Jump to content

[Polupragmasune]


paranormalfikir

Önerilen Mesajlar

[Kaç zamandır bu konuyu açmayı düşünüyordum, anca fırsat bulabildim. Eklemeler bitince en son paylaşımda kaynak belirteceğim.]

 

[Yunanca. -Polupragmasune]: Nötr anlamda bir meraktan çok, başkalarının işine burnunu sokan anlamında kullanılır.

 

"Ey kötü insan,

Başkasının hatalarına bu keskin,

ama kendininkilere bu umursamaz bakış neden?" (Kaynağı bilinmeyen bir ifade.)

 

Merakını dış dünyadan çek; onu içe doğru yönelt; eğer kötü giden bir şeyleri araştırmayı seviyorsan, kendinde yapılacak bayağı iş vardır mutlaka. "Plajdaki kum tanesi" ya da "okyanustaki damla" kadar sendeki hata; ararsan bulursun hayatında hatalar, ruhunda kederler, görevlerinde ihmaller.

 

Xenophon, iyi ev sahiplerinin, tören günleri ve normal günler için ayrı mutfak takımları ayırdığını yazmıştır, tıpkı tarlada ve savaşta kullanılan araç gereçlerin ayrı yerlerde tutulması gibi. Buna benzer şekilde, senin içinde de, gıptadan, kıskançlıktan, korkaklıktan ya da hinlikten doğan hatalar için ayrı ayrı kısımlar vardır, aç onları, yüzleş onlarla. Merakının komşularına açılan kapı ve pencerelerini ört; kendi içine, kendi eşinin, evinin ve hizmetkârının odalarına açılan kapı ve pencereleri aç. Böylece merakın ve her işe burnunu sokman kötüye değil iyiye hizmet edecektir, eğer bir de kendine şunları sorarsan:

 

"Nerede hata yaptım? Hangi eylemde bulundum? Hangi görevimi ihmal ettim?"

 

Bir öyküde Lamia, gözlerini bir kaba koyduktan sonra, kör olarak uyur, dışarı çıkacağı zaman onları alıp takar ve görme yeteneğini tekrar kazanır; bizler de, aynı onun gibi, dışarısı ve diğerleri söz konusu olduğunda, merakımıza kötü niyetli bir göz takarız. Ama kendi hatalarımız ve kusurlarımız, onların farkında olmadığımız için, gelir bize çelme takarlar. Bu yüzden meraklı, kendisinden çok düşmanları için yararlıdır, çünkü onların davranışlarını kınar ve eleştirirken, onlara nelerden sakınmaları, neleri düzeltmeleri gerektiğini bildirir. Bu arada, dış dünyaya kendini kaptırmış olduğundan, kendi hatalarını görmezden gelir.

 

[Lamia: Mitolojide, Zeus’un sevgililerinden biri olan Libya prensesi. Hera kendisini kıskandığından lanetlenir ve kendi çocuklarını öldürür. Hera bununla da yetinmeyerek, uyumasını engellemek ve çocuklarını öldürüşünü her gün görüp hatırlaması için gözlerini kapanmaz hâle getirir.]

 

Ancak bizim, kendimizi ilgilendiren her şeye büyük bir dikkatsizlik, bilgisizlik hatta umursamazlık içinde yaklaşırken, diğerlerinin soyağacını düzenlemekte üzerimize yoktur; komşunun büyükbabasının Suriyeli, büyükannesinin Trakyalı olduğunu, filancanın üç talent borcu olduğu ve vergilerini ödemediğini biliriz. Bu arada önemsiz birtakım şeyleri de araştırır dururuz: Bir köşede falanca ve filancanın konuştuğu filancanın karısı nereden geliyordu?

 

Şurası bir gerçektir ki, kendi yaşamlarıyla yüzleşmeyi katlanılmaz bulan insanlar vardır; bu insanların akılları, bir fener gibi ışık tutamaz onlara, kusurlarla dolu ruhları, kendi içlerine bakmaktan korktuğundan, dışarıya yönelip başkalarının dertleri etrafında tur atar, kötü niyetlerini besleyerek şişmanlatırlar. Kümesinde yiyeceği emrine amade olan tavuğun, “gübrenin altında nerede bir arpa tanesi bulabilse” ona çöplenmesi gibi, meraklılar da, kimsenin onlara öğrenmelerini yasaklamadığı ortada duran konular yerine, her evde gizli tutulan ve görünmeyen kusurları araştırırlar. Mısırlının, ona ne sakladığını soran adama verdiği yanıt hoştur: “Bu nedenle saklı ya!” Peki sen neden merakla saklı olanı bulup çıkarmak istiyorsun? Eğer kötü bir şey olmasaydı, zaten saklı olmazdı.

 

...Sessiz, sakin bir eve, davet edilse bile girmek istemez; tanık olmak istediği, kilitler, sokak kapısı ve kapıcılarla korunan şeylerdir.

