Jump to content

Sümerce Metinlerde Ölüm Sonrası Hayat


nevermore

Önerilen Mesajlar

İnsanoğlunun kaçınılmaz sonu ölüm, geçmişten günümüze pek çok toplumun inancında yeni bir başlangıç olarak kabul edilmiştir. Çivi yazılı kaynaklarda yansıtıldığı şekliyle Eski Mezopotamyalıların inancında Kutsal Kitaplarda söz konusu edilen cennet ve cehennem ayrımı yoktu. Ölen herkes, genellikle kur olarak ifade edilen ve yeryüzünün altında olduğu düşünülen ölüler diyarına gidip dönüşü olmayan bu yerde sonsuza dek kalırdı

 

Nergal, Ereškigal, Ningišzida, Namtar gibi birçok tanrıdan oluşan bir panteon tarafından yönetilen ölüler âleminde, ileride değineceğimiz gibi, insanların yargılandığı hususunda bilgiler de bulunmaktadır.

 

Sumerce mitlerden iyi tanıdığımız Gilgameš ve Dumuzi’nin ölümlerinin ardından öteki dünya panteonuna dâhil edildiklerini, “Urnamma’nın Ölümü”, “Gilgameš’in Ölümü” ve “Nannaya’nın Ölümüne Ağıt” gibi çeşitli tanrıların isimlerinin geçtiği metinlerden bilmekteyiz. III. Ur Devri’ne kadar ölüler diyarı tanrıları hakkında güney ve kuzey Mezopotamya inancı arasında farklılıklar bulunmaktaydı. Güney Mezopotamya görüşüne göre öteki dünya panteonu, kraliçe Ereškigal ve mâiyetindeki tanrılardan (oğlu Ninazu, torunu Ningišzida, veziri Namtar ve Dumuzi’den) oluşmaktadır

 

III. Ur Devri’ne ait olan fakat sadece Eski Babil kopyaları günümüze ulaşan “Urnamma’nın Ölümü” metninde kuzey ve güney tanrıları birlikte görünmeye başlar. Eski Babil Dönemi’nden itibaren ise isimleri birlikte geçen Nergal ve Ereškigal’in evliliklerinin anlatıldığı mit, Orta ve Yeni Babilce metinlerden bilinmektedir

 

Tanrıların emirleri altında galla adı verilen demonların bulunduğunu ve bunların son derece korkunç yaratıklar olduklarını yine çivi yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz

 

Tanrılar ve hizmetleri altındaki demonlar tarafından idare edilen ölüler diyarının Sumerce kaynaklarda ne şekilde betimlendiği ve oradaki insan ruhlarının nasıl bir ortamda varlıklarını devam ettirdikleri yazının odak noktasını oluşturmaktadır ancak konunun daha iyi anlaşılması için öncelikle ölen kimselerin arkasından yapılan ve öteki dünyaya gidişin başlangıcı sayabileceğimiz cenaze ritüellerine değinmemiz gerekmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Cenaze Ritüelleri

 

Eski Mezopotamya’da bir kimse öldüğü zaman bedeni yıkanır, yağlanır ve bir hasır ya da kumaşla sarılır yani bildiğimiz tabirle kefenlenirdi Ardından açılan mezara kişisel eşyaları, yiyecek, içecek ve öteki dünyanın tanrılarına sunulacak hediyelerle birlikte gömülürdü

 

Nitekim “Gilgameš, Enkidu ve Ölüler Diyarı” ve “Urnamma’nın Ölümü” adlı metinlerde kralların öteki dünyanın tanrılarına hediyeler sunduğunu görmekteyiz

 

Mezopotamya’da bulunan mezarlardan bazıları, içerisindeki eşyalar bakımdan diğerlerinden çok daha zengindir. Bu hususta en çarpıcı örnekler, Erhanedanlar Dönemi’ne tarihlenen Ur kral mezarlığında ele geçmiştir. Bu mezarlarda zarif altın takılar, lapis lazuli ve altınla süslenmiş lirler, oyun tahtaları, mobilyalar, gümüş kaplar, heykeller ve altından bir miğfer gibi değerli eşyalar bulunmuştur

 

