Jump to content

Cadıların Lanetlediği Prenses: Sylvia Plath


raskolnikov

Önerilen Mesajlar

Cadıların Lanetlediği Bir Masal Prensesi: Sylvia Plath

 

Trajik bir intiharla genç yaşta ölen Slyvia Plath, “Uyuyan Güzel” ya da “Rapunzel” masalının, hediyesini vermek üzere şölene davet edilmediği için küçük prensesi lanetleyen cadısına benzer bir anne- kız ilişkisi yaşadığı annesinin aşırı disiplini yüzünden kendini lanetleyerek, modern şiirin gizemli büyücüsü olmayı seçen bir deha.

 

 

Amerikan edebiyatının, sıra dışı karanlık şiirleriyle olduğu kadar trajik intiharıyla da bilinen ünlü şairi Sylvia Plath, 1963’te henüz 30 yaşındayken, intiharı seçer.

 

Kendisi gibi şair olan Ted Hughes’la evli ve iki çocuk annesi Plath’in, bir gece eşi yanında yokken Londra’daki evlerinde iki çocuğunun başucuna süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, mutfaktaki hava gazını sonuna kadar açıp kafasını içine sokması okurlarını şok eder.

 

27 Ekim 1932’de, Alman bir baba ve Amerikalı bir annenin çocuğu olarak Boston’da doğan şair, profesör babası 1940’ta öldüğünde, henüz 8 yaşında olmasına rağmen ilk şiirini yayımlar. 1950’de Amerikan Smith College’de okumak için burs kazanan şair, okulun ikinci yılında uyku ilacı içerek ilk intihar girişiminde bulunur. Bunun üzerine, akıl hastanesine yatırılır ve burada elektroşok tedavisi ile psikoterapi görür.

 

Üniversite döneminde yüzlerce şiiri olan Plath, çok zeki, üstün yetenekli ve duyarlı olarak tanımlanır. Ancak, dışardan bakıldığında kusursuz görünen yaşamı, sinir krizleriyle kesintiye uğrar.

 

Bütün şiirlerinde izleri görülen hastalığı, çocukken babasının ölümüyle yaşadığı travmaya bağlanır.

 

Bu deneyimini, 1963’te yayımlanan “Sırça Fanus” (The Bell Jar) adlı otobiyografik romanında anlatır.

 

1955’te başarısına kaldığı yerden devam eden şair, ileride eserlerinin temelini oluşturacak toplumsal cinsiyet çalışmalarına başladığı Smith College’den üstün başarıyla mezun olur.

 

Kazandığı başka bir bursla İngiltere’deki Cambridge üniversitesine devam eden şairin ilk şiir kitabı “The Colossus”, İngiltere’de yayımlanır.

 

Hayatı boyunca ‘özgür ruhlu bir şair’ olmak ve toplum tarafından inşa edilen kadınlık ve erkeklik rolleriyle mücadele etmek isteyen Plath, anne ve eş olmaya zorlanarak kendine ket vurur.

 

Plath, 1956’da Ted Hughes’la evlenerek Boston’a yerleşir. Hughes’in, hastalığına ve sanatına iyi geleceği teşvikiyle hamile kalan Plath, eşiyle Londra’ya döner.

 

İlk çocuklarının doğumundan sonra sorunları su yüzüne çıkan çift boşanmaya karar verir, ancak bir süre sonra yeniden barışarak bir çocuk daha yapmaya karar verirler.

 

1962- 63 kışında Londra’da küçük bir dairede parasızlık ve kötü bir griple mücadele eden Plath, sabahları dört saat çalışarak şiirlerini yazmayı sürdürür.

 

Bu küçük evin, şair W.Butler Yeats’e ait olduğunu öğrendiğinde yazma isteği daha da şiddetlenen Plath; bunu iyi bir işaret olarak algılar, ama çocuklarını ihmal etmemek için onlar uyurken yazmayı seçer.

