Jump to content

Neden Deliremiyoruz ?


Heretik

Önerilen Mesajlar

Toplanın anlatıyorum.Bir kimyasal tepkimenin gerçekleşebilmesi için iki temel koşul vardır. Bizim istenen kimyasal tepkimemiz iradeyi dış tesirlere (sıcaklık, basınç vb) bağlayan nöral bağları kırabilmek yani "delirebilmektir." Bu durumda, iki temel koşulun ilki, reaksiyona girecek moleküllerin, reaksiyonun başlayabilmesi için gerekli ilk bariyer olan aktifleşme enerjisi (Ea) aşabilmektir. Ea, gerekli olan minimum enerjidir.

 

21.yy ın "modern" yaşamına bakıldığında, Ea'yı enerji limitini aşmak aslında hiç de zor değildir. Ea'yı aşmak için sinir hücrelerimizi uyarabilecek enerji uyarımı her yeni şafakta endüstriyel cehennem kazanları aracılığıyla, şiddet ve tacizin travmalarıyla, varoluşun sonsuz terörüyle, hiçliğin bitmek bilmeyen uçurumuyla, yani kısacası az biraz duyarlıysanız, et-kemik maskesinin altındaki biyo elementlerin atomik yapılarının esasen %99.9 boşluktan ibaret olduğunu dehşet içinde farkediyorsanız, zaten her yeni mide bulandırıcı şafak biz "görebilenler" için Ea enerji bariyerini aşmamıza yetecek çılgınlığı beyin ağlarına enjekte eder.

 

Peki öyleyse sorun nerededir? Neden hala dış tesirleri hiçe sayacak kendi uçurumumuza bodoslama atlayabilecek deliliğe geçemiyoruz ?

 

Burada kimyanın, unutulan ikinci reaksiyon öncesi bariyeri devreye girer. Kinetik Bariyer. Enerji Bariyeri aşmak yeterli değildir. Bir de üstüne kinetik bariyeri aşmanız gerekecektir ki tepkime gerçekleşebilsin. Kinetik Bariyer, aktifleşme enerjisini geçip harekete geçebilecek uyarıma gelen atomların doğru yönde,istenen geometride ve yüksek hızda çarpışmalarını gerektirir.

 

Sadece Ea'yı geçip Kinetik Bariyeri geçememek, çorbanın malzemelerini atıp ısıtmak ama hiç karıştırmadan balçık gibi bir yemek yapmaya benzer. Peki Kinetik etki nasıl yapılabilir ?

Burada da yine sadece ve sadece dış uyaranların gücüyle yapılabilen, atomların kendi iç devinimiyle mümkün olamayacak (en azından homo sapiens için) bir deterministik yönelim söz konusu. Deliliğin atomları kendiliğinden çarpışamaz, çünkü nöral moleküller daime tüm doğada olduğu gibi stabil kalmayı tercih edecektir.

 

Onu yüksek hızda kaotik bir çarpışmaya itebilecek tek şey travmaların SIKLIĞI, üst üste arda arda nefes almaya fırsat vermeden olmasıdır. Öyle fena bir talihsizlik natural determinizmle karşı karşıyayız ki, bir travmadan sonra eğer hemen yerine başka yıkıcı bir olay gelmezse, arada kalan sürede istenen cinnete sürükleyebilecek sinir ağlarındaki o çok kritik atomlar TEKRAR STABİL konuma, düşük enerji seviyelerine dönerler.

 

O yüksek enerji seviyesindeki, her an patlamaya hazır ama bir türlü kaosa doğru patlayamayan atomların , tekrar düşük enerji seviyesine geçerek kararlı hale gelmesiyle açığa çıkan enerji ise o "delirememekten kaynaklı" baş ağrılarına, depresyona, strese, mide rahatsızlıklarına yol açar.

 

Demek ki bunca iğrençlik, şiddet vb varken yahu nasıl da evde durabiliyorum diye soruyorsanız, sıkıntı şiddetin büyüklüğünde DEĞİL, SIKLIĞINDADIR. Art arda tekrarlanmadan, demiri döven çekiç gibi psikolojik bariyerlerinizi alt üst etmeden belirli dönemlerle bilince toparlanma süresi veren travmalar, bırakın delirtmeyi, savunma mekanizmalarının bağışıklık kazanmasına yol açarak o istenen moleküler kaosun oluşmasını her geçen gün daha da zorlaşacaktır.

 

Hani derler ya her şey üst üste geldi dayanamadım "koptum". Oradaki koptum kelimesi basit bir mecazdan çok daha ötedir. Oradaki kopma, o en yüksek huzursuz enerji seviyesindeki yüksek kararsızlığa gelen atomların, ardı ardına çarpışmalarıyla moleküller arası bağları kırıp dekompoze olmasıdır, yani halk arasındaki tabiriyle DELİRMEKTİR.

