Jump to content

Arthur Rimbaud ve şiirleri


KATA

Önerilen Mesajlar

Arthur Rimbaud - Hayatı

 

(1854-1891)

 

İlk şiirlerini yazdığında on beş yaşındaydı. On altı yaşında evden kaçtı. Tekrar eve döndü ve Paris'te bulunan Paul Verlaine ile mektuplaşmaya başladı. Verlaine kendisini Paris'e çağırdı. Avare bir hayat sürüyorlardı. Eşcinsellikle suçlandılar ve araları açıldı. Yirmi yaşında şiiri bıraktı ve ticarete atıldı. Bir zamanlar nefret ettiği para için, Flemenk Hindistan'ına, Mısır'a, Arabistan'a, Habeşistana gitti. Nihayet Marsilya'da bir hastanede, bir ameliyat sonrası öldü. Rimbaud bir hayal oyunu keşfetmiştir. Malzemesinin çoğunu bilinç altından çıkardığı bir hayal oyunu: Fosforlu dünyalar, uzak alemlerde dolaşan insanlar...

 

 

 

 

 

Asılmışların Balosu

 

Yüzleri buruşuk, küçük, kara kulakları

Çekmiş sayın Belzebuth bir iple gökyüzüne

Oynuyorlar şakırdadıkça kunduraları

Tutulmuşlar bir Noel ezgisinin hüznüne.

Kara orglar gibi ince, uzun kollarını

Bak şimdi kucaklıyor çarpık, küçük kuklalar

Bir zamanlar aksoylu hanımların sıktığı

Bilekleri iğrenç bir aşkla dokunmadalar.

Hoyda! şen oyuncular, artık düşünmeyen baş!

Takla atılabilir sehpalar öyle uzun!

Hop! Bilinmesin artık bu ya da dans ya da savaş!

Gıcırdarken kemanı kudurmuş Belzebuth'un.

Ey bundan sonra sandal giymeyecek ayaklar!

Hepsi derilerinden gömleklerini sıyırmış:

Ama böyle çok daha memnun görünüyorlar

Başları üstüne kar beyaz bir şapka örmüş.

Titriyor bir tutam et arık çenelerinde

Çatlak kafalarına sorguç yapmış kargalar:

Çarpıp karton zırhlara gözüpekler, yiğitler

Ölü karanlıklarda sanki dolanıyorlar.

Esiyor balosuna iskeletlerin poyraz!

Darağacı inliyor demirden bir org gibi

Koşuyor ormanlarında aç kurtlar avaz avaz:

Gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi.

Hoyda, beni de alın yaslı kabadayılar

Kırık parmaklarından geçen sessizce, bir bir

Bir aşk tesbihi solgun omuriliklerinde:

Bura manastır değil, ölüler ülkesidir.

Oh! işte ortasında ölüler dansının bak

Sıçrıyor çılgın bir iskelet gökyüzünde

Sürüklenmiş boşluğa, at gibi şahlanarak

Sanki katı ipi boynunda duruyor yine.

Çatlayan uyluğunda büzmüş on parmağını

Dalgacı gülüşlere benzeyen çığlıklarla

Ve bir soytarı gibi barınağa girip

Sıçrıyor kemiklerin şarkılı balosunda.

 

Balıkçıl darağacında

Selahattin'in ölüleri

Dansediyor, dansediyor

Şeytan'ın şövalyeleri.

 

Arthur Rimbaud

 

 

Akşam Duası

 

Sapı eğri bir pipo gibi, ağza kurulmuş,

Ya da bir Melek gibi berberin ellerinde,

Yaşayıp gidiyorum işte öyle oturmuş

Bardaklar arasında, duman yelkenlerinde.

 

Tatlı yaralar açar içimde binlerce düş

Sıcak dışkılar gibi boş bir güvercinlikte;

Bakarım ki yaramın kabukları soyulmuş,

Kanıyor yüreğim altın sıvıyla birlikte.

 

Sonra, bütün düşleri yalayıp yuttuğum an,

İndirince mideye otuz kırk bardak birayı,

Bir boşalma gereği sıkıştırır o zaman.

 

Lübnan selvilerinin Tanrısı gibi tatlı,

Sidiğini göklere, yükseklere attıran

Ben kulunuzu bağışlayın siğilotları!

