Jump to content

Kozmik Şakacı nın İç Yüzü


MALCOLMX

Önerilen Mesajlar

Eş­za­man­sal O­lay­la­r güncel yaşamın içinde ya farkedilmezler, ya da raslantı olarak geçiştirilirler. Yaşanan bir olay, verdiğimiz bir karar çoğu zaman dev bir olaylar zincirini oluşturup, bir çok insanın yaşamını etkiliyebilir.

 

İşte Eş­za­man­sal O­lay­la­r...

 

Ünlü Oscar ödüllü ak­tör A­lec Gu­i­ness çok da­kik olmasıyla tanınıyordu. Nor­mal­de çalar sa­a­ti­nin çalma­sın­dan bir kaç da­ki­ka ön­ce u­ya­nıyordu. Ça­lış­tı­ğı ve Lon­dra’da kal­dı­ğı pa­zar gün­le­rinde sabah 8:00’de­ki a­yin­de o­la­bil­mek i­çin sa­at 7.20’de kal­kı­yordu, ayinden sonra da sa­at 9:50’de o­tur­du­ğu yer o­lan Pe­ters­fi­eld’e gi­den tre­ne ye­ti­şiyordu. Na­sıl ol­duy­sa ol­muş, bir pa­zar gü­nü u­ya­na­ma­dı. Ka­ran­lık o­da­da sa­a­ti 7.20 o­la­rak gör­dü ve a­le­la­ce­le gi­yin­dik­ten son­ra West­mins­ter Kat­hed­rali’ne ye­tiş­ti. A­yin baş­la­dı­ğın­da o­ra­da­ki in­san top­lu­lu­ğun nor­ma­lden faz­la ol­du­ğu­nu fark et­ti. Va­azın or­ta­sın­da sa­a­ti­ne ba­kın­ca sa­at 8:00 ye­ri­ne 9:00 a­yi­nin­de bu­lun­du­ğu­nu farketti, bu ne­den­le de 9:50 tre­ni ye­ri­ne 10:50’de­ki tren­le git­me­ye ka­rar ver­di. İs­tas­yo­na gel­di­ğin­de, tre­ni­nin ge­cik­ti­ği­ni gör­dü. Nor­mal­de git­ti­ği tren Lon­dra’nın bi­raz dı­şın­da ray­dan çı­kınca ön va­gon dev­ril­miş ve kim­se­ye cid­di bir­şey ol­ma­ma­sı­na rağ­men va­gon­da­ki yol­cu­lar ha­fif ya­ra­lan­mıştı ve Gu­i­ness tren­de ön va­gon­da o­tur­mayı seviyordu. Araştırmacı Art­hur Ko­est­ler, aktörün sa­de­ce bir sa­at yirmi da­ki­ka geç kal­ma­dı­ğı­nı, ay­nı za­man­da da sa­a­ti de yan­lış gördüğünü be­lirt­mek­te. E­ğer bu böy­le ol­ma­say­dı, bel­ki a­yi­ne git­me­me­ye ve 9:50’de­ki kaza yapan tre­ne ye­tiş­e­bi­lir­di.

 

İş­te bu o­lay Eş­za­man­lılık O­lay­ları i­çin i­yi bir ör­nektir. Böy­le bir o­la­ya na­sıl tep­ki ver­di­ği­miz biz­de bı­rak­tı­ğı et­ki­ye bağ­lı. Bey­ni­mi­ze her gün mil­yon­lar­ca bil­gi u­laş­mak­ta ve bun­la­rın çok faz­la ol­ma­ma­sı i­çin bey­nin han­gi­le­ri­ni a­yı­ra­ca­ğı­na ka­rar ver­me­si gerekiyor. Yani beyin gelen bilgileri ayıklıyor ve bir kısmını siliyor. Bu yok et­me sü­re­ci i­çer­sin­de kim­bi­lir kaç ta­ne Eş­za­man­sal O­lay­ faz­la­lık di­ye a­tıl­ıyor. Örneğin zih­nin bir o­yu­nu, bir dil sürç­me­si ve­ya bir ba­kış gibi.

 

Tekrarlara dikkat edin...

 

Günlük yaşam akışı içinde Eş­za­man­sal O­lay­la­r´ın te­mel fonk­si­yo­nu­nu ge­nel­de fark et­me­yiz. Ka­za­lar ve rast­lan­tı­lar o­la­bi­lir di­ye­rek, Eş­za­man­sal O­lay­la­r´ın ha­ya­tı­mı­za o­lan kat­kı­sı­nı gör­me­mez­den geliriz. O­la­sılık yasa­la­rı­na da­ya­na­rak, e­nin­de so­nun­da o­la­cak şey­ler ol­du­ğu­na da­ir ka­rarlar ve­ri­riz. Er ya­ da geç bi­zi gittiğimiz yo­lda dur­du­ra­cak bir­şey o­lur. Bir rast­lan­tı faz­la mü­kem­meldir, ba­zı şart­lar çok faz­la o­lum­ludur veya bir bu­luş­ma beklenmediktir. Man­tı­ğı­mız­la an­la­dı­ğı­mız i­çin de­ğil, his­le­ri­miz­le fark et­ti­ği­miz i­çin iç­gü­dü­sel o­la­rak böy­le bir o­la­yın ne­den ol­du­ğu­nu şa­şı­ra­rak dü­şü­nü­rüz. Bir an­ bi­le ol­sa bü­tün be­de­ni­miz tep­ki gös­te­rir ve şaşırırız. A­ma o an çok ö­nem­lidir ve sı­ra­dı­şı, man­tı­ğı­mız­la a­çık­la­nı­la­mı­ya­cak bir o­la­yın tanığı ol­du­ğu­mu­zu an­la­rız. Bir teh­li­ke­ye kar­şı u­yarıl­mak ve­ya müs­tak­bel kur­ban­la­rı ko­ru­mak, Eş­za­man­sal O­lay­la­r i­çin en sık ör­nek o­la­rak gös­te­ri­lirler. Bu o­lay­lar bi­ze ko­ru­yu­cu me­le­ği­mi­zin ol­du­ğu­nu ha­tır­la­tır ve­ya şu dü­şün­ce­yi u­yan­dı­rır: "Tan­rı­nın lüt­fu sa­ye­sin­de bu­ra­da­yız" Fe­la­ket­ten kıl­pa­yı kur­tul­du­ğu­mu­zun far­kı­na va­rın­ca dilimiz tutulur.