Ur mezarlığında bulunan on altı kral mezarı, çok sayıda insan cesedi içermektedir. Bu durum, kralların maiyetleriyle birlikte gömülmüş olabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Bazı uzmanlar, kralın defnedilmesi esnasında maiyetinin zorla mezara sokulduğunu söylemektedir fakat Woolley, kralın sahip olduğu düşünülen yüksek makam sayesinde öteki âlemde ayrıcalıklı muamele göreceklerinden emin oldukları için kendi iradeleriyle mezara girdiklerini ve ardından zehir içerek intihar ettiklerini öne

sürmektedir

 

 

Šu-Suen’in defnedilmesi sürecinde kurban edilen hayvanların listesini içeren ve tanrıça Baba’nın rahibesi Geme-Lama’nın cenaze giderlerinin kaydedildiği III. Ur Devri idari metinlerinden cenaze ritüelleri hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmaktayız

 

Bir masraf listesine göre Geme-Lama gömülmeden önce iki gün boyunca yas tutulmuş ve ruhuna beş öğün yemek sunulmuştur. Üçüncü güne gelindiğinde defin işlemi gerçekleştirilmiştir. Aynı şekilde I. Lagaš Hanedanı krallarından Lugalanda’nın karısı Baranamtara ve Šu-Suen, iki gün yas tutulduktan sonra üçüncü günde gömülmüşlerdir

 

Šu- Suen’in ölümünün ilk gecesinde, kazıldıktan sonra kutsanması amacıyla mezarın içinde bir keçi kurban edilmiştir. Sonraki gece yine Ur’da bir keçi ve Enegi’de ölüler diyarının tanrılarına hayvanlar sunulmuştur. Ardından “rüzgârdaki ruhun libasyon masasına (ñiš-a-nañ gidim im-a)” bir kuzu ve şehrin baş tanrısı Nanna, ana tanrıçası Ninsumuna (Ninsun) ile Utu’ya keçiler takdim edilmiştir. Mezarda bir kuzu ve bir keçi de “oturmuş gidim (insan ruhu)” için kurban edilmiştir. Katz, “oturmuş gidim” ifadesi ile kralın atalarının belirtilmiş olabileceğini söylemektedir

 

Kralın gömüldüğü üçüncü günün gecesi yüzün üzerinde hayvan kesilmiştir. Söz konusu bir kral olduğundan kurban sayısı fazladır. “Urnamma’nın Ölümü” adlı metinden kralın ölüler diyarına ulaştığında çok sayıda boğa ve koyun boğazlayarak bir ziyafet verdiğini öğrenmekteyiz

 

Šu-Suen’in gömüldüğü gün çok sayıda hayvanın kurban edilmesi muhtemelen aynı amaçladır. Cenaze törenlerini yerine getirmek için kayda değer bir harcama yapıldığı metinlerden anlaşılmaktadır. Eski Babil Devri’ne ait iki dilli sözlük listelerinde mezar kazıcı (a-bí-a-gál), ölü kaldırıcı ya da cenaze ritüeli

yapan din görevlisi (šita-dinanna) gibi meslek adları yer almaktadır

 

 

Erhanedanlar Dönemi’ne tarihlenen bir metinden Lagašlı Uru-inim-gina’nın cenaze ritüeli için benzer görevlilere yapılacak ödemede indirim yapıldığını öğrenmekteyiz

 

Bir cenaze törenine ait masrafları içeren ve hububat, bira, koyun ve sandalye gibi gıda ve eşyalar için yapılan harcamaların kaydedildiği Kültepe metninden “ağlama, ağıt yakma (bikītum)” için bir kimsenin

getirildiğini ve ona 2 šeqel gümüş verildiğini görmekteyiz

 

Cenaze töreni esnasında alınan yiyecek ve içeceklerle birlikte bu rakam 15 šeqel’i geçmektedir. Bir başka metinde İštar-lamassī ’nin cenaze ritüelinde kullanılan sandalye ve ağıt yakan kişi için 19 ½ šeqel ödendiği kayıtlıdır

 