 

Derinliği artan son şiirlerinde ölüm isteği de daha çekici bir hal almaya başlar ve sinir krizleri baş gösterir. Bu yalnızlık döneminde eşi Ted Hughes ise, kendi kariyeriyle meşguldür ve şairi aldatır.

 

Başlangıçta birlikte yazan ve sıkça seyahat eden çift şimdi, birbirleriyle mücadelece edecekleri bağımsız bir edebi kariyer uğruna yıpratıcı bir ilişkiye girer.

 

Bu tavır özellikle, Plath’in trajik intihar sürecinin başlangıcı olur.

 

11 Şubat 1963’te ise, Plath son şiirleri yayımlanmadan ölümü seçer.

 

 

Ölümünden sonra ise, Plath’in öğrencilik yıllarından gelen feminist yazını, onu Amerikan feministlerinin mistik büyücüsü kılar.

 

“Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı”

1977’de yayımlanan ve Plath’in çeşitli dergilere yazdığı hikâyelerden oluşan “Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı”n da, şairin annesiyle yaşadığı sorunları dışa vurduğu öyküleri de yer alır.

 

Babasız geçen çocukluğunda annesinin aşırı disiplini yüzünden kendini daima başarılı olmaya zorlayan Plath, ondan ne kadar korktuğunu ve bu korkusunu yenmek için de kendini ona nasıl bağımlı kıldığını “Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı” da geçen şu cümleyle anlatır:

 

“Tıpkı, çok eski bir ayinde söylendiği gibi: Sevilecek tek şey, Korku'nun kendisidir. Korku'nun Sevgisi bilgeliğin başlangıcıdır.”

 

Yaşamı ve kadınlığı ona veren yaşlı bir cadı figüründeki annesine olan dehşetli sevgisini bu cümleyle ifade eden Plath, başarısını ve yaratıcılığını borçlu olduğu annesine olan çocukluk korkusunu alt etmek için onu hem sevmek hem de saymak zorundadır.

 

Bir büyüme ritüelini andıran ifadesi, korkunun sevgiye, sevginin ise bilgiye ve Plath’in edebiyatıyla başardığı bir bilgeliğe dönmesi için bu cümlenin sahibi küçük kızın, masal cadısının evinden çıkması ve kendi yolunda ilerlemesi gerekir.

 

Plath, edebi dehasıyla büyüme ritüelini tamamlayarak cadının simgelediği korkuyu, sevgi dolu bir anne kucağına dönüştürse de beklenmedik intiharıyla annesiyle yaşadığı sorunları gerçekte çözemediğini ve muazzam bir yaratıcılığa dönüştürdüğü çocukluk kabuslarının ötesinde, yaşamın içinde onu kuşatan toplumsal cinsiyet rollerini aşamadığı ortaya koyar.

 

Kitapta yer alan ‘Anneler’ ve ‘Gölge’ gibi öykülerinde, anneler ve kız çocukları arasında var olan büyülü bağın ardında yatan, Plath’in dile getiremediği baskının, genç şairi tek başına bunalımlara ve intihara sürüklediğinin bir göstergesidir.

 

Belki de, Jungcu bağlamda, evrensel doğa anneyle buluşmak için ölümü seçen Plath, gerçekte imgelemindeki kötü masal cadısını iyi peri anneye çeviremez.

 

Bugün intiharı için bilhassa Ted Hughes suçlansa da asıl sorun yalnız ve içe dönük bir çocukluk geçiren şairin toplumsal baskının kadınlara dayattığı annelik öğretisiyle, annesinin gerçek varlığının bilinçdışında yarattığı imgeden şiirlerinde bile kurtulamamasıdır.

 

Boşanmamasını telkin eden annesi ile yaşadığı dönemin politik kuşatılmışlığı içinde çıkış yolunu bulamayarak intiharı seçen şairin, ölümünden iki yıl sonra başlayan Amerikan kadın hareketinin öncülüğü yine Plath’in eserlerinin yapması ise, iç burkan bir ironidir.

