Jump to content

Önerilen Mesajlar

Geleneksel Türk Dini

 

Türkler iki bin yılı aşkın tarihleri boyunca başta İslamiyet, Gök Tanrı İnancı ve Şamanizm olmak üzere, Tabiat Kuvvetlerine İnanma, Atalar Kültü, Taoizm, Totemizm, Budizm, Zerdüştilik,Mani Dini, Hıristiyanlık, Musevilik gibi dinlere inanmışlardır.Ancak bu dinler içinde Türklerin Geleneksel Dini de diyebileceğimiz birtakım inançlar vardır ki bunlar Türklerin ilk çağlardan günümüze kadar taşıdıkları bazı geleneksel adetleri ve ibadetlerinden oluşmaktadır. Bu dinler, Atalar Kültü, Gök Tanrı İnancı, Yer-Su Kültü ve Şamanizm olarak tanımlanmaktadır.

Totemizm İnancı

 

Bazı uzmanlar Totemizm'in Türklerde varlığını ortaya çıkarmaya çalışmış ve bunu tartışmış ancak elde edilen sonuçlar hiçbir zaman kesin nitelikte olmamıştır. Türk tarihi araştırmacılarından Ziya Gökalp ve Şerafettin Turan, Türklerin Totemizm inancına inandıklarım iddia etmektedir, İbrahim Kafesoğlu ve Abdülkadir İnan ise bunun tam tersini kabul etmektedir.

 

Günümüzde en ilkel din Totemizm olarak kabul edilmektedir. Adına klan denilen insan topluluklarının kutsal saydıkları bazı yaratıklara ya da nesnelere bağlanıp ibadet etmelerine totemizm denilmektedir. Freud’a göre totemizmin temeli hayvanlan öldürme ve yeme yasaklarından olmaktadır.

Bu kutsal sayılan nesne canlı bir varlık olabildiği gibi, bitki,deniz, dağ, kayalık, yağmur ya da yıldız gibi cansız varlıklarda olabilmektedir. Totemcilikte üç ana kavram ya da düşünce bulunmaktadır: Totem, mana ve tabu.

 

Totem,totemizmin temel kavramı niteliği taşımaktadır ve üç ayn yönden önem taşımaktadır. İlk olarak totem; klanın geldiği,türediği kabul edilen kutsal varlıktır ve bu yüzden de çoğu kez klandaki bireylerin atası sayılmaktadır. İkinci olarak totem,klanın adıdır ve klan onun adıyla anılmaktadır. Üçüncü olarak ise totem, klanın simgesi niteliğindedir.

 

Ziya Gökalp totemizm özelliklerine bakarak, totemizmi Türklerin eski dinlerinden saymaktadır. Gökalp, eski Türk dininin görünüş itibariyle Natürizm’e benzediğini ancak gerçekte bugünkü sosyolojik araştırmalar sonucunda aslında Totemizm olduğunu iddia etmektedir. Gökalp, Oğuzlarda tanrısal simgelerin Gök Tanrı İnancı ile Yer-Su Kültü olduğunu iddia etmektedir.Oğuzların totemlerinin ise şahin, kartal, çakal gibi bazı hayvanlar olduğunu söylemektedir. Bu inanca göre Oğuzlarda her aşiret kendi totemini kutsal tanımakta ve kutsal törenler dışmda o hayvanlan öldürüp yiyememektedirler.

 

Mana,her yere yayılmış olan, maddi ve manevi nitelikteki kişilik dışı güç anlamına gelmektedir. Dolayısıyla klan içindeki bütün yaratıklarda ve nesnelerde bulunmaktadır.

Kutsal sayılmaktadır ve neyin üzerine konarsa onu kutsal kılmaktadır. Gökalp’e göre mana klanın toplumsal ruhu sayılmaktadır. Kişisel ruh ise kişisel egemenliğe sahip olunduktan sonra meydana gelmiştir. Tanrılar ve yer- sularda ruhlar şeklinde oluşmaya başlamışlardır.

 

Gökalp,mana sahibi bazı cisimleri fetiş olarak tanımlamaktadır. Ona göre fetişlerin en başmda ise Yeşim Taşı yani Yada Taşı gelmektedir. Diğer araştırmacılar Yada Taşım Tabiat Kuvvetlerine İnanma kapsamında Dağ Kültü içinde görmektedirler.Ancak Gökalp bu taşın güçlerini Totemizm’le bağdaştırmaktadır

.

Gökalp,yeşim taşının yağmur yağdırmak, yangın söndürmek, havayı güzelleştirmek gibi bazı özellikleri olduğunu iddia etmektedir.Gökalp’in aktardığı efsaneye göre, yeşim taşı kutsal ışık tarafından mana sahibi yapılmış ve Türkler de bu taşı kutsal sayarak tavaf ederlermiş. Bir Çin elçisi Türk hakanını aldatarak bu taşın parçalanmasına yol açmış ve taşın parçalan her yana yayılmış. Türkler de bu olaydan sonra bütün kaya parçalarım sihir gücüne sahip ve kutsal saymışlar.

 

Tabu ise kutsal olanı kutsal olmayandan ayırmak amacıyla bazı hareketlerin eylemlerin ya da nesnelerin yasaklanması olarak tanımlanmaktadır. Totemcilikte tabu olarak sayılan ve çoğu zaman diğer dinlerde de görülen en önemli iki davranış kan davası ve dışandan evlenme sayılmaktadır. Totem inancına göre insanın saçı ve kam kutsallık taşımaktadır. Aynı totem içerisindeki insanlar tek bir aile ve böylece de kan kardeşi sayılmaktadır. Bu yüzden klan üyelerinden herhangi biri başka bir klandan olan biri tarafından öldürülecek olursa, o kişi için kan davası gütmek bütün klan için bir borç sayılmaktadır. Aym zamanda aynı klandaki kadınlar ve erkekler kardeş olarak kabul edilmektedir ve bu yüzden aynı klan içinden evlenme kabul edilmemektedir.

 

Ayrıca Gökalp, Türklerde totemizm inancında tabu olan cisimlerin halk arasında kara sıfatım taşıdığım, tabu sayılmayan cisimlerin ise ak olarak tanımlandığını iddia etmektedir. Tabu olarak tanımlanan cisimlerin insanları çarpma ihtimali olduğunu ve bu yüzden halkın bu cisimlerden uzak durduğunu söylemektedir. Ona göre, su da Eski Türklerde bir tabudur ve bu yüzden Eski Türkler kaplarım ve elbiselerim su ile temizlememektedir.

 

Şerafettin Turan, Totemizm’in eski Türkler arasında yerleşmiş olduğunu ve bunun en önemli kanıtının Türklerden bir grubun kurdu ata olarak tanımış olduğu ve Göktürklerin de kurttan türedikleri hakkmdaki bir efsanenin Çin kaynaklarında yer aldığım iddia etmektedir.

Bunun tam aksi olarak Türk tarihi araştırmacısı İbrahim Kafesoğlu ise, elimizdeki tarihi belgelerle Türklerde Totemizm inancının var sayılamayacağım iddia etmektedir. Kurdun ata olarak tanınması ve bu hayvana karşı saygı duyulmasının totemizm inancının mevcut olduğuna dair gerçek delil olarak kabul edilemeyeceğini söylemektedir.

devam edecek ;)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Atalar Kültü (Animizm, Ruhçuluk):

 

Türklerin atalarına çok saygılı oldukları ve öldükten sonra da atalarının ruhlarının yaşadığı ve onlara iyilik ya da kötülük yaptığım düşündükleri bilinmektedir. Bu inanca göre ölen kişinin ruhu mutlu edilmelidir, aksi halde ruh geride kalanlar azarar verebilmektedir.

 

Bu nedenle çoğu zaman ölen kişinin tasviri evin duvarına asılarak yemek, içki vb. gibi temel gereksinimleri karşılanmakta ve yılın belli dönemlerinde ölen kişinin ruhu için kurban kesilmektedir. Ayrıca ölen kişinin ruhunun ölmediği ve sürekli evin içinde gezindiğine de inanılmaktadır. Bu inanç temel özellikleriyle Totemizm inancındaki manaya da benzemektedir ancak totem anlayışı yerine Atalar Kültü düşüncesi temel düşünce olarak benimsenmektedir.

Atalar Kültü bazı araştırmacılar tarafından Şamanizm inancının en belirgin tanımlayıcı özelliklerinden biri olarak kabul edilmektedir.

 

Türklerde Atalar Kültü olarak bilinen inanç aslında ilkel dinlerden biri olan Animizm inancıdır. Freud’a göre bizlere cansız nesneler gibi gözüken şeylerin de aslında canlı olduğu teorisi Animizm inancının temelini oluşturur. Bu görüşe göre dünyada hem iyi hem de kötü sayısız ruh yaşamaktadır ve bu ruhlar dünyada gelişen olayların nedenleri olarak sayılmaktadır.

 

Animizm’de görülen en belirgin özellik ruhun ölümsüzlüğüne inanılmasıdır. Canlı olan ruh, beden ölmeden de bir süreliğine ayrılabilmektedir ancak bu süre içerisinde bedeni etkilemeye devam etmektedir.

 

Ruh bedeni kesin olarak terk ettiğinde ise ölüm gerçekleşmektedir. Ancak ruhun bedeni terk etmesi onun öldüğü anlamına gelmemektedir. Ruh bir insan gibi yaşamaya devam etmektedir ve yiyip içmek, saygı görmek gibi ihtiyaçları da sürmektedir. Bu yüzden ölüler gömülürken mezarlarına ihtiyaçları olan eşyaları ve sevdikleri yiyecekleri koyulmaktadır.

 

Animizm inancında ruhların dünyada olup biten her şeyden sorumlu tutulduğu ve her şeyi yönlendirmekte oldukları kabul edildiğinden, hastalıklar ve karşılaşılan tüm güçlükler ruhların kötü etkisi olarak kabul edilmektedir. Bu kötü etkilerden kurtulmak için başvurulan yöntem de sihir ve büyü olmaktadır.

 

Öldükten sonra öte aleme geçtiklerine inandıkları atalarına, Türkler çeşitli biçim ve zamanlarda, Asya Hunları ise her yıl mayıs ayının ortalarında atalarına kurbanlar sunmaktaydılar.

 

Göktürkler ve Uygurların da Hunlar gibi yılın beşinci ayında kutsal dağlarında Tanrı’ya ve atalara kurban sundukları bilinmektedir.

 

Eski Türklerde Atalardan yardım dilemek son derece yaygın bir inanç olarak dinsel uygulamalarda bugüne kadar gelmiştir.

 

Eski Türklerdeki bu ruhsallık inancı daha sonraları Şamanizm inancıyla da bütünleşmiştir. Bu inanç Türklerin yaşamlarının her alanında ruhlarla irtibat kurulmasına da zemin hazırlamıştır.Baştan sona ruhsal irtibata dayanan Şamanizm’in Türkler arasında kolaylıkla benimsenmesinin en önemli nedenlerinden biride, Türklerin daha önceki dönemde eski inançlarında yaşattıkları Atalar Kültü inancı sayılmaktadır.

 

Atalar Kültü’yle bağlantılı olarak Eski Türklerde, ölen kişinin sureti yapılmakta, bu suret evin bir köşesine konmakta ve bu surete saygı gösterilmekte, hatta yemek, içki verilmekteymiş.

 

Atalar Kültü’nün diğer dinlere olan etkisine gelinecek olursa, sonraki dönemlerde de tanrı hiçbir zaman tek başına olmamış, tam tersine adına melek, ruh ya da ilah denilen varlıklarca kuşatılmıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tabiat Kuvvetlerine İnanma (Natürizm, Doğacılık)

Natürizm,fiziksel çevrede görülen, karşılaşılan olguların kişileştirilmesi, tanrılaştırılması olarak tanımlanmaktadır.İnsanoğlu doğada maruz kaldığı birtakım olaylara neden bulamayınca ve bu olaylar sık sık tekrarlandıkça tüm bu olayları yönlendiren ayrı ayrı güç kaynaklan yani tanrılar olduğunu düşünmüştür. Böylece dünyayı aydınlatan, ısıtan canlı varlıklara yararlı olduğu görülen güneşi, ayı, ürün veren toprağı, akar sulan, denizi, fırtınayı birer güç ve yönlendirici merkez olarak tanrılaştırmıştır.

 

Eski Türkler doğada bulunan bazı güçlerin ruh taşıdığına ve onların kutsal olduğuna inanmaktaydılar. Gök Tanrı insanlarla ruhlardan oluşan elçiler vasıtasıyla konuşmaktaydı. Şaman’a gök seyahatinde ruhlar refakat etmekteydiler. Bütün nehirlerin,denizlerin, göllerin, dağlann, tepelerin, ormanların, mağaraların içinde veya üzerinde yaşayanların koruyucu ruhlan olduğuna inanılmaktaydı.

 

Bu ruhlar hiyerarşik olarak görev yapmaktaydılar. İyi ve kötü olmak üzere ikiye aynlmaktaydılar. Genel olarak bakıldığında doğadaki birçok güç Türklerin kutsal saydığı Tabiat Kuvvetlerine dahil sayılmaktadır. Ve bu yüzden Tabiat Kuvvetlerine İnanma Türklerde temel olarak üç gruba aynimiştır. Bu üç grup, Güneş ve Ay Kültü, Yıldızlar ve Gezegenler Kültü ve Yer-Su Kültleri olarak sayılmaktadır.Yer-Su Kültü ise kendi içinde Dağ Kültü, Orman ve Ağaç Kültü,Ateş Kültü, Su Kültü, Toprak Taş ve Kaya Kültleri olarak altıdala ayrılmaktadır.

Güneş ve Ay Kültü kapsamında Hunlar ve Huni ar’dan sonra Orta Asya’da devlet kuran Türk toplulukları tarafından Güneş ve Ay kutsal sayılmış ve onlara ibadet edilmiştir.

 

Altaylı Şamanistlerin Güneş’le and içtikleri bilinmektedir.Altaylılara göre Güneş ana, Ay atadır. Güneşi yerde ise Ateş temsil etmektedir. Şamanistlerin inançlarına göre, büyük kahramanlar Güneş ve Aym korumasında bulunmaktaydılar. Güneş ve Ay kötü ruhlar ile mücadele ederler ve bazen yakalanıp kötü ruhların dünyasına sürüklenirlermiş. Güneş ve Ay da bu yüzden tutulmaktaymış. Güneş ve Ay tutulduğu zaman Şamanistlerin bunları kötü ruhun elinden kurtarmak için bağırıp çağırıp davul çalıp yani gürültü yapıp kötü ruhu korkutacaklarına inanmaktaydılar.

 

Ankara, Artvin gibi yörelerde Ay ve Güneş tutulması sırasında boş tenekeye vurulduğu ve silahla ateş açıldığı bilinmektedir.

