Jump to content

Assassin’s Creed Tarihi Kişiler Ve Gerçek Hikayesi 1


Wasteland

Önerilen Mesajlar

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

 

 

İlk Olarak Oyunun Kendisinin Hikayesini Paylasmaliyim

 

Assassin’s Creed (Türkçe: Suikastçinin İnancı), Ubisoft şirketi tarafından geliştirilmiş tarihle iç içe, gizlilik ağırlıklı, üçüncü şahıs aksiyon-macera tarzı bir Microsoft Windows, PlayStation 3 ve Xbox 360 oyunudur. Oyun ilk kez Microsoft tarafından Project Assassin adı altında X ’05 sergisinde takdim edilmiştir. Oyunun hikayesi Üçüncü Haçlı Seferi döneminde, Suikastçilerin Gizli Tarikatı adıyla bilinen bir Müslüman organizasyonunun etrafında gelişmektedir. Oyunun oynayan kişi aslında 21. yüzyılda yaşayan, bağlandığı "Animus" adlı makine sayesinde genetik kodlarını taşıdığı geçmişindeki atalarının yaşadıklarına şahit olan Desmond Miles'ı yönetmektedir. Makine sayesinde anılarını izlediğimiz suikastçi ise Altaïr ibn-La'Ahad'dır.

Bu makine sayesinde hikaye ilerledikçe, Tapınak Şövalyeleri ve Suikastçiler arasında geçen ve "Cennetin Parçası" olarak bilinen bir artifek uğruna yaşanan mücadele ortaya çıkar. Genel olarak olaylar 1191'de Kutsal Topraklar'daki Üçüncü Haçlı Seferi döneminde gerçekleşir. Oyun çoğunlukla olumlu yorumlar almış ve 2006 yılında E3'de birden fazla ödül kazanmıştır. Başka bir suikastçiyi konu alan Assassin's Creed 2, Kasım 2009'da yayınlanmıştır. Assassin's Creed 2'nin devam niteliğinde olan Assassin's Creed Brotherhood ise Kasım 2010'da yayınlanmıştır

 

 

Konu:

 

Bir barmen olan Desmond Miles, Abstergo Şirketi tarafından kaçırılır. Orada Animus adlı, kullanıcısının atalarının genetik hafızasını tekrar canlandırabilen bir makineye zorla bağlanır. Desmond'un üzerinde, Üçüncü Haçlı Seferi döneminde yaşamış bir suikastçi olan atası Altaïr ibn La-Ahad hakkında bilgi almak üzere çalışmaya başlarlar. Animus'un içinde, Altaïr'in anıları ortaya çıkartır ki, kendisi bir tapınaktan önemli bir artifekti almak isteyen Robert de Sable'i durdurmak istemektedir ancak bu sırada Suikastçi Kardeşliği'nin üç yeminini de bozar. Kardeşliğin lideri, Al Mualim, Altaïr'in rütbesini düşürür ve eski saygınlığını kazanması için dokuz kişiye suikast düzenlemesini ister.

Altaïr suikastleri tamamladıkça her birinin , Robert de Sable'ın da kaçırmaya çalıştığı artifekte benzer, "Cennetin Parçaları" adlı objeyi arayan birer Tapınak Şövalyesi olduğunu öğrenir. Altaïr nihayetinde Kral Richard'ın önünde Robert ile karşılaşır ve onu öldürür. Ölmeden önce son nefesinde Robert onuncu tapınak şövalyesinin varlığından bahseder: Al Mualim. Kardeşliğe geri dönen Altaïr, Al Mualim'in, insanların bilinçlerini kontrol etmeye yarayan Cennetin Parçasını kontrol ettiğini görür. Altaïr masumlarla savaşıp yolunu açarak Al Mualim'e ulaşır ve onla kapışır. Nihayetinde Altaïr, Al Mualim'in Parçayı kullanarak yarattığı ilizyonlardan kurtulup onu öldürür. Artifekte yaklaşınca teknolojik aygıt aktive olur ve Dünya'nın üzerinde bir çok noktayı gösteren bir projeksiyon çalışır.

O sırada, Desmond artık amacını gerçekleştirdiği için Animus'tan çıkartılır. Farkına varır ki Abstergo günümüzün Tapınak Şövalyeleri organizasyonudur. Abstergo şimdi Altaïr'in haritasında görünen noktalarda yer alan diğer Cennetin Parçaları'nı arayacaktır. Bu sayede 2012'deki tahmini dünyanın sonu durumunun gerçekleşmemesi için tüm insanları kontrol altında tutabileceklerdir. Desmond'un hayatı, Abstergo'nun bir çalışanı sanılan ancak aslında bir suikastçi olan Lucy Stillman tarafından kurtarılır. Kilitli odasında kalan Desmond, atası Altaïr olarak zaman geçirmesi nedeniyle "kanama etkisi" yaşamış ve Altaïr'in de sahip olduğu keskin görüş yeteneği kazanmıştır. Bu yeteneğiyle, kendisinden önceki Denek 16 tarafından kanla duvarına ve yerlere yazılmış olan, dünyanın sonunun geleceğine dair kehanetlerde bulunan çeşitli mesajlar görür.

 

 

Karakterler

 

 

 

 

 

 

Haşhaşiler [değiştir]

  • Altaïr ibn La-Ahad (El-Tahir ibn la Ehad), Suikastçi Kardeşliği'nin bir ajanı.
  • Al Muallim (El Muallim), Masyaf'ın baş Usta Suikastçisi.
  • Malik Al-Sayf (Malik el-Seyif), Kudüs'deki Suikastçi Büro Lideri.

Müslümanlar [değiştir]

 

  • Selahaddin Eyyubi, askeri ve politik lider, Aslan Yürekli Richard'ın düşmanı.
  • Tamir, Şam'ın özellikle fakir bölgelerinde ticaret yapan bir karaborsacı tacir, Altaïr'in ilk hedefi.
  • Talal, Kudüs'ün zengin bölgesinde köle ticareti yapan bir zengin, Altaïr'in üçüncü hedefi.
  • Abu'l Nuqoud (Ebu'l Nukud), Şam'ın tüccar kralı, Altaïr'in dördüncü hedefi.
  • Bahaeddin ibn Şaddad, Eski Kudüs'de Selahanddin Eyyubi'nin naibi, Altaïr'in altıncı hedefi.
  • Cübeyr el-Hekim, Şam'ın baş alimi, Altaïr'in sekizinci hedefi.

Haçlılar [değiştir]

 

  • Aslan Yürekli Richard, I: Richard, Selahaddin Eyyubi'nin düşmanı.
  • Garnier de Naplouse, St. Jean Şövalyeleri'nin Lideri, Altaïr'in ikinci hedefi.
  • William of Montferrat, Akka'nın Haçlı naibi, Altaïr'in beşinci hedefi.
  • Sibrand, Töton Şövalyeleri'nin Lideri, Altaïr'in yedinci hedefi.
  • Maria Thorpe, Robert de Sable'ın kahyası, Altaïr canını bağışlamıştır. Sonradan haşhaşi grubuna katılıp Altair' in karısı olmuştur.
  • Robert de Sablé, Tapınak Şövalyeleri'nin Lideri, Altaïr'in dokuzuncu hedefi.

M.S. 2012 [değiştir]

 

Suikastçiler [değiştir]

 

  • Desmond Miles, bir barmen ve aslına yabancılaşmış bir suikastçi, Altaïr'in soyundan.
  • Lucy Stillman, Abstergo Şirketi'nde çalışan gizli bir suikastçi.

Abstergo Şirketi [değiştir]

 

  • Dr. Warren Vidic, rezil bir bilim adamı ve kötü üne sahip Sarmaşık Birliği profesörü.
  • Alan Rikkin, Abstergo'nun CEO'su.

Simdi Gercek Kişiler Ve Hikayeleri

 

Selahaddin Yusuf bin Eyyub

 

(Arapça: صلاح الدين الأيوبي, tam adı: الملك الناصر ابو المظفّر صلاح الدين يوسف ابن ايّوب; el-Malik el-Nāṣir Ebū el-Muẓaffar Ṣaliḥ el-Dīn Yusūf İbn Eyyūb), (1138, Tikrit - 4 Mart 1193, Şam) Mısır ve Suriye sultanı, Eyyubi hanedanının kurucusu olan, etnik kökeni tartışmalı (çeşitli kaynaklara göre Arap, Kürt veya Türk kökenli) lider. Hıttin Muharebesi ile 2 Ekim 1187'de KudüsHaçlı kuvvetlerinden alarak kentte 88 yıl süren Hıristiyan egemenliğine son vermiş, akabinde Hıristiyanların düzenledikleri III. Haçlı Seferi'ni etkisiz hale getirmiştir. En güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen egemenliği altındadır. Irak'taki Selahaddin ili ve Selahaddin Kartalı da onun adını taşımaktadır.

 

Soyu ve ailesi

 

Büyük Müslüman kumandanı Selahaddin Eyyubi'ye tarih boyunca farklı etnik kökenler atfedilmiş, çeşitli milletler mirasını sahiplenmişlerdir. Selahaddin'in Kürt kökenli[1][2][3][4][5][6] olduğunu ve Türk kökenli[7][8][9][10] olduğunu iddia eden çeşitli kaynaklar mevcuttur. Ayrıca Zeki Velidi Togan, Eyyubîlerin evvelâ Kürtleşmiş sonra da Türkleşmiş bir cenubî Arap sülâlesinden olduğunu iddia etmiştir.[11] Tarihçi İbn Haldun'a göre ise Selahaddin Eyyubi'nin ataları, Yemen'in Himyeri vilayeti eşrafından Hezbâniyye Kürtlerinin Ravvadi aşretine mensup Araplardandı[12] ve bu aşiret Himyeri bölgesini yüzyıllarca yönetmiş olan Devs hanedanına akraba idi.

Selahaddin tanınmış bir ailede dünyaya geldi.[13] Doğduğu gece, babası Necmeddin Eyyübi ailesini de alarak Halep'e göçtü.[13] Burada Kuzey Suriye'nin güçlü Türk valisi İmadeddin Zengi'nin hizmetine girdi.[13]

Dedesi Şadi, Bağdat şehrinin valisi olan Bihruz'un yakın arkadaşı idi.[14] Bihruz nüfuzunu kullanarak Şadi'nin oğlu Necmeddin Eyyub'un Tikrit'in kumandanlığına atanmasını sağlamıştır.[15][16] Böylece Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar Şadi'i ailesiyle birlikte Tikrit civarına yerleştirdi.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/05/Saladin2.jpg/200px-Saladin2.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Selahaddin Eyyubi'nin temsili bir resmi.

 

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/f/f1/Salah_ad-Din_Jusuf_ibn_Ajub.jpg/200px-Salah_ad-Din_Jusuf_ibn_Ajub.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Selahaddin Eyyubi, bir 12. yüzyıl Arap yazmasından.

 

 

İmadeddin Zengi'nin ordusu 1131'de Karaca el-Saki tarafından mağlup edildi ve Zengi, Tikrit'e sığındı.[kaynak belirtilmeli] Selahaddin'in babası Necmeddin Eyyub ve amcası Esedüddin Şirkuh (أسد الدين شيركوه بن شاذي; Şirkuh: Farsça'da Dağ Aslanı anlamındadır), Zengi'ye yardım etmiş ve Tikrit'te hapseilen Aziduddin el-Mustevfi'nin kaçmasını sağlamışlardır.[kaynak belirtilmeli] Bunun üzerine Bihruz ile araları açılmış, buna mukabil Musul ve Halep Atabeyi Zengilere yaklaşmışlardır. Şirkuh'un bir Selçuklu yüksek memuru öldürme olayından sonra iki kardeş Zengi'ye başvurmuş ve 1138'de görevinden alınan Necmeddin Eyyub ve ailesi İmadeddin Zengi'nin hizmetine girmiştir.[17]. Selahaddin'in annesi Selçukluların Harim (حارم) emiri Şihabeddin Mahmud ibn Tokuş el-Harimi[18]'un kızkardeşidir. Şam bölgesini yöneten Tutuş'un aksine, Tekeş ile ilgili bir olay, İbn-ul Esir tarafından aktarılıyor[19] Kız kardeşi Sitti Şam (Zümrüt Hatun) önce Hüsameddin Muhammed bin Ömer bin Laçin[20]'in babasıyla daha sonra Selahaddin'in amcası Şirkuh'un oğlu Nasreddin Muhammed ile evlendirildi.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/e/e3/Saladin_and_Guy.jpg/300px-Saladin_and_Guy.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Hıttin Savaşı sonrası, Selahaddin ve Lüzinyanlı Guy.

 

 

Çocukluğu ve eğitimi [değiştir]

 

İmadeddin Zengi'nin, babası Necmeddin Eyyub'u vali olarak atadığı Baalbek ve Şam'da büyüyen Selahaddin, ayrıcalıklı bir çocukluk geçirmedi. İyi bir tahsil aldı. Askeri eğitimden ziyade dini derslere meraklıydı.[13] Sanatla ve ilimle uğraşırdı. Selahaddinin biyografisini yazan al-Wahrani Onun Öklid Geometrisi, Astronomi, Matematik ve Aritmatik konularında uzman olduğunu belirtir.[21] Mantık, felsefe, sosyoloji, fıkıh (İslam hukuku) ve tarih öğrendi, Şam'daki Dar'ul-Hadis'den (Hadis Üniversitesi) mezun oldu.

Erken hizmet dönemi [değiştir]

 

Yirmi altı yaşındayken amcası tarafından eğitilmek üzere kendi hizmetine alındı.[22] Mısır'ın güçlü aşiretlerinden Banu Ruzzaiklerin ele geçirilmesinde Fatımi halifesinin yanında savaştı. Daha sonra Haçlı ordusunun elinde bulunan Mısır'daki Bilbeis şehrinin ele geçirilmesinde görev aldı. Bilbeis'in ele geçirilmesinden sonra karşılaştıkları Haçlı ordusuna karşı amcasının ordusunun sol kanadını oluşturan Kürt süvari birlikleri ile elde ettiği başarılar sayesinde kendini gösterdi.[23] Savaşın sonunda haçlı kumandanı "Kayseryalı Hugh" (Hugh of Caesarea) Selahhaddin'in birliğine saldırdığı esnada esir düştü.[23] Şavaşın sonunda Selahaddin ve amcası Şirkuh İskenderiye'ye geçtiler. Burada kendilerine halife tarafından para, asker ve bir kale verildi.[24] Kaleye saldıran Mısır haçlıları Şirkuh'un birliklerini dağıtmayı başardılar fakat Selahaddin'in birlikleri kalenin düşmesine engel oldu.[25]

Haçlılarla mücadelesi [değiştir]

 

Mısır seferi [değiştir]

 

I. Haçlı Seferi sonucunda kurulan Kudüs Krallığı gözünü Mısır'a dikmişti. Mısır'ın iç siyaseti karışıklıklar içindeydi. Mısır veziri Şavar bir saray darbesi sonucu vezirlikten olunca gizlice Şam'a Nureddin Mahmud Zengi'nin yanına gitti ve O'ndan yardım istedi (1164). Nureddin Mahmud bu olayı fırsat bilerek İslam dünyasındaki iki başlılık problemini halledebileceğini[kaynak belirtilmeli] ve müslümanları tekrar haçlılara karşı birleştirebileceğini[kaynak belirtilmeli] de hesaba katarak Şavar'a olumlu yanıt vermiştir.

Selahaddin'in askeri hayatı bu noktada, amcası Esedüddin Şirkuh’un hizmetine girmesiyle başladı. Mısır'a gönderilecek orduya Nureddin Mahmud komutan olarak Şirkuh'u atadı. Şirkuh Nureddin Zengi'nin emriyle, ilki 1164 yılında olmak üzere Mısır’a üç sefer düzenledi. Selahaddin bu seferlere Nuredddin Zengi'nin emriyle katılmıştır. Önceleri Selahaddin bir ilim adamı olmak istiyordu, yönetici olmak gibi bir niyeti yoktu.[kaynak belirtilmeli] Nureddin Mahmud, Selahaddin'in bütün karşı çıkmalarına rağmen askeri sahada Selahaddin'den faydalanmak istemişti.

Fatımiler hilafetini devam ettirmek adına Haçlılarla işbirliğine gitti. Ordu Mısır'a ulaşıp Şavar tekrar Fatımi Halifesi tarafından Mısır veziri ilan edilince verdiği sözlere uymadı ve ihanet etti. Şirkuh hem Kudüs kralı I. Amalrik ile hem de Mısır’ın Fatımi halifesinin veziri Şavar ile mücadele etmek zorunda kaldı. Şavar yaptığı ihanetin cezasını öldürülerek buldu. Fakat Şirkuh da iki ay sonra öldü. Selahaddin, amcası Şirkuh'un ölümünden sonra, henüz 31 yaşındayken Mısır'daki Suriye birliklerinin komutanlığına, melik unvanıyla Mısır vezirliğine atandı. (1169).

Eyyubi Devleti'nin kurulması [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/57/Ayyubids1189.png/170px-Ayyubids1189.pnghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Kudüs'ün fethinden sonra Eyyubilerin sınırları.

 

 

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ana madde: Eyyubiler1171’de Mısır’da Şii Fatımi halifeliğine son vererek Sünniliğe dönüldüğünü ve Bağdat'taki Abbasi halifeliğine bağlılığını ilan eden Salaheddin Eyyubi böylece Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi. Böylece İslam dünyasındaki iki başlılık son bulmuş ve biri Bağdat'ta, biri de Mısır'da olmak üzere mevcut olan iki halifeli yapı değiştirilmiş oldu. Artık İslam dünyasında tek bir halife vardı. Bu olay müslümanların haçlılara karşı birleşmesinde tarihi dönemeçlerden birisi olmuştur.[kaynak belirtilmeli]

Selahaddin Nureddin Mahmud Zengi’ye hayatı boyunca bağlı kaldı, fakat Nureddin'in 1174 yılında vefat etmesiyle durum değişti. Selahaddin, Nureddin'in dul eşi İsmedüddin Hatun ile evlendi. Fakat Nureddin'in yerine geçen oğlu İsmail, Selahaddin'i tanımadı ve işbirliğine yanaşmadı. Mısır’daki zengin tarım topraklarını mali dayanak olarak kullanan Salaheddin, Nureddin’in çocuk yaştaki oğlu adına naiplik talebinde bulunmak üzere küçük, ama çok disiplinli bir orduyla Suriye’ye hareket etti. Ama çok geçmeden bu talebinden vazgeçti. 1177 yılındaki Montgisard Muharebesinde Kudüs kralı IV. Baldwin'e yenildi. 1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye girişti ve İslam birliğini tekrar kurdu. Zamanla sahtekarlık, ahlaksızlık ve gaddarlıktan uzak, cömert, erdemli, ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi.[kaynak belirtilmeli] O zamana değin iç çekişmeler ve yoğun rekabet yüzünden Haçlılara direnmede güçlük çeken Müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmelerini sağladı.[kaynak belirtilmeli]

Hıttin Savaşı [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/66/Hattin.jpg/170px-Hattin.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Hıttin Savaşı

 

 

Ana madde: Hıttin MuharebesiSelahaddin, yeni ya da gelişmiş askeri teknikler kullanmak yerine, çok sayıdaki düzensiz kuvvetleri birleştirip disiplin altına alarak askeri güç dengesini de kendi lehine çevirmeyi başardı. 1187’de günbütün gücüyle, Latin Haçlı krallıklarına yöneldi. Bu arada Kudüs Kralı ölmüş yerine Lüzinyanlı Guy geçmişti.

Selahaddin, Kudüs kralını ve ordusunu Kuzey Filistin’de Tiberya yakınlarında Hıttin'e kadar getirmeyi başardı. Hıttin kuyularıyla ünlü bir yerdi. Selahaddin çok önceden kuyuları tutmuştu, böylece haçlılara bir damla su bırakmadı.[kaynak belirtilmeli]

Kudüs ordusu günlerce süren yürüyüşten sonra 4 Temmuz 1187’de tükenmiş ve susuzluktan bitkin düşmüş bir bir halde Selahaddin ile karşılaştı, İslam ordusu çoktan kuyuları tutmuş ve hiçbirini bırakmak gibi bir niyeti de yoktu. Bu noktadan sonra geri dönemediler ve Selahaddin'in karşısına çıkmak zorunda kaldılar. Hıttin Savaşı'nda Seladdin, Haçlı ordusunu yenmeyi başardı. Haçlıların verdiği kayıpların büyüklüğü Müslümanların Kudüs Krallığı’nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağladı. Akka, Betrun, Beyrut, Sayda, Nasıra, Caesarea, Nablus, Yafa ve Aşkelon üç ay içinde düştü. Salaheddin Haçlılara en büyük darbesini ise 88 yıl Frankların elinde kalan Kudüs’ü 2 Ekim 1187’de teslim alarak indirdi.