14 Baranamtara için 600’ün üzerinde rahip ve kadın ağıtçı tarafından iki gün boyunca yas tutulmuştur, Ölen kimsenin ruhunun öteki dünyaya gidebilmesi için geride kalanların yerine getirmesi gereken bazı yükümlülüklerin bulunduğunu edebî eserlerden öğrenmekteyiz. Bir kimse öldüğü zaman bedeninden, muhtemelen nefesle ilintili olduğu düşünülen, im “rüzgâr” çıktığına inanılmaktaydı. Bu kelime (im) ile insan ruhunun henüz ölüler diyarına gitmeden önceki varlığı kastedilmektedir. Gerekli ritüel yerine getirildiğinde ve ruh ölüler âlemine gittiğinde artık ona gidim denilmekteydi

 

“Haberci ve Kız” adlı ağıtta uzak bir yerde ölmüş olan habercinin ruhu, im “rüzgâr” halinde dolaşmaktadır. Ölü bedeni uzaklarda olmasına rağmen onu göreve gönderen kız (ki-sikil) tarafından cenaze ritüeli yerine getirilir ve böylelikle habercinin ruhu ölüler diyarına gider. Aynı şekilde “Lulil ve Kız Kardeşi” adlı ağıtta ölen tanrı için cenaze ritüeli yapılmaktadır. Egime, ağabeyinden yattığı yerden kalkmasını ister fakat o kalkamayacağını ve ölü olduğunu edebi bir dille ifade eder. Ardından kız kardeşine kendi ruhunun (im) ölüler âlemine ulaşmasını sağlayacak cenaze ritüeliyle ilgili bir takım talimatlarda bulunur. “Lulil ve Kız

Kardeşi” ile “Haberci ve Kız” metinlerindeki ritüeller paralellik göstermektedir.

 

İki ritüelde de su dökme, ekmek, kumaş, sandalye ve heykelden bahsedilmektedir

 

Lulil için su, libasyon borusuna dökülürken haberci için yere dökülmektedir. Bunun sebebi haberciye ait cesedin uzak bir yerde olmasıdır. Ritüel esnasında Lulil’in cesedi mevcut olduğundan gömülme işlemi gerçekleştirilmekte ve su, mezarlarda kullanılan libasyon borusuna dökülmektedir. “Lulil ve Kız Kardeşi” adlı ağıttaki ritüelde yatağın bulunma sebebi yine aynı nedenledir. Aslında Lulil ve kız kardeşi Egime genç tanrılardır ancak gerçekleştirilen ritüel, haberci için yapılanla benzerdir. Katz, Lú-líl ismini oluşturan unsurların “adam-ruh” anlamlarına gelmesi, Egime isminin NIN9-me şeklinde yazılması ve “kız kardeşim” anlamında olması sebebiyle Lulil’in herhangi bir ölü genç adamı, Egime’nin de herhangi bir acılı kız kardeşi temsil ettiğini ifade etmektedir

 

Lulil ve Kız Kardeşi adlı ağıtta gerçekleştirilen ritüel, insanlar öldüğü zaman yapılan cenaze ritüelini

yansıtmaktadır diyebiliriz. İnsan ruhuna gömülmeden önce “im” ve definle birlikte öteki dünyaya ulaştıktan sonra “gidim” denildiğini, Šu-Suen’in halası ya da büyük halası Tezenmama’nın cenaze ritüeliyle ilgili kayıttan da anlamaktayız: “[x] besili koyun Tezenmama’nın rüzgârı (im) yakalandığı günde. Birinci gün. Bir büyük keçi Ninsumuna için, iki besili koyun Tezenmama’nın gidim’ine ait libasyon masası yapıldığı günde. 8. gün”.

 

Tezenmama’nın öldüğü gün için “im’inin yakalandığı gün” denilmektedir. Katz, bu ifadeyi ruhun bedende

hapsolması şeklinde değerlendirmektedir

 

“Gilgameš’in Ölümü” metninde ölüm yatağındaki Gilgameš için “o Namtar’ın yatağında yatar, o kalkamaz” ve “Namtar’ın kilidi onu yakaladı, o kalkamaz” ifadeleri geçmektedir

 