Yıldızlar ve Gezegenler Kültü inancına göre yıldızlar ve gezegenler eski Türk dininde kutsallaştınlmıştır. Türklerin Venüs ve Satürn’ü uğurlu, Mars’ı ise uğursuz saydıkları çeşitli kaynaklardan anlaşılabilmededir. Eski Türklerin arasında Güneş ve Ayı takiben en kutsal sayılan gök cismi Venüs gezegeni sayılmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Güzel yazı, tebrik ederim. Bununla beraber Türklerde çok öyle büyük bir kültür kurulmamış olduğunu gözardı etmemek gerekiyor. Açıkçası hayatta kalmak için savaşan, genellikle günlük işleri oldukça yoğun olan bir ırktı Türkler. Bu yüzden dini faaliyetlerinin çok gelişmiş olmadığını, ibadet için süreklilik isteyen dinlerden sakındıklarını da düşünmek gerekiyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Güzel yazı, tebrik ederim. Bununla beraber Türklerde çok öyle büyük bir kültür kurulmamış olduğunu gözardı etmemek gerekiyor. Açıkçası hayatta kalmak için savaşan, genellikle günlük işleri oldukça yoğun olan bir ırktı Türkler. Bu yüzden dini faaliyetlerinin çok gelişmiş olmadığını, ibadet için süreklilik isteyen dinlerden sakındıklarını da düşünmek gerekiyor.

 

O dediğin ilk türkler için geçerli.Belli bir süre sonra tek yeri yurt edindiler.Ben türklerin ayrıntılı bir mitolojisinin olmamasını bu konu üstüne durmayan tarihçilerimize bağlıyorum.Kaynak olarak bahaettin Ögelin kitabı var.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yer-Su Kültleri

 

Tabiat Kuvvetlerine İnanma’nın öğelerinden biri de, Yer-Su Kültü’dür.Kült, dinin ilahi boyutu dışında kişinin gücüne inandığı bir başka varlığa kutsiyet atfetmesi şeklinde ortaya çıkan bir tapınma biçimi olarak tanımlanabilmektedir.

 

Eski Türk inançları içerisinde Yer-Su Kültü önemli bir yer tutmaktadır ve XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Türk boylan eski bir inanç sistemi olan bu inancı beraberlerinde getirmişlerdir. Yer-Su Kültü temel olarak Dağ Kültü, Taş-Kaya Kültü, Ateş Kültü, Ağaç-Orman Kültü, Su Kültü olarak aynlmaktadır. Bazı araştırmacılar Yer-Su Kültü’nü Şamanizm inancının temellerinden biri olarak kabul etmektedirler.

 

Dağ Kültü, Yer-Su ruhlarının en önemlisi olarak sayılmaktadır.Orta Asya kavimlerinde de Gök Tanrı’ya kurbanların yüksek dağ tepelerinde sunulduğu Çin kaynaklarında yer almaktadır.

 

Bu bilgiyle beraber Türklerdeki Dağ Kültü’nün daha çok Gök Tanrı Kültü’yle ilgili bir Kült olduğu söylenebilmektedir.

 

Ayrıca dağların tanrı makamı olduğuna inanmaktaydılar.

 

Eski Türklerde dağların kutsal sayılmasının yanında, onların da insanlar gibi konuşan, duyan hatta çocukları olan varlıklar olduğu varsayılmaktadır. Al tay dağlan Han addedilmiştir. Ayrıca her oymağın kendine göre kutsal bir dağı olduğu bilinmektedir.

 

Göktürk ve Uygur dönemlerinde Ötüken Ormanları kutsal sayılmaktaydı.Orman Kültü ilkel toplulukların orman ürünleri ve avcılıkla geçindikleri dönemden kalma bir inanç olarak kabul edilmektedir.Orman ve Ağaç Kültü içinde en kutsal ağaç Türklerde kayın ağacı olarak sayılmaktadır.

 

Bütün Şaman ayinlerinde kayın ağacına rastlamak mümkündür.

 

Türkler ateşin gökten Ülgen tarafından gönderildiğine inanmaktaydılar.

 

Ateş Kültü inancıyla birlikte Türklerin eski çağlardan beri ateşi kutsal saydıkları onu canlı bir varlık olarak kabul ettikleri ve ateşe saygı duydukları bilinmektedir. Bütün ibadetleri ve törenlerinde ateşe muhakkak yer verilmektedir ve ateşin temizleyici, kötülüklerden arındıncı özelliğe sahip olduğuna inanılmaktadır.

 

Türkler,ateşi kötülüklerden koruyucu, temizleyici gördükleri için ateşe karşı saygısızlık gösterenleri de cezalandırmaktaydılar. Örnek vermek gerekirse, bıçağı ateşe koymak, sönmüş oduna abdest bozmak, ateşin yanında odun bekletmek yasak uygulamalar arasında sayılmaktaydı. Bu suçları bilerek veya bilmeyerek işleyenler kirli ve suç işlemiş sayıldıklarından onlara ağır cezalar uygulanmaktaydı.

 

Bu insanların temizlenmeleri için ise çadırlarının, çocuklarının ve bütün eşyalarının iki ateş arasından geçirilmesi gerekmekteydi. Ateşle ilgili ritüellere örnek vermek gerekirse; Beltir Türkleri, ölen kişinin mezarı başına toplanıp sağ yanma büyük bir ateş yakmaktaydılar. Getirdikleri yemeklerden ve içkiden birer miktar bu ateşin üzerine dökmekteydiler. Ateşe atılan bu yiyecekler, ölenin ruhu göğe çıkarken, ışığın ona yol göstermesi, yolunu aydınlatması için ateşe artıkları saçı olarak sayılmaktaydı.

 

Batı Göktürklerde ise ziyarete gelen yabancı ülke elçilerinin Hakanın huzuruna çıkmadan önce ateşin etrafında döndürüldüğü bilinmektedir. Aynca adet dönemi ve doğum sonrasında kadmların normal yaşamlarına devam edip gerekli araç gereçlerine, silahlarına dokunabilmeleri için ateşle temizlenmeleri

gerekmekteydi.Türklerde ateşe bakarak kehanette bulunmak da yaygın davranışlar arasın da yer almaktadır. Şamanistlerin yaptığı her törende muhakkak ateş bulunmaktaydı.

 

Su Kültü inancı içerisinde su, Türkler için kutsallık, temizlik ve saflık göstergesi olarak yaşamaktadır. Bu bağlamda Türklerin çevresinde bulunan göller, ırmaklar, akarsular ve su kaynakları kutsal sayılmıştır. Aynca bu su kaynaklarım herhangi bir şekilde kirletmek, suya tükürmek, suyu temizlik aracı olarak kullanmak yasak sayılmıştır. Örneğin Oğuzlar suyu temizlik aracı olarak asla kullanmamışlardır.

 

Hatta Çin kaynaklarında, bu kavimin elbiselerini ve ellerini yıkamadıklarına dair bilgiler de bulunmaktadır.

 

Toprak,Taş ve Kaya Kültü içerisinde en önemli inancın Yada Taşına bağlı olan inanç olduğu söylenebilmektedir. Yada Taşı Türklerde yağmur yağdırmak, havayı düzeltmek için kullanılmaktadır. Yağmur duası sırasında Yada Taşından yardım almak bilinen ritüellerden biri olarak kabul edilmektedir. Aynca bu kült hala Türkler arasında yaşamaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Elinize sağlık çok güzel bir konu, insanların çoğunun bu gerçekleri ya bilmiyor ya da çok az uyduruk bir şekilde biliyor:D. Oysa günlük hayatımızda Türklerin islamiyet öncesi dinlerden kalma birçok iz var; bunlar adetler olur, batıl inançlar olur hatta şuan islamda olduğu sanılan Anadoludaki irili ufaklı dini görüşler bile olur.

Nevermore halihazırda birkaçını açıklamış Güneş ve Ay tutulmalarında ateş etmeleri gibi. Bu izlerin en yaygın örneklerinden biri, 22 Mart'ta kutlanan misal Nevruz bayramı. Nevruz'un kökeni islamiyet öncesidir.

Nevruz’un dinî bir mahiyeti yoktur. Fakat varlıkların , özellikle canlıların yeryüzünü canlandırıp şenlendirdiği gün olduğu için bir nevi “bayram” havası yaşanır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

O dediğin ilk türkler için geçerli.Belli bir süre sonra tek yeri yurt edindiler.Ben türklerin ayrıntılı bir mitolojisinin olmamasını bu konu üstüne durmayan tarihçilerimize bağlıyorum.Kaynak olarak bahaettin Ögelin kitabı var.

 

Elbette ki Türk ırkları arasında belli bir kültür taşıyan Türk toplulukları vardı ancak bu Türkler genel olarak kültürel özelliklerini o bölgede baskın kültürden almışlar, kendilerini de bu toplulukların kültürleriyle anlatmışlardır. Genel olarak Türk dediğimiz zaman aklımıza gelen tür olan Oğuzlarda gerçekten derin ve esaslı bir kültür gelişmedi, gelişemedi. Zira Oğuzlar genel olarak göçebe, çokça savaşmak zorunda olan ve önceliği hayatta kalmak olan bir kavimdi. Milliyetçi arkadaşların "Aha bizim de var ama :(" diyerek işkembeden sallamasına aldırmayınız. Oğuzlarda bir süre sonra İslamiyetle beraber Pers kültüründen kuşkusuz epey bir etkilendi. (Arap kültüründen asla etkilenmediler. Bunu da not edelim.)

 

Bu arada, Türk tarihi ile ilgilenen pek çok Avrupalı araştırmacı var ve gerçekten Türk tarihi ile ilgili çok iyi araştırmalar yürütülüyor. Türklerin kuşkusuz ki çok derin bir mitolojisi olmadı, olsa bile bütün bir Türk ırkına mâl olmadı. Zira fazla savaşmayan, savaşçılığın ve üreticiliğin dışında felsefeye ve dine de oldukça önem verilen, refah içerisinde yaşayan Yunanlar, Romalılar, Araplar gibi milletlerin mitolojileriyle Türklerin mitolojisi kıyaslandığında Türk mitolojisi elbette ki pek öyle gelişmemiş görünecektir. Kaldı ki Türklerin ortaya ilk çıktığı coğrafyada Çin dışında etkileşime geçebilecekleri bir kültür yoktu fakat bu bahsettiğim ırklar tam anlamıyla kültürel etkileşimi bol bol yaşadılar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Gök Tanrı İnancı

Türkçe’de geçen ilk dinsel terimin Gök Tanrı sözcüğü olduğu bilinmektedir.

 

Gök Tanrı inancı, Türklerin ilk geleneksel dini olarak kabul edilmektedir. Temel olarak tek tanrı inancı olarak Gök Tanrı’ya inanma üzerine kurulmuştur. Dünyada olup biten her şeyi GökTanrı’ya bağlamışlardır. Hatta Hunlar ve Göktürkler dönemindeki Hakanlar kendilerini tahta Gök Tanrı’nın getirmiş olduğunu iddia etmişlerdir.

 

Gök Tanrı; yaratıcı ve kadir-i mutlak, tek, ezeli ve ebedi, eşi benzeri olmayan, öldüren, iradesine hükmeden, yardım eden,cezalandıran, koruyan, insanlara bilgi veren, her şeyin en iyisini bilen, yol gösteren ve kulun duasını kabul eden olarak tanımlanmaktadır.

 

İbrahim Kafesoğlu, Osman Turan, Bahaeddin Ögel, gibi birçok araştırmacı da Türklerin Gök Tanrı inancındaki GökTanrı’larıyla evrensel ve semavi dinlerdeki tek tanrı inancına eriştiklerini iddia etmektedir.

 

Eski Türk dini olan Gök Tanrı inancı, güneş, ay, yıldızlar yerine Gök’le simgelenen Tanrı inancına dayanmakta, diğerleri ise ikinci derecede kutsal sayılmaktaydı. Dolayısıyla Gök-Tanrı dininin Türklere özgü bir inanç sistemi olduğunda birleşilmektedir. Gök-Tanrı’nın aynı zamanda yüksek ahlak özellikleri taşıdığına inanılmıştır. Araştırmacılara göre, an bir Gök Kültü bulunan Huni arda gerçek bir dinle karşılaşılmakta, Göktürklerde ise Gök-Tanrı bütünüyle manevi bir güç durumuna gelmektedir.

 

GökTanrı inancı kapsamında Türkler her yılın beşinci ayında GökTanrı’ya ve Yer-Su’ya kurban sunmaktaydılar.Ayrıca tapınma, dua, şükür, ölüm gibi olaylarda da Gök Tanrı’ya kurban sunmaktaydılar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Gök Tanrı , Şamanizm Meselesi

 

Türklerin eski dinleri söz konusu olunca tarihsel belgelerin eksikliği sonucu ortaya çıkan karışıklıklardan biri de Gök Tanrı İnancı ve Şamanizm İnancı arasındaki belirsizlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimi araştırmacılar Türklerin sadece Şamanizm’e inandıklarını kimileri ise sadece Gök Tanrı inancına sahip olduklarını iddia etmektedir.

 

Ancak tarihi belgelerin yetersizliği nedeniyle kesin bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Gök Tanrı yı Şamanizm inancı içindeki ana tanrı olarak gören Cemal Şener gibi araştırmacılarda mevcuttur. Aynca Abdülkadir İnan da, Orta Asya Şamanizm’inin esaslarını Gök-Tanrı, Güneş, Ay, Yer, Su, Ata, Ateş Kültleri olarak tanımlamaktadır.

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr.Osman Turan, Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Dr. Yaşar Kalafat,Türklerin eski dinlerinin Gök Tanrı inancında birleştiğini, bunun yanı sıra Atalar Kültü ve Yer-Su (Tabiat Kuvvetlerine İnanma)Kültü gibi inanç sistemi içinde olduklarını ; Prof. Dr. Abdülkadir înan, Prof. Dr. Fuat Köprülü, Mircea Eliade, Jean-Paul Rous,Cemal Şener, Orhan Hançerlioğlu gibi araştırmacılar ise Türklerin eski inançlarının Şamanizm olduğunu iddia etmektedirler. Ahmet Yaşar Ocak gibi bazı araştırmacılar da Türklerin asıl dinlerinin Gök Tanrı İnancı olduğunu ancak daha sonra Şamanizm’in kabul edilmesiyle birlikte Gök Tanrı İnancının Şamanizm inancının temellerinden biri haline geldiğini ve Şamanizm içinde yaşamayı sürdürdüğünü iddia etmektedirler.

 

Özellikle bu bölüm kafası karışık arkadaşlar açısından oldukça anlamlı ... tekrar tekrar okuyun bence :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şamanizm

Şamanizm,tipik olarak Sibirya ve Orta Asya’ya özgü bir dinsel olgu olarak tanımlanmaktadır. Bununla beraber Şamanlığın biçimleri aynı zamanda Kuzey ve Güney Amerika’da, Avustralya yerlilerinde,Endonezya’da, Güney Doğu Asya, Çin, Tibet, ve Japonya’da da görülmektedir.

 

Şamanizm kelimesi, Tunguz’ca “şaman” sözcüğünden gelmektedir. Şamanlığı diğer dinlerden ayıran özelliği genel olarak birtakım sihir ve din biçimleriyle bir arada bulunmasıdır.

 

Şamanizm’in bir din mi yoksa sihir sistemi mi olduğu araştırmacılar tarafından halen tartışılmaktadır. Prof. Dr. Orhan Törkdoğan, Şamanizm inancının bir dinden öte bir kült olduğunu iddia etmektedir.