 

Arthur Rimbaud

 

 

Tartuf'un Yazgısı

 

Sırtında kara cübbe, bir elinde eldiven,

Dişsiz, salyalı ağzında dualar, pek tatlı,

Ve yüreği avcunda, mutlu mu mutlu,

Ermiş Tartufe, bir gün, başını alıp giderken,

 

Usul usul yürürken, "Tövbe" -Haytanın biri,

Sofu kulaklarından sıkıca yakalayıp,

Bütün kötü sözleri yüzüne sövüp sayıp

Yırttı ıslak tenine alışkın giysisini.

 

Şeytan işi!.. Ermişin kıçı bağrı açıldı,

Ne sırtında cübbesi, ne de tesbihi kaldı,

Beti benzi kül gibi, sararıp soldu, şaşkın.

 

Yakardı, bağışına sığındı Tanrısının.

Ama ne çare, Hayta son çaputu alınca,

Kutsal Tartufe, çısçıplak, döndü Adem Babaya!

 

Arthur Rimbaud

 

 

 

Çengi midir?

 

Çengi midir, nedir?... İlk mavisinde sabahın

Düşer mi ölü çiçekler gibi darmadağın...

 

Duruyor önünde, ışığa gömülmüş kentin

Soluduğu aydınlık, görkemli düzlüklerin!

 

Her şey güzel! çok güzel! güzel olması gerek

-Balıkçı kız ve şarkısı için böylesi gerek,

 

Böylesi gerek çünkü hala inanıyorlar,

Denizde gece törenleri var sanıyorlar!

 

Arthur Rimbaud

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Niye evden kaçmış evden kaçtığını söylüyor niye kaçtığını anlatmıyor. Ne bağlantısız özet biyografileri hep böyle yazıolar zaten. Hani şöyle hayatlarının şiirleriyle bağlantısına değinerekten yazsalar şu biyografileri okumak daha eğlenceli olurdu:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bi kaç noktayı aydınlatmak isterim zira rimbaud delisi bi adamımdır...saol katatonik ben accaktım rimbaud konsunu sen acmasaydın;)

rimbaud gercek bi seyyah tı..baudelaire le birlikte rimbaud şiirde devrim yapmıştır...tum kalıpları alaşaa eder şiirde...kafiyeyi aşar ... o şiir e 20 21 yaşında bırakmaz..sessizleşir. zira en son noktaya ulaşmıstır şiir sanatında....gunumzun şiirinin temelini rimbaud atmıstır..onu aşan da henüz olmamıştır..edebiyat dunyasının dahi cocuu olarak ün elde eder..dizenin ve duzyazının üstadıydı...yazı dunyasına ''cehennemde bi mevsim'' ve''illuminations'' ile nirvanaya ulaştı..paul verlaine le eşcinsel bi ilişki yaşadılar..paul onun için karısından ayrıldı..dinden nefret ediordu kiliseden..annesi cok otoriterdi..kilise duvarına ''tanrı öldü.'' yazan bu asi cocuk afrikaya gttinde kur'an öğrenir ve mektuplarında bundan bahseder..son zmanlarında mektuplarının sonunda ''allahın dediii diledii olur'' yazmaktadır...ölmeden önce müslüman olduuna dair türlü rivayetler vardır...

 

bayaa kaynak var bu konuda elimdede evde diilim bunları yazarken:) esrik gemi şiiri cok guseldir...benim kişisel favorilerimden..eve gdince onu yazarım buraya

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Geçen gün aklımdaydı forumda vardır diye açmadım.Katatonik emeğine sağlık.

 

Duyum

 

Mavi yaz akşamaları,patikalarda,dalgın

Gideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara.

Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların

Yıkasın,bırakacağım başımı rüzgara.

 

Ne bir şey düşünecek,ne bir laf edeceğim;

Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;

Göçebeler gibi uzaklara gideceğim;

Mes’ut,sanki yanımda bir kadın varmış gibi

 

Alıntı:Ofelya

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ofelya

 

yıldızların uyuduğu , sessiz , kara

dalgalarda ofelya iri bir zambak,

yüzüyor duvaklı uzanmış sulara...

-avcı borularının ezgisinde bak.

 

 

bin yıl geçti,ofelya yine üzgün,

uzun sularda kefen gibi akıyor.

bin yıldır,gündüz gece,deli gönlünün

hüznünü meltem yellerine döküyor.

