Jump to content

Nazım Hikmet Ran Şiirleri


falco x

Önerilen Mesajlar

http://www.nazimhikmetran.com/images/fotolar/40.jpg

 

MEMLEKETİMİ SEVİYORUM

 

Memleketimi seviyorum :

Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.

Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı

memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.

 

Memleketim :

Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,

kurşun kubbeler ve fabrika bacaları

benim o kendi kendinden bile gizleyerek

sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.

 

Memleketim.

Memleketim ne kadar geniş :

dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.

Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.

Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum

ve güneye

pamuk işleyenlere gitmek için

Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye

utanıyorum.

 

Memleketim :

develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler,

kavak

söğüt

ve kırmızı toprak.

 

Memleketim.

Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven

alabalık

ve onun yarım kiloluğu

pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla

Bolu'nun Abant gölünde yüzer.

 

Memleketim :

Ankara ovasında keçiler :

kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.

Yağlı, ağır fındığı Giresun'un.

Al yanaklı mis gibi kokan Amasya elması,

zeytin

incir

kavun

ve renk renk

salkım salkım üzümler

ve sonra karasaban

ve sonra kara sığır

ve sonra : ileri, güzel, iyi

her şeyi

hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır

çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım

yarı aç, yarı tok

yarı esir...

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

http://www.nazimhikmetran.com/images/fotolar/07.jpg

Nâzım ile kardeşi Samiye.

 

DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

 

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar

oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında

dünyayı çocuklara verelim

kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi

hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

dünyayı çocuklara verelim

bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

çocuklar dünyayı alacak elimizden

ölümsüz ağaçlar dikecekler

 

21 Mayıs 962, Moskova

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ÖLÜME DAİR

 

Buyrun, oturun dostlar,

hoş gelip sefalar getirdiniz.

Biliyorum, ben uyurken

hücreme pencereden girdiniz.

Ne ince boyunlu ilâç şişesini

ne kırmızı kutuyu devirdiniz.

Yüzünüzde yıldızların aydınlığı

başucumda durup el ele verdiniz.

Buyrun oturun dostlar

hoş gelip sefalar getirdiniz.

 

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?

Osman oğlu Hâşim.

Ne tuhaf şey,

hani siz ölmüştünüz kardeşim.

İstanbul limanında

kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,

kömür küfesiyle beraber

ambarın dibine...

 

Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı

ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız

simsiyah başınızı.

Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...

Ayakta durmayın, oturun,

ben sizi ölmüş zannediyordum,

hücreme pencereden girdiniz.

Yüzünüzde yıldızların aydınlığı

hoş gelip sefalar getirdiniz...

 

Yayalar-köylü Yakup,

iki gözüm,

merhaba.

Siz de ölmediniz miydi?

Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp

çok sıcak bir yaz günü

yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?

Demek ölmemişsiniz?

 

Ya siz?

Muharrir Ahmet Cemil?

Gözümle gördüm

tabutunuzun

toprağa indiğini.

 

Hem galiba

tabut biraz kısaydı boyunuzdan.

Onu bırakın Ahmet Cemil,

vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,

o ilâç şişesidir

rakı şişesi değil.

Günde elli kuruşu tutabilmek için,

yapyalnız

dünyayı unutabilmek için

ne kadar çok içerdiniz...

Ben sizi ölmüş zannediyordum.

Başucumda durup el ele verdiniz,

buyrun, oturun dostlar,

hoş gelip sefalar getirdiniz...

 

Bir eski Acem şairi :

"Ölüm âdildir" - diyor, -

"aynı haşmetle vurur şahı fakiri."

 

Hâşim,

neden şaşıyorsunuz?

Hiç duymadınız mıydı kardeşim,

herhangi bir şahın bir gemi ambarında

bir kömür küfesiyle öldüğünü?...

 

Bir eski Acem şairi :

"Ölüm âdildir" - diyor.

Yakup,

ne güzel güldünüz, iki gözüm.

Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...

Fakat bekleyin, bitsin sözüm.

Bir eski Acem şairi :

"Ölüm âdil..."

Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.

Boşuna hiddet ediyorsunuz.

Biliyorum,

ölümün âdil olması için

hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

 

Bir eski Acem şairi...

Dostlar beni bırakıp,

dostlar, böyle hışımla

nereye gidiyorsunuz?

27.jpg

YAŞAMAYA DAİR

 

1

 

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi meselâ,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

 

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani, o derecede, öylesine ki,

meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut, kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel, en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.

 

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak, yani ağır bastığından.

 

1947

 

YAŞAMAYA DAİR

 

2

 

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,

yani, beyaz masadan

bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,

hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,

yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz

en son ajans haberlerini.

 

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,

diyelim ki, cephedeyiz.

Daha orda ilk hücumda, daha o gün

yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.

Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

 

Diyelim ki, hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla

yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

 

Yani, nasıl ve nerde olursak olalım

hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

 

1948

 

YAŞAMAYA DAİR

 

3

 

Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

yani, bu koskocaman dünyamız.

