Jump to content

Dünyanın Problemi Sensin!


Termevsimi

Önerilen Mesajlar

İnsanlığın yüzleştiği bunca problem varken, nasıl olur da kendi mutlulu- ğumuzla bu kadar uğraşabiliriz?

 

Açlık, yoksulluk, berbat yaşam koşulları, kendi yetenek ve becerilerini geliştire- bilmek için bu kadar az olanaklar...

 

Aslında kendi problemlerini bırakmadan evvel dünyanın problemlerini anlamak için doğru bakış açısına sahip olmazsın. Kendi evin öyle berbat durumda ki, kendi varlığının içi öyle berbat durumda ki, nasıl engin sorunları anlayabilmek için doğru bakış açısına sahip ola- bilirsin? Sen henüz kendini dahi anlamamış haldesin; oradan başla çünkü başka her baş- langıç yanlış başlangıç olacaktır.

 

Zihinleri son derece bulanık halde olan insanlar başkalarına yardım etmeye başlar ve çözümler önermeye başlar; bu insanlar dünyada çözdüklerinden daha çok problem yarat- mıştır. Bunlar, gerçek zarar verenlerdir: politikacılar, ekonomistler, sözde yardımseverler, misyonerler. Bunlar gerçek zararlılardır; onlar henüz kendi içsel bilinçlerini çözmemiştir ve herkesin üzerine atlamaya ve herkesin sorunlarını çözmeye hazırdır. Aslında bu yolla onlar kendi gerçeklerinden kaçınıyor, onunla yüzleşmek istemiyorlar. Başka bir yerde, başka biri- siyle meşgul olarak kalmak istiyorlar. Bu onlara yapılacak bir şey verir; bu, iyi bir çarpıt- madır.

 

Unutma, dünyanın problemi sensin. Problem sensin ve sen çözülmedikçe yaptığın her şey olayları daha da karmaşıklaştıracaktır. Önce kendi evini düzene sok, orada bir kozmos yarat ... o bir kaostur.

 

Antik bir Hint masalı vardır, çok eski ama çok büyük öneme sahip bir öyküdür.

 

Çok büyük ama aptal bir kral sert zeminin ayağını acıttığını söyleyip tüm krallığın sığır deri- siyle kaplanmasını emretmiş. Ancak, sarayın maskarası bu fikre kahkahalarla güldü; o, bilge bir adamdı. Dedi ki: “Kralın fikri en basitinden komik.”

 

Kral çok kızmıştı ve maskaraya dedi ki: “Bana daha iyi bir seçenek göster, yoksa öldürüle- ceksin.”

 

Maskara, “Efendim küçük bir sığır derisi parçasını kesip ayağınızı kaplayın,” dedi. Ve ayak- kabılar bu şekilde doğdu.

 

Bütün dünyayı sığır derisiyle kaplamaya gerek yok; sadece ayağını kaplamak tüm dünyayı kaplar. Bilgeliğin başlangıcı budur.

 

Evet, katılıyorum, sorunlar vardır. Çok büyük sorunlar vardır. Hayat öyle bir cehennem ki. Perişanlık var, fakirlik var, şiddet var, her türden çılgınlık etrafta kol geziyor; bunlar doğru ama yine de ben sorunun, bireyin ruhundan ortaya çıktığında ısrarcıyım. Sorunlar vardır çünkü bireyler kaos içerisinde. Toplamdaki kaos bir bileşkeden başka bir şey değildir; hepimiz kendi kaosumuzu onun içine akıttık.

 

Dünya bir ilişkiden başka bir şey değildir; birbirimizle ilişki halindeyiz. Ben nevrozluyum, sen nevrozlusun, o zaman ilişki çok çok nevrozlu hale gelir; sadece iki katına çıkmaz, çarpılmış olur. Ve herkes nevrozludur, o yüzden dünya da nevrozludur. Adolf Hitler gökten zembille inmez; onu biz yaratırız. Savaş gökten zembille inmez; onu biz yaratırız. Ortaya çıkan şey bizim cerahatimizdir; birikimi yapan bizim kaosumuzdur. Başlangıç seninle birlikte olmalı; dünyanın sorunu sensin. O nedenle kendi manevi gerçekliğinden kaçınma; ilk şey odur.

