Jump to content

Victor Hugo Şiirleri


vhercle

Önerilen Mesajlar

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?

sevmek için güzele mi bakmalı?

çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?

özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?

saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

solması için gülü dalından mı koparmalı?

pembe bir gonca iken gül dalında solamaz mı?

öldürmek için silah, hançer mi olmalı?

saçlar bağ, gözler silah, gülüş kurşun olamaz mı?

 

 

Victor Hugo

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tutsak olmasaydım eğer

Severdim bu ülkeyi

Ve bu kederli denizi,

Mısır tarlalarını,

Uçsuz bucaksız yıldızları

Severdim,

Loş bir duvarın gölgesinde

Işıldamasaydı sipahi kılıçları.

 

Zalimlik bence

Siyah bir harem ağasına hizmet ettirmek,

Akort et demek gitarımı,

Tut aynayı yüzüme;

Oysa günahkâr Sodom’dan uzak

Bu ülkede,

Doyum olmaz

Gençlerin hoş sohbetine.

 

Bir kıyı seviyorum

Kışın soğuk soluğundan uzak,

Yazın, yağmuru sıcak

Ve otların arasında

Başıboş gezer böcek

Zümrüt yeşili, parlak.

 

Boynunda güzel kolyesiyle

Bir prensestir İzmir,

Mutlu ilkbahar her zaman

Çağrısına ses verir;

Ve demette gülümseyen çiçekler gibi

Açılır takımadalar birer birer,

Sarar mavilikleri.

 

Seviyorum parlak kırmızı kuleleri,

Utkan bayrakları,

Çocuk oyuncakları gibi,

Altın sarısı evleri;

Seviyorum,

Bir o yana, bir bu yana beşikte

sürüklenen düşlerim için

Fillerin üstünde sallanan çadırların hayalini.

 

Bu periler sarayında

Coşar yüreğim birden,

Kulağımda meleklerin sesi

Uzak çöllerden gelen;

Sonsuz şarkıların ahengi

Karışır seslerine,

Melekler usul usul

Şarkı söyler göklerde.

 

Ben bu yörelerin

Yakıcı, tatlı kokularını severim,

Yaldızlı camlardan sarkan

Titrek yaprakları,

Eğilmiş palmiyenin altında

Kaynağından akan suyu,

Beyaz minarelerin üstünde

Ak leyleği severim.

 

Yosunlara dalar,

Bir İspanyol havası tuttururum

Dans ederken dostlarım,

Yeri inletircesine,

Yusyuvarlak bir şemsiyenin gölgesinde;

Bir alay avare, gülen yüzler ve neşe...

 

Hele bir meltem

Dalgalanırsa tenimde,

Gece oturmayı severim,

Oturup düş kurmayı gözlerim denizin derinliklerinde,

Ve açar ay gümüş yelpazesini, soluk ve sarışın,

Dalgaların içinde,

Victor Hugo

Temmuz, 1828

Türkçesi: Zeynep Özkal

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

tutsak olmasaydım eğer

severdim bu ülkeyi

ve bu kederli denizi,

mısır tarlalarını,

uçsuz bucaksız yıldızları

severdim,

loş bir duvarın gölgesinde

ışıldamasaydı sipahi kılıçları.

 

zalimlik bence

siyah bir harem ağasına hizmet ettirmek,

akort et demek gitarımı,

tut aynayı yüzüme;

oysa günahkâr sodom’dan uzak

bu ülkede,

doyum olmaz

gençlerin hoş sohbetine.

 

bir kıyı seviyorum

kışın soğuk soluğundan uzak,

yazın, yağmuru sıcak

ve otların arasında

başıboş gezer böcek

zümrüt yeşili, parlak.

 

boynunda güzel kolyesiyle

bir prensestir izmir,

mutlu ilkbahar her zaman

çağrısına ses verir;

ve demette gülümseyen çiçekler gibi

açılır takımadalar birer birer,

sarar mavilikleri.

 

seviyorum parlak kırmızı kuleleri,

utkan bayrakları,

çocuk oyuncakları gibi,

altın sarısı evleri;

seviyorum,

bir o yana, bir bu yana beşikte

sürüklenen düşlerim için

fillerin üstünde sallanan çadırların hayalini.

