Jump to content

Marquis de Sade


Kalipso

Önerilen Mesajlar

103.jpg

 

"Biliyor musun sevgili Sensible, elinde bir kalem varsa olağanüstü şeyler yaşayabiliyorsun." Hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Donatien Aphonse Marquis de Sade bir sapkın mıydı? Bütün eleştirmenlerin ve hatta ahlâkçıların da kabul ettiği gibi "cinsel hayatın Zorba'sı" mıydı? Yoksa, aslında sadece "yasaklamanın yasaklanmasını" dileyen ve bütün yazdıklarını yukarıdaki cümlesiyle açıklayan basit, insan yönü skandalsız, yalın bir yazar mı?

 

Marquis de Sade'ı en iyi tanımanın yolu, adını verdiği Sadizm'le işe başlayarak "insan bozukluklarının"tarihini anlamaya çalışmaktan geçmiyor. Gerçi iş bilimadamlarına kalınca onlardan, adli sonuçlara varsın varmasın sadist sapkınlıkların herkes için geçerli ve "ucuz" tedavilerinin olmadığını öğreniyoruz. Marquis de Sade adına, bu satırlardaki davamız, onu bir kayalığın tepesinde denize düşmeyi bekleyen müntehirin ruh hali gibi, onun yazarlık durumunu ortaya koymak ve insanlığının yönlerini bulgulamak.

 

Sade'ın çıktığı yüksek kayalıklar, deyim yerindeyse toplumdışılığın ve bu dış alanı savunmanın zirvesiydi. Yazdıklarında gözlediğimiz erotizm ve anarşist fantazilerin ardında Tanrı tanımayan, anarşist bir duruşun davranışları yatıyordu. Sade'a göre tek suç, doğaya karşı işlenen suçtur. Doğa tarafından bir kez yaratılmış olmak onun egemenliğinden kurtulmuş olmak demektir ve asıl önemli olan bu özgürleşmenin farkında olmaktır. Sade için her türlü zevkin kaynağında suç ve kötülükler yatar.

 

Ölümünden sonra adı unutturulmak istenen, ama bir yandan kitapları gizlice okunan Marquis de Sade, kendi ülkesinde ilk kez 20. Yüzyılda şair Guillaume Apollinaire'in çabalarıyla açık ve geniş bir biçimde tanınmaya, okunmaya başlandı. Bunun yanı sıra, edebiyat ve eleştiri çevrelerinde kitapları yeniden ele alındı; eleştiriler ardı ardına gelmeye başladı. Bunlar içinde Simone de Beauvoir'in o çok ilginç "Sade'ı Yakmalı mı?" adlı eseri ve Pierre Klossowski'nin "Ahbabım Sade" kitabı sayılabilir. Bunun yanı sıra İslami sorunların ve eserlerin uzmanı olarak da bilinen Maurica Heine (1884 - 1940) Gilbert Lely ile birlikte Sade'ı 20. Yüzyıla taşıyan en önemli kişi olarak görülüyor. Bu ikili kendi hayatlarını adeta Marquis'nin yayınlanmayan eserlerini ve ona ait belgeleri günışığına çıkarmaya adadılar.

 

Tıp öğrenimi gören Maurice Heine, aforoz edilmeden önce sıkı bir Komünist Parti üyesiydi. 1924 yılında Felsefi Roman Cemiyeti'ni kuran Heine'ın tek amacı Sade'ın kitaplarını yayımlamaktı. 1926'da "Hikâyeler"i ve "Papaz ve Cançekişenin Diyaloğu"nu yayınladı. Diğer kitapların ve birçok değerli makalenin ardından Marquis de Sade adlı kitabının yayınlandığını ne yazık ki göremedi. Gilbert Lely, bu kitabı yayınladıktan sonra bayrağı devraldı; 1952-57 arasında iki ciltlik Sade biyografisini yayınladı.

