Jump to content

Kim Bu Gözcüler (Anunnakiler Nefilimler)


MALCOLMX

Önerilen Mesajlar

İbrani folklorunda adları "Nefilim". Eski Mısır'da "Neter" olarak adlandırılıyorlar. Sümer, ilk kez adlarının duyulduğu yer. Bütün bu kültürlerde ortak olan ve "Gözcü" olarak nitelenen bu "sıradışı" varlıklar birer mit mi, yoksa gerçek mi?

Kim bu "Gözcü"ler ?

 

 

 

İbrani mitlerinde ve Tevrat'ta onlara "Nefilim" diyorlar. Eski Mısır'da adları, "Neter". Sümer mitlerinde "Anunnaki" diye geçiyorlar. Diğer yandan "Sumer" sözcüğü, "Gözcü'lerin ülkesi" anlamına sahip. Hangi adla anılırlarsa anılsınlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere ilişkin mitlerde başrol onların. Eski diller uzmanları, Antik Çağ kültürlerine şaşılacak biçimde net biçimde damgasını vurmuş bu esrarengiz varlıkların, neredeyse bütün eski uygarlıklarda "gözcüler" olarak adlandırıldıklarını söylüyorlar. Sözünü ettiğimiz dönem, İsa'dan en az 3000 yıl öncesi. İyi ama, "geç neolitik" olarak adlandırılan dönemin bütün uygarlıklarının literatürlerine benzer ifadeler ve anlatılarla girmiş bu "Gözcü"ler kimler? Neyi ya da kimi "gözlüyorlar"? Bütün bunlar yalnızca antik Çağ insanlarının düşgüçlerinin bir ürünü mü, yoksa gerçekten bugün anıları silinmiş, izleri bulunamayan, haklarında hiçbir şey bilmediğimiz birileri, bu gezegende yaşamışlar mı?

Mitler ve gerçekler

Sürekli vurguladığımız gibi, bilginin az olduğu ya da bazen üzerinin örtüldüğü yerlerde, spekülasyonların başını alıp gitmesini engellemek mümkün değildir. Bilimsel yöntemlerden, bilimsel şüphecilikten (scepticism) ve somut bulgulardan başkasına güvenmemekten söz ederken, aynı şüpheciliği şu anda bildiğimizi varsaydığımız alanlara uygulamamak, bazen spekülasyonlardan da olumsuz sonuç verir. Bilim eğer "gerçeği aramak" amacını içeriyorsa bizler için, bu aynı zamanda kurumlaşmaya, bilimsel otokrasiye de karşı çıkmamızı da gerektirir. Herhangi bir alanın "spekülasyona açık" olması bizi ürkütmemeli; verileri doğru okumak, burada anahtar sözcük niteliğine sahip. Ortodoks bilim ve akademisyenler, çoğu kez içinde bulundukları "bilimsel bürokrasi"nin ellerini kollarını bağlayıcı hantallığı ve "ağaçlardan ormanı görememe" alışkanlığı nedeniyle; yeni ve sarsıcı düşüncelere baştan olumsuz tepki vermeye eğilimlidirler. Hele bu, onların "Akademisyenler Olimpos'u"nun dışından geliyorsa. Arkeoloji ve arkeoastronomi, yirminci yüzyılın başlarından bu yana bu sorunu yoğun biçimde yaşıyor. Sıradışı olduğu varsayılan düşünce ve teoriler yalnızca dışlanmakla kalmıyor, bir de aşağılanıyor kendilerini "bilimsel şüpheci" diye adlandıran ortodoks çevrelerde. Oysa tarih, uzun ve yavaş bir yürüyüş. Geniş dilimler halinde onu incelediğimizde, her aşamasında ortodoksinin engellemelerini ve inanılmaz tutuculuğunu fark ediyor, ama uzun vadede "sıradışı" varsayılan fikirlerin yaşadığını görüyoruz.

 