Burada can alma işi, “kader” anlamına gelen Namtar’a yüklenmiş gibi görünmektedir. Namtar’ın böyle bir görevi olduğu düşünülüyorsa Tezenmama’nın ölümünün ilk günü için “im’inin yakalandığı gün” denilme sebebi, ruhunun (im) Namtar tarafından yakalandığına inanılması olabilir. Sekizinci günde Tezenmama’ya artık gidim denilmektedir ve onun için öteki dünyadaki su ihtiyacını karşılamada kullanılacak olan libasyon masası yapılmıştır. Tezenmama da Šu-Suen, Geme-Lama ve Baranamtara gibi ölümünün üçüncü gününde gömülmüş olmalıdır. Öteki dünyaya ulaşan ruh, varlığını sürdürebilmek için düzenli yiyecek ve içecek sunularına ihtiyaç duymaktadır. III. Ur Hanedanı’nın ölü kralları için sunulan yiyecek ve içeceğin kaydının tutulduğu idari metinlerden günlük öğünler sunulduğunu öğrenmekteyiz

 

Sıradan insanların ruhu için de her gün düzenli öğünlerin sunulup sunulmadığı ise henüz belirsizdir. Fakat yazılı kaynaklar ve arkeolojik bulgular mezarlara sunular yapıldığını açıkça göstermektedir. Ölü ruhunun ihtiyaç duyduğu sunuları yapma sorumluluğu en büyük erkek çocuğa aitti

 

Eğer ölenin oğlu yoksa kızı ve hiç çocuğu olmayanların evlatlıkları aynı görevi gerçekleştirebilmekteydi. Ölü sunusu olarak mezarlara ekmek, hububat, bal ve et yerleştirilir; su, bira, şarap ve diğer içecekler ise mezarın üzerine ya da içine uzanan bir boruya dökülürdü

 

Diğer yandan ölüler ile yaşayanlar arasında bir çeşit bağlantı sağlayan temsili heykelcikleri de bulunmaktaydı

 

Giysi ve takı sunularının bu heykellere yapıldığı söylenmektedir. I. Lagaš Hanedanı’nın kurucusu Ur Nanše’nin yedi küçük ve bir gerçek boyutlu heykeli Nanše tapınağında, Lugalanda’nın eşi Baranamtara ve Urukagina’nın eşi Šagšag’ın heykelleri de Lagaš’taki Baba tapınağında bulunmuştur

 

“Gilgameš’in Ölümü” adlı metinde ölülere ait heykellerin tapınaklarda bulunduğu açıkça dile getirilmektedir. Eserin Meturan versiyonunda şöyle denilmektedir: “Şimdi bey Gilgameš, onun ruhu sevinçle doldu, onun kalbi mutluydu. İsimleri verilen adamlar, onların heykelleri eski günlerden beri yapılmaktadır, (heykeller) tanrıların tapınaklarına yerleştirilirdi, böylece yüksek sesle okunan isimleri unutulamaz. Aruru, Enlil’in büyük kız kardeşi, sizin soyunuzu fidanlar kadar çok yapsın. Eski günlerden beri yapılan bu heykeller ve ülkede yüksek sesle okunmaları sebebiyle, Ninazu’nun annesi Ereškigal seni övmek (ne) hoştur”

 

İsmi konulan herkesin öldükten sonra heykelinin yapıldığı ve isimlerinin okunarak anıldıkları için unutulmadıkları söylenmektedir. Tel Asmar ve Hafece’deki Erhanedanlar Dönemi tapınaklarında bulunan insan heykellerinin yine aynı amaçla yapılmış olduğunu düşünmekteyiz

 

Bir kimsenin ölümünün arkasından kendisine sunu yapacak evlatlara sahip olması son derece önemliydi. Nitekim “Gilgameš’in Ölümü” adlı metinde çok evlat sahibi olma dileği ile karşılaşmaktayız. Bunun nedeni çok evlada sahip olanların ölüler diyarında daha iyi koşullara sahip olacağı inancı ve evlatların ölen anne veya babasına karşı yiyecek-içecek sunusu yapma sorumluluğunu yerine getirecek olmasıdır. Eğer bir kimsenin defin sonrasında ona yiyecek-içecek sunacak bir evladı yoksa ileride ele alacağımız “Gilgameš, Enkidu ve Ölüler Diyarı” adlı mitte belirtildiği gibi ölüler âleminde durumu kötüdür. Cenaze ritüeli gerçekleştirilmeyen ya da ölü sunuları almayan ruhların başta yakınları olmak üzere insanların kulaklarından bedenlerine girerek ya da rüyalarında görünerek onlara musallat olduklarına inanılmaktaydı