 

Marquis de Sade, 74 yıllık hayatının (1740-1814) 28 yıl ve 8 ayını istisnasız olarak hapiste geçirirken, bu sürenin 25 yıl ve 3 ayını hükümsüz olarak "değerlendirdi". Bu çeyrek asırlık hapis yaşantısı Sade'ın kendisini "bütün rejimlerin mahpusu" olarak nitelendirmesine yol açtı açmasına ama 8 Mart 1794 günü, ellinci yaşına girmesine henüz birkaç ay kala Marquis, Picpus'e nakledildiği zaman, Terör döneminde "ılımlı" bulunmuş olma suçu yüzünden bir zindanda çürümeye terk edilmişti. Picpus, içinde daha çok soyluların bulunduğu ve herkesin mütemadiyen gün boyu aşk yaptığı süslü bir hapishaneydi.

 

Sade'ı bu yaldızlı yatak odasına kim naklettirmişti? Devrimin erdemleri adına insanların giyotine gönderilmesine karşı çıkan Marquis'yi daha önce zindanlara atan yönetimin gözleri önünde nasıl oluyordu da bu adam hem "La Philosophie dans le boudoir" (Yatak Odasında Felsefe) adlı eserinin temellerini atacağı sekiz aylık bilinmeyen bir "torpilli" hapis yaşantısını başlatıyor, hem de cımbızla seçtiği soylulardan bir tiyatro kumpanyası yaratabiliyordu.

 

Bu sekiz aylık "beyaz" dönem boyunca Sade'ın yaptıklarını, kurgusal da olsa, önce 1994'te Fransız romancı Serge Bramly'nin bir senaryo olarak başladığı ama daha sonra romanın kuyusuna düşen kitabından okuyabiliyoruz. Bir Leonardo da Vinci biyografı olan Serge Bramly, sinemacı bir dostunun "siparişi" üzerine başladığı bu belalı çalışmasını bir anlaşmazlık sonucunda yarıda bırakırken birdenbire kendini Marquis de Sade'ın oluşturduğu gizemli bir çekim alanında buluveriyor ve bu roman çıkıyor ortaya.

 

İyi bir aileden gelen bir genç kızın, görmüş geçirmiş bir erkek topluluğu tarafından bekaretinin nasıl bozulduğunu anlatan iki ciltlik "Yatak Odasında Felsefe"nin Picpus mapusluğu sonrasında yazılmış olduğuna dikkat eden Bramly, Sade'ın kitabı Picpus'te yazmış olabileceğini tahmin ederek, yazacağı metni bu kitapta toplamaya çalışmış. "Yatak Odasında Felsefe"nin adına bir gönderme yaparak, yazdığı romana "Sade: La Terreur dans le boudoir" (Yatak Odasındaki Terör) adını koymayı uygun görmüş.

 

Sade'ın yazdıklarında büyük bir tutarlık abidesi bulduğunu söyleyen Serge Bramly, Sade'ın "Doğa beni böyle yarattı, kendi doğama aykırı davranmam bir cinayet olurdu" şeklindeki sözlerini romanının omurgası haline getirerek, diyalogların ve kurgusal parçalarının tamamına yakınını, Sade'ın değişik kitaplardan alıntılamakta bir sakınca görmemiş. Roman biraz incelendiği zaman zaten bu açıkça görülüyor. Bir anlamda "Sade kendini roman olarak bir kez daha yazmış".

 

"Yatak Odasındaki Terör"ün elbette bir de görkemli bir sinema hikâyesi var. Hikâye olmanın da ötesinde 2000 yılında Benoit Jacquot'nun çektiği, Marquis de Sade rolünü ünlü Fransız karakter oyuncusu Daniel Auteuil'ün oynadığı bir film bu. Ne var ki gişelerden ve eleştirmenlerden çok önemli övgüler almayan bu filmi, ne olursa olsun Daniel Auteuil'ün "kurtardığı"na dair görüşler çoğunlukta. Filmde Sade'ın metresi Sensible'i Marianne Denicourt canlandırıyor.

 

Yazdıklarıyla tanrısız, dinsiz olduğunu ama skandal derecesindeki yazı(n)Sal eylemlerinin onu bir katil, bir cani ve bir sapkın yapmayacağını belirten Sade'ın gerçek yaşa*ında çokça ihtimal edilen bir ayrıntı var ki o da içinde yaşadığı baskı ortamlarının, özellikle de Devrim yönetimlerinin, katlin ta kendisini yaptıkları, cinayetlerin hasını işledikleri yönünde... Aslında Sade'ın, yazarak fantezi üretmek ve yaşamak dışında fazla bir hüneri ve kötülüğü olmadı kimseye... Ve kesinlikle, içinde yaşadığı baskı ortamlarının onu ustaca cezalandırmak, onu suç yaratmak konularından bir yazar dehasını aşan özellikler taşıdığı da bir gerçek. Bunun kanıtı ise Sade'ın hayatının yarısına yakının "hükümsüz" olarak hapislerde geçirmesi elbette...