"Neter"ler ya da "Gözcüler" sorunu da yirminci yüzyılın bitmeyen tartışmalarından biri. Dogmalarla gözünü bağlamayan ve açık fikirli olmaya çaba gösterenler, bugün "mitler" deyip geçtiğimiz anlatıların bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynı ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak, bu metinlere daha farklı bakmamız gerektiğine işaret ediyorlar. Oysa ortodoks bilim akademisyenlerinin yaklaşımı, oldukça farklı. Onlar, eski toplumları bütünüyle çözümlediklerine inanıyor ve ekliyorlar: "Din dindir, mitoloji de mitoloji. Bunları gerçek tarihsel olgularla karıştırmayın." Bunu söylerken de, bilerek ya da bilmeyerek, bugünün egemen dinlerinin yörüngesinde duruyorlar. Eşine az rastlanır bir ikiyüzlülük ve çifte standart uygulaması bu. Bir yandan somut bilimsel bulgular dışında hiçbir şeye prim vermemekten söz ediyorlar, bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen diniyle sürtüşmemeye çaba gösteriyorlar. Bunun kendilerine göre "etik" bir yolunu da bulmuşlar: "Bilim ayrıdır, din ve inanç ayrı." Oysa "inanmak ve inanç" sözcüklerinin egemen olduğu bir kültürde bilim ve bilginin her zaman bu çifte standartın gölgesinde kalacağını bilmezden geliyorlar. Ama ne gam; "bilimsel" kurumların birçoğunun bütçesini, Kilise'yi destekleyen holdingler, hatta bazen bizzat dini vakıflar sağlıyor. Çoğu üniversitede kürsü başkanları arasında en az bir musevi var. Bilimin "beşiği" olduğu varsayılan ABD'de halkın ezici bir çoğunluğu İncil'e bütün kalbiyle inanıyor. Ortalığı bulandırmanın anlamı var mı şimdi?

 

"Gözcüler" sorunu, Antik Çağ tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin en kilit noktalardan biri. Bir biçimiyle, felsefe ve ilahiyat akademisyenlerini, hatta dilbilimcileri de bu tartışma çemberi içinde düşünebiliriz. Şimdi, bu uzun girizgahtan sonra meseleyi olabildiğince yalın biçimde ortaya koyalım:

 

Eski Mısır'ın "Neter"leri

 

Bütün Antik Çağ metinlerinde, kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler, geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına, net olarak çözümlenemeyen bir tür "başlangıç dönemi" yerleştiriyorlar. Bu, onların tarihlerinde, "yönetimin tanrılardan insanlara geçmekte olduğu" bir ara dönemi belgeliyor. Belirsiz bir başlangıç döneminden beri bizzat "tanrılar" tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin, bu ara dönemde "Gözcüler" adı verilen üstün yaratıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Eski Mısır'da bunların adı, "Neter"ler. Son olarak Osiris'in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke, belli bir dönem sonrasında, bir "Kral yaratma" (Kingmaker) töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neterler geri plana çekiliyorlar - sonra da, izleri siliniyor. Bu ilk "insan kral", bugün arkeolojinin değişmez bir gerçek biçiminde kabul ettiği, Firavun Menes. Bildiğimiz, yazılı tarihe göre İ.Ö 3100 dolaylarında Yukarı ve Aşağı Mısır'ı bir tek ülke halinde birleştiren Menes, Mısır tarihinde "Hanedanlar Dönemi" denen bir evrenin de başlatıcısı.

 

Mısır kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayanıyor: Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı krallar listesi ve bugün "Torino Papirüsü" olarak bilinen bir yazıt. Her iki belge de birbiriyle uyumlu. Bu sayede arkeologlar ve ejiptologlar, Mısır'ın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar. Buna göre, Firavun Menes'le başlayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayrılıyor: Eski Krallık, 1. Ara Dönem, Orta Krallık, 2. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da bu kronolojik düzen aynen böyle. süreç içindeki arkeolojik bulguların Manetho'yu ve Torino Papirüsü'nü doğrulaması sayesinde, Yeni Krallık ve sonrası, neredeyse bütünüyle tarihlenebilmiş durumda. Eski Krallık'ta, en fazla 150 yıl yanılma payıyla arkeologlar hanedan listesini ve Kralları sıralayabiliyorlar. Yani bu iki belge, doğruluğu desteklenmiş veriler içeriyor. Bütün sorun da aslında burada: Çünkü Manetho'nun listesi ve Torino Papirüsü, yalnızca hanedanlar dönemi Mısır'ını değil, ondan çok daha öncesini de kronolojik sıra içinde sunuyor. Yalnız burada yöneticiler insanlar değil, Neterler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan, ülkeyi binlerce yıl yöneten, esrarengiz varlıklar. Ejiptoloji ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor? "Alt paragraflarını" tartışmasız biçimde kabul ettiği ve bulgularla doğrulanan bir tarihi yazıtın "üst paragraflarını" ya yok sayıyor, ya da "Bunlar mitoloji" deyip işin içinden çıkıyor. Neden? Çünkü hayranlıkla benimsediği alt paragraflarda "normal insan"lar krallık yapıyor; üstteyse, kim oldukları anlaşılamayan üstün yaratıklar. Böylece bilimsel ortodoksi, aynı belge üzerinde işine gelen bölümü "olgu" diye benimseyip dosyalarken, işine gelmeyen, çünkü anlayamadığı, işin gerçeği "dini inanışlarına aykırı düşen" bölümleri "mitolojik" bulup ayıklıyor!