 

Dr. Je­an Ski­no­da Bo­len şöyle yaz­ıyor; "Bir ka­dı­nın oğ­lu la­tince der­sin­de bir şa­ka yap­mak is­te­miş. Bu ne­den­le an­ne­sin­den o­nun­la bir­lik­te si­lah dük­ka­nı­na ge­lip o­ra­da bir kaç ku­ru­sı­kı fi­şek satın alması i­çin im­za at­ma­sı­nı ri­ca et­miş. E­ve ge­lir­ken ya­nan bir a­ra­ba­nın ya­nın­dan geç­miş­ler, ka­za da­ha he­nüz ol­muş. O gün öğ­le­den son­ra evdeki kah­ve ma­ki­na­sı o­ca­ğın üs­tün­de yan­ma­ya baş­la­mış ve sön­dür­me­le­ri­ne rağ­men a­teş, ha­fif de ol­sa yanmaya de­vam et­miş. Da­ha son­ra ka­dın te­le­viz­yon­da yan­gın­la il­gi­li bir film sey­re­dip, sürekli a­te­ş ve yangın tek­rar­lan­ma­sın­da bir an­lam olduğunu düşünerek yat­mış. Ge­ce­ya­rı­sı u­yan­dı­ğın­da, bu yan­gın­la­rın oğ­lu­nun pla­nın­la bir il­gi­si ol­du­ğu­na inanmış. Oğ­lu­na man­tık­lı bir a­çık­la­ma yapamamasına rağ­men, pla­nın­dan vaz­geç­me­si i­çin ikna et­­miş. La­tince der­si sürerken sı­nı­fın dı­şın­da i­na­nıl­maz bir pat­la­ma se­si du­yul­muş. İki ço­cuk fi­şek­ler­le oy­nar­ken, bir ta­ne­si pat­la­yıp, ço­cuk­lar­dan bi­ri­ e­li­nden ciddi olarak ya­ra­la­nmış."

 

Jung ve Freud Eşzamanlılık´da...

 

Eş­za­man­sal O­lay­la­r´ın babası tanınmış psikiyatr Carl Gustav Jung´tur ve kendi yaşadığı olaylar da çarpıcıdır. Üstadı Fre­ud’u Vi­yana’da zi­ya­ret et­ti­ğin­de çok ilginç bir olay oluşmuştu. Öngörü ve Pa­rapsiko­loji hak­kın­da he­ye­can­lı bir tar­tış­ma içindeydiler. "Ma­te­ri­a­list ön­ yar­gı­sı" yü­zün­den Fre­ud bu fik­ri saç­ma diyerek red­dediyordu. Jung da­ha son­rasını kendi anlatıyor; “Fre­ud ko­nu­şur­ken ba­na çok ga­rip bir­şey ol­du. San­ki göğsümün hemen altı de­mir­miş gi­bi gel­di ve kız­gın bir a­teş gi­bi ya­nı­yor­du. O an ya­nı­mız­da du­ran ki­tap­lık­tan o ka­dar yük­sek bir pat­la­ma se­si gel­di ki, i­ki­miz­de üs­tü­mü­ze bir şey dü­şe­ce­ği kor­ku­suy­la a­ya­ğa fır­la­dık. Fre­ud’a, iş­te dedim, tam bir dış güç fe­no­me­nin ör­ne­ği. O da, bu saç­ma­lık­tan baş­ka bir­şey de­ğil, di­ye ce­vap ver­di. Ben, Öy­le de­ğil, Bay Pro­fe­sör, ha­ta­lı­sınız, hak­lı ol­du­ğu­mu is­pat­la­mak i­çin şim­di ye­ni­den öy­le bir pat­la­ma se­si du­yu­la­ca­ğı­nı id­di­a e­di­yo­rum, de­dim. Bu laf­la­rı söy­ler söy­le­mez ki­tap­lık­ta bir da­ha ay­nı olay tekrarlandı. Bu gü­ne ka­dar, hala nasıl bu ka­dar e­min ol­ma­mı ne sağ­la­dı bil­mi­yo­rum. Fre­ud sa­de­ce şaş­kın bir i­fa­dey­le ba­na ba­kı­yor­du. Ne o anda ne de da­ha son­ra o o­la­yı bir da­ha o­nun­la tar­tış­ma­dık."