 

bu periler sarayında

coşar yüreğim birden,

kulağımda meleklerin sesi

uzak çöllerden gelen;

sonsuz şarkıların ahengi

karışır seslerine,

melekler usul usul

şarkı söyler göklerde.

 

ben bu yörelerin

yakıcı, tatlı kokularını severim,

yaldızlı camlardan sarkan

titrek yaprakları,

eğilmiş palmiyenin altında

kaynağından akan suyu,

beyaz minarelerin üstünde

ak leyleği severim.

 

yosunlara dalar,

bir ispanyol havası tuttururum

dans ederken dostlarım,

yeri inletircesine,

yusyuvarlak bir şemsiyenin gölgesinde;

bir alay avare, gülen yüzler ve neşe...

 

hele bir meltem

dalgalanırsa tenimde,

gece oturmayı severim,

oturup düş kurmayı gözlerim denizin derinliklerinde,

ve açar ay gümüş yelpazesini, soluk ve sarışın,

dalgaların içinde,

 

victor hugo

temmuz, 1828

türkçesi: zeynep özkal

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

AH , BEN UYKUDAYKEN SEN BAŞUCUMA GELSEN...

 

Ah, ben uykudayken sen başucuma gelsen,

Petrarca'yı ziyaret ettiği gibi Laura'nın, (1)

Değse bana nefesin tam yanımdan geçerken,

İşte o zaman birden

Aralanır dudağım!

 

Kaç zamandır tutsağı karanlık bir hayalin,

Bitmeli mi bu rüya? Şu kederli yüzüme,

Bir yıldız gibi doğsun senin o gözlerin,

İşte o an düşlerim

Aydınlanacak yine!

 

 

Bir kıvılcımın uçuştuğu dudaklarıma

Tanrı'nın arıttığı o aşk parıltılarına,

Bir öpücük kondur, melekten kadına dön,

Ah o zaman ruhum

Uyanır uykusundan!

 

(1)İtalyan ozanı Petrarca (1304-74) şiirlerinden birinde ölümünden sonra şiirlerinin kadın kahramanı Laura tarafından mezarının ziyaret edildiğini düşler.

 

Çeviren: Tozan Alkan

BOAZ UYKUDA

 

Uzanmış uyumuştu Boaz, iş yorgunu;

Bütün gün didinmiş durmuştu harmanında;

Sonra serip her günkü yere yatağını

Uyumuştu Boaz, ölçeklerin yanında.

 

Epeyce tarlası vardı bu ihtiyarın;

Zengindi, ama hakkı hukuku bilirdi;

Rengi saftı değirmenindeki suların;

Cehennem odu değildi ocağındaki.

 

Gümüş sakalı Nisan çayına benzerdi;

Ne hasisti, ne de haset vardı içinde;

“Mahsustan düşürün de toplasınlar,» derdi

Ekin devşiren fakir kadınlar görünce.

 

Hiçbir vakit ayrılmamıştı doğru yoldan;

Fukara babasıydı, gönlü pek ganiydi;

Beyaz harmanisi kadar temiz bir vicdan.

Halka açık ambarları sebil gibiydi.

 

Babacandı, yakınlarına sıdkı vardı;

İşini bilirdi, eli açık olsa da;

Kadınlar gençlerden çok ona bakarlardı;

Gençler güzel ama olgunun hali başka.

 

O ki asıına dönmekte olan kişidir,

Geçer yalan dünyadan ebedî dünyaya;

Gencin gözündeki ihtiras ateşidir,

İhtiyarınkinde başka bir nur, bir ziya.

 

İşte böyle uyuyordu Boaz, gecede,

Ekin tınazları birer mâbede benzer;

Rençberler, üçer beşer, hepsi bir köşede;

Eski zamanlar, eski günlerdi o günler.

 

İsraillilerin başında bir hakim vardı;

Ömrü çadırlarda geçen adam, toprakta

Devlerin ayak izini görür, korkardı;

Toprak tufan sularıyla ıslaktı hâlâ.