Üçüncü Haçlı seferi [değiştir]

 

Ana madde: Üçüncü Haçlı seferiSelahaddin’in başarısına düşen tek gölge[kaynak belirtilmeli] Sur’un ele geçirilmemesiydi. 1189’da Haçlı işgali altında yalnızca üç kent kalmış, ama sağ kalan dağınık Hristiyanlar zorlu bir kıyı kalesi olan Sur’da toplanarak Latin karşı saldırısının çıkış noktasını oluşturmuşlardı. Kudüs’ün düşmesiyle derinden sarsılan Batılılar yeni bir Haçlı seferi çağrısında bulundu. III. Haçlı Seferi çok sayıda büyük soylu ve ünlü şövalyenin yanı sıra, üç ülkenin krallarını da savaş alanına çekti.

III. Haçlı Seferi uzun ve tüketici oldu. I. Richard ("Aslan Yürekli" Richard) hiçbir sonuca ulaşamadı. Haçlılar Doğu Akdeniz’de ancak güvensiz bir toprak parçasına tutunabildiler. Kral Richard Ekim 1192’de dönüş için yelken açtığında savaş sona ermişti.

Ölümü [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/d5/Graf_Saladin_Damascus.JPG/160px-Graf_Saladin_Damascus.JPGhttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Selahaddin'in Şam'daki kabrinin içi.

 

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/d7/Saladins_grave_damaskus.jpeg/160px-Saladins_grave_damaskus.jpeghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Selahaddin'in Şam'daki türbesi

 

 

Selahaddin başkent Şam’a çekildi. 1193 yılında öldü. Ölümünün ardından akrabaları imparatorluğu paylaştılar.

11 Aralık 1917 tarihinde Kudüs'e giren İngiliz Orduları Komutanı Orgeneral Edmund Henry Hynman Allenby Selahaddin Eyyubi'nin mezarına vurarak; 'Kalk Selahaddin biz yine geldik' şeklinde bir konuşma yapmıştır.[kaynak belirtilmeli]

Popüler kültür [değiştir]

 

Selahaddin Eyyubi, 2005 yılında çekilen Cennetin Krallığı adlı filmde Suriyeli aktör Hasan Mesut tarafından canlandırılmıştır. Daha önce 1935 yılında Cecil B. DeMille'in yönettiği The Crusades filminde Ian Keith, 1954 yılında David Butler'ın yönettiği King Richard and the Crusaders filminde ise başroldeki Rex Harrison tarafından canlandırılmıştı.

 

 

I. Richard veya Aslan Yürekli Richard (Rişar)(d. 8 Eylül 1157 – ö. 6 Nisan 1199), İngiltere'nin 1189-1199 tarihleri arasındaki Fransız asıllı kralı. (İngilizce: Richard the Lionheart, Fransızca: Richard Coeur de Lion) İngiltere'nin Normanlar tarafından fethinden sonraki krallarından olan I. Richard, Plantagenet hanedanındandı. Aslen Fransız'dı ve çok az İngilizce biliyordu.

Richard'a Aslan Yürekli ünvanı, üstün cesaretine ve komuta kabiliyetine binaen verilmiştir. Henüz 16 yaşındayken, komutası altındaki birliklerle, babası II. Henry'ye karşı ayaklanan asileri bastırmayı başarmıştır. Üçüncü Haçlı Seferi'ne bizzat katılmış ve komuta etmiştir. Philip Augustus'un ayrılmasından sonra komutayı elden bırakmamış, ve Müslüman'lara karşı önemli zaferler elde etmiş ve Selahaddin Eyyubi ile birçok kere karşı karşıya gelmiştir. Birçok önemli başarı elde etmesine rağmen Kudüs'ü ele geçirememiştir.

I. Richard, günümüzde de İngiltere'nin önemli ikonlarından biridir.

 

Doğumu ve soyu [değiştir]

I. Richard, 8 Eylül 1157 tarihinde İngiltere'nin Oxford kentindeki Beaumont Sarayı'nda dünyaya geldi. Ancak o zamanki İngiliz kraliyet hanedanının diğer üyeleri gibi Fransız asıllıydı. II. Henry'nin üçüncü meşru oğlu olduğu için tahta çıkmayı beklemiyordu.[kaynak belirtilmeli] 6 Temmuz 1189'da babası II. Henry'nin ölümü üzerine İngiltere kralı oldu. Yaşamının çoğunu İngiltere'de değil, Normandiya'da (Fransa) geçirdi.

Üçüncü Haçlı Seferi [değiştir]

 

1187 yılında Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü Haçlılardan geri aldığı haberi Avrupa'ya ulaşınca, Richard Fransa kralı II. Philip'le birlikte Üçüncü Haçlı seferine çıkmaya karar verdi. 1190 yazında Hristiyanlığın kutsal topraklarına doğru yola çıkan Richard önce Sicilya'yı işgal etti. Sonra Sicilya'dan ayrılarak 6 Mayıs 1191'de yol üzerindeki Kıbrıs'ı ele geçirdi. 7 Eylül 1191'de Arsuf Savaşı'nda Selahaddin Eyyubi'nin ordularını yenmeyi başardı. Ancak 1 yıl daha uğraşmasına rağmen KudüsSelahaddin Eyyubi'den geri alamadı. 2 Eylül 1192'de Selahaddin'le bir anlaşma imzalayarak Avrupa'ya geri döndü. Avrupa'ya geri dönerken Viyana yakınlarında Kutsal Roma Germen İmparatoru VI. Heinrich'a esir düştü. Annesi Akitanya Düşesi Elenor 150.000 Mark tutarında bir fidye ödeyerek 4 Şubat 1194'de oğlunun serbest bırakılmasını sağladı.

Son yılları [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/e/e7/Richard_I_of_England_-_Palace_of_Westminster_-_24042004.jpg/220px-Richard_I_of_England_-_Palace_of_Westminster_-_24042004.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Richard'ın Westminster Sarayı önündeki heykeli

 

 

Aslan Yürekli Richard yaşamının geri kalan bölümünü Normandiya'da geçirdi. Chateau-Gaillard denilen bir şato inşa ettirdi. Birlikte Haçlı Seferi'ne çıktığı II. Philippe Auguste ile savaşırken çaylak bir okçu tarafından kolundan yaralandı.Ölümünden önce çaylak okçuyu bağışladı.Birçok İngiliz tarihçisi tarafından "karıncanın aslanı öldürmesi" olarak yorumlanır. Yaranın kangren olması sonucu 6 Nisan 1199 tarihinde annesinin kollarında öldü.41 yaşında ölen Richard'ın bedeni Fransa'nın dört bir yanına dağıtılmış,iç organları okla yaralandığı Chalus Şatosu'na,kalbi Rouen'e ve bedenin geri kalanı da Fontevraud'a gömülmüştür

Etkileri [değiştir]

 

10 yılı aşkın hükümdarlığı boyunca İngiltere topraklarında geçirdiği toplam süre altı aydan daha azdır.[kaynak belirtilmeli] Hükümdarlığının son beş yılının tamamını ülke dışında geçirdi. Çok az İngilizce bilmekteydi ancak buna rağmen İngilizler tarafından sevilen ve hatırlanan bir liderdir. Yokluğunda kardeşi John hüküm sürdü ve onun haksız yönetimine esnasında bir halk efsanesi olarak Robin Hood doğdu.

 

 

İbn-i Cübeyr

 

Gerçek adı; Ebul'l Hüseyn Muhammed İbni Ahmed İbni Cübeyr El-Kinani. Ortaçağ Endülüs asıllı şair ve yazar olarak ün yapmıştır, 539 yahut 540/1144 veya 1145 yılında İspanya'nın Valensiya veya Hatib şehrinde dünyaya geldi. Eldeki kaynaklara göre 740 yılında İspanya'ya gelen arap kabilelerinden birine mensuptu. Babasının kültürlü ve üst düzey bir devlet memuru olduğu, kendisinin de bir süre Muvahhidler'den bir emirin sekreterliği ile Granada valisinin nezninde kâtiplik yaptığı bilinmektedir.

1 Şubat 1183'de hacca gitmek üzere Granada'dan yola çıktı Ceuta ve İskenderiye üzerinden Kahire ve oradan yukarı Nil'deki Kus'a kadar dolaştı, yolculuğunu çöl üzerinden Ayzab, Kızıl Deniz, Cidde oradan Mekke'ye geçti. Mekke'de sekiz ay kaldı. Daha sonra Medine'ye geçti burda da bir süre kaldıktan sonra bir kervana katılarak çöl üzerinden Bağdat, Musul ve Kuzey Suriye'yi dolaşıp, Halep üzerinden Şam'a geçti. Orada iki ay kaldıktan sonra Kudüs Krallığı'na gitmek için yola çıktı, Sur (Tiros)dan Ceneviz gemisi ile Akka'ya gitti. 1184 yılında zor şartlarla Mesina'ya ulaştı. Hava şartlar yüzünden birsüre Mesina'da kaldı ve 25 Nisan 1185'de Granada'ya döndü. İbni Cübeyr'in yolculuğu sırasında ona arkadaşı doktor Ebü Cafer Ahmet el-Kuday eşlik etti.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/de/Yabar-IbnJubair.PNG/500px-Yabar-IbnJubair.PNGhttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

 

 

 

İbn-i Cübeyr daha sonra 1189-1191 yıllarında ikinci bir hac yolculuğuna çıktı. Bu seyahat ile ilgili detaylı bilgi yoktur. Arkasından 1217 yılında üçüncü bir hac yolculuğuna daha çıktı ve bu seyahatinde İskenderiye'den ilerisine gidemedi ve orada öldü.

 

Üçüncü Haçlı Seferi, 1189-1192 yılları arasında gerçekleşmiş Haçlı seferi.

Selahaddin Eyyubi'nin Haçlıların elinden Kudüs'ü alması üzerine Avrupa'da yeni bir Haçlı seferi düzenlendi.

Alman imparatoru yaklaşık yüz bin kişilik ordusuyla Anadolu'ya girdi. Beklemediği bir savunma ile karşılaşan ve ağır kayıplar veren Alman imparatoru Friedrich Barbarossa Silifke'de boğulunca ordusu dağıldı.

Deniz yoluyla hareket eden Fransız ve İngiliz Haçlı orduları ise Selahaddin Eyyubi'yi yenemeyerek geri döndüler.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/01/Crusader_States_1190.svg/300px-Crusader_States_1190.svg.pnghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Yakın Doğu, yaklaşık 1190, Üçüncü Haçlı Seferi

 

 

Konu başlıkları

 

 

 

[gizle]

  • 1 Arka Planda Gelişmeler
    • 1.1 Suriye, Filistin ve Mısır Müslümanlarının birleştirilmesi
    • 1.2 Hıttin Muharebesi
    • 1.3 Kudüs'ün Fethi ve Kutsal Kudüs Krallığı'nın Ortadan Kaldırılması

    [*]2 Üçüncü Haçlı Seferi Hazırlıkları

    [*]3 Kutsal Roma-Germen İmparatoru Friedrich Barbarosa'nın Seferi

    [*]4 İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard'ın Filistin'e Gelişi

    [*]5 Arsuf Muharebesi

    [*]6 Kudüs Kralı'nın Ölümü ve Aslan Yürekli Richard'ın Filistin'den ayrılışı

    [*]7 Üçüncü Haçlı Seferi sonrası

    [*]8 Dipnotlar

    [*]9 Ayrıca bakınız

    [*]10 Dış kaynaklar

    • 10.1 Birincil kaynaklar
    • 10.2 İkincil kaynaklar

Arka Planda Gelişmeler [değiştir]

 

 

Suriye, Filistin ve Mısır Müslümanlarının birleştirilmesi [değiştir]

 

İkinci Haçlı Seferide Haçlılar başarı kazanamadılar ve Nureddin Zengi birleştirilmiş Suriye'yi Şam'dan idareye devam etti. Nureddin idaresi altındaki arazileri genişletmek istemekteydi ve bu nedenle dikkatini Mısırda hüküm süren ve Şii meşrebinin İsmailî mezhebine dahil olan Fatimiler devletine çevirdi.

Fatimi devletinin iktidar gücünden uzaklaştırılmış olan veziri Savar Mısır'dan kaçıp Şam'a gelmişti ve Nureddin Zengi'yi Mısır'ı ele geçerebilceğini inandırdı. Nureddin Zengi Fatimi devletini Mısır'dan atmak için 1163de bir askeri sefer hazırladı. Bu orduya Zengi'nin çok inandığı bir general olan Sirkuh komuta etmekteydi. Bu orduda eski Fatimi veziri Savar ve Sirkuh'un yeğeni olan genç Selahaddin'de bulunmaktaydı.[1] [2]

Sirkuh'un ordusu Nisan 1164de Suriye'den harekete geçerek Ürdün Nehri'ni doğu yakasından takip ederek Ölü Denizin güneyine gelip buradan batıya dönerek Sina Yarımadası kuzeyinden Akdeniz kıyılarına geldi. 24 Nişan'da Mısır'ın en doğuda limanı olan Bilbays'ı eline geçirdi. 1 Mayıs'da Kahire önünde kampa girip şehri kuşatmaya başladı. 13 yaşında olan Fatimi Sultanı El Azid'in veziri ve gerçek devlet idaresinde elinde bulunduran Veziri "Dirgham" bu ordunun gelişine çok şaşırmıştı ve nasıl bir mukavemet sağlayacağını bilemedi. Herşeyi geride bırakıp kaçmakta iken yakalanıp öldürüldü. Yerine daha önce vezir olan ve Sirkuh'la birlikte gelen Savar tekrar Fatimi vezirliğine getirildi. Savar daha önce Nureddin Zengi ordusu tarafında olmakla beraber, iktidarı tekrar eline geçirince Sirkuh'un Mısır'dan ayrılmasını istedi. Sivar bu isteğini Sirkuh ve Suriye ordusuna kabul ettirmek için Mısır'daki Fatimi ordusuna güvenemiyordu. Bu nedenle Kudüs'deki Haçlı Devlet Kralı olan I. Amalrik'e bir elçi gönderek ondan askeri yardım istedi. Zaten Mısır'a gözlerini dikmiş olan I. Amalrik bu fırsatı elinden kaçırmak istemedi ve Temmuz 1164de ağır süvari şövalyelerden oluşan bir Haçlı ordusunu Sina üzerinden Mısır'a gönderdi. 1164de bu Haçlılar şövalyeler ordusu Mayıs'dan beri Mısır'da bulunup Bilbays önünde savunma mevkileri hazırlamış olan Sirkuh'un ordusu ile muharebeye girişti. Sirkuh ordusu burada haftalarca Haçlı hücumlarına karşı durdu. Fakat Sirkuh ana üssünden uzaktaydı; Haçlı ve Mısır Fatimi orduları arasında kalmıştı ve böylece stratejik durumu hiç iyi değildi.

Haçlıları Mısır'da Bilhays'daki hücumlarından vazgeçirmek için bir büyük ordu ile Nureddin Zengi Haçlı Antakya Prensliği'nde hücuma geçti. Antakya yakınlarında bulunan Harım kalesini kuşattı. Bu kaleyi kurtarmak için Antakya Prensi III. Bohemondo ve Trablus Kontu orduları ile geldiler. Bu kale önünde büyük bir muharebe, Harım Muharebesi, yapıldı. Nureddin Zengi ordusu bu muharebede büyük bir zafer kazandı. Çok sayıda Haçlı askerleri ve 2000 kadar şövalye öldürüldü ve Antakya Prensi ve Trablus Kontu esir olarak alındı.

Nureddin Zengi bu "Harım Muharebesi" galibiyetinden sonra eline geçen Haçlı bayraklarını ve ölen Haçlı şövalyelerinin kellelerini bir torbaya koyarak bir emin habercisi ile Mısır'a Bilhays'ta muharebeye devam eden Sirkuh'a gönderdi. Bunlar Bilhays'da bulunan Haçlı ordularına teşhir edildi. Moralleri çok bozulan Haçlı ordusu ve şövalyeleri Bilhays'ı bırakıp Filistin'e geri dönmeye karar verdiler. Kudüs Kralı İ. Amalrik Sirkuh ile barış müzakerelerine girdi ve bu müzakereler sonunda her iki ordunun da Mısır'dan ayrılması üzerinde anlaşıldı, Ekim 1044de Haçlı ordusu Filistin'e döndü ve Sirkuh ile Suriye ordusu da aynı geliş güzergahlarını takip ederek 2 hafta içinde Şam'a geri geldi. [1]

Bu altı ay süren askeri harekatten en karlı çıkan Fatimi Devleti veziri Savar olmuştu. Fatimi Devleti'nde iktidarı eline geçirmişti ve bu iktidar gücünü pekiştirmeye koyuldu. Fakat Sirkuh'un hiç yenilge görmeden Bilhays'dan ve Mısır'dan ayrılmaktan hoşlanmıyacağı açıktı ve hemen Sirkuh'un Nureddin Zengi'yi yeniden bir Mısır seferi hazırlamaya ikna etmeye hatta zorlamaya çalışacağı öğrenilmişti. Savar Haçlı Kudüs Kralı İ. Amalrik ile bir askeri savunma anlaşması yaptı. Bu anlaşmayı öğrenen Nureddin Zengi'nin eskiden yeni bir Mısır seferine girmeye pek niyetli değilken yeni bir seferi uygun görmeye başladı. 1167 yılı iki tarafın yeni bir Mısır seferi hazırlıklar yapması ile başladı.

1167de Sirkuh emrindeki Suriye ordusu yine aynı güzergahı takip ederek Mısır'a girdi. Aynı zamanda Kudüs Kralının Fatimilere yardım için hazırladığı Haçlı ordusu Filistin üzerinden Mısır'a gelip Savar emrindeki Fatimi ordusu ve Kudüs kralının Haçlı ordusu Kahire önünde doğudan gelecğini bekledikleri Suriye ordusunu beklemeye koyuldular. Fakat Sirkuh Kahire'nin güneyinden şehrin etrafından dönerek batıdan geldi ve kamp kurduğu Gize'de piramitler mevki ile savunucu ordular arasında Nil Nehri bulunmaktaydı.

Amalrik ve Savar Nil Nehrini geçip Sirkuh'un ordusuna hücum etmek için planlara başladılar. Sirkuh ise ana üssünden çok uzaklarda olduğu için daha kurnazca bir strateji uygulamaya başladı. Sirkuh hemen kuzeye çekilmeye başladı. Amalrik ordusunun bir kısmı bu 'kaçışı' takibe başladı. 18 Mart 1667de iki tarafa Nil Nehri'nin batı yakasında Babayn'da muharebeye giriştiler ve takip eden Haçlı ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Amalrik bu yenilgiden kaçtı ve yeni asker toplamak için Kahire'de kalmış olan Savar'la tekrar birleşti. Babayn Muharebesinden sonra Sirkuh ve Suriye ordusu ise hızla İskenderiye'ye çekildi ve İskenderiye halkı tarafından çok iyi karşılandı. Yeni Fatimi ordusuyla Savar ve Avrupadan yeni gelen Haçlılarla ve Haçlı donamasıyla takviye edilen Haçlı ordusu çok geçmeden İskenderiye'yi kuşatmaya aldılar.