 

Kafesoğlu ise Şamanizm’i dinden çok bir sihir sistemi olarak değerlendirmektedir. Bazı araştırmacılar tarafından da bozkır sisteminin inançlarının araştırılmadan direkt Şamanizm olarak değerlendirildiğini belirtmektedir. Kafesoğlu Türk inanç sisteminin Gök Tanrı inancından ibaret olduğunu ancak zaman içinde Gök Tanrı inancının ve Şamanizm’in uyumluluk gösterdiğini ve Atalar Kültü’nde ki demircilik, kartal inancı gibi birtakım inançların Şamanik vasıflar kazandığım belirtmektedir. Kafesoğlu, Şamanizm’i bir sihir sistemi olarak tarif etse de, zaman içinde bir din sistemine dönüştüğünü açıklamaktadır. Gokalp de Türklerin eski dininin Şamanizm olmadığını, Şamanizm’in sadece bir sihir sistemi ve Türklerde kehanetin ve ruhsal tıbbın ismi olduğunu iddia etmektedir.

 

Eliade,Rous gibi araştırmacılar ise Şamanizm’i bir dini sistem olarak kabul eden araştırmacılar arasında yer almaktadır. Aynca Türklerin Şamanizm inancının ayrı din teorilerine konu olan Totemizm, Animizm ve Natürizm öğelerinin bir arada bulunduğu vetüm bu sistemlerin inançlarının ve pratiklerinin toplamı sayılabilen bir din olduğu da iddia edilmektedir.

 

Şamanizm inancında din adamları “Şaman” olarak adlandınlmaktadır. Türklerde ise Şaman’a “Kam” adı verilmektedir. Şamanlar seçilmiş kişilerdir ve Şaman olmak için bazı özellikler gerekmektedir. Şamanlık ya kalıtımsal olarak babadan oğula geçmekte, ya da bir Şaman tarafından kendi yerine seçilmektedir ancak bu seçilen kişinin Şamanlık özellikleri göstermesi gerekmektedir. Bazı toplumlarda kadınlar da Şaman olabilmektedir. Altaylılarda Şamanlık genellikle kalıtsaldır. Kam olacak kişi daha küçükken marazlı, çekinik ve dalgındır, sara nöbetleri gibi nöbetler geçirmektedir. Babası da onu Şamanlığa hazırlamakta, ona kabilenin geleneklerini ve ilahilerini öğretmektedir.

 

Türk Şamanlığında dişi ağırlıktadır. Bunun nedeni, toplum adına ve toplumla birlikte kutsalla bütünleşme ve bu ilişkiyi yürütme görevinin daha çok kadına düşmesi olarak sayılmaktadır. Aynca Şaman törenlerinde içki içilmekte, kadın erkek birlikte ibadet edilmektedir. Erkek, yine kutsal olan, zorlu ve tehlikeli av işiyle meşgulken, kadınlar Şamanlıkta uzmanlaşmışlardır.Şaman’m sahip olması gereken özellikler arasında; transa geçebilmesi (rüyalar, kendinden geçme), diğer ruhlarla irtibat kurabilmesi, gelecekten haber verebilmesi, fal bakabilmesi, hastaları iyileştirebilmesi sayılabilmektedir. Ruhunu bedenden ayırarak göğe tırmanması, yer altına inmesi ve oradaki ruhlarla irtibat kurabilmesi Şaman’m özellikleri arasında sayılabilmektedir.İnan, Şamanları sinirli melankolik kişiler olarak tanımlamaktadır.

 

Şaman’nın belli başlı görevleri bulunmaktadır. Sadece dini bir lider değil, aynı zamanda hastalan iyileştirici bir otacı ve gelecekten haber veren bir kahin olma özelliği taşımaktadır.

 

înan’a göre Şaman, tanrılar ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapma kudretine sahip olan kişidir, insan ufak tefek ruhlara, aileyi koruyan ateş ve iyi yer-su ruhlarına kendisi de kurbanlar, saçılar sunabilirse de kuvvetli, hele kötü ruhlara doğrudan doğruya başvuramaz. Kötü ruhlar insanlara en büyük düşmanları olarak sayılmaktadır,insanlar bunların ne istediklerini bilemezler; bunları ancak kudretini göklerden, atalarının ruhlarından alan Şamanlar bilirler. Bu yüzden insanlar çoğu ibadetlerinde Şamanlara ihtiyaç duymaktaydılar.

 

Şamanlar törenlerde özel kıyafetler giymektedirler. Şaman’m giydiği cübbeye “manyak” adı verilmektedir.

 

Onu bir kuş haline getirecek olan tüyler, kanatlar ve gaganın, bir memeli hayvana dönüştürecek kemikler ve boynuzların, yani onu toplu olarak hayvan dünyasının hayatına katmak için gerekli her türlü aracın elbisesinin üstüne takılması gerekmektedir. Aynca etkin bir maske de kullanılmaktadır. Şaman, gerektiği gibi giyindikten sonra törene başlamaktadır. Tören sırasında ise davul çalmaktadır. Davulun üzerinde ise yine ona yardımcı olacak olan hayvanların resimleri bulunmaktadır. Şaman tören sırasında müzik eşliğinde etrafında döner ve çeşitli hayvan sesleri çıkarır. Bu hareketler sonucunda Şaman adeta trans haline geçer ve öte dünyaya gider burada ise ruhlarla konuşur, savaşır. Bu tören, Şaman bitkin olarak kuvvetten düşünceye kadar sürmektedir. Törenin yapılmasındaki asıl amaç ise ruhları bildikleri sırlar hakkında sorguya çekmek, gelecek hakkında bilgi edinmek, hasta kişilerin ruhlarım aramak yani büyü aracılığıyla tedavi etmektir. Çünkü o dönemlerde hastalığın, yabancı bir ruhun hastanın gövdesine girişinden dolayı meydana geldiğine ve tedavinin ancak o ruhun çıkarılmasıyla olacağına inanılmaktaydı.

 

Aynca Altay Türklerinde bunlara ek olarak Şaman, ruhları kovmak için elbisesine, kollara, sırta ve davuluna küçük zil ve çıngıraklar takmaktaydı. Çıkan mekanik seslerin ruhları ürküttüğü düşünülmekteydi. Çıngırakların üst sırasında ise dokuz küçük yay bulunmaktaydı. Bu yayların da kötü ruhlara karşı silah vazifesi gördüğüne inanılmaktaydı. Aynca sırta serpiştirilmiş yıldızları temsil eden madeni parçacıklar bulunmaktaydı. Cübbenin omuz kısmına ise güneş ve ayı temsil eden iki büyük levha takılmaktaydı. Sırt kısmında yakanın altından dokuz bebek sarkmaydı, bunlar Tanrı Ülgen’in kızlarını temsil etmekteydi.

 

Şamanların transa geçebilmesi ve tören sırasında sara nöbetleri gibi nöbetler geçirmelerinden dolayı bazı araştırmacılar Şamanlann aslında sara hastası olduklarını ya da psikolojik bazı rahatsızlıklara sahip olduklarım iddia etmektedirler. Ancak bu iddia kanıtlanamamıştır.

 

Şamanların transa geçebilmek için sanrılara neden olan bazı kutsal bitkiler kullandıkları iddia edilmektedir. Kutsal bitkilerin tanrı ve ruhlarla ilişki kurmak ve onun ötesinde yer alan daha büyük bir gerçeğe ulaşmak için gökyüzüne giden kapılan araladığına inanılmaktadır. Bu bitkiler arasında peyote kaktüsü, psilcybe mantarları, sabah sefası ve tütün sayılabilmektedir.

 

Şamanizm’de yaşam; gök, yer ve yer altı olarak üç kademeli düşünülmüştür.Gökyüzünde iyilikler, iyi ruhlar; yeraltında kötülükler, kötü ruhlar ve yeryüzünde ise insanlar bulunmaktadır. Şamanizm’de birden çok tanrının varlığına inanılmaktadır, iyi ve kötü tanrılar vardır, iyi tanrılargökyüzünde, kötüler ise yeraltında yaşamaktadırlar. Örneğin Türklerde çocuk doğurma ve çocuk hastalıklanndan sorumlu dişi tanrılar bulunmaktadır. Ancak en önemli tanrı Gök Tanrı olarak görülmektedir. Gök Tanrı’dan sonra ise yeraltının egemeni Erlik Han gelmektedir.

 

iyilik tanrı sına gökyüzü tanrısı olan Ülgen, yeraltındaki kötü ruhların tanrısma ise Erlik adı verilmektedir. Her iki tanrının da eşleri, çocukları, akrabaları, yardımcıları bulunmaktadır.Yeryüzünde yaşayan insanlar ise bu iki dünya arasında denge oluşturmak zorundadırlar.

 

Şamanizm’de temel olarak her şeyin bir ruhu olduğu inancı bulunmaktadır. Her taşın, bitkinin, ağacın, her nesnenin birer ruhu vardır ve tüm bu nesneler birer birey olarak sayılmaktadır. Tüm bu ruhlar ölümsüzdür ve iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılmaktadır,iyi ruhlar insanlara iyilik, kötü ruhlar ise kötülük getirmektedir. Kam’m en önemli görevlerinden biri de bu ruhları idare etmek ve insanlara kötülük yapmalarını engellemektir.

 

Şamanizm’de her şeyin bir ruhu olduğu inancının yanında bu ruhların ölümsüz olduğuna da inanılmaktadır. Yeniden doğuşa inanıldığından bir canlının tekrar dünyaya gelebilmesi için kemiklerinin hiçbirinin kaybolmamış veya kırılmamış olması gerekmektedir. Bu yüzden avlanan hayvanların kemikleri hiç bozulmadan bütün olarak muhafaza edilerek gömülmektedir.

 

Altay Türklerinde insanın ruhunun doğmadan önce gökyüzünde bulunduğu inancı vardı. Umay çocukları ve kadınlan koruyan bir dişi ruh olarak kabul edilmekteydi. Ölümün ise kötü ruhlardan kaynaklandığına inanılmaktaydı. Yeraltı dünyasının tanrısı olan Erlik’in yeryüzüne gönderdiği görevlileri vasıtasıyla insanların ruhlarını alarak hayatlarına son verdiğine inanılmaktaydı. İnsanın ruhunun ölürken bir kuş gibi uçup gittiği var sayılmaktaydı. Günümüzdeki uçmak, uçup gitmek gibi terimler ise bu inançtan kalmıştır. Ölen kişinin ruhunun Şaman tarafından özel bir merasim ile öte dünyaya yolculan masma kadarda öldüğü yerde dolaştığına inanılmaktaydı.

 

Ölen kişinin bedeni önce çadırda bekletilmekteydi bu sırada ölünün tüm yakınlan bir at ve koyun kurban etmekte ve bunları çadırın önüne sergileyerek ölüye kurban olarak sunmaktaydılar. Bundan sonra akrabalar ata binerek çadırın etrafında yedi kez dolaşmaktaydılar. İçlerinden birisi çadırın önüne gelip yüzünü bıçakla keserek yas tutmaya başlardı. Kan ile karışık gözyaşı dökmekteydiler. Bu hareket yedi kez tekrarlanmaktaydı.Bunun arkasından belli bir tarih tespit edilerek, ölünün sağlığında kullandığı eşyaları ile bindiği atı bir araya getirilerek ölü ile birlikte yakılmaktaydı. Geriye kalan külleri toplanarak, gömme zamanı geldiğinde gömülerek işlem tamamlanmaktaydı. Eğer kişi ilkbahar ya da yazın ölmüşse,cesedi gömmek için yaprakların sararıp düştüğü, sonbahar yada kışın ölmüşse yeşilliğin bol olduğu günler beklenmekteydi. Bunun arkasından çukur kazılmaya başlanmakta ve ceset tabutla birlikte gömülmekteydi.

 

Gömme işi tamamlandıktan sonra, mezarın önüne taştan yapılmış balballar konulmaktaydı. Balbalların sayısı, ölünün hayatta iken öldürdüğü insan sayısına göre belirlenmekteydi.Öldürülen her bir kişi için bir balbal konulmaktaydı. Bazen dikilen balbalların sayısı yüz veya bini bulmaktaydı.

 

Şamanist Türklerde yapılan törenler başlıca olarak ikiye ayrılmaktadır.Birincisi periyodik olarak yapılan törenler, İkincisi ise özel olaylar nedeniyle yapılan törenler olarak sayılabilmektedir.Periyodik olarak yapılan törenler ilkbahar, yaz ve sonbaharda yapılmaktaydı ve bunlar dini bayram niteliği taşımaktaydı.Aynca Şamanlarda kurban olmadan hiçbir dinsel tören yapılamamaktaydı. Kurban ise kanlı ve kansız olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Kanlı kurbanlara başında at kurban etmek gelmekteydi. Kansız kurbanlar arasında ise saçı (her kavimin kendi emek ürünü; süt, buğday, şarap, para vb.), yalma(ağaçlara, veya şaman davuluna bağlanan ip veya bez), ateşe yağatma, şarap serpme sayılabilmektedir. Kansız kurbanların en önemlisi ruhlara bağışlamak için serbest bırakılan hayvanlardır. Bu tür hayvanlara yük vurulmamakta, sütleri sağılmamakta, yünleri kırpılmamaktadır. Bu hayvan ancak uzun süre geçtikten sonra kurban edilebilmekteydi. Sahibinin adağı olarak saklanmaktaydı. Bu gelenek Anadolu’da halen yaşamaktadır.Evlerde kurban niyet edilmiş kurbanlık koç, kurbanlık boğaya rastlamak mümkündür. Şaman inancında kurban olarak kesilen hayvanların kemikleri kınlmamaktadır. Çünkü hayvanın yeniden canlanabilmesi için kemiklerinin tam olması gerektiğine inanılmaktadır,Şamanlarda kurban töreni Şaman eşliğinde gerçekleşmektedir.Tören üç gün sürmektedir. Üçüncü gün sonunda büyük bir ziyafet verilmekte ve ayin için gelen içkilerden herkes sarhoş oluncaya kadar içmektedir.

 

Şamanist Türklerde evlenme ile ilgili törenlerde Şaman çok nadir olarak bulunmaktaydı.Ancak İnan’ın belirttiğine göre, her delikanlının evlenirken Ülgen’e attan bir kurban sunması gerekmekteydi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sium benden önce davranıp yazmış gerçi de ekleyeyim dedim bende içimde kalmasın :D

Şu anda özellikle islam dinine çok bağlı yaşayıp(-ki birebir anneannemden örnek verebilirim sanırım bu konuda) her şeyi dört dörtlük yaptığını ve batıl inançlara sahip olmadığını iddaa eden insanlar bile çoğu zaman şamanizm inançlarından ya da diğer bir çok inançtan belli başlı hareketleri sergileyebiliyorlar ve bunun nereden geldiğini bilmiyorlar.Elini tahtaya vurmak ya da nazar boncuğu gibi.İşin garip tarafı bu insanların çoğuna bu durumu anlatmaya çalıştığınızda bunu reddetmeleri ya da anadan babadan böyle gördük biz diyerek geçiştirmeleri :D sanki bu kötü bir şeymiş gibi.Teşekkürler yazı için de.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Atalar Kültü (Animizm, Ruhçuluk):

 

Türklerin atalarına çok saygılı oldukları ve öldükten sonra da atalarının ruhlarının yaşadığı ve onlara iyilik ya da kötülük yaptığım düşündükleri bilinmektedir. Bu inanca göre ölen kişinin ruhu mutlu edilmelidir, aksi halde ruh geride kalanlar azarar verebilmektedir.