 

Şu an olduğun halinle bir sorunun kökenini göremezsin; sen sadece belirtileri görebilirsin. İlk olarak kendi içinde kökün nerede olduğunu bul ve bu kökü değiştirmeye çalış. Yoksulluk kök değildir, açgözlülüktür kök; yoksulluk sonuçtur. Yoksullukla savaş dur ve hiçbir şey olma- yacak. Açgözlülüktür kök; açgözlülük, köklerinden sökülmelidir. Savaş sorun değildir, sorun bireysel saldırganlıktır; savaş sadece bireysel saldırganlığın toplamıdır. Sen protesto yürü- yüşleri yapıp dur ve savaş durdurulmayacak. Eğlenceden hoşlanan birkaç kişi var; onları herhangi bir protesto yürüyüşünde bulabilirsin.

 

Çocukluğumda bundan çok keyif alırdım. Her yürüyüşte vardım ve şehrimin ileri gelenleri dahi endişelenmeye başladı. “Sen her yerdesin; komünist olsun, anti-komünist olsun, sosyalist olsun fark etmez ... sen oradasın!” dediler. Ben de dedim ki: “Ben bu eğlenceden zevk alıyorum. Ben politik felsefeyle ilgilenmiyorum; sırf bağırmak çok eğlenceli, bu egzer- sizden hoşlanıyorum.” Keyif alabilirsin; bu, fazla bir fark yaratmaz, savaş devam eder. Ve şayet bu protestoculara bakacak olursan onların çok saldırgan insanlar olduğunu görürsün; onların yüzünde huzur görmeyeceksin. Savaşmaya hazırlar. Barış yürüyüşleri her an ayak- lanmaya dönüşebilir. Bunlar saldırgan insanlar; barış adına kendi saldırganlıklarını sergili- yorlar. Savaşmaya hazırlar. İktidarda olsalardı, atom bombaları olsaydı barış yaratmak için bombayı atarlardı. Tüm politikacıların söylediği şey budur; onlar savaştıklarını ve bu sayede de barışın her yanı kaplayacağını söylerler.

 

Problem savaşta değildir ve protesto yürüyüşlerinin bir yararı olmayacak. Problem bireyler- deki içsel saldırganlıktadır. İnsanlar kendileriyle barışık değil, o nedenle savaş var olmak zorunda; yoksa bu insanlar çıldıracaktır. İnsanlığı kendi nevrozunun yükünden kurtaracak büyük bir savaşa her on yılda bir ihtiyaç vardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında psikologların farkına vardığı bir şeyi bilmek seni şaşırtacaktır. Savaş devam ettiği müddetçe deliren insanların oranı neredeyse sıfıra yaklaşmıştı. İntihar yoktu, cinayet işlenmemişti ve insan- ların delirmesi dahi durmuştu. Bu, garip bir şeydi; bunun savaşla ne alakası vardı? Belki cinayetler yoktu çünkü katiller savaşa gitmişti ama intihar eden insanlara ne olmuştu? Belki onlar da orduya katılmıştı, peki ama çıldıran insanlara ne olmuştu? Onlar delirmeyi durdurmuş muydu? İkinci Dünya Savaşı’nda da çok daha büyük bir oranda aynı şey oldu ve o zaman bağlantı, ilişki anlaşıldı. İnsanlık devamlı olarak belirli bir miktarda nevroz, delilik biriktiriyor. Her on yılda bir onu atması gerekiyor. O yüzden savaş olduğunda — savaş insanlığın bir bütün olarak delirdiği anlamına gelir — özel olarak delirmeye gerek yoktur. Ne anlamı var? Herkes delidir; o zaman özel olarak deli olmaya çalışmanın bir manası yoktur. Bir ulus diğerini öldürürken ve çok fazla intihar ve cinayet varken, tüm bu şeyleri kendi kendine yapmanın ne anlamı var ki? Oturup televizyon seyredip keyfine bakabilirsin, gaze- tede okuyup heyecanı yaşayabilirsin.

 

Problem savaşta değildir; problem bireysel nevrozdur.