 

Mezopotamya'da aynı şeyle karşılaşıyoruz: Layard ve Wooley'nin yaptığı araştırmalarda, son derece değerli ve ilgi çekici kil tabletler ele geçiyor. Bunlar, Sümer Kral Listeleri olarak adlandırılıyor. Aynı Mısır'da olduğu gibi, listenin en üst sırasında, yani "normal krallar"dan önce, her biri neredeyse 10.000 yıl, 15.000 yıl yaşayan yöneticiler var. Bunlar, "Tufan'dan önce" uzun süre ülkeyi yönetmişler, sonra insanlara devretmişler. Babil metinleri bu olayı "Krallık gökten indiğinde" gibi bir deyişle açıklıyor. Bütün Mezopotamya'da aynı kült var aşağı yukarı. Bulunan belgeler, "en eski metin" olduğuna inanılan Tevrat'ın, Tufan başta olmak üzere bir sürü temayı Sümer ve Babil anlatılarından ödünç aldığını ortaya koyarak Kilise'de ve dini çevrelerde buz gibi rüzgarlar esmesine neden oluyor. Üstelik, Tufan öncesi ülkeyi yöneten "tanrılar"dan söz ediliyor, tek bir tanrıdan değil!

 

Bu durumda ortodoks arkeoloji ne yapıyor? Mısır'da yaptığının aynısını. Yani Sümer Krallar Listesi'nin "normal insan ömrüne sahip" kralları doğru kabul ediliyor ve belgenin bu bölümü "somut bulgu" sınıfına sokuluyor ama Tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan, 200.000 yıl hüküm sürmüş "tanrılar" ve onların sonrasında, "ara dönem"de insanlara yönetimin geçişini üstlenen ve denetleyen "Gözcü"ler, "mantıksız" bulunarak "mitoloji" sınıfına sokuluyor yine. Aynı belgenin alt kısmı doğru, üst kısmı "masal"!

 

Enoch'un şaşırtıcı hikayesi

 

Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrılar" sözcüğünü tek bir "Tanrı" olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı'ya verilen sıfat ve onun genel adı, "Efendi" ya da "Sahip" anlamına gelen "Lord" sözcüğünde somutlanıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal'den söz ediyor. "Baal"in sözlük anlamı da "Efendi" ve "Sahip". Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak "Tanrılar" sözcüğünü "Tanrı" olarak tashih eden Tevrat'ın, birkaç yerde bunu unutması. "Elohim" sözcüğü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, "ilahlar"; yani, "çoğul" bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar - arkeologlarsa, sessiz. Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab'ında "O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı" diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcüğü, İngilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, "yukarıdan aşağıya inmiş olanlar". Yaratılış'taki hikayede "devler"in hiçbir anlamı yok - daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki "araya yanlışlıkla girmiş" gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947'de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları bulunduğunda, "Nefilim"in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu çıkıyor ortaya. Bunun yanı sıra, Tevrat'ın din adamlarınca "edit edildiği" de anlaşılıyor. Çünkü İ.Ö 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmış olan kopyası "sahte" sanılan "Enoch'un Kitabı"nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında.

 

Yaratılış'ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve "Tanrı'yla birlikte yürüdüğü" söylenen Enoch'un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat'tan çıkarılan bu parçaların "Nefilim" sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Enoch'un Kitabı'nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6'nın aynı satırında sözü edilen "..ve Tanrı'nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular" ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran "Tanrı'nın oğulları" ile insanın kızları arasındaki ilişki Tevrat'ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Enoch'un Kitabı'nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu çıkıyor ortaya. Evinden, ailesinden ayrılan ve "Tanrı katında" yaşamını sürdüren Enoch, "Gözcülerden" söz ediyor anatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen "ara halkası" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Enoch'un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sırasında "insan kızları"nı arzuladığı ve bu fikrini diğer "gözcü"lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukarıdan inen") aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında "yasak". Sonuçta bu birleşmeden "melez" çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, "insan kızlarıyla" birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan'la insanları.