 

“Sırça Fanus” ve McCarthy Dönemi

 

Sylvia Plath’in yaşarken Victoria Lucas adıyla yayımladığı yegane romanı “Sırça Fanus” da bir kadının büyümesini anlatan ilk Amerikan feminist romanı kabul edilir.

 

Şair kitapta, McCarthy döneminin komünistlere yönelik cadı avını, kişilerin isimlerini değiştirerek otobiyografik bir anlatımla sunar. Plath’in annesi ise, kitabın Amerika’da yasaklanması için girişimlerde bulunur.

 

Yaşamı boyunca onun için ilham kaynağı olan ve eserlerini daktilo eden annesinin engelleriyle karşılaşan şair, sadece eşiyle birlikteyken yazmasını isteyen annesinin aşırı kaygısından kaynaklanan baskıyla kendini evlenmek zorunda hisseder ve annesinin empoze ettiği toplumsal öğreti, ruhunu zedeler.

 

Böyle bir dönemde bireyin kendine ve topluma yabancılaşmasının verdiği ıstırabı, ilk gençliğinden itibaren yakasını bırakmayan hastalığının izleriyle buluşturan Plath, Boston’da üniversiteye giden Esther Greenwood adlı genç bir entelektüel kadının New York’ta yaşadığı ahlâk ve kimlik trajedisini, baskıcı ve patriarkal toplumun içinde yaşadığı olaylar etrafında anlatır.

 

Romanda erkek hakimiyetinin hüküm sürdüğü bir ortamda, bir kadın yazar olarak kariyer yapmaya çalışan Esther’in yaşamı sinir krizleriyle kesintiye uğrar. Kadınların maruz kaldığı baskıları anlatan bir metin yazan Plath’in feministlerce baş tacı edilmesinin ana nedeni, kadının toplumdaki rolü üzerinden bir kadın bakışı oluşturan bir roman yazmasıdır.

 

Romanın deliliği sembolize eden “Sırça Fanus” adı; Esther’in sinir hastalığının tedavisi sırasında çektiği acı, romanın arka planında yer alan Rosenberg’lerin idamı ve şairin bu idamla özdeşleştirdiği, tedavisi için uygulanan elektroşoklar, Plath’in trajik yaşamının ve 50’lerin politik ortamını yansıtır.

 

Kadın/ yazar olmanın zorluğunu arttıran babasızlık ve baskıcı anne kontrolü ile bir cadı avının ortasında sessiz kalmak zorunda bırakıldığı için geride sayısız soru işareti bırakarak ölümü tercih eden Plath’in intiharının sırrı, bugünde gizemini korur.

 

 

alıntı.....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

hastalıklı bir kadın..başarısız bir şair..bu tanımlamaları yaptırması bile onun aslında başarılı bir kadın olduğunun göstergesi..erkek egemen tekelin en fazla hissedildiği bir alanda şiirde,yazında var olmaya çalışan,kendisi olmak için direnen bir kadın..gerçekten ölmek istedi mi bilmiyorum..ya da ölümü ile anlatacağına inandığı bir şeyler mi vardı kafasında onu da bilmiyorum..ama kendi adıma pek şiir bilmeyen birisi olarak bildiğim bir kaç şairden birisidir plath..bu da kendimce ona verdiğim bir ayrıcalık sanırım..anne sextonda olduğu gibi..plath şiirlerinin çözümlemesine girmeyeceğim..ama sanırım onun şiirlerinde anlattığını bilebilmek için onun yaşamını,onun bildiklerini onun bildiği şekliyle bilmeye ihtiyaç duyuyor insan..tıpkı lady lazarus ta olduğu gibi :

 

işte yine yaptım

her on yılda bir

böyle bir tane beceririm

 

bir tür ayaklı mucize, tenim

bir nazi lamba siperliği kadar parlak,

sağ ayağım

 

tüy kadar hafif

yüzüm ifadesiz, incecik

yahudi kumaşından.

 

çözün kundağı

ah, sevgili düşmanım.

korkutuyor muyum?