 

Uyuyordu Boaz, Yakub’un, Yahuda’nın

Uyuduğu gibi, dalla örtülü üstü;

Birdenbire başı üzerinde, semanın

Aralanan kapısından, bir rüya gördü.

 

Bu rüyada Boaz’ın karnından bir meşe

Çıkıp ta mavi göklere yükseliyordu.

Bu bir nesildi, uzun bir zincir halinde;

Bir kıral doğuyor, bir tanrı ölüyordu.

 

Ve Boaz şöylece mırıldandı içinden:

“Ben nasıl olur da bu nesle baş olurum?

İhtiyarım; aşağı yukarı yaş seksen;

Ne bir karım var dünyada, ne de bir oğlum.

 

“Yıllarca koynumda yatan kadın, ey Tanrım

Benim evimdeydi senin evine gitti;

Gitti ama gene beraber sayılırım;

O yarı canlı, bense yarı ölü şimdi.

 

«Benden bir nesil doğacak! Nasıl olur bu?

Nasılolur da benim çocuklarım olur?

Genç olsam neyse, çünkü insan genç oldu mu

Geceden sıyrılan gün zaferle doludur.

 

«İhtiyarım, hazan yaprağı gibi kuru;

Karım yok, yalnızım, bir ayağım çukurda;

Belim bükülmüş, Tanrım, mezarıma doğru,

Nasıl eğilirse suya, susuz bir boğa.»

 

Böyle söylüyordu rüyada, vecd içinde;

Boaz, uykulu gözleri önünde Tanrı.

Ne bilsin çınar gül açtığını dibinde?

Onun da ayak ucunda bir kadın vardı.

 

O öyle uyurken Rut, Moab’lı bir kadın,

Ayak ucuna uzanmıştı, göğsü üryan;

Kimbilir ne hayr umuyordu bu adamın,

Büyük nuru getirecek uyanışından.

 

Ne Boaz’ın bu kadından haberi vardı,

Ne de Rut biliyordu Allah’ın emrini.

Etrafı otların hafif kokusu sardı,

Bu fısıltı dalgası Galgala şehrini.*

 

Muhteşem bir zifafa hazırlıktı gece.

Herhalde görünmez melekler uçuyordu;

Çünkü havadan arasıra ve gizlice

Kanada benzer mavi şeyler geçiyordu.

 

Boaz’ın nefesi yosunlar üzerinden

Akan suların sesine karışıyordu.

En güzeliydi dünyanın mevsimlerinden;

Tepelerde beyaz zambaklar açıyordu.

 

Rut dalgındı, Boaz uykuda, otlar kara;

Bir nabızdı sürülerin çıngırak sesi;

Gökten geniş bir rahmet iniyordu arza;

Arslanların suya gittiği saatlerdi.

 

Jerimadeth* ve Urida her şey rahat, sakin;

Loş semada yıldızlar yanıp sönüyordu;

Karanlığın çiçekleri içinde narin

Bir hilal parlıyor ve Rut düşünüyordu.

 

Hareketsiz bakıp duvağının altından;

Hangi Tanrı, ebedi yazın hasadında,

Giderken fırlatmış atmıştı bu altından

Orağı bu yıldız dolu gök tarlasına?

 

 

(Ülkü, 1.11.1945 )

(Fransız Şiiri Antolojisi)

 

Çeviri: Orhan Veli

 

ŞAİRİN GÖREVİ

 

 

I.

Niçin sürgünsün şair yaşadığın toplumda? (1)

Işıksız bir karmaşadır siyasal partiler,

Bir yararı olur mu şu tasasız ruhuna?

Çiçeğe durmuş şiirin sararıp soluyor;

O boğucu, kirli havalarında onların,

Güzelim buhurların, günnük kokuların;

Şaşırıyor yolunu soluklarını duyunca.

Köle ruhlu kavgalarında senin yüreğin,

Çimeni gibidir yaşadığımız kentlerin

Gelip geçenlerin ayaklarının altında.

 

Halkın ve kral, dumanlı, sisli başkentlerde

Nasıl çarpışıyor iki ölümcül güç gibi,

Duymuyor musun seslerini dehşet içinde,

Sen ey toprağına tohum serpiştiren çiftçi!