 

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Enoch'un kitabının da, Tevrat'ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar "revize edilerek" yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda "Gözcü"ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz! Şimdi, bütün bunlara "Mitoloji işte canım" deyip, elimizin tersiyle bir yana mı itmemiz gerekiyor, "bilimsel tavır" sergilemiş olmamız için. Yoksa eski metinleri farklı bir bakışla bir daha inceleyip, "Kim bu Gözcüler?" diye sormak mı daha mantıklı bir davranış

 

-ALINTI-

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnterneti karıştırırken (http://www.erenouvelle.com) sitesinde “Prophéties de Billy Meier” başlıklı bir yazıya rastladım. Billy Meier 1937’de İsviçre’de doğmuş. Kendisine başka dünyalardan (paralel alemlerden) birtakım bilgiler ve haberler geliyormuş. Başka dünyalardan gelen varlıklar Meier’e bizim küremizde olacak hadiseler hakkında bilgiler vermişler, uyarılarda bulunmuşlar. Bu zatın açıkladığı kehanetler büyük yekun ve hacim tutuyormuş. Bunlardan “Enoch’un Kehanetleri”nde insanlığı büyük felâketlerin beklediği anlatılıyor. Enoch’un kehanetlerinin tamamı, çeşitli dillerde yayınlanan NEXUS dergisinde çıkmış. Bu kehanetlerin kısa bir özetini yukarıda adını verdiğim siteden naklediyorum. (Nexus, Aralık 2004).

 

 

 

Kehanetlerin özetinin metni şudur:

 

“Yakın zamanda insanlar 888 gün sürecek bir Cehennem hayatı yaşayacaklardır. Teröristlerin suikastleri, orduların çarpışması ve iç savaşlar sonunda milyonlarca, hattâ milyarlarca insan ölecektir. Kültürler ve dinlerarası savaşlarla parçalanan insanlık, bir yandan da açlık ve salgın hastalıklar ve korkunç silâhların kullanılması yüzünden ıstırap çekecektir.

 

Bu devir, yeryüzünde yaşanmış en zor devir olacaktır. Sonunda hiçbir şey satılmayacak ve alınmayacaktır. Bütün gıda maddeleri vesikaya bağlanacak ve küçük bir ekmek parçası bile olsa, çalan hırsızlığını canıyla ödemek rizikosunun altına girmiş olacaktır. Küremiz üzerindeki sular her yerde insan kanıyla karışacak kıpkızıl olacaktır, tıpkı vaktiyle Mısır’da olduğu gibi.

 

İslâm fanatikleri, Avrupa ülkelerine karşı başkaldıracaklar, Avrupa titreyecek ve sarsılacaktır. Batı’da her şey tahrip edilecektir. İngiltere feth edilecek ve büyük bir sefalete düçar olacaktır. İslâm fanatikleri ve savaşçılarının iktidarı yıllar boyu devam edecektir.

 

Bu savaş sadece Avrupa’yı vurmayacak, dehşet yayıldıkça diğer bütün ülkelere sıçrayacak ve bütün dünyayı ateşe verecek bir savaş haline dönüşecektir.

 

Papa II. Jean-Paul’dan sonra bir papa daha gelecektir. Onu takiben bir “Pontifux Maximus” Kilise’nin başına geçecektir. Bu Papa, “Petrus Romanus” adıyla tanınacaktır, âhir zaman Papası...

 

Amerika Birleşik Devletleri, hürriyet adına savaş, barış ve terörizmi önleme bahanesiyle birçok ülkeyi işgal edecek, o bölgeleri bombalayacak ve önüne gelen herşeyi tahrip edecektir.Bu esnada binlerce sivil insan ölecektir. Amerikan politikası hiçbir sınır tanımayacaktır. Onun tek amacı dünya üzerinde ekonomik, malî ve askerî bir mutlak üstünlük kurmak ve yeryüzünü kontrol altına almak olacaktır.

 

Avrupa, Asya ve Afrika ülkeleri, ABD’nin kendilerini dünya hakimiyeti stratejisi uğrunda kullandığını anlayınca peyderpey ona karşı geleceklerdir.Bu büyük savaş önlenemeyecektir. Çünkü yeryüzü halkı bir islah yolunu seçmeyecek, yani gerçek bir sevgi ve barışı muhtemelen istemeyecektir. İnsanlar zenginliği, zevk ü sefayı, bütün maddî değerleri ve sınırsız bir gücü seçeceklerdir.

 

Üçüncü Dünya Savaşı patlak verirse (Bizim hesaplarımız ve gözlemlerimiz onu gösteriyor) bu çatışmanın faturasını siviller ödeyecektir. Sorumsuz ilim adamları, askerî amaçlara yönelik klonlamalarla duygudan ve vicdandan arınmış birtakım mahluklar yetiştirecekler, ayrıca son derece tahripkâr silâhlar üreteceklerdir. Bu klonlanmış mahlukların bağımsızlıklarını ilan etmeleri ve kendi kumandalarında, insanlığı tahrip ve imha etmeleri ihtimali de gerçekleşecektir.