 

Böyle bir durumda din görevlilerine başvurulur, tılsımlı sözler ve bir takım ritüellerle ruh ölüler diyarına geri gönderilirdi. “Udug-hul” serisindeki bir kısımda musallat olan bir demon (udughul) şu şekilde betimlenmektedir: “Sen ya ‘her gün onunla yiyeyim’ ya da ‘her gün onunla birlikte içeyim’ ya da ‘her gün onunla birlikte kendimi yağlayayım’ ya da ‘her gün onunla birlikte giyineyim’ ya da ‘iğrenç olduğum zaman onunla birlikte kendimi yağlayayım’ ya da ‘üşüdüğümde onun kucağında giyineyim’ (diyen bir demonsun)”

 

Görüldüğü gibi kötü demon, insanların günlük yaşamlarına eşlik edebilmekte ve insanlar gibi yaşamsal

ihtiyaçları arzulamaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Öteki Dünyanın Tasviri

 

Sumerce edebi metinlerde ölüler âlemi hakkında bilgiler yer almaktadır ancak konuyu tüm yönleriyle ortaya koyan müstakil bir metin bulunmamaktadır. Mesela Akadca yazılmış “İštar’ın Ölüler Diyarına İnişi” mitinde ölüler diyarının betimlenmesi şöyledir: “Tanrı Sin’in kızı aklına koydu, tanrı İrkalla’nın meskeni karanlık eve, girenlerin çıkamadığı eve, gidişin sadece tek yönlü olduğu yolda, girenlerin ışıktan yoksun olduğu eve (gitmeyi aklına koydu). Onların (oradakilerin) yiyeceği toz, ekmeği kil olan yer. Işığı görmezler, karanlıkta otururlar. Onlar kuş gibi tüylere bürünmüşlerdir. Orada kapı ve sürgünün üzerine toz çökmüştür.”

 

Sumerce metinlerde buna benzer bir betimleme ile karşılaşılmamaktadır. Ancak kaynaklardan edinilen kısmi bilgiler doğrultusunda dönem insanının belleğindeki öteki dünya hakkında fikir sahibi olmaktayız.

“Urnamma’nın Ölümü” metninde kralın ölüler diyarına ulaştığı anda beraberinde getirdiği sığır ve koyunları keserek bir ziyafet verdiği anlatılmaktadır. Bu kısımda ölüler diyarının yiyeceğinin acı ve suyunun tuzlu olduğu belirtilmektedir.

 

Kral, ölüler âlemine yanında kurbanlarla birlikte gitmektedir. Bunun nedeni orada yiyecek ve içeceğin acı ve tuzlu olmasıdır. Ölüler diyarının usulleri ile kastedilen, muhtemelen ruhların beraberinde öteki dünyaya adaklar getirmesi gerektiğidir. Metnin önceki satırlarında Urnamma, ölüler diyarının bekçilerine sonrasında da tanrılarına hediyeler sunmaktadır. Aynı şekilde “Gilgameš’in Ölümü” adlı metinde tanrılara hediyeler sunulduğunu görmekteyiz

 

İki metinde de karşılaştığımız bu durum, her insanın ya da en azından yüksek statüye sahip kimselerin ölümüyle birlikte öteki dünyaya hediye ve adaklar götürmesi gerektiği şeklindeki bir inancı yansıtmaktadır. Edina-usaĝake’nin I. binyıla ait iki dilli versiyonunda ölü tanrı Damu, kendisini takip eden annesini vazgeçirmeye çalışmaktadır. Tanrı bu kısımda ölüler âlemindeki kendi yiyecek ve içeceğinin betimlemesini yapmaktadır.

 

Sumerce kaynakta karşılaşılmadığını belirtmektedir. Tanrı, ölüler âleminde yediği yemeğin ve içtiği suyun çok kötü olması sebebiyle annesinin içmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Udug-hul serisinde ise kötü ruhlara yeryüzünden gitmeleri için yiyeceklerinin insanların yiyeceğinden farklı olduğu dile getirilmektedir.

