Jump to content

Ölü Deniz Yazıtları


boynuzsuzgeyikler

Önerilen Mesajlar

Ölü Deniz Yazıtları, bir kısmı İbranice bir kısmı da artık ölü bir dil olan Aramice ile kağıt, deri veya bakır plakalar üzerine kaydedilmiş bin civarında el yazmasıdır. Hrıstiyanlığın ve Museviliğin bilinen en eski yazılı kaynakları sayılırlar. M.S. birinci yüzyıla tarihlenmekte olup ve Yahudilik ve Hristiyanlığın bilinen en eski yazılı belgeleridirler.

 

Büyük bir çoğunluğu 1947’de ve bazıları da 1956 senesinde Kumran vadisi yakınlarındaki 11 ayrı mağarada ortaya çıkmıştır. Bu yazmaların oraya 200 kişilik kapalı bir Yahudi tarikatı olan Esseniler tarafından kendilerini ortadan kaldırmaya gelen Roma lejyonundan korumak için konulduğu söylenmektedir. Gnostik külliyatta Ölü Deniz Yazıtları önemli yer tutmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

1947 yılında, Ölü Deniz Kıyısında Kumran'da, çobanlık yapan bir Bedevi'nin kaybolan hayvanlarını ararken girdiği bir mağarada bulduğu yazmalar bilim ve teoloji dünyasını alt üst etmişti. Tarihe Ölü Deniz Yazmaları olarak geçecek olan bu yazmaların sırrının çözülebildiğini söylemek için ise daha çok erkendir.

 

Yazmaların 1947 yılında çoban tarafından bulunmasından sonra, bu yazmalar Kudüs Üniversitesi'nin eline geçmiş ve bu mağaralarda araştırmalar başlamıştır. 1958 yılına kadar süren çalışmalarda bir çok yazmanın yanı sıra arkeolojik başka bulgulara da rastlanmıştır.

 

10 yıl süresince 11 mağarada yapılan kazılar 800 kadar yazmanın ve bir çok parçanın gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Bunlar arasında Tevrat'ta geçen metinler bulunduğu kadar bulunmayanlar da mevcuttur. Bu metinlerin aşağı yukarı dörtte biri kadarı Tevrat'ta geçen metinlerdir. Bunların dışında kutsal metinlerin imitasyonları da söz konusudur. Ancak yazmaların pek çok yeri okunamadığı için bunları yeniden derlemek çok zor olmuş, bazı bölümler ise derlenemez şekilde bozulmuştur.

 

Metinler daha çok deri üzerine yazılmış olmakla birlikte papirüs ve bakır üzerine yazılmış metinler de vardır. Bu metinlerin dilleri İbranice, Arami dili ve yerel dillerdir. Bu belgeler aynı zamanda bunları yazan topluluğun inançları ve yaşayışları hakkında da bilgi vermektedir.

 

Bu metinleri bir Yahudi topluluğunun yazdığına kuşku yoktur. Bu topluluk genellikle Esseniler olarak düşünülmektedir. Metinlerin yazılış tarihleri de metinlerin bir topluluk tarafından yazıldığını ve saklandığını göstermektedir. Metinlerin en eskisi MÖ 250 en yenisi ise 68 tarihine tarihlenmektedir. 68 tarihi aynı zamanda Kudüs'e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir.

YAZMALARI KİMLER YAZDI ?

 

Yazmaların bir Yahudi tarikatına ait oldukları konusunda araştırmacılar görüş birliğine varmışlardır. En olası gözüken topluluk ise Esseniler olarak düşünülmektedir. Bu topluluğun Esseniler olup olmadığını bir kenara bırakıp yazmalara göre bu topluluğun kurallarına ve yaşayışına bakmakta fayda vardır.

 

Çıkan yazmaların arasında bu tarikatın kurallarını belirleyen yazmalar da vardır. Bunların arasında bu topluluğun Tanrı ile yeni bir ahit yaptığına ilişkin yazmalar da vardır.

 

Kanunlar yazmasında bu tarikatın kuralları ile ilgili ayrıntılı bilgi sahibi olabiliyoruz. .Bunun dışında tarikat hakkında bilgi alabileceğimiz başka yazmalar da vardır.

 

Yazmalara göre bu topluluk İsrail halkından çıkma , katılmak isteyen ve akıl ve disiplin sınavlarını verebilen herkese açıktı.