 

Dünya, şimdiye kadar benzeri görülmemiş acılara sahne olacaktır.Bu hadiseler 888 gün devam edecek ve sonunda medeniyet çökecektir. Bu korkunç senaryodan sonra çeşitli salgın hastalıklar başgösterecek ve dev boyutta bir açlık dünyayı kasıp kavuracaktır. Böylece insanlık aleminin ekonomisi çökecek, herhangi bir mal üretme imkânı kalmayacaktır. Bütün besin maddeleri ve ilaçlar vesikaya bağlanacaktır.

 

Savaş çılgınlıkları karalarla sınırlı kalmayacak, felâketler aynı şiddet ve genişlikte okyanuslara, atmosfere ve uzaya sıçrayacaktır. Gelecekte kurulacak denizaltındaki “infrastructure”ler saldırıya uğrayacak ve tahrip edilecektir. Bu esnada binlerce insan can verecektir. Tahrip ve imha anaforu bu tesisler tarafından beslenecek, birtakım korsanlar, deniz birlikleri ile savaşacaktır.

 

Bu devirde, birtakım dünya dışı güçlerin, felâketin sorumlusu Batı ülkelerine karşı harekete geçmesi ihtimalinin de gerçekleşmesi mümkündür. Bu güçler, gizliliklerini terk edecek ve Batı’nın sorumsuz hareketleri yüzünden dehşete düşmüş olanların yardımına koşacaktır.

 

Bunlardan başka, birtakım doğal afetler ve felâketler Avrupa ve Asya’yı derinden sarsacaktır. Bununla beraber, uğradıkları bütün yıkımlara rağmen bu iki kıt’a varolmaya devam edecektir.

 

Amerika Birleşik Devletleri için aynı şey söylenemez. O tamamen harap ve türap olacaktır.Bu devlet, planladığı ve kışkırttığı dünya çapındaki çatışmalar dolayısıyla (gelecekte de hep böyle olacaktır) birçok ülkede canlı bir kin ve nefret duygusu uyandırmıştır. Binaenaleyh bu ülke, boyutları insanlar tarafından hayal bile edilemeyecek çapta önemli felâketlere mâruz kalacaktır. Teröristler tarafından tahrip edilen World Trade Center bir başlangıçtır.

 

Kıyamet’i andıran korkunç hadiseler sadece toplu imha silâhları ve klonlanmış askerler tarafından meydana getirilmeyecektir. Yerküresi ve Doğa, sorumsuz insanların kötü kullamına başkaldıracaktır.

 

Amerika Birleşik Devletleri’ni, şimdiye kadar benzeri görülmemiş yangınlar ve kasırgalar silip süpürecektir. Bütün bu felâketlere rağmen, Amerikalılar nice ülkeye yaptıkları haksızlıkları durduramayacaktır. Kuzey Amerika kıt’ası, en büyük felâkete uğradığı zaman (Doğu sahillerini vuran fırtına mı?), kötü niyetli askerî güçler enformatik, biyolojik, kimyevî silâhlarla vurmaya ve saldırmaya devam edeceklerdir. Bu silâhlar otonom hale gelecek ve insanlar bunların kontrolunu ve güdümünü ellerinden kaçıracaktır. Bu kehanetlerin en önemli noktası budur.

 

Dünyanın geri kalan bölgeleri felâketlerden kurtulmayacaktır. Çünkü dünyalılar çevreyi tahrip ettiler ve bu tahribatı sürdürmektedirler.

 

Dünya kaynaklarının tahrip edici şekilde kullanılması yüzünden, tektonik bir dengesizlik sun’î (yapay) olarak meydana getirilmiştir ve bu depremlere, yanardağ patlamalarına ve tsunamilere yol açacaktır. Bunun sonunda iklimler değişecek, korkunç ve dehşetli kasırgalar ve tayfunlar meydana gelecek, bütün dünya bunların yıkıcı enerjilerine mâruz kalacaktır. Bu âfetler akılalmaz çapta su baskınlarına ve alışılmamış kar yağmalarına sebebiyet verecek, bundan güney ülkeleri, hattâ ekvator kuşağı bile etkilenecektir.

 

İnsanlığın cinneti ve özellikle yeraltında patlatılan nükleer bombalar yüzünden yerküresi uzaydaki yolundan çıkmaya başlamıştır. Dünya yavaş yavaş fakat kesin bir şekilde Güneş etrafında yeni bir yörüngeye girecektir. Bunun sonucunda yeryüzünde yeni bir buzul çağı başlayacaktır.