 

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hattâ bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

 

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...

 

Şubat 1948

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

HOŞGELDİN KADINIM

 

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin

yorulmuşsundur;

nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını

ne gül suyum ne gümüş leğenim var,

susamışsındır;

buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim

acıkmışsındır;

beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam

memleket gibi yoksuldur odam.

 

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin

ayağını basdın odama

kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi

güldün,

güller açıldı penceremin demirlerinde

ağladın,

avuçlarıma döküldü inciler

gönlüm gibi zengin

hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

 

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

VATAN HAİNİ

 

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,

bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un

66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali

Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

 

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt

hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse,

kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,

vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

HOŞGELDİN...

Hoş geldin!

Kesilmiş bir kol gibi

omuz başımızdaydı boşluğun...

Hoş geldin!

Ayrılık uzun sürdü.

Özledik.

Gözledik...

Hoş geldin!

Biz

bıraktığın gibiyiz.

Ustalaştık biraz daha

taşı kırmakta,

dostu düşmandan ayırmakta...

Hoş geldin.

Yerin hazır.

Hoş geldin.

Dinleyip diyecek çok.

Fakat uzun söze vaktimiz yok.

YÜRÜYELİM.....

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

O bu gece ölebilir.

Ceketinin göğsünde bir kurşun yanığıyla,

O bu gece gitti ölüme,

Kendi ayağıyla........

 

-Cigaran varmı ? dedi.

-Var dedim.

-Kibrit ?

-"Yok,cigaranı kurşun yakar "dedim.

 

Aldı cigarayı,gitti !!!!

 

Belki şimdi upuzun yatıyor,

Dudaklarında yanmamış bir sigara,

Göğsünde bir yara.

 

Gitti - Darp işaret - Bitti ..................

 

(N.H.Ran 1936)

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ALINTI(doors @ 11 10 2006, 14:44 ) 16976[/snapback]

O bu gece ölebilir.
Ceketinin göğsünde bir kurşun yanığıyla,
O bu gece gitti ölüme,
Kendi ayağıyla........

-Cigaran varmı ? dedi.
-Var dedim.
-Kibrit ?
-"Yok,cigaranı kurşun yakar "dedim.

Aldı cigarayı,gitti !!!!

Belki şimdi upuzun yatıyor,
Dudaklarında yanmamış bir sigara,
Göğsünde bir yara.

Gitti - Darp işaret - Bitti ..................

(N.H.Ran 1936)


her bir kelimedeki gizli mana insanın içine derinden işliyor. Teşekkürler güzel paylaşımın için :)
[/b]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nazım'ın memleketimi seviyorum şiiri ile yaptıgın açılışın yerini tutamaz ama :thumbsup:

 

Adamın kaleme aldıgı her cumlede,hatta her kelimede ne kadar sıradan gorunselerde hep bir anlatım,bir ozleyiş,bir sorgulama bir isyan,bir ask var.

Sanırım onu Nazım Hikmet yapan da bu olsa gerek.

Bu konu için cok cok cok tesekkurler. :clapping:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden

ölmek de ayıp değil,

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte

yani yürekte.

 

Meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey

kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

 

Seversin dünyayı doludizgin

ama o bunun farkında değildir

ayrılmak istemezsin dünyadan

ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye

elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık

yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

 

o hayatta iken gereken saygıyı goremeyen vatanını cok sevdıgı halde vatan haını ılan edılen bana gore en buyuk şairdir .... NAZIM HİKMET RAN

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

31.jpg

 

VERA İÇİN

 

Bir ağaç var içimde

fidesini getirmişim güneşten.

Salınır yaprakları ateş balıkları gibi

yemişleri kuşlar gibi ötüşür.

 

 

 

Yolcular füzelerden

çoktan indi içimdeki yıldıza.

Düşümde işittiğim dille konuşuyorlar,

komuta, böbürlenme, yalvarıp yakarma yok.

 

 

 

İçimde ak bir yol var.

Karıncalar buğday taneleriyle

bayram çığlıklarıyla kamyonlar gelir geçer

ama yasak, geçemez cenaze arabası.

 

 

 

İçimde mis kokulu

kızıl bir gül gibi duruyor zaman.

Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş,

çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil...

 

Nazım Hikmet Ran ( 1902 - 1963 )

 

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Dayanamam Nazım'a

SALKIM SÖĞÜT

Akıyordu su

gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.

Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!

Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere

koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!

Birden

bire kuş gibi

vurulmuş gibi

kanadından

yaralı bir atlı yuvarlandı atından!

Bağırmadı,

gidenleri geri çağırmadı,

baktı yalnız dolu gözlerle

uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

 

Ah ne yazık!

Ne yazık ki ona

dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,

beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

 

Nal sesleri sönüyor perde perde,

atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

 

Atlılar atlılar kızıl atlılar,

atları rüzgâr kanatlılar!

Atları rüzgâr kanat...

Atları rüzgâr...

