raskolnikov Oluşturma zamanı: Temmuz 19, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Temmuz 19, 2008 Maslow teorisi veya İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisi Amerikalı psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir. Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için başat olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafınan belirlendiğini sözkonusu etmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez. Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir. 1. Fizyolojik gereksinimler 2. Güvenlik gereksinimi 3. Ait olma gereksinimi 4. Sevgi, sevecenlik gereksinimi 5. Saygınlık gereksinimi 6. Kendini gerçekleştirme gereksinimi Maslow'a göre birey için o an başat olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır. Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur. Belirli bir gereksinim kategorisindeki gereksinimlerin karşılanması durumunda kişi, bir üst kategorideki gereksinimleri karşılamaya yönelecektir. Bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir. Maslow psikoloji çalışmalarını 'zihin özürlü' veya 'sinir hastası' süjelerden ziyade, Albert Einstein, Jane Addams, Eleanor Roosevelt gibi örnek teşkil edebilecek insanlar üzerinde yoğunlaştırmıştır. "Özürlü, gelişmemiş, olgunlaşmamış, sağlıksız, kendi kişiliklerini tayin edememiş, insan ilişkileri çarpık, agresif, provokatör, kompleksli, tutarsız, kaypak süjelere dayalı araştırmaların, özürlü bir psikoloji ve felsefeye temel oluşturacağını" savunmuştur. (Motivation and Personality, 1987) kaynak: vikipedi (Maslow teorisi - Vikipedi) ************************************************** ************************************************** **** MASLOW VE İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ KURAMI Maslow’un bazı eleştirilere rağmen bugün hala kabul gören kuramına geçmeden önce kendi hayat hikayesinden bahsetmek istiyorum.Oldukça ilginç bir hayat hikayesi: Maslow,1 nisan 1908’de New York’da doğdu.Yalnızlık,aşağılık duyguları,depresyon ve mutsuzluk dolu bir çocukluk ve delikanlılık dönemi geçirdi.Nefret dolu ve itici bir kadın olarak gördüğü annesini hiç sevemedi;hatta öldüğünde cenazesine bile gitmeyi reddetti.Annesi sık sık tanrının kendisini cezalandıracağını söylerdi.Bu tehditlerin de etkisiyle daha küçük yaşta dine güvenmemeye karar verdi ve ateist oldu. Bir çok okul ve iş değiştirdi.Hayatı boyunca sıkıldığı her şeyi terk etti.Pek çok ödül almasına,bir çok alanda(iş idaresi,eğitim,ilahiyat vs.)yazıları ve konuşmaları ile tanınmasına rağmen hep ıstırap,acı ve ağrılar çekti;kronik yorgunluk,hipoglisemi,kalça artriti ve kalp sorunları vardı.Performans anksiyetesi sorununu ölünceye dek yaşadı.Evliliğinde de(kuzini ile evliydi)hep kafasında soru işaretleri ve sevgi güvensizliği ile yaşadı.Vefatından bir ay önceki son makalesinin girişinde hiçbir zaman cesur bir lider ve hatip olamadığından yakınarak “ben mizaç olarak cesaretsizim ”diye yazıyor ve ekliyordu ”bu da bana hayatım boyunca bitkinlik,gerginlik,korku,endişe ve kötü uykulara mal oldu”. 8 haziran 1970’de hafifçe koşarken 62 yaşında şiddetli bir kalp krizi sonucu vefat etti.Böyle bir yaşamı olan Maslow’un bugün eleştirilere rağmen hala kabul gören bir kuramın yaratıcısı olması ilginç,ama,tesadüf değildir kanımca.Maslow,asla olamadıklarını ve inanamadıklarını bu kuram ile idealize etmiş ve kendini bu yolla yüceltmiştir.Küçük yaşta kaybettiği tanrı inancını ise transandantal (kendini gerçekleştirmenin bir yolu zirve yaşantılar)ve teolojiye(ilahiyat ile ilgili yazılar)olan merakıyla ikame etmiştir. Kurama gelince;Maslow’un kuramının adı “ihtiyaçlar hiyerarşisi”dir.Maslow’un geliştirdiği bu kuramı genel bir kalıp olarak görmek daha uygun olacaktır.Maslow da ortalama bir kişinin fizyolojik ihtiyaçlarının % 85 ini,güvenlik ihtiyaçlarının % 70 ini,sosyal ihtiyaçlarının % 50 sini,saygı görme ihtiyaçlarının % 40 ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarının % 10 unu tatmin etmiş olabileceğini ileri sürmüştür. Maslow,güdüleri mertebeli bir yapı içinde görür ve insanların alt basamaktaki gereksinmeleri giderilir giderilmez üst basamaktakileri doyurmaya yöneleceğini kabul eder.Bu basamaklar şunlardır: 1. Fizyolojik ihtiyaçlar:Yeme,içme,barınma vs. 2. Güvenlik ihtiyaçları: Kendini güven ve emniyet içinde ve tehlikeden uzak hissetmek 3. Ait olma ve sevgi ihtiyaçları: Başkaları ile ilişki kurmak,kabul edilmek ve bir yere ait olmak 4. Değer ihtiyaçları: Prestij,başarı,yeterli olmak ve başkalarınca benimsenip tanınmak 5. Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları : Kişinin amacını gerçekleştirmesi ve potansiyelini ortaya çıkarması,kişisel tatmin,kişisel başarı,bilimsel buluşlar Robinson Crusoe adaya ilk düştüğünde parçalanan gemiden sahile savrulmuş birkaç yiyecek paketini topladı,daha sonra da birkaç parça eşyadan açıktan ve yağmurdan kurtulmak için korunacak kapalı bir yer yaptı.Önce yiyeceklerini(fizyolojik ihtiyaç),sonra da güvenli bir yeri düşündü(Güvenlik ihtiyacı).Daha sonra,Cuma ile ilişkilerinde öğretmen rolü üstlenerek(dil öğreterek,araç kullanmayı öğreterek)saygınlık ihtiyacını giderdi.Crusoe,sonra düştüğü adayı keşfe çıktı ve bütün adayı tanıdı.Bir takvim yaptı.Rahatladığı anda şarkı söylemeye başladı.Bir kutudan çıkan kitapları okumaya başladı.En son aşamada da kendisini adadan kurtarmaya yarayacak bir araç yapıp kendilerini gerçekleştirmeye çalıştılar. İş yaşamı açısından bakacak olursak da çalışanlar açısından motivasyonun önemi bugün artık tartışmasız bir biçimde kabul edilmiştir.Maslow’un bu kuramına göre şöyle bir tablo oluşturmak mümkündür. Basamaklar Örnekler Fizyolojik ihtiyaçlar Yemek ve barınma için yeterli maaş Güvenlik ihtiyaçları Uzun süreli iş sözleşmesi,güvenli bir çalışma ortamı,eşit fırsatlar Ait olma ve sevgi iht. Çalışma arkadaşları tarafından kabul görme,yakın Dostluklar Değer ihtiyaçları Etkileyici unvan, büyük ofis,şirket arabası Kendini gerçekleştirme iht. Otonomi ve kendini geliştirmesini sağlayacak bir iş imkânı Genel olarak bir alt basamaktaki ihtiyaçlar(gereksinmeler) doyurulmadan bir üst basamağa geçilmez dedik.Ancak,burada yapılan eleştirilerden birisi,bunun her zaman böyle olmadığı ve kişiden kişiye değiştiği yönündedir.Bir anneyi ele alalım.Kendi yemez,çocuğuna yedirir.Çocuğu doğduğunda iş yaşamını ve kariyerini noktalayan pek çok örnek vardır.Aynı şekilde,asgari ücretle çalışan ve henüz fizyolojik ihtiyaçlarını zar zor karşılayan bir kişinin,bir gruba ait olma,saygı görme gibi daha üst düzeylerdeki ihtiyaçlarının olamayacağı yada uzun süre bu ihtiyaçların giderilemeyeceğini söylemek gerekir.Maslow’dan sonra bu kuramı yorumlayan Yoshio Kondo ya göre;birey bütün düzeylerdeki ihtiyaçlara aynı anda sahip olabilir,ancak,göreli önemleri kişinin yaşam standardına göre değişebilir.Belki böyle bir açıklama daha doğru olacaktır.Tartışılması gereken bir diğer konu da şu olabilir: Sanatsal ve bilimsel çabalar,kişilerin yiyecek,barınak ve güvenlik için savaşım verdikleri toplumlarda yeşeremez mi?Maslow’un kuramına göre bu biraz zor görünüyor.Ayrıca,kültürel değerler ve aile ortamı da hangi basamaktaki ihtiyaçların nasıl ve ne şekilde doyurulacağını belirleyen faktörlerdendir.Örneğin;siz kitaba önem veren ve sürekli kitap okuyan bir ailede yetişmişseniz,paranızı çok sevdiğiniz bir tatlıyı almak yerine kitap almaya harcayabilirsiniz. Maslow’a göre kişinin gelebileceği en son basamak kendini gerçekleştirme basamağıdır.Yazının başında da belirttiğim gibi Kişilerin % 10u bunu gerçekleştirebilir.Çoğumuz kendini gerçekleştiren kişiler olmadığımız halde kısa süren doruk yaşantılarımız olmuştur.Bize verilen bir ödevi tam anlamıyla yaptığımız,bir başkasına onun zor bir durumunda hiçbir karşılık beklemeden yardım ettiğimiz,hiç karşılık beklemeden ve kıskanmadan birini sevebildiğimiz ,bir sanat eseri karşısında hayranlık duyduğumuz zaman yada anne-baba olduğumuzsa hissettiğimiz o koşulsuz mutluluk,birer doruk yaşantı örneğidir.Doruk yaşantılar,sürekli olmasa bile herkesin yaşabileceği türdendir.Kanımca,yaşamını son derece anlamlı gören ve her dakikasını doyasıya yaşayan herkes kendini gerçekleştirmiş sayılabilir. Maslow,tarihteki bazı ünlü kişileri seçti (Spinoza,Lincoln,Einstein,Eleanor Roosevelt vs.) ve bu kişilerin hayatlarını inceledikten sonra kendini gerçekleştirenlere özel olduğunu düşündüğü nitelikleri ve kendini gerçekleştirmeye götüren davranışları saptadı.Okuyucular açısından ilgi çekici olabilir diye düşündüğüm için bu nitelik ve davranışları aşağıda veriyorum: KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRENLERİN ÖZELLİKLERİ Gerçekliği verimli bir şekilde algılarlar ve belirsizliğe tahammül edebilirler. Kendilerini ve başkalarını oldukları gibi kabul ederler. Düşünce ve davranış içtendir. Kendi üzerinde yoğunlaşmaktan çok sorun üzerinde yoğunlaşırlar. İyi bir mizah anlayışları vardır. Çok yaratıcıdırlar. Maksatlı olarak gelenek dışı olmamalarına karşın öz kültürlerinin içselleştirilmesine dirençlidirler. İnsanlığın refahı ile ilgilenirler. Yaşamın temel deneyimlerini değerlendirebilirler. Çok değil az insanla derin,tatmin edici kişilerarası ilişkiler kurarlar. Hayata nesnel bir açıdan bakabilirler. KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEYE GÖTÜREN DAVRANIŞLAR Hayatı bir çocuğun yaptığı gibi tam bir konsantrasyonla ve her şeyi özümseyerek yaşa Emin ve güvenli yollara takılıp kalmaktansa yeni bir şey dene Yaşantıları değerlendirirken geleneğin,yetkenin ya da çoğunluğun sesini değil,kendi sesini dinle Dürüst ol Görüşlerin,çoğu insanın görüşleriyle uyuşmuyorsa gözden düşmeye hazırlıklı ol Sorumluluk al Yapmayı kararlaştırdığın ne ise o konuda çok çalış Savunmalarını sapta ve bunlardan vazgeçme cesaretine sahip ol Figen Nas Sağlam Psikolog -------------------- Piramit I : Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi 1-2-3 Bazı şeyler kafamızı sık sık kurcalar. Bazı şeylerin hayatımızdaki öneminin adını aslında bir türlü koyamayız, bazı şeylerin altında yatan nedenleri aslında bir türlü göremeyiz… Onlar oradadır, vardır, biz sadece sezeriz. Yaptığımız, sonuca şaşırmak, en azından onu tam olarak anlamamaktır. Çoğumuz dikişi tutmayan ilişkilerden musdaribizdir. Olmaz bir türlü, olamaz… Ya sürmez, ya tatmin etmez. İçi boş kalır, yetmez… Ya da görünürde pekçok şeyimiz vardır, ama içimizde bir garip boşluk duygusu süreğendir. Adını koymayı bilemeyiz, beceremeyiz… Ben ilk üniversitede tanıştım Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi ile. Maslow Piramidi de deniyor buna aslında. O piramit şu son günlerde ilgimi bir başka türlü çekmekte. Maslow, insanın ihtiyaçlarını, birbirinin üzerine dizilmiş katmanlar (bir piramit) şeklinde, alttan üste, en temelden en karmaşık olanına, şöyle sıralamış: 1. Fizyolojik İhtiyaçlar : Nefes almak, yemek, su, cinsellik vb. 2. Güvenlik İhtiyaçları : Dışardan gelecek tehdit ve tehlikelere karşı korunma ihtiyacı 3. Sosyal İhtiyaçlar : Ait olma, ortak davranma, kabul edilme, arkadaşlık ve karşı cins sevgisi (karşı cins ile yakınlaşmaya girme) ihtiyacı 4. Saygı ihtiyacı : a) başarma ve yeterlilik duygularına ulaşabilmek için ihtiyaç duyulan özsaygı b) toplum içinde ulaşılmak istenen statü, tanınma, takdir edilme ve saygınlık için ihtiyaç duyulan başkalarından gelecek saygı 5. Öz-gerçekleştirme İhtiyacı : Bireyin kendi potansiyelinin farkına varmasına, bu potansiyeli gerçekleştirmesine ve sürekli kendini geliştirmeye duyduğu ihtiyaç. Bence bu sıralamada çoğumuzun hayat öyküsü ve bugünü yatmakta neredeyse. Şimdi, müstakil bir insan için duruma bir göz atalım. Her yer atmosferle dolu olduğuna göre nefes almayı saymayacağım. Bu durumda yaşamı idame ettirmek için ilk şart su içmek ve yemek yemektir. Daha sonra uyumak ve sex gibi olmazsa olmaz diğer ihtiyaçalrımız eklenir listeye. Tüm bu ihtiyaçlarımız, korteksin (zihin) kontrol edemediği içgüdüsel ihtiyaçlarımızdır ve yaşamsaldır. Bunlar bize öğretilmez kısaca, doğuştandır. İkinci olarak insan, yaşamını sürdürmek için fiziksel varlığını dışarıdan gelecek yokedici tehditlere karşı korumak zorundadır. Bu örneğin barınma ihtiyacıdır en basitinden. Kürkümüz olmadığı için kapalı ve ısı sağlayıcı mekanlara ve düzeneklere ihtiyaç duyarız. Aynı zamanda aslında doğa koşullarında varolabilmek, yaralanmadan, zarar görmeden yaşamımızı idame ettirebilmek için, doğanın gücü karşısında zekamızdan başka belki de hiç bir silahımız da yoktur. O nedenle, örneğin başka hayvanlardan kendimizi korumak için ya alet yaparız, ya engel kurarız ya da ateş gibi tarihi bir şey keşfetmemiz gerekir… Aslında insan için, her zayıflığın içinde bir gücün bulunduğuna dair iyi bir durum tespitidir bence bu… Bu aynı zamanda duygusal olarak güvende hissetmenin gerekliliğini de vurgulayan bir basamaktır. Örneğin yalan söylenmeyen ilişkilerde varolma ihtiyacı, ne olursa olsun yüzüstü bırakılmayacağını bilme ihtiyacı. İşte bu çok temel basamakta kırılmaya başladık bile. Çağın hastalıklarından “yabancılaşma” ve sonucu olan “nevroz” artık oluşuyor. Neredeyse hiçbir kritik ilişkimiz duygusal olarak bu konularda bizi tatmin etmez, özellikle de yetişkinliğe eriştiğimiz yaşam dilimlerimizde… Birazdan bahsedeceğim gibi, eğer takip eden üçüncü basamakta sorun yaşanmışsa, piramitin her basamağı gibi bu basamakta da ciddi sorunlar oluşmaktadır, oluşan çarpık algılar, yanlış otomatik düşünceler (savunma mekanizmaları) ve sebebiyet verdikleri duygusal bozukluklar yüzünden. Geldik üçüncüye… Belki pek çoğumuz için can alıcı basamak bence budur. Çünkü sahiden hakkı verilmediğinde adıyla sanıyla “can” alıyor (bence intihara dek varan duygusal bozuklukların oluşum sürecini burası içerdiğinden dolayı)… İşte üçüncü basamak: Sosyal İhtiyaçlar : Ait olma, ortak davranma, kabul edilme, arkadaşlık ve karşı cins sevgisi ihtiyacı. Bugünün sırrının belki de yattığı basamaktır bu, bana nedense hep de öyle gelmekte… Bu basamağın içini doldurmanın çoğu, hatta karşı cins sevgisi dışında neredeyse hepsi, ailede başlamaktadır … “Ait olma”. Bir çocuk için de, bir yetişkin için de neredeyse olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır bu. “Böyle” değil de ancak “öyle” olduğumuzda değil, sadece “varolduğumuz” için bir bütünün parçası olmayı yaşama duygusu… Bunu ailede deneyimleyemeyen, tatmin edemeyen bir kişi, ömrü boyunca bunun açıklığını hissedecektir. Bu kapı asla kapanmayacaktır hayatında. Bunun da ötesinde, çocukluğunda açık kalmış bu noktayı kapatamamış, bunu hissedemeyen bir yetişkin, kendini tamamlanmamış hissedecektir. Ve tüm yaşamını bu “tamamlanma” ve “bu ihtiyacını tatmin edecek şekilde ona anlamlı gelen bir yerde tanımlanma” (eksiklik) ihtiyacı üzerine kuracaktır. Bu ihtiyacı tartışmasız şekilde çok baskın olacağından dolayı, yanılsamalar yaşayacaktır. Ona bu duyguyu en fazla “verir gibi olan” durumun veya kişinin peşinden gidecektir. Özgür seçimler yerine bağımlı seçilmelere evet diyecek, onların peşine takılacak ve bunun ayırdına varamayacak kadar bu ihtiyaç tarafından felç edilmiş olacaktır… O nedenle, kuracağı bu ilişkilerde de bağlı değil, ancak bağımlı olacaktır. “Kabul edilme ve onaylanma”… Bir can alıcı nokta daha. Bir insana tam ve anlamlı olduğunu anlatmanın en güzel ve hatta olmazsa olmaz yollarından biridir onu “varolduğu şekilde” onaylamak… “Sen varsın ve varlığını onaylıyorum. Bu varlığa saygı duyuyorum; bu varlık varolmakla yaptığı her edimde insancadır ama/ve bunun ötesinde kendine özgüdür de… Bunu görüyor ve anlıyorum, sadece kendin gibi varolmana saygı duyuyorum, seni kaale alıyorum ve sana varlığını tanıyan ve saygı duyan yanıtlar veriyorum”… İşte bir aileden çocuğa gitmesi gereken ilk mesajlar… Çok da tanıdık gelmiyor öyle değil mi? Şaşırtıcı değil, bizim aile yapımız bu aşamaya henüz gelememiştir. Bizim aile yapımız bu aşamaya henüz gelemediği için doğal olarak da, bu ailelerden yetişen bireylerin oluşturduğu toplumumuz da burada değildir. Toplumumuzda aidiyet duygusu da onaylanma ve takdir edilme duygusu da eksiktir bireylerde. Aslında birey de dememeli, kişilerde demeli; zira bu faktörler olmadan bence birey olunamaz. O nedenle etrafımız kadın veya erkek, onaylanma ihtiyacından ölen kişilerle kaynar. Her yaptıkları işte ve her düşüncelerinde onay beklerler, hatta onay almak üzere davranır veya düşünürler. Çok muhtemelen biz kendimiz de onlardan biriyizdir. Bize yapılan eleştirilere neredeyse hiç katlanamayız. Bu nedenle, sokaktaki adama gözünün üzerinde kaşın var deyip onu düzeltmeye kalkıştığımızda sunturlu bir küfürden okkalı bir kurşuna varan bir tepki yelpazesinden nasibimizi alırız. En küçük bir ilgisizlik durumunda sevilmediğimizi düşünmeye başlarız, alınganlığımız had safhadadır, herşeyi kendimize yönelik algılar ve çarpıtırız. Patron o gün sinirli ise veya eşimiz ilgisiz ise bu mutlaka bizden kaynaklanıyordur! Girdiğimiz ilişkilerde asla negatif bişey duymaya gelemeyiz, duyduğumuzda yaralarımız kanar. Savunmalarımızı hep bu boşluklarımız üzerine kurarız. Eksikliğimizi kabul edemeyiz, çünkü “zaten hep üzerimize geliniyor”dur… Ya da tam tersi, biz zaten o kadar değersiz ve fazlalık bişeyizdir ki, eksikliğimizin de ötesinde bir eksik olma durumunu kabul ediveririz. Böylece, ya umarsızca kendimizi ne pahasına olursa olsun savunmak isteriz ve bizim için savunmak bir noktadan sonra inkar ile aynı anlama gelmeye başlar… Ya da “herşeyi” körce kabullenir ve depresyon çukuruna demirlemeye başlarız. Onaylanmamaktan çok korktuğumuz için, bize diretilen maskelerle dolaşmaya bu nedenlerle boyun eğeriz. Yeter ki beğenilelim, yeter ki onaylanalım… Yeter ki bize biri “hadi canım olmaz öyle” demesin… “Seni tasvip etmiyorum, bence yanlışsın, ne ayıp, nasıl da öyle yaparsın veya düşünürsün” demesin… Bizi öyle, yani kendimiz gibi olduğumuz için yargılamasın… Dünya yıkılsın ama bize öyle denmesin… Bu yaşamsal (veya ölümcül, sıfatı siz seçin) bir ihtiyaçtır. Bu onaylanmamak öyle bir şeydir ki, onaylayanın mutlak otorite olduğunu varsayar, onu hiç sorgulamaz veya ona öyle bir anlam yükler, sonra da ona karşı ciddi bir kaygı ve hatta korku geliştiririz. Yeter ki onaylamasını istediğimiz her ne merci ise, ne pahasına olursa olsun bizi onaylasın. Sosyal ilişkilerimize damgayı vuran bu basamağın çarpıklığında genellikle demir atar, bir basamak daha yukarıya çıkamayız bir türlü. Ve geldik bu basamaktaki, özellikle de kadınların en büyük sandıkları yaralarının yattığı noktaya: “karşı cins ilişkisi” ihtiyacı. Burası çok çetrefil bir konu bence… Hoş diğerleri de öyleydi aslında ya… Karşı cins ilişkisi, eğer bu (üçüncü) basamaktaki ait olma, takdir edilme ve onaylanma ihtiyaçlarımız, gelişimimizin doğru evrelerinde sağlıklı bir şekilde karşılanmamış ise… tek kelime ile sadece işkence haline gelmektedir… Aslında her iki cins için de. Cinsiyet ise, özellikle bizim gibi ataerkil ve baskıcı, geleneksel ve hele de maço toplumlarda, bu basamağın travmatik etkilerini belirler bir nitelik kazanmaktadır. Kısaca dişi olanlar bu basamaktan erkek olanlara nazaran çok daha fazla hasarla çıkarlar (aslında çıkamaz ve çokluk burada kalırlar). Bu sözkonusu ihtiyaçları karşılanmayan kişiler, bunları umarsızca artık her ilişkilerinde aramaya başlayacaklardır. Karşı cins ilişkisinin bundan nasibini almayacağını düşünmek en hafifinden safdillik olurdu… Erkekler, bu eksiklikleri karşılayabilecek ikâme ilişkileri çeşitleyebildikleri halde, kadınlar bu aşamada yer alan neredeyse tüm eksikliklerini tek bir ilişkiden talep eder gibi gözükmektedir: karşı cins ilişkileri… Bu, neden kadınların çok daha büyük olduğu sanılan gönül yaraları ile uğraştıklarının yanıtlarından biridir bence; hatta bence esas yanıttır. Çünkü bu tip bir ilişkide, kendimize ait “olmazsa olmaz” ihtiyaçlarımız karşılanmamış olduğu için, ciddi bir yanlış baz sözkonusudur. Bu nedenle biz kadınlar ilişkilerimizde sevgili olmaktan ziyade çocuk olmayı seçeriz, ama farkına varamayız. Düşünülebileceğinden daha fazla beklenti kurarız bu ilişkiler üzerinde; beklenilebileceğinden çok daha hassas ve kırılgan oluruz sonuçlarına. Karşımızdakinde de aynı durum olduğunda zaten sonuç sadece hüsrandır… Bu tip bir ilişkide ciddi bir tensel uyum veya adına aşk denilen kimya olmadığında, olay sadece bir kedi fare oyunununa kolaylıkla dönüşebilmektedir. Elbette aslında belki de olay bu kadar da basit değildir ama bunun tüm detayını yazmak için herhalde bir kitap gerekirdi… 6 kasım 2006 Ayşen Akgül Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.