 

burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi?

acı nefesi

ertesi gün yok olacak.

 

yakında, çok yakında

vahim bir öldür gücü

evimde, etimde olacak

 

ve ben işte gülümseyen bir kadın.

daha sadece otuzunda.

ve kedi gibi dokuz canlıyım.

 

bu üçüncü sefer.

ne lüzumsuzluk

on yılda bir imha.

 

bu ne çok iplik.

çekirdek yiyen kalabalık

itişir içeri görmek için

 

ellerimi ayaklarımı çözmelerini

muhteşem soyunmalar.

baylar, bayanlar

 

bunlar ellerim benim,

bunlar dizlerim.

bir deri bir kemik olabilirim, farketmez,

 

ben de onlardandım, tek tip kadın işte

ilk seferinde on yaşındaydım.

kazaydı.

 

ikinci seferinde istedim

bitirip gitmeyi ve hiç daha dönmemeyi.

üstüstüme kapaklandım.

 

tıpkı bir midye gibi.

tekrar tekrar bağırmaları gerekti çağırmaları

ve üstümden ayıklamaları inci gibi parlak yapışkan

solucanları

 

ölmek

bir sanattır, herşey gibi.

özellikle iyi yaparım.

 

bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum.

bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum.

sanki gider gibi bir davete.

 

bunu yapmak çok kolay bir hücrede

ölmek ve kımıldamamak

ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi

 

güneşli bir günde geri gel

aynı yere, aynı yüze, zalim

eğlenen çığrışlara:

 

'mucize!'

işte bu yere yıkar beni.

ama bir bedeli var.

 

yara izlerime bakmanın, bir bedeli var.

kalbimi dinlemenin

hakikaten çalışıyor.

 

bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var.

bir sözün, veya bir dokunuşun.

ya da biraz kanımı akıtmanın.

 

bir tutam saçımın veya elbisemden bir parçanın.

eee, herr doktor.

eee, herr düşman.

 

sizin eserinizim ben,

paha biçilmez,

altın topu bebeğinizim

 

bir çığlığa eriyen

dönüyorum ve yanıyorum.

gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın.

 

kül, kül -

külü eşele bak.

etten kemikten eser yok

 

bir kalıp sabun

bir nişan yüzüğü

altın bir diş.

 

herr tanrı, herr şeytan

savulun

savulun.

 

küllerin arasından

doğrulurum kızıl saçlarımla

ve çıtır çıtır adam yerim..

ve..onun ölümünün ardından beraber aldıkları karara uymayan plath e serzenişte bulunan sexton şiirinden alıntı :

 

hırsız!

nasıl bir başına

çekip gidebildin

ne zamandır fena halde arzuladığım ölüme

doğal sonumuz olduguna inandığımız

sıska göğüslerimizde taşıdığımız

ne zaman oturup dry martini içsek boston'da

sözünü etmeden duramadığımız ölüme..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

küçük bir dipnot..plath in ölmek istemediğine dair inancımla ilgili..çocuklarına süt ve kurabiye veren kadın kapının altındaki küçük aralığı da kapatıyor..çocukların odasına gaz sızmasın diye..ve kafasını fırının içine soktuğu saatler normalde bakıcının geleceği saate yakın..ama bir aksilik oluyor ve bakıcı o gün işe geç geliyor..sanırım plath in her şeyi hesaplarken gözden kaçırdığı bir ayrıntı bir başka şiirinde 4. denemeden söz etmesine engel oluyor )

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

olayların gerçekleşmesinde ve hatta doğru tanımını koyarken de %lik dilimlerin yüksekliğine güvenmemeli sanırım..bu günün imkansızı ya da yanlışı gelecekte %lik dilimini yükselttiği anda doğru ya da olası olabiliyor sanırım..yine sanmakla beraber,her şey mümkün..sanırım : )

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Plath hakkında bir makale. Ayrı başlık açmak istemediğimden buraya ekliyorum.

