Jump to content

Sıcaklığın Zehri Laubaliyet


NizaL

Önerilen Mesajlar

Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin, karşındakinin anladığı kadardır.

Mevlana

 

Laubaliyet; saygısızlık, senli benli olmak, aldırmazlık, ciddiyetsizlik ve aşırı samimiyet olarak nitelendirilir. Sıcaklık ve sıcakkanlı-içten yaklaşımın zehridir. Laubali yani halk arasında “cıvık” denilebilecek şahsiyetlerin sıcakkanlılıktan algıladıkları limitsiz bir sosyalleşme bahanesi ile iliğe kadar sirayet etme, dengesiz ve saygısız bir yapış yapışlıktır. Her konuya burnunu sokup, halk tabiri ile maydanoz olan tiplerdir. Laubaliyet, iç disiplinsizliktir. Samimiyetin sınırlarının zorlanıp küstahlığa varmasıdır. Tamamen yılışık bir ruh halidir. Başkalarıyla saygısızlığa varacak şekilde senlibenli olan; çekinmesi ve sakınması olmayan kişilik özelliğidir. Patavatsız, arsız veya sırnaşık da denir.

 

Samimiyet ile laubalilik arasında kalın bir çizgi vardır. İnsan ilişkilerinde çok güzel bir kişilik özelliği olan “sıcaklık”, yerini “laubaliliğe” bırakmıştır ve maalesef bunun sınırı yoktur. Geleneksel kalıp şeklindeki saygıyı, çağdaş bir kibarlığa dönüştürmekten kaçınırlar. Laubali, ne zaman ne kadar konuşmak gerektiğini ayarlayamadığı ve düşünmeden konuştuğu için aynı zamanda patavatsızdır.

 

“Akıllı insanın ağzı kalbinde, akılsız insanın kalbi ise ağzındadır.” diyor Hz. Süleyman. Durmadan boş konuşmak, el ve kolla dürtmek, saygı sınırlarını kolayca aşıp argo konuşmak en temel özellikleridir. Ne ele, bele ne de dile hâkimiyet sağlayabilmişlerdir. Kaynaşma, sıcak ortam sağlama bahanesi ile çığırından çıkıp, en özelini bile kısa süreli tanıdığı kişiye anlatma ve ondan da ağzı sulanarak özelini dinleme özlemi genel karakteridir. Onu yemek masasında otururken sarkmış vaziyette elini ve kolunu yanındakinin sandalyesine konuşlandırmış vaziyette oturuşundan kolayca tanıyabilirsiniz.

 

Laubali şahsiyet kendi gibi olmayanlara da hiç ayırım yapmadan yanaşır. İyi niyetli, kimseyi kırmak istemeyenler ondan çok çeker. Hiç bitmeyen boş konuşma kapasitesi ile “Hayır diyemeyen” acınasıları tarumar eder. Kendi her ortamda zıvanadan çıkar, çıkmayana ise kin ve nefret dolu bakar. Kendince ilkel bir mantığı mevcuttur. Sirayet edip hayatını karartamadığı birey için bu sefer son silahı olan arkadan konuşmaya başlayacaktır. “O nasıl da ona açılmamıştır, nasıl da ona mesafeli davranmıştır. Bu mümkün müdür, bu ne cürettir... Oysa o dış kapının mandalı olarak herkese vıcık vıcık yapışmıştır. Saldırı kaçınılmazdır.” İlkesiz laubali kişilikler ile ciddi bir mesafe koymak gerekliliği kesindir.

 

Merak onların itici gücüdür. Marketlerde, bankamatiklerin önünde sıraya girmeyi bilmeyip, şifreleri takip eden o uzayan boyunlardır. Bu boynu uzayan meraklı, laubali şahsiyetler ortamda birinin telefonu çaldığında da bir anda gözleri dönüp, konuşmayı daha rahat dinleyebilmek için susup, telefon sahibine doğru yanaşmaya başlarlar. Yolda karşıdan gelenin gözünün içine bakmanın ayıp olduğunu bilmeyen, otobüste yanında oturana her türlü maddi soruyu sormaktan çekinmeyen, soruları ile yolculuğu cehenneme çevirip sonra otobüsten inerken “iyi günler” bile demeyenlerdir. “Orada bir ev var uzakta, o ev bizim evimizdir ve ona da gidilmeli, kapıya dayanılmalıdır...” sözü laubali şahsiyetin mottosudur. Ayrıca kapalı kapı hastalığından muzdariptirler. Her eve her odaya dilediklerinde sirayet etmek isterler. Kapının dışında durur ve evin içerisine boynu uzar.