 

Kötü ruhların yiyeceği ve suyu ölüler diyarındaki insan ruhlarının (gidim) yiyecek ve içeceği ile aynıdır. Yeryüzündeki gıdalarla beslenemeyecekleri ya da beslenmemeleri gerektiği kötü ruhlara söylenmektedir. Bu satırlardan yaşayan insanlar ile ölülerin ve kötü ruhların yiyecek ve sularının birbirinden farklı olduğu anlaşılmaktadır. “Dumuzi’nin Ölümü” metninde çoban tanrı, muhtemelen gallademonları tarafından yakalanır ve Ereškigal’in Ešlam’ına, Namtar’ın oturduğu yere doğru götürülür. Ölüler âleminin yiyeceği ve içeceğinden bahsedilmektedir

 

Metinde, orada yiyecek ve suyun bulunduğu fakat yenilip içilemez durumda olduğu söylenmektedir. Herhalde “Urnamma’nın Ölümü” ve “Edina-usaĝake” metinlerinde ifade edildiği gibi yiyecek ve suyun kötü olması sebebiyle bu şekilde nitelenmiştir. Diğer yandan ölüler âleminde yiyecek ve suyun bulunduğu ancak ölüler tarafından tüketilemediği de kastedilmiş olabilir. Ayrıca orada sanat ve zanaatın bulunmadığı yâni herhangi bir üretimin olmadığı belirtilmiştir. Aynı şekilde “Ningišzida’nın Ölüler Diyarına Yolculuğu” adlı mitte verimsizlik vurgusu yapılmaktadır. Eğer doğru değerlendirildi ise son satırdaki “dudakların kanla kaplandığı yer” betimlemesi, bir acı çekişe veya belki de şiddetin varlığına işaret eder. “Ningišzida’nın Ölüler Diyarına Yolculuğu” metninde tanrı, ölüler âlemine götürülürken kendisine katılmak isteyen kız kardeşine gittiği yer hakkında bilgi vermektedir

 

Ningišzida, orada nehrin su akıtmadığını, tarlalarda mahsulün yetişmediğini ve koyunlarda yünün

bulunmadığını söylemektedir. Aslında burada dolaylı olarak ölüler diyarında ne içme suyunun ne yiyeceğin ne de giyeceğin bulunduğu ifade edilmektedir.

 

Kaynaklarda öteki dünyanın yiyecek ve içeceğinin kötü olması dışında karanlık ve tozlu bir yer olduğu da ifade edilmektedir. “Nannaya’nın Ölümüne Ağıt”, “Gilgameš’in Ölümü”, “Udug-hul” serisi ve Nergal’e yazılmış bir ilahide öteki dünyanın karanlık; “Urnamma’nın Ölümü”, “Lulil ve Kız Kardeşi” ve “İnanna’nın Ölüler Diyarına İnişi” metinlerinde ise tozlu olduğu belirtilmektedir.

 

“Nannaya’nın Ölümüne Ağıt” adlı metinde Ludingirra’nın babası Nannaya’nın ölümü üzerine yakılan ağıttan sonra onun öteki dünyada rahat edebilmesi için iyi dileklerde bulunulmaktadır. Bu kısmın başlangıcında

ölüler diyarına “karanlık yer” denilmektedir.

 

Burada güneş tanrısının ölüler âlemini aydınlattığı söylenmektedir. Bu ifadeden tanrı Utu’nun geceleri ölüler diyarına indiği ve ışık sağladığı çıkarımı yapılmaktadır.

 

Aynı şekilde Nanna’nın uyku gününde yani dolunay zamanında ölüler diyarında bulunduğunu öğrenmekteyiz. Anlaşılan dolunay zamanı ay görünmediğinden ve güneşin de akşam batı ufkundan gözden kaybolması sebebiyle öteki dünyaya indiklerine inanılıyordu. Ağıt, Utu’nun ölüleri yargıladığı, Nanna’nın kaderlerini belirlediği bilgisini de sunmaktadır. Utu geceleri diğer tarafı ışıttığına göre “karanlık yer” her zaman karanlık değildi. İnsanlar geceyi yaşarken ölüler gündüzü yaşamaktaydı.