 

 

açıp sularda salınan tüllerini

beyaz göğüslerini öpüyor rüzgar,

söğütler eğmiş omzuna dallarını

ağlıyor.uykulu alnında kamışlar.

 

 

yöresinde üzgün nilüferler bazan,

dağıtıyor ofelya kızılağacın uykusunu,

bir kanat vuruşuyla dallar yuvadan

-salıyor yızldızların altın şarkısını.

 

sen ey solgun ofelya , kar gibi güzel!

sulara gelin oldun ergen çağlarda!

-çünkü norveç doruklarında esen yel

acı özgürlüğün tadını öğretti sana:

 

savuran bir soluk gür perçemlerini

büyüyordu düşlerinin akışında;

dinliyordun Doğa'nın ezgilerini

ağacın,gecelerin yakınışında;

 

çünkü boğuk sesi çılgın denizlerin

o tatlı, çocuk göğsüne vuruyordu;

bir nisan sabahı, yorgun bir atlı senin

dizlerinde sessizce oturuyordu!

 

gök! aşk! özgürlük! bu nasıl düş deli kız!

güneş vuran kar gibi eriyip gittin;

konuşma,sus! seviyi bizlere dilsiz

o mavi gözlerinle çoktan öğrettin!

 

-ve diyor ki ozan:aydın gecelerde

ofelyam çiçekler devşiriyorsun;

hep böyle yüz ak gelinliğinde suda

dalgalar beşiğini sallayıp dursun.

 

arthur rimbaud

 

not:kata daha önce açmıştı arthur rimbaud nun şiirlerini..bu şiirini ayrıca vermek istedim..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ofelyaya bı sıırı hatırlattı ve sana hedıye edıyım dedım lost,nette bulamadım..bakar körmuyum acaba?catladı göbegem:D

neyse yazıyım o zaman ama ımla vs affola sımdıden:D

 

LENORE

 

Ah kırıldı altın kase-ruh uctu ebediyen

çalsın çanlar_aziz bir ruh yüzmekte

Stygian nehrinin üzerinden

ve,Guy de Vere-yok mu gözyaşın,şimdi ağla ya da

bir daha ağlama sakın.

Bak,oradaki katı ve kederli sedyede

Serilmiş yatar Lenore,senin aşkın.

Gel,mersiye okunsun-söylensin cenaze şarkısı

Bir ilahi öylesine genç ölmüş bu kraliçeler gibi ölü için.

 

 

''Zavallılar serveti için sevdiniz onu ve

nefret ettınız ondan kibrinden ötürü

Ve hasta düştüğü zaman onu kıskandınız-ki öldü

Öyleyse nasıl okunacak tören-ağıt nasıl söylenecek

Sizin kötü gözleriniz,sizin iftiracı diliniz tarafından

ki,öylesine genç olan o masumu öldürdünüz''

 

Peccavimus!Konuşma böyle,ama ulaştır

Bir Sabbat şarkısını kederle,Tanrıya ki

ölü rahat eder belki de

 

Tatlı Lenore gitmişti önceden

Yanı sıra uçan ümitle

Bırakıp seni çılgınlığa

Eşin olması gereken o sevimli çocuk için,

simdi yere serilmiş o neşeli güzel için.

Yaşam üstünde onun sarı saçlarının-ama gözlerinde değil,

Hala orada yaşam,saçlarının üstünde ve ölüm üzerinde gözlerinin

 

''Çekil-çekil-Düşmanlardan dostlara açılır o öfkeli ruh

Cehennemden,en üst gökkatındaki bir malikaneye

Ahlardan ve iniltiden,göğün kralının yanındaki altın taca

Çanlar çalmasın öyleyse,kutsal neşe içinde ruhu

Lanetli yerden yükselen müziği duymasın diye,

Ve ben - yüreğim rahat bu gece -ağıt söylemeyeceğim

Ama uçurucağım o meleği,eski bir şükran ilahisi ile''

 

E.A.P:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bittim olum ben:(:cray: bi şiirlik canım kalmıştı..onu da aldın ii mi ?azrailim benim:D olum dengesiz değilim..gülerken ağlayabilme gibi bi işlevim var:swoon2:

 

:rolleyes:yukardakı senı llanetlemıs olum :D ölmezsın mrl etme:) kaç sıırlık yurek var sende..toplan da gel:D pısman ettırme benı hedıyemden:rolleyes:

--------------------

:):rofl::cray:===>kata ex:rofl:

tşk ler ofelya ıcın lost:) ss de ss ... ss de ss:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

SARHOŞ GEMİ

Ölü sularından iniyordum nehirlerin

Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;

Cırlak kızılderililer, nişan atmak için

Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

 

Bana ne tayfalardan; umurumda değildi

Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;

Bordamda gürültüler, patırtılar kesildi;

Sular aldı gitti beni can attığım yere.