 

Bu nedenle çoğu zaman ölen kişinin tasviri evin duvarına asılarak yemek, içki vb. gibi temel gereksinimleri karşılanmakta ve yılın belli dönemlerinde ölen kişinin ruhu için kurban kesilmektedir. Ayrıca ölen kişinin ruhunun ölmediği ve sürekli evin içinde gezindiğine de inanılmaktadır. Bu inanç temel özellikleriyle Totemizm inancındaki manaya da benzemektedir ancak totem anlayışı yerine Atalar Kültü düşüncesi temel düşünce olarak benimsenmektedir.

Atalar Kültü bazı araştırmacılar tarafından Şamanizm inancının en belirgin tanımlayıcı özelliklerinden biri olarak kabul edilmektedir.

 

Türklerde Atalar Kültü olarak bilinen inanç aslında ilkel dinlerden biri olan Animizm inancıdır. Freud’a göre bizlere cansız nesneler gibi gözüken şeylerin de aslında canlı olduğu teorisi Animizm inancının temelini oluşturur. Bu görüşe göre dünyada hem iyi hem de kötü sayısız ruh yaşamaktadır ve bu ruhlar dünyada gelişen olayların nedenleri olarak sayılmaktadır.

 

Animizm’de görülen en belirgin özellik ruhun ölümsüzlüğüne inanılmasıdır. Canlı olan ruh, beden ölmeden de bir süreliğine ayrılabilmektedir ancak bu süre içerisinde bedeni etkilemeye devam etmektedir.

 

Ruh bedeni kesin olarak terk ettiğinde ise ölüm gerçekleşmektedir. Ancak ruhun bedeni terk etmesi onun öldüğü anlamına gelmemektedir. Ruh bir insan gibi yaşamaya devam etmektedir ve yiyip içmek, saygı görmek gibi ihtiyaçları da sürmektedir. Bu yüzden ölüler gömülürken mezarlarına ihtiyaçları olan eşyaları ve sevdikleri yiyecekleri koyulmaktadır.

 

Animizm inancında ruhların dünyada olup biten her şeyden sorumlu tutulduğu ve her şeyi yönlendirmekte oldukları kabul edildiğinden, hastalıklar ve karşılaşılan tüm güçlükler ruhların kötü etkisi olarak kabul edilmektedir. Bu kötü etkilerden kurtulmak için başvurulan yöntem de sihir ve büyü olmaktadır.

 

Öldükten sonra öte aleme geçtiklerine inandıkları atalarına, Türkler çeşitli biçim ve zamanlarda, Asya Hunları ise her yıl mayıs ayının ortalarında atalarına kurbanlar sunmaktaydılar.

 

Göktürkler ve Uygurların da Hunlar gibi yılın beşinci ayında kutsal dağlarında Tanrı’ya ve atalara kurban sundukları bilinmektedir.

 

Eski Türklerde Atalardan yardım dilemek son derece yaygın bir inanç olarak dinsel uygulamalarda bugüne kadar gelmiştir.

 

Eski Türklerdeki bu ruhsallık inancı daha sonraları Şamanizm inancıyla da bütünleşmiştir. Bu inanç Türklerin yaşamlarının her alanında ruhlarla irtibat kurulmasına da zemin hazırlamıştır.Baştan sona ruhsal irtibata dayanan Şamanizm’in Türkler arasında kolaylıkla benimsenmesinin en önemli nedenlerinden biride, Türklerin daha önceki dönemde eski inançlarında yaşattıkları Atalar Kültü inancı sayılmaktadır.

 

Atalar Kültü’yle bağlantılı olarak Eski Türklerde, ölen kişinin sureti yapılmakta, bu suret evin bir köşesine konmakta ve bu surete saygı gösterilmekte, hatta yemek, içki verilmekteymiş.

 

Atalar Kültü’nün diğer dinlere olan etkisine gelinecek olursa, sonraki dönemlerde de tanrı hiçbir zaman tek başına olmamış, tam tersine adına melek, ruh ya da ilah denilen varlıklarca kuşatılmıştır.

 

Ölünün insanlara zarar vereceği vardı ve bu yüzden ölünün çabuk defnedildiğini duydum .kaynak tam hatırlamıyorum ama anlatılan törenler hindu veya budistlere ait gibi. Evde ise ev ruhlarına inanılırdı evi koruyan onu mutlu etmeye çalışırlarmış Atalar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Evrensel Dinler

 

Türkler geleneksel dinlerinin yanında İslamiyet’ten önce bir takım evrensel dinlere de inanmışlardır. Bu dinler Taoizm, Budizm,Zerdüştilik, Maniheizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık olarak sayılabilmektedir.

 

 

Taoizm

 

 

 

Taoizm dinden çok bir felsefi sistem özelliği göstermektedir. Göktürklerin 617 yılında Taoist tapmakta ibadet ettikleri ve savaşa çıkarken bu tapmakta şarap dökerek bir dini ayinde bulunduklarından başka kesin bilgi bulunmamaktadır.

 

Budizm

 

Hindistan kökenli olan Budizm, M.Ö VI. y.y.da Gautama isimli biri tarafından ortaya atılmış ve bu inancı paylaşanların ona Buda adını vermeleri nedeniyle Gautama’nın öğretisi Budizm olarak tanınmıştır. Budizm temel olarak inşam öğe olarak alan,insanın kendi kendim denetlemesi esasına dayalı olan bir din özelliği taşımaktadır. Temel günah ve yasaklar ise zina, hırsızlık,cana kıymak, yalan söylemek ve sarhoşluk olarak sayılmaktadır.

Budizm’in en önemli özelliği tapılacak bir tanrı anlayışının olmamasıdır. Budizm bu yönüyle bir öğreti ya da felsefe olarak kabul edilmektedir. Budizm’de ruhun ise ölümsüz olduğuna inanılmaktadır. Budizm inancında temel olarak dört yüce yoldan geçilmesi gerekmektedir. Bu dört yol; ıstırap ve acı, hayata susamışlık, acıların yok edilmesi ve acıların yok edilmesine giden yol olarak sayılmaktadır. Sayılan bu dört yoldan geçenler“Buda” olarak nitelendirilmektedir. Ancak insanların çoğu üçüncü gerçeğe yani Nirvana’ya kadar çıkabilmektedirler.

Türklerde Göktürk Kağanı To-Pa Han’ın VI. yy.da Budizm’i kabul etmesi Budizm’in Türkler arasında yayılmasına neden olmuştur ancak Şamanizm’in yaygınlığı nedeniyle bu inanç sadece bazı boylar tarafından kabul edilmiştir. Ayrıca

Budizm’in barışçı esaslarının savaşçı Türk karakteriyle bağdaşmadığıda araştırmacılar tarafından iddia edilmektedir.

 

 

Zerdüştilik

 

Zerdüştilik dini Zerdüşt (M.Ö 628-551) tarafından eski Iran dininin yemlenmesine dayanarak kurulmuş ve bir dönem Iran’m resmi dini olarak kabul edilmiştir.

Bu dinin temeli iyilik ve kötülük güçlerinin çatışmasına dayanmaktadır. Çatışmanın sonunun iyi ruhun zaferiyle biteceğine inanılmaktadır, insanın iyi düşünce, iyi söz ve iyi eylemlerle iyilik tanrısına ibadet etmesi gerekmektedir, iyi yolu izleyen insanların öldükten sonra bir köprüden geçerek cennete gideceğine, kötü insanların ise bu köprüden geçerken köprünün daralacağına ve cehenneme düşeceğine inanılmaktadır. Oğuzların inanışları gibi Zerdüştler de suyu ve ateşi kutsal saymakta ve onları kirletmekten kaçınmaktaydılar. Su ile yüzlerini bile yıkamamaktadırlar. Tapınaklarda kutsal ateş bulunmaktadır. Ayrıca ölülerin ruhlarının aile ocaklarına döndüklerine inanılmaktaydı ve bu yüzden onlara yiyecekler sunulmakta, evlerin damlarına içkiler konulmaktaydı.

 

Maniheizm

 

III.y.y.da Babilonya’da doğan Mani, kendini Buda, Zerdüşt ve İsa ile bir tutarak yeni bir din yaymaya başlamıştır. Bu din,İran’daki Zerdüştilik ile Babilonya dinsel görüşlerinin bir birleşimi olup içinde Budist ve Hıristiyan öğeler de taşımaktaydı. Maniheizm, temel olarak maddeyi ve ruhu esas alan bir ikiliğe dayanmaktadır. Ana düşüncesi ise iyilik ve kötülük arasındaki zıtlıktan oluşmaktadır. İyilik ışık ve ruh,kötülük ise karanlık ve beden anlamına gelmektedir. Evren,iyilik ve kötülüğün, insan ise ruh ile bedenin karışımından oluşmaktadır. Maniheizm’e göre insanların sahip olması gereken beş erdem bulunmaktadır. Bunlar; aşk, inanç, yetkinlik, sabır ve hikmet olarak sayılabilmektedir. İnsanlar kötülüğe karşı ancak bu beş erdem sayesinde savaşabilmektedirler.

Göktürklerin Budizm’i kabul etmelerinden yaklaşık iki yüzyıl sonra, 763’te Uygur Kağan’ı Bögü’nün Mani dinine girmesi, Türkler arasmda bu dinin yayılmasına yol açmıştır.Bu dinin Türklere etkisi Uygurların yıkılışına kadar devam etmiştir. Maniheizm’in Uygurlar arasında beş yüz yıl kadar yaşadığı bilinmektedir.

Maniheizm dininin kurucusu Mani’nin ünlü bir ressam olması ve resim sanatına büyük önem vermesi, Maniheizm dininde resim yapmanın adeta bir ibadet sayılmasına yol açmıştır. Ve bu etkiyle bu dönemde Uygurlarda resim sanatı büyük bir gelişme göstermiştir.

 

Yahudilik

 

Türkler içerisinde Yahudiliği kabul eden tek grup Hazarlardır. Ancak Hazarlar arasında Hıristiyanlık, Şamanizm ve İslamiyet inançlarıda bulunmaktaydı.Yahudilik Hazar Devletinin resmi dini olarak kabul edilmişti.Yahudiliği kabul eden Hazarlar zaman içinde Türklüklerini kaybetmişlerdir.

 

Hıristiyanlık

 

Türkler arasında İslamiyet’ten sonra en çok yayılan ve en çok kabul gören semavi din Hıristiyanlık olarak sayılmaktadır .Hıristiyanlık Türkler arasında yayılmış ve günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.

Türklerin Hıristiyanlık ile temasları Göktürkler döneminde başlamıştır ancak Hıristiyanlığı kabul eden Türklere ait kayıtlar Uygurlar dönemine rastlamaktadır. Başlangıcından bu yana Hıristiyanlığı kabul eden Türk boylarının sayısı oldukça fazla bulunmaktadır.Bu boylar temel olarak üç gruba ayrılabilmektedir. Birinci grup,kişi ya da küçük gruplar halinde Hıristiyanlığa geçen Türkler, ikinci grup din ile birlikte kültürlerini de değiştirenler, üçüncü grup ise Hıristiyan olmakla birlikte dillerini ve kültürlerini de koruyanlar olarak sayılabilmektedir. Hıristiyanlığı ilk olarak kabul eden Türklerin anayurtlarından çıkarak Avrupa’ya yerleşenler olduğu gözlemlenmektedir.Avrupa’da Hıristiyanlığı kabul eden Türkler arasında ilk sırayı Bulgarlar almaktadır. Bulgarlardan sonra Macarlar da toplu halde Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Dinlerini değiştirip Hıristiyanlığı kabul ettikleri halde kültürlerini koruyan Türkler arasında ise, Gaguzlar ve Yakutlar sayılabilmektedir."Ancak Hıristiyanlığı kabul eden Türklerin çoğu, kültürlerini ve Türklüklerini kaybetmiş, yeniden ayrı bir kültürel yapılanma içerisine girmişlerdir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İslamiyet’e Geçiş

 

Türklerin İslamiyet’e geçişleri ile ilgili birçok spekülasyon bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar, Türklerin eski dinlerine yakınlığından dolayı İslamiyet’i çok kolay benimsediklerini,adeta İslamiyet’e koşa koşa geçtiklerim iddia etmektedirler.Bazı araştırmacılar ise Türklerin İslamiyet’e geçişlerinin yaklaşık 400 yıl kadar sürdüğünü iddia etmektedirler.

 

Türklerin İslamiyet’e geçişleri ile ilgili çeşitli tezler öne sürülmektedir. Bunlardan ilki, milliyetçi muhafazakar tarih tezi,diğerleri de bunun karşıtı olan tezlerdir. Milliyetçi muhafazakar tarih tezi, Türklerin Müslüman olmadan önce de İslamiyet inancına çok yakın dini inançlara sahip olduğunu, bu sebeple hiç yabancılık çekmeden ve direnmeden kolayca İslamiyet’e uyum sağladıkları ve isteyerek İslamiyet’i kabullendiklerini iddia etmektedir. Diğer tezler ise, Türklerin büyük baskılar ve katliamlar sonucu zorla İslamiyet’e sokuldukları şeklindedir.

 

Ancak bu iki tezin de gerçeği tam olarak yansıttığı söylenememektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda bu tezlerin aksine bu sürecin çok karmaşık siyasi, sosyoekonomik ve kültürel birtakım şartlarla oluştuğu ortaya çıkmaktadır.

 

Mevcut okul kitaplarından, en ciddi sayılan tarihi eserlere kadar her yerde, Arapların İslamiyet’i Orta Asya’ya getirmeleri üzerine, Türklerin hiçbir baskı altında olmaksızın, büyük kitleler halinde toptan ve kendi istekleriyle Müslüman oldukları şeklindedir. Arap ordularının Orta Asya’yı istilası döneminde İslamiyet’i kabul eden pek çok Türk olduğu bilinmektedir. Ancak bütün bir kitlenin kabulü çeşitli askeri ve siyasi baskıların sonucunda gerçekleşmiştir.

 

Türklerin İslamiyet’le ilk karşılaşmaları, 7. Yüzyılın birinci yansı dolmadan, İran’ın Arap ordularınca fethedilmesi (642) yıllarında olmuştur. Türkler o dönemde Şamanizm, Budizm gibi dinlere inanmaktaydılar. Bu ilk dönemde Türklerin küçük bir bölümü bu dinlerini bırakarak İslamiyet’e geçmişler, diğerlerinin de tam olarak İslamiyet’e geçişleri 300 yıl gibi uzun bir süre sonunda, 10. Yüzyılda, 940 tarihlerinde gerçekleşmiştir. Türk tarihinde Müslümanlığı resmi olarak kabul eden ilk Türk devleti Karahaniılar devletidir. Karahanlılar, 10. Yüzyıl başlarında Samanoğulları aracılığı ile İslamiyet’e geçmişlerdir.

