmektedir.

 

 

Birçok bilim adamı kişiliğin temel boyutlarını araştırarak, gelişimi ve işlevselliğini açıklamak için bir mantık geliştirerek, kişilik tanımlaması gibi zor bir işe kalkışmışlardır. Bir kaçını söylemek gerekirse Adler (1963), Allport (1955), Freud (1938), Fromm, Erik (1964), Fromm, Erika (1977) Horney (1950), Jung (1934, 1969), Maslow (1968), May (1980), Piaget (1963, 1966), Rank( 1950), Rogers (1980), Sullivan (1980), bunlara ek olarak Kernberg (1976), Kohut (1977), Mahler(1978), Winnicott(1965) ve birçok diğer nesne-ilişkileri teoristleri bunların arasındadır. Kişilik teorisine katkısı olanlar ve yenilik yapanlar lejyondur ve burada onların yayınlarını gözden geçirmeye veya hepsini hatırlamaya bile teşebbüs edemeyiz.

 

 

Bu kitap, “kişilik” kavramını anlamak için yapılan başka bir denemedir. Buna göre;geçmişte ego durum teorisine dolaylı olarak katkıda bulunmuş veya onu doğrudan etkilemiş olan yazarları bildirmeye çalışacağız. Ego durum teorisini konuşurken, teori kelimesiyle ne ifade etmeye çalışıyoruz? Bir teori, kaba tabirle, birtakım bilgiye göz atma yoludur. Hall &Lindzey (1985) bir teorinin doğru veya yanlış olma gerekliliğine sahip olmadığı konusuna dikkat çekmişlerdir. Aksine, tahminlerinin desteklenmesine ve gözlemlere uygulandığında kontrol edilebilmesine bağlı olarak, yararlı veya yararsız olarak düşünülmelidir. Bir teori aynı zamanda, yeni ve henüz gözlenmemiş ilişkiler önerirken, araştırma hipotezleri de üretmelidir. Amacı önceden yapılmış varsayımları açığa çıkarmaktır.

 

 

Teoriler, insanoğlunun kendisini ve çevresindekileri anlamak için yaptığı hiç bitmeyen sorgulamayı cevaplamaya çalışmak ve mantıklı bir açıklama getirmek için geliştirilmiştir. Bazı teoriler insan davranışlarının kliniksel çalışmaları, bazıları laboratuar araştırmaları, bazıları da insanın doğası hakkındaki felsefik spekülasyonlardan geliştirilmiştir. Bizimki üçüyle de ilgilidir.

 

 

Fakat iyi bir kişilik teorisini hangi öğeler oluşturur?R.Ewen (1980)’a göre iyi bir teori, ilgili davranışın uygun bir tanımını sağlamalı, bilgiyi organize etmek için bir taslak önermeli, ve konuların üzerine büyük bir dikkatle odaklanmalıdır. Ewen aynı zamanda, teorinin, üzerinde çalışma yapılan fenomeni açıklamasını ve kişisel farklılıklar konusundaki sorulara ve neden bazı insanların diğerlerinden daha çabuk etkilendiği sorusuna cevap araması gerektiğini savunmuştur. Dahası,iyi bir teori, çevrenin değişimi ve kontrolüne imkan sağlayan pratik uygulamalara rehberlik edecek tahminler üretmelidir.

 

 

Hem deneysel araştırma hem de hastalar üzerinde yapılan kliniksel deneylerden kişinin davranışlarıyla ilgili yeni bir bilgi elde edildiğinde, gözlemlenen olayı daha iyi açıklayabilen ve patolojiyi iyileştirmede kullanılan terapik yöntemleri daha çok kesinleştiren yeni teoriler geliştirilecektir.

 

 

Kişilik teorisi üretenler, son zamanlarda yapılmış araştırma ve gözlemler kadar, önceki dönemlerin teoristlerinden de faydalanırlar. Arayışın amacı;daha anlamlı bir mantık ve daha geçerli müdahaleler bulmaktır. Daha önceki yayıncılara izin verilmeden çıkarılmış yayınlardaki fikirleri tekrardan sunmak yeni bir teori üretmek değildir ve kişiler böyle şeylere teşebbüs etmemelidirler. Bir kimsenin kişilik konusunda yazılan bütün çalışmaları okuması imkansız olduğundan böyle bir şey yapmak çok kolaydır ve böyle olunca daha önce ortaya konmuş bir düşünce şeklinden veya yolundan habersizce, teoriyi ilk defa üreten aynı biliş süreçlerini tekrar edebilir.