 

Acılar ıstıraplar bunlarla da bitmeyecektir. Amerika Birleşik Devletler’nde iki iç savaş çıkacaktır. Neticede, öldürücü düşmanlıklar yüzünden bu ülke beş ayrı bölgeye ayrılacak, fanatik ayrılıkçılar diktatörce güçlere sahip olacaktır.

 

Anarşi dünyaya hakim olacak ve insanları uzun bir müddet târumar edecektir. Çeşitli hastalıklar ve salgınlar ki, bunların çoğu eskiden olmayan yeni şeyler olacak ve tedavileri bilinmeyecektir, bunlar da insanlığı kıracaktır.

 

İktidar, teknoloji, maddî zenginlik, kin, intikam hırslarına kapılmış insanlar yaratılışın değerlerini; Sevginin, Bilgeliğin, Barışın ve Hürriyetin câhili olarak kalacaklardır. Tıpkı, kendilerinden önce Enoch’un atalarının yapmış olduğu gibi... Bu davranışları yüzünden dünyayı acıların, ölümün, yıkımın ve yokoluşun derin ve korkunç uçurumlarına yuvarlayacaklardır. İnsanlığın yaşamış olduğu en büyük ve en vahim felâketin...”

 

Enoch Kehanetleri’nin kısa bir özeti budur. Dünya ve insanlık gerçekten böyle bir felâkete mi gidiyor? Perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş. Bugüne bakınız ve gelecek pembe mi, yoksa kapkara mı, siz kendiniz hüküm veriniz. Bunu anlamak için kâhin olmaya lüzum yoktur.

 

Mehmet Şevki Eygi

Milli Gazete, 14 Eylül 2005 /www.biriz.biz/merak/enoch.htm

alıntı

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bizim görüşümüze göre nefilim nedir... alın size bir belgesel.. ama gene oraya bağladı demeyin nolur.

belgesel ingilizce..ama kısaca özetleyebilirim ilgi olursa..

 

malcom-x ayrıca bu konuyu actın ya süper oldu. ayrıca bizim neye benzediğimizi en iyi anlatan belgesellerden biri.. en azından neye inandığımızı mükemmel derecede anlattığını düşünüyorum.neden sümer, babil ve mısır takıntımız var anlatır umarım.

 

http://vids.myspace.com/index.cfm?fuseaction=vids.individual&videoid=596876617

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

evet türkçeydi zaten ecnebicem yok:) evet niburu hakkındaydı.hatta tüm eski metinlerde yer alan niburunun neden günümüzde unutuldğuna dair bir kitap ve 2012 yılında tekrar dünyaya yakalşacağını haber veren ilk kitap olması lazım.yanlış hatırlamıosam ve bayağ ilgi çekmişti ilk yayınlandığında türkiyede ama yurtdışında ne zaman yayınalndığına dair bir bilgim yok.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnkilap Kitap evi. Burak Erdem 2012 Marduk İle randevu..

 

Güneş sistemimizde son sınır, Pluton değil. Modern astronomların 1930'lardan beri "Gezegen X" kod adıyla izini sürdükleri, ancak yerini henüz saptayamadıkları dev bir gök cismi, kuyrukluyıldızlara benzeyen eliptik yörüngesiyle her 3661 yılında bir dünyamızın yakınından geçiyor. Sümerler ona "Geçiş Gezegeni" anlamında Nİ.Bİ.RU dediler; Babil astronomlarıysa güçlü tanrıları MARDUK'un adıyla onurlandılar; Mısır'da, "Milyonlarca Yılın Gezegeni" diye anıldı. Son yörünge geçişini İ.Ö. 1649 yılında yapan bu dev gök cismi, Thera yanardağının patlamasını da içeren bir dizi doğal afete yol açmış; aralarında "Mısır'dan Çıkış"ın da (Exodus) bulunduğu mitlere esin kaynağı oluşturmuş; Yakındoğu başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde siyasi ve sosyal dengeleri altüstü etmişti.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yazınız için teşekkür ederim. Okuduklarımı anlatayım : Tevratta geçen iki Tanrı adı var Elohim ve Yehova. Elohim yukarıda bahsedildiği gibi

tanrılar yada ilahlar demekir ki: sümer yazıtlarına göre dünyayı gözlemleyen uzay kolonilerinin birinin adı Yehova dır ve diğer (sanırım 12 idi ) uzay kolonilerinin toplamına Elohim denmektedir.