 

Sosyolojik açıdan bir kültür değiştirme olan, yeni bir dinin kabul ve benimsenmesi, birçok şarta bağlı olup, kolay olmayan ve oldukça uzun süren bir sürecin sonunda gerçekleşebilmektedir. Türklerin İslamiyet’i kabulünde ve onu benimsemesinde de bu durumu gözlemlemek mümkün olmaktadır. İslamiyet’in kabulü, Türklerce toptan ve kendi istekleriyle Müslümanlığa geçmeleri şeklinde olmamıştır. Araplann, Türk ülkelerinde sağladığı hakimiyet sonunda Müslümanlığı buralara yaymak istemeleri ve bu hususta büyük gayretler göstermeleri, baskılara girişmeleri yoluyla gerçekleşmiştir. Fakat Türklerin neredeyse tümüne varan ölçüde İslamlaşmaları çok daha sonra, çeşitli faktörlerin etkisiyle olmuş ve bu iş yüzyıllarca sürmüştür.

 

Türkler İslâmlaşırken, eski dinlerini de beraberlerinde taşımışlardır.Özellikle Şamanizm kaynaklı inanç ve ibadetlerini sürdürmüşlerdir. Din değiştirmeyi izleyen yer değiştirme,yani Türklerin Anadolu’ya gelişleri ile bu yeni yurtlarında

İslamiyet’in inanç kısmı dışında bu yeni dini, güncel hayata uygularlarken ortaya değişik bir sentez çıkmış olduğu söylenebilmektedir.Bu, günümüzde de araştırılan bir sentez özelliği göstermektedir. Bu sentezi oluşturan İslam ve Türk kolu dışında,Türklerin İslamiyet öncesi dini inançları ve Anadolu’nun kendine özgü kültürü de bu sentezin parçalarından sayılmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İslamiyet’in Anadolu’da ki Türkmen Yorumu

Toplulukların geçmişten günümüze taşıdıkları kültürleri, toplumsal bilinç altıları bulunmaktadır. Toplum ne kadar değişim geçirse de, modernleşse de bu - toplumsal bilinçaltı değişmemekte ve toplumla birlikte yaşamaktadır. Toplumlarda değişimi en zor olan öğeler kültürel öğelerdir. Toplumların para birimleri,ekonomileri, yönetim biçimleri değişebilir ancak dil, din,gelenek gibi kültürel öğelerin değişmesi çok zor olmaktadır.Türkler de tüm toplumlar gibi birçok kültürel, ekonomik,yönetimsel değişime uğramışlardır. Ancak içlerinde en zor gerçekleşen din değişikliği olmuştur. Türkler geçmişten günümüze birçok dine girmişlerdir. Bu dinlerden ilk bölümü Geleneksel Türk Dini demlen, Orta Asya’da Türklerin kendi kültürlerine göre oluşturdukları dinleri olarak sayılmaktadır.Türklerin Geleneksel Dinleri arasında, Gök Tanrı İnancı,Şamanizm, Tabiat Kuvvetlerine İnanma ve Atalar Kültü İnançları sayılabilmektedir.

 

İkinci olarak ise günümüzde halen süren İslamiyet gelmektedir. Türkler İslamiyet’e geçerken kendi geleneksel dinlerini de beraberlerinde getirip İslamiyet’e sokmuşlar ve kendi yerel dinlerini İslamiyet’in içinde yaşamayı sürdürmüşlerdir.

Halk kitleleri, eskiye ananelere bağlıdırlar ve her zaman duygusal davranmaktadırlar, kolay inanmakta, dinden pratik faydalar beklemektedirler. Aynca somut şeyleri anlamakta ve soyut kavramlara karşı yabancı ve uzak kalmaktadırlar. Tek yanlı ve toptan karar vermekte, olumlu ve olumsuz yönleri birlikte düşünüp değerlendirmemektedirler.

 

İslamiyet’in yayılmış olduğu Arap yarımadasındaki Müslümanlık ile Endonezya’daki Müslümanlık, bazı Afrika kabilelerinin İslamiyet’i ile Türklerin İslam dinini anlayış ve tatbikleri arasında birçok farklılıklar bulunmaktadır. Heterodoks İslam olarak adlandırılan İslam yani dinin ideallerini, kurallarım ve ibadet şekillerini yetkili din adamlarının tespit ettikleri şekliyle temsil edendir; bambaşka iklimlerde, kültürleri, tarihleri, yaşayış şekli ve şartlan, ekonomik yapıları farklı topluluklarda, bu değişik durumlara uygun yeni bir kimlik ve şekil kazanmaktadır. Bir topluluk, yeni bir dini isteyerek veya çeşitli zorlamalarla kabul edince, önceki dinini ve onun kendisinin zihniyetinde yarattığı izleri bir elbise gibi çıkarıp atamamaktadır. Birçok düşünce şekilleri, kutsal tanınan şeyler ve bunlara karşı duyulan korku ve saygı, anlayış şekli, kısaca tümüyle dini düşünce ve davranışlar, belirli bir ölçüde varlığım devam ettirmektedir.Bu tutum çoğunlukla şuurlu olarak değil, kendiliğinden sürüp gitmektedir. Evrensel dinlerin böylece halk içinde aldığı yeni şekillere halk inancı denmektedir. Türkiye’de halk inancı,özellikle tarikatlar şeklinde kurumlaşmıştır.

Türklerin İslamiyet öncesi dini inançlarına bakılacak olursa, bu dinlerin hemen hepsinin güçlü birer mistik karakter taşıdığı görülmektedir. Bu mistik yön göz önüne alınacak olursa,İslamiyet’in Türkler tarafından yorumlanmış biçiminin tasavvufa yakın olmasını ve günümüze kadar tasavvufun çeşitli tarikatlar halinde toplumda yer bulmasını açıklamaktadır.

 

Türkler arasmda İslam’ın iki türlü yorumu olduğu söylenebilmektedir.Birincisi, bildiğimiz genel geçerliliği olan Sünni yani Ortodoks İslam, İkincisi ise, Heterodoks İslam’dır. Heterodoks İslam;okuma yazma dahi bilmeyen, hayvan sürülerinin ardından sürekli yer değiştiren göçebe Türk topluluklarının arasında gelişmiş olan İslamiyet’in bir biçimi olarak kabul edilmektedir. Bu heterodoks İslam yorumu, Türklerin önceki dinlerinde yaşadıkları mistik kültür üzerine yine mistik nitelikte gelen İslam’ın geniş çapta, eski dinlerin kalıntılarıyla birleşerek değişime uğramasıyla zaman içinde oluşmuştur. Heterodoks İslam’ın en ilginç yanı, Türklerin İslamiyet öncesi dini inançlarının kalıntılarını İslami kavramların içinde birleştiren ve yoğuran bir sentez olmasıdır. Başka bir ifadeyle bu heterodoks İslam, eski kabilesel inanç ve geleneklere kendiliğinden uyarlanmış mistik bir konar-göçer halk Müslümanlığı olarak tanımlanmaktadır.

 

Heterodoks İslam; Türk İslamı, Halk İslamiyet’i, İslamiyet’in Anadolu’da ki Türkmen yorumu, Folk İslam, Türk Müslümanlığı gibi tanımlarla ifade edilmektedir.

Geçmişinde durmadan yer değiştiren, çok çeşitli dinlere ve kültür çevrelerine girip çıkmış ve bunların hepsinden bir takım etkiler almış bulunan Türkler arasında Müslümanlığın kabulünden sonra, Orta Asya’dan Balkanlara kadar uzanan bir coğrafyada, tarihsel süreç içinde İslam’ın yaşanma biçimi,aldığı görünümler ve yarattığı zihniyet anlamında kendi içinde de bazı nüansları hesaba katmak kaydıyla, Türklere özgü bir Türk Müslümanlığı olduğu kabul edilmektedir.

 

İslam dini de, Arap yarımadasından çıkarak yayıldığı yerlerde değişik kültürlerle temas ettikten sonra bu kültürlerin sosyoekonomik yapılarına uyum sağlayarak değişiklik göstermiştir. İslamiyet’in temel ilkelerinin yorumunda ve hayata geçirilişinde esas itibariyle birtakım önemli veya önemsiz farklarla birlikte, her Müslüman toplum kendi kültürel özelliklerine göre bir İslami yaşayış tarzı, başka bir ifadeyle bir İslami kültür geliştirmiştir.

 

Bazı araştırmacılar Türk Müslümanlığı’m Alevilik olarak da tanımlamaktadırlar.Aleviliğin tarihsel köklerinin esas olarak Türk kültürü çerçevesinde oluştuğu göz önüne alınırsa, ayrıca Aleviliğin ibadetlerinin Türklerin eski inançlarıyla paralellik göstermesi bunun göstergeleri olarak sayılabilmektedir.Ancak Aleviliğin kaynağım Şamanizm ve Gök Tanrı dini dışında Budizm ve Maniheizm’e, Mazdeizm’e, Zerdüştilik’e bağlayan araştırmacılar da mevcuttur.

 

Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte sadece dini yaşamları değişmemiş, aynı zamanda sosyal durum, iktisadi hayat, idari veaskeri hayat, dil, edebiyat ve sanatı da değişim göstermiştir.Bu değişikliklerin ana nedeni, İslamiyet’in dünyevi faaliyetleri de yöneten bir kitabi din olması, bir diğer nedeni ise, İslamiyet’le birlikte İran geleneklerinin de bünyemize geçmiş bulunması olarak sayılmaktadır.

 

Günümüzde Türklerin İslamiyet’i kendi yorumlarıyla yaşamakta oldukları söylenebilmektedir. Diğer folk dinlerde olduğu gibi, folk İslam’dada, kişilerin başına ne zaman kötü bir olay gelse, mesela ekinlerin kötü olması veya herhangi bir hastalık durumunda, folk Müslümanlar hemen olayların nedenini ve nasıl giderilebileceğini araştırmaya başlamaktadırlar. Folk İslam’ın dünya görüşüne göre, felaketlerin pek çok sebebi olabilmektedir. Folk Müslümanlar birçok felaketin temel sebebinin doğal nedenler olduğunu düşünmekte ve mesela ilaç veya diğer çözümlere başvurmaktadırlar; ama aynı zamanda, doğal sebeplerin felaketin yalnızca tek nedeni olmadığına da inanmaktadırlar.

 

Diğer nedenler ise, nazar, büyü, sihir, cinler veya bizzat Allah’ın kendisi olabilmektedir. Örnek olarak nazar verilebilir. Nazar, pek çok folk Müslüman’a göre, hastalıkların, hatta ölümün sebebi olarak sayılabilmektedir. Nazarın insanları, hayvanları,ekinleri hatta yemekleri bile etkileyebileceğine inanılmaktadır.Halk tarafından kıskanç insanlar, nazarın temel sebebi olarak görülmektedirler. Eğer bir şeye nazar değdiyse, doğal çözümler onu iyileştirememektedir. Bu sebeple, insanlar, nazar boncuğu,muska ve güzel eşyalarının bir tarafım çirkinleştirmek gibi tedbirlerle nazardan korunmaya çalışmaktadırlar. Halbuki bu tür uygulamalar resmi İslam tarafından yasaklanmış ve müminlerin başlarına gelebilecek felaketlerde yardımı ancak Allah’tan dilemeleri öğütlenmiştir.

 

Felaketlerin bir diğer nedeni de, büyü veya sihir olabilmektedir. Böyle durumlarda, öncelikle bu işlerin uzmanlarına danışılmakta, büyünün tedavisi, ancak ona karşı bir başka büyü yardımıyla mümkün olmaktadır. Ruhlar da pek çok folk Müslüman’ın hayatında önemli bir yere sahip bulunmaktadır. Daha önceleri Animizm’in yaygm olduğu bölgelerde bu inanç bir senkretizm örneği olarak İslam’a da geçmiştir.Bugün en çok karşılaşılan ruhlara inanç şekli, veli/ermiş olduğuna inanılan insanların mezarlanm onlardan bir yardım ümidiyle ziyaret etmektedir. Başlangıcından beri genişleme temayülündeki İslam, Müslümanları birleştirmek için çok güçlü bir öğe olmasına rağmen, normal Müslümanların çoğunun, Kuran’m muhtevasından pek haberi yoktur. Onlar için Kuran, kendisinden bazı pasajların muhtelif vesilelerle ve çeşitli amaçlar için okunduğu ve anlamım bilmedikleri kutsal bir kitaptır. Dolayısıyla, Müslümanların bu dünyadaki işleriyle ilgili inançları, Animizm ve mistisizm geleneklerine bağlı olarak, dünya görüşleri doğrultusundadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

TÜRKLERİN İSLAMİYET ÖNCESİ DİNİ İNANÇLARINDAN GÜNÜMÜZE KALANLAR

 

 

Her inanç sistemi beraberinde kendi davranış biçimlerini ve adetlerini de getirmektedir. Bu adetler din ile birlikte yıllar boyu o toplumda yaşamaktadır. Ve din değiştirilmesi söz konusu olduğunda, tüm bu davranış biçimleri artık toplumla bütünleşmiş olduğundan terk edilememektedir. Türkler de tarih boyunca bir çok dine inanmışlardır. Bazı dinleri onlarca yıl, bazı dinleri ise yüzlerce yıl yaşamışlardır. Ve tüm bu dinler Türkler üzerinde büyük etkiler bırakmışlardır. Ancak dinlerin ibadet biçimlerinin birbirine benzemesi ve hatta bazı noktalarının ortak olması nedeniyle, hangi dinden hangi davranış biçiminin günümüze kaldığım ayırt etmek oldukça güç olmaktadır. Aynca Türklerin eski diniyle ilgili araştırmalar yapan birçok araştırmacı da bu konuda çelişkili iddialar ortaya atmaktadır. Bu yüzden bu çalışmada Türklerin İslamiyet öncesi inandıkları dinler, Geleneksel Türk Dini ve Evrensel Dinler olarak ikiye ayrılmaktadır.

 

 

Geleneksel Türk Dini

 

 

Geleneksel Türk Dini içerisinde sayılan Yer-Su Kültü, Şamanizm, Gök Tanrı İnancı ve inanılan diğer bütün dinlerin inanç sistemleri ve ibadet biçimleri incelendiğinde, Türklerin şu anki dini olan İslamiyet’le çok az örtüştüğü görülmektedir. İslamiyet’te yasak olan birçok davranış biçiminin bu dinlerde ibadet olarak varlığını yüzyıllar boyu sürdürmüş olması ve toplumun adetleri olarak toplumun bilinçaltına yerleşmiş bulunmasından dolayı, bu inanç sistemlerine ait davranış biçimlerinin bir bölümü halen varlığını sürdürmektedir. Halk arasında “Halk İnançları” olarak tanımlanan bu davranış biçimleri, günah olması ve İslamiyet’te yasaklanmış olmasına rağmen halen toplum içerisinde uygulanmaya devam etmektedir.

 

 

Totemizm Kaynaklı İnançlarNazar İnancı

 

 

Nazar inancına hemen hemen dünya üzerindeki bütün toplumlarda rastlanmaktadır. Korunma yolları ise, nazarlık, at nalı, süpürge gibi nesnelerin korunmak istenen bölgeye takılması şeklinde uygulanmaktadır. Günümüzde Anadolu Türklerinin nazara inanmaları ve nazardan korunmak için birtakım pratikler geliştirmiş olmaları kesin olarak geçmişteki bir dine bağlanamamaktadır. Ancak Türklerin eski inançlarında da nazar inancı olduğu ve birtakım uygulamalarda bulunmaları bazı araştırmacılar tarafından günümüzdeki nazar inancıyla birleştirilmektedir.