Bir ay süren kuşatmadan sonra Suriye ordusu ve İskenderiye büyük bir bir zorluğa girdi. Buna karşı durabilmek için Suriye ordusunun komutasını yeğenine bırakan Sirkuh küçük ama seçkin bir süvari birliği ile kuşatmayı yardı ve Yukarı Mısır'a gitmeye başladı. Yukarı Mısır'da köylüleri Savar ve Fatimiler aleyhinde ayaklandırıp birliğini yeni askerlerle takviye ederek kuşatıcı ordu arkasında güneyden yeni bir cephe açtı. Haçlı Ordusu komutanı Kudüs Kralı İ. Amalrik ülkesine kuzeyden Suriye'den Nureddin Zengi'nin yaptığı baskınlardan korkmaktaydı ve Kudüs'e geri dönmeye hazırdı. Sirkuh bir elçi göndererek üç sene önce olduğu gibi her iki dışarıdan gelen ordunun da Mısır'dan çekilmesini teklif edince bu bir anlaşmaya neden oldu. Haçlılar ve Fatimiler İskenderiye kuşatmasını kaldırdı ve Suriye ordusu başlarında Selahaddin bir törenle İskenderiye'den ayrıldı. Ağustos 1167de Haçlı ordusu Kudüs'e ve Sirkuh'un Suriye ordusu Şam'a eski güzergahlarını takip ederek geri çekildiler[1]

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hıttin Muharebesi [değiştir]

 

Ana madde: Hıttin MuharebesiChatillon'lu Raynald'in nefret uyandıran bu eşkiyalık hareketleri Selahaddin Eyyubi'yi çok kızdırdı. Kudüs Krallığı'na karşı harekete geçip bu istilacıları ortadan kaldırmaya karar verdi. Mısır, Suriye, Ceziriye haberciler gönderip bu istilacılara karşı bir cihad yapmak için komutası altında birleşmelerini istediğini bildirdi ve buna karşılık olarak binlerce süvari ve piyade gönüllü Şam'a gelmeye başladı.[1]

Kudüs Krallığı bu arada idarecilerin şahsi çekişmelerine sahne olmaktaydı. Yeni kral olan Lüziyanlı Guy Trablus Kontu olan ve Selahaddin'e daha ılımlı olarak hareket etmeyi kabul eden III. Raymond'un gücünü kırmaya çalışmaktaydı. Trablus Kontu'nun karısı küçük bir kale olan Tiberiya'i elinde bulundurmaktaydı. Kudüs Kralı Lüziyanlı Guy bu kaleye hücum etmeye hazırlanmakta olduğundan haberdar olan Trablus'lu III. Raymond Selahaddin'den askeri yardım istedi ve Selahaddin'de bir süvari birliğini bu kaleye takviye olarak yolladı. [1]

30 Nisan 1187de Selahaddin Raymond'a bir haberci göndererek aralarındaki anlaşmaya uygun olarak Taberiye Gölü etrafında keşif yapmak için ufak bir keşif birliğini Tiberiya civarına göndereceğini bildirdi ve bu birliğin hiçbir hücum yapmayacağını açıkladı. Raymond bunu kabul etmek zoruunda kaldı ve kendi arazisindekileri bu birliğe yaklaşmamak için uyardı. 1 Mayıs'da 7000 kişilik bir Müslüman keşif birliği Tiberiye önünden sabahleyin geçip akşamleyin geri döndü ve hiçbir olay ortaya çıkmadı. Ama civarda Saffuriye köyünde bulunan ve Selahaddin-Raymond anlaşmasına karşı olan Hospitalier ve Tapınak Şövalyeleri'nden oluşan birkaç yüz şövalye ve piyadeden bu asker-kesişler grubu birliği Müslüman keşif birliğine Saffuriye'de hücuma geçti. Ama Haçlılar çok büyük yenilgiye uğrayıp büyük zayiat verdiler. [1]

Bu Saffuriye yenilgisi üzerine büyük bir papaz, keşiş ve şövalye grubu Trablus Kontu Raymond'a gidip onu anlaşmadan vazgeçmeye zorladılar ve Raymond'un Kral Guy'un Salahaddin'e karşı yapmaya düşündüğü harekate katılmasını sağladılar.

Kral Guy komutasında olan bütün Kudüs Krallığı bölgesinde ve yakınlarda bulunan şövalyeleri ve diğer gönüllüleri kapsayan Haçlılar orduları Akka civarında toplandı. Bu orduya Sür Piskoposu idaresinde birçok Hristiyan papazlar da katıldı ve bunlar özellikle İsa'nın üzerinde olduğu çarmıhın bir parçasını, yani Gerçek İstavrozu, bu "kutsal" ordunun bir alemeti olarak taşımaktaydılar. Haçlı ordusu Saffuriye üzerine yürüyüşe geçti.[1]

Haziran ortasında Selahaddin de 12.000 kişilik süvari ordusunu ve yeni gönüllü piyadeleri Şam ve Tiberyas arasında orta noktada toplamıştı ve onlara bir konuşma yapmıştı. Sonra Selahaddin bir kurnazca bir taktik uygulayarak Tiberyas kalesine hücum ederek bir gün içinde kaleyi ele geçirdi. Böylece Haçlı ordusunu kendi istediği bir meydanda Tiberyas'ın yakınlarında bir düzlükte muharebeye yolladı. Selahhadın Celile Golünden çıkan Ürdün nehrini arkasına almıştı ve boynuz şekilde tepesi olan "Hittin" önünde Kudüs ordusunu beklemekteydi.

Haçlı ordusu 3 Temmuz'da Saffuriye su kaynağından sabah yürüyüşe çıkarak, genellikle 4 saat çeken bu mevkiye hiç bir su kaynağı bulunmayan yoldan gitmeye başladı. Selahaddin'in ufak pusu ve yan hücumlarıyla yavaşlayan Haçlı ordusu ancak akşam üstü susuzluklarını gidermeyi planladıkları Taberiye Golünü uzaktan gören bir sırta vardılar. Hittin köyü bu sırtın altındaydı ve ilerisinde Taberiye Gölü ve su bulunmaktaydı. Ama bu mevki ile su kaynağı arasında Selahaddin'in ordusu bulunmaktaydı. Bu nedenle Haçlı ordusu geceyi susuz geçirdi.

Ertesi gün 4 Temmuz 1187de şafakla beraber Haçlı ordusu sırttan aşağıya gole doğru bir hücuma geçti. Susuzluktan çılgın gibi ileri atılan Haçlı piyadeleri Selahaddin ordusu tarafından püskürtüldü ve Selahaddin'in ordusu arkalarında gerideki atlı şövalyelere doğru geri çekildiler. Haçlılar hiçbir savunma hattı kuramadılar ve kuşatıldılar. Ama sonuna kadar savaşmakta devam ettiler. Raymond kaçmayı başardı ve Trablus'a gidebildi. En sonunda Hittin köyü civarında bir tepede Kral ve 150 kadar şövalye direniş yaptılarsa da sonunda hepsi ya öldürülüp ya da esir alındılar. Selahaddin'in esirleri arasında Kudüs Kralı Guy ile Reynald Arnat'da bulunmaktaydı.

Kral Guy ve Raynald Selahaddin'in çadırına getirildiler. Burada Krala bir bardak su verildi ve Kral suyu içtikten sondar bardağı Raynald'da uzattı ve o da sussuzluğunu geçirdi. Fakat Selahaddin tercümanına "Krala şöyle Reynald'a su verenin kendisi olduğunu bilsin" dediği bildirilir. Zamanın geleneklerine göre bir esire esir alan su verirse onun hayatı bağışlamış olmaktadır. Fakat Selahaddin Reynald'in eski ihanetlerini ve nefret uyandıran hareketlerini af etmeyeceği gayet açıktı. Kral Guy ve etrafındaki sivil şövalyelerin hepsinin hayatları bağışlandı; sonradan Şam'a gönderildi. Ama Reynald ve keşiş-asker Hospitalier ve Tapınak Şövalyeleri hepsi idam edildi. [1]

 

 

Kudüs'ün Fethi ve Kutsal Kudüs Krallığı'nın Ortadan Kaldırılması [değiştir]

 

Ana madde: Salehaddin Eyyübi'nin Kudüs Kuşatması ve Fethi

 

Üçüncü Haçlı Seferi Hazırlıkları [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/01/Crusader_States_1190.svg/300px-Crusader_States_1190.svg.pnghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Üçüncü Haçlı Seferi Başlarında (Yaklaşık 1190da) Yakındoğu

 

 

Kutsal Roma-Germen İmparatoru Friedrich Barbarosa'nın Seferi [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/53/Barbarossa.jpg/180px-Barbarossa.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Kutsal Roma-Germen İmparatoru Friedrich Barbarosa

 

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/bb/Gustave_dore_crusades_death_of_frederick_of_germany.jpg/180px-Gustave_dore_crusades_death_of_frederick_of_germany.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

"Alman İmparatoru Friedrich Barbarosa'nın ölümü" Ressam: Gustav Döre

 

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/88/Emporer_Frederic_I_death.jpg/160px-Emporer_Frederic_I_death.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Orta Çağlardan kalan Sakson Kronolojisi yazma kitabında İmparator Friedrich'in ölümü resmi

 

 

Yaşlı Kutsal Roma Germen İmparatoru I. Friedrich Papanın yeni Haçlı seferi için çağrısına hemen yanıt sağladı. 27 Mart 1188de yeni bir Haçlı seferine katılacağını ve bu sefere katılacak Alman haçlılara komuta edeceğini halka ilan etti. Büyük bir Alman haçlı ordusu toplandı.[3]1188de Nuremberg'e gelen Bizans elçileri Balkanlarda Bizans arazilerinde geçiş için organizasyon planları üzerinde uyuşma sağlandı.

İmparator ve üçüncü oğlu IV. Friedrich, Swabia Dükü başlarında olarak Alman Haçlı ordusu 11 Mayıs 1189da Ratısbon'dan merasimle ayrıldı. Bu ordu Hacli seferleri siralsinda toplanan en buyuk ordu konumundaydi ve cok iyi silahli ve cok iyi disciplinli idi. Ordu Macaristan üzerinden Bizanslılar elindeki Balkanlardan Konstantinopolis'e doğru yürüyüşe geçti. Bu orduya 2.000 askerle Macar kralı III. Bela'nın en genç kardeşi Geza da katıldı. Bu ordu Balkanlardan geçişi sırasında daha önce yapılan uyuşmaya genellikle katıldı. Bizanslılar 1176 Miryokefalon Muharebesi'ndeki büyük mağlubiyetten sonra ancak 1185de Anadolu'da durumu dengelemiş ve o tarihte Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile bir barış ve müteffiklik antlaşması imzalamışlardı. Büyük Alman Haçlı ordusunun Bizans topraklarında bulunmasından Bizanslılar hoşnutsuzdu. Fakat Alman Haçlı ordusunun büyüklüğü karşısında Bizans'ın fazla direniş göstermesine imkan yoktu.[4]

Alman Haçlı ordusu Bizans arazilerinden yeniden organize edilmiş şekilde merhale merhale geçişe başladı. Yine Haçlı ordusu disiplinsizlik örnekleri gösterdi ve Frederik Barbarossa'nın ordusu Filibe (o zamanki Philippopolis şimdiki Plovdiv) şehrini işgal etti ve bu şehri tekrar Bizans eline geçirmek için gönderilen 3.000 kişilik Bizans ordusunu yenik düşürdü. Ayrıca Adrianopolis (Edirne) şehrini yaktılar. Bu nedenle bu ordu 1189 sonbaharinda Konstantinopolis'e gelirgelmaz biran önce Boğaz'dan karşıya taşındı. Bazı kaynaklar Bizans Imparatoru II. İsaakios Angelos'un Selahaddin ile bir gizli anlaşma yaptığını ve Selahhadın'ın Bizans topraklarına hcum etmeme garantisine karşılık Haçlı ordusunu zayıflatmak için elinden geleni yapacağı hakkında anlaşama yaptığını bildirirler. [4]

Diğer taraftan II. Kılıç Arslan da bu büyük Alman ordusuyla çatışmaktan sakındı ve Almanlarla antlasma yaparak bu ordunun Anadolu'dan Selçuklu ordusunun hücumlarına maruz kalmadan geçişini garantiledi. Fakat Almanlara göre bu ordunun Anadolu'dan geçişi sırasında kimseye buyruk olmayan Türkmenlerin zaman zaman hücumlarına maruz kaldı. Akşehir üzerinden, Alman Haçlı ordusu 17 Mayıs'da bu ordu Anadolu Selçuklu başkenti olan Konya önlerine geldi. Anlaşma gereğince barış içinde ordunun şehir kenarından geçmesi gerekmekteydi; fakat imparator Friedrich şehre hücum edip eline geçirmeye karar verdi. Bazı Alman tarihçilerine göre bu ordu Konya önlerine geldiğinde İmparator Friedrich'in Türkmen hücumlarına karşı sabri tükenmişti ve Türklere karşı bir yaptırım uygulamak istemekteydi. Diğer tarihçiler Haçlılar Konya önüne geldiğinde II. Kılıç Arslan'ın büyük oğlunu Kutabeddin bu durumu kaldıramamıştı ve babasını tutuklattırarak Haçlı ordusuna karşı koymayı denedi. Her nedenle olursa olsun Alman Haçlı ordusu, yapılan antlaşmaya aykırı olarak 18 Mayıs'da (bazı tarihçilere göre bir askeri çatışmadan sonra Kutabeddin'in ordusunun çekilmesini takiben) Alman Haçlı ordusu Konya'yı işgal etti. [5] Alman Haçlı ordusu Konya'da 5 gün kalıp yine yürüyüşe geçti. Göksu Irmağı vadisini takip edip Akdeniz'e inmek planlanmıştı.

Fakat Alman Haçlı ordusu 10 Haziran 1190da tam dağlık araziden çıkıp Sılıfke civarına geldiği zaman ordusunun ve korumalarının biraz ilerisinde bulunan İmparator I. Friedrich Barbarossa Göksu Irmağı içinde boğularak öldü. Bunun nedenleri çeşitli şekillerde anlatılmıştır.[4] Bazı tarihçilere göre İmparator çok sıcak olan bir günde kendi soğutmak için ırmağa atlamış ve ya suyun çok soğuk olması dolayısıyla kriz geçirip boğulmuş; ya da suyun hızı beklediğinden çok olup bu hızlı su akışına karşı koyamayıp boğulmuştu. Diğerleri atının sürçmesi dolayıyla ırmağa düştüğünü ve çok ağır zırh giydiği için yahut başını bir kayaya çarptığı için suya batıp boğulduğunu iddia ederler. Ordusunun birlikleri ırmak kenarına geldikleri zaman nehir kıyısında ölü ceseti ile karşılamışlardır.[6]

Oğlu VI. Frederick, Swabia Dükü Haçlı Alman ordusunun komutasını üzerine aldı. Fakat büyük Alman haçlı ordusu hemen tümüyle demoralize olmuştu. Bazı Alman asilleri hemen karadan geri döndüler' diğerleri Sılıfke'ye ve Tarsus'a gittikten sonra denizden Avrupa'ya gitmek üzere ordudan ayrıldılar. Swabia Dükü emri altında Antakya'ya erişen Haçlı Alman ordusu 5,000 kadardı.

Antakya Prensi III. Bohemondo, Swabia Dükü ve ordusuna büyük misfirperverlik gösterdi. Ölü imparatorun ceseti sirke içinde Antakya'ya getirilmiş; ama sirke cesedi koruyamamıştı. Cesedin kalan kısımlarının çoğu Antakya Katedrali'ne gömüldü ama bazı kemik parçaları Kıyamet Gününde Frederick'in Kudüs'e bulunmasını sağlamak için ordu tarafından saklandı. Sonunda Swabia Dükü yakın akrabası olan Akka Dükü Montferrat'lı Conrad yardımını istedi. Onun yardımıyla ölü imparatorun kemikleri Antakya Katedralinden alınarak Akka'ya götürüldü ve oradaki katedralde gömüldü. VI. Frederick, Swabia Dükü ise 1191de Akka Kuşatması sirasinda öldü.[4]

İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard'ın Filistin'e Gelişi [değiştir]

 

[İngiltere] ve [Henry II] oğlu tarafından bir yenilgisinin ardından 6 Temmuz 1189 tarihinde öldü [İngiltere [Richard I | Richard I]] (Aslan Yürekli) ve Philip II. Richard ve taç miras hemen haçlı seferi için fon başladı. Sicilya için | [Marsilya, Fransa] [Marsilya] Temmuz 1190 yılında, Richard ve Philip arasında ortaklaşa belirledi. Philip II Kutsal Topraklara 650 şövalyeler, 1300 at, ve 1300 ağaların oluşan ordusunu taşımak için bir Ceneviz filosu kiraladı vardı. Kaynak hatası: etiketi için kapanışı eksik (Bkz: Kaynak gösterme).

 

Tapınak Şövalyeleri (Latince: Pauperes commilitones Christi Templique Solomonici / Süleyman Tapınağı ve İsa'nın Fakir Askerleri), tanınmış Hıristiyan askerî tarikatlarından biridir.[1] Resmî olarak iki yüzyıl boyunca faaliyette bulunmuşlardır.

Katolik Kilisesi tarafından resmî olarak 1129 yılında tanınan tarikat kısa zamanda güçlenmiştir. En güçlü zamanlarında askerî varlıkları 20.000'i bulmuştur, fakat bunların sadece % 10'u tarikata bağlı şövalyelerdir.[kaynak belirtilmeli] Tarikatın ömrü neredeyse haçlı seferleriyle eş olmuştur. Beyaz renkteki eşyaları üzerindeki kırmızı haçlarıyla Tapınak Şövalyeleri zamanlarının en korkulan savaşçılarından olmuşlardır.[kaynak belirtilmeli] Tarikatın askerî kanadı savaşlarda ün kazanırken tarikata bağlı diğer gruplar Avrupa genelinde ve Kutsal Topraklar'da geniş ölçekte yapılanmışlardır. Kutsal Topraklar'da ve Avrupa'da birçok mevzi inşa eden tarikat bankacılık[2][3] ve para transferinin ilkel bir formunu bularak Hristiyan Hacılara büyük kolaylıklar sağlamıştır.

Haçlı Savaşları'nın ardından tarikata büyük borçları olan Fransa Kralı IV. Philippe'in kâfirlik ("Katolik olmayan" anlamında) ve eşcinsellik gibi suçlamalarla, Şövalyeler'in ortadan kaldırılması için Papa V. Clemens'e yaptığı baskıların neticesinde 1312'de Tarikat ortadan kaldırılıp tüm mal varlığına el koyulmuş ve Tapınakçılar cadı avında olduğu gibi yakılarak öldürülmüşlerdir. Son olarak 19 MART 1314'te Jacques de Molay (ok. "jak dö mole") ve beraberindeki Tarikat üyeleri kazığa bağlanarak yakılmak sûretiyle idam edilmişlerdir.[4]

Konu başlıkları

 

 

[gizle]

  • 1 Tarikatın Yükselişi
  • 2 Tarikatın Zayıflayışı
  • 3 Tutuklamalar ve Tarikatın Dağılışı
  • 4 Organizasyon ve Yapılanma
  • 5 "Büyük Ustalar"
  • 6 Kaynakça

Tarikatın Yükselişi [değiştir]

 

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/9/96/Al_aqsa_moschee_2.jpg/200px-Al_aqsa_moschee_2.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

İlk karargâhı (Mescid-i Aksa)

 

 

 

Birinci Haçlı Seferinin ardından birçok hacı Kutsal toprakları ziyaret etmek için Avrupa'dan yola çıktılar. Fakat savaşlardan sonra düzeni bozulan bu topraklarda bir çoğu haydutlar tarafından soyuldu ve katledildi. 1119 yılında Fransız Hugues de Paynes ve arkadaşı Godfrey de Saint-Omer hacıları korumak amacı ile kuracakları tarikata destek sağlamak için Kudüs Kralı II. Baldwin'e başvurdular.[5] Kral onlara Müslümanlarca Zeytin Dağı olarak adlanrılan Tapınak Dağında bir yer verdi. Mescid-i Aksa'nın da burada bulunması ve Süleyman Tapınağı'nın kalıntılarının da burada bulunduğuna inanılması sebebiyle kurulan tarikat, "İsa'nın ve Süleyman Tapınağı'nın Takipçileri"[kaynak belirtilmeli] adını aldı. Kuruluşunda dokuz şövalyenin rol oynadığı tarikat, finansal kaynaklardan yoksun olması nedeniyle tamamen bağışlara bel bağlamıştı. Tarikatın amblemi olarak kullanılan aynı ata binmekte olan iki şövalye de bu sadeliği ve fakirliği simgelemekteydi.

Tarikatın bu durumu fazla sürmedi. Clairvaux'lu Bernard, kurucu şövalyelerden birinin yeğeniydi, Troyes kentinde toplanan konseyde tarikatı Papa'ya anlattı ve Papa tarafından resmî olarak onaylandılar. Bundan sonra Papa II. Innocentius tarafından yayınlanan özel bir fermanla tarikat mensupları bütün ülke sınırlarından serbestçe geçme, vergi ödememe ve Papa dışında hiçbir otoriteye karşı hesap vermeme gibi geniş haklara sahip oldu. Papa'dan gördükleri bu destek sonrasında Avrupa genelinde soylulardan para, arazi ve askerî destek gördüler.[6]

Tarikat kazandığı bu güçle kısa zamanda gelişti. Haçlıların Kutsal topraklarda kazandıkları savaşlarda büyük etkileri oldu. Ayrıca ellerine geçen mali güçle ilk çek sistemi sayılabilecek sistemi geliştirdiler. Kutsal topraklara gidecek kişi Avrupa'daki bir tarikat mensubuna parasını yatırıp sadece tarikata üye kişilerin çözebileceği kodlama ile yazılmış bir mektup alırdı. Daha sonra gideceği yere vardığında oradaki üyeden yatırdığı parayı alırdı. Böylece soygunlarda can ve mal kaybı önlenmesi amaçlanmıştı.[7]

Tarikat bağışlar ve kendi yatırımlarıyla elde ettiği gelirlerle Avrupa'nın ve Ortadoğu'nun birçok yerinde kiliseler ve kaleler kurdu. En güçlü zamanlarında Kıbrıs Adası, tarikatın yönetimi altındaydı.[8][9]

Tarikatın Zayıflayışı [değiştir]

 

Haçlı Savaşları'nın başlamasından yaklaşık bir yüzyıl sonra savaşın gidişatı Hıristiyanlar için değişmeye başladı. Müslümanlar Selahattin Eyyubi gibi komutanların kumandasında Haçlılar karşısında zaferler kazanmaya başladılar. Selahaddin Kudüs'ü, 1187 yılında, özellikle Hittin Savaşı'ndan sonra güçleri kırılan Hıristiyan'lardan geri aldı. Kudüs'ün kaybıyla Tarikat karargâhını kuzeydeki Akka'ya taşımak zorunda kaldı. Hıristiyanlar 1229 yılında geri aldılarsa da 1244 yılında şehri bu kez Memlükler aldı. Akka'ya taşıdıkları karargâhlarını da 1291 yılında kaybeden Tarikat, merkezini Kıbrıs'taki Limasol'a taşımak zorunda kaldı. Bundan sonra askerî açıdan zayıflıyan tarikata gelen yardımlar da azaldı. Her ne kadar güçlerini kaybetmiş olsalar da iki yüz yıllık bir yapılanma sonunda Tarikat Avrupa'da gündelik yaşamın bir parçası olmuştu ve Papalık fermanı sayesinde monarşiler karşısındaki özerklik de tansiyonu yükseltiyordu. Bir ölçüde zayıflamış olmakla beraber hâlâ ordularının bulunması ve Töton Şövalyelerinin Prusya'da, Hospitalier Şövalyelerinin Rodos'ta[10] yaptığı gibi kendilerine ait bir yönetim oluşturma amaçları sonlarını hazırladı.