 

Bir Picpus ziyareti sırasında yatakta oynaşırlarken, Sensible'in "Sen bir canavar m ısın?" sorusuna şöyle cevap veriyor Marquis: "Benim bebekleri parçaladığım ve onların kanlarıyla gençleştiğim, La Coste şatomun hendeklerinin ağzına kadar cesetlerle dolu olduğu söylendi... Beni böyle dedikodular yüzünden Bastille'e kapattılar." Sensible üsteler: "Soruma cevap vermedin." Sade, daha fazla oyalamaz akıllı metresini ve "Canavarlıklar, diyorsun. Belki... Nasıl bilinebilir?" der. "Bir bakıma buna benzer canavarlıklar yaptım, evet; bunları dünyadaki herkesten daha fazla tasarladım ve onları silinmez olmasını umduğum bir mürekkeple yazdım... Biliyor musun sevgili Sensible, elinde bir kalem varsa olağanüstü şeyler yaşayabiliyorsun."

 

Sade'ı yakın! Ama önce bir dinleyin. Belki de o kalemiyle olağanüstü şeyler yaşayabilen bir yazardı sadece.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sadizm, karşısındaki kişiye acı vermek veya eziyet etmekten seksüel bir haz duymanın adıdır. Bu adın kaynağı, Fransız filozof ve sadistik öykü yazarı Marquis de Sade'den gelmektedir. Sadizm'in karşıtı olan olgu ise mazoşizm olup kendisine acı verilmesinden, eziyet edilmesinden seksüel bir zevk alma duygusudur. Genellikle, dövülme, aşağılanma, bağlanma, işkence edilme, vb. seksüel fanteziler içerir. Bu isim de, ağırlıklı olarak mazoşist bir içeriği olan "Venus in Furs" romanıyla tanınan 19. yüzyıl yazarlarından Leopold von Sacher-Masoch'dan gelmektedir.

Alıntıdır

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

düşünceler sorgulanamaz bana göre sade bir filozoftur aslında.

ya beni öldürün ya da böyle kabul edin,çünkü ben buyum(sade)

aslında bu sözü çoğu şeyi özetlıo.bir beden ölebilir ama onun yaydığı düşünceler hiç bi zaman ölmez bu sadece sade için deil bu dünyaya iyi kötü düşüncelerini yaymış her filozof için geçerlidir.ve tabi sodome un 120 günü adlı eseri oldukça ilginçtir.tabi bu eserin bulunuş oykusude kıtap kadar ılgınçtır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sade Markisi Donatien Alphonse François, 2 Haziran 1740’ta Paris’te Condé Malikânesi’nde doğdu, 2 Aralık 1814’te Charenton’da öldü. Annesi, Condé prensesinin akrabası ve nedimesi, babası diplomattı. 1754’de orduya katıldı. 1763’te ailesinin isteği üzerine Paris Parlementosu başkanının kızıyla evlendi. Birkaç ay sonra sık sık gittiği bir genelevde gerçekleştirmeye çalıştığı isteklerinden ötürü, kralın emriyle hapse atıldı. Hapisten karısının yardımıyla kurtuldu ve şatosuna sığındı. Burada, bir rahibe olan baldızıyla ilişki kurması ve neden olduğu birçok olay, 1777’de Vincennes Kalesi’ne hapsedilmesine yol açtı. Kalede düşüncelerini yazıya döktü. 1789 Fransız Devrimi sırasında Charenton Şifayurdu’na gönderildi. Ertesi yıl birçok tutukluyla birlikte serbest bırakıldı.