 

Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,

Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış

Adaların karalardan çözüldüğü günde.

Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.

 

Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;

Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;

Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:

Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

 

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan

Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;

Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan

Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.

 

O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,

İçim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;

Yardığım yeşil maviliğin derinlerine

Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.

 

Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş

Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,

İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş

Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.

 

Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,

Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,

Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.

İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.

 

Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir âyinde;

Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.

Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,

Ürperip uzaklaşan dalgalar, sıra sıra.

 

Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;

Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;

Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;

Görülmedik usareler geçer döne döne.

 

Azgın boğalar gibi kayalara saldıran

Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni;

Beklemedim Meryem'in nurlu topuklarından

Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.

 

Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine

Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri

Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,

Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.

 

Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;

Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha,

Durgun havada birdenbire yarılır sular,

Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.

 

Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;

İğrenç leş yığınları boz, bulanık koylarda;

Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer,

Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.

 

Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda

O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.

Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;

Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgârı.

 

Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;

Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;

Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;

Duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi.

 

Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların

Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;

Akşamları, çürük iplerimden akın akın

Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.

 

İşte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi

Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;

Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi

Hanza kadırgaları takamazken peşine.

 

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,

Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;

Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:

Güneş yosunları, mavilik meduzaları.

 

Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,

Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;

Temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken

Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.

 

Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi

Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.

Ama ben, o mavi dünyaların serserisi

Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.

 

Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun

Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.

O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun

Milyonlarla altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.

 

Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum

Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,

Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;

Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.

 

Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,

Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;

Başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.

Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.

 

Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum, dalgalar,

Pamuk yüklü gemilerin ardında gezemem;

Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;

Mahkûm gemilerinin sularında yüzemem.

Çeviri: Sabahattin EYUBOĞLU

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Cehennemde Bir Gemi

Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım,önüne

bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların

döküldüğü bir şölendi.

Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik

edecek oldu-İler tutar yerini bırakmadım ben de.

Bayrak açtım adalete karşı.

Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey

bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.

Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına

ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım

üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.

Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken

mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,

boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı

bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.

Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop

kaldırdım çılgınlığı.

Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı.

Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak

üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak

geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim.

Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir

düşteymişim.

"Sen canavar kalacaksın..." falan filan... atıp

tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan.

"Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle

bağışlanmaz günahın."

 

Ah, canıma yetti arttı-Kuzum şeytan, ne olur daha

bir öfkesiz bakıver de benden yana ufak tefek, yolda

kalmış alçaklıklar vara dursun, sen ki yazarda tasvir,

öğreticilik vergilerinin yokluğuna vurgunsun, senin için

kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları

 

 

 

Askerin Ölümü

Yemyeşil bir çukur,burda bir ırmak çağlar

Gümüş paçavraları atlara çılgınca takan

Burda güneş mağrur dağın tepesinden parlar

Küçük bir vadi ki bu,köpürür ışıklardan

 

genç bir asker uyuyor,başı çıplak ,ağzı açık,

Ve ensesi taze mavi terlerle yıkanmış..

Yeşil yeteğına yağmur gibi yağıtor ışık,

Bulutların altında,solgun otlara uzanmış...

 

Hasta cocuklar gibi uykuda gülümsüyor

Ayakları zambaklar içinde;askercik üşüyor

Tabiat ,beşiğinde salla onu,sıcak sar!

 

Burun kanatları artık,ürpermiyor korkuyla;

Eli göğsünde, sakin,güneşte dalmış uykuya

Yalnız sağ yanında kırmızı iki delik var.