 

Al­tın böcek

 

Bir baş­ka o­lay, Jung´un çok zor bir has­ta­yı te­da­vi e­ttiği sırada yaşandı. Jung’a gö­re has­ta, i­yi e­ği­til­mişti ve mü­kem­mel bir mantığı vardı. Ay­nı za­man­da da dü­şün­ce­le­ri ku­sur­suzdu, ger­çek­çi savunumları vardı. İkisi bir gün tedavi nedeniyle beraberdiler, hasta adam rü­ya­sı­nda al­tın bir takının e­li­ne ve­ril­di­ğini an­la­tır­ken, bir­den bir­şey ca­ma vur­du. Dı­şa­rı­da ca­ma vu­ran bir bö­cek görülüyordu. Jung ca­mı aç­tı ve "Ziy­net Bö­ce­ği" adı verilen bö­ce­ği ya­ka­ladı. Has­ta­sı­na bö­ce­ği vererek; "Buy­run, takınız bu­ra­da." dedi. Bu olay hastanın en­tel­lek­tü­el di­ren­me­si­ni kırdı ve te­da­vi­ye de­vam e­di­le­bi­ldi.

 

Eş­za­man­sal O­lay­la­r´da hay­van­lar önemli bir rol oynarlar ve ilginç örnekleri oluştururlar. Jung’un i­nan­cı on­la­rın "Sı­ra­dı­şı, u­zay­sal yö­nel­me­le­ri­nin" za­man ve yer a­ra­sın­da­ki ru­hi bağ­lı­lı­ğı gös­ter­mek­te ol­du­ğu­ doğrultusundadır. Bu şöy­le de a­çık­la­na­bi­lir: Hay­van­la­rın do­ğa­da bu­lun­duk­la­rı yer­e o­lan de­rin bağ­­la­rı, yaşamları­nın mevsimsel o­lay­la­r­la eş­za­man­lı ol­ma­sı ve çev­re­de­ki de­ği­şim­le­re kar­şı olan du­yar­lı­lık­la­rı, ev­ren­de fi­zik­sel ve ruh­sal bir i­liş­ki­le­ri ol­du­ğu­nu ka­nıt­la­mak­ta­dır. Bir has­ta­sı­nın ha­nı­mı Jung’a an­ne­si­nin ve ann­ne­an­ne­si­nin ö­lü­mün­de, ö­lüm o­da­sı­nın penceresi ö­nün­de bir sü­rü ku­şun top­lan­dı­ğı­nı an­lat­mış­tı. Kadının ko­ca­sı­nın te­da­vi­si bit­mek ü­ze­rey­ken, Jung adamda kalp kri­zi­ne ben­zer belirtiler farkederek bir uz­ma­na gön­der­di ama kalp dok­toru o­nun sağ­lık a­çı­sın­dan hiç­bir sorunu ol­ma­dı­ğı­nı belirterek geri yolladı. Jung’un has­ta­sı e­ve gi­der­ken birden so­kak­ta yı­ğı­lıp kal­dı. Öl­ümcül durumda götürülürken, e­şi pa­nik ha­lin­dey­di çün­kü ko­ca­sı­ dok­to­ra git­tik­ten son­ra bir sü­rü kuş ev­le­ri­nin te­pe­si­ne kon­muş­tu. Do­ğal o­la­rak ka­dın ak­ra­ba­la­rı­nın ö­lü­mün­de o­lan ben­zer o­lay­la­rı ha­tır­la­mış­tı.

 

Şey­tan yüz­le­ri ve kokarca

 

Dr. Bo­len’in bizzat bulunduğu bir ortamda bir hay­van çok ö­nem­li bir rol oy­na­dı. Da­vet­li­ler­den bi­ri, ço­ğu za­man göz­le­ri­ni ka­pa­tın­ca şey­ta­na ben­zer yüz­ler gör­dü­ğü­nü an­lat­tı. İç­gü­dü­sel bir tepkiyle gör­dü­ğü şey­ler­den ka­ça­bil­mek i­çin göz­le­ri­ni hemen a­çı­yor­du. Tartışma bu yönde yapılıyordu, acaba bu bir red miydi? Pis­ko­lo­jik a­çı­dan yan­lış mı y­apılıyordu? Tar­tış­ma­nın or­ta­sın­da her­kes bir hay­va­n pençesinin tır­mık se­si­ni duy­du. Dönüp baktıklarında cam ka­pı­nın ar­ka­sın­da bir ko­kar­ca gör­dü­ler. Nor­mal­de ko­kar­ca­lar in­san­lar­dan ka­çar­lar, bu­ra­da i­se i­çe­ri gir­mek i­çin uğ­ra­şan bir kokarca var­dı. Dr. Bo­len’in ko­ca­sı son­ra­dan ko­kar­ca­nın, kadının so­ru­nuna bir ce­vap ol­du­ğu­nu belirtti; "İ­çe­ri gir­me­ye çalışan kokarca ha­ya­li­niz­de­ki şey­tan yüz­le­ri gi­bi­dir. Ka­pı­yı aç­mak bü­yük ap­tal­lık o­lur. çünkü ko­kar­ca­yı i­çe­ri a­lır­sak, bü­tün o­da­yı ko­ku­ta­caktır ve me­ca­zen ne­ga­tif e­ner­ji­li şey­tan yüz­le­ri­ de i­çe­ri a­lı­nır­sa ay­nı­sı­ in­sa­nın iç dün­ya­sı­nda olacaktır. Yani bilinçaltı kokuşup, bozulacaktır" İyi de, tam bu konu tartışılırken, kokarca orada ne aramaktaydı? İşte Eş­za­man­sal O­lay buydu.