 

Aristo şöyle der: “En şiddetli rüzgârlar, elbiselerimizi kaldıranlardır.” Meraklı, yanındakilerinin yalnızca manto ve tuniklerini kaldırmakla kalmaz, evlerinin duvarlarını da yıkar; kapıları sonuna kadar açar ki içe işleyen bir rüzgâr gibi, “bakirenin hassas teninden” içeri sokulabilsin, içkili alemleri, edilen dansları, uykusuz geceleri öğrenebilsin.

 

Meraklı da aynen böyle, zihni hem zenginlerin evinde hem fakirlerin viranesinde, hem kralların sarayında hem genç evlilerin odasındadır. O her şeyle ilgilenir; yabancıların oldu gibi hükümdarların da işlerine burnunu sokar, bu yüzden başı hep derttedir: Sırf kurtboğanın (çok zehirli bir bitki) tadını öğrenmek için onu yiyen, ama tadını öğrenemeden ölen kişi gibi, kendinden nüfuzlu kişilerin kusurlarını öğrenmeye çalışan meraklı da, onları öğrenemeden öteki dünyaya yollanır. Güneş’in herkes faydalansın diye bolca yaydığı ışınlarla yetinmeyen, utanmadan Güneş’in kendi yuvarlağına, ışığın kendisine bakmaya cüret eden kör olur.

 

Komedya yazarı Phillipides’in, kendisine, “Seninle varlıklarımdan hangisini paylaşayım?” diye soran Kral Lysimakhos’a, “sırlarınız dışında hangisini isterseniz kralım,” yanıtını vermesinin nedeni işte budur. Çünkü kralların yalnızca sahip oldukları görkemli nitelikler ve özellikler -ziyafetler, zenginlikler, törenler, bağışlar vs aracılığıyla- herkese gösterilir. Ama eğer bir sır varsa, aman en iyisi ona dokunma! Müreffeh bir kralın neşesi saklanmaz, gülüşü de, tıpkı şenliklerde gösterdiği cömertlik gibi. Ama gizli saklı, karanlık, somurtkan, yaklaşılmaz olan, yani ani bir öfkeye dönüşecek bir plan, karısına karşı kıskançlık, oğlundan şüphe sezildiğinde kaç oradan. Bu oluşan kara buluttan kaç! Yoksa o an saklı olan, gök gürültüsü ve şimşekle eşliğinde bir fırtınaya dönüşecek.

 

Peki nasıl kaçılacak bu kötü alışkanlıktan? Her şeye burnumuzu sokma alışkanlığını değiştirerek ve eğer mümkünse, ruhu daha iyi ve hoş konulara yönelterek. Merakını göksel şeylere, doğadaki şeylere, havadaki, denizdeki şeylere yönelt! Küçük şeyleri mi, yoksa büyük şeyleri mi görüp zevk almak için doğdun? Eğer büyük şeyler içinse Güneş’i merak et! Nereden doğuyor, nereden batıyor? Ay’ın insanınkilerle karşılaştırılabilecek değişik hâllerini incele: Saçtığı tüm ışık nerede kayboluyor? Işığını tekrar nereden alıyor?

 

“Nasıl çıkıyor karanlıktan gençleşmiş,

Daha canlı ve parlak yüzü?

Ve nasıl da kayboluyor,

En çok ışıldarken gökyüzü? [sophokles, Fragmanlar]

 

Bunlar doğanın sırlarıdır, ve doğa, sırlarını öğrenmek isteyene gücenmez. Ama diyelim ki kendini bu büyük şeyler için zayıf hissediyorsun, o zaman daha küçük şeylere merak sar: Neden bazı bitkilerin yaprakları ve tomurcukları vardır, ve her mevsimde yemyeşil zenginliklerini sergilerler de, bazıları ise ancak kısa süre bunlara benzeyip, sonra her şeyini çarçur eden müsrif insanlar gibi dımdızlak kalırlar? Ve niçin bazıları ince uzun ya da küremsi meyve verir? Ama belki bunları hiç merak etmezsin, çünkü işin içinde kötü bir şey yoktur. İlla ki başkalarının işine burnunu sokacak, bir kurtçuk gibi yozlaşmış şeylerle uğraşacaksan, gel tarihe dönelim. Zira orada, insanların ölümünü, kadınların baştan çıkarılışını, kölelerin ayaklanışını, arkadaşların sadakatsizliğini, zehirli karışımları, envaiçeşit haset ve kıskançlığı, görmüş geçirmiş hanelerin ve imparatorlukların çöküşünü göreceksin. Bunlarla doyur kendini ve yakınlarına acı ya da zarar vermeden tatmin et kendini!