 

 

Ölmek Bir Sanattır; Sylvia Plath

 

 

 

Aslında hayat denilen olgu kısa bir yoldan ibaret değil mi? Doğmak, büyümek, ölmek ya da kimine göre yok olmak...

Sylvia Plath, hayatının sonunu kendi getirmek istedi, eceliyle değil de kendi çizdiği sonla uğurlanmak istedi, belki de eceli o şekildeydi...

27 Ekim 1932, Massachusetts orta sınıf bir ailenin üyesi olarak Alman bir baba ve Amerikalı bir anneden dünyaya geldi. Profesör olan babası Otto Emil Plath 1940 yılında vefat etti. Ölümle belki de ilk olarak bu tarihte tanıştığı düşünülen yazarın ilk şiiri Boston Herald 'da 1940 yılında, sadece sekiz yaşındayken yayınlandı. Anlaşılan 1940 yılı Sylvia Plath için bir dönüm noktası oldu.

 

 

 

Hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla baş etmek zorunda kaldı ve belki çoğu zaman da baş edemedi.

Smith College'da okumak için bir burs kazanır ve bu burs ona ünlü yazar Olive Higgins Prouty tarafından verilir. Olive Higginsle bu dönemde dostlukları başlar ve hayatları boyunca yazışmaları devam eder. Sylvia Plath, Smith College'daki yaşantısı boyunca "hem zeki hem de arkadaş canlısı olmak isterim" der ve ikisini de başarır.

Smith College'daki ilk yıllarında bir gazete çıkartır ve bir süre sonra çıkardığı gazetede vermiş olduğu haberlerin güvenilir olmasının yanı sıra aynı zamanda da beğenilir. Yine buradaki ilk yıllarında çok etkileyici şiirler yazar.

 

 

 

Daha sonra kazandığı bursla Cambridge Universitesi'nde öğrenimine devam ederek çalışmalarını burada sürdürür. Bir yandan da öğrenci gazetesi olan Varsity'de çalışmalarını yayımlar.

 

Plath, Cambridge Universitesi'nde öğrenimine devam ederken hayatının aşkı olan Ted Hughes ile tanışır. Tanışması Ted Hughes'un yayınlanmış bir şiirini okumasıyla olur aslında. Verilen bir partide Hughes'la karşılaşınca şiirine olan duyduğu hayranlığı belirten Plath'la Hughes uzun süre birlikte olacaklardır.

Sylvia Plath'ın hayatının aşkı Ted Hughes olabilir ama aynı durum Ted Hughes için geçerli midir tartışılır, ki kendisi Sylvia Plath'ın ölümünden dolayı da hem şiir sevenlerin hem de feministlerin eleştirisine uzun yıllar maruz kalacaktır.

 

 

Sylvia Plath ve Ted Hughes 1956 yılında evlenirler. Evliliklerin ardından Boston'da yaşamaya karar veriler. Bu arada Plath ilk hamileliliğini yaşamaktadır. Bunun üzerine İngiltere'ye yerleşme kararı alırlar. Çift, Londra'da yaşamaya başlar ancak daha sonra North Tawton'a taşınır. Çiftin ilk sorunları da bu dönemde başlar. Ted Hughes'un başka kadınlarla ilişkisi olduğunu düşünen Plath kıskançlık yapar.

Plath'ın hamileliği sırasında tekrar Londra'ya geri dönerler.

Burada dikkatleri çekmek istediğim bir nokta var, ikisi de şair olan çiftten, Ted Hughes ödüller alırken Sylvia Plath aynı dönemde eşi kadar tanınan bir şair olmaz. Ancak her zaman eşinin başarılarıyla övünen şair bir süre sonra onun başarılarının altında ezilir kalır. Ev, çocuk ve eş üçgeninde sıkışır, istediği şiir yazmaktır; şiirlerinin okunmasıdır aslında. Belki de Ted Hughes'un gölgesi altında kalmak bipolar bozukluğun etkileri ile birleşince dayanılmaz olur...