 

Esasen metinlerde ölüler âleminin “karanlık yer” şeklindeki tasviriyle daha çok karşılaşmaktayız. Nergal ve Ninisina için yazılmış ilahileri içeren eserde ölüler âlemi “ışığın bulunmadığı (yer), gün batımının yeri” olarak nitelenmektedir.

 

Sisig, “Gilgameš, Enkidu ve Ölüler Diyarı” mitinde de karşımıza özel bir isim olarak değil, kelime anlamı (esinti, rüzgâr) ile çıkmaktadır. Esas olarak Sisig, rüya tanrısıdır ve ışıtma gibi bir özelliği bulunmamaktadır. Bu nedenle ifadenin mecazî olduğu ve Sisig’in gerçek anlamda ışık sağlamadığı

düşünülmektedir

 

Udug-hul serisindeki kötü udug demonlarını yeryüzünden göndermek için kullanılan ifadelerden, onların asıl ikametgâhının ölüler diyarının dibindeki karanlık olduğu anlaşılmaktadır.

 

“Lulil ve Kız Kardeşi” adlı ağıtta Emegi, ölü olan ağabeyi için ağıt yakmaktadır. Eserde kardeşler arasında geçen diyaloglara yer verilmiştir. Emegi, Lulil’den dirilmesini ister ancak Lulil, bu isteğini yerine getiremeyeceğini söyler ve ölüler âlemindeki durumunu anlatır. Burada ölüler diyarının tozlu ortamından bahsedilmektedir.

 

eserde geçen sahar-kur-ra için “ham madde” karşılığının pasajın anlam bütünlüğüne daha uygun olduğunu ve satırın “Hiç kimsenin senin kaliteli gümüşünü ham cevherle birlikte eritmesine izin verme” şeklinde tercüme edilmesi gerektiğini söylemektedir60. “Ham cevher” anlamının sonraki iki satırda yer alan “taş işçisinin taşı” ve “marangozun kerestesi” deyimleriyle paralellik göstermesi bakımından bu ihtimal göz ardı edilemez. Ancak sahar-kur-ra’nın “Lulil ve Kız Kardeşi” ’ “ölüler diyarının tozu” anlamıyla kullanıldığı açıktır. Bu nedenle iki karşılık da ihtimal dâhilindedir. Bu mitte ölüler âleminin yedi kapısı olduğu söylenmektedir.

 

Bu kısımda ölüler diyarı hakkında genel olarak negatif bir manzara çizilse de aşağıda temas edeceğimiz ve insan ruhunun durumu hakkında bilgi veren metinlerde az da olsa olumlu örnekler bulunmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnsan Ruhlarının Durumu

 

Sumerce kaynaklarda geçen ifadeler, Eski Mezopotamyalıların ölümden ne denli korktuklarını yansıtmaktadır. “Gilgameš’in Ölümü” adlı metinde ölüm, şu şekilde betimlenmektedir: “Şimdi insanların en karanlık günü seni bekler. İnsanların yalnız kaldığı yer seni bekler. Durdurulamaz sel dalgası seni bekler. Adil olmayan mücadele seni bekler. Kaçınılmaz savaş seni bekler. Hiçbir kaçışı olmayan kötülük seni bekler”

 

Eserde An ve Enlil, Gilgameš’in hayattayken tanrılara karşı sorumluluklarını yerine getirmesi, gerçekleştirdiği başarılar ve tanrıça Ninsun’un oğlu olması sebebiyle ölmesini istememektedirler. Bu nedenle Enlil, Enki’den Gilgameš’e ölümsüzlük vermesini talep eder. Enki bu isteği yerine getiremeyeceğini söyler ve gerekçesini şöyle açıklar: “O günlerde, o uzak günlerde, o gecelerde, o uzak

gecelerde, o yıllarda, o uzak yıllarda, meclis insanlığın tohumunu (neslini) yok etmek için üzerlerine çöken tufanı yaptıktan sonra, … içimizden yaşam için bir tek ben vardım. O hayatta kaldı; sadece Ziusudra, bir insanoğlu olmasına rağmen, hayatta kaldı. Sonra siz bana yerin ve göğün üzerine yemin ettirdiniz ve ben hiçbir insana bir daha sonsuz hayat için izin verilmeyeceğine dair yemin ettim. Şimdi, Gilgameš’e baktığınızda, o annesinden dolayı kaçamaz”