 

Bir eş­za­man­sal o­la­yı yo­rum­la­mak, o­nu yaşamaktan çok daha ö­nem­li. Sem­bol­ler do­ğal o­la­rak bi­çim­len­di­ri­le­bi­lir veya şe­ki­len­di­ri­le­bi­lir, on­la­rı an­la­mak ve da­ha son­ra psi­ko­lo­jik e­şan­la­mı­na sok­mak çok güç bir o­lay. Si­yah bir ke­di­nin yo­lu­muz­dan geç­me­si ve o­nüç sa­yı­sı­nın u­ğur­suz ol­ma­sı­nın dı­şın­da sem­bol­le­rin in­ce di­lin­den hiç­bir­ şey an­la­mı­yo­ruz. Ba­tıl i­nanç­la­rı­mı­zın a­ra­sı­ra ba­zı o­lay­lar nedeniyle ger­çek­leş­me­si bi­zi tat­min et­mek i­çin ye­ter­li. Eş­za­man­lı­lı­ğın sem­bol li­sa­nı, rü­ya­lar­da ol­du­ğu gi­bi, çok da­ha komp­leks ve karmaşık. Eş­za­man­sal o­lay­lar bi­zi bilinçaltı ta­ba­nın­da il­gi­len­dir­di­ği i­çin han­gi duy­gu­sal şart­lar al­tın­da o­luş­tu­ğu­nun far­kı­na var­ma­mız la­zım, çün­kü o­lay ge­nel­de ya bi­zi ü­zen bir olaydır ya­ da ya­şa­dı­ğı­mız bir­şe­yin yo­rum­lan­ma­sıdır ve­ya res­mi­dir. Ba­zen o­la­yın an­la­mı ko­kar­ca da gör­dü­ğü­müz gi­bi or­ta­dadır ama ba­zen de an­la­mı be­lir­sizdir, örneğin Jung’un ar­ka­da­şı ya­zar La­u­rens Van der Post’un hi­ka­ye­sin­de ol­du­ğu gi­bi; "Jung’un ha­yat hi­ka­ye­si hak­kın­da bir film ya­pı­yor­dum. Son gün­de ya­pa­ca­ğı­mız çekim Jung’un es­ki e­vin­de çe­ki­le­cek­ti. Bü­tün sa­bah ve gün ­bo­yun­ca ça­lış­tık ve bü­tün bu za­man i­çer­sin­de i­çi­miz­de Jung’un bi­ze ya­kın ol­du­ğu­na da­ir an­la­tı­la­mı­ya­cak bir his var­dı. Çok ku­ru ve sı­cak bir öğ­le­den­ son­rasıy­dı, ba­zı dış çe­kim­le­ri ya­pa­bil­mek i­çin Zü­rih’in en es­ki bö­lü­mü­ne git­tik. Pla­nı­mız son çe­kim i­çin ak­şa­ma doğ­ru yine Jung’un e­vi­ne dön­mek­ti. Zü­rih’den Kust­nach’a gi­der­ken mas­ma­vi olan gök­yü­zü ka­rar­dı ve a­ni­den gök gür­le­me­ye ve şim­şek­ler çak­ma­ya baş­la­dı. Kast­nach’a ge­le­ne ka­dar gök ­gür­le­me­si artmış, şim­şek­ler faz­la­laş­mış­tı ve şa­kır şa­kır yağ­mur ya­ğı­yor­du. Tam ka­me­ra­ya dönüp Jung’un ö­lü­mü hak­kın­da ve bir yıl­dı­rı­mın geçmişte evin önünde bulunan o­nun en sev­di­ği a­ğa­ca çarp­tı­ğı­nı an­la­ta­ca­ğım an­da şim­şek bah­çe­de çak­tı. Aynı ağaca yine yıldırım düşmüştü, gök­ gür­le­me­si o ka­dar yük­sek­ti ki, ürk­tüm ve bu ürk­me, gö­rü­nür bir şe­kil­de film­de yer a­ldı."

 

Jung ölümünü haber veriyor...

 

Bay Van der Post bu de­ne­yi­min Jung’un ru­hsal olarak ya­şa­ma­sı­na ait bir ka­nıt o­lduğu düşüncesinde­. Ya­şa­mın, za­man ve mekan ikilemi içinde sadece şe­kil de­ğiş­tirdiğini varsay­mak­ta. Yo­ru­mu daha çok ru­hsal ve fel­se­fi. Gök gür­le­me­si­ne karşı gös­ter­di­ği tep­ki­yi ve o a­nın i­çin­de ya­rat­tı­ğı de­rin etkiyi an­la­ya­bil­mek i­çin, Bn. Post´un yıllar ön­ce yel­ken yap­mak a­ma­cıy­la git­ti­ği Af­ri­ka’da yaşadığı bir o­la­ya dön­me­miz gerekiyor. "Uy­ku­suz ge­celerden son­ra yor­gun bir va­zi­yet­te kamaramda yan­lız­dım. Bir­den­bi­re ken­dimi ka­ran­lık bir va­di­nin i­çin­de, çığların düştüğü suy­la ve kar­la kap­lı dağ­la­rın a­ra­sın­da buldum. Ya­kın bir fe­la­ke­ti hissediyordum ve se­si­mi yük­selt­ti­ğim an çığ­la­rın üs­tü­me yı­kı­la­ca­ğı­nı bi­li­yor­dum. Bir­den va­di­nin so­nun­daki da­ğın do­ru­ğun­da, gü­neş ı­şı­ğı i­çe­ri­sin­de Jung or­ta­ya çık­tı, bir kaç haf­ta ön­ce e­vi­min ka­pı­sın­da gör­dü­ğüm gi­bi o­ra­da du­ru­yor­du. E­li­ni sal­la­ya­rak “gö­rü­şü­rüz” di­ye ba­ğır­dı ve son­ra da­ğın yüksek ta­ra­fın­da kay­boldu. O anda uyandım, yorgunluktan dalıp gitmiştim, her şey bir rüyaydı ama çok etkiliydi. Er­te­si sa­bah gü­ne­şin doğ­ma­sıy­la bir­lik­te kal­ktım, ka­bi­nin per­de­le­ri­ni ke­na­ra çek­miştim. Dı­şa­rda gü­neş­den ka­nat­la­rı par­la­yan tek bir mar­tı var­dı, böy­le bir­şe­yi da­ha ön­ceki hiç­bir ge­zi­mde gör­me­miştim. Penceremin ya­nın­dan ge­çer­ken ka­fa­sı­nı çe­vir­di ve doğrudan bana bak­tı. Bir kaç da­ki­ka son­ra ise, ge­mi gar­so­nu bir tep­si üs­tün­de mey­ve ve çayın yanısıra ge­mi­nin telsiz ha­ber­le­ri­ni ge­tir­di. Bülteni okuyunca, Jung’un ge­çen öğ­le­den son­ra öl­dü­ğü­ne da­ir yapılan a­çık­la­ma­yı gör­düm. Vak­ti, uzaklığı ve to­le­ran­sı dü­şü­ne­rek, Jung’un ö­lü­mü­nün tam rüyama denk gel­di­ği­ni he­sap­la­dım. Evet, doğruydu, Jung´u öldüğü ündü rüyamda görmüştüm ya da rüya benzeri bir yerde..."