Sen ey şair, sen ey usta, kapat kulağını!

Bu şamatanın sana hiçbir yararı var mı?

Gürültünün patırtının içinden gelen

Bu insanların arasında asla yer alma!

Dizelerde tanrıya şarkılar söyleyen sen

Uzak dur, uzak dur, onlara sakın karışma!

Arınmış ruh, şarkını göklerde meleklerin

Verdiği huzurlu, barışçı konserde söyle!

 

Sen ey kutsal çiçek, sen de gidip çöllerin

Engin gökleri altında serpilip büyü!

Sen ey düşsever insan, sığınakları ara!

Gizli mağaraları, barınakları ara!

Unutuşa kanat aç bulmak için sevdayı,

Sessizliğe koş eğer işitmek istiyorsan

Gökten gelen o sevecen ve o ciddi sesi,

Loş yerlere koş gönü görmek istiyorsan.(2)

 

Haydi ormanlara git, haydi sahillere git!

Kendi tatlı şarkını oralarda bestele!

Yaprakların ve gök gibi mavi dalgaların

Şarkılarıyla, ilahileriyle birlikte.

Tanrı seni bekliyor kutsal bir yalnızlıkta;

Tanrı ne çokluklarda, ne kalabalıklarda;

İnsan küçüktür, nankördür ve beyhudedir.

Her şey kırlarda titreşir, kırlarda ah çeker.

Doğa büyük bir çalgıdır, büyük bir lirdir,

Şair ise o büyük lirin kutsal yayıdır.

 

Fırtınalarımızdan çekil ey bilge kişi!

Bu imparatorluk ki tehlikeli sularda,

Yol alıyor, ne dümeni var ne pusulası

Sen sakın aldanma, sen sakın kanma ona!

Bu gemi senin için bir aralık ayında,

Bir balıkçının kurutmak için ağlarını

Gerdiği odasının en ücra köşesinden,

Uğursuz bir gürültüyle gece karanlıkta,

Ürperen ve yana yatmış direkleriyle,

Geçişini duyduğu bir gemi gibi olmalı.

 

 

 

II.

Çok yazık! diyor şair, yazık, hem de çok yazık!

Ben suların ve ağaçların sevdalısıyım;

Onların mırıltıları, fısıltılarıyla

Yoğruldu, olgunluğa erişti yetkin aklım.

Kin, nefret yoktur evrenin yaratılışında.

Engeller yoktur onda, zincirler yoktur onda.

İyilik doludur çayırlar, dağlar, tepeler;

Gülleri, çiçekleri anlatır bana güneşler;

Doğada, uçsuz bucaksız bir huzur içinde

Ruhum dört bir yana ışıklarını saçar.

 

Seviyorum seni, seviyorum kutsal doğa!

Senin içinde eriyerek sen olmak da var;

Oysa serüvenlerin yaşandığı bu çağda

Herkes kendini başkasına tutsak kılıyor.

Her düşünce bir güçtür, her düşünce kuvvettir.

Tanrı özsuyunu kabuklar için yaratır,

Yeşermiş, çiçek açmış dalları kuşlar için,

Ovadaki bitkiler, otlar için dereleri,

Dolu kadehleri dudaklarımız için,

Akıllar için düşünürü, bilge kişiyi.

 

Tanrı böyle istiyor çelişkili zamanlarda,

Herkes çalışır ve herkes bir hizmet sunar.

Kardeşlerine dönüp de "Ben artık çöle

Gidiyorum" diyenlere yazıklar olsun!

Kinler, nefretler, rezillikler şu şaşkın,

Huzursuz halkın yakasına yapışmışken

Ne ayıp ayakkabısını giyip gidene!

Hiçbir işe yaramayan bir şarkıcı gibi

Kentin kapılarından apar topar tüyen,

Kırık dökük düşünüre yazıklar olsun!

Daha güzel günleri hazırlamak için şair

Karanlık günlerde, kötü günlerde gelir.

Ütopyaların, düşsel ülkelerin adamıdır;

Ayakları burada, gözleri başka yerdedir.

İster yersinler onu, ister övsünler, ne gam!