 

Eğer neden deliremiyorum diye soruyorsanız, varoluşa dair bir şeylerin çok ama çok ters gittiğinin siz de farkındasınız demektir. Böyle birine içtenlikle diyebilirim ki, umarım hayatınızda her şey ama her şey nefes aldırmadan ÜST ÜSTE gelir ki deterministik zincirlerinizi kırıp moleküler kaosun sonsuz hiçliğine neşeyle atlarsınız. Umarım atlarız, bir gün. Ancak o halde varoluşun terörize hiçliğiyle bir bütün olup, terörize hiçliğin tam olarak KENDİSİ olup korkacak hiçbir şeyimiz kalmayacak.

7 yıllık kaotik kimya mühendisliği maceramdan endüstriyel yaşama yönelik geliştirdiğim tek teorim de budur.

 

- Heretik

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

esasında bir aralar hiç atlamazdım, ama hiçbir olay örgüsünde yeri olmadığını gördükten sonra denklemden çıkardım. ruh kavramı, toplama işlemindeki etkisiz eleman gibi. 0 sayısı. yani var 0 sayısı teoride var ama toplama işleminde etkisi yoktur.veya çarpma işlemindeki "1"dir ruh. sabaha kadar ruhu çarpın yine sonuç değişmez.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yalnızca kimyasal salınımlar nereye çıkarır insanı, tartışılır elbet. İnsanı durduran şeyin temelinde yine de akıl var. Mesela serotonin eksik salgılanıyor, hadi sınırları yıkalım anarşiyle coşalım. Sonra her nedense öngörü çıkıyor insanın karşısına, akıl dur diyor... Dopamine boğulursak, belki o zaman gerçeklik yitirilir ve senin arzun gerçekleşir...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bi şey var.

Ard arda gelen delirtici olaylar zincirindeki en büyük halkanın bizi diğer küçük halkalara karşı duyarsızlaştığı zamanlar için sıklığın etkisini nasıl yorumlarsınız sayın heretik? :D Daha büyük bir sorunla karşılaştığımızda, o büyük sorunla aynı anda (veya ardı sıra) gerçekleşen ve daha önce bizi deliliğe yaklaştıracak büyüklükteki olaylara dikkat bile vermediğimiz zamanlar olur ya hani? O zaman sıklık eleniyor mu?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bi şey var.

Ard arda gelen delirtici olaylar zincirindeki en büyük halkanın bizi diğer küçük halkalara karşı duyarsızlaştığı zamanlar için sıklığın etkisini nasıl yorumlarsınız sayın heretik? :D Daha büyük bir sorunla karşılaştığımızda, o büyük sorunla aynı anda (veya ardı sıra) gerçekleşen ve daha önce bizi deliliğe yaklaştıracak büyüklükteki olaylara dikkat bile vermediğimiz zamanlar olur ya hani? O zaman sıklık eleniyor mu?

güzel soru. yine bilinen tabirle "çivi çiviyi söker" olayıdır o. yorumlaması ise şöyle, kritik sınıra doğru yaklaşılan küçük huzursuz uyarımlar, büyük tek ciddi bir sarsıntıda, hakiki bir uyarım karşısında önemini yitirecektir. Çünkü atomun yörüngedeki elektronları zaten olası en yüksek reaktif tepkime enerjisine yükseleceği için, diğer küçük "halkalar" önemini yitirecektir. Neden çünkü atom zaten artık kopuşun, bağlarından ayrışmanın eşiğindedir de ondan. Önceki etkiler, sallıyorum mevcut uyarım enerjisi olan 1000 kilokalorinin yanında 0.1 kilokalori gibi kalır o durumda :D
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Başka bir konuda paylaştığım bir yazı vardı, onu buraya da ekliyorum...

 

 

Her şey, bir etkiye, bir duyguya sebebiyet veriyor. Bir taşın görüntüsü, bir yemeğin tadı, bir gezegenin devinimi, bir yüzün, bir tablonun uyandırdığı duygular, hisler...

Dış etkilere Nikola Tesla'nın bakışını anlatan bir metin bıraktım aşağıya ve niçinlerin, nedenlerin cevaplandırılamaması üzerine de bir küçük, kitap alıntısı ekliyorum...

"...Sonunda kendimi düşünce ve harekette, özgür iradenin bir otomatı hâlinde olduğuma, sadece çevrenin güçlerinden sorumlu olduğuma inanmama yol açtı. Vücutlarımız o kadar karmaşık bir yapı ki, yaptığımız hareketler çok çeşitli ve kapsamlı. Duyu organlarımız üzerinde dış etkenler ise hassas ve güvenilmez olduklarından, bu gerçeği ortalama bir insanın anlaması zordur. Yine de eğitimli bir mucit için hiçbir şey, Descartes tarafından 300 sene önce bir dereceye kadar anlaşılıp ileri sürülen hayatın mekanik teorisinden daha inandırıcı değildir. Onun zamanında, organizmalarımızın birçok önemli fonksiyonu bilinmiyordu... ...Beni fiziksel veya zihinsel efor sarf etmeye yönelten dış etkinin bilinci sürekli kafamdadır. Sadece çok nadir durumlarda, olağanüstü yoğunlaşmışken, asıl uyarıyı bulmada zorlandım. Çok fazla sayıda insan, etraflarında ve içlerinde ne olduğunu bilmiyor... Kişi güneş ışınlarını kesen bulutu fark ettiğinde birden hüzünlenebilir ve bir açıklama için beynini zorlayabilir. Çok sevdiği bir arkadaşının resmini görüp bu resme önem verebilir ancak aynı arkadaşı sokakta yanından geçtiğinde onu fark etmeyebilir. Yaka düğmesini kaybettiğinde, önceki hareketlerini hatırlayamadığı, objenin yerini de bulamadığı için telaşa kapılıp, bir saat boyunca küfür edebilir. Eksik gözlem cehaletin bir şeklidir. Birçok hastalıklı düşünce ve saçma fikirlerden sorumludur..."