Rıfat Araz gibi bazı araştırmacılar bu inancın temelini,Totemizm inancına bağlamakta ve bu tip uygulamaların Totemizm inancında görüldüğünü iddia etmektedirler. Harput yöresinde araştırmalar yapan Araz, yörede kem nazar, nazara uğradı, nazar değmesi, göz değmesi, göze gelme, nazar, nazara gelme, nefesi dokunma, nefesi değmiş, kem göze gelmiş, gibi adlarla ifade edilen nazarın, yaratılmış olan canlı cansız bütün varlıklarla ilişkili olduğunun anlaşıldığını iddia etmektedir. Bu yüzden de halkın keskin göze, kuvvetli dile ve güçlü nefese sahip olan kötü niyetli kişilerin bakışlarından, nefeslerinden ve dillerinden sakınıp korunmaya çalıştığım öne sürmektedir. Yörede nazardan korunma yolları olarak ise, nazar kudretinin olduğuna inanılan kişilerden uzak durulması, nazarlık taşınması, sarımsak kökü, kurutulmuş bir miktar köpek ve leylek pisliği ile kara çörek otunun bir beze sarılıp ocaklıya okutturulduktan sonra omuza asılması, ölmüş kaplumbağanın kabuğunun elbisenin uygun bir yerine dikilmesi ve kişinin omzuna mavi nazar boncuğu dikilmesi olarak sayılabilmektedir.

 

Aynca Doğu Anadolu Bölgesinde araştırmalar yapan Yaşar Kalafat ise, nazardan korunmak için, Gök Tanrı inancının bir uzantısı olarak çocuklara gök ve gökyüzü ile ilgili isimler verildiğini iddia etmektedir. Bu isimler arasında ise, Ayhan, Yıldızhan, Güneş, Yıldız, Seher, Gündüz, Gün, Güner, Aybala, Ayça, Gökçen gibi isimler sayılabilmektedir. Günümüzde Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerimizde nazardan korunmak için üzerlik denilen, nohuta benzer bir tohumun iplere dizilmesi şeklinde yapılan ve duvara asılmasıyla nazardan korunulduğuna inanılan bir süs de kullanılmaktadır. Bazı yörelerde bu süse güzellik de denilmektedir.

 

 

Kan Davası

 

 

Totemizm inancına göre insanın kanı kutsallık taşımaktadır. Aynca aynı totem içerisindeki insanlar tek bir aile ve kan kardeşi sayılmaktadırlar. Bu yüzden akraba olan kişilerden biri yabancı biri tarafından öldürüldüğünde, o kişiye ve ailesine karşı kan davası gütmek zorunlu olmaktadır. Kan davası inancı günümüzde azalmakla birlikte doğu bölgelerimizde halen sürmektedir. Aileden bir erkek yabancı biri tarafından öldürüldüğünde, öldüren kişinin ya da onun ailesinden bir erkeğin öldürülmesi gerekliliği bulunmaktadır. Bu konudaki kural bir tabu niteliğinde olup kesindir. Uygulamayan kişiler ise aile tarafından dışlanmaktadır.

 

 

Tabu Örneği Olarak Kutsal Balıklar

 

 

Totemizm inancı kapsamında tabu örneği olarak, Urfa’da halkın kutsal saydığı balıklan yememesi, balıklan yiyenlerin mutlaka bir felaketle karşılaşacaklarına inanmaları gösterilebilmektedir.

 

 

Atalar Kültü

 

 

Türklerin eski inanç sistemlerinde Atalar Kültü çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Atalara saygı, ruhların ölümsüzlüğü ve öldükten sonra da dünyayla bağlantılı olmalarından dolayı atalar öldükten sonra da devam etmekteydi. Bu inancın günümüze yansımaları başta ata mezarlarına yapılan ziyaretler, ataların isimlerini çocuklara koyarak yaşatma, ölü aşı verme ve bunun gibi davranış biçimleriyle sürmektedir.

 

 

Atalar Kültü Kapsamında Türbe ve Yatır Ziyaretleri İnancı

 

 

Mezarları ziyaret etmek ve mezarlara gidip dua okumak İslamiyet’te de var olan bir inançtır. Ancak ziyaret edilen bu ata mezarları evliya, ermiş, veli, yatır, türbe olarak tanımlayıp burada yatan kişilerin ruhlarından dilekte bulunup adak adamak İslamiyet’te yasak ve günah sayılan davranış biçimlerindendir. Atalar Kültü inancından günümüze kalan bu davranışlar İslamiyet’in tüm yasaklarına karşın sürmektedir.

 

 

Ata ruhlarına gösterilen saygının bir nişanesi de, onlara belirli zamanlarda kurbanlar sunmak, onların yaşadığına inanılan ata mağaralarını ziyaret etmek şeklinde görülmektedir. Bu tür hareketlerle onların ruhları memnun edilmeye, rızaları kazanılmaya çalışılır. Bu davranışların, Türkler arasında, değişik kalıplar ve renkler içinde görünseler bile, İslamiyet’ten sonra devam ettiğini görmekteyiz.

 

Bu davranış biçimine Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkün olmaktadır. Örneğin Gaziantep çevresinde, çocuğu olmayan kadınlar, yörede bulunan çeşitli yatırları ziyaret etmekte ve çocukları doğarsa, bunların adlarına adak adamaktadırlar. Çocuk doğduğunda ise hangi yatıra gidilip adak adanmışsa onun adı verilmekte ve çocuk bir ve yedi yaşlarına girince ziyarete götürülmekte ve şükran ifadesi olarak kurban kesilmektedir. Batman yöresinde ise, akıl ve sinir hastalıklarında hasta, bir üç, beş, ya da yedi gün yatırda yatırılmaktadır. Hastanın gömleği yatır sandukasında bırakılıp iki gün sonra giydirilmekte ve böylece hasta kişinin iyileşeceğine inanılmaktadır.

 

Van yöresinde ise çeşitli hastalıkların tedavisi için farklı yatırlar ziyaret edilmektedir. Örneğin, romatizmadan kurtulmak için Pir Yakup, Pir Yusuf yatırları, felç ve benzeri rahatsızlıklardan kurtulmak için, İsmail Baba, Kılıçlı Baba yatırları ziyaret edilmektedir. Aynca yatır ziyaretleri sırasında ziyaretçiler tarafından yapılan pratikler arasında kurban kesmek, sadaka vermek, sıcak ekmek ya da yemek dağıtmak, ziyaret edilen yatıra tuz götürmek, mum yakmak, türbeye para bırakmak, haşlanmış buğday dağıtmak, ip, bez parçası dağıtmak günümüzde yapılan uygulamalar arasında sayılmaktadır.

 

 

Türbe ve yatırlara hasta iyileştirmek ve çocuk sahibi olmayı istemenin dışında, evlenmemiş kızların ve erkeklerin evlenebilmek için başvurdukları da bilinmektedir. Bunun en önemli örnekleri arasında İstanbul Sarıyer’de bulunan Telli Baba Türbesi gelmektedir. Bu türbeye evlenmemiş kızlar ziyarette bulunup gelin teli alarak adak adamaktadırlar. Adakları gerçekleştiğinde ise türbeye ziyarette bulunup gelin tellerinden bırakmaktadırlar. Evlilikle ilgili ziyaret edilen türbelere örnek olarak Harput yöresindeki Fatih Baba, Arap Baba ve Murat Baba Türbeleri verilebilmektedir. Evlenmek istedikleri halde bu isteklerini bir türlü elde edemeyen genç kız ve erkeklerin halk arasında kısmetlerinin kapalı olduğuna inanılmaktadır ve bu türbeleri ziyaret edilerek bu ulu ve bilge kişilerin ruhlarının yüzü suyu hürmetine Tanrı’dan manevi yardım talebinde bulunulmaktadır. Bugün İslami kalıplar içine dökülmüş olan bu inançlar ve pratikler, eski Türklerde ata ruhlarına bağlı inançların fonksiyon değişimine uğramış biçimleridir.

 

Gaziantep’te bulunan Karababa türbesi de evlenmek için ziyaret edilen türbelerden sayılmaktadır. Bu türbeye ziyarete gelen gelin adayları, mezar yanındaki incir ağacma çaput bağlayıp dilekte bulunmaktadırlar. Daha sonra orada bulunan pınardan üç yudum su içip, yüzlerini Kabe’ye dönerek, dileklerinin gerçekleşmesi için dua etmektedirler.

 

Karababa türbesinde yapılan tüm bu ritüeller Atalar Kültü haricinde, Su Kültü ve Ağaç Kültü’nün de birleşmesiyle oluşan, ayrıca Kabe’ye dönerek dua edilmesiyle İslamiyet’ten de unsurlar almış olan bir inanç biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

 

Atalar Kültü Kapsamında Ölü Aşı İnancı

 

 

Türklerin Atalar Kültü Kapsamında Atalarını memnun etmek, onların ruhlarının yardımım almak için yaptıkları davranışlardan biri de ölü aşı vermektir. Türkler ölen kişinin ruhunun ölmediğine onlarla birlikte yaşamaya devam ettiğine inandıklanndan ölülerinin bir suretini evlerine asmakta ve ona da hayatını rahat sürdürebilmesi için yemek, içki vs. vermekteydiler. Âbdülkadir İnan, bu davranış biçimini açıklarken Eski Türklerin ölülerine aş vermeyi en önemli görevlerinden saydıklarını, ilk çağlarda bu aşm doğrudan doğruya ölüye verilmekte olduğunu ancak manevi kültür geliştikten sonra bu törenin sevabının ölünün ruhuna bağışlanmak üzere fakirlere yemek, helva vermek şeklim aldığım belirtmektedir.

Bugün de geçmişteki Küçük Aş ve Büyük Aş uygulamaları yaşatılmaktadır. Ölülerin ruhları için hayır işlemek, fakir doyurmak İslamiyet’te de bulunmaktadır. Ancak, bu uygulamanın 3. 7. 9. 40. 52. günlerde Seneyi Devriye gibi takvime bağlanmış olması Gök Tanrı inancının uzantılarından sayılmaktadır. Aş dökmek, helva kavurarak koku yaymak eski bir Türk inancı iken, bu tür günlerde yemek verip fakir sevindirmek türünden yapılan hayırlara; mevlit, hatim gibi ilavelerin yapılması bu inançların İslamiyet inancı altında düşünülmesine yol açmıştır. İnan, bu inancı Şamanizm inancı olarak nitelendirmektedir. Bu yüzden Şamanizm inancının günümüze yansımaları başlığı altında helva vermek tekrar ele alınacaktır.

 

Atalar Kültü Kapsamında Çocuklara İsim Verme ve Çocukların Varolan İsimlerini Değiştirme İnancı

 

 

Türklerde çocuklara verilen isimler büyük önem taşımaktadır. Geçmişte, çocuk büyüyüp bir kahramanlık yapana kadar isim konulmamaktaydı. Zamanı gelince konulan isim ise çocuğun karakteriyle uyumlu bir isim olmaktaydı. Günümüzde de Türklerde yeni doğan çocuklara atalarının isimlerini vermek sıkça rastlanan davranış biçimlerindendir. Ayrıca çocuğun hastalıklı ya da yaramaz olması halinde de çocuğun ismi değiştirilmektedir.

Yeni doğan çocuğa atalarının isimlerinin verilerek atalarının yaşatılacağına inanılmaktadır. Harput yöresinde, baba, dede, nine veya yakın akraba çevresinden olup genç yaşta ölen kişilerin adları doğan çocuğa aktarılarak ölen kişinin yaşatılmasına devam ettirildiğine inanılmaktadır. Bununla, ölen kişinin ruhunun memnun edileceği düşünülmektedir. Aynca çok ağlayan veya hastalıklardan kurtulamayan çocuklar ile yürüme çağını geçirdiği halde yürürken sık sık düşen çocukların adlarının ağır geldiği inancı ile adları ya tamamen değiştirilmekte ve yeni bir ad takılmakta ya da mevcut isimleri yöreye has bir ağız özelliği ise Fatma ise Fatoş, Emine ise Emoş, Mehmet veya Muhammet ise Memoş, înami ise İmoş, Selami ise Seloş olarak değiştirilmektedir. Bu pratiklerde kötü ruhun öfkesinin önüne geçmek, onu şaşırtmak, aldatmak, dikkatini başka yerlere çekmek gibi eski inanç ve düşüncelerin izleri görülmektedir.

 

Hakkari yöresinde ise, çocuğun yakınları doğum sırasında bir araya toplanmakta ve ona isim bulmaya çalışmaktadırlar. verilecek ismi ise ailenin en yaşlı kişisi tespit edilen isimler arasından seçmektedir. Çocukların isimlerini değiştirme, tipik bir Türk inancı olarak kabul edilmektedir. Amaç, çocuğa fenalık eden kötü ruhu şaşırtmak, yalancı ad ile onu aldatıp çocuğu fenalıktan korumaktır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Atalar Kültü Kapsamında Ölen Kişinin Ruhuyla İlgili İnançlar

 

 

 

Türklerin eski inançlarında ruhların ölümsüzlüğüne inanılmaktaydı.Ölen kişinin ruhu yaşamaya devam edip, evinde ve yakınlarında dolaşmaktaydı. Bu yüzden Türkler ölen kişinin ruhunu rahat ettirmekle ilgili değişik davranış biçimleri geliştirmişlerdir.Bu davranış biçimleri günümüze kadar değişikliğe uğrayarak da olsa gelmeyi başarmıştır.

 

Ölen kişinin ruhunun eve çökmesinin, ölünün eşyaları ile de bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle ölünün ruhunun etkisini azaltmak için ölü ile bağlantılı tüm eşyaların, ölünün kırkından sonra evden çıkarılması gerektiğine inanılmaktadır.

 

Bu davranış biçimi hem ölünün ruhunun rahat ettirilmesi hem de geride kalan insanlara zararının dokunmaması için yapılmaktadır.Aynca Harput ve çevresinde, Atalar Ruhuna bağlı ölen kişinin ruhuyla ilgili inançlardan günümüze kalan davranışlardan biriside, ölünün yattığı odasında üç, yedi veya kırk gün boyunca lambaların yakılmasıdır. Eski Türk inançlarında ölü evine kırk gün süre ile girmeye çalışan ruhların olduğuna inanılmaktaydı. Türk hayatında adı geçen bu ölüm ruhlarından korunmak için ise ölü evinde kırk gün süreyle ışıkların yakıldığı da tespit edilmiştir. Bu inanç, aynca ölümünden sonra ölen kişinin ruhunun istediği gibi gezip dolaşması, Tanrı katma doğru yol alması için kendisine yardımcı olunması amaç ve inancına ait olarak, atalar ruhuna bağlı inançlar zincirinin bir halkası niteliği taşımaktadır.