O peygamberler gibidir, her an, her zaman

Ve her yerde, içine her şeyi sığdırdığı,

Elinde salladığı bir meşale gibi

Geleceğimizi, güzel günleri aydınlatır.

 

Halklar sıkıntıya düştüğünde onları görür,

Hep aşklarla dolup taşar tüm düşleri.

O düşler ki nesnelerin ona fırlattığı

Gölgelerin, karanlıkların ürünüdür.

Alay etsinler onunla, varsın etsinler,

O düşünmeyi sürdürür ve kitlelerin

İşitmediği şeyi sessizliğe kaydeder.

Kimileri küçümser, görmezden gelir onu

Bu boş insanların sözlerine güler geçer,

Kahkahayla güler ve sessiz sessiz düşünür.

 

Uğultularını ve hıçkırıklarını

Dalga dalga kumsallara yayan kalabalık,

Bir okyanus gibi düşlerimizin üstüne

Kuşkuyu ve alayı yayan kalabalık,

Seni kıvançlandıran soylu, yüce düşünce

Devam ediyor gök bak hâlâ kekelemeye,

Ama yaşamın damgasını da taşıyor,

Çünkü insan soyu var Havva'nın karnında

Kartal yumurtasında kartal, meşe palamudunda

Meşe var! Bir beşiktir Ütopyalar da!

 

Zamanı geldiğinde kamaşmış gözlerinizle,

Bu beşikten, serpilip açmış yürekler için,

Daha iyi bir toplumun çıktığını göreceksiniz.

Hakkın doğurduğu görevin, kutsal düzenin,

Galip gelen inancın ve iyi geleneklerin,

Çıktığını göreceksiniz. Bu devingen ve

Hep kıvançlı ya da hep üzgün kalabalık,

Yasanın ancak düşler kurarak devşirdiği

Bir şeylerin tohumunu bir gün atacaktır.

Bir gün ayaklarının üstünde duracaktır.

 

Fakat bu güçlü tohumları taşımak için,

İçinde kutsal ışınların arındırdığı,

Esin dolu, sapasağlam yürekler gerek.

Katıksız yürekler, tertemiz yürekler gerek.

Alabora olur tayfası olmayan gemi

Kadırganın yol alması için nasıl ki

Kürekçiler her iki yandan kürek çekerse,

Herkesi ve herşeyi anlayan Tanrının da

Ancak büyük ruhlara düşüncelerinin

İki yanında kürek çektirmesi gerek.

 

Uzak dursun sizlerden kutsal kuramlar, (3)

Uzak dursun gelecek zamanın yasaları,

Geçmişte sizin yıldızınız altından giden,

Sonra sanrının arkasına gizlendiği,

Örtüyü kaldırıp atıp da ruhunu pintilik,

Ve tutkunun en alçakça emellerine

Hiçbir şey olmamış gibi hemen teslim eden,(4)

Geçmişi, anıları, umutları olmayan,

Bu solgun dudaklı konuşmacı, bu hatip

Uzak dursun sizlerden, uzak dursun sizlerden!

 

Uzak durur adı insan sarrafına çıkan,

Keselerini altınla doldurmak isteyen,

Efendisini yeni hizmetçiler taşıyan,

O eski rahip gülücüğünü götüren,

Dinselliğini pazara çıkarıp satan,

Yırtık gülücükleriyle tüm kötülüklerin,

Göbek attığı bu zevk, bu eğlence cümbüşünde,

Başkaları düşünürken o kafayı çeken,

Gerçek hazineleri çar çur edip kaybeden

Cüce ruhlu mağrur devden uzak durun! (5)

 

Dört yol ağızlarında sağa sola sataşan

Boş öfkelerden, hiddetlerden uzak durun!

Günün birinde kaplan kesilecek olan

Halkın sevdiği bu kedilerden uzak durun!

Halk dalkavuklarından, saray yağcılarından,

Partisinin orta yolcu olduğunu söyleyen

Çıkarcı, bencil politikacıdan uzak durun!

Uzak durun bütün sönmüş köseğilerden,

Göğüslerinde bir ruh taşımayanlardan,

Ve ruhlarında Tanrıyı taşımayanlardan!