 

Kendisi de bir soylu olmakla birlikte, soylu sınıfının değerlerine karşı olması, Devrim yöneticilerince 1792’de Paris’te bir bölgenin sorgu yargıçlığına getirilmesine neden oldu. Ancak erdem adına insanların giyotine gönderilmesine şiddetle karşı çıkıyor; yargıçlık kurumunu da benimsemiyordu. 1794’te hapisten çıkınca yoksul bir yaşam sürmeye başladı. 1801’de Napoléon’a karşı yazılar yazdığı gerekçesiyle yeniden hapsedildi. 1803’te de Charenton’da bir tımarhaneye yollandı. Burada birkaç yıl boyunca oyunlar sahneledi. Ölümünden sonra adı unutturulmak istendi, ancak yapıtları gizlice okunuyordu. Gene de ülkesinde ilk kez 20.yüzyılda Apollinaire’in çabalarıyla edebiyat alanında ciddi biçimde ele alındı.

 

Sade, toplumdışılığı seçmiş, bunu savunmuş bir yazardır. Yaşamında ve yapıtlarında gözlenen erotizmin ardında, tanrıtanımaz ve anarşist bir dünya görüşü yatar. Edimlerinin ve fantezilerinin suç sayılması, ona göre yersizdir. Çünkü suç, toplumsal bir değerdir. Bu nedenle, erdemi yüceltmek anlamsızdır. Bugün suç sayılan bir edimin yüceltildiği bir toplum düşlemek ise olanaksızı istemek değildir. Sade’nin Tanrı’sı doğadır. Ona göre tek suç, doğaya karşı işlenen suçtur. İdeal toplum yalnızca doğa yasalarının egemen olduğu toplumdur. Kötülüğün egemen olduğu “doğal durum” insanların kendilerini savunmak için toplumsal bir sözleşme yapmaları, yasalar koymaları, özgürlüklerinden vazgeçmeleri anlamına gelir. Çünkü toplumla bireyin çıkarları birbirine karşıdır. Birey, kendi hakkını kendi arayabilmeli, gerekirse saldırgan ve kötü olarak, “kötü” doğayı karşısına almalıdır. Böylece doğayla uyum sağlamış olur. İnsan, bir kez doğa tarafından yaratıldıktan sonra,onun egemenliğinden kurtulur. Önemli olan, bu özgürlüğün bilincine varabilmektir.

 

Sade’a göre suç ve kötülük, her türlü zevkin kaynağıdır. Bunun için kutsal değerlere saldırmaktan ve onları erotizmine konu etmekten kaçınmamıştır. Çirkinlik ve bayağılığı da erotizmden ayrı düşünmez. Cinsellik, bir insanı tanımanın en kesin yoludur. Acı, en güçlü duygu olduğundan, Sade cinsel doyumu da bedensel ve psikolojik acı ile birlikte düşünür. Öznenin, nesnesine acı çektirenin kendisi olduğunu bilmesi, onun kötülüğünü ve egemenliğini duyumsayarak doyuma ulaşmasını sağlar. Bu düşünce dizisi, acı çekmekten zevk almanın, Sadizm (Sade’cılık) olarak adlandırılmasına yol açmıştır.

 

Sade bugün edebiyatta erotizmin en güçlü temsilcilerinden sayılmaktadır. Bunun da ötesinde, onu genel çizgisinin dışında kalmakla birlikte, Aydınlanma Çağı’nın en önemli düşünürlerinden biri olarakdeğerlendirenler ve insan doğasını, her türlü sınırlamadan bağımsız, en yalın biçimde tanıma çabasıyla psikanalizin ve cinsel psikopatalojinin öncüsü olarak görenler de vardır.

 

Kaynak: Yatakodasında Felsefe

Ayrıntı Yayınları

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Marquis de Sade, Charles Bukowski’den günümüzdeki yazarlara kadar birçok kişiye ilham kaynağı olmuştur. Özellikle Bukowski’nin kadınlarla olan çoğunlukla “çarpık” ilişkilerini aktarma biçiminde, Sade’den gelen ciddi esinlenmeler bulunmaktadır. 18. - 19. ve 20. Yüzyıl arasındaki gerek karakteristik, gerek toplumsal farklılıklar dolayısıyla yer altı edebiyatının ancak bu iki ismi arasında gerçek bir geçişten bahsedilebilir: Marquis de Sade ve Charles Bukowski.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...