Nikola Tesla Kendini Anlatıyor - Nikola Tesla - Geoturka Yayınları - Sayfa: 65, 66

 

...Çaresiz kadın hüngür hüngür ağlıyordu. Raci'nin yüzünde hiçbir etkilenme izi görülmüyordu. Sami çok şaşırmıştı. Temiz yürekli bir annenin gönüllere işleyen öyküsü yüreğini delmişti. Oysa bütün bu gözyaşları Raci'yi bir kaval sesi kadar bile etkilememişti. Sami, duygusuzluğun bu derecesine, nefretle karışık bir hayret duymaya başladı ve dayanamadı. Raci'ye sert denecek bir dille:

"Eğer akli dengeden yoksun ve mazeret sahibi olduğunu bilmesem, şu duygusuzluktan dolayı seni alçaklıkla suçlardım!" dedi.

 

Raci ayağa kalktı... Delilere yakışan bir hararetle cevap verdi:

 

"Ben mi akli dengeden yoksun muşum? Be hey deli! Sen aptallar ve alıklar gibi şu trajedi karşısında ezilip kalırken, ben aşkın ne olduğunu, ikilik yokken bir zatın kendini nasıl sevebildiğini düşünüyordum. Düşünüyordum ki ben, sen, hava, taş, demir hep bir şeyken neden demir ağlamıyor, taş çıldırmıyor, hava yalvarmıyor da insan... (Garip bir kahkaha atarak) İşte insan sizin gibi delilerle arkadaşlık ederse ne düşüneceğini de bilemez oluyor. Demir ağlamaz, dedim. Kim demiş? Demirle şu kadının ne farkı var? Öyleyse ağlayan kim, ağlamayan kim? (Sami'nin kolunu tutup bükerek) Bak kolunu ben büktüm, ama senden başka olmasa, kolunu kim bükerdi? Oysa bükülüyor. Niçin? İşte bu niçinin cevabı yok."

 

Neden aşk var? Neden sefalet var? Neden zevk var? Neden acı var? Niçin? Niçin? Cevap yok, değil mi? On beş yaşında bir kız, yirmi yaşında bir delikanlı. Peki delikanlı bu kızla evlensin mutlu olsunlar. Ama hayır! Oğlan attan düşer, kız çıldırır... Niçin? Yine cevap yok. Şimdi bu yaşlı kadın niye yaşıyor? Benim hayatımda ne zevk var? Hiç! Böyleyken delikanlı ölür, kız çıldırır. Ben ve yaşlı kadın yaşarız! Asıl garibi ne biliyor musun? Bunun niye böyle olduğunu bilen yok, yok, yok!

 

Bu yaşlı kadına acıyor, bana acımıyorsun. Onun kızı çıldırmış, pekâla ama benim ruhum, benim varlığım, benim... çıldırdı. Ama insan gözü zevkin de, sıkıntının da en aşağısını görür. Of! Beni nereden buldunuz? Şu varlık âlemindeki zıtlığı ortadan kaldırmak üzereydim. Bakın beni neye çevirdiniz? Beni neden yine "niçin"li bir âleme indirdiniz? Oh! Niçinsiz bir varlık! Öyleyse seninle çıldırmış kızın, benimle şu taş parçasının ne farkı var?.. Niçinsiz varlık!.."

 

(Â'mâk-ı Hayâl (Hayâlin Derinlikleri) - Filibeli Ahmed Hilmi - Sayfalar: 114, 115)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Arka kapak yazısı.

 

Candide ve Mikromegas

 

Yüz kez canıma kıymak istedim ama hâlâ hayatı seviyorum. Bu gülünç çaresizlik eğilimlerimiz arasında en tehlikeli olanı belki de; çünkü bir yükü, yere atmak isterken sürekli olarak taşıma ısrarı içinde olmaktan daha ahmakça bir şey olabilir mi? Varlığından iğrenmek fakat yine de onu sürdürmeye çalışmaktan başka...

Ya da başka bir deyişle bizi yok eden bir yılanı, kalbimizi yiyene kadar okşamak niye? [Voltaire]

-- https://www.kitapyurdu.com/kitap/candide-ve-mikromegas/347698.html&manufacturer_id=6239

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...