Tutuklamalar ve Tarikatın Dağılışı [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/9/91/Templars_on_Stake.jpg/200px-Templars_on_Stake.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Kazığa bağlanarak yakılan tarikat mensupları

 

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/09/Templars_Burning.jpg/200px-Templars_Burning.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Kazığa bağlanarak yakılan iki tarikat mensubu

 

 

1307 yılında tarikatın başındaki isim olan Jacques de Molay, tarikatı Hospitalierlerle birleştirmek istedi fakat bir anlaşmaya varamadılar. Her iki tarikat da konuyu Papa'ya taşıdı. Fakat bu sırada Papa, özellikle son yıllarda Tarikat hakkında yapılan suçlamalardan rahatsız olduğu için Fransa Kralı IV. Filip'in baskısıyla tarikatı aforoz etti ve Tarikat üyeleri tutuklanarak işkence altında kabule zorlandıkları suçlamalardan dolayı idam edildiler.[11] 1312 yılında Papa Tarikatı resmî olarak dağıttı ve mülklerinin birçoğunu Hospitaler Tarikatı'na geçirdi.[12] Rivayete göre, Molay yakılırken Papa'yı ve Kral'ı lanetleyerek sene sonuna kadar onların da öleceğini söyledi.[kaynak belirtilmeli] Hem Kral hem Papa aynı sene içinde öldüler (1314). Tapınakçılar tarikatının hayatta kalan üyeleri başta İskoçya olmak üzere Papa'nın elinin uzanamayacağı yerlere dağıldılar. Tarikat'ta otuzuncu derece olarak kurulan Siyah ve Beyaz Kartal Şövalyesi mertebesinin (İng. Knight of the Black and White Eagle) öğretisinin ve hedefinin, Jacques de Molay'nin (ok. "jak de mole") intikamını almak için IV. Filip öldürmek olduğu -daha geniş anlamda Katolik Fransız monarşisini ve bütün Katolik monarşileri yok etmek olduğu- ve IV. Filip'i onların öldürdüğü söylenir.[13]

Organizasyon ve Yapılanma [değiştir]

 

Tarikat hiyerarşik bir yapılanma içerisinde bulunmuştur. Tarikatında başında her zaman Fransız asıllı bir şövalye bulunmuş ve Avrupa'nın belirli şehirlerinde ve ülkelerinde bu başkana bağlı birer temsilci ve temsicilere bağlı daha küçük gruplar şeklinde örgütlenmişlerdir.

"Büyük Ustalar" [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/6d/KnightsTemplarPlayingChess1283.jpg/200px-KnightsTemplarPlayingChess1283.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Satranç oynayan tarikat mensupları (1283)

 

 

1.Hugues de Payens1118-11362.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/4/4e/Armoiries_Robert_de_Craon.svg/50px-Armoiries_Robert_de_Craon.svg.pngRobert de Craon1136-11473.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/9/91/Armoiries_Evrard_des_Barres.svg/50px-Armoiries_Evrard_des_Barres.svg.pngEverard des Barres1147-11494.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/da/Armoiries_Bernard_de_Tramelay.svg/50px-Armoiries_Bernard_de_Tramelay.svg.pngBernard de Tremelay ☠1149-11535.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/8a/Armoiries_Andr%C3%A9_de_Montbard.svg/50px-Armoiries_Andr%C3%A9_de_Montbard.svg.pngAndré de Montbard1153-11566.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/3/3a/Armoiries_Bertrand_de_Blanquefort.svg/50px-Armoiries_Bertrand_de_Blanquefort.svg.pngBertrand de Blanchefort1156-11697.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/c9/Armoiries_Philippe_de_Milly.svg/50px-Armoiries_Philippe_de_Milly.svg.pngPhilippe de Milly1169-11718.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/6a/Armoiries_Eudes_de_Saint-Amand.svg/50px-Armoiries_Eudes_de_Saint-Amand.svg.pngOdo de St Amand(Esir)1171-11799.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/f/f3/Armoiries_Arnaud_de_Toroge.svg/50px-Armoiries_Arnaud_de_Toroge.svg.pngArnold of Torroja1181-118410.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/7/7f/Armoiries_G%C3%A9rard_de_Ridefort.svg/50px-Armoiries_G%C3%A9rard_de_Ridefort.svg.pngGerard de Ridefort ☠1185-118911.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/5f/Armoiries_Robert_de_Sabl%C3%A9.svg/50px-Armoiries_Robert_de_Sabl%C3%A9.svg.pngRobert de Sablé1191-119312.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/c8/Armoiries_Gilbert_H%C3%A9rail.svg/50px-Armoiries_Gilbert_H%C3%A9rail.svg.pngGilbert Horal1193-120013.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/a/ae/Armoiries_Philippe_du_Plaissis.svg/50px-Armoiries_Philippe_du_Plaissis.svg.pngPhillipe de Plessis1201-120814.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/e/ee/Armoiries_Guillaume_de_Chartres.svg/50px-Armoiries_Guillaume_de_Chartres.svg.pngGuillaume de Chartres1209-121915.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/3/34/Armoiries_Pierre_de_Montaigu.svg/50px-Armoiries_Pierre_de_Montaigu.svg.pngPedro de Montaigu1218-123216.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/3/3c/Armoiries_Armand_de_P%C3%A9rigord.svg/50px-Armoiries_Armand_de_P%C3%A9rigord.svg.pngArmand de Périgord(Esir)1232-124417.Richard de Bures (Disputed)1244/5-1247 [14]18.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/7/7e/Armoiries_Guillaume_de_Saunhac.svg/50px-Armoiries_Guillaume_de_Saunhac.svg.pngGuillaume de Sonnac ☠1247-125019.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/a/a8/Armoiries_Renaud_de_Vichiers.svg/50px-Armoiries_Renaud_de_Vichiers.svg.pngRenaud de Vichiers1250-125620.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/cb/Armoiries_Thomas_B%C3%A9rard.svg/50px-Armoiries_Thomas_B%C3%A9rard.svg.pngThomas Bérard1256-127321.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/4/44/Armoiries_Guillaume_de_Beaujeu.svg/50px-Armoiries_Guillaume_de_Beaujeu.svg.pngGuillaume de Beaujeu ☠1273-129122.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/00/Armoiries_Thibaud_Gaudin.svg/50px-Armoiries_Thibaud_Gaudin.svg.pngThibaud Gaudin1291-129223.http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/7/73/Armoiries_Jacques_de_Molay.svg/50px-Armoiries_Jacques_de_Molay.svg.pngJacques de Molay1292-1314

 

Derlemedir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hospitalier Şövalyeleri

 

Vikipedi, özgür ansiklopedi

(Hospitalier şövalyeleri sayfasından yönlendirildi)http://bits.wikimedia.org/w/extensions-1.17/FlaggedRevs/client/img/1.pngKontrol edilmemiş

 

Atla: kullan, ara

Sovrano Militare Ordine Ospedaliero di San Giovanni di Gerusalemme di Rodi e di Maltahttp://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/8e/Flag_of_the_Sovereign_Military_Order_of_Malta.svg/100px-Flag_of_the_Sovereign_Military_Order_of_Malta.svg.png

 

DinKatolikYerKudüs, Rodos, Malta ve RomaDevlet BaşkanıBüyük UstaHüküm Sürdüğü

Dönem11. yüzyıl1798http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/a/ab/Knights_hospitaller.JPG/220px-Knights_hospitaller.JPGhttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Malta Şövalyeleri (14. yüzyıl)

 

 

Hospitalier Şövalyeleri ya da St. Jean Şövalyeleri tarikatı (Latince: Cavalieri Ospitalieri / Hastane Şövalyeleri) 11. yüzyılda kurulmuş bir şövalye tarikatıdır. Sonradan ismi Rodos Şövalyeleri, çok sonralarıysa Malta Şövalyeleri olarak anılmıştır. Katolik bir yardım derneği olarak günümüze kadar ulaşmış olan bu tarikat tarihin bazı dönemlerinde bağımsız bir devlet olarak güçlü bir ordu ve donanmaya sahip olmuş Avrupa, İslam ve Osmanlı tarihi'nde büyük izler bırakmıştır. Merkezi İtalya'nın Roma kentinde bulunan tarikatın günümüzdeki resmi adı İtalyanca'da Sovrano Militare Ordine Ospedaliero di San Giovanni di Gerusalemme di Rodi e di Malta yani Kudüs, Rodos ve Maltalı St. Jean Egemen Askeri Hospitalier Tarikatı veya kısaca Malta Tarikatıdır.

Tarikatın başlangıcı [değiştir]

 

Kudüs'teki St. Jean (Aziz Yuhanna) Kilisesi yakınında bir dinsel dayanışma örgütünce hasta hacıların tedavisi amacıyla işletilen hastanenin gelişmesiyle ortaya çıktı. 1099'da Haçlıların Kudüs'ü fethetmesinden sonra, hastanenin başrahibi Gerard Kudüs'teki çalışmalarını yoğunlaştırdı. Provence'lılarla İtalyanların Filistin yolu üzerindeki kentlerinde hanlar kurdu.Hastanede tedavi gören bazı haçlı şövalyeleri mallarının bir bölümünü buraya bağışladı; bazıları ise Kudüs'te kalıp hastanede kalıp hastaneye hizmet ettiler.Böylece zenginleşen hastane, hasta ve yoksullara hizmette olduğu kadar Müslümanlara karşı savaşta da etkin olan zengin ve güçlü bir kurum durumuna geldi.1291'de Akka'nın düşüşü ve Haçlı Prensliklerinin ortadan kalkması üzerine, mezhep üyeleri bir gün yeniden fethetmek umuduyla Filistin'e yakın olabilmek için Kıbrıs'a çekilip hacılara ve hastalara yönelik çalışmalarını burada sürdürmeye karar verdiler.

Rodos ve Malta'da üslenmeleri [değiştir]

 

1309'da Rodos'u ele geçirdiler. Burada bir hastane kurup adayı bağımsız devlet gibi yönettiler. Doğu Akdeniz'de güçlü bir donanmaya sahip oldular.1522'de Osmanlı Rodos'u fethetti, ama 1530'da Kutsal Roma Germen İmparatoru V. Karl , Malta Adasını tarikata bağışladı. Şövalyeler Osmanlı saldırılarına karşı direnerek donanmalarını güçlendirdiler ve gelişmiş bir hastane kurdular; en parlak dönemlerini burada yaşadılar. Osmanlı tehdidinin azaldığı 17. ve 18. yüzyıllarda tarikat da giderek zayıfladı. 1798'de Malta adası Napolyon Bonapart'ın eline geçti. Tarikatın merkezi 1834'te Roma'ya taşındı.

Günümüzdeki işlevi [değiştir]

 

Malta Tarikatı, günümüzde egemen bir mikrodevlet statüsü taşımaktadır. Birleşmiş Milletler'e gözlemci olarak katılmasına karşılık kendine ait topraklardan yoksundur. Kendini tarafsız ve insancıl bir yardım kuruluşu olarak tanımlayan tarikatın (aralarında Türkiye'nin olmadığı) 96 ülkeyle diplomatik ilişkisi vardır. Birçok ülke tarafından diplomatik statüleri vardır.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/9/9d/SMOM_relations.png/500px-SMOM_relations.pnghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Malta Tarîkatı'yla dış ilişkiler██ diplomatik ilişkiler ██ diğer ilişkiler

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Töton Şövalyeleri

 

Vikipedi, özgür ansiklopedi

http://bits.wikimedia.org/w/extensions-1.17/FlaggedRevs/client/img/1.pngKontrol edilmemiş

 

Atla: kullan, ara

Töton Şövalyelerihttp://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/2/2f/Coat_of_arms_of_the_Teutonic_Order.png/200px-Coat_of_arms_of_the_Teutonic_Order.png

Töton ŞövalyeleriKuruluş1190BağlılıkPapa, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğuKomutanıGrand Master Bruno Platter1. Nişanhttp://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/f/f0/Den_tyske_ordens_skjold.svg/75px-Den_tyske_ordens_skjold.svg.pngTöton Şövalyeleri,Kudüs Azize Meryem Hastanesi ve Töton Şövalyeleri Tarikatı (Latince:Ordo domus Sanctæ Mariæ Theutonicorum Hierosolymitanorum,Almanca: Orden der Brüder vom Deutschen Haus St. Mariens in Jerusalem,İngilizce: Order of the House of St. Mary of the Germans in Jerusalem) ya da kısa adıyla Töton Şövalyeleri, bir Cermen-Roman dini tarikatıdır. Tarikat, Katolik hacılara, hac yolunda yardım etmek, hasta ve yaralı Katoliklerin bakımlarını sağlamak üzere hastane kurmak amacıyla kurulmuştur. Adlarını özellikle Ortaçağ’da Haçlı Seferlerine katılarak duyurdular. Normalde asıl üyelerin sayısı her zaman sınırlıydı ancak ihtiyaç durumunda gerek gönüllülerin gerekse paralı askerlerin katılımıyla sayıları hayli artmaktaydı. Avrupa’da sekiz yüzyıla yakın süre varlığını korumuş bir şövalye kurumudur.Geneli Alman şövalyelerden oluşmaktaydı.Polonya üzerinde büyük nüfuzları mevcuttu.Orta Çağ'da III. Haçlı Seferi esnasında(1190) Orta Avrupa'da Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'na bağlıydılar.Papa III. Innocent tarafından şövalye olarak kabul edildiler ve 19 yy.’da Napolyon dönemine kadar yaşamayı başardılar.

12. yüzyılın sonunda Akka’da kurulan tarikat, Haçlı Seferleri sırasında denizaşırı toprakların (Ortadoğu’da) savunulmasında önemli rol üstlenmiştir. Özellikle Akka Limanı'nın korunması ve vergi toplanması konusunda çok işe yaramıştır. Hıristiyan kuvvetlerinin yenilip, Ortadoğu’dan çekilmesinin ardından tarikat, Transilvanya’ya taşındı. Burada 1211 yılından itibaren, Macaristan’ın Kumanlar karşısında verdikleri mücadeleye katıldılar.Papa’nın hükmünü, Macar egemenliğine tercih edince Macaristan’dan kovuldular.

İlerleyen yıllarda hürmet ve bağış gördüler, güçlendiler.Zamanla Avrupa'nın en güçlü şövalyeleri haline geldiler. Türklerin ve Arapların kutsal toprakları birer birer fethetmesi ile sonunda tüm Haçlılar bu diyarlardan kovuldular. Bu gelişmelerden birkaç yıl sonra Polonyalılar bölgedeki doğal dinlere inanan halkları özelikle Litvanya'yı Katolikleştirmek istiyordu. Bunun için Töton Tarikatı'na yardım çağrısında bulundu. Kutsal Topraklardan kovulan, yersiz kalan Tötonlar için iyi bir teklifti.Yurt edinebileceklerdi.Prusya bölgesine yerleşen Tötonlar bölgedeki halkı Katolikleştirmek için çok ağır şartlar uyguladılar. Bölge halkı gene aynı dine inanan Litvanya'ya sığındı.

1230 yılında, Grand Master Hermann von Salza (Teuton Şövalyeleri'nin Lideri) ve Duke Konrad I of Masovia (Polonya Kralı) birlikte, Baltık Ülkelerine karşı Prusya Haçlı Seferi’ni başlattılar. Bu seferin hemen ardından tarikat, işgal edilen Baltık Ülkeleri topraklarında bağımsız bir manastır devleti kurdu. Akabinde, Courland, Livonya ve Estonya’yı işgal ettiler. Ardından Polonya Kralı, tarikatı, kendilerine ait toprakları işgal etmekle suçladı. Tarikat, Litvanya’nın da hıristiyanlaştırılmasının ardından asıl amacını yani Haçlı İdealini yitirdi. Çünkü çevrelerinde, hıristiyanlaştırılması ya da yokedilemsi gereken kafirler kalmamıştı. Bu durumda artık hıristiyan komşularıyla çekişmeleri gerekecekti. Polonya Krallğı, Büyük Litvanya Dükalığı ve Novgorodlular (Livonyalıların asimile olmasından sonra ortaya çıkan topluluk) en büyük rakipleri oldular. Ekonomik açıdan güçlü bir bölgeye hakimdiler ve feodal krallıklarını ayakta tutmak üzere Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden paralı askerler topladılar. Böylelikle, Baltık Denizi civarında, önemli bir yerel güç haline geldiler. 1410 yılında, Polonya-Litvanya koalisyon kuvvetleri, Grunwald Savaşı’nda tarikat kuvvetlerini hezimete uğrattılar ve tarikatın askeri gücünü büyük oranda yok ettiler. 1515 yılında, Kutsal Roma-Cermen İmparatoru I. Maximilian , Polonya-Litvanya kralı I. Sigismund ile bir evlilik anlaşması yaptı. Bunun ardından Roma-Cermen İmparatorluğu, Polonya karşında tarikatı desteklemekten vazgeçti.Bir zaman sonra 1525 yılında, tarikatın başı olan Brandenburglu Albert Luteranizm’i kabul etti ve Prusya Dükalığı’nın ilk dükü oldu. Ardından, Estonya ve Litvanya ve ayrıca tarikatın Almanya sınırları içinde kalan kısmı da Luteranizmi seçti. Tarikat, hatırı sayılır bir miktarda Katolik nüfus barındıran toğrağı 1809 yılına kadar hakimiyeti altında tuttu. Napolyon’un ordularının saldırmasıyla, tarikat son topraklarını da kaybetti. Bundan sonra varlığını, hayırsever ve geleneksel olarak devam ettirdi. Tarikat, 1938 yılında Hitler tarafından dağıtıldı ancak 1945 yılında yeniden kuruldu. Günümüzde, hayırsever amaçlar doğrultusunda Avrupa’da faaliyet göstermektedir. Şövalyeler, üzerinde siyah bir haç olan uzun beyaz elbiseler giyerlerdi. Daha sonra bu imge Prusya Krallığı ve Almanya tarafından Demir Haç Madalyası olarak da kullanıldı. Tarikatın parolası ise “Yardım et, koru ve şifa dağıt”tır.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/2/20/Marienburg_2004_Panorama.jpg/640px-Marienburg_2004_Panorama.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Tarikatın Marienburg Kalesi, Töton Şövalyelerinin Manastır Devleti, bugünkü Malbork, Polonya.