 

 

Mezar Taşı Kullanımı

 

 

 

Mezar taşı kullanımı adetinin eski Türk ve Orta Asya, Mezopotamya kültürlerinden kalma olduğu bilinmektedir. Arap İslam ülkelerinde mezar taşına rastlanmamaktadır. Mezarlara taş dikilmesi ve onun adeta bir güzel sanat haline gelmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da bulunmaktadır ve Türklerin Atalar Kültü inancına dayanmaktadır. Mezarlar çok temiz ve bakımlı tutulmakta,süslenmekte ve çiçeklendirilmektedir. Aynca Türklerin eski inançlarından ölen kişinin mezarının başına hayattayken öldürdüğü kişiler kadar balbal dikilmesinin de günümüze mezar taşı olarak gelmiş olabileceği söylenebilmektedir.Türklerde ruhun ölmezliğine inanıldığı için halk arasında ölüm kelimesi yerine dünya değiştirdi, göçtü, don değiştirdi,hakka yürüdü gibi terimler kullanılmaktadır.

 

 

Tabiat Kuvvetleri İnancından Günümüze KalanlarYer-Su Kültü’yle İlgili Olan İnançlar

 

 

 

Tabiat Kuvvetlerine inanma Türklerin eski inançlarının temelini oluşturan inançlardan biridir. Türkler tarih boyunca dünya üzerindeki her şeyin bir ruhu olduğu inancıyla birlikte, tabiat kuvvetlerinin de birer ruhu olduğu ve bu kuvvetlerin insanları olumlu ve olumsuz bir biçimde etkilediğine inanmışlardır. Bu kuvvetlerin başında Yer-Su Inançları, Ateş, Orman, Dağ kuvvetleri gelmektedir. Tüm bu inançlar günümüzde çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır.

 

 

Yada Taşı İnancı

 

 

 

Taş-Kaya Kültü’ne bağlı olarak Türklerin en kutsal saydıkları taş Yada Taşı olarak kabul edilmektedir. Bu taşın yağmur, kar, dolu yağdırdığına, fırtına çıkardığına ve gerektiğinde havayı düzelttiğine inanılmaktadır. Aynca bazı kutsal, şifalı olduğuna inanılan taşlan insanların hasta olan, ağrıyan yerlerine sürüp iyileşmeyi bekledikleri de bilinmektedir.

Jean-PanIRous ise Yada Taşının temelini Şamanizm’e dayandırmaktadır.Yada Taşım yağmur ve kar yağdırmayı ve rüzgar estirmeyi sağlayan bir büyü olarak tanımlamaktadır.

 

Günümüzde Yada Taşı inancı halen devam etmektedir ve Türkler yağmur duası törenlerinde bu taşı kullanmaktadırlar. Ancak Yada Taşının günümüzdeki kullanımı eski dönemdeki Yada Taşının özelliklerim taşımamaktadır. Yada Taşı günümüze özelliklerini yitirerek normal taş olarak gelmiştir. Âbdüikadir İnan da, Yada Taşını Şamanizm’e bağlayan araştırmacılardandır. Bu nedenle Yada Taşı yağmur duası inancıyla birlikte Şamanizm bölümünde tekrar ele alınacaktır. İslamiyet inancında da meşru olarak yağmur duası namazı bulunmaktadır. Ancak bu namaz sırasında kırk veya daha fazla çakıl taşı toplayıp, üzerine ayetler okuyup suya atmak gibi inançlar mevcut değildir.

Kuran'da bulunan yağmur duasına ek olarak. Türkler geçmişteki alışkanlıklarım da sürdürmektedirler. Eskiyle yeninin bir sentezini uygulamaktadırlar.

 

 

Taş Yapıştırarak Dilek Dileme İnancı

 

 

 

Taş Kültü’nden günümüze kalan uygulamalardan biri de, kutsal kabul edilen mekanların duvarlarına yerden alman küçük taşların yapıştırılmaya çalışılması, taş yapışırsa ve düşmezse dileğin gerçekleşeceğine inanılması şeklindedir. Türk dünyasının her yerinde görülen taş yapıştırma inancı eski Türklerin Dağ, Taş Kültü ile ilgilidir. Taşlan kutsal bilen Türklerde bu inanç Şamanlıktan da önce mevcut olmuştur. Bu inanç çok eski dönemlerden bu yana uygulanmaktadır.

 

 

Dağ Kültü ile İlgili Olan İnançlar

 

 

 

Çok eski zamanlardan beri büyük ulu dağların insanlarca kutsandığı görülmektedir. Dağların ululuğu, gökte varsayılan tanrıya yakınlığı insanlarda bir tapınma hissi doğurmaktadır.Genellikle köylerin eteklerinde kurulu bulunduğu dağlar, tepeler köylülerce kutsal sayılmaktadır. Köylüler dualarını tepeye dönerek yapmaktadırlar. Ondan yardım dilemekte, kendilerini kötülüklerden korumasını istemektedirler.

 

Dağ Kültü’nün Anadolu’nun hemen her tarafında geçerli olduğu görülmektedir. Asıl kült konusu olan dağların çoğu,gerçekte coğrafi manada dağ değil, yüksek tepelerdir. Bunların pek çoğunun üzerinde bir yatır bulunmaktadır. Ziyaretler,sunulan adak ve kurbanlar ve öteki işlemler, kısaca kült merasimleri hep bu yatırlar etrafında cereyan etmektedir. Fakat işin ilgi çekici yanı, bu yatırların pek çoğunun kimliklerini tespit etmenin mümkün olmamasıdır. Genel olarak bu yatırlar bir şahıs adı yerine Nohutlu Baba, Çamlık Baba gibi, üzerinde bulundukları dağın veya tepenin adıyla anılmaktadır. Oysa kimlikleri az çok bilinen yatırlar genel olarak dağ tepe başlarında değil, herkesin kolayca ulaşabileceği köy, kasaba yahut şehir içinde veya yakınında bulunmaktadır. Dolayısıyla tepe üstündeki bu yatırların büyük bir kısmının gerçek yatırlar olmayıp, bölgedeki Dağ Kültü’nün bir evliyanın şahsına sembolleştirilmesinden ibaret bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Eldeki örnekler göz önünde bulundurularak İslam öncesi devirde dağ ve tepelerde mevcut olduğuna inanılan üstün güç veya ruhların İslami devirde böyle kimliği meçhul evliya haline dönüştüğü kabul edilmektedir.

 

Ağaç Kültü Kapsamında Ağaçların Kutsal Sayılması ve Şamanizm İnancında Kansız Kurban Biçimi Olarak Yalma (Ağaçlara Bez Parçası Bağlayarak Dilek Dilenmesi)

 

Geçmişte olduğu gibi Anadolu’da ağaçlar halen kutsal sayılmaktadır. Bir köylünün kutsal bir ağacı kesmesi halinde bundan dolayı öleceği veya çocuklarının olmayacağına inanılmaktadır. Hatta Anadolu’da bir erkeğe “Senin gölgeli ağacın hiçbir zaman kesilmesin” denilmektedir.

Ağaç-Orman Kültü kapsamında en çok rastlanan inançlardan biride kutsal olduğuna inanılan ağaçlara bez bağlayarak dilekte bulunmak, adak yapmaktır. Bağlanan bezin rengi dileğe ve adak adanan ruha göre değişmektedir. Gökteki Tanrılara beyaz, Yer-Su Tanrılarına kırmızı, Yeraltı Tanrılarına ise siyah bez parçalan bağlanarak adakta bulunulmaktadır. İnsanlar bu yolla Tanrılara dilek ve isteklerini ilettiklerine inanmaktadırlar. Ayrıca hasta olan kişiler hastalığa neden olan kötü ruhları kovmak,kendilerinden uzaklaştırmak için elbiselerinin bir parçasını yırtarak kutsal ağaca bağlamaktadırlar.

Bu inanç, aynı zamanda Şamanizm inancıyla da birleşmiştir.Şamanizm’de bu davranış bir çeşit kansız kurban biçimi olan yalmadır. Şamanizm inancında ağaçlara veya şaman davuluna bağlanan ipler veya bezler yalma olarak adlandırılmaktadır. Bu inanç Anadolu’nun hemen her yerinde karşımıza çıkmaktadır.Kutsal sayılan bir ağaca bez parçası bağlayarak adakta bulunmak o ağacın kutsallığından medet ummak daha çok evlenme isteğinin bir göstergesi olarak yapılan adaklardan biridir. Bazı yörelerde kutsal olduğuna inanılan ağaçların çevresini tavaf edip dilekte bulunmak da halen yapılan davranış biçimlerindendir. Anadolu’da geçimini ağaç keserek sağlayan bazı topluluklara! Muharrem ayında ağaç kesmedikleri bilinmektedir. Aynca bazı kutsal sayılan ağaçların yağmur duası, kısmet açma, hastalık tedavisi gibi birçok konuda ziyaret edilmesi de, yapıldığı bilinen ritüeller arasında sayılmaktadır.

 

 

Beşik Kertmesi

 

 

 

Anadolu’nun birçok yerinde görülen beşik kertmesi inancım, Rıfat Araz hem Demir Kültü hem de Ağaç Kültü’nün bir arada kullanımıyla ilişkilendirmektedir. Bu törene, “beşik kertme nişanı” adı verilmektedir. Bu törende uygulanan en önemli husus, çocukların beşiklerine bıçakla kertikler açılmasıdır. Taraflar arasında yemin yerine geçen bu kertme işlemine, eski Türk hayatında da rastlanmaktaydı. Yakut Türkleri, dostluklarım pekiştirmek için bir ağacı kerterek and içmekteydiler. Aynca beşik kertme inancı Oğuzlarda da bulunmaktaydı. Türk inançlarındaki Demir Kültü kapsamında bıçak ve Ağaç Kültü kapsamında beşik, koruyucu ve besleyici ruhları temsil etmekteydi. Yapılan yeminin bozulması halinde ise, adı geçen ruhların kişilere kötülük yapacağına inanılmaktaydı. Bu yüzden günümüzde de halen bu nişanın bozulması çok zor kabul edilmektedir.

 

 

Ay Güneş Kültü İle İlgili İnançlar

 

 

 

Türkler Tabiat Kuvvetlerine İnanma inancı içerisinde her zaman Ay ve Güneş’in kutsallığına inanmışlardır. Türkler e göre Ay erkek, Güneş ise dişi olarak düşünülmüştür. Ayın erkekliği, onu ilkel denen toplumlar için her zaman önemli olan biyolojik olaylardan birinin sorumlusu olmaktan alıkoyamamıştır.Kadının aybaşı halinden, Ay sorumlu tutulmuştur. Birçok diğer toplum gibi Türkler ve Moğollar da adet halini ifade etmek için ay kelimesini sık olarak kullanmışlar ve bu kullanımın da belirttiği gibi adet görme dönemiyle aynı aşamaları arasında bir ilişki kurmuşlardır. Günümüzde de bu kelime aynen kullanılmaya devam etmektedir.

Aynca eski Türk inançlarına göre, her insanın bir yıldızı bulunmaktaydı. Halen Anadolu’da da yaygın olan bir inançta insan ölünce o yıldız kaymaktadır. Bu yüzden yıldız kaymaları insanları korkutmuştur. Türkçe’deki yıldızı parlamak deyiminin de bu inançla ilgili olduğu söylenebilmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ev ve Ocak Kültü’nden Günümüze Kalan İnançlar

 

Ocak,Türkler arasında hep kutsal sayılmıştır. Bunun en önemli göstergesi olarak “ocağım söndürmek”, “ocağına düşmek”,“ocağına incir dikmek”, “ocağı kör kalmak”deyimleri gösterilebilmektedir.

 

Günümüzde de kullanılan bu deyimler, soyun tükenmesi, çoluk çoğunun yok olması, yoksul aç ve bannaksız kalmak anlamalarına gelmektedir.

Ocak Kültü kapsamında Bitlis’te kadının evinin eşiği önünde oturmasının, kocasının ölümüne yol açacağı şeklinde bir inanç bulunmaktadır.

Aynca Muş çevresinde de gelin kapıdan içeri gireceği zaman kaynana içi su dolu bir küpü yere atarak kırmakta ve su yere dökülmektedir. Bu davranış biçimi de Su ve Ev Kültü’nün birlikte kullanılması ile ortaya çıkmış bir inanç olarak karşımıza çıkmaktadır. Su aydınlığı temsil etmektedir.

 

Gürültünün ise, kötü ruhları korkutmak amacıyla çıkarıldığına inanılmaktadır. Suyun yere dökülmesi ile evlilerin hayatının saadet içinde geçeceğine inanılmaktadır. Gelin kapıdan sağ ayağım atarken kurban kesilmekte ve bu hareket, gelinin başına bir kötülük gelmesini önlemek, eve uğur getirmesini sağlamak için yapılmaktadır. Bu hareketlerin arkasında da ev iyesini memnun etme fikrinin ve inancının yattığı kabul edilmektedir.Gaziantep çevresinde de, gelinin eve girerken eşiğe basması iyi sayılmamaktadır. Geline eşik atlatılmaktadır. Eğer gelin eşiğe basarak içeri girerse, cinlerin hücumuna uğrayacağına ve bununda gelinin bağlanmasına sebep olacağına inanılmaktadır,

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Su Kültü İnancının Günümüze Yansımaları

Anadolu Türkleri arasında suyun temiz tutulması inancı hala yaşamaktadır.Hava karardıktan sonra evin dışına su dökülmemesi, suyun akıp geçtiği yerlere tükürülmemesi, bu tür kirletmeler yapıldığında çarpılınacağı inancı ve cezalandırılma korkusu, Türk inançlarının Su Kültü’yle ilgili olan bölümünün yaşayan son biçimleri olarak sayılmaktadır. Doğu Anadolu bölgesinde su ile ilgili bu türden inançlara ve muhtelif pratiklere sıkça rastlanmaktadır. Ağrı ve Kars’ta ilkbaharda,yıkanmak için akarsuya ilk defa girilirken, “ağırlığım,kirliliğini, kelliğim, bu suya” diye söylenirse ve bu üç kez tekrarlanırsa, o yılın sağlık ve huzur içinde geçeceğine inanılmaktadır. Kars’ta yedi ayrı çeşmeden su toplayıp sabah ezanından sonra, bu su ile banyo yapan genç kızın kısmetinin açılacağına inanılmaktadır. Anadolu’nun birçok yöresinde de su ayakta içilmemektedir, adeta suya saygı olmak üzere diz çökülmekte, bir el başa konulmakta, içilmeden önce bir iki yudumluk kısım saçı niyetine yere serpilmekte ve su bundan sonra yere çömelinmiş bir şekilde içilmektedir.

 

Urfa yöresinde ise sabah erkenden sokak kapısı önüne bir kova su dökülmesinin evin rızkını artıracağına inanılmaktadır. Aynca yolcunun arkasından kova ile su dökülüp, ayna tutulması yolunun açık olacağına yorumlanmaktadır. Günümüzde bu inanç Anadolu’nun birçok yerinde, hatta İstanbul’da halen uygulanmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ateş Kültü ile İlgili Olan Halk İnançları

Ateş Kültü’yle ilgili inanışların günümüz Türkiye’sinde de devam ettiğine dair bazı bulgular bulunmaktadır. Türkler arasında en yaygın ateşle arınma biçimi hastaları, evleri, ölüleri tütsüleme uygulamasıdır.