 

Kuş­ku­suz o a­nın anı­sı ve duy­gu­la­rı Bn. Post´un yıl­lar son­ra Jung’un Bol­lin­gen’de o­lan e­vin­de­ki çe­kim gü­nünde hissettiklerinin te­me­liy­di ve gök gür­le­me­si şü­pe­siz Jung’un ken­di­si­ne ya­kın ol­du­ğu duygusunun ka­nı­tıy­dı. Post’un a­nı­sı ve Jung’un var­lı­ğı­nı his­set­me­si gök ­gür­le­me­si­ni nor­mal do­ğa fe­no­me­ni ol­mak­tan çı­kar­dı. Ama di­ğer­le­ri i­çin bu sa­de­ce doğal bir olaydı. Biz bil­gi­mi­ze u­yan olayları gö­rü­rüz. Dün­ya­yı bi­ze doğrudan a­it ol­ma­yan, raslantısal olarak or­ta­ya çı­kan bil­gi­le­rin bi­ri­ki­mi o­la­rak gö­rür­sek, biz dü­şün­ce­le­ri­miz­de bö­lü­nü­r ve her­ke­si kap­sa­yan yaşamsal bü­tü­nden ken­di­mi­zi dış­lan­mış his­se­de­riz. E­ğer bil­gi­miz dün­ya ve ken­di­miz hak­kın­da bil­di­ği­miz sem­bol­le­rin tüm i­çe­ri­ği­ni kap­sa­say­dı, son­suz o­lur­duk. La­u­ren Van der Post’un du­ru­mu, o­nun bir ba­sit gök gür­le­me­siy­le Jung’un ru­hu­na ve yaşamın de­ğiş­ken­li­ği­ne doğrudan bak­ma­sı­nı sağ­la­dı. Ama bü­tün Eş­za­man­sal O­lay­la­r bu ka­dar dramatik ve so­nuç­la­rı bu ka­dar de­rin de­ğil­dir. Sık sık Eş­za­man­sal O­lay­la­r´la kar­şı­la­şan in­san­la­rın or­tak nok­ta­sı yaşamın on­la­ra sürp­riz yap­ma­sı­na i­zin ver­me­le­ridir. Kozmik Şakacı olaylarında olduğu gibi...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Mesaj, ne anlatmak istiyor?