 

 

 

Konu başlıkları

 

[gizle]

Kuruluş [değiştir]

 

Kronikçi Jean d’Ypres’in aktardığına göre, 1143 yılında, Papa II. Celestine, Hospitallere (St. Jean Şövalyeleri), eski Fransızca ve Latince konuşan Alman hacı topluluklarına tahsis edilmek üzere Kudüs’te bir hastahane kurulması emrini verdi. Her ne kadar kuruluşa Hospitaller imza atmış olsa da bu Domus Theutonicorum her zaman Papa’nın denetiminde ve Almanlara ait oldu. Almanlara ait böyle bir kurum sayesinde bu Alman kökenli dini tarikat, Papa’nın da hamiliğinde 12. yüzyıl boyunca büyüme ve güçlenme fırsatı yakaladı. 1187’de Kudüs’ün yitirilmesinin ardından, tarikata üye Lübeck be Bremenli bazı paralı askerler, Akka savunması sırasında buraya bir hastahane inşa ettiler. Burası, tarikatın Ortadoğu’daki çekirdek merkezi haline geldi. Müteakip, Papa III. Celestine, tarikatı tanıdığını açıklamıştır ve bu rahiplere Augustinian Rule vermiştir. 1198 yılına gelindiğinde, tarikat kendisine Tapınak Şövalyeleri’ni örnek alarak silahlı bir kuvvet halini alarak kabuk değiştirdi. Tarikatın genel yöneticisi ve komutanı statüsündeki önderine de Grand Master büyük yönetici denir. Teutonların en büyük ideali, Papa’nın işaret ettiği gibi Kudüs’ü tekrar geri kazanmak ve Müslüman Sarazenlerden korumaktı. Grand Master Hermann von Salza’nın yöneticiliğinde, bu kardeşlik tarikatı, hacılara yardım etme ve kollama görevini ikinci plana atarak, daha çok savaşçı bir kimlik kazandılar. Akka’ya yerleşen şövalyeler, 1220 yılında Akka’nın kuzeybatısında bulunan Monfort’u (Starkenberg) ele geçirdiler. Bu kale Kudüs ve Akdeniz arasında kalan bölgeyi kontrol ediyordu. Stratejik açıdan çok önemli olan bu kale 1229’da Grand Master’in yani büyük yöneticinin ikamet ettiği merkez olarak kabul edildi. Tarikat merkezi olan bu kale 1271’de tekrar müslümanların denetimine geçti ve Tötonlar Akka’ya çekildiler. Tarikatın, Tarsus’ta da (o günkü Ermenistan topraklarına sınır olan) bir kalesi bulunuyordu. Ayrıca önemli Avrupa devletleri (Kutsal Roma-Cerman İmp., Yunanistan ve Filistin) ve soylular tartafından bağışlanmış toprakları mevcuttu. (Harita 1) İmparator II. Frederick, yakın arkadaşı olan Hermann von Salza’yı Reichfürst yani İmparatorluk Prensi olarak atadı. Ve Salza’nın etkinliği artırmak ve diğer Alman prensleriyle denk sayılmasını sağlamak üzere Alman prensleriyle pazarlık etti. II. Frederick’in yönetimi sırasında (ki aynı zamanda Kudüs Kralı idi), 1225 yılında düzenlenen Haçlı Seferi’nde krala refakat ettiler. Hermann von Salza Kutal Kabir Kilisesi’nde kralın bildirisini hem Almanca hem de Fransızca olarak topluluğa okudu. Frederick açısından bakıldığında Tötonların onun gözündeki değeri anlaşılabiliyor.Ancak Tötonlar, Ortadoğu’da hiçbir zaman siyasi, askeri ve lojistik açılardan Tapınakçılar ve Hospitaller kadar etkin olamadılar.

1221 yılında, Macaristan Kralı II. Andrew, Tötonları maiyetine kabul etti ve tarikat üyelerini Transilvanya’daki Burzerland yakınlarına yerleştirdi. II. Andrew, kızını Hermann von Salza’nın oğlu ile evlendirmek üzere müzakerelerde bulundu. Oğlu, Salza’nın yerine Thuringia prensiliğini yürütüyordu. Tarikattan önemli bir isim olan Theoderich önderliğinde, şövalyeler Macaristan’ı, Kumanlara karşı savundular. Bu süre zarfında, bulundukları bölgeye daha önce de Macar Krallığı topraklarında yaşamış olan Transilvanya Saksonlarını yerleştirdiler. 1224 yılına gelindiğinde, Macar Kralı’nın himayesi yerine o anda Papa olan III. Honorius’la müzakere ederek, Papa’nın önderliğini kabul ettiler. Bu duruma kızan ve önlem alması gerektiğini düşünen II. Andrew, giderek güçlenen Töton Şövalyelerini topraklarından çıkardı ancak Almanya’dan gelen göçmenlerin topraklarında yaşamalarına izin verdi.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/2/29/Hermann_von_Salza_Painting.jpg/220px-Hermann_von_Salza_Painting.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Töton Şövalyeleri'nin dördüncü lideri Hermann von Salza(1209-1239)

 

 

1226 yılında, orta-batı Polonya’da hüküm süren Masovia Dükü I. Konrad, şövalyelere, pananist Baltık Prusyalıları’na karşı sınırlarını korumaları karşılığında, Culmerland’da kendilerine ait bir bölge teklif etti. Hermann von Salza bu yaygın Haçlı Seferi’nin, Teuton Şövalyeleri için Ortadoğu’daki asıl savaş için iyi bir sınama olacağına kanaat getirdi. Golden Bull of Rimini’nin yönetimi sırasında, Alman imparatoru II. Frederick, tarikatın Prusya’yı işgal edebilmesi ve sömürgleştirebilmesi için Alman Krallığı ve Papa adına özel bir imtiyaz verdi.

Prusya’nın şövalyeler tarafından ele geçirilmesi sırasında çok kan döküldü. Ve bu süreç yaklaşık 50 yıl aldı. Bu süre zarfında hıristiyanlığı kabul etmeyen Prusyalılar işkenceyle boyun eğdirildiler, öldürüldüler ya da sürüldüler. Prusyalılar ve tarikat arasındaki savaş çok gaddarca geçmişti. Öyle ki, Tarikata ait kroniklerde Prusyalılar, kestaneye benzer zırhlarıyla, lokal bir tanrının mücevher sandığına girmeyi bekleyen yaratıklara benzetiliyor. Prusyalı yerel soylular, Haçlı Seferi sonrasında, şövalyelerin onlardan birçok haklarını aldıklarını deklare ettiler (Treaty of Christburg). 1260-1283 arasındaki Prusyalı Ayaklanması sonrasında birçok Prusyalı soylu göç etmek zorunda kaldı ya da farklı bölgelere dağıtıldı-yerleştirildi. Yerinde kalan Prusyalılar ise Cermen toprak sahipleriyle iyi ilişkiler kurmaya başladılar ve zaman içinde asimile oldular. Samland gibi sınır bölgelerinde bulunan köylüler ise Pomesania gibi nüfusu yoğun yerlerdekilere göre çok daha rahat ve geniş haklara sahip olarak yaşamaktaydılar. Hıristiyanlık, batıdan doğuya doğru, yavaş yavaş Prusya kültürünün bir parçası oldu. Piskoposlar, gönülsüz de olsa Prusyalı inancını Hıristiyanlığın içirisine katıştırdılar. Çünkü şövalyeler, kanunsuz ve yarı paganist yerlileri kontrol etmenin, bu şekilde çok daha kolay olacağını düşündüler. Tarikat, Prusya’yı, tıpkı Hospitaller’in önce Rodos ardından da Malta’yı ele geçirmeleriyle kıyaslanabilecek şekilde, Papalığın ve Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun tanıdığı imtiyazla işgal etti.

Tarikat, kayıpları telafi etmek üzere, yeni kazanılan topraklara -kısmen yok edilmiş- yerli halkın arasına, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’ndan göç almak üzere politikalar belirledi. Alman ırkından oluşan bu kolonistler, Cermen, Flemen ve Hollanda’dan geldiler. Bir kısım Mosavialı (daha sonra Masurialılar) da bunlara katıldı. Kolonistler arasında soylular da vardı, kentliler ve köylüler de… Bu yeni göçle beraber zaman içinde Prusya halkı Almanlaştırıldı. Göçmenler, eskiden Prusyalıların yaşadığı şehir veya kasablara kalabalık gruplar halinde yerleştiler. Tarikat, kendi imkânlarıyla birçok kale (Ordensburg) inşa etmişti. Bu kalelerin bazıları Prusyalı Ayaklanması’nda, bir kısmı da Büyük Litvanya Dükalığı ve Polonya Krallığı’nın saldırıları sırasında (tarikatın genel olarak savaş halinde olduğu 14. ve 15. yüzyıllarda) yıkılmıştır. Tarikat tarafından kurulan başlıca şehirler, Königsberg (1255’te Bohemya Kralı II. Otokar adına – yokedilmiş bir Prusya şehri üzeine kurulmuştur), Allenstein, Elbing ve Memel’dir.

Letonya tarihi

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/f/ff/Coat_of_Arms_of_Latvia.svg/100px-Coat_of_Arms_of_Latvia.svg.pngAntik Çağlar[göster]

 

Orta Çağ[göster]

 

Yeni Çağ[göster]

 

II. Dünya Savaşı[göster]

 

Savaşlar sonrası[göster]

 

Bu kutuyu: göstertartışmadeğiştir

1236’da, bir İngiliz tarikatı olan St. Thomas Şövalyeleri, Töton Şövalyeleri Tarikatı’nın yönetimini ve kanunlarını kabul etti.1237’de, Başka bir Alman kökenli keşiş şövalye tarikatı olan Livonia Tarikatı da Töton Şövalyeleri'ne katıldı. Tarikatın nüfuzu, Prusya, Livonia, Semigelia ve Estonya’ya değin genişlemişti. Sıradaki görev ve amaç, Ortodoks Rusları, Roman Katolik inancına çevirmekti. Ancak tarikat, Novgorod Prensi Alexander Nevsky karşısında Peipus Gölü Savaşı’nda ağır bir yenilgi alınca, bu tasarı ortadan kalkmış oldu. Geleneksel olarak, belirsiz sayıdaki bir Töton kuvvetinin, 1241’de Moğollara karşı bir Haçlı Birliği oluşturulan Legnica Savaşı’nda yeraldığına inanılır. Ancak günümüzde “Labuda” tarafından, ilgili iddiayı ortaya atan The Annals of Jan Dlugosz (Jan Dlugoz; eski tarihte yaşamış kronikçi) üzerinde yapılan analizler ışığında varılan sonuç; Tötonların bu savaşta yer aldıklarına dair bilginin, ilgili esere sonradan başkaları tarafından eklendiği yönündedir. Legnica ayrıca Moğolların batıya doğru ulaştığı en uç noktadır.

Novgorod [değiştir]

 

1242 yılında, Töton Şövalyeleri Novgorod halkına saldırdılar (günümüzde Rusya’da yer alır. Bir zaman için Fin-Ugorlar ve Rusların beraber yaşadığı bağımsız bir devletti, Sonra III. Ivan tarfından Rusya hakimiyetine alındı) ancak Alexander Nevsky yönetimindeki prenslik ordusu tarafından püskürtüldüler. Bu svaş Rusya’da Buz Savaşı olarak bilinir.

Litvanya’ya Karşı [değiştir]

 

Kudüs Krallığı’na ait topraklarda bulunan ve Teutonların Ortadoğu’daki en önemli merkezi olan Akka'nın 1291’de düşmesinin ardından tarikat, mücadelesini pagan Litvanya karşısında zafer kazanmaya ve bu kafirleri Katolik-Hıristiyan dinine döndürmek üzere faaliyetlere kaydırdı. Tarikat merkezi’ni de Ortadoğu’da Haçlı Devletlerini yeniden canlandırıncaya kadar Venedik’e taşıdılar. Ayrıca Litvanya Dükalığı karşısındaki mücadele de bir Haçlı Seferi’ydi (Litvanyalılar 14. yüzyılın sonuna kadar yani bütün Doğu Avrupa’dan çok sonra Hıristiyanlığı kabul ettiler). Litvanyalılara karşı verilen mücadeleye, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerden şövalyeler, günahlarından kurtulmak ve askeri deneyim kazanmak üzere belli dönemler için katılmaktaydılar. Iki taraf arasındaki mücadele çok sert geçti. Hıristiyan olmayanlar, Teutonların gözünde ikinci sınıf insanlardı ve o dönemde Hıristiyan olmayanların köle edilmesi olağan bir durumdu. Boyun eğdirilmiş Prusyalılar, şövalyeler tarafından çoğunlukla, kaybettikleri kendi topraklarında köle olarak çalıştırılıyordu.

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Polonya Karşısında [değiştir]

Pomerelia (Pomerenians) Dükalığı’nın vekaleti konusundaki anlaşmazlıklar, 14. yüzyılın başında, tarikatı bir sınır mücadelesine sürükledi. “The Margraves of Brandenburg” (Alman Prensliği), dükalığı, 1306’da Polonya Kralı Wenceslaus’un ölümünden sonraki fırsatçı hareketleri yüzünden, dükalığı suçladı. Polonya Dükü I. Wladislaw’da babasından kendisine kalan miras üzerinden çaldıklarını belirterek, Bradenburgların suçluluğunu bildirdi. Ancak Danzig’teki Pomerelialı soylular bu duruma karşı çıktılar ve Brandenburgdan yardım istediler. Wladyslaw Danzig’e dönebilecek ve savunabilecek durumda değildi. Bradenburglar da bu durumdan istifade ederek kolaylıkla bir kale kazanmış oldular. Bu durumdan kurtulmak isteyen Wladyslaw, çareyi Teutonlardan yardım istemekte buldu. (Harita 2)

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/2/2c/Deutscher_Orden_in_Europa_1300.png/300px-Deutscher_Orden_in_Europa_1300.pnghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Tarikatın 1300 civarında hakim olduğu yerler

 

 

Tarikat, Polonyalı Landmeister Heinrich von Plötzke komutanlığında, Bradenburgları Danzig’ten 1308 yılında atmayı başardı. Von Plötzke, Tötonlara verilmek üzere Wladyslaw’a 10.000 gümüş Mark sundu. Ancak Wladyslaw bu tutardan sadece 300 gümüş Marklık bölümü Tarikata verebileceğini belirtti. Parayla ilgili bu red cevabının ardından şövalyeler Danzig Şehrini ve Danzig Kalesi’ni terk etmekten vazgeçtiler ve şehirde huzursuzluk doğmaya başladı. Bir sonraki ay, şövalyeler, kendilerine karşı başlatılan bir ayaklanmayı, paralı alman şövalyelerin büyük gayretiyle, çok kan dökerek de olsa bastırmayı başardılar.13 Eylül 1306 tarihli Soldin Anlaşması ile tarikat, Bradenburglardan, Danzig, Schwetz ve Dirschau şehirleri ve hinterlandlarını ayrıca 10.000 gümüş mark kazanmış oldu. Pomerelia’nın kontrolünü sağlayan tarikat, böylece Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun komşusu olmuştu. Haçlı Seferi’ne katılacak kuvvetler ve maddi destek, Batı Avrupa’dan yapılan yolculuklarda, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu topraklarından direk olarak Pomerelia’ya ve Prusya’ya geçmiş olacaktı. Bu arada Polonya’nın Baltık Denizi ile olan bağlantısı da kesilmişti. Litvanya ve Prusya paganlarına karşı verilen mücadelede Polonya genellikle iyi bir müttefik oluyordu. Ancak bunun dışındaki tüm konularda tarikat, azılı bir düşman olrak Polonya’yı karşısında görecekti. Danzig’in fethi, tarikat için yeni bir dönemin başlaması demek oluyordu. İlk kez Katolik - Hıristiyan bir güç ile bu denli büyük ve ciddi bir çatışma yaşanmıştı. Tapınak Şövalyeleri’nin, Papalık tarafından lağvedilmesi ve gördükleri zulüm, Teutonları endişeye düşürdü ve merkezlerini 1309 yılında, Venedik’ten Marienburg (Malborg)’a taşıdılar. Böylece, bir anlamda Papa’ya bağlılığı doğrultusunda Prussian Landmeister - Prusya Yöneticisi vasfı taşıyan Teutonların lideri Grand Master – Büyük Yönetici olarak anılmaya başlanacaktı. Papa’nın muhtemel baskısından da Venedikte olduğundan çok daha uzak kalacaktı. Zaten ardından Papa, şövalyelerin görevlerini kötüye kullanıp kullanmadığı konusunda bir soruşturma başlattı. Ancak tarikat, zamanın hukuk adamları tarafından kollandılar ve aklandılar. Fakat pagan Litvanyalılara karşı verilen mücadele boyunca, intikam isteyen Polonyalılar ve Papalığın kanuni tehditleriyle yüzleşmek durumunda kaldı. 1343 yılındaki Kalisz antlaşmasıyla, Tötonlar ve Polonya arasındaki açık savaş sona erdi. Şövalyeler, Kuyavia ve Dobrozyn civarını Polonya bıraktı, Kulmerland ve Danzig’I de içine alan Pomerelia’yı ellerinde tuttular.

Gücün Doruğunda [değiştir]

 

İddiaya göre 1337 yılında, Kutsal Roma Cermen İmparatoru IV. Louis tarafından, tüm Litvanya ve Rusya’yı ele geçirmek üzere tarikata imparatorluk imtiyazı tanınmıştı. Grand Master Winrich von Kniple (13511382)’ın yönetimi döneminde, tarikat Avrupa’nın en kalabalık ve saygın şövalyelik kurumu durumuna ulaşmıştı. (Harita 3) İsveç Kralı Albert, Victual Kardeşler ismiyle Gotland’da korsanlık yapan grubu yenmeleri ve bu çevredeki korsan tehdidini ortadan kaldırmaları durumunda bu stratejik Baltık adasını tarikata bırakacağını taahhüt etti.1398 yılındaki bir akınla, Grand Master Konrad von Jungingen yönetimindeki şövalyeler adayı ele geçirdiler ve Victual Kardeşler isimli korsanları Gotland’dan ve Baltık Denizi’nden kovmayı başardılar. 1386 yılında, Litvanya dükü Büyük Dük Jogaila baptis olarak Katolik Hıristiyanlığı kabul etti. Polonya Kraliçesi Jadwiga ile evlendi ve Wladyslaw II. Jagiello ismini alarak Polonya Kralı oldu. Iki ülke arasında kurulan ve aslen kişisel olan bu bağ, tarikatın varoluş nedeni olan paganizmin ortadan kalkması gibi olasılık meydana getirmişti. Şövalyeler, başlangıçta Jagiello ile kuzeni Vytautas’ın arasını açmaya çalıştılar. Ancak Vytautas, tarikatın kendi topraklarını işgal etme niyetinde olmasından şüphelenince bu plan başarısızlıkla sonuçlandı. Jagiello’nun baptis olarak Katolik Hıristiyanlığı kabulu, resmi olarak Litvanya’nın Katolikleştirilmesini başlattı. Bundan sonra, tarikatın Litvanya’ya karşı yürüttüğü mücadelenin varlık sebebi ve Katolik amacı ortadan kalkmıştı ancak Litvanya ve Polonya ile çekişmeler ve savaşlar hep sürdü. 1407 yılına gelindiğinde, Töton Tarikatı en geniş sınırlarına ulaşmıştı. Hakimiyet alanı Prusya, Pomerelia, Samogitia,Courland,Livonya,Estonya,Gotland, Dagö, Ösel ve 1402’de Brandenburg’dan kazanılan Neumark’a uzanıyordu.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/4/4a/Commons-logo.svg/40px-Commons-logo.svg.png

Wikimedia Commons'taTöton Şövalyeleri ile ilgili çoklu ortam belgeleri bulunur.

 

 

Töton Şövalyelerinin Arması [değiştir]

 

Mühürler ve Madeni Paralar [değiştir]

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ivy League (Sarmaşık Birliği), ABD'nin kuzeydoğusundaki sekiz vakıf üniversitesinin oluşturduğu birlik. Aslında bir spor ligi olarak kurulmuştur, ancak zamanla daha geniş bir anlama kavuşmuştur. Günümüzde Ivy League, akademik mükemmellik, zor öğrenci alma ve elitizm ile bağdaştırılmıştır.

Okul binalarını kaplayan sarmaşıkların, bu okulların eski bir geleneğe dayandığını gösterdiğine inanılır ve bu adla anılır. Birlik okulları bugün akademik başarı olarak da üst sıradaki Amerikan okulları arasındadır.

OkulYerKurucu MezhepTamgün Öğrenci SayısıKuruluşBrown ÜniversitesiProvidence, Rhode IslandBaptist8,417 [1]1764, Rodos Fakültesi adıylaColumbia ÜniversitesiNew York, New YorkAnglikan23.813 [2]1754, Kral Fakültesi adıylaCornell ÜniversitesiIthaca, New YorkYok20.400 [3]1865Dartmouth KolejiHanover, New HampshirePüriten5.780 [4]1769Harvard ÜniversitesiCambridge, MassachusettsPüriten19.779 [5]1636,Princeton ÜniversitesiPrinceton, New JerseyPresbiteryen6.677 [6]1746, New Jersey Fakültesi adıylaPennsylvania ÜniversitesiPhiladelphia, PennsylvaniaYok23.704 [7]1740Yale ÜniversitesiNew Haven, ConnecticutPüriten11.483 [8]1701, ortaokul ve lise olarakNot: Üye üniversitelerin kuruluşu sırasında etkin olan dinsel bağlar bugün yok görünmektedir ama aynı bağlar yarı açık örgütlenme mantığıyla ezoterik bağlar haline gelmiştir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Haşhaşiler (Arapça: حشیشیة Hashīshīya ya da حشاشون Hashīshūn), Haşişin ya da Haşhaşiyyin de denir. İngilizcesi Assassin türkçesi ise Suikastçidir.. Assassin's Creed Video oyunu Haşhaşilerden (Suikastçilerden) esinlenerek yapılmıştır.