 

Ateşin sağlık ve canlılık verici, birçok hastalıkları iyi edici nitelikleri bulunduğu kanısı Ateş Kültü’nün günümüze yansımalarından biridir. Hıdrellezde hastalıklardan korunmak için yakılan ateş üzerinden herkes atlamaktadır.

 

Hıdrellez günü ateşin üzerinden atlamanın sadece sağlık ve canlılık verici özelliğinin dışında, ateşin üzerinden üç kere atlayarak dilek dilemek ve dileğinin gerçekleşeceğine inanmak da yapılan uygulamalar arasında sayılmaktadır.

 

Ateş Kültü’yle ilgili inanışlara Doğu Anadolu yöresinde de sıkça rastlanmaktadır. Ocağa, oda, ateşe bağlı pek çok pratik bulunmaktadır. Örnek olarak, Tunceli çevresinde ocağa karşı and içilmekte ve kurban kesilmektedir. Diyarbakır’da ise ateşin,ocağın su dökülerek söndürülmesi yasak uygulamalardan sayılmaktadır. Hakkari’de evin herhangi bir tarafına kül dökmek iyi karşılanmamakta, o eve uğursuzluk geleceğine ve evin felakete uğrayacağına inanılmaktadır.

 

Aynca Anadolu’nun bazı yörelerinde cenazenin yıkandığı yerde ateş veya ışık yakılması ve mezarın başında üç gün ateş yakılması, cenaze evinde üç gün ocağa yemek konulmaması, Ateş Kültü’nün günümüzdeki uygulamalarındandır. İslamiyet’te ise, mezarlarda kandil yakmak kesinlikle yasaklanmıştır.

 

Demir Kültü

 

Kısmet Açma Biçimi Olarak Kilit Açma

Kilit açmak ve kilit kapamak halk inançlarında düzgün giden işlerin ters dönmesi ve ters giden işlerin düzelmesi inancından kaynaklanmaktadır. Temelinde Gök-Tanrı inanç sisteminin Demir Kültü vardır. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde evlenmede geç kalmış kızlar için türbelere gidilmekte ve orada Kilit Açma uygulamaları yapılmaktadır. Böylece evlenmemiş kızların kısmetlerinin açılacağına inanılmaktadır.

 

Evlilik Sırasında Demir Kültü’yle İlgili Olan İnançlar

Evlilik sırasında Demir Kültü’yle ilgili olarak uygulanan inançlarımızdan,

ağzı açık çakı, suya konulmuş bıçak, tavana veya tabana bıçak saplanması, kapı başına çivi çakılması sayılabilmektedir.

 

Şamanizm Kaynaklı İnançlar

Büyük ve kitaplı dinlerin hiçbiri tam olarak eski dinlerin etkisinden kurtulamamışlardır. Yeni dinin getirdiklerine aykırı olan birçok görenek ve inanç, kitaba uydurulup, kitaplara dahi sokulmuştur.İslam dinini kabul etmiş olan Türkler ve diğer kavimler de eski dinlerinden kalan birçok inanç, gelenek ve ayinleri yeni dinlerine taşımışlardır. Şamanizm’in bu geleneklerinin çoğu da,İslamiyet’in

emirlerindenmiş gibi, yüzyıllar boyu sürüp gelmektedir. Bütün diğer evrensel dinler gibi, İslamiyet de genel anlamda Şamanizm inançları dediğimiz eski Türk inançlarım bir şekilde kabul etmeye, onlara İslami bir biçim kazandırmaya mecburdu. Anadolu’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan göçebe Türkmenler heterodoks inançlara dayalı bir Müslümanlığı şekillendirmişlerdir.

 

Türk Müslümanlığının manevi ve felsefi ontolojisini oluşturan halk sofizmi, Türk Şaman ve İslam kültürünün sentezini oluşturmuştur. Genelde birçok yönleriyle mistik niteliğe sahip Şamanlık, halk sofizmi adı altında kendisini muhafaza etmiş, heterodoks İslami akınların ve inanışların oluşmasında önemli rol oynamıştır.

 

Böylece yüzyıllar boyu İslam’ın önderi gibi gözüken Müslüman Türk dünyası ve ülke yöneticileri aracılığıyla gerçekten bu duruma gelen Türkler iki bölüme ayrılmıştır. Bir bölümü İslamiyet’i içtenlikle kabullenmiş ve eski dinden tepki yaratmadan koruyabileceklerini yeni dinlerinde sürdürmüşlerdir.Örneğin şehzadelerin boğdurulması, ritüel savaşları, düşman ölülerinin mezardan çıkarılması ve yakılması, başlık üzerine tüy takılması, yak veya at kuyruğundan yapılan sancaklar gibi. Diğer bölüm ise bir dereceye kadar Müslüman olmuştur, ancak geçmişinden olabildiğince fazla şeyi özenle korumuştur.

 

Bu, her şeyin hızlı bir şekilde yozlaştığı,ancak daha hiçbir şeyin tamamen kaybolmadığı günümüze kadar süregelmiştir. Anadolu’da göçerler ve yerleşik topluluklar arasında yapılan incelemeler aynı sonuçlan vermiş; dokuz yüzyıllık Müslüman geçmişe karşın ortalama halk tabakalarının orta çağ inançlarında, bazı kalıntılardan çok daha fazla şeyi sakladıklarım ortaya koymuştur.

Türklerin geleneksel dinlerini genel olarak Şamanizm altında toplayacak olursak, Türklerin İslamiyet’le birlikte günümüze kadar taşıdıkları, yaşattıkları, çoğu zaman İslamiyet’le birleştirdikleri birçok inancı olduğunu görmekteyiz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hıdrellez Kutlamaları İnancı’na Eklenen Şamanist Öğeler

 

Hıdrellez,Musevilik ile İslam Geleneklerinin ortaklaşa oluşturdukları kültlerden biri olarak sayılmaktadır. Günümüzde yılın belirli bir gününde kutlanan (6 Mayıs) ve adına Hıdrellez denilen bir bayramdır.

 

Yüzyıllardır Anadolu’da halk geleneklerinde yaşamış çok yaygın halk inançlarından biri olma özelliği taşımaktadır.Genel inanışa göre, Hıdrellez günü Hızır insanlar arasına karışarak bazı kişilere mucizevi yardımlarda bulunmaktadır.

 

Türkiye’de bugün önemli bir gün olarak kabul edilmekte ve Kuran’da adı geçen Hızır ile Kitabı Mukaddes kahramanı îlyas’m birbirlerine kavuşma günü olarak kabul edilmektedir ancak gerçekte İlyas ilkbaharın yani “İlk yaz”m değiştirilmiş halidir.

 

Temel olarak Hızır’la ilgili inancın esasını Kuran-1 Kerim’de geçen Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası oluşturmaktadır.Ancak Türk hayatmda destanlara, hikayelere ve masallara kadar giren Hızır’la ilişkili inanç ve düşünceler eski Türk inançlarından da etkilenerek, değişik biçimlerde varlığını sürdürmektedir.

 

Hıdrellez kutlamalarında görülen eski Türk inançlarının da izlerini taşıyan bazı inanç ve pratikler arasında, Mayısın beşini altısına bağlayan gece, çocuğu olmayan veya olduğu halde çocukları yaşamayan kadınların, hazırladıkları beşik sembollerini gül ağacının dalma bağlayarak, çöp ve bezlerden yapılan bebekleri bu beşiklerin içerisine bırakmaları sayılabilmektedir.

 

Düşünce ve hayallerinde oluşturarak niyet haline dönüştürdükleri isteklerinin gerçekleşmesini isteyen genç kızlar, gelinler ve erkekler, bu gece tutulan niyetleri istikametinde gül ağacının dibine ev, araba, tarla, bağ ve bahçe şekillerini toprağın üzerine çizmek veya bu varlıkların çöpten yapılan sembollerini toprağa bırakmak suretiyle niyetlerinin gerçekleşeğine inanmaktadırlar. Aynı gece gül dalma veya balkon demirine bağlanan para cüzdanının güneş doğmadan önce alınması ile o yıl cüzdandan paranın eksilmeyeceğine, akşamdan yoğrularak gül ağacının dibine bırakılan bir top hamurun şafak vakti, iki küme haline dönüşmesi halinde, evden unun tükenmeyeceğine; o gece kilerdeki bütün yiyecek maddelerinin açık tutulması ile de bu mahsullerin bereketleneceğine dair inançlar bulunmaktadır.

 

İslamiyet’te ölmüş kişilerden medet umulması ve onlardan direkt olarak dilekte bulunmak kesinlikle yasaklanmıştır. Ancak Anadolu Türkleri eski inançlarının bir devamı olarak Hızır’dan çeşitli sembollerle dilekte bulunmaktadırlar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Alkarası

Şamanizm inancında her şeyin bir ruhu olduğu inancının yanı sıra,insanları iyi ve kötü olarak etkileyen birçok ruhun da varlığına inanılmaktadır. Kötü ruhlardan biri de, yeni doğum yapan kadınlan kötü etkileyen, onlara kötülük yapan, hastalanmalarına yol açan Alkarası ruhudur. Günümüzde halen Alkarası inancı devam etmekte, yeni doğum yapan kadınlar bu ruhun kötülüklerinden korunmak için çeşitli tedbirler almaktadırlar. Aynca Alkarası ruhu yeni doğum yapan kadınlara kötülük yapmasının yanında,günümüzde Karabasan adıyla da bilinmektedir. Karabasan’m geceleri insanların uykularında geldiğine ve insanlara kötülük yaptığma inanılmaktadır.

 

Eski Türklerde başına ve sonuna gelen farklı eklemelerle ifade edilen çeşitli Al Ruhlan vardı. Bunlar arasmda en sık rastlanan Albasan ruhudur. Bunlar Türk inançlarındaki kötü ruhlar özelliği taşımaktadırlar. Eski Türk geleneklerinde iki türlü Albastı’dan söz edilmektedir. Birincisi, Kara Albastı’dır ki, Anadolu’da günümüzde halen halk inançları arasmda yaşayan kötü ruh Karabasan sözcüğüne karşılık gelmektedir.

 

İkincisi ise loğusa kadınlan rahatsız eden Albastı, Al karası inancıdır. Anadolu’da günümüzde de yaşayan bir inançtır. Al Karası denilen şeyin doğum yapmış kadına rahatsızlık vereceğine inanılır ve bu nedenle kadın kırk gün yalnız bırakılmaz. Albastı kötü ruhlan temsil eden bir inançtan gelen varlıktır.

Albastı’mn Alkansı, Alanası, Alkızı gibi başka isimleri de bulunmaktadır.

Yeni doğum yapmış kadınlara musallat olduğu düşünülen bu ruhun yol açtığı düşünülen rahatsızlığın hekim dilindeki gerçek adı fievre puerperale dır ve bu hastalık gerçekte temizliğe dikkat edilmediği hallerde mikroplardan olmaktadır.

 

Halk arasmda Albastı olarak kabul edilen bu ruhun yapacağı kötülüklerden korunmak için bir takım inançlar uygulanmaktadır.Örneğin, Alkarasınm, tüfek sesinden, ocaklı adamlardan, demirden ve kırmızı renkten korktuğuna inanılmaktadır. Bunun için,loğusa kadın yatakta iken başına beyaz yaşmak ve kırmızı tül veya kurdele bağlanmaktadır, konuklar kırmızı altın takmakta ve loğusaya kırmızı şeker hediye götürmektedirler.

Gelen konuklara kırmızı renkte olan loğusa şerbeti içirilmeside Alkarası’ndan korunmak için yapılan pratiklerdendir.

Aynca korunma için maden (demir bıçak, maşa), bitki (süpürge),toprak (taş-kaya), su ve ateş de kullanılmaktadır.

Bu uygulamalarda, Şamanizm’in yanında Demir Kültü, Taş-Kaya Kültü, Su Kültü ve Ateş Kültü’nün etkileri de görülmektedir.

Aynca İslamiyet’ten sonra Alkarası’ndan koruyucu önlemler arasına sela, mevlit, ezan, muska gibi unsurlar da katılmıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kötü ruhlardan biri de, yeni doğum yapan kadınlan kötü etkileyen, onlara kötülük yapan, hastalanmalarına yol açan Alkarası ruhudur. Günümüzde halen Alkarası inancı devam etmekte, yeni doğum yapan kadınlar bu ruhun kötülüklerinden korunmak için çeşitli tedbirler almaktadırlar. Aynca Alkarası ruhu yeni doğum yapan kadınlara kötülük yapmasının yanında,günümüzde Karabasan adıyla da bilinmektedir.

İkincisi ise loğusa kadınlan rahatsız eden Albastı, Al karası inancıdır. Anadolu’da günümüzde de yaşayan bir inançtır. Al Karası denilen şeyin doğum yapmış kadına rahatsızlık vereceğine inanılır ve bu nedenle kadın kırk gün yalnız bırakılmaz. Albastı kötü ruhlan temsil eden bir inançtan gelen varlıktır.

Albastı’mn Alkansı, Alanası, Alkızı gibi başka isimleri de bulunmaktadır.

Yeni doğum yapmış kadınlara musallat olduğu düşünülen bu ruhun yol açtığı düşünülen rahatsızlığın hekim dilindeki gerçek adı fievre puerperale dır ve bu hastalık gerçekte temizliğe dikkat edilmediği hallerde mikroplardan olmaktadır.

 

Halk arasmda Albastı olarak kabul edilen bu ruhun yapacağı kötülüklerden korunmak için bir takım inançlar uygulanmaktadır.Örneğin, Alkarasınm, tüfek sesinden, ocaklı adamlardan, demirden ve kırmızı renkten korktuğuna inanılmaktadır. Bunun için,loğusa kadın yatakta iken başına beyaz yaşmak ve kırmızı tül veya kurdele bağlanmaktadır, konuklar kırmızı altın takmakta ve loğusaya kırmızı şeker hediye götürmektedirler.

Gelen konuklara kırmızı renkte olan loğusa şerbeti içirilmeside Alkarası’ndan korunmak için yapılan pratiklerdendir.

Aynca korunma için maden (demir bıçak, maşa), bitki (süpürge),toprak (taş-kaya), su ve ateş de kullanılmaktadır.

Bu uygulamalarda, Şamanizm’in yanında Demir Kültü, Taş-Kaya Kültü, Su Kültü ve Ateş Kültü’nün etkileri de görülmektedir.

Aynca İslamiyet’ten sonra Alkarası’ndan koruyucu önlemler arasına sela, mevlit, ezan, muska gibi unsurlar da katılmıştır.

 

 

Alkarası ile Lilith'in arasındaki benzerlikler çok dikkatimi çekiyor.-Eğer yanlış bilmiyor isem- Efsaneye göre Lilith'de aynı şekilde yeni doğum yapmış kadınların çocuklarını kaçırıyor ya da hamile kadınların çocuklarının düşmesine neden oluyordu.Yeni dünyaya gelmiş çocukların beşiklerinin üstüne makas asılması vs gibi Lilith konusunda da Melek isimleri ya da muskalar kullanılıyordu sanırım korunulmak için.Öyle aklıma geldi benzerlik genel başlık ile pek alakası olmasa da eklemek istedim belki birinin ilgisini çeker :D Teşekkürler Nevermore.İlgiye takip ediyorum yazını.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...