 

Yalnızca bu adamların eline kaldıysak,

Ulu Tanrım, içinde yaşadığımız bu çağda,

Şair nasıl olur da bağırmaz acı içinde

Nasıl olur da bağırmaz "yazık! yazık!" diye

Bir gün utançtan yüzünü de gösteremez,

Evinin eşiğinde, öyle bekler ayakta,

İnmek üzere olan akşamın karşısında,

Silinen, yitip giden güne göz yaşı döker,

Ufkun dört köşesine, ufkun dört bir yanına

Korkunç bir hayalet gibi küllerini saçar. (6)

 

Bulutlarda gezen çakırdoğanları gibi

Gülüşleri duyulur utkulu şairlerin,

Yergici şairlerin, alaycı şairlerin,

Aristofanes'lerin, (7) ve kara şairlerin.

Sayısız utancımızı yüzümüze vurmak için,

Petrone (8) karanlıkta uykusundan uyanıp,

O ünlü Romalı üslubuna sarılırdı.

Aşağılık, alçak çağımızın yöresinde

Archiloque'un (9) topal vezni, aksayan vezni

Bir kırbaç gibi hoplayıp zıplardı elinde.

 

Ama Tanrı geri çekilmez hiçbir zaman,

Bu güneş ki her şeye bir soluk kazandırır,

Hiçbir zaman tümüyle yitip gitmedi gözden,

Tümüyle batmadı gizlendiği tepelerden.

O hep üzgün ve tasalı koyaklar için,

Körleştirilmiş karanlık şu ruhlar için,

Gururun yoldan çıkardığı yürekler için,

Uçurumların üzerindeki bir doruğa

Işınlarını bırakır, ışınlarını ve

Bazı gerçekleri bırakır alınlar üstüne.

Durmayın haydi yüce ruhlar ve düşünceler,

Durmayın kemirilmiş sıkıntılı beyinler,

Durmayın hasta yürekler, yaralı gönüller,

Sizler dua edenler, güzel şeyler düşünenler!

 

Haydi biraz cesaret, ey gelecek kuşaklar!

Fırtınanın, boranın ormanda ağaçlarda,

Kopardığı gürültüyle, istemeyerek de olsa

Gelen sizler! haydi biraz daha cesaret!

 

Dur durak bilmeksizin amaçsız dolaşanlar,

Sizler! yolun zifiri karanlıklarında,

Ellerini uzatarak düşünüzün şekillerini

Gördüğüne inanan gezgin kuşkucular!

Sizler, kafaları acı çeken düşünürler!

Sizler, ilahi bir dehşetle dolu olanlar!

Koyak'ın böğürtlerine sarkmış olarak

Uçurumların kıyılarına tutunanlar!

 

Sizler, bu kederli ve utkulu dalgaların

Denizinde kazaya uğrayan ey insanlar!

Sizler, denizden tir tir titreyerek çıkanlar!

Sizler! Yalnızca yüreklerini kurtaranlar!

 

Bütün sabahlarda, çiçeklerin arasında

Sizler, güneşin doğduğunu gören bilgeler!

Ve bu kutsal ışıkların içine gömülmüş

Tan kızıllığında yeniden gelirsiniz siz.

 

Sizler, ey savaşçılar! Gün doğmadan elini,

Kolunu yıkamak için hazır bekleyenler!

Sizler, odalarda düşler, hayaller kuranlar!

Gözleri karanlığın içinde yitip gidenler!

Sizler, ey sabrın ve direncin insanları!

Sizler, ey hep mutlulukları dileyenler!

Sizler, hâlâ İsa efendimizin eteğini

Ve hâlâ umudu avuçlarında tutanlar!

 

Sizler ellerinde lamba, bir şey arayanlar!

Sizler tek silahı övendire olan çobanlar!

Dayanın ey dağlarda, beldelerde olanlar!

Dayanın, dayanın, ey vadilerde olanlar!