 

 

Fakat yine de mutlaka bütün teoriler eksiktir. Günümüzün bilim adamları bilinen bir teoriden yola çıkarak, onun tanımlarını değiştirir, faaliyet alanına ekler ve sonunda onu geliştirerek daha uygulanabilir bir hale getirir. İlk geliştiricileri sayesinde, teori hiçbir şekilde değer kaybetmez. Çağlar boyunca insanoğlunun bilgisi ve anlayış kabiliyeti gelişmiştir. Bu gittikçe daha karmaşık ama daha anlamlı bir hal almıştır ve ancak o günün kullanılan dilinde bir şeyler ifade edebilir.

 

 

Bizim sunduğumuz ego durum teorisi böyle bir çalışmadan ibarettir. Kökleri eski teorilerden beslenmektedir. Ama aynı zamanda, bu teorilerin oluşumu konusundaki memnuniyetsizlikler üzerine bina edilmiştir. Daha önceki teoriler ya tamamen anlamlı değildiler ya eksiktiler ya da bizim bizzat klinikte yapmış olduğumuz gözlemleri yeterince tarif edemiyor ve açıklayamıyorlardı. Üstelik çoğu, biliş konusunda harika fikirlere sahip olmalarına rağmen, çıkarımlarını pratik uygulamaya çeviremiyorlardı. Soyut düşünce artarak bir yığın oluşturuyordu ve bu yüzden hepsi birbirine karışıyordu. Önemli bir noktayı anlatmak için detaylı, tarafsız olay malzemesinde yetersizlik vardır. Teorist, kullandığı terimlerin okuyucular tarafından anlaşıldığını zanneder. Birçok kişilik teorisinde bunu gördük ve bu yüzden hastalarımızı anlama ve tedavi etme konusunda bir yardımları olmadı. Ayrıca, tedavi uyguladığımız hastalara ne yapmamız, yapmamamız ya da nasıl yapacağımız konusunda pek fazla yeni fikir temin edemediler. Bu yüzden, Ewen’ın tarif ettiği gibi “iyi” bir teorinin bir çok kriterine uymadılar.

 

 

Ego durum teorisi daha önceki teoristlerin önerdiği fikirlerden yola çıkarak geliştirildiğinden, kimlere ne kadar minnettar olduğumuzu söylemek boynumuzun borcudur.

 

 

Ellenberger (1970) Aziz Augustine’nin “Confessions” (İtiraflar) adlı eserinde kişiliğin bir bütün olup olmadığını tartıştığını ve “bölünmüş kişilik” kavramının ancak 18.yüzyılın sonlarına doğru ortaya konduğunu öne sürmüştür. 1880’de bu konu hem filozof hem de psikiyatristlerce tartışılıyordu. Ayrışma hipnozla uğraşan bir çok düşünür tarafından gözlemlenirken, Janet (1907, 1925), Freud’dan önce, farklı hastalar üzerinde bu fenomeni ve “bilinçsiz yöntemleri”i tanımladı.

 

 

Janet, dilin gelişimi sırasında, bir eylemin ona eşlik eden eylemleşmiş sesten yavaş yavaş ayrıldığını ve daha sonra başlangıçta ortaya çıktığını savunmuştur. Bu nedenle dil, kişiye zaman zaman “gerçek” dış dünyadan ayrılma ve içe dönme gibi bir imkan sağlayarak onu dışa karşı olan davranışlarından “ayrıştırmış” olur. Bu tip bir ayrışma bütün insanlar için doğaldır.