Atları...

At...

 

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

 

Akar suyun sesi dindi.

Gölgeler gölgelendi

renkler silindi.

Siyah örtüler indi

mavi gözlerine,

sarktı salkımsöğütler

sarı saçlarının

üzerine!

 

Ağlama salkımsöğüt

ağlama,

Kara suyun aynasında el bağlama!

el bağlama!

ağlama!

 

1928

 

 

 

Not: "Salkımsöğüt" ile "Bahri Hazer" Nâzım Hikmet'in ününün sanat

çevrelerini aşmasını ilk sağlayan şiirleridir. Odeon firmasının şairin

kendi sesinden plağa aldığı bu şiirler kahvelerde çalınıp dinlenmeye

başlamıştı. Nâzım Hikmet yazarken düşündüğü bir ahenge uyarak

şiirlerini çok güzel okurdu. Okunup dinlenmelerine herhangi bir yasal

engel bulunmayan bu şiirlerin şairin adını çok yaygınlaştırdığı

düşünülerek Odeon firması plağa yeni basımlar yapmaması için

uyarılmıştı.

 

Şiiri Nazım Hikmet'in kendi sesinden dinlemek için:

http://www.unix-shells.com/~yolgezer/mp3/Nazim Hikmet - Salkim Sogut.mp3

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nâzım HİKMET

 

Soyadı Ran'dır. 20 Kasım 1901 tarihinde Selanik'te doğdu; ancak ailesi 15 Ocak 1902 olarak kaydetmiş ve kendisi de bu durumu benimsemiştir. 3 Haziran 1963 tarihinde Moskova'da öldü. İstanbul'da Heybeliada Bahriye Mektebi'ni bitirdi, ancak sağlık sorunları nedeniyle subaylık serüveni sona erdi. Kurtuluş Savaşı'na katılmak amacıyla Anadolu'ya geçti (1921). Anadolu'da Kurtuluş Savaşı için verilen her görevi yerine getirdi. Oradan Rusya'ya gitti. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde (KUTV) yüksek öğrenimini tamamladı. 1924 yılında gizlice Türkiye'ye döndü. Gazetelerde, dergilerde, film stüdyolarında çalıştı. Şiirleri nedeniyle birkaç kez kovuşturmaya uğradı. 1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırtmaya çalıştığı gerekçesiyle kanıtsız, yasaya ve hukuka aykırı olarak 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa Cezaevlerinde 12 yılı aşkın kaldı. 1950 yılında bir af yasasıyla salıverildi. Ancak sürekli izlendiği ve çürüğe ayrıldığı halde 48 yaşında yeniden askerlik yapmaya çağrılması ile öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurtdışına kaçtı. 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından Türk vatandaşlığından çıkarılmasına karar verildi. Yurtdışında sürekli olarak Bulgaristan, Rusya, Polonya'da yaşadı; birçok uluslararası kongreye katılarak çeşitli ülkelere yolculuklar yaptı.1963 yılında geçirdiği bir kalp krizi sonunda öldü, Moskova'da Novo-Deviçeye Mezarlığına gömüldü.

 

 

 

AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR

 

Açlık ordusu yürüyor

yürüyor ekmeğe doymak için

ete doymak için

kitaba doymak için

hürriyete doymak için.

Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin

yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak

yürüyor ayakları kan içinde.

Açlık ordusu yürüyor

adımları gök gürültüsü

türküleri ateşten

bayrağında umut

umutların umudu bayrağında.

Açlık ordusu yürüyor

şehirleri omuzlarında taşıyıp

daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri

fabrika bacalarını

paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

Açlık ordusu yürüyor

ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp

ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.

Açlık ordusu yürüyor

yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için

hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor

yürüyor ayakları kan içinde.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

HASRET

 

Denize dönmek istiyorum

Mavi aynasında suların:

boy verip görünmek istiyorum!

Denize dönmek istiyorum!

 

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!

Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.

Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.

Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;

Ben sularda batan bir ışık gibi

sularda sönmek istiyorum!

Denize dönmek istiyorum!

Denize dönmek istiyorum!

 

Nazim Hikmet Ran

 

BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN

 

 

Analardır adam eden adamı

aydınlıklardır önümüzde gider.

Sizi de bir ana doğurmadı mı?

Analara kıymayın efendiler.

Bulutlar adam öldürmesin.

 

Koşuyor altı yaşında bir oğlan,

uçurtması geçiyor ağaçlardan,

siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.

Çocuklara kıymayın efendiler.

Bulutlar adam öldürmesin.

 

Gelinler aynada saçını tarar,

aynanın içinde birini arar.

Elbet böyle sizi de aradılar.

Gelinlere kıymayın efendiler.

Bulutlar adam öldürmesin.

 

İhtiyarlıkta aklına insanın,

tatlı anıları gelmeli yalnız.

Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,

efendiler, siz de ihtiyarsınız.

Bulutlar adam öldürmesin.

 

 

Nazim Hikmet Ran

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...