diğer konu ise Ni.Bi.RU (Marduk) gezegeni konusu 12. gezegen değil sanırım 10. Gezegen adı altında yayınlanmıştı ve bu gezegende yaşayan insanların ömürleri bizim ömürlerimize göre çok uzun olduğudur. Bu Gezegen Sümer yazıtlarında geçmektedir ve o zaman duvarlara yapılan resimlerde galaksimizdeki tüm gezegenlerin yeri birebir çizilmiş olup 10.gezegenin yeride belli idi. Bunlar uydurma olabilir ama Sümerler 10. gezegeni uydursa bile zamanımızda keşfedilmiş olan gezegenlerin yerlewrini nereden bilebiliyorlardı.Bunun gibi bilimadamları sanırım 1930 lu yıllarda Afrikada Dogon kabilesini ziyaret ettiklerinde Sirius Gezegeninin altında bir başka gezegen olduğunu gördüler.O zaman altındaki gezegeni sorduklşarında sirius b yanıtını aldılar.Yıllar sonra bilimadamları sirius B gezegenini keşfettiler . Bu bilgiler nereden geliyordu.Sanı9rım Enokun kitaplarından da bilinebileceği gibi bu bilgiler Atlantis MU (Lemuria) uygarlığından günümüze aktarılan bilgilerden geliyordu. Bu arada Enokun kitabı ve Madame Blavatsky , Dünya Öğretmeni hakkında bilgiler alabilirsek çok sevinirim.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kehanetlerin özetinin metni şudur:

 

“Yakın zamanda insanlar 888 gün sürecek bir Cehennem hayatı yaşayacaklardır. Teröristlerin suikastleri, orduların çarpışması ve iç savaşlar sonunda milyonlarca, hattâ milyarlarca insan ölecektir. Kültürler ve dinlerarası savaşlarla parçalanan insanlık, bir yandan da açlık ve salgın hastalıklar ve korkunç silâhların kullanılması yüzünden ıstırap çekecektir.

 

 

Dünyadaki toplam insan sayısının 7 milyara yaklaştığını kabul edersek fazla fazla....milyarlarca insan ne demek oluyor ? Binyıllarla ifade edilecek bir süreç mi ?

 

saphire

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yazınız için teşekkür ederim. Okuduklarımı anlatayım : Tevratta geçen iki Tanrı adı var Elohim ve Yehova. Elohim yukarıda bahsedildiği gibi

tanrılar yada ilahlar demekir ki: sümer yazıtlarına göre dünyayı gözlemleyen uzay kolonilerinin birinin adı Yehova dır ve diğer (sanırım 12 idi ) uzay kolonilerinin toplamına Elohim denmektedir.

diğer konu ise Ni.Bi.RU (Marduk) gezegeni konusu 12. gezegen değil sanırım 10. Gezegen adı altında yayınlanmıştı ve bu gezegende yaşayan insanların ömürleri bizim ömürlerimize göre çok uzun olduğudur. Bu Gezegen Sümer yazıtlarında geçmektedir ve o zaman duvarlara yapılan resimlerde galaksimizdeki tüm gezegenlerin yeri birebir çizilmiş olup 10.gezegenin yeride belli idi. Bunlar uydurma olabilir ama Sümerler 10. gezegeni uydursa bile zamanımızda keşfedilmiş olan gezegenlerin yerlewrini nereden bilebiliyorlardı.Bunun gibi bilimadamları sanırım 1930 lu yıllarda Afrikada Dogon kabilesini ziyaret ettiklerinde Sirius Gezegeninin altında bir başka gezegen olduğunu gördüler.O zaman altındaki gezegeni sorduklşarında sirius b yanıtını aldılar.Yıllar sonra bilimadamları sirius B gezegenini keşfettiler . Bu bilgiler nereden geliyordu.Sanı9rım Enokun kitaplarından da bilinebileceği gibi bu bilgiler Atlantis MU (Lemuria) uygarlığından günümüze aktarılan bilgilerden geliyordu. Bu arada Enokun kitabı ve Madame Blavatsky , Dünya Öğretmeni hakkında bilgiler alabilirsek çok sevinirim.

 

Tevrat bildiğiniz üzere tek bir kitab deildir. (müslümanlar tek kitap sanmaktalar) Üç kitaptan olusur. Emirler kitabı, talmut ve babil yolcusu. Babilde yazılan talmut musa ile alakalı deildir. ayrıca musaya gözüken tanrının adı AHIH'dır bu kelime de "Ben O'yum" demektir. Hikayede musaya rab yanan bir ağaç olarak gözükür. Musa o an tek tanrıyı kavrayamaz. Musa 10emri alınca tek tanrı Yahova der. AHIH, ADNI ANODAI YHVH ALHM gibi isimler kullanır. allah kelimesi de elohim yani ALHM kelimesinden arapçaya geçmiştir.