 

Kökü değiştir, kökten bir değişime ihtiyaç vardır; sıradan reformlar işe yaramayacaktır. Ancak o zaman anlamayabilirsin; ben devamlı olarak meditasyondan bahsederim ama sen aradaki ilişkiyi, meditasyonun savaşla nasıl ilişkilendiğini göremezsin. Ben ilişkiyi görü- yorum, sen göremiyorsun.

 

Benim anlayışım şudur: Şayet insanlığın yüzde biri meditasyon halinde olursa savaşlar kaybolur. Ve başka bir yolu yoktur. Bu kadar meditasyon enerjisi salınmalıdır. İnsanlığın yüzde biri — bu demektir ki yüz tanesinden bir tanesi — meditasyon halinde olursa her şey tamamıyla farklı bir şekilde olacaktır. Açgözlülük daha az olacaktır; doğal olarak fakirlik daha az olacaktır. Fakirlik az şey olduğu için var olmaz; fakirlik vardır çünkü insanlar stoklar, çünkü insanlar açgözlüdür. Eğer biz tam şimdi yaşarsak yeterince vardır; yeryüzü bize yetecek kadarına sahiptir. Ama biz önceden planlarız, biz stoklarız; o zaman sorun çıkar.

 

Kuşları stoklarken bir düşün ... o zaman bazı kuşlar zengin olacaktır, bazıları ise fakir; o zaman Amerikalı kuşlar en zengin olacaktır ve tüm dünya ise acı çekecektir. Fakat onlar stok yapmaz, o yüzden yoksulluk yoktur. Hiç fakir bir kuş gördün mü? Ormandaki hay- vanlar; kimse fakir değil, kimse zengin değil. Aslında, şişman kuşlar ve zayıf ve ince kuşlar görmezsin. Bütün kargalar neredeyse birbirinin aynıdır; hangisinin hangisi olduğunu ayırt edemezsin bile. Niçin? Onlar keyfini çıkarır, onlar stok yapmaz.

 

Hatta şişmanlamak demek bedenin içinde biriktiriyorsun demektir; bu, cimri bir zihindir. Cimriler kabız hale gelir; onlar dışkıyı dahi atamazlar. Onlar tutar; onlar dışkıyı dahi kontrol eder, çöpü dahi biriktirmeye devam ederler. Biriktirmek onların bir alışkanlığıdır.

 

Anda yaşamak, şimdide yaşamak, sevgiyle yaşamak, dostlukla yaşamak, özen göster- mek ... o zaman dünya tamamı ile farklı olacaktır. Birey değişmek zorunda çünkü dünya bireysel ruhun yansıtılması olgusundan başka bir şey değildir.

 

O zaman o, dünyanın sorunları ile ilgilenecektir ama onun ilgisi farklı bir boyutta olacaktır. Bunu anlaman dahi mümkün olmayabilir. İnsanlar bana gelip der ki: “Ne yapıyorsun? Yok- sulluk var ve çirkinlik var ve sen ise meditasyon öğretmeye devam ediyorsun. Bırak bunu. Fakirlikle ilgili bir şey yap.” Fakat yoksullukla ilgili doğrudan hiçbir şey yapılamaz. Medi- tasyon enerjisi açığa çıkarılmalı; o zaman fakirlik kalmayacak. Komünizm yoksulluğu yok etmeyecek; o hiçbir yerde bunu yapamadı. O, yeni türden yoksulluklar yarattı; ve daha büyük ve daha tehlikeli. Komünist çok daha fakirdir çünkü o ruhunu da yitirmiştir. Şimdi o gerçek bir birey bile değildir; onun dua etme ve meditasyon yapma özgürlüğü dahi yoktur.

 

Bunun bir yardımı olmaz; bu, insanları mahvetmektir. Bunlar hayırseverlerdir; onlardan uzak dur.

 

Ve bir kişi meditasyon yaptığında çiçek açmaya başlar. Eğer o bir ressam ise, çok büyük bir ressam haline gelecektir. Eğer o bir şair ise, o zaman onun ruhundan muhteşem bir şiir yükselecektir. Şayet o bir şarkıcı ise, ilk kez yüreğindeki arzu ile bir şarkı söyleyecektir.