 

Yeter ki her biriniz dar bir keçi yolunu

Bir sabahın izini, bir karığı izlesin;

Yeter ki hepinizin kara bir dalga olan

Kıyısı Tanrı ve kuzey yeli bulut olsun;

 

Yeter ki siz inancınızı eksik etmeyin,

Yeter ki siz kıvançlıyken ya da kederliyken

Bir çocuğa, bir yıldıza ya da bir çiçeğe

Zaman zaman sevgi dolu gözlerle bakın;

 

Yeter ki köle ya da özgür yurttaş demeden

Her şeyde ve herkeste sevecek bir yan bulun,

Yeter ki siz, teninizin her bir dokusunda

Evrensel insanlığın titreştiğini duyumsayın.

 

Dayanın, karanlığın ve köpüğün içinde

Hedef çok yakında ortaya çıkacak,

Sisin, dumanın içindeki insanlık soyu

Bir sözcük değildir, bir bilmecedir ancak.

 

Öne eğilmiş alınlarınızın üstünden

Yeterince geceler ve fırtınalar geçti.

Kaldırın gözlerinizi, kaldırın başınızı!

Işık orada, yukarıda, yürüyün haydi!

Ey halklar, kulak verin, kulak verin bu şaire!

Ey halklar, kulak verin bu kutsal düşsevere!

Gece alnı ışıklı olan yalnızca odur,

O muştulayacaktır size karanlıkları,

Delecek olan gelecek zamanları

Açılmamış tohumu yalnız o bilebilir

Bir kadın gibi tatlıdır erkek ve Tanrı,

Ormanla ve dalgalarla nasıl konuşursa,

Onun ruhuna da öyle usulca seslenir,

Yumuşak, sevecen ve usul bir sesle.

 

Çünkü O'dur bütün dikenlere karşın,

Arzulara ve kederli olaylarla karşın,

Yıkımlarınız içinde eğilip geleneği

Toplayarak yürümeye devam eden odur.

Gökyüzünün kutsayabildiği her şey,

Ve yeryüzünün kapladığı her şey,

Bereketli, verimli bir gelenekten doğar.

Kökü geçmişe dayanan bütün düşünceler,

İster insansal olsunlar ister tanrısal,

Gelecekte de yaşar ve çiçekler açar.

 

Işık saçıyor şair sonsuz gerçek üstüne

Işık saçıyor şair, saçıyor alevlerini,

Olağanüstü bir aydınlıkla ruhumuz

İçin ışıl ışıl parlatıyor gerçekleri.

Boğuyor ışığıyla, ışığıyla dolduruyor,

Kenti, çölü, Louvre'u ve kulübeyi,

Bütün ovaları, bütün dağları ve tepeleri,

Kaldırıyor perdeyi gizlerin üzerinden

Çünkü şiir kralları ve şiir çobanları,

Yıldızdır, Tanrının yolunu gösteren. (10)

 

 

(1) Diğer insanların tersine şair kalabalıkların içinde kendini sürgün hisseder.

(2) Hugo, "Görünüm" adlı piyesinde de bu düşünceyi işler.

(3) Vigny de "Katıksız Tin" terimiyle aynı düşünceyi işler.

(4) Hugo Tevrat'a gönderme yapıyor.

(5) Hugo burada her dönemin başbakanı Talleyrand'ın portresini çiziyor.

(6) Hugo Tevrat'a gönderme yapıyor.

(7) Aristophane: V. yüzyılda yaşamış Atinalı ünlü güldürü yazarı.

(8) Petrone: Satyricon'un yazarı. Neron'un çok sevdiği yazar. Zamanın gelenek ve göreneklerini hicvediyordu.

(9) Archiloque: İ.Ö. VII. yüzyılda yaşayan yergici İyonyalı şair.

(10) Çocuk İsa'nın önünde bağlılıklarını bildirecek olan krallar ve çobanları Beytlehem'e götüren yıldız gibidir şiir.

 

Çeviren: Tozan Alkan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Dilenci

 

Sen hergün köşebaşlarında

Yırtık urbanla kirli ellerinle

Avuç açan, sefil insan.

İnan yok farkımız birbirimizden

Sen belki tüm yaşamınca dilenecek;

Beklediğin beş kuruşu biri vermezse

Ötekinden isteyeceksin.

Ama ben tüm yaşamım boyunca

Tek bir kez dilendim

Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.

Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,

Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.

Victor Hugo

 

mükemmel bir şiirdir..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...