 

Ama belli ki merak, eski acılardan pek zevk almıyor, ona çok sıcak, taze acılar gerekli; yepyeni trajediler görmeyi tercih eder, komik ve eğlendiren sahneler pek hoşuna gitmez. Ona bir düğün, bir fedakârlık ya da bir tören anlatın, meraklı bunlara kayıtsız kalır, umursamaz bir dinleyici olur, öykünün büyük bir kısmını daha önceden duymuş olduğunu, bu sebeple ayrıntıları kısaltmanızı ve bazı bölümleri atlamanızı ister sizden. Yanına oturun ve bir genç kızın baştan çıkartıldığını, bir kadının zina yaptığını, bir davanın hazırlanmakta olduğunu, kardeşler arasında bir kavga çıktığını söyleyin ona, işte orada artık uyuklamayacak ve dinlemekten başka yapacak hiçbir uğraşı olmayacaktır; aksine, daha çok konuşmanızı isteyecek, can kulağıyla dinleyecektir sizi.

 

...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Boşuna demezler ya: “Heyhat! Nasıl da tez gelir kötü haber.”

 

Bu söz meraklılara çok uygundur. Nasıl hacamat işleminde etten sağlıksız olan çekip alınıyorsa, meraklıların kulağı da anlatılanların en beterlerini çeker. Dahası, suçluların, uğursuzların ve günah keçilerinin yollandığı, saf, temiz ve kutsal olan hiçbir şeyin girip çıkmadığı o lanetli şehir kapıları gibi, meraklıların da kulaklarına iyi ve doğru dürüst bir şey ulaşmaz, onların kulakları yalnızca kötü sözlere açıktır, yalnızca yoz ve pis şeyler anlatıldığında düzgün hizmet ederler. Meraklılar için esin veren tek şey, kulaklarına gelen en tatlı müzik şudur: “Damımın altında sadece ağıtlar yakıldı.”

 

Merak, demek ki, saklı ve görünmeyeni araştırmaktan duyulan zevktir, ancak kimse iyi olan bir şeyini gizlemez, hatta olmayandan da varmış gibi söz eder. Meraklı ise, insanın başındaki dertleri öğrenmekten zevk aldığından, haset ve kıskançlığa kardeş bir tür kötü niyete sahiptir. Kıskançlık, başkalarının sahip olduğu iyi şeye karşı duyulan acı, bu kötü niyet, başkalarının sahip olduğu dertlere sevinir. Ama her ikisi de vahşi ve gaddar bir doğadan, kötülükten türemişlerdir.

 

[Epikairekakia: Almancadaki “Schadenfreude” sözcüğüne benzeyen, başkalarının acısından haz duymayı ifade eden sözcük.]

 

Lokrianlı hâkimlerin, yabancı bir ülkeden dönen birinin gelip de kendilerine, “Yeni ne haber var?” diye sormasını para cezasına tabi tutmuş olmaları güzel bir uygulamadır. Aşçılar bol et, balıkçılar bol balık olsun diye dua ederken, meraklılar, her zaman avlayacak ve parçalayacak kurbanları olsun diye dua eder; bol sorun, bol vukuat ararlar. Thurioslu kanun koyucunun aldığı önlem kayda değerdir: Vatandaşlarının uluorta yerilmelerini yasaklamıştır, zina yapanlar ve meraklılar dışında. Gerçekten de sanki zina, bir başkasının zevkine duyulan merak ve arayıştır. Birçok insan için gizli ve görünmeyen bir şeyin araştırılmasıdır, merak ise, bir tür haneye tecavüz, ahlaksızlık, sırlara ihanettir.

 

Bir konuyla ilgili çok şey bilmenin doğal sonucu, söyleyecek çok şeyin olmasıdır, (bu sebeple Pythagoras müritlerine, “sözü erteleme” diye adlandırdığı beş yıllık bir sükût önermişti) ve fazla merakla öğrenilen ağızdan çıkınca mutlaka bir fesat oluşur. İnsan, duymaktan zevk aldığı bir şeyi söylemekten de zevk alır ve zorla birilerinden koparılan, zevkle başkalarına aktarılır...

 

Simonides, zaman zaman kasalarını açtığında, ücret için ayrılanın dolu, minnettarlık için olanın boş olduğunu görmüştür.

 

[Simonides, para karşılığında yazdığı övgü şiirleriyle de tanınırdı. Ücret karşılığı yaptığı için de, minnettarlık kasasının boş kaldığına vurgu yapılıyor.]

 

Meraklı da, geçmişe dönmek için merak kutusunu açtığında, içinde abuk sabuk, artık hiçbir nemi olmayan, hatta can sıkıntısı yaratan şeyler bulacaktır. Belki de bu durumu son derece tatsız bulabilir. Birinin, eskilerin yazılarını okuduğunu ve en kötü bölümleri belirleyip onlardan bir kitap yazmak istediğini farzedelim, -örneğin Homeros’un eksik mısraları, tragedya yazarlarının hatalı dil kullanımları, Arkhilokhos’un kadınlar hakkında yakışıksız ve aşırıya kaçan sözleri- bu durumda, şu küfrü hak etmez mi? “Ey insanların felaketlerini derleyen, lanet olsun sana!”

 

Biz lanet etmesek de, başkalarının dertlerinden oluşturulan bir repertuvar faydasız ve yakışıksızdır...

 

Gevezeler ve Meraklılar – Plutarkhos

Çeviren: Güzin Aker

Kırmızı Kedi Yayınevi

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...