 

 

Janet ; düşünme, harekete geçme gibi kontrol etme işlemlerinde harcanan enerji miktarının, fiziksel davranışların kontrol edilen süreçlerinde harcanan miktardan fazla olduğunu gözlemlemiştir. Evrimsel bir bakış açısından bakıldığında, davranışların fiziksel olarak gerçekleşmesinden önce akılda harekete geçirilmesi daha ekonomik görünüyor. Bu sonuçlar “yeterli” davranış konusundaki potansiyelin müthiş derecede artmasına sebep oldu. Bu yüzden farklılaşma,iyi davranışlar sergileyen insanın evrimsel gelişimi için gerekli olan bir oluşturma sürecidir. Davranışın fazla enerji harcamasını,daha yüksek seviyedeki daha az enerji birimleriyle kontrol etmek hesaplıdır. Farklılaşma, davranışlar hareket olmaya başladığında, hatalı uygulama sonuçlarının minimuma ineceği ve başarılı sonuçların artacağı ihtimalini de yükseltmiştir. Farklılaşma kabiliyetini geliştiren organizmalar (homosapienler gibi) hayatta kalan ve egemenlik sağlayan tür olmuşlardır.

 

 

Janet psikolojik süreçleri, çoğalan ve azalan yüksek veya alçak enerji seviyelerine indirgemiştir. Tabii ki zihinsel enerjiler kavramı hem Jung (1969) hem de Freud (1938) un teorilerinde önemli bir yere sahiptir. Enerji kavramları Paul Federn (1952)’nin teorilerinin tamamlayıcı parçasıdır. Federn’in görüşlerinin ego teorimiz üzerinde büyük etkisi olmuştur ve daha sonra detaylı bir şekilde bundan bahsedilecektir.

 

 

Janet fikirlerinin bir sisteminin ana kişilikten ayrıldığını ve bilinçaltı bir kişilik oluşturabileceğini iddia etmiştir. Bu kişilik, genellikle kişinin bilincinde değildir ve ancak hipnoz yoluyla bilinçli hale getirilebilir. Bilinçaltı kişiliğin bu tanımı,ileride tarif edeceğimiz ego durumunun tanımıyla çok fazla benzerlik gösterir.

 

 

Fakat, ilk zamanlarda ayrışma üzerinde çalışanlar verilerini öncelikle histeri çalışmalarından veya psikopatolojik hastalığı olan hastalardan toplamışlardır. Buna göre, ayrışma,öncelikle akıl hastalarında tespit edildiğinden anormal bir durum olarak düşünülmüştür. Ego halleri alanındaki çalışmalar normal olmayan davranışların ayrışmasını kapsasa da, bizim bulgularımızın çoğu nörotik ve psikopatolojik şartlarda olduğu kadar, fazla kilo, tembellik veya sigara bağımlılığı gibi normal problemleri olan kişilere uygulanan tedavi veya çalışmaların sonucunda bulunmuştur.

 

 

Bilinçaltındaki kişilik segmentleri, kişiliğin büyük bölümünü oluşturan normal işlevli kişiliğin çalışmasını etkilediği konusunda önemli çelişkiler ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, Nadon, D’Eon, MCKoney, Laurance&Campbell (1988), ikinci derece zekanın aktivitesinin,asıl zekanın düşünce akışını engellediğini belirtmişlerdir.

 

 

Diğer araştırmacılar bu engellemenin tamamen olması gerektiğini aksi takdirde bu düşüncenin yok sayılacağını çalışmalarla ispatlayarak ayrışma düşüncesine onay vermemeye çalışmışlardır. Hilgard (1986, 1987) bu çalışmaları ayrıntılı olarak gözden geçirmiş ve (1986, 12.sayfada) düşüncenin (ayrışma )¹ başlangıç elementlerinin böyle aşırı bir pozisyona sahip olmadığını belirtmiştir ve engellemenin kısmen olduğunun kabul edilmesinin daha mantıklı olacağını düşünmüştür. Bu da aslında tam bizim aldığımız pozisyondur ama bir farkla; “engelleme” yerine “etki” terimini önererek. Bu etki engelleme yaptığı kadar, bilinçaltında bulunan varlıklar yoluyla değişiklik yapabilir hatta öncelikli yani asıl zekanın fonksiyonlarının etkin hale gelmesine imkan sağlayabilir. Ego durum teorisi aynı zamanda farklı engel veya etki derecelerini veya bu sürecin neden daha az veya fazla bilinçli şekillerde olabileceğini anlatmak için bir mantık, düşünce yolu sunmuştur. Jung’un analitik psikoloji sistemi (1969) , kişilik fonksiyonlarını anlamak için yapılmış katkıların çok karmaşık bir serisidir. Ve Jung’un birçok düşüncesi, burada detaylı bir şekilde verilecek olan düşüncelerin (ve ikinci bölümde psikolojisi açıklanacak olan Paul Federn düşüncelerinin) önderliğini yapmıştır. Jung, teorilerinin çoğunu öncelikle klinik pratiğin üzerine kurmasına rağmen, birçok “nesnel” bilim adamını, teorilerinin önemi konusundaki memnuniyetlerini göstermekte zora sokma adına kesinlikle bir gizeme sahiptir. Biz burada Jung’un sadece doğrudan ego durum teorisinin gelişimi üzerine yaptığı çalışmalarını ele alacağız.