8. yüzyılda İsmaililiğin Nizarî kolundan çıkan bu topluluğun 15. yüzyıla dek faaliyetlerini sürdürdükleri sanılmaktadır[kaynak belirtilmeli]. Kapalı bir topluluk olan haşhaşiler (suikastçiler) radikal bir din akımının takipçileri olarak ortaya çıktılar. Suikasti, Eyyubilere, Selçuklulara ve Abbasilere Tapınak Şövalyelerine Haçlılara karşı siyasi yaptırım aracı olarak kullandılar ayrıca üçüncü haçlı seferi sırasında haçlılara ve tapınak şövalyelerinede suikast yapmışlardır. Avrupa dillerine Haçlı Frankları tarafından taşınan assassin sözcüğünün kökeni haşhaşindir[kaynak belirtilmeli].

Kendilerine ed-da’va-t-ul-cedide (yeni dava, yeni öğreti) ya da fedaayiin (Arapça fedailer –bir amaç uğruna kendini feda etmeye hazır olan) derlerdi.

Konu başlıkları

 

[gizle]

Tanım [değiştir]

 

Haşhaşiler, Hasan Sabbah'ın 1090 yılında Alamut Kalesi'ni almasıyla kurulmuştur. Hasan Sabbah'ın amacı Selçuklu Devleti'nden intikam almaktı. Bunun için Nizamülmülk ve Sultan Melikşah'ı öldürmek istiyordu(Devlet sarayında kovulma mevzusundan dolayı). Hasan Sabbah, Alamut kalesini aldıktan sonra kalede bazı düzenlemeler yaptı; kalenin asma bahçelerini yeniledi, surlarını güçlendirdi. Hasan’ın gençlik yıllarında bir şeyhin ona haşhaş içirmesiyle haşhaşın büyük etkisinde kalmıştı. Haşhaşla birçok kişiyi kandırabileceğini o zaman anlamıştı. Alamut Kalesi’ni aldıktan sonra Hindistan'dan haşhaş meyvesini getirdi. Dünyanın dört bir yanından köle pazarlarında satılan güzel kadınları aldı. Başlarına bir hanım ağası koyarak onların yetişmesini sağladı. Hasan Sabbah çok geçmeden Alamut'a yakın küçük kaleleri de ele geçirdi. Hazar Denizi’ne yakın büyük bir kale almıştır. Hasan Sabbah’ın bu başarılarına duyan diğer İsmaili tarikatına mensup erkekler, Alamut kalesine akın etmeye başladı. Haşhaşiler kısa sürede güçlenirken Melikşah Nizamülmülk’ü büyük vezirlikten almış, sıradan bir vezir yapmıştır. Melikşah varis kim olacağına karar verirken, tarih 1092 yılına gelmiştir. O zamana kadar eğitilen fedailerden birisi olan İbn-i(Ebu) Tahir, Nizamülmülk savaş hazırlığı yaparken çadırına öğrenci kılığında girip onu öldürmüştür. Haşhaşiler’e (suikastçiler'e) yapılacak büyük sefer böylece başlamadan bitmiş olacaktır. Çok geçmeden yine Haşhaşiler tarafından Melikşah da öldürülmüş,Selçuklular’ın çöküşü hızlanmıştır. Daha sonra Sultan Sencer, Haşhaşiler’e (suikastçiler'e) bir saldırı yapmayı planladıysa da uyandığında yastığına saplanmış hançeri ve mektubu görünce vazgeçmiştir. Mektupta "İster bizimle ilgili planlarını gerçekleştir, ister bizi rahat bırak, yatak odana kendi evimmiş gibi girebiliyorsam arkanı sağlam tut. İbn-i(Ebu) Tahir". Selçuklular çöküşe geçtikten sonra Haşhaşiler İran’ın kuzeyi, Güney Asya, Orta Asya, Doğu Anadolu, Güney Anadolu ve Irak’ın kuzey bölgelerinde hakimiyet kurmuştur. İran kökenli bu örgüt, bölgeyi hakimiyetlerinde bulunduran ve İsmailileri baskı altına almaya çalışan Selçuklular’a karşı mücadele etmek amacıyla cinayeti sistemli bir saldırı aracı olarak kullanılmaya başladılar. Hedef aldıkları kişiyi öldürme konusunda çok titiz ve başarılıydılar. Eylemlerinin başka kayıplara yol açmama, masum olarak gördükleri diğer bireylere zarar vermemesi konusunda çok dikkatli davranırken, etrafa saldıkları korkuyla elde ettikleri etkin nüfuzu koruyabilmek için cinayetleri genelde halka açık mekanlarda, bilhassa camilerde işlemeyi tercih ediyorlardı. Hedeflerine kılık değiştirerek yaklaşan Haşhaşiler, kurbanlarına kurtulma olasılığı tanımamak için zehir, ok ve yay gibi araçlardan kaçınıp, hançer kullanmayı tercih ediyorlardı. Hiçbir koşul altında intihara girişmeyip hep yakalandıkları kişiler tarafından öldürülmeyi yeğlediler.

Hasan Sabbah müritlerine “Biz sadece bir kişiyi öldürmekle kalmayıp, bin kişinin kalbine de korku tohumları ekeceğiz” demiş ve Haşhaşiler’e kurbanı öldürdükten sonra kaçmamalarını, durup beklemelerini tembihlemiştir. Cinayeti de hemen işlememelerini söyleyip kurbanı en iyi biçimde tanıyıp alışkanlıklarını en ince şekilde öğreninceye kadar beklemelerini de söylemiştir. Bir rivayete göre bir Haşhaşin kurbanını öldürmek için birkaç sene kilisenin birinde keşişlik yapmıştır.[1] [[selçuklular, Haşhaşiler’in Alamut Dağı’ndaki kalesini defalarca kuşatmış fakat alamamışlardır. Haşhaşiler; Moğol istilasından nasiplerini almış, 1256 yılında Alamut Kalesi’ni, 1260 yılında Masyaf Kalesi’ni kaybetmiştir ama Haşhaşiler yine de durdurulamamıştır. 1277 yılında bir çok komutana suikast yapmışlar, yine aynı yıl Alamut Kalesi’ni kuşatmışlar fakat alamamışlardır. Ardından 1281, 1292 ve en son 1389 yıllarında Alamut tekrar kuşatılmış ama alınamamıştır.

Assassin sözcüğünün kökeni [değiştir]

 

İngilizcedeki "assassin" sözcüğünün Arapça haşhaşin (afyonkeş) sözcüğünden türediği varsayılır. Hasan Sabbah'ın müritleri, kendilerini "esaslarına bağlı olan" anlamındaki 'Esasiyun' şeklinde adlandırıyorlardı. Bununla birlikte bazılarına göre sözcüğün kökeni Marko Polo'nun 1273'teki Alamut ziyaretini anlattığı anılarında bahsettiği, haşhaştan çok alkollü içecekleri andıran bir uyuşturucudur.

Bazı yazarlara göre de sözcük "Hasan'ın takipçileri" cümlesinden geliyordu. Bazıları ise, o çağlarda uyuşturucu kullanımı toplumda kabul görmeyen bir alışkanlık olduğundan "haşhaşin"i, yani toplum dışı ve serseri sözcükleriyle bağdaştırdı. Bir başka deyişle, Hasan Sabbah'ın İsmaili örgütünün bu sözcükle anılması uyuşturucu kullandıklarının ispatı olmayabilir. Bir başka rivayete göre, göreve çıkmadan önce sakinleşmek için haşhaş kullandıklarıydı. Bazıları kullandıkları maddenin bir uyarıcı olduğunu ve savaşta onları çılgına çevirdiğini iddia ederler. Bu maddenin erginleme törenlerinde yeni üyeye ölümden sonra kendisini bekleyen ödülleri göstermek için kullanıldığı da söylenir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nizarîlik (Arapça: نزاري, Farsça: نزاریان Nezāriyān), İslam'ın Şia mezhebinin İsmailîyye mezhebinin alt kollarından biridir. Fatimî Devleti hüküm sürerken 1094 yılında ölen imam-sultan yerine kimin geçeceği hususunda çıkan tartışma sonucu, halef oğul Nizar yerine el-Mustali tahta geçmiş ve yeni imam da sultan da o olmuştur. Nizar isyan ettiyse de yenilmiş ve 1096'de öldürülmüştür. Bu imamet tartışmasıyla birlikte de İsmailîlikte bir ayrışma doğmuş, bir kısım İsmailî Nizar'ın imametini savunmuş ve el-Mustali'nin imametini reddetmiş, Nizarî kolunun oluşmasına sebebiyet vermiştir. Nizarîlikte imamet bugüne kadar devam etmektedir ve şu anki imam IV. Ağa Han'dır.

İsmaililik soy ağacı [değiştir]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Alamut Devleti, (Farsça: قلعه الموت Kale-ye Alamūt veya الموت Alamūt; 1090 - 1256). Kurucusu Şiilik meşrebinin İsmailîlik mezhebinin Nizarilik koluna bağlı Hasan Sabbah'tır. Tarihe "haşhaşiler" ve "kiralık katil" olarak geçen İsmaililer'in bu şekilde tanımlanmalarının nedenlerinden biri Marco Polo'nun anılarında aktardığı bilgilerdir.

Heft Bab-ı Seyyidne Kelam-i Pir olarak anılan kurucusu Hasan Sabbah'ın Yemen’den gelip Küfe yakınlarında Himyari’de yerleşmiş, oradan İran’a geçerek bir süre Kum’da kalan, daha sonra Rey’de yaşamaya başlamış bir aileden geldiği iddia edilir. Devlet, İsmaililik öğretileri, inanç ve yaşam biçimi temelleri üzerine kurulmuştur.

Konu başlıkları

 

 

[gizle]

Alamut Kalesi [değiştir]

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/be/A28alamut.jpg/220px-A28alamut.jpghttp://bits.wikimedia.org/skins-1.17/common/images/magnify-clip.png

Moğolların Alamut kuşatması

 

 

Alamut Devleti'nin merkezi olarak sarp dağların tepesine yaptırılan bir kaledir.İddialara göre burası Hasan Sabbah'ın fedailerine sahte bir cennet vaad ederek kendi Haşhaşilik öğretisini yaydığı mekandır. Ögretisini yaymak için fedailerine cennetin anahtarlarını elinde bulundurduğuna inandırmış ve bu sayede suikastçılar yetiştirmiştir. Dünya üzerinde suikast kavramının ilk ortaya atıldığı yerdir. Zamanın Haçlı kaynaklı tarihçileri Hasan Sabbah fedailerinin kendilerini feda edecek kadar davaya bağlı olmalarını anlamlandıramamış ve siyasi suikastleri yerine getirmesi için haşhaşın uyuşturucu etkisini kullanıldığını öne sürmüşlerdir.

Alamut'un Komutanları (1090-1256) [değiştir]

 

Yıkılışı [değiştir]

 

Hasan Sabbah'ın ölümünden sonra yerine Rudbarlı bir Türk ve sağ kolu olan Kiya Muhammed Buzurg Umid (1124 - 1139), Alamut Piri olur. Alamut Devleti’nin 1256 yılında Moğollar tarafından yıkılıncaya dek de aynı soydan İranlılar yönetime gelirler. Nizari İsmaililer Hazar Denizi’nin güneyine Deylem ve Gilan’a da egemen olmuşlardır.

 

 

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

 

Hasan Sabbah(1035[kaynak belirtilmeli] - 1124), Büyük Selçuklu Devleti zamanında yaşamış olan, tarihin eski ezoterik ve Batıni örgütü fedaayiin (Karşı düşüncedekilere göre de Haşhaşileri) kuran ve ölene kadar liderliğini yapan kişidir.

Konu başlıkları

 

 

 

[gizle]

Hayatı [değiştir]

 

İran'da Kum kentinde dünyaya gelmiştir(bazı tarihçilere göre buraya Kufe'den göç etmiştir). Zamanın önde gelen okullarında okuma şansı bulmuştur. Ailesiyle birlikte Rey şehrine gittiğinde burada Şii inancının önderleriyle temas etmiş ve Şiiliği benimsemiştir. Dini çalışmalarını geliştirmek için Fatimiler'in hakim olduğu Kahire'ye gitmiştir. İran'a döndüğünde Selçuklu sarayında yüksek bir memuriyetle işe başlayacaktır. Bazı suçlamalara göre onun aklında daima padişahlık vardır.[kaynak belirtilmeli] Bu dönemde ünlü Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk'ün emrinde çalışmaya başlamıştır.

Bazı iddialara göre Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah birlikte aynı dönemlerde öğrencidirler ve yakın dost olduklarına ilişkin söylenceler de vardır. Lakin bu efsanenin doğruluğuna dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Öte yandan Nizamülmülk ile Hasan Sabbah arasında yaklaşık 30 yıllık yaş farkı vardır. Diğer yandan bunun doğru olabilmesi için üçünün de Nişapur 'da okumuş olması gerekmektedir. Oysa Hasan Sabbah öğrenimini doğduğu kent olan Kum'da ve daha sonra Rey'de yapmıştır. Bu konuda ilginç bir söylence, Hasan Sabbah'ın, Ömer Hayyamla bir sohbeti sırasında Ömer'in ona, "bu insanlar cennet için yaşıyorlar, ancak onlara bir cennet verebilirsen onları yönetirsin" sözünden bir strateji çıkardığı yönündedir.

Bundan sonra kesin olarak bilenen ise Hasan Sabbah'ın yoğun dini çalışmalarından sonra örgütlenmeye başladığı ve Alamut kalesini ele geçirip burada üslenmesidir. Söz konusu kalede 2 bin müridinin yaşadığı söylenmektedir. Dönemin ileri gelenlerine yönelik suikastleri işletmek için fedailerine haşhaş vererek (bu daha çok muhalifleri tarafından uydurulduğu söylense de) onların zihinlerine kontrol ettiği bilinmektedir. Bu yüzden örgütün adı Haşhaşiler olara anılagelmiştir.

Sabbah'ın Alamut'u ele geçirişinden de Semerkant (roman)'da bahsedilir.Romanda bunun İsmaililerin kaynaklarında yazdığı belirtilir.Sabbah önce Alamut'ta İsmailiyeliği yayar.Sonra da kaleye gelir ve komutana kaleyi teslim etmesini,kaledeki askerlerin kendi safına geçtiğini söyler.Komutan kalenin kendisine sultan adına verildiğini ve bunun karşılığında üç bin altın dinar ödediğini söyler.Hasan Sabbah bir kağıda bir şeyler yazar ve söylediği şehre gitmesini söyler.Komutan söylenilen şehre gider ve üçbin altın dinarı noksansız alır.

İslamiyetin tarihinde yaşamış olduğu farklı mezheplerden biri olan Şiilik mezhebi İran'da yaygındır. Bu mezhepin üyelerinin Selçuklu hakimiyetindeki bölgelerde Sünni yöneticiler tarafından baskıya maruz kaldıklarından dolayı Şiilik gizli olarak kendisini varetmiştir. Hasan Sabbah'ın da mensup olduğu İsmailiyye tarikatının inancına göre 12 imamdan yedincisi olan Cafer öldükten sonra oğlu İsmail'i imam tayin etmiştir. Ancak İsmail babasından önce ölmüştür. İsmailiye tarikatı ise İsmail'in ölmediğini ve gizlenmek için ortadan kaybolduğunu, zamanı gelince geri döneceğini savunur. Bunun haricinde Hasan Sabbah'ın bağlı bulunduğu Nizari kolu ise 18. imam Mustansır'dan sonra ise Musta'li değil Nizari'nin gelmesi gerektiğini savunur..

Ölümü [değiştir]

 

1124 yılında ölen Hasan Sabbah öldüğünde arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran'da değil tüm Mezopotamya'da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır. Tarikat Moğol istilası yıllarına kadar ayakta kalmıştır. Alamut kalesi ise 1256 yılında civarına gelen Moğol komutanı Hülagû Han tarafından normal yollardan ele geçirilemeyince; o yıllarda yeni keşfedilen petrol; kalenin bulunduğu tepenin altına tüneller kazılarak ve bu tünellerin de içlerinde petrol havuzları oluşturularak ateşe verilerek patlatılmış dolayısıylada imha edilerek ele geçirilmiştir. Pratikte ele geçmesi imkânsız olan oldukça dik, sarp kayalıklar üzerinde kurulmuş olan bu kale; tarihte de pek çok güçlü orduya meydan okumuş konumu ve sert savunması nedeniyle asla ele geçirilememiştir.

Semerkant (roman)'da kurgulandığına göre ise kale kendiliğinden teslim olmuştur.Zaten Hasan Sabbah'ın verdiği ruh zayıflamaktadır.Teslim olunduktan sonra kale yakılacaktır.Moğolların hikâyesindeki bir bilgin Alamut kütüphanesindeki kitapları kurtarmak ister.Bir el arabası verilir ve alabileceği kadar alması söylenir.Adam önce Sünni olduğu için Kur'an'ları kurtarır.Sonra da uzun uzun kitaplara dalar.Vaktin geç olduğu konusunda uyarı gelince önündeki kitapları kaparak çıkar.Ve orada dünyadaki bir sürü şey hakkında bilgi içeren ve nüshası bulunmayan bir sürü kitap yanar.

 

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

 

 

Assassin's Creed 1

 

[video=youtube;cc-ClutaN_I]

 

Assassins Creed 2

 

http://www.youtube.com/watch?v=mVWhWsgHzKM

 

 

Assassin's Creed: Brotherhood

 

http://www.youtube.com/watch?v=SNKnkKM3Xps

 

Assassin's Creed 2 (Original Game Soundtrack)-Ezios Family

 

 

 

_Assassin's Creed 2 Opening Scene(HD)_‏

 

 

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

Wasteland tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Oyunun Konusu haşhaşşinleri anlatıyo ama serinin 2 3 4 lerini oynayınca müslümanlardan kopup hıristiyanlık bölümüne ağırlık vericek hatta Leonardo Da Vinci nin eserlerindeki sırrı çözücek onun tasarladığı aletleri kullanacak ve bu Haşhaşşin Örgütünün sadece müslüman toplumdan değilde tüm dünyada kolu olan yüce bir güç olduğunuda anlıcaksınız (Bu Arada Her Seride Değişen bişey var Pelerin O Geliştikce Artık Sizde Usta bir suikast çi oluyosunuz Tıpkı ezio gibi Bu Arada Ezio Altaïr in 3.haclı seferinde Kutsal topraklarda yaşıyan Altaïr in torunlarından biri !

 

 

Ve İşte Seri İçinde En Sevdiğim Ve Favori Karakterim :Ezio Auditore Da Firenze' nin Temsili Resmi :)http://img41.imageshack.us/img41/9554/ezioauditoredefirenzebyn.jpg

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İsmaili Tarikati Haşaşiler

 

"...İ.S. 632 yılında, Batı'daki Reform hareketinden de büyük bir ayrılık İslam'ı parçaladı. İslam dinini oluşturan iki büyük mezhep bir daha birleşmemek üzere ayrıldılar. Şiiler, İslam'ın önderliğinin Peygamber'in ailesinde kalması konusunda ısrarcıydılar ve bu nedenle, Muhammed'in ölümünden sonra Peygamber'in amcasının oğlu Ali'nin halife olmasını arzu ettiler."

 

Gordon Thomas, Journey into Madness

"Ali, İ.S. 661 yılında öldürüldü. Ancak Şii teolojisine göre, Ali ve onun soyundan gelenler İmam'dılar; yani Tanrısal esine sahip önderler, Tanrı ile insanlar arasında aracılık edebilen İsa benzeri kişilerdi. En sonuncusu İ.S. 940 yılında ortadan kaybolana kadar tam on iki imam gelip gitmişti. Şii inancına göre, kayıplara karışan sonuncu imam, geniş Arabistan çöllerinin birinde gizlenmekte ve yeniden ortaya çıkıp, adaletli ve arı bir İslam yönetimini kuracağı uygun zamanı beklemektedir... Geri döndüğü zaman imam, Şiilerin yüz yıllar sonrasında verecekleri en şiddetli kutsal savaşı, büyük cihadı başlatacaktır".

Gordon Thomas, Journey into Madness

"...Şia'nın kurduğu en başarılı örgütlerden biri Kahire'de üslenmişti. Aslında bu örgüt, taraftarlarını kutsal ve çok özel bir göreve bağlayabilen, bunun için en şaşırtıcı yöntemleri uygulayabilen bir eğitim odağıydı. Amaca ulaşabilmek adına, yetenekli eğitmenler, İslam'ın özgün demokratik fikirlerini yıkarak, o dönemde Mısır'da hüküm süren Fatımi halifesinin emirlerini yerine getirmeye çabalıyorlardı."

Arkon Daraul, Secret Societies

"Şia'nın temel öğretisi "talim"e, yani disiplinli eğitime dayanır. Bu eğitimden doğrudan imam sorumludur ve hiçbir sapmaya göz yumulmaz. Şii imamların Ali'nin soyundan gelmekle üstlendikleri rol ve yetkilerinin temeli tümüyle bu eğitim sayesinde gerçekleşmiştir."