Bi­zim dün­ya­mız­da her an yoğun ve yorgunuz, bu ne­den­le ga­rip raslantıları ö­nem­siz ama na­dir o­lay­lar o­la­rak ge­çiş­ti­ri­riz. Böy­le dav­ra­na­rak, bi­zim i­çin ö­nem­li o­lan bir çok o­la­yı göz­den ka­çı­ra­bi­li­riz. Ya da ga­rip bir o­lay bi­zi kor­kuta­rak yaşamı­mı­zın ta­ma­men de­ğiş­me­si­ni sağlar. Aşağıdaki olay ça­lı­şan bir ka­dı­nın ba­şın­dan geç­miştir; "Bir sa­nat­cı o­la­rak yaşama baş­la­mıştım, a­ma mad­di du­ru­mu­mu güvenceye al­mak i­çin ps­iko­te­ra­pist ol­dum. Ba­şa­rı­lı ka­ri­ye­ri­mi ço­cuk is­te­ği yü­zün­den bı­ra­kıp son­radan sa­na­ta dön­me­yi is­tiyordum. A­ma her ne ka­dar bu de­ği­şik­li­ği is­te­diy­sem de mad­di a­çı­dan ba­ğım­lı ol­mam bu­nu ger­çek­leş­tir­meme en­gel ol­du. Ay­lar­ca te­red­düt i­çin­de kal­dım. Bir gün bir sem­poz­yu­mu bek­ler­ken, bir kaç yıl ön­ce ço­cuk sa­hi­bi o­la­bil­mek i­çin i­şi­ni bı­ra­kan bir mes­lek­ta­şı­ma rast­la­dım. Ço­cu­ğu o­ku­la baş­la­mış ve ken­di­si de psi­ko­te­ra­pist ve öğ­ret­men­lik gö­re­vi­ne ge­ri dön­müştü. Benim i­çin bu kar­şı­laş­ma es­ra­ren­giz bir an­lam ta­şı­yor­du. İç­gü­dü­sel o­la­rak, bü­tün ol­mak is­te­di­ğim şe­yin sem­bo­lü­ne rast­la­dı­ğı­mın far­kı­na var­dım. Etki o ka­dar bü­yüktü ki, he­men o­ra­da ka­rar ver­dim ve da­ha son­ra plan­la­rı­mı ger­çek­leş­tir­me­ye baş­la­dım." Je­an Bo­len’e gö­re, böy­le bir kar­şı­laş­ma, me­sa­jın içeriğini o­lay­da sak­lı­ya­rak ka­de­re e­vet de­dir­ten bir duygu u­yan­dı­rır. Hiç kim­se tek bir o­lay­dan an­lam çı­ka­ra­maz ya da hiç­bir sem­bo­lün yo­ru­mu yok­tur. Zıt du­rum­da o­lan bir baş­ka ka­dın, i­şe dö­nüp dön­me­me­yi dü­şü­nür­ken, i­şi­ne ve öğ­ret­men­li­ğe ge­ri dö­nen an­ne­yi gö­rün­ce ken­di is­tek­le­ri­nin o­nay­lan­mış ol­du­ğu­nu gö­rür. "Me­saj"sa­de­ce sem­bol­de de­ğil o­na ver­di­ği­miz ce­vap­ta da bu­lu­nur. Bü­yük öl­çü­de mesajın düzeyi ve an­la­mı i­çin doğrudan so­rum­lu­yuz.

Yaşamı değiştiren geyik

İn­sana, yaşamın te­mel de­ği­şik­lik­le­ri­ eş­za­man­lı­lı­ğı baş­la­tı­yor­muş gi­bi gö­rü­nü­yor. E­de­bi­yat ve Kelt Mi­to­lo­ji­si pro­fe­sö­rü o­lan La­u­ri­e, öğ­ret­men­li­ği bı­ra­kıp hem­şi­re ve e­be o­la­rak bir ka­ri­yer yap­ma­yı dü­şün­mektedir. Bu­nun sıfırdan yaşama yine baş­la­mak ol­du­ğu­nu bil­me­si­ne rağ­men yaşamı­nın ye­ni bir bö­lü­mü­nün baş­la­ma­sı o­na bü­yük bir he­ye­can ver­mektedir. Bir ge­ce, di­şi bir ge­yi­ği­n ö­nem­li bir rol oy­na­dı­ğı bir Gal efsanesi ü­ze­ri­ne kon­fe­rans ver­dik­ten son­ra, e­ve döner­ken yol ke­na­rın­da bir ge­yik gör­ür. Hay­va­nın ya­ra­lı ol­du­ğu­nu dü­şü­ne­rek a­ra­ba­yı dur­du­rup, ya­vaş­ca yak­laşır. Hay­van, di­şi bir ge­yiktir, ka­dı­nın o­na doğ­ru u­zat­tı­ğı e­le yak­laşır ve o­na bakar. Ge­yi­ğin du­ru­mu­nun i­yi ol­du­ğu­nu gör­dük­ten son­ra La­u­ri­e a­ra­ba­sı­na döner. A­ma ge­yik o­nu evine kadar ta­kip eder ve La­u­ri­e’ye u­zun ge­len bir sü­re­den son­ra bahçe par­mak­lı­ğının üs­tün­den at­la­yıp ge­ce­nin i­çin­de kay­bol­ur. La­u­ri­e o anda evin ka­pı­sı­na ge­le­ne ka­dar hem­şi­re­lik ha­yal­le­rin­den vaz­ge­çe­ce­ği­ne ka­rar ver­ir. Artık Kelt bö­lü­mün­de dok­to­ra yap­ma­sı­nı ge­rek­li gör­mektedir. Bu­na bir za­man­lar baş­la­mış a­ma ço­luk ço­cuk sa­hi­bi o­la­bil­mek i­çin vaz­geç­miştir. Mesaj gelmiştir, bir yaşam tümüyle değişecekken, geyik motifi içinde olaylar rayına oturtulur. Ama nasıl ve kimin tarafından?

Sem­bol­le­rin (özellikle bilinçaltı sem­bol­ler) in­san­la­rın düşüncelerini daima zor­la­mış­tır. Bel­ki de en yo­ru­cu olanlar Eş­za­man­sal sem­bol­ler­dir. Bu ne­den­le hem du­ru­mun ay­rın­tı­la­rı­na, hem ­de bi­zim gös­ter­di­ği­miz tep­ki­ye ö­nem ver­me­miz gerekir. Bel­li şart­lar bi­zim iç­dün­ya­mı­za u­yum sağ­lı­yor­sa, iç­ gü­dü­sel tep­ki gös­ter­me­ye baş­lı­yor­sak, so­ru dı­şın­da da biz­den ne bek­len­di­ği­ni bi­li­yor­sak o za­man Eş­za­man­sal bir şe­yin iş­ba­şın­da ol­du­ğu­nu tah­min e­de­bi­li­riz. Ve bu­ sa­ye­­de ev­ren­sel bir dra­ma ka­tı­lı­yo­ruz ve bu dram­da da çok ö­nem­li bir ro­lü­müz var, verdiğimiz her karar, çoğu zaman bizden başka bir çok yaşamı etkilemektedir, hayal dahi edemeyeceğimiz karmaşık bir sistemle hepimiz sayısız insanla bağımlıyız, etkiliyor ve etkileniyoruz. Bu da bize Farkındalık Gerekliliği ve Sorumluluğunu getiriyor. Farkındalık noktasına ulaştığımızda, belki de artık kararlarımızı çok zor verebileceğiz, hatta sonuçlarını düşünmek bizleri belki de çok korkutacak. Kimbilir, Eş­za­man­sal O­lay­la­r´ı anlamak için henüz hazır olmayabiliriz de, ya da evrenin sırrını öğrenmeyi daha hak etmedik. Çünkü, Eş­za­man­sal O­lay­la­r´ın ardında basit raslantının çok ötesinde evrensel gerçeğin ta kendisi yatıyor olabilir.