 

 

Federn’in ego durum teorisine temel oluşturan en büyük iki katkısı; daha önce Jung tarafından bahsedilmişti : Zihinsel enerji kavramı ve kişiliğin birlik aksine çokluktan oluştuğu inancı. Jung, Beahrs (1986) tarafından da ele alınan bir pozisyon olan zihnin bilinç ve bilinçsizlik arasında denge kurabilen değişik bileşenlere sahip olduğunu gözlemlemiştir. Jung, “kompleks”lerin kişilikler dahilinde yani kümeleşmiş birtakım bilinçsiz düşüncelerin varlığını da savunmuştur. Bir insanın komplekse sahip olmadığını aksine kompleksin kişiye sahip olduğunu iddia etmiştir. Bu düşünce Federn’in ego durumu teorilerine ve bizim yönetici ego durumlarına çok yakın görünmektedir yani kendini çoklu kişiliklerde ortaya çıkaran benlik, mevcut zaman içinde bulunmaktadır. Jung, aynı zamanda, ırksal veya kolektif bilinçaltı dahilindeki kalıcı gizli yapı modellerini tarif etmiştir. Ego durum terapisi böyle mevcudiyetleri ortaya koymazken, Jung’un insan davranışları ve tecrübeleriyle ilgili çokluk kavramı bizim teorimize bir temel oluşturmuştur.

 

 

Farklı şekilde tarif edildiği ve nitelik bakımından farklı şekillerde faaliyet gösterdikleri halde zihinsel enerjiler kavramı Freud’un libidosu ve Federn’in ego ve nesne kateksleriyle (cathex) aynı doğrultudadır. Sullivan (1980) insanoğlunu bir enerji sistemi olarak kabul etmiştir. Buna bağlı olarak, bu düşünce bir çok eski düşünür tarafından dile getirilmiştir. Fakat, ego durum teorisinde , bu düşünceyi daha detaylı olarak zihinsel bozuklukları anlama ve bunları tedavilere uygulama konusundaki çabaları göreceğiz.

 

 

Bizim ego durum teorimiz Hilgard’ın hipnozun yeni-ayrıştırma( neo-dissociation) teorisi ve "“gizli- gözlemci” fenomeni üzerine yaptığı çalışmalardan (1977, 1986, bakınız Nadon 1988) gibi son zamanlardaki bulgulardan da etkilenmiştir. Fakat, ego durum teorimizin ilk şeklinin oluşması 1970’lerin başında olmuştur. Braun (1986), Coons (1984), Kluft (1987), Kluft ve Fine (1993) ve Putnam (1986), Ross(1989) ve son günlerdeki diğer bilim adamlarının ayrışma alanında yaptığı çalışmalar ego durum psikolojisinin hem teori hem de pratik aşamasındaki değişim ve gelişimlerine katkısı olmuştur.

 

 

Biz bu teoriyi ve pratikleri birçok seminerde sundu. (bakınız Steckler 1989). Ve bu düşüncelere karşı muazzam bir ilgi olduğunu gördük, aynı zamanda klinikçiler kişiliği bir çokluk olarak görme bakış açısına göre tedavi ettikleri hastalarında aldıkları başarılı sonuçlarla ilgili yazılar gönderdiler. Pratik alanda ortaya çıkan bu düşüncelerin daha çok araştırma sonucunda daha da güçleneceğini umut ediyoruz.