"...Sünni'ler ile Şii'ler arasındaki temel ayrılıklardan biri de, yetkinin talimden mi, yoksa akıldan mı kaynaklandığı tartışmasında yatmaktadır."

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

"Tasavvufun, en iyi bilinen mistik simgeciliğinin büyük bölümü, genellikle Ömer Hayyam'ın Rubaileri sayesinde herkesin öğrendiği kadarı, İsmaili'ler tarafından sahiplenmiştir. Şia ile tasavvufu, şaşırtıcı ve benzersiz biçimde kaynaştırarak, kendi şeyhlerine sıkı sıkıya bağlı kapalı bir mistik topluluk oluşturmuşlardır. Diğer taraftan, mistik esrikliğe ulaşmak için haşhaş ya da başka uyuşturucuların kullanılması tasavvufta olağan uygulamalardandır."

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

 

 

(2) Şeyh-ül Cebel (Dağların Şeyhi)

 

 

 

"...1074 yılında, ermeni asıllı Akka valisi Bedr ül Cemali, halifenin çağrısı üzerine, ordusuyla birlikte Suriye'den Kahire'ye gelir ve kontrolu ele geçirir. Bu andan itibaren, halife el-Mutansır'ın gücü tümüyle sınırlanır. Gerçek yönetici ordu komutanıdır, artık Fatımi halifeleri birer kukla olmaktan öteye gidemezler."

"...Halife el-Mutansır'ın 1094 yılında ölmesi üzerine, yeni ordu komutanı Bedr ül Cemali'nin oğlu el-Efdal, el-Mutansır'ın oğlu Nizar'ın halife olmasına karşı çıkar ve onun yerine Nizar'ın kardeşi el-Mustali'yi halife yapar... Doğu'da, İran'da bulunan İsmaili'ler bu oldu bittiyi kabul etmezler, el-Mustali'nin halifeliğini reddederek Kahire ile tüm ilişkilerini keserler. Fatımi egemenliğine böylece karşı çıkan bu grup, Nizar'a bağlı olduklarını ilan eder. İşte bu sebeple, tarihte sonradan Haşişi'ler olarak ün salacak olan bu yeni akımın üyeleri, ilk zamanlarda Nizari İsmaili'ler olarak bilinirler."

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam http://www.hermetics.org/images2/sabah.gif

Hasan Sabah

 

 

"...Arapçada 'asessen' sözü 'koruyucu, bekçi' anlamına gelir. Kimi yorumcular 'gizlerin koruyucusu' deyiminin gerçek kökenini bu kelimede bulur."

Arkon Daraul, Secret Societies

"Hasan Sabbah, Nizari İsmaili'lerin yeni öğretisini, yani 'dava'yı örgütleyen ve uygulamaya geçiren devrimci bir dahiydi. Kahire'deki Fatımi İsmaili'lerin davasının yerine, Hasan Sabbah kendi öğretisini koymayı başardı...1060 Yılında, Tahran'ın yüz elli kilometre güneyindeki Kum kentinde dünyaya gelmişti."

"İnce bir zekası, mükemmel bir teoloji bilgisi, idealini uzun yıllar boyunca bıkmadan izleyecek olağanüstü bir irade gücü vardı... Tıpkı bir zamanlar kendisinin eğitildiği gibi, sabırla, dinsel kuşkuları ortaya çıkarıp yeni bir seçeneğin olası olduğuna ikna edinceye kadar ısrarla, Daylam'lıları etkisi altına almış ve inançlarını değiştirmeye razı etmişti."

http://www.hermetics.org/images2/sabbah3.jpg"Teolojik tartışmaları ustaca kullanarak, inatçı bir mantıkla Şia öğretisini titizlikle irdelemeyi başarmış, İsmaili'lerin fesatçı doğası ve geleneksel gizliciliğine dayanan, çok güçlü bir ayrılıkçı topluluk duygusu yaratmayı bilmişti."

"Elbruz sıradağları Damavend yanardağı ile 6000 metrede en yüksek noktasına ulaşır ve Hazar kıyıları ile Merkezi İran yaylası arasında aşılması zor bir engel oluşturur. Tahran'dan pek uzak olmamasına karşın, bu dağlık ve ıssız bölge daima ulaşımı zor ve gözlerden ırak kalmıştır. Bu nedenle, bir çok Şii tarikatı, gizlenen İsmaili'ler ve diğer din sapkınları için yüzyıllar boyunca dağlık Daylam bölgesi bir sığınak olmuştur."

"...Marco Polo'nun 1273 yılındaki ziyareti ve bunu daha sonra kitabında, "Dağlar Şeyhi ve Aşişin'ler" olarak anlatması, Hasan Sabbah'ı ve yüksek bir vadide bulunan Alamut kalesini Batı'da bir efsane biçimine dönüştürdü."

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

"...Şeyhin maiyetinde, gelecekte fedaileri olacak, oniki yaş civarında bir çok genç vardı. Onlara içmeleri için haşhaş veriliyor ve üç gün süreyle uyuduktan sonra dörtlü, onlu ya da yirmili gruplar halinde, şahane bir bahçeye bırakılıyorlardı.

Bahçede kendilerine gelen gençler, cennete geldiklerini sanıyorlardı. Etrafları müzik, şarkı ve rakslarla onları eğlendiren, gönüllerini hoş tutan genç kızlarla çevriliyordu. Gençlerin her türlü arzuları anında yerine getiriliyordu. Öyle ki, kendi rızalarıyla bu bahçeden ayrılmayı kesinlikle istemiyorlardı."

"Şeyh, bir düşmanını öldürtmek isteyince, gençlerden birini yanına çağırtıp "cennete geri dönebilmen için, düşmanımı öldürmelisin" diyordu. Böylece, katiller gidip hevesle, gönüllü olarak görevi yerine getiriyorlardı."

Marco Polo, Alamut Ziyareti (1273)

"...Bir çok tarihçinin uzun yıllar tartıştığı, ancak bugün kesinlikle kanıtlandığı şekliyle, "haşhaş içenler" ya da "haşhaş yutanlar" deyimleri, asla İslam kaynaklarında rastlanılmayan, tümüyle yanlış bir adlandırmadır. Küçük düşürücü bir anlamda, "kötü üne sahip kişiler" ve "düşmanlar" deyimlerinin yerine kullanılmıştır. Deyimin bu anlamıyla kullanımı günümüze kadar süregelmiştir. 1930'lu yıllarda Mısır'da gündelik dilde "Haşişin" sözü sadece "gürültücü ve huzur kaçıran" anlamında kullanılmıştır. Özdenetim sahibi olduğu her bakımdan anlaşılan Hasan Sabbah'ın uyuşturucu kullanmak gibi bir aşırılığa kapılacağı hiç akla yakın değildir. Alamut kitaplığı ve gizli arşivlerinde dahi, İran Haşişi'lerinin uyuşturucu kullandıklarını ima eden tek bir satır bile mevcut değildir."

"...Güvenli ve sürekli bir üsse sahip olmayı başardıktan sonra, Hasan Sabbah dailerini (İsmaili misyonerleri) Alamut kalesinden dört bir yana gönderdi. Aynı zamanda, topraklarını genişletme politikası izlemeye başladı. Yeni kaleler inşa ettirdi, propaganda ya da kuvvet kullanarak, başka kaleleri ele geçirdi... Bu dönemde, Alamut ve diğer kalelerde yaşam, sonsuz bir disiplin ve ciddiyet içinde geçmekteydi."

"...Hasan Sabbah'tan önce, İslam dünyasında politik cinayetler yok değildi. Daha eski tarikatlar da, suikastı bir siyaset yöntemi olarak kullanmışlardı. Hatta, Muhammed bile, düşmanlarının yaşamaya layık olmadıklarını söyleyerek ve inançlı yandaşlarının bu imayı anlayacaklarını bekleyerek, rakiplerini yoketme yoluna gitmiştir..."

"...Haşişi "Assassin" (katil) sözü, Batı dillerinin kelime dağarcığına, Dante tarafından kullanıldığı zaman katıldı. İlahi Komedya, Cehennem, XIX. Kitap'ta, Dante kendini, "kötü assassin'in günahını çıkartan bir keşiş" olarak betimler.

"Io stava come il frate che confessa

Lo perfido assassin..."

Eserin bu kısmında, günah çıkartan suçlu kafası aşağıda olarak canlı canlı toprağa gömülmektedir. Bu sebeple, mümkün olan en büyük suçu işlemiş olmalı; yani, özellikle dehşet verici bir günahın sahibi olmalıdır. Kötülük olgusuyla, "assassin - katil" sözü arasında Dante tarafından kurulan bağ, kesinliği ve berraklığı güçlendirir ve işte bu anlamıyladır ki, "assassin" sözü tüm Batı dillerine yayılmıştır." Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

Bu Paylasdigim Konu Tarihi Kişileri Ve Hikayeyi Anlatmakdadir Derlemedir Ama Oyundanda Bahsediyor Burda Derlemedir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İsmaili'lerin Kaderi

 

http://www.hermetics.org/images2/ass_assassini_pugnale_01.gif"...1256 yılında Alamut kalesinin, Moğol komutanı Hülagu tarafından yıkılmasıyla, Nizari İsmaili'lerin bir çoğu Afganistan'a, Himalaya'lara ve özellikle Sind'e kaçtılar...Bazı gruplar, zaten daha XI. yüz yıl kadar erken bir dönemde Hindistan'da etkinlik gösteriyorlardı. Burada, "Bohra"lar adıyla bilinen İsmaili tarikatı mevcuttu. Bu tarikatın kurucusu, henüz 1067 yılında, Cambay'a göç eden ve buradan Gujerat'a geçen, Abdullah adında bir Yemenliydi. Bugün de, Bohra'lar hala bu bölgede gizli varlıklarını ve güçlerini sürdürüyorlar."

"...Bir diğer büyük kol, bugün özellikle Pencap'ta etkin olan "Hoca"lar tarikatıdır. Bu tarikatın geleneklerine göre, kurucuları kuzeybatı Hindistan'a XIII. yüz yıl başlarında gelen, "Satagut" (gerçek ışığın öğretmeni) adında bir daidir."

"...Ağa Han önderliğindeki, çağdaş İsmaili'lerin dayandığı temel "Hocalar" tarikatıdır ve doğrudan Nizari İsmaili'lerin yani Haşhişi'lerin soyundan gelmektedir."

"Bugün, Ağa Han, tam olarak Prens Kerim el-Hüseyni, Ağa Han IV., İsmaili'lerin, kırk dokuzuncu imamı olup, doğrudan Muhammed'in soyundan geldiğini ileri sürmektedir. Tüm dünya üzerindeki tahmini yirmi milyon İsmaili'nin lideri olup, sadece bağışlardan oluşan, yıllık gelirinin, 1985 yılı için 75 milyon Sterlin olduğu açıklanmıştır."

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

Devrimci bir dahi olarak kabul edilen Hasan Sabbah'ın teolojik ve politik görüşleri, ülkesinin Araplar tarafından fethedilmesi ve buna bağlı olarak İslam dininin kabul edilmesinden sonra, İran'a özgü ilk dinsel ve politik yaratımdır. Bu geniş anlamda, Haşişi'lerin kurucusunun düşünce ve öğretilerinin Orta Doğu'daki politik akımlar ve dinsel yaşantı üzerinde uzun menzilli bir etkisinin bulunduğu söylenebilir. Hasan Sabbah'ın mirası, bugün bir yandan Ağa Han tarafından, diğer yandan Lübnan ve İran'da bulunan devrimci gruplar tarafından paylaşılmaktadır.

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

Haşişi'lerin Gizli Öğretileri

 

 

(1) Düşünce Okulları

 

 

 

"Genel olarak İsmaili'lerin, özel olarak da Nizari İsmaili'lerin asıl sorunu, her dönemde resmi İslam tarafından sapkın kabul edilerek baskı altında tutulmak istenmeleridir (Mısır Fatımi halifelerinin yönetiminde İsmaili inancının resmi dinsel görüş olarak kabul edildiği dönem dışında). Bu baskının sonucu olarak, Haşişi inancının herkesce anlaşılabilir bir açıklaması hiç yapılmamıştır. Haşişi'ler kendi öğretilerini gizli tutmuşlar, düşmanları ise, sapkın oldukları gerekçesiyle, inceleme araştırma yapmadan onları neredeyse yok saymışlardır."

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

"Hasan Sabbah, sıradan kişilerin bilgi edinmesine engel olmuş, her kitabın tehlikesini ve her yazarın dağarcığını zaten bilenler dışında, bilginlerin eski kitapları incelemelerine izin vermemiştir. Yandaşları ile birlikte, teoloji alanında, "Allah'ımız Muhammedin Allah'ıdır" demekten öteye geçememiştir."

Şehrestani

"İslam bir mesih dini değildir ve bir kurtarıcı-mesih kavramına yer vermez. Yine de, büyük olasılıkla Hıristiyan etkisi altında, İslam'da Peygamberin soyundan gelen bir kişi ya da yeniden dünyaya gelen İsa kişiliğinde, "imanın eskatolojik onarımcısı" yani "Mehdi" (Tanrısal Rehber) kavramı zamanla gelişmiştir. İsa'nın ortaya çıkmasıyla, "son yargı" dönemi başlayacaktır. İyiler cennete giderken, kötüler cehenneme atılacaklar; cennette ödüller, cehennemde ise cezalar olacaktır. Böylece öngörülen "Son"dan önceki dönem de oldukça karamsardır: Kabe yol olacak, Kur'an sayfaları boş kağıda dönüşecek, Kur'an'ın buyrukları belleklerden silinecek, Allah bile "Tanrısal Söz"ü (logos-kelam) terkedecektir. İşte o zaman kıyamet kopacaktır."

Encyclopaedia Brittanica

http://www.hermetics.org/images2/ass_assassini_01.gif"Çesitli duygu yüklü isimler altında, İsa'dan Kur'an'da tam otuz beş kez sözedilir; "Allah'ın Habercisi" ve "Mesih" gibi...Ama, Kur'an'ın hiç bir yerinde İsa, ölümlü bir peygamberden, Muhammed'in yolunu açan kişi ve tek yüce Allah'ın bir sözcüsü olduğundan daha farklı bir niteliğe sahip değildir. Tıpkı Basilides ve Mani'nin söyledikleri gibi, Kur'an İsa'nın çarmıhta ölmediğini yazar; "Onu öldürmediler, onu çarmıha germediler, öyle yaptıklarını zannettiler". Bu pek de açık olmayan sözler dışında başka bir yorum yoktur. Ancak İslam yorumcularına göre, ölmek üzere İsa'nın yerine geçen bir başkası vardır. Her zaman olmasa da, bu kişinin Sirene'li Simon olduğu ileri sürülür. Bazı İslam Yazarları, İsa'nın bir duvar girintisine gizlenerek, tıpkı Nag-Hammadi yazıtlarında da belirtildiği gibi, taklidinin çarmıhta can verişini izlediğini yazarlar."

Baigent, Leigh, Lincoln-The Holy Blood and the Holy Grail

"Yeniden Doğuş" öğretisi, ya da daha doğrusu "ruh göçü" kavramı, İran'da geniş kabul görmüş ve İslam'daki Mehdi inancına evrimlenmiştir. Bu öğretinin, İsmaili versiyonu iki ayrı düşünce okulu biçiminde ortaya çıkmıştır. İlki, İsmail"in kendisini doğrudan ölümsüz ve dolayısıyla Mehdi olarak kabul eder. İkincisi, İsmail'in oğlu Muhammed'in Mehdi olduğunu ve tüm dünyayı fethetmeden önce ölmeyeceğini ileri sürer.

Dürzi'ler "yeniden doğuş"u kendi inançlarının temel ve ayırd edici bir ilkesi olarak benimserler. Dürzi'liğin kurucusu Hakim'in on ikinci imamın ruhuna sahip olduğuna inanırlar. Hakim'in tüm dinsel yetkisi de bu olgudan kaynaklanmaktadır. Haşişi'lere oranla daha fazla bilgi sahibi olduğumuz Dürzi'lerin öğretileri aslında hemen hemen Haşişi'lerin öğretisiyle eştir: "tüm ruhlar hep bir anda yaratılmışlardır, sayıları sınırlıdır. Her ruh bir dizi ruh göçü ile gelişir ve mükemmelliğe doğru yükselir."

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

(2) Haka'ik - İçrek Gerçekler

 

 

 

http://www.hermetics.org/images2/ass_alamut_fortezza_dipinto_iran_01.gif"İnsanlığın dinsel gelişiminin, her biri yedi yıl süren, yedi ayrı peygamber döneminde gerçekleştiği tasavvur edilmektedir. Bu yedi peygamberin ilk altısı: Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed'tir. Bu Tanrı habercilerinin her biri, sıradan insanların bile anlayıp yorumlayabileceği bir dinsel yasa ortaya koymuşlardır. Buna "zahir", yani dış görünüş denilebilir. Ancak, bu peygamberlerin verdiği her bir mesajın bir de, içrek, gizli gerçekleri vardır. Bu içrek gerçekleri ancak az sayıda aydınlanmış kişi anlayıp yorumlayabilir. Buna da "batın", ya da içrek gerçek adı verilir."

"Haka'ik (içrek gerçeklerin bütünü), bu yedi peygamberi izleyen birer "Vasi" (elçi) ya da "Samit"(suskun) tarafından açıklanabilir. Bu kişinin görevi kutsal yazılar ve kurallardaki batını izah etmektir. Her bir vasiden sonra, ayrıca yedi tane imam dünyaya gelir. Yedinci imam bu dizgedeki yeni peygamberdir ve böylece çember tamamlanır. Son döneme damgasını vuracak olan Mehdi, herkese tüm içrek gerçeklerin açıklamasını yapacak ve böylece Tanrısal bilgi dönemini başlatacaktır."

"İsmaili teolojisi, işte bu denli "vahiyci" (revelationary) bir nitelik taşır. İnsan aklından aşkın olup, insanın anlayamayacağı düşünülen haka'ik, aslında gnostik öğretiden türetilmiştir. Tümüyle Neoplatoncu değerlerden yola çıkarak, maddi ve manevi dünyanın ilkelerini açıklama iddiasındadır. Gnostikler, maddi dünyanın ikincil bir tanrı tarafından yaratıldığını düşünürler. Bu Eski Ahit'teki Yahova'dır. Yahova, gerçek Tanrının dünyayı yanlış inançlardan temizlemek için İsa'nın bedeninde oğlunu göndermesine kadar, belirli bir özgürlüğe sahip olabilmiştir. Muhammed'in gnostik bir görüş olan, çarhıhta ölen kişinin sadece bir hayal, Romalılarla Yahudilerin yaralayamadıkları bir görüntüden ibaret olduğunu İslam'a uyarlamasıyla, birçok gnostik ögenin İslam'a geçiş yolu açıldı.

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

"İsmaili haka'ikinin özü, "İlk Neden" olarak Tanrı'nın reddedilmesinde ve kendi içinde belirli bir akılcılığa yönelmesindedir. Bu öğreti aynı zamanda İsmaili'lerin sapkınlığının temelidir. Onlara göre "İlk Neden" evrensel akılla birleşen Tanrısal buyruk yani Tanrı Sözüdür (logos-kelam). Bu yüzden, İsmaili'lerin buyruk-düzen-yasa hakkındaki düşünceleri, içrek öğretilerinin çekirdeğini oluşturur ve Neoplatoncu felsefe ile İslam'ın sentezini gerçekleştirir. Hasan Sabbah'ın gücü ve fedailerinin bağlılığı, Tanrı'nın aşkın doğası hakkında İsmaili öğretisinin kategorik ısrarından kaynaklanır. Böylesi mutlak bir Tanrı ve mutlak bir imam, mutlak bir inanç ve itaat gerektirir."

1-İmam (Ali ve Nizar'ın soyundan)

Tam Aydınlanmışlar:

2-Dai'd-D'uat (Baş Dai)

3-Dai'l-Kebir (Büyük Dai)

4-Dai

Yarı Aydınlanmışlar:

5-Refik

6-Lasik

7-Fedai

"Her ne kadar, aydınlanma derecelenmelerinin ayrıntıları, 1332 yılında Dürzi'ler hakkında kaleme alınmış tarihi bir belgeden aktarılmışsa da, Haşişi'ler ile asıl fark, derece sayısının Dürzi'lerde, belki de dokuz göksel cisimle uyum sağlamak için, dokuza yükseltilmiş olmasındadır."

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

(3) Dokuz Derece

 

 

 

Adaylar, yaşam boyu kendilerini de öğretmenleri kadar önemli kılacak olan, ebedi bilgelik ve gizli güç sahibi olacaklarına inanarak örgüte katılırlar ve dokuz dereceden oluşan bir aydınlanma sürecinden geçirilirler.