 

Tarikata girenler için , artık bu hayata başladığına ilişkin törenler yapılmaktaydı. Yeni girenler ayrıca günahlarını itiraf ediyor ve Tanrı'nın lutfunu talep ediyorlardı. Bu törenlerde ilgi çekici bir yön de Tanrı'nın adı yüceltilirken şeytan yani Belial yeriliyordu.

 

Yeni girenin tam olarak kabul edilmesi ise seneler sonra yaptığı işlere göre oluyordu.

 

Topluluk içinde ruhban sınıfının tam bir hegemonyası vardı. Ruhban sınıfı da kendi içinde bir hiyerarşiye tabii idi. Rahipler her sene yaptıklarına göre bir sıralamaya sokulmaktaydılar. Topluluğa girenler için ise her sene neler yapacağı önceden belirlenmişti.

 

"Kardeş"ler arasında ise tam bir sevgi ortamı öngörülmekteydi. Herkes kardeşini kendi kadar sevmeli, etrafına iyilik yapmalıydı. Kötü davranışlar ise sert bir biçimde cezayı hak etmekteydi.

 

Topluluğa girenler maddi zevklerden uzaklaşmak, bunların peşinden koşmamak zorundaydılar. Evlilik yasak olmamakla beraber sıkı kurallara bağlıydı.

 

Bu topluluk aynı zamanda “Kanun Evi” olarak da adlandırılıyordu. Yazmalara göre on kişiyi geçtiklerinde içlerinden birinin “gece ve gündüz” kanunları okuması gerekiyordu.

 

Kanunlara karşı koyanlar ise cezalandırılıyor ve topluluktan ihraç ediliyorlardı.

 

 

Törenler :

 

Topluluğa kabul edilen kişi tam bir yıl geçmeden bazı törenlere katılamıyordu.

 

Bu törenlerden en önemlisi ise arınma (purificatio) töreni idi. Bu tören vaftiz törenine benzeyen ve suyla yapılan bir törendi. Törenin ayrıntıları günümüze kadar ulaşmamıştır ; ancak Şam yazmasına göre suyun “kişiyi tam olarak kaplayacak” kadar olması gerektiğini biliyoruz. Bu töreni büyüsel bir tören olarak kabul etmemek gerekmektedir. Bu sembolik bir arınmadır. Zaten bu törenin etkili olabilmesi için kişinin kalbinin de temiz olması gerekmektedir.

 

Bir önemli tören de komünyon, topluluk yemeği idi. Yemek konseyden on kişi hazır bulununca toplanabiliyor ve ekmek ve şarabın kutsanmasıyla gerçekleşiyordu.

 

Bu iki önemli tören de farklı şekillerle de olsa Hristiyanlığa geçmiştir.

YAZMALARIN İÇERİĞİDaha önce de belirttiğimiz gibi 11 mağaradan çeşitli boyutlarda yazmalar çıkmıştır. Bu yazmalar dışında bölgede yaşayan Bedevilerden satın alınanlar yazmalar da vardır. Bu yazmalar içinde çok iyi korunanlara da rastlanmıştır, tamamen parçalanmış olanlara da.

 

Bu yazmaların konuları çeşitlidir. Bakır yazmalar dışında kalanları kısaca özetleyecek olursak :

 

- Yaradılış (Tekvin bölümünün apokrif’i)

 

- Kurallar

 

- Işık oğulları ve Karanlık oğulları (İyi kötü mücadelesini anlatan yazılar)

 

- Tevrat yorumları

 

- İlahiler

 

Ölü Deniz yazmaları içinde farklı konularda olanlar olsa da kabaca bu başlıklar altında toplanabilirler.

 

Bir envanter çıkartmak gerekirse, parçalı olarak 600 civarında yazma sözkonusudur. Bu yazmaların yaklaşık dörtte biri Tevrat metinleridir, hatta çoğu metinin bir çok kopyasına rastlanmıştır. Bu metinlerin arasında apokrif metinler de vardır.

 

Bulunan parçalardan bir bölümü de , 1896-1897 yıllarında Kahire’de bir sinagogda Salomon Schechter tarafından bulunan ve 1910’da yayımlanan yazmalarla aynı bölümleri içermektedir. Şam yazması ya da Şam Belgesi denilen bu belge de değerli bilgiler içermektedir.