--------------------

KAÇIŞ YOK

 

Katil Michael Godwin, ABD Colombia'da ölüm cezasına çarptırıldı ve infazın elektrik sandalyesinde yapılmasına karar verildi. Ancak idamına birkaç saat kala, avukatlarının çabasıyla Eyalet Komitesi tarafından ölüm cezası, ömür boyu hapse çevrildi.

 

Haftalar sonra Godwin yeni hücresinde metal bir sandalyeye oturmuş, hücreye gönderilen televizyonu kurcalıyordu. Nasıl olduğu hala bilinmiyor, televizyonun elektrik kablosu metal sandalyeye değdi ve Godwin çarpılarak can verdi; aynen kurtulduğu elektrikli sandalyede olacağı gibi.

 

Kabloda minicik bir sıyrık vardı; belki bir fare kemirmişti veya başka bir nedenden...İlahi adalet Godwin'i bağışlamamıştı...

 

DRAKULA

 

1998 yılında bir gece Drakula filminin İngiltere’de galası yapılacaktı fakat, filmin başlamasına çok az bir zaman kalmasına rağmen makaralar hala galanın yapılacağı sinemaya ulaşmamıştı. Daha sonra film makaralarını getiren arabanın yolda bir kaza yaptığı ve bundan dolayı da geç kalındığı öğrenildi. Filmleri getiren araba “Ulusal Kan Nakli Servisi” nin ambulansı ile çarpışmıştı.

 

YUMURTA YAĞMURU

 

 

Yine İngiltere’den bir garip örnek daha; Bin dokuz yüz yetmiş dört yılı sonlarında Berkshire bölgesindeki bir okula gökten yumurta yağdı. Masmavi, bulutsuz bir gökten aniden yumurtalar düşmeye başladı. Bu yağmur birkaç gün sürdü arabalar, damlar, okul bahçesi, hep yumurta içinde kaldı. Yöre halkının yakıştırması hazırdı : UFO’lar! Fakat bu UFO, uçan daireler değil; Bilinmeyen Uçan Omletler manasına geliyordu. Bölge havacılık dairesine soruldu, uçan omletlerden haberleri yoktu. Ancak işin enteresan tarafı bu okulun ismi İngilizce’de folluğu hazırla manasına gelen Keep Hatch’ti. Kısacası, gökten yumurtalar folluğa düşmüştü. Kozmik Şakacının yeni bir oyunu. Gökten, insanın başına bir çok şey yağmıştır. Amerikalı ünlü gariplikler uzmanı Charles Hoy Fort bu konuda çok kapsamlı araştırmalar yaptı ve enteresan yağmurlar listesi şunlardan oluştu :

Balık yağmuru

- Kurbağa Yağmuru

- Mühür Yağmurları

- Bunların en enteresan ve ürkütücü olanı ise, şüphesiz ki insan eti parçalarının yağmur halinde gökten yağmasıydı...

 

UĞURSUZ ARYA

 

1852 yılında, Paris Operası Kral VI. Charles tarafından açıldığında öylesine olay olmuştu ki, gazeteler açılışı, "Ezici bir başarı" olarak nitelemişlerdi. Açılış gecesinde dönemin en ünlü tenoru Mafiani başroldeydi. İkinci tenor, "Tanrım, onları ez..." diye başlayan aryasına başladığında, Mafiani'nin gözleri tavana ilişti. Kubbenin hemen altında bulunan "kedi balkonu" denen çember balkondan dev bir parça yerinden koparak düştü. Beton blok, doğrudan talihsiz tenorun üzerine geldi ve onu ezerek öldürdü.

 

Herşeye rağmen gösteri sürecekti... Ertesi gece Mafiani ön sıraları boş olan salonda yine sahneye çıktı ve o an geldi. Yine "Tanrım, onları ez..." aryası başladığında tenorlardan birisi göğsünü tutarak yere düştü, kalp krizi geçiriyordu ve kurtarılamadı.

 

Yapımcılar ve sorumlular panik halindeydiler; ölümün üçüncü kez geleceğinden korkuyorlardı. Ama Mafiani direndi ve meşum aryanın söylenmesine karar verildi. Zamanı geldiğinde orkestra susacak ve aryadan sonra çalmaya devam edeceklerdi. Gerçekten de öyle oldu; orkestra sustu, ama müzisyenlerden biri refleks olarak sözcükleri mırıldanmaya başladı. Mafiani duydu ve adama ters ters bakarken, kemancılardan biri aynen bir önceki gibi kalp krizi geçirerek o anda yaşama veda etti.

 

Artık herkes pes etmişti; opera kapatıldı, oyun kaldırıldı. Sahneler aylar sonra bir başka oyunla açıldı. Ancak o oyun bir daha asla oynanmadı.