 

Sessiz, varlığının içinde köklenmiş, merkezlenmiş olduğunda, yeteneklerin otomatik olarak işlemeye başlar. Varoluşun senden her zaman istediği şekilde işlemeye başlarsın. İşlemek üzere doğduğun şekilde işlemeye başlarsın, kaderinin senden istediği şekilde işlemeye başlarsın. Doğal hale gelirsin. Kendi işini yapmaya başlarsın ve artık bunun karşılığı olur mu olmaz mı diye, seni daha saygın hale getirir mi getirmez mi diye umursamazsın. O seni mutlu eder ve bu yeterlidir. O seni son derece coşkulu yapar ve bu çok çok daha iyidir.

 

Ancak, işleri tersinden yapmayı seven insanlar vardır. Onlar önce dünyayı değiştirmek ister- ler ve sonra kendilerine gelecekler. Ama sana bir şey söyleyeyim, eğer çok ileri gidersen asla kendine geri gelemeyeceksin.

 

Şunu duymuştum ... yaşlı bir adam Delhi yakınlarında oturuyordu ve genç bir adam araba ile geçiyordu. Bir mola verdi ve yaşlı adama gelip sordu: “Delhi ne kadar uzakta?” Yaşlı adam, “Eğer gitmekte olduğun yoldan gidersen ve gittiğin yönde gidersen çok çok uzakta. Tüm dünyayı dolaşman gerekecek çünkü Delhi’yi üç kilometre arkada bıraktın!” dedi.

 

Eğer dönersen, o zaman çok uzakta değil; sadece birkaç dakikalık bir şey. Şayet dünyayı değiştirme yolculuğuna çıkarsan ve ondan sonra kendini değiştireceğini düşünüyorsan bunu asla başaramayacaksın, asla eve dönemeyeceksin.

 

Olduğun yerden başla. Bu çirkin dünyanın bir parçasısın ve kendini değiştirerek dünyayı değiştiriyorsun. Sen nesin? Bu çirkin dünyanın bir parçasısın. Niçin komşunu değiştirmeye çalışasın? O bundan hoşlanmayabilir, o bunu istemeyebilir, bununla ilgilenmeyebilir. Şayet dünyanın büyük bir değişime ihtiyacı olduğunu fark edersen, kendine en yakın dünya sen olursun. Oradan başla.

 

 

 

COŞKU

Ganj Kitap

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Başka bir yerde, başka biri- siyle meşgul olarak kalmak istiyorlar. Bu onlara yapılacak bir şey verir; bu, iyi bir çarpıt- madır.

bir tür kendine varlık ispatı mıdır ki bu ? var olduğunu hissetmekle ilgili..

güzel bir yazı olmuş..özellikle giriş kısmını çok beğendim..tam felsefenin neliği konusunda benzer fikirler derken meditasyon konusunda ayrıldık sanırım..ok..kişiye göre değişebilir ölçüde denenebilirliği olan bir araç..ama araçken amaç olma riskini sürekli barındırıyor bence..bu durum da "sözde yardımseverin" yaptığından ya da varlık ispatı için başka alanlarda kendinden uzak kalan bireyin yaptığından çok da farklı bir sonuç çıkarmaz ortaya kanaatimce.."aydınlanma" x in y nin ya da z nin öğretileri ile olmaz..ok..bunlar destektir ama şöyle bir bakınca kişinin kendisi dışında belirlenen hedefler doğrultusunda sunulan çözümlerin büyüme..var olma ya da adı her ne ise ulaşılmak istenen hayaller çöplüğünden başka bir şeye dönüşmediği de aşikardır..giderek kendinden uzaklaşan bir ben..kaçınılmaz son.."dinle"meye hevesli o kadar "küçük adam" var ki yazık onlara.."bilge" kendini bilmek isterken ait olduğu bütünü de bilmek zorunda olan ağır işçi..vaz geçmek,sonlandırmak gibi bir lüxü yok onun..bunu yaparken bilmenin peşinde olmanın verdiği hazzı da cefayı da eşdeğer kabul eder sanırım..ve yine sanırım ki hedeflediği "aydınlanmaya" asla ulaşamama olasılığının olduğunun da bilincindedir ve bu ihtimalle de barışıktır..belkide bu farkındalık ondaki bilge olgunluğunu var ediyordur..kimbilir ?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...