 

Bakır rulolar

Ölü deniz yazmaları içinde en ilginç olanları da kuşkusuz bakır rulolardır. Bu ruloların diğer rulolardan olan farkı bakır olması dışında , topluluğun kuralları ya da inançlarından bahsetmemesi bunun yerine saklı bir hazine hakkında bilgi vermesidir.

 

Bu rulo’nun bir hazine hakkında bilgi vermesi , yazmaları araştıran ekibi de şaşırtmış, hatta bunu ilk tercüme eden John Marco Allegro’nun bunu basması bu ekip tarafından, define avcılarının hücum etmesi korkusuyla engellenmiştir.

 

Bu keşif bilim dünyasını da ikiye bölmüştür. Bir bölüm araştırmacı burada gerçekten bir hazine olduğunu savunurken başkaları da bunun sembolik bir anlatım olduğunu iddia etmişlerdir.

 

Bunun gerçek hazine olduğunu iddia edenler bu hazinelerin birinci ya da ikinici tapınaktan geldiğini ve Esseniler tarafından saklandığını söylemektedirler.

 

Bunun tersini iddia edenler ise Kumran Essenileri’nin bu kadar zenginliğe sahip olamayacaklarını ve Kudüsteki toplulukla olan ilişkilerinin kötülüğünden, tapınaktaki hazineleri elde edemeyeceklerini söylemektedirler.

 

Bu hazinelerin gerçek anlamı ne olursa olsun bu hazineleri arayanlar, hatta bu hazineleri Tapınakçıların bulduğunu söyleyenler vardır. Ancak Roma’daki Titus’un zafer takına bakıldığında Romalıların hazineleri aldıkları görülmektedir. Buna karşılık olarak da bazı araştırmacılar asıl hazinelerin saklı kaldığını , Romalıların aldıklarının sadece göstermelik olduğunu iddia etmektedirler.

 

TOPLULUĞUN ÖĞRETİLERİ

 

Topluluk kaçınılmaz olarak Tevrat’da geçen ana kavramlara bağlı idi ancak yine de kendine özgü görüşler geliştirmişti.

 

Ölü Deniz yazmaları incelendiğinde , topluluğun kendine özgü doktrinleri ve topluluk kurallarının büyük ölçüde yazıya geçirildiği görülmüştür.

 

Topluluğun inanışına göre, topluluk kutsal yazılardaki gizemleri anlamış ve bunların sırrına ermektedir. Kurallar yazmasına göre Büyk üsdatın da görevi, bu yolu seçmiş topluluk üyelerine bu bilgileri almasında yardımcı olmaktır.

 

Bu şekli ile bu topluluk ezoterik karakterini göstermektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, ezoterik öğretilerin aksine fazlasıyla yazılı metin bulunmasıdır. Ancak bulunan yazılı metinler, topluluğun sakladığı sırlarla ilgili olmaktan öte kuralları ve yorumları kapsamaktadırlar.

 

 

İyi – Kötü KarşıtlığıTopluluğun öğretilerinde en ilgi çekici husus , Zerdüştlük’de olduğu gibi , iyi ve kötü güçlerin karşıtlığının önemli bir yer tutmasıdır.

 

İyi güçlere hükmeden güç topluluk tarafından “Işık Prensi” diye adlandırılmaktaydı. Onun emrindekiler ise “Işık oğulları” diye adlandırılmaktaydı. Onların karşısında ise kötü güçlere hükmeden “Karanlıkların Prensi” ya da “Belial” vardı. Emrindeki gçler ise “Karanlık Oğulları” olarak adlandırılıyordu.

 

Ölü Deniz yazmalarına göre, Tanrı insana iki tür ruh vermişti. Bir doğruluğun yolundan giderken ötekisi sapkınlık yolunu izliyordu. Bu yolların açıklaması da ilginçtir. Kurallar yazması şöyle anlatır :

 

“Bir ışık kaynağından Doğruluk kökünü almaktadır,

 

Sapkınlık ise karanlıkların kaynağından,

 

Işık Prensi’nin elinde

 

Doğruluk oğullarının hükümdarlığı vardı,

 

Işık yolundan yürüyorlardı.

 

Karanlıklar Prensi ise

 

Sapkınlık oğullarının hükümdarlığını elinde bulunduruyordu,

 

Ve onlar Karanlıkların yolundan yürüyorlardı.” (Kurallar 3, 19-20)

 

Kralların dördüncü bölümünde de buna benzer ifadeler geçer. Yine Kurallar yazmasına göre Işık oğullarının işlediği günahların nedeni de Karanlıklar Prensidir.