 

BAŞKANLARIN ÖLÜMLERİ

 

Abraham Lincoln ile John Fitzgerald Kennedy'nin yaşamları ve uğradıkları suikastlar, inanılmaz bir dizi olayla birbirlerine bağlıdır.

 

Lincoln ilk defa 1846 yılında Kongre'ye seçildi. Kennedy ise tam 100 yıl sonra... 6 Kasım 1860'da Lincoln ABD'nin 16. başkanı seçildi; Kennedy ise 8 Kasım 1960'da 35. başkan oldu. Ölümlerinden sonra yerlerini alan yardımcılarının ikisinin de adları Johnson'du; Andrew Johnson 1808'de, Lyndon Johnson 1908'de doğmuştu. Lincoln'u vuran J.W.Booth 1838 yılında, Kennedy'nin katili Oswald ise 1939'da doğdu. İkisi de güneyliydi ve mahkemeye çıkartılamadan vuruldular. İkisi de cinayeti bir tiyatro binasında işleyip, daha sonra bir ahıra kaçtılar. Suikast gününde Lincoln bir korumasına, "Benim canımı almak isteyen bir adam var. Başaracağından kuşkum yok. Olacağı varsa önüne geçilemez." demişti. Kennedy ise eşine ve yardımcısı O'Donnel'a, "Biri beni bir tüfekle bir pencereden vurmak isterse kimse onu durduramaz. Bu yüzden niçin kendimi üzeyim?" demişti.

 

Lincoln ve Kennedy insan haklarını savunmalarıyla tarihe geçtiler; ikisi de bir cuma günü kafalarının arkasından vuruldular ve eşleri de yanlarındaydı. Lincoln Ford Tiyatrosu'nda vuruldu; Kennedy ise Ford Motor Şirketi tarafından yapılan bir arabada hayatını kaybetti.

 

Başka bir ilginç tesadüf ise Kennedy'nin Evelyn Lincoln adlı bir sekreteri olması ve Kennedy'ye Dallas'a gitmemesi için ısrar etmesiydi. Lincoln'un sekreterinin ismi de aynıydı...

 

JOHN LENNON

 

23 Ağustos 1980'de, New York'ta geceyarısı NBC kanalında yayınlanan bir talk-show'da ruhçuluğa meraklı Alex Tanous'un söyledikleri aylar sonra gerçekleşecekti.

 

Talk-Show yöneticisi Lee Spiegel'in amacı yetenekli gördüğü insanlarla deneyler yapmaktı. Spiegel NBC radyosunda yayınlanan 'Açıklanamayan Olaylar' adlı programın yapımcısı olarak ün yapmıştı. 73. Cadde'de bulunan Amerikan Ruhsal Derneği önünde bir deney yapmak amacındaydı. Aynı caddede bulunan Dakota Apartmanları ise ünlülerin oturdukları bir yer olarak tanınıyordu. Spiegel, Tanous'la beraber apartmanların önünde durarak, gelecek birkaç ay içinde ünlülerin yaşamında nelerin olabileceğini sordu. Bir an düşünen Tanous, gözlerini kapadı ve konuştu:

 

"Bu sözlerim gerçekleşecek. Çok ünlü bir rock yıldızının zamansız ölümünü görüyorum ve bu ölüm şu andan itibaren her an gerçekleşebilir. Tekrar ediyorum, bu çok zamansız bir ölüm ve garip bir yabancı onun ölümüne neden olacak. Bu ölüm sayısız insanın bilincini etkileyecek, çünkü o kadar ünlü biri..."

 

Bu talk-show 5 Eylül 1980'de yayınlandı; ancak 8 Aralık 1980 günü tekrarlanacaktı; çünkü o gün dünyanın en ünlü müzisyenlerinden biri olan pop-star John Lennon, eşi Yoko ile birlikte Dakota Apartmanları'ndaki dairelerine dönerken, uzak bi eyaletten gelen psikopat biri tarafından vurularak öldürüldü.

 

Tanous, bahsettiği ünlü kişiyi kimin öldüreceği sorulduğunda bir isim vermemişti. Ama yapımcı aylar önce programı yayınladığında, altı ünlü sanatçıdan oluşan bir liste okumuştu ve listenin başında John Lennon bulunuyordu.

 

Bir şey daha var; korku sinemasının en iyi örneklerinden sayılan ve başrolünü Mia Farrow'un oynadığı 'Rosemary'nin Bebeği' filminin çekimi sırasında ard arda bir sürü uğursuzluk yaşanmış ve oyunculardan bazıları sonradan psikiyatrik tedavi görmüşlerdi. Ve bu film aynı yerde, yani Lennon'un vurulduğu Dakota Apartmanları'nda çekilmişti...

 

Katil soruşturmada Lennon'u neden vurduğunu bilmediğini söylüyordu. Tanous'un kehaneti gerçekleşmişti...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

öncelikle güzel paylaşım benimde başıma bu tarz şeyler geldi pozitif yöndede mesela gideceğim bir yere sallanırım orda hiç alakasız birini görürüm bir olay yaşarım olumsuz olarakta bir kaç kere kaza atlattım saat olayı çok ilginç bakıyorsun saat daha atıyorum 8 gösteriyor yatıyorsun aslında meğer saat 10muş farkına varmıyorsun bu bir kaç kez başıma geldi hatta dedim saate ne bakıyorsun hava karanlık ya da çalardı zaten benimde beynim kurulu saat gibidir istediğim zamanda saat kurmadan bile kalkarım aralarda oluyor gerçekten

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...