 

Çiftin sorunları giderek artar ve kısa bir süre sonra Sylvia Plath boşanma işlemlerini başlatır.

Ted gittikçe daha çok tanınan bir şair olurken Sylvia bir nevi olduğu yerde saymaktadır. Geçimlerini sağlamak için öğretmenlik yapmaktadır. Nihayet Sylvia'nın bir şiiri edebiyat dünyasında duyulur ve o da tanınmaya başlar. Çift Devon'a taşınmaya karar verir. Bu arada Londra'daki evlerini de başka bir şair çift olan David ve Asia Wevil'e kiraya verdiler. Sylvia Plath kocasının çapkınlıklarından yorulmuştur ve kocasının Asia Wevil ile yaşadığı ilişki üstüne tuz biber olur.

Yaşadıklarının etkilerini şiirlerinde görebilirsiniz. Hassaslığı şu dizelerinden bile belli olur;

bir tür ayaklı mucize, tenim

bir nazi lamba siperliği kadar parlak,

sağ ayağım tüy kadar hafif

yüzüm ifadesiz, incecik

yahudi kumaşından.

1960 yılında Sylvia Plath'ın ilk şiir kitabı "Dev" yayınlandı. Daha sonrasında ise 1963 yılında otobiyografik romanı olan "Sırça Fanus" yayınlandı. Sırça Fanus'ta çocukluktan beri yazdığı günlüklerinden çok az bir kısmının yayınlandığı söylenir.

Sylvia Plath, trajik bir biçimde, 11 Şubat 1963'te çocuklarının odasına kahvaltı tabaklarını hazırladıktan sonra odalarının kapılarını bantla kaplar ve mutfağa geçip hava gazıyla intihar eder. Çocukları zarar görmesin, gazdan etkilenmesin diye çok özen gösterir ama kendisi için aynı özeni göstermez... Bakıcının daha erken gelip kendisine kurtaracağını planlar belki de, ama planları tahmin ettiği gibi işlemez.

Öldükten sonra şiirleri toplanır ve kitap haline getirilir. Türkçe'ye çevrilen eserleri;

Ariel, (İmge Kitabevi)

Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı, (Altıkırkbeş Yayınları)

Sırça Fanus, (Can Yayınları)

Üç Kadın, (Oğlak Yayıncılık)

Sylvia Plath'in Günceleri, (Oğlak Yayıncılık)

Sylvia Plath intiharıyla beraber feministlerin ikonu olur ve Ted Hughes yıllarca yaptıkları yüzünden eleştirilir yalnız fenimistler aynı taraftarlığı Asia Wevil'e göstermezler. Ted Hughes'a aşık olan kadınların ortak kaderiymişçesine Asia Wevil'de aynı yöntemle, yalnız yanında Ted Hughes'tan olma iki çocuğuyla beraber yine hava gazıyla intihar eder.

Ted Hughes'un çevresindekilerin intiharı Asia Wevil ile son bulmaz üstelik. Oğlu da kendini asarak annesinin yolunda devam eder. Bu aile için intihar eğilimi genetik bile olabilir. Hatta belki de ölmeyi sanat olarak algıladılar ve sonlarını buna göre hazırladılar.

Kaynak

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Birçok şiirinde ölmek istemediğini açıkça ifade eden Plath, ölerek unutulmayı değil, ölümüyle hatırlanmayı istemiş; intihar ederek, ölümü kendi tercihi olarak göstermiştir hayatında... :)

Ryan Adams'ın Sylvia Plath isimli şarkı da dinlemeye değer :thumbsup:

 

ayrıca , Şair Nilgün Marmara'nın ölümü, Sylvia PLath'la ilişkilendirilir. Nilgün Marmara, ''Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi'' isimli bir tez hazırlamış, Sylvia Plath'ın yaşam öyküsünden oldukça etkilenmiş ve otuz yaşındayken intihar etmiştir.

Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya,

Yeniden doğuyor açınca gözlerimi,

Kafamın içinde yarattım seni galiba

Sylvia Plath

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...