İlk Derece

İlk derecede, öğretmenler adayları, tüm önceden öğrenip kabul ettikleri dinsel ve siyasal düşünce ve yargılardan kuşku duyma durumuna düşürürler. Daha önce kendilerine öğretilen her türlü bilginin önyargılı ve sarsılabilir olduğuna, olası her çeşit tartışma tekniği kullanılarak, inandırılırlar. Arap tarihçi Makrızi'nin aktardığına göre; bunun sonucu, öğrencilerin her sorunun en doğru yorumunu yapabilen tek gerçek bilgi kaynağının öğretmenleri olduğuna inanmaları ve öğretmenlerinin kişiliklerine bağımlı duruma gelmeleridir. Öğretmenler, aynı zamanda, formel bilginin aslında, hazır duruma geldiklerinde öğrenecekleri, gerçek, gizli ve güçlü sırrın sadece bir örtüsü olduğu hakkında sürekli ipuçları verirler. Bu akıl bulandırma tekniği, öğrencinin bir öğretmene körü körüne bağlılık andı içecek hale gelmesine kadar sürdürülür.

İkinci Derece

Öğrencilere bu derecede, korunması İmama teslim edilmiş olan içrek bilgiler olmadıkça, bu içrek öğretinin basit birer simgesi durumunda olan dinsel kurallar izlenerek Allah'ın rızasına ulaşmanın imkansız olduğu öğretilir.

Üçüncü Derece

Bu derecede, gelmiş geçmiş imamların sayısı ve kişilikleri, yedi sayısının maddi ve manevi dünyadaki anlamı aktarılır. Artık, kesinlikle "Onikiimamcı" inanç ve görüşlerden uzaklaşılarak, son altı imamın saygı duyulmaya gerek olmayan, manevi bilgilerden yoksun, sıradan insanlar oldukları öğretilir.

Dördüncü Derece

Öğrenciye, yedi "Natık" (bildiren-peygamber) dönemleri, onları izleyen altı "Samit" (suskun imamlar) ve her yeni natığın kendinden önce gelenlerin dinsel öğretisini nasıl değiştirdiği öğretilir. Bu eğitim, Muhammed'in son peygamber ve Kur'an'ın da Allah'ın son vahyi olamadığının kabul ettirilmesini içerir ki, tüm bunlar öğrenciyi İslam dininden çıkarır. Bu derecede ayrıca, yedinci ve son natık, "Sahib-ul-Amr" (varlıkların sahibi) İsmail'in oğlu Muhammed'in "Eskilerin Bilimi"ni (Ulum-ul Evvelin) tamamlayıp, içrek öğretinin bilimi olan "Tevil" bilimini (Allegorik yorum) kurduğu aktarılır.

Beşinci Derece

Bu derecede, geleneklerin tümü terkedilerek, "Sayılar Bilimi" ve "Tevil" uygulamalarının öğretimine başlanır. Sürekli konuşulan konu dindir. Kur'an'ın sözcük anlamına giderek daha az önem verilirken, İslam dininin tüm kural ve koşulları ortadan kaldırılmak istenir. On iki sayısının anlamı ve on iki "hucca" (kanıt) öğretilir. Bu "hucca"lar, imamların propagandasına temel oluşturan ve onların kişisel öğretilerini yönlendiren kanıtlardır. Aynı zamanda, "hucca" sözcüğü, her imam tarafından, baş dai olarak atanan kişilere de ad olarak verilmiştir. Sonradan, oniki "hücce" insan omurgasındaki oniki sırt omuru ile bağdaştırılır; yedi kafa omuru (cervical) ise yedi peygamberi ya da yedi imamı simgeler.

Altıncı Derece

İslam dininin koşulları (namaz, oruç, hac, zekat, kelime-i şehadet) ve tüm diğer ritlerinin allegorik anlamları bu derecede öğrenciye aktarılır. Görünümde uygulanan bu koşul ve ritlerin temelde önemsiz olduğu ve bilgiye ulaşmış kişilerin bunlardan vazgeçebileceği öğretilir. Çünkü bu uygulamalar, kurnaz yasa koyucular tarafından, cahil ve kaba halkı yönetmek için konulmuştur.

Yedinci Derece

Bu ve bundan sonraki derecelere, öğretinin gerçek yapısı ve amaçlarını kavrayabilen önde gelen kişiler kabul edilir. "Önceden varolan" (Pre-existent) ve "Sonradan ortaya çıkan" (Subsequent) kavramları ve bunların dualist yapısı bu derecede öğretilir ve böylece, kişinin Tek Tanrı öğretisine olan inancının yıkılması amaçlanır.

Sekizinci Derece

"Önceden var olan"-"Sonradan ortaya çıkan" ikili öğretisi geliştirilir, öğrenci tarafından derinlemesine kavranmasına çalışılır. Ayrıca, en önemlisi, bu iki kavramın da üzerinde, ne adı, ne nitelikleri bilinebilen, hakkında hiç bir bilgi bulunmayan, tapınmak bile mümkün olmayan bir yüce Varlık olduğu hakkında ilk bilgiler verilmeye başlanır. Bu isimsiz Varlık, Zerdüşt inancındaki, "Zervan Akanana"yı (Sonsuz Zaman) andırmaktadır. Ancak, öğretinin bu noktasında, İsmaili'ler arasında farklı anlayışlar, çatışma ve karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Yine de, Nuveyri "bu fikirleri kabul edenlerin yeri, dualistlerin ya da maddecilerin yanından başka bir yer olamaz" diyerek tümünü aynı sepete yerleştirmiştir. Bu derecede, öğrenciye peygamber olmak için, mucizeler yaratmaktansa politik, sosyal, dini ve felsefi bir sistem yaratıp uygulamak kabiliyetini göstermek gerektiği öğretilir. Ayrıca, dünyanın sonu, yeniden doğuş, cennet-cehennem gibi allegorik kavramların yanısıra çeşitli "kıyamet" doktrinleri de aktarılır.

Arkon Daraul, Secret Societies

Dokuzuncu Derece Aydınlanma'nın bu en son derecesinde, tüm dogmatik din kurumlarından sıyrılan kişi artık, en saf ve basit anlamıyla, bir filozof olmuştur. Kendi arzusuna ve keyfine uygun düşen, düşünce sistem veya karışımını istediği gibi kabul etme özgürlüğüne kavuşmuştur.

 

 

Edward Granville, St Bard's Hospital Journal (Mart 1897)

 

"Yedinci derece Büyük Giz'in açıklamasını getirir; tüm insanlar ve evrendeki tüm varlıklar aslında bir bütündür, en basit şey bile bu bütünün bir parçasıdır ve bu bütünün yaratma/yoketme gücü vardır. Bir İsmaili olarak birey, kendinde uyanmaya hazır olan bu gücü kullanma şansına sahiptir. Bu nedenle, gücün bir parçası olduğunu kavrayan kişi, insanlığın bu muazzam potansiyelinden habersiz olan diğer bilgisizleri yönetebilir. Bu güç, "Zamanın Tanrısı" (Lord of Time) adı verilen esrarlı varlık sayesinde edinilmiştir."

"Sekizinci dereceye hak kazanabilmek için, kişi tüm dinlerin bir sahtekarlık olduğuna inanmalıdır. Önemli olan yalnızca birey ve bireysel akıldır; o da ancak, en büyük güç olan imama hizmet ederek mükemmelliğe erişebilir."

"Dokuzuncu derece, inanç diye bir kavramın mevcut olmadığı, aslında herşeyin "eylem"den ibaret olduğu sırrının açıklandığı son derecedir. Her hangi bir eylemi düşünüp uygulamak da, tüm akıl ve mantığın yegane sahibi olan imamın elindedir.

Arkon Daraul, Secret Societies

(4) Okült Gelenek

 

 

Şeyh-ül Cebel Sinan'a duyulan büyük saygının hatırı sayılır bir bölümü, herkesçe bilinen telepati ve durugörü gücünden kaynaklanmaktadır. Ebu Firaz tarafından aktarılan öyküde, bahçede bulunan bir kişinin düşüncelerini okuyarak, aklından geçirdiği sorulara cevap verebildiği anlatılmıştır. Hasan Sabbah da döneminin tanınmış bir simya ustasıdır. Haşişi'lerin günümüzde okült uygulamalar olarak bilinen, karanlık konularla uğraştıkları su götürmez. Zaten, o zamanlar, simya ve astroloji felsefe eğitiminin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilirdi.

Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

Avrupa'da dinsel ya da din dışı, tüm gizli örgütlerin oluşmasına yol açan temel kavramlar Haçlılar tarafından İsmaili'lerden alınmıştır. Tampliye ve Hospitalye şövalyeleri, Loyola tarafından kurulan Cizvit'ler gibi örgütlerin tümü davalarına kendilerini adayış biçimleri günümüzde asla görülemeyen özveri sahibi kişilerden oluşmuştur. Haşin Dominiken'ler, ılımlı Fransisken'ler ve tüm kardeşlik örgütleri, ya Kahire'ye ya da Alamut'a ulaşacak biçimde geriye bağlanabilirler. Özellikle Tampliye Şövalyeleri, Büyük Üstad'ları, Prior'ları, dinsel adanmışlıkları ve hiyerarşik yapıları ile Doğu'daki İsmaili'lerle en güçlü benzeşmeyi gösterirler.
S. Ameer Ali

 

Alıntıdır

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İsmailî düşüncesinin kutsal mekanı olan Alamut Kalesi, XI. ve XIV. yüzyılları arasında birçok hükümdarın korkulu rüyası olmuştur. Alamut efsanesi tam olarak 1090 yılında, ünlü İsmailî komutanlarından biri olan Hasan Sabbah tarafından kalenin ele geçirilmesiyle başlar.

 

Haçlıların taktığı isimle, “Dağların Yaşlı Bilgesi” burayı, beden terbiyesi ve inanç kararlılığının baştacı edildiği gerçek bir mevziye dönüştürdü. Sünni Türk iktidarına karşı efendilerinin sürdürdüğü kutsal savaşta, cephe gerisi için üs konumunda olan kale, başka hiçbir yerde benzeri bulunmayan bir inanç ve kararlılığa sahip fedayinlere evsahipliği yapıyordu. Bu yeri efsaneleştiren biraz da bu tutku olmuştur.

 

http://xenohistorian.faithweb.com/neareast/Alamut.jpgKuzey İran’ın yüksek arazilerine tepeden bakan bu kartal yuvasından günümüze sadece yıkıntılar kalabilmiştir. Ancak kalıntılar, az sayıda araştırmacının ilgisini çekmekle birlikte, buradaki gezi yollarında şansını denemek isteyen her meraklı gezgin için gizemli bir yön de barındırmaktadır. Hava karardığında, geçmişte iki bin fedayin’i coşturan mistik hayranlık daha da iyi anlaşılıyor. Bugün, bu yerin simgesel ağırlığı hâlâ hissedilebiliyor.

 

Elburz sıradağlarının batı yamaçlarında, 2000 metreden yüksek bir noktada yer alan küçük Kazor Han köyünün alt tarafında bulunan kale, en büyük kenti Kazvin olan geniş çorak ovaya hakim durumdadır. Kazvin, ünlü İpek Yolunun yanısıra, Tebriz ve Hemedan kentlerinden gelen Hazar yolları (Hazar, Kazvin’in latincedeki karşılığıdır) için kavşak noktası olmanın yanı sıra Azerbaycan ve kuzey-batıdan gelen ticaret yolları için de zorunlu bir geçiş noktası konumundaydı. Bu kent, Selçuklular döneminde (1051-1220) tartışılmaz bir ekonomik gelişme göstermiştir. Aynı dönemde, buradan sadece birkaç metre uzaklıkta, ünlü Hasan Sabbah Türklere karşı kutsal bir savaş yürütmekteydi.

 

Günümüzde, Tahran’ı Kazvin’e bağlayan yol üzerinde birçok çimento fabrikası, beton silosu ve çeşitli fabrikalar bulunmaktadır. Tahran kentinin sanayi bölgesi, kentin bu tarafına doğru önlenemez bir şekilde genişlemektedir. Durum böyle olunca, Kazor Han köyüne gitmek için bir “savari”ye binip hareketli Kazvin kentini terk etmeye başlayınca, bambaşka bir dünyaya adım atmış gibi oluyorsunuz. Yol, ay yüzeyine benzeyen bir manzara eşliğinde kıvrılarak yükseliyor. Seyrek bitki örtüsü arasında sağda solda birkaç deve oturmuş dinleniyor. Kızıl renkli balçık toprak çok ağır ve ayağa yapışıyor; doruklarında erimeyen karlarıyla dağlar insanı büyülüyor. İşte kale, böylesine kimsesiz bir yerde, rüzgârların yaladığı yamaçların üstünde ulaşılmaz bir kayanın tepesine kurulmuştur. Alamut bu manzarayla adeta özdeşleşmiş; dağın engebeleri içinde ancak görünebilen kale, dağın içinde birden kayboluveriyor.

 

Alamut’un küçük köyü, iki dünyanın coğrafik olduğu kadar tinsel yol ayrımında da bulunuyor. Gerçekten de Alamut, ovayla dağların arasında bulunan ekonomik kavşağın çok yakınında bulunmakla birlikte, aynı zamanda da Yer ile Gökyüzü arasında bulunan küçük bir yeryüzü cenneti parçasıdır. Hasan Sabbah burada, anahtarları sadece kendisinde bulunan muhteşem bir bahçe oluşturmuştu. Bu bahçe, meyve ve çiçek bolluğu ve zenginliğinin yanısıra, bütün Ortadoğunun en muhteşem sarayını da içerisinde barındırma ayrıcalığına sahipti. Dağların Yaşlı Bilgesi, buraya sadece en yiğit savaşçılarının girmesine izin veriyordu. En önemli görevleri, ülkedeki müslümanlara Bağdat halifelerinin öğretisini zorla dayatmaya çalışan Selçuklu Türklerin ilerleyişini durdurmaktı. Bir yıldan kısa bir sürede, bu direniş imparatorluğu darmadağın etmiştir. Alamut, erişilmezliğiyle, İsmailîlerin müstahkem mevkii olarak kabul edilmiştir.

 

Hasan Sabbah 1124 yılında ölür, ancak öncüsü olduğu hareket yok olmaz. Siyasal direniş hareketinin başına geçen halefi, Alamut müstahkem mevkiinde, 8 Ağustos 1164’te kanun hakimiyetini ortadan kaldırır ve tek önceliği, örnek insanda tanrısal olanın görünür yüzünü hayranlıkla seyretmek, ölümlü dünyada tanrısal bir yaşam sürmek olan bir cemaatin temellerini atar. Fransız filozofu ve Şiilikle ilgili konularda uzman olan Christian Jambet, Alamut İsmailîlerinin mesihçiliğinin ve ayinlerinin etkisiyle birlikte yeni bir ahlağın, müminlerden oluşan cemaatte yeni bir özgürlük biçiminin oluşumuna yol açtığını iddia eder. Terörizmin beşiği ya da hoşgörü önermesi olarak, Alamut’un fedayinleri günümüzde de dinsel tartışmaların konusu olmaktadır.

 

Kale 1256 yılında, Cengiz Han’ın torunu Hülagû tarafından ele geçirilmiş, yıkılarak yakılıp küle çevrilmiştir. Geçmişin ihtişamından bugüne sadece kalıntılar kalmış olsa da, tarikatın ruhu, kalenin payandalarında hâlâ yaşamaya devam ediyor. Alamut’un dağ köylüleri ataları olan haşhaşîlerin yaşamlarından ders çıkarmayı sürdürüyorlar. Alamut’taki evlerin kapalı evrenlerine dalarken, yaşlı bilge Hasan Sabbah’ın mirasının etkisini kolayca hissedebilirsiniz. Bölgede otel sayısı çok az ve evlerden gelen bu içten davetler size çok daha cazip gelecektir. Gece boyunca, geçmişin unutulmaz kahramanlarına ilişkin en inanılmaz efsaneler size anlatılacaktır. Yalnız kalmayı seven gezginler için, Uan Gölü çevresindeki alanlar çok uygundur. Gölün sazlarla kaplı kıyısında, çölü andıran muhteşem dağların yamacında çadırını kurmak, insanı içe dönüşe ve dinginliğe davet ediyor. Bu anı taçlandırmak için, Vladimir Bartol’un romanını okumanızı tavsiye ederiz. XIX.yüzyılın başlarında yaşayan Sloven yazar, macera anlatımıyla şiiri, siyasal düzen hakkındaki felsefi düşüncelerle eğlenceli küçük öyküleri eserinde çok güzel harmanlamaktadır.

 

Arkeologların Alamut Örenyeriyle ilgili düşünceleri

 

Alamut sözcüğünün kökeni :

Sözcüğün kökeni hâlâ belirsizdir. Ancak öne çıkan bir anlamı vardır ki o da “kartal yuvası”dır. Aslında, bu sözcüğün ilk yarısı olan “Al”, bölgesel lehçede “kartal” anlamına gelmektedir. İkinci yarı “Amut”, “bilmek” fiilinden türemiştir.

 

Efsaneye göre Daylam (Deilam) hükümdarlarından biri, kalenin inşaasına bir kartalın uçuşunu izleyerek karar vermiştir. Avlanırken yanındaki kartalı salar ve kuş havalanıp dağın zirvesine konar. İşte kale bu tepeye inşa edilmiştir. “Ale Amoukht” zamanla “Alamut”’a dönüşmüştür.

 

Alamut arkeolojik kalıntıları iki ana bölümden oluşur. Üst kısımdaki bölüm, buradaki odaların bolluğundan hareket eden tarihçilere göre, ikamet amaçlı kullanılmaktaydı. Aşağıda kalan bölüm ise, asıl kale sınırlarının dışında kabul edilebilir. Bunun dışında, kalenin çevresinde ise zanaatkârların atölyeleri ve imalathanelerden oluşan bir yerleşim de sözkonusuydu.

 

Kale, geleneksel olarak Hicrî V. ve VII.yüzyıl mimarisine uygun olarak inşa edilmiştir (İsmailî, Safevî ve Kaçar geleneği olarak devam eden mimari). Buna benzer bazı ayrıntıları Heydrieh Medresesi, Kazvin’deki Cuma Camii ve İsfahan’daki Cuma Camii’nde de görebilmemiz mümkündür. Kalenin bazı bölümleri daha da eskidir ve muhtemelen Selçuklu ve İlhanlı dönemine kadar uzanmaktadır.

 

Kalenin içindeki taşlıklı yolun yönü, burada hangi bölümlerin bulunduğunun bize ipuçlarını veriyor. İkamete ayrılan bölümün en büyük odası 800 metrekare genişliğinde ve 18 metre uzunluğunda; ve kuzeybatı, guneybatı ve güneydoğuya yönelik üç gözetleme kulesini birbirine bağlamaktadır. Odaların büyük bir kısmı tuğlalarla inşa edilmişti. Haç ya da yıldız şeklinde olan bu tuğlalar, muhtemelen turkuvazla süslenmiş ve üzerilerine çeşitli resimler çizilmişti. Burada kullanılan mimarinin görkemi, Alamut’ta gerçek bir sarayın varolduğunu ve dolayısıyla hükümdarının da bölgede siyasal olarak çok güçlü bir onumda olduğunu gösteriyor. Kalede yer alan büyük depo yaklaşık 11/45 metreküp su biriktirebiliyordu. Günümüze ulaşan yazılardan, suyun kaleye komşu ırmaklardan getirildiğini anlıyoruz. Çatılara yerleştirilen ve yer yer kayaya oyulan oluklardan yağmur suyunun ayrıca toplandığını anlıyoruz. O dönemde kullanılan zindandan günümüze çok az kalıntı kalabilmiştir. Kalenin giriş merdivenlerinin resmi Javame-Altavarikh’in minyatür kitabında çizilmiştir. Merdivenin basamakları atların buradan çıkabilmesi için bu şekilde geniş yapılmıştır. Merdivenin, kayaya oyulmuş ve kuzeyden güneye yönelen 25 metre uzunluğundaki bir kısmı gün ışığına çıkarılmıştır. Doğu yönünde altı ve batı, yani vadi yönünde olmak üzere üç gözetleme odası bulunmaktadır.

 

Özellikle Hasan Sabbah’ın yaşadığı dönem arkeologların ilgisini çekmektedir. Gerçekten de Dağın Yaşlı Bilgesi, gizemle çevrili bu yeri, astronomi ve tıp gibi değişik bilim ve sanatların icrasına ve özellikle de çok sayıdaki fedayinini eğitmek amacına uygun bir şekilde düzenlemiştir.

 

 

Elodie Bernard

 

(Elodie Bernard’ın İran’ın “La Revue de Teheran” Dergisinin Eylül 2006 sayısında yayınlanan yazısı Osman SOYSAL tarafından Fransızcadan çevrilmiştir.)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...