Şöyle düşünür: “Beni çağırması lazım, o kim ki ben her eve girip çıkıyorum, onun ne özelliği hatta ne özeli var.” Kendilerini küçük düşürerek davet de ettiren bu kapılara taarruz hastaları eve girince bu sefer yine yetinmez, hiç utanmadan evi gezmek ister, ite kaka girdiği evde bir kapalı kapı varsa saldırma içgüdüsü yine harekete geçer. Boş merak ile hareket edip her yere girmek, çıkmak özgürlüğü ile yanıp tutuşurlar.

 

Laubali, işbirliği beklentisi ile eşi yakınına, çocuğu babasına, babasını çocuğa, eşleri birbirlerine şikâyet etmeye, hakkında olumsuz konuşmaya, haber yetiştirmeye yeltenebilir. Ne kadar özele inebileceklerini tahmin etmek mümkün değildir. Vıcık vıcık bir hayatı yaşamaları muhtemeldir. Hor görüldüğünü düşünme, beğenilmediğini hissetme kompleksleri ciddi boyuttadır ve bunu işler sarpa sardığında duygusal bir silah olarak kullanmaktan da geri kalmazlar. Kendilerine ayna olmaya çabaladığınızda sizi düşman olarak görmeleri maalesef geneldir. “Kimse duymak istemeyen kadar sağır olamaz” diyor M.Haney.

 

Hz. Ali : “Kalp temiz olursa, dilden güzel sözler çıkar.”der. Her türlü gafı yapıp, kendine güldürenin “içi dışı bir”, gerektiği kadar ketum olanın “sinsi” görüldüğü garip kültürlerde bile laubali kısa bir süre sözde eğlendirdiği kişilerce uzaklaştırılacaktır. Belden aşağı espriler, seviyesiz iletişim, yüksek sesle gülme ve tepki verme ortak yönleridir. Herkesin özelini merak etmesi, edindiği bilgiyi herkese filtrelemeden aktarması belki onlara kısa vadede bir keyif verebilir ancak bu tip kişiliksiz, ardamarı çatlak şahsiyetler sevilmezler sadece kullanılırlar.

 

Lakaytlığın, laubaliliğin insan severlik ve sıcaklık diye sunulması çok genel olmuştur.

Goethe şöyle diyor: “Kardeşlerimi Allah yarattı; fakat dostlarımı ben buldum.” Dostlarımızı ve çevremizi oluştururken ince eleyip sık dokumanın faydası mutlaktır. Birey, dış çemberinden iç çemberine geçireceği kişileri özenle seçer, seçmezse ceremesini yine kendi çeker. Burası yolgeçen hanı ya da Mevlana’nın geniş gönlü ile çağırdığı dergâhı değildir; toplum içerisinde dış çemberde sıradan bir ilişkide tahammül edilebilen bu şahsiyetler iç çember olan bireysel yaşam alandan uzak tutulur. Laubaliyet gibi ciddi bir zehirden muzdarip kişiler ile her daim ciddi bir mesafe konulması, tüm erdem bazlı öğretilerde salık verilir.

 

“Her aptal kendini beğenen bir aptal bulur.” Boileau.

 

Berk Yüksel

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Emeğinize sağlık

Sanki dünkü tartışmaya bir gönderme mi var desem. :D

 

Okuyan gözlerinize sağlık BaySadist. Ahmet İnam ve Berk Yüksel'in yazılarını takip ederim. İkisi de hayatın panoramasını sunmakta başarılılar. Zaten etikte değerlerin sorgulamasını yaparız. İnsanın olduğu her yer ve zamanda eyleyen varlık olarak tahliller olmuştur. Salt eyleyen değil bilen varlık olarak insan özlemi dile getirilmiş yazıda. Neyi bilen? Kendini.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...