 

Eski ahitte iki deil üç farklı şekilrde Rab kelimesi vardır YHVH, ALHM ve IAO dur, hepside tanrı demektir. Uzay kolonisi dediğin adı Yahova deil Yaşon şeklinde okunur. Aynı zamanda Yaşon kelimesi mısırda kölelerin tanrısı demektir. Niburu 10ncu deil 12nci gezegendir cünkü Sümer astrolojisinde Ay ve güneş de birer gezegendir. Mardukta yaşayanlara ise Ananukiler denir. İşin enteresanı sümer tabletlerinde çizilen güneş altı uçlu yıldızdır. (davut mühürü veya israil bayrağındaki veya mısır ölüler kitabı tabletinde çizildiği gibi ki bu da yahudi dininin aslında sümer dininin bir tür devşirmesi olduğunun kanırtlarındandır).

 

Sümerlilerin Nuh'u Uptaniştim (ki nuh hiç yaşamamış olabilir ve gılgamış destanında da geçen bu hikaye nuh tufanı anlatısına dönüşmüş olabilir) yerde yüreyen diğer Nefilimleri yok etmek için tanrı Enlil'in çıkardığı tufana bir gemi yaparak karşı koyarken ve tanrı Enki onları kurtarırken bu tufanın ellerinden nefilim marduğa geri dönmüştür. şeklinde anlatılır. Demekki nefilim denen şey eski tanrılardır ve bunlar bir savaş yapar, bir kısmı marduğa geri döner ile şiddetle "tanrıların arabaları" kitabında anlatılan teze uymaktadır. Yani tanrılar uzaylıdır. (ki bu bir teori)

 

Madame Blavatsky, sol kol yolu yani left hand path terimini ilk ortaya atan ökülttür. Tekerlekli sandalyedeyken bile cok hatırlı eserler vermiştir. Birtür obeziteye de yakalanmıştı bir ara ama şüphesis Gaea (Doğa ana) üzerine fikirleri, Wicca kültürünü etkilemiş, Left hand Path fikri, elapsi levi ile birleşerek demonolojiyi teşşekkül ettirmiştir. Ki demonolojik inançta ananukiler demondur ve yarı tanrıdır... İşte bu nedenle bu konu ve başlık da bu forumdaki en önemli meseledir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

YankeeRose arkadaşıma çok ayrıntılı açıklaması için teşekkür ederim. Tevrattaki isimlerden bahsederken 3 değişik isimden bahsedildiğini söylemiş ama benim konuma dönersek elohim tanrılar demekse o zaman bu kelime tek tanrı anlamına gelmemektedir dolayısı ilede burada bahsedilen elohim kelimesi tanrı anlamında değil belki

12 Göksel koloni anlamına gelebilir diye düşünüyorum. Ayrıca Mde Balavatsky bilgileri acaba bu kolonilerden birinden mi alıyor du? Ayrıca Left Wing konusu ne anlama gelmektedir? Bunu biraz açarmısınız? Agarta ve Shambala gibi bir şey mi?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Elohim kelimesi inançlara göre hem tekil hem de çoğul olarak kullanılmakta..Blavatsky ise hem doğu ezoterik kaynaklarından beslenmişti hem de bir medyumdu. Mahatmalar (yüksek ruhlar) tarafından ders aldığı ima edilir ve telepatik olarak yazdıkları mevcuttur.

 

Sol El Yolu - Yaygın olarak yanlış kullanılan bu okült tabirin kökeni Tantrik Vama Marg'dan kaynaklanmaktadır. Sağ El Yolu, Ananda Marg özellikle cinsel yoga ile ilgili Tantrik uygulamaları sembolik olarak uygulayan riyazet ve cinsel perhize dayayan bir yoldur. Vama Marg ise cinsel enerji ile en yüksek mistik birleşmeyi ve diğer Tantrik hedefleri tamamlamaya çalışır. Burada "sol" kundalini kanalının solundaki dişi (aysal pranayı taşıyan) kanalı, dişi enerjiyi ön plana aldıkları için kullanılır.

 

yukarıda verdiğim "sol el yolu"nun anlamı köken itibari iledir, günümüzde genel olarak; antik kaynaklara önem veren paganlar, spiritüel satanistler arasında da izlenilen yolu anlamlandırmaya yönelik bir terimdir.

 

Agarta ve Şambala ise yeraltında yaşadıklarına inanılan (dünyada yaşanan bir dizi felakaet sonrası Mu kıtasından ve Atlantis'ten kaçanlardan oluşan) bir uygarlıktır. (Bu konu üzerine forumda ayrıntılı kimi bilgiler vardır, başlıklardan arama yapabilirsiniz)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...