 

Ölümden kurtulma konusunda Ziusudra bir istisnadır ve onun dışında kimseye ölümsüzlük verilmeyeceği vurgulanmaktadır. Ölümden sonraki hayatın ebedi olduğu Utu ur-sañ Utu máš-sañ adlı metinde şu şekilde ifade edilir: “Yaşam ölümle bağlantılıdır, fakat yaşam ölüm ile denk değildir, yaşam süresini bir tanrı sayabilir fakat ölüm süresini sayamaz. Yaşam tamamlandığı zaman ona (insana) ağırdır”

 

Öldükten sonra cenaze ritüellerinin yerine getirilmesiyle öteki dünyaya ulaşan ve oranın bir sakini haline gelen ruhların durumları hakkında detaylı bilgilere “Gilgameš, Enkidu ve Ölüler Diyarı” adlı mitten ulaşmaktayız. Bilindiği üzere Enkidu öteki dünyaya hapsolmuştur. Gilgameš’in Enki’den yardım istemesiyle Enkidu silüet ya da hayalet şeklinde yeryüzüne çıkar. Gilgameš ile Enkidu’nun karşılıklı konuşmalarını içeren mitin son kısmında ölüler âleminin sakinleri olan insan ruhları hakkında önemli bilgiler yer

almaktadır.

 

Metinde verilen mesajlar açıktır anne ve babaya karşı gelinemeyeceği gibi herkes kişisel tanrısını onurlandırmalı ve ona karşı dürüst olmalıdır. Bireylerin kişisel tanrılarıyla ilişkisi önemlidir. Öyle ki ölüler diyarında bile insanlar kendi kişisel tanrısının adıyla çağrılmaktadır

 

Hatta “Nannaya’nın Ölümüne Ağıt” adlı metindeki “Senin tanrın “Yeter!” desin, senin kaderini … yapsın.” ifadesinden, insanların dünyada iken taptıkları kişisel tanrılarının öteki dünyada, muhtemelen yargılanırken, onlara destek olacakları anlaşılmaktadır. Gilgameš Enkidu’ya Girsu, Sumer ve Akad halkının durumunu da sormaktadır. Metinde Amurruların öteki dünyada sayıca üstün ve sunulan suyu içmede öncelik almalarından daha baskın oldukları belirtilmektedir. Mitin Eski Babil Dönemi’ne tarihlenmesi ve Eski Babil Hanedanlığı’nın Amurrular tarafından kurulmuş olması göz önüne alındığında durumun böyle olması şaşırtıcı değildir. Sumer ve Akad halkı gibi Gilgameš’in anne ve babası da pis su içmektedir. Bunun nedenini ise mite ait diğer bir Ur metninden öğrenmekteyiz. Enkidu’nun anlattıkları Gilgameš’i üzmüştür ve hemen Uruk’a geri döner, anne ve babasına 9 gün boyunca cenaze sunularında bulunur. Böylelikle anne ve babasının temiz su içmesini sağlar

 

Belli ki daha önce her evladın sorumluluğundaki ölü ebeveynlerine yiyecek-içecek temin etme görevini ihmal etmiştir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bilgileri toparlayacak olursak Eski Mezopotamya inancına göre ölen bir kimsenin ruhu ölüler diyarına ancak bir takım cenaze ritüellerinin yapılmasıyla gidebilir. Öteki dünya ise yiyeceği acı ve yenilemez, suyu tuzlu ve içilemez bir yerdir. Ayrıca karanlık, tozlu (ya da kirli) ve yedi kapısı bulunan ölüler diyarında nehirler su akıtmaz, tarlalar mahsul vermez ve hatta koyunlar bile yünsüzdür. Hiçbir üretimin olmadığı ve bir tanrı grubu tarafından yönetilen öteki dünyada insan ruhları kötü demonlar arasında varlıklarını devam ettirmek zorundadır. Ölü ruhlarının tanrılar tarafından yargılamaya tabi tutulduğu bu yere, birçok oğula sahip kimseler ile çocuklar dışındaki insanların hiç gitmek istemeyeceklerini ve zaten ürkütücü olan ölümden daha da çok korktuklarını tahmin etmek güç değildir.

ÖMER KAHYA

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...