 

 

 

Biyoğrafi

Tam adı Jean Nicholas Arthur Rimbuad olan şair, 20 Ekim 1854'te Fransa'nın Charleville kasabasında doğdu. Öğrenimini aynı şehirde yaptı. Babası Frederic Rimbaud, Lion garnizonunda yüzbaşı, annesi Vitalie Cuif de bir köylü ailesinin kızıydı. Babası 1860 yılında ailesini terketti ve Grennoble'daki garnizona katıldı. Babasının ailesini terk etmesi sonucu Rimbaud, annesi tarafından yetiştirilmek zorunda kaldı. Sinirli ve asi bir karaktere sahip olan Rimbaud, kısa bir süre sonra aile, ahlâk ve din kurallarına karşı çıkmaya başladı. 1870'te retorik hocası Georges Izambert, Rimbaud'nun edebiyat yeteneğini anlayıp, onu yazmaya teşvik etti.

 

1870-71 olayları onun çocukluk yıllarından beri içinde taşıdığı isyancılık ve macera arzusunu daha belirgin bir hale getirdi. Savaş başladıktan sonra çok genç yaşta yazdığı şiirler ile Paris'e kaçtı. Bunların arasına daha sonra ölçülü ve kafiyeli şiirler eklendi. Bunların arasında Le Bal des Pendus (Asılmışlar Balosu), Accroupissement (Çömelme), Les Assis (Oturmuşlar), Les Chercheuses de Poux (Bit Kıran Kadınlar)'ı sayabiliriz. Paris'e giderken bileti olmadan yolculuk yaptığı için tutuklandı. George Izembert tarafından kurtarılan Rimbaud, onunla Douai'de buluştu ve beraber Charleville'e döndüler. İmparatorluğun çöküşünü alkışlayan Rimbaud, Devrim Hükümetini mutlulukla karşıladı. Şiirlerinde sert bir dille III. Napoleon'a, burjuva sınıfına, ve katolik kilisesine saldırılarda bulunan Rimbaud, Les Effares (Şaşkınlar) de fakir çocuklara, Le Dormeur du Val (Vadide Uyuyan Adam) de ise savaşta ölenlere duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Bu süre boyunca tüm amacı Paris'e gidip oradaki sanat çevrelerinin içine girmek ve şiirlerini yayınlatmaktı.

 

Eylül 1871 yılında bu amacı gerçekleşti ve şiirlere hayran kalan Verlaine, Rimbaud'u Paris'e davet etti. Paris'e geldiği zaman yol boyunca yaşadığı macerayı sembolist bir şekilde anlatan Bateau İvre (Sarhoş Gemi) adında çok uzun bir şiir yazmaya başladı. Davranışlarının kabalığıyla herkesi hayrette bırakan Rimbaud'un Temmuz 1872'de Paris’i terk etme kararını Verlaine de onayladı ve beraber Belçika ve Almanya'da gezgin bir hayat yaşadılar. Bu süre boyunca da, daha sonra Tanrısal Esinler(Illumminations) kitabında yayınlanacak şiirlerini yazdı.

 

Rimbaud, Sembolistlerin oniki yıl sonra tekrar keşfedecekleri serbest şiiri (özgür koşuk) 1872 sonunda yarattı. Bu şiirler Vers Nouveaux et Chansons (Yeni Mısralar ve Şarkılar) adı altında Illuminations'da yayınlandı. 1873'te Verlaine, Rimbaud'u Bürüksel'de bir tabanca kurşunu ile yaraladı. Kendi din değiştirdikten sonra, boş yere Rimbaud'un da Allah'a inanmasına çalıştı. 1875'te Stuttgart'ta son bir kez daha görüştükten sonra, hayatları boyunca bir daha görüşmediler.

 

Brüksel'de yaşanan bu dramdan sonra, 1873'te, Rimbaud bütün deliliklerini, taşkınlıklarını anlatan Une Saison En Enfer(Cehennemde Bir Mevsim) adındaki şiir kitabını yazdı. Hemen sonuç almasa da Une Saison En Enfer'deki “elveda

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

CEHENNEMDE BİR MEVSİM

 

Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım,önüne

bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların

döküldüğü bir şölendi.

Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik

edecek oldu-İler tutar yerini bırakmadım ben de.

Bayrak açtım adalete karşı.

Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey

bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.

Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına

ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım

üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.

Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken

mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,

boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı

bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.

Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop

kaldırdım çılgınlığı.

Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı.

Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak

üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak

geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim.

Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir

düşteymişim.

"Sen canavar kalacaksın..." falan filan... atıp

tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan.

"Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle

bağışlanmaz günahın."

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

KIR TANRISININ BAŞI

 

 

İçinde öpücükler uyuyan

Görkemli çiçeklerle donanmış,

Yaprakları nakış gibi oyan

Mücevher kutusu, altın bir baş

 

Beyaz dişleriyle, Kır Tanrısı

Kırmızı çiçekleri otluyor

Ağzında şarap ve kan tortusu

Bakıp bakıp gülmekten çatlıyor.

 

Kaçtı arasından yaprakların,

Yüreğinde korkunç kahkahanın

Ürpertisi, düşünüyor, şaşkın

Altın öpücüğü ormanın.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

VEDA

 

Geldi güz! – Görevimiz kutsal aydınlığı bulmak, tamam, ama neden hep var olan bir güneşe özlem duyalım, – mevsimlere can atan insanlardan değilsek.

 

Güz. Durgun sislerde yükselen teknemiz, yoksulluğun limanına, gökleri ateş ve çamur benekli koca kente dümen kırıyor. Oy! Lime lime paçavralar, yağmurda ıslanmış ekmek, esriklik, beni çarmıha geren binlerce sevi! Demek, bir gün hesap verecek olan milyonlarca ölü ruha, milyonlarca ölü bedene sahip o gulyabani ecenin sonu gelmeyecek! İşte, tenimi çamur ve veba kemirmiş, saçlarım, koltuk altlarım kurtlarla dolu, yüreğimde daha da iri kurtlar, bir kez daha kendimi, yaşsız, duygusuz, yabancılar arasına uzanmış görüyorum… Ölebilirdim orada… Ne korkunç çağrışım! İğreniyorum yoksulluktan.

 

Rahatlıklar mevsimi, kıştan da korkuyorum.

– Bazen gökte, kıvançlı, beyaz uluslarla kaplı kumsallar görürüm. Yukarıda büyük altın bir tekne renk renk bayraklarını dalgalandırır sabahın melteminde. Törenlerin, utkuların, acıların tümünü ben yarattım. Yeni çiçekler, yeni yıldızlar, yeni tenler, yeni diller üretmeyi denedim. Doğaüstü güçler edindiğimi sandım. Eh! İyisi, gömmeliyim düşgücümü, anılarımı! Gelip geçmiş tatlı bir utku, sanatçı ve öykücü utkusu!

 

Ben! Kendime sihirbaz ya da melek gözüyle bakmış olan ben, aktörelerden bağımsız, geri verildim toprağa arama göreviyle, kavranacak kati gerçekle! Hödük!

Yanılmış mıyım? İyilik benim için ölümün kız kardeşi mi yoksa? Kendimi yalanlarla beslediğim için özür dilerim, olur biter. Artık gidelim.

Ama tek bir dost el yok! Nereye tutunmalı?

Evet, yeni zaman hiç olmazsa çok ciddi.

Çünkü, utkuyu kazandım diyebilirim; diş gıcırtıları, alev soluklar, kokuşmuş iç çekişleri giderek azalıyor. Bütün iğrenç anılar silinip gidiyor. Kaçıyor son pişmanlıklarım, – Dilencilere, eşkıyalara, ölümün dostlarına, her türden geri zekalılara imrenmem. – Cehennemlikler, ya öcümü alsaydım!

Kesinlikle çağdaş olmak gerekiyor.

İlahilere gerek yok; atılan adımı geri almak yok. Katı gece! Kurumuş kan tütüyor yüzümde, ve şu korkunç ağaççıktan başka hiçbir şey yok geride bırakacağım. Tinsel savaş da adam adama yapılan savaş kadar hoyrat; ama tüze denen şey de zaten yalnızca Tanrı’nın tutkularıdır.

 

Yine de uyanıştır bu. İçimizdeki sertliği de, gerçek sevecenliği de kabullenelim. Ki ağarınca tan ateşli bir sabırla silahlanmış gireceğiz görkemli kentlere.

Tek bir dost el yok demiştim. Ne iyi, bu demektir ki eski yalancı aşklara gülebilirim, şu yalancı çiftlerin ayıbını yüzlerine vurabilirim, – cehennemini gördüm orda kadınların; – ve artık yapabileceğim tek şey bir ruhun ve bir bedenin içindeki gerçeği elde etmek.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...