 

Burada dikkat edilmesi gereken, Işık ve Karanlıklar Prensinin İyi ve kötü tanrılar olarak düşünülmemesi gerektiğidir. Çünkü her ikisi de Tanrı tarafından insanlar için yaradılmışlardır.

 

"Fakat Tanrı , Sapkınlığın sonunu önceden belirlemiştir.

 

Bu onun gizemi ve bilgeliğinin zaferidir.

 

Ve Tanrı yeniden geldiği vakit doğruluk sonsuza kadar hükmedecektir. “

 

Ancak iyi ve kötünün savaşı Tanrı’nın geleceği hüküm gününe kadar sürmektedir.

 

Bu bölümler bize, Hıristiyanlığın kökeni, daha başka bir deyişle Hıristiyanlıktaki Şeytan kavramının kökeni hakkında bilgi vermektedir.

 

Kişilerin Işık Oğullarına ya da Karanlık oğullarına katılmaları tamamen Tanrı’nın önceden yaptığı bir seçim olarak belirlenmiştir. Karanlık oğulları sonsuza kadar böyle kalacaktır. Işık oğulları ise yanlış yollara da sapabilirler. Ancak “Tanrı ve Işık Prensi bütün Işık oğullarının yardımına geleceklerdir.” (Kurallar 3, 24-25) . Böylece toplulukta Tanrı’nın onları kurtaracağına dair her zaman bir güven hüküm sürmektedir. Bu güven daha sonra Hıristiyanlık’ta da, İslam’da da karşımıza çıkacaktır.

 

Buradaki bir dikkat çekici nokta da , hüküm gününde ödüllendirilme ve cezalandırılma kavramlarıdır.

 

Hüküm günü geldiğinde “ölüler topraktan kalkacaklar” (Savaş Kuralları Yazması 12,5) ve son mücadele başlayacaktır. Seçilmiş olanlar ise sonsuz mutluluk dolu bir yaşamı yaşamı yaşayacaklardır. Karanlık oğulları ise , karanlıkların ateşi içinde tamamen yok olana kadar acılar içinde kıvranacaklardır. Kurallar yazmasında geçen bu bölümler de bize Hristiyanlığı ve İslam’ı anımsatmaktadır.

 

 

Mesih beklentisi

 

Mesih beklentisi de topluluğun doktrinlerinin önemli bir öğesidir.

 

Değişik tarihlere tarihlenen belgeler ışığında, Mesih beklentisi topluluğun tarihi boyunca da farklılık göstermiş , yukarıda adı geçen kavramlarla karışmıştır. Ancak genel olarak bu topluluğun bir beklenti içinde olduğunu ve zamanın sonuna gelindiğinini düşünüldüğünü söyleyebiliriz. Ancak Mesih kavramı topluluk yazmalarında oldukça karmaşıktır. Klasik mesih öğretisine bağlı kalınmakla birlikte mesih-rahip, mesih-kral ve aşağıda inceleyeceğimiz Adalet Üstadı kavramları birbirine karışmış bir haldedir. Mesih kavramı ile beraber Adalet Üstadı kavramının da, Adalet Üstadı’nın dönüşünün beklenmesinin de büyük rol oynamış olduğu kesindir.

 

 

Adalet Üstadı

 

Yazmalarda geçen bir önemli kavram da “more hassedek” diye adlandırılan ve Adaletin Efendisi, Adalet Üsdatı ya da Adil olan, Adil Efendi diye tercüme edebileceğimiz kavramdır. Kumran topluluğunun inançlarına göre, bu kişi beklenen Mesih’den farklı bir kişi idi.

 

Bazı yazmalara göre Adalet Üsdatı, İsa’dan önce 180-60 yılları arasında bir dönemde yaşamış ve ölmüş biridir. Ancak dönüşü beklenmektedir. Burada şaşırtıcı olan Adalet Üsdatı ile İsa’nın hayatı arasındaki şaşırtıcı benzerliktir.

 

Ancak Adalet Üsdatı hakkındaki bilgilerimiz oldukça kısıtlıdır.