 

 

Hiçbir “derin” psikoloji veya analitik tedavi Freud’un ve onu savunan düşünürlerin ölümsüz etkilerini hesaba katmadan öne sürülemez. Freud’un bilinçaltı süreçler ve savunma mekanizması konusundaki çalışmaları özellikle baskı konusu, insanın motivasyonuyla ilgili araştırmalarda temel oluşturmuş ve bizzat kendisinin denediği ve sonra kullanmadığı hipnoz tekniği de etkili olmuştur. Psikanalizin birçok gelişme ve keşiflerinin, ayrıca hem teorimizi hem de terapimizi etkileyen psikanalizin onlarca düşünce tarzına çok şey borçlu olduğumuzun farkındayız. Aslında,bu Edoardo Weiss’in (bir Freud analisti) kişisel analiz süreçleri ve bunu takip eden denemeleriyle artı, birimizin (JGW) bilinçaltı süreçleri keşfi konusundaki hevesi olan hipnoterapi araştırmaları ve pratiği sayesinde ortaya çıkmıştır.

 

 

Ego durum teori ve terapisini sunarken, şunları da sizlere vermeye gayret göstereceğiz:

 

 

 

 

 

· Teorinin geliştirildiği kaynakları göstermek,

 

 

· Kullanacağımız kavramları ilk defa ortaya atan düşünürlere verdiğimiz onay

 

 

· Onların davranış ve tecrübesel fenomenleri anlatmak yolunda eksik veya yetersiz kalmış teorisel katkılarını göstermek

 

 

· Federn’in temel kavramlarının hangi kısımlarıyla aynı fikirde olduğumuzu ve nerelerde farklı düşündüğümüzü göstermek

 

 

· Bu fenomeni daha anlaşılabilir kılacağına inandığımız değişiklikleri sunmak ve

 

 

· Bu anlayış üzerine kurulu terapik prosedürleri ve tedavi konusunda etkili bulduğumuz yöntemleri sunmak

 

 

Kullanılan kavramlar tanımlanacak, açıklanacak ve okuyucunun aynı anlamı verebilmesini garantilemek için örnekler verilecektir. Bazı durumlarda kullandığımız terimler, diğer teorist ve pratisyenlerinkiyle aynı olmayabilir. Çabalarımız, geçerliliğini er ya da geç, kanıtlasın veya kanıtlamasın, ego durum teorisini anlaşılabilir bir şekle getirebilmek içindir.

 

 

Ego durum terapisi analitik bir tedavi yöntemi olmasına rağmen (hem kavramsal hem de pratik teknikleri olarak) birçok önemli noktada psikanalizlerden farklılık göstermektedir. Buna göre, Freud’un yakın ve iyi bir dostu olan Paul Federn’in ( 1943,1947a, 1947b, 1952) teorilerini,ego durum teorisini geliştiren ve etkisi altında kalınan bir sonraki en büyük kaynak olan,Federn’in analizcisi Edoardo Weiss’e olan yansımalarıyla birleştirdik.

 

 

Federn, Freud’un tek enerji teorisi (libido)nun yeterli ölçüde açıklayamadığı birçok psikolojik fenomeni (olayı)açıklamak için iki-enerji teorisini öne sürmüştür. Biz bunu dahi, kliniksel olduğu kadar tecrübesel bilgilerimizin ışığında değiştirdik. Federn’in düşüncelerinin, ne Federn’in ne de Weiss’in dikkat ettiği şartlarda, uyarlamaların normal problemlere yapılabildiği gibi, ayrıştırma tedavisine ve diğer psikolojik bozuklukların birçok çeşidine daha kapsamlı olarak uygulanabileceğine inanıyoruz. Ego durum terapisi de buna bağlı olarak onların teorilerinin değişik versiyonları ve bu bölümde bahsettiğimiz diğer yazarlardan etkilenerek uygulanan bir takım terapik taktik ve stratejidir. Ayın zamanda bu terapi bir şekilde normal kişiliğin ve kişiliğin gelişiminin patolojisinin ve özellikle “benlik” kavramını oluşturan şeyin ne olduğunu gözlemleyen değişik yolları anlatmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...