 

Ölü Deniz yazmaları arasındaki Habakkuk yorumuna göre, Habakkuk kşiabı aslında Adalet Üsdatı’nı anlatmaktadır ve zamanın sonunun geldiğini haber vermek de Adalet Üsdatı’na düşmüştür: “Ve Tanrı son nesile neler olacağını yazmasını Habakkuk’a bildirdi. Dediklerine gelince; onu okuyan koşsun, bu Adalet Üsdatı’nı anlatmaktadır. Tanrı ona peygamberlerin sözlerinin sırrını açıklamıştır. “ Bu bölüm oldukça ilginçtir, çünkü Adalet Üsdatı direk olarak Tanrı’dan vahiy alıyor olarak gözükmektedir. Aslında burada Adalet Üsdatı Tanrı’dan vahiy alan biri olarak görülmekten öte, eski bilgileri yeniden derleyen biri olarak da görülebilir.

 

Burada bir başka dikkat çekici nokta da, Kumran topluluğu zamanında çok yaygın olan, zamanın sonunun geldiği düşüncesinin, Adalet Üsdatı tarafından ele alınıyor olmasıdır. Oysa Vaftizci Yahya da bu savla ortaya çıkmıştır. Burada Yahya’nın bu yazmaları bildiğini de düşünebiliriz, daha ileride göreceğimiz gibi de bu hiç de düşük bir olasılık değildir.

 

Zamanların sonunun geldiğini söyleyen Adalet Üsdatı, Habakkuk yorumuna göre etrafındaki insanların karşı koyması ile karşılaşmış ve onlar tarafından suçlanmış, hatta cezalandırılmıştır. Ancak metinde nasıl cezalandırıldığı yazmamaktadır.

 

Şam yazmasına göre ise Adalet Üstadı Tanrı’dan esin alan biri olmaktan öte, insanlara yol gösteren bir rehberdir.

 

 

KUMRAN TOPLULUĞUNUN KİMLİĞİ

 

Kumran topluluğunun döneminde varolan hangi Yahudi tarikatı ile ilşkili olduğu uzun zamandan beri tartışma konusudur.

 

Topluluğun belgelerinin yazım tarihlerinin yaklaşık MÖ 100 ılından MS 68 yılına kadar uzanması, ilk hristiyanlar da dahil olmak üzere dönem içinde varolan bütün Yahudi topluluklarının incelenmesini gerektirmektedir.

 

Dönemin toplulukları incelendiğinde, Kumran topluluğu ile en çok Esseniler arasında benzerlikler göze çarpmaktadır.

 

Esseniler hakkında bize bilgi verenlerin başında Flavius Josephus ve İskenderiyeli Philon gelir. Josephus, özellikle Yahudi Savaşı adlı eserinde Essenileri olabildiği ölçüde tanıtmıştır. Bu kitaptan, her ne kadar birebir yazmamış olsa da Ölü Deniz Yazmaları ile olan benzerlikleri gözlemleyebiliriz. Örneğin topluluğa kabul edilme sürecinde bu benzerlik göze çarpmaktadır :

 

“ Topluluğa girmek isteyenler hemen kabul edilmezler. Aday dışarıda bir yıl kadar bekler ; ancak ondan Esseni gibi davranmasını isterler […] Daha sonra, bu süre boyunca, [aday] kendini kontrol edebildiğini gösterir ve topluluğun yaşam tarzına daha da çok yaklaşır. Aday , arınma (purificatio) banyolarına da katılır. Ancak daha kabul edilmiş değildir. Sabrını gösterdikten sonra iki yıl boyunca karakteri incelenir ve eğer hak ediyorsa topluluk içine kabul edilir.”

 

Bunun dışında, topluluk içindeki hiyerarşi, din adamlarına gösterilen saygı, ortaklaşmacı yaşam hakkında bilgiler, temizlik ve adalet gibi kavramlar hakkındaki bilgiler, ezoterik bilgiler ve kutsal kitapların çalışılması , inançlar gibi bir çok konularda antik yazarların Esseniler hakkında verdikleri bilgiler ve Ölü Deniz yazmaları arasında ortak yönler bulunmuştur.

 

Son zamanlarda yapılan araştırmalarda da Essenilerin Kumran’da yaşadığının ortaya çıkması , Kumran topluluğunun essenilerden oluştuğu yönündeki savları kuvvetlendirmiştir.

 

Biz de bu savlara sadık kalacağımızdan ve bunları çürütecek kanıtlar olmadığından ya da bulunamadığından Kumran topluluğunu Esseniler olarak kabul edeceğiz.

 

 

HIRİSTİYAN DİNİNİN KÖKENLERİ VE YAZMALAR

 

Yazmaların bulunması ve okunması Hıristiyanlığın orijinalliği konusunu da tartışmaya açmıştır. Hıristiyanlık ile ilk defa söylendiği iddia edilen savların bu yazmalarda varolması bu dinin tarihinin yeniden yazılması gerektiğini ortaya koymaktadır.

 

Mesih sözcüğü köken olarak "yağlanmak" sözcüğünden gelmektedir. Eski İsrail krallarının tahta çıkarken yağlanmaları, gelecek olan kurtarıcının da yağlanacağını , kral olacağını düşündürtmüş ve gelecek olan kurtarıcı bu isimle anılmıştır. İsrailliler için gelecek olan kendilerini esaretten kurtarıp kral olacak bir Mesih'tir. Yeni bir kuracak kurtarıcı hiçbir Yahudi'nin beklentisi olmamıştır.

 

İlk yapılan çalışmalar toplulukta iki Mesih beklentisi olduğunu göstermiştir. Bunlardan birincisi Aaron Mesih'i ötekisi de İsrail Mesih'idir. Ancak daha sonra açığa çıkan yazmalarda bu ayrılık ortadan kalkmış ve tek Mesih beklentisi belirgin olarak tespit edilmiştir.

 

Yazmalarda geçen bir ilginç terim de Tanrı'nın Oğlu terimidir. Hıristiyanlıkla birlikte ortaya çıktığı sanılan bu terim yazmalarda mevcuttur. Arami Apokalipsi diye adlandırılan yazmalarda 4Q246 olarak numaralandıran metinde bu terim bütün açıklığı ile geçer : " O Dünyada büyük olacak […] Ve onun adı Tanrı'ını Oğlu olacak ve onu En Yüksek Olanın oğlu diye çağıracaklar.[…] Onun krallığı sonsuz krallık olacak ve yolu gerçeğin yolu olacak. […]O dünya yüzüne barış getirecek. […] Yüce Tanrı onun efendisi olacak . […] Onun hükümdarlığı sonsuz hükümdarlık olacak. "

 

Bu metin aynı zamanda Luka İncili ile de büyük paralellik göstermektedir : "Melek ona 'Korkma Meryem' dedi, 'Sen Tanrı'nın lutfuna eriştin. Bak gebe kalıp bir oğul doğuracaksın, adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, kendisine en yüce olanın oğlu denecek. Rab Tanrı ona atası Davut'un tahtını verecek. O da sonsuza dek Yakup'un soyu üzerinde egemenlik sürecek ve egemenliğinin sonu gelmeyecektir.' "

 

Aslında "Tanrı'nın Oğlu" deyiminin İsa'dan önce karşımıza çıkması bu kadar şaşırtıcı olmamalıdır ; çünkü eski Mısır'dan, Mezopotamya'dan Roma'ya kadar yöneticiler kendilerini Tanrı soyundan gelen ya da Tanrı'nın oğlu olarak adlandırmışlardır.

 

İsa’nın Essenilerle olan ilişkisi hakkında elimizde daha bir çok ipucu vardır. İncil’de İsa hakkında geçen bir çok bölüm ile Ölü Deniz yazmaları arasında ilşki vardır. Bunlardan bazılarını incelersek :

 

- İsa’nın son yemeği , Essenilerin komünyon yemeği ile bağlantılıdır. Ölü Deniz yazmalarında , toplanıldığı zaman şarap ve ekmekle nasıl yemek yendiği ayrıntıları ile belirilmiştir. Hatta bu toplulukta , şarap ve ekmeğin kutsanması ile yemeğe başlanır.

 

- Eski bir geleneğe göre İsa Salı akşamı Paskalya yemeğini yemiş, aynı gece tutuklanmış, ve Cuma günü çarmıha gerilmiştir. Esseni takvimine göre ise yıl 364 gün idi ve 52 haftaya bölünmüştü. Buna göre her yıl , bayramlar aynı güne düşmekteydi. Esseni gelenğine göre de bu bayram (Fısıh/Hamursuz) Çarşamba gününe düşmektedir. Dolayısıyla da yemeği Salı akşamı yenmektedir. Öyleyse İsa ya da İncil yazarları bu geleneği izlemişlerdir.

 

- İsa etrafında on iki havari toplamıştır. Kumran topluluğunda da yüksek konsey on iki kişiden oluşmaktadır. Bu aynı zamanda on iki kabilenin bir sembolüdür.

 

- Sayılarla ilgili bir başka sembol de Markos’da geçer : “İsa onlara, küme küme yeşil çimenlerin üzerine oturmalarını buyurdu. Halk, yüzer, ellişer kişilik bölükler halinde oturdu.” (6 , 39-40) . Aynı düzen Ölü Deniz yazmalarında da geçer : “Bütün herkes düzen halinde geçecek , herkes birbiri arkasına yüzer yüzer, ellişer ellişer, onar onar.” Bu düzen şekli bir tür ritüelik şekildir. O zaman İsa’yı karşılamaya gelen ve İsa’nın ders verdiği kalabalığın Essenilerden oluştuğu da söylenebilir. Ne türlü düşünürsek düşünelim Ölü Deniz yazmaları ile olan bağlantı açıktır.

 

İncillerden bize ulaşan İsa ile ilgili bilgiler onun Kumran topluluğu ile ilişkisi olduğunu , hatta bir Esseni olduğunu düşündürtmektedir. Ancak onun Esseni olmadığını da düşündürecek olaylar vardır.

 

İsa’nın davranışları Essenilere aykırıdır. Özellikle İsa’nın “temiz olmayanlarla” ya da “günahkârlarla” yemek yemesi, yemeği ritüel gibi gören ve temizlenmeyi şart koşan Esseni düşüncesine aykırıdır.

 

Bir önemli ayrım da Esseni düşüncesinin ezoterik ve inisiyasyona dayalı olmasına rağmeni İsa’nın halkın içinden, seçim yapmadan müritlerini toplamasıdır.

 

Ancak burada, İsa’nın Esseniler içinden çıkan, onların düşüncesini ortaya koyan ancak uygulamalarına karşı çıkan bir “sapkın” olduğunu düşünebiliriz.

 

İncil'de adı geçen kişiler içinde Esseni olduğu düşünülen sadece İsa değildir.

 

 

Ölü Deniz Yazmaları ve Vaftizci Yahya

 

Vaftizci Yahya İncil’de geçen en ilginç kişiliklerden birisidir. İncil’in Ölü Deniz Yazmaları ile beraber okunması Yahya’nın da bu topluluktan biri olduğunu düşündürtmektedir.

 

Yahya’nın Esseni olduğu görüşü çok defalar ortaya atılmıştı. Eğr Ölü Deniz Yazmalarını Essenilere maledersek bu görüş daha da desteklenmektedir.

 

İlk olarak bu topluluğun bulunduğu yerle Yahya’nın ortaya çıktığı yer arasında coğafi bir yakınlık vardır. Luka’ya göre “Tanrı, sözünü çölde bulunan Zekeriya oğlu Yahya’ya duyurdu.” (Luka 3,2) Burada çöl sözünden belli bir coğrafi onumu da anlayabiliriz, başka bir deyişle çöl burada Kumran ya da Esseni topluluklarının yaşadığı yer anlamında alınabilir. Buna göre Yahya toplulukla birlikteyken Tanrı’nın sözünü duyduğunu iddia etmiş olabilir. Ayrıca İşaya’da da (40,3) “Çölde Rabbin yolunu hazırlayın” demesi bütün dindar Yahudi topluluklarını çöle yöneltmişti. Bu ifade Ölü Deniz yazmalarında da geçmektedir.

 

Yahya’nın ailesinin de ruhban sınıfından gelmesi de Yahya’nın bu konuda eğitim almış olma olasılığını güçlendirmektedir. Öte yandan Yahya’nın doğumunda babası Zekeriya’nın şükran ilahisinde ( Luka 1,67-80) geçen bir çok motif de aynı zamanda Ölü Deniz yazmalarında geçmektedir .

 

Matta’ya göre (3,4) “Yahya’nın deve tüyünden giysisi, belinde deriden kuşağı vardı. Tek yediği, çakirge ve yaban balıydı. “ Aynı şekilde , Ölü Deniz yazmalarında da (Şam Belgesi) , çekirge yendiği yazmaktadır.

 

Yahay ile Esseniler arasındaki bir ilginç bağ da Yahya’nın söylediklerindedir. Matta’ya göre, “Kudüs'ün, bütün Yahudiye'nin ve tüm Şeria nehri yöresinin halkı ona geliyor, günahlarını itiraf ediyor, onun tarafından Şeria nehrinde vaftiz ediliyordu. Ne var ki, Ferisilerle Sadukilerden birçok kişinin vaftiz olmak için kendisine geldiğini gören Yahya onlara şöyle seslendi: «Ey engerekler soyu! Gelecek olan gazaptan kaçmanız için sizi kim uyardı? Bundan böyle tövbeye yaraşır meyveler verin. Kendi kendinize, `Biz İbrahim'in soyundanız' diye düşünmeyin. Ben size şunu söyleyeyim: Tanrı, İbrahim'e şu taşlardan çocuk yaratacak güçtedir. Balta şimdiden ağaçların köküne dayanmıştır. İyi meyve vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılacak. Gerçi ben sizi tövbe için suyla vaftiz ediyorum, ama benden sonra gelen benden daha güçlüdür. Ben O'nun çarıklarını çıkarmaya bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh'la ve ateşle vaftiz edecek. Yabası elindedir. Harman yerini temizleyecek, buğdayını toplayıp ambara yığacak, samanı sönmeyen ateşte yakacaktır.” (Matta 3, 5-12) .

 

Bu ifadelerle Ölü deniz yazmaları arasında büyük benzerlikler vardır. Burada belirtilen, gelecek olan gazap , hazırlanma ve Mesih’in gelişi Ölü Deniz yazmalarında geçen motiflerdir. Suyla vaftiz de , suyla temizleme de Kumran topluluğunun bir adetidir. Aynı şekilde ateşde yanma ve helak olma da Kumran topluluğunun yazılarında sıkça geçer. Bu motif ,aynı zamanda Petrus’un İkinci Mektubu’nda karşımıza çıkacaktır. Kumran topluluğu da zamanın sonunun geldiğine inanmaktaydı.

 

Burada ilginç olan bir nokta da , döneminde , Josephus’un da belirttiği gibi, Ferisiler, Sudukiler ve Essenilerin bilinmesine rağmen Yahya’nın sadece ikisine atıfta bulunması ve İncillerde Essenilerin ihmal edilmesidir. Aslında bunun açıklaması basittir. Eğer Yahya ya da bu kitapları yazan kişiler kendilerini Esseni olarak kabul ediyorlarsa bu ismin-ya da kendilerini ne olarak adlandırıyorlarsa – kendi yazılı begelerinde geçmemesi doğaldır.

 

Yahya’nın hayatında da Essenilere benzeyen yönler vardır. Yahya’nın mayalı içki içmemesi, evlenmemesi ve dini bir hayat sürmesi Essenilerle olan benzerliğidir.

 

Ancak Yahya da, İsa’nın mesihliğinde gördüğümüz gibi, topluluğunu genişletmeye çalışmış ve öğretisini geniş kitlelere yaymaya uğraşmıştır. Bu ise Esseniler ya da Kumran topluluğunun prensiplerine aykırıdır. Aslında Yahya da bu topluluktan ayrılmış bir sapkın gibi görülebilir.

 

 

İsa’dan sonra Esseni uygulamaları

 

İsa’dan sonra da İsa’nın yolunu izleyenler bazı Esseni adetlerini uygulamışlardır.

 

İlk Hristiyan topluluklarının ortaklaşmacı yapısı zaten Esseni topluluklarını anımsatmaktadır. Hiyerarşik olarak da benzer bir yapı vardır. Kumran topluluğunda, on iki kişiden oluşan büyük konsey gibi ilk hristiyan topluluklarında , - on iki havari gibi- on iki kişilik piskopos heyeti vardı.

 

Bunu dışında Hristianlığın bir çok motifi ile – erken Hristiyanlıkta günde üç kez dua, vaftiz ve vaftizden sonra beyaz giyme, Şeytan – Essenilerin adetlerinin benzerliği de dikkat çekicidir.

 

Bu durum ilk Hristiyan toplulukları ile Essenilerin arasındaki coğrafi yakınlık ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Aslında bu çok da yanlış değildir. İnzivaya çakilen Esseniler dışında, Filistin’de binlerce Esseninin yaşadığını Josephus’dan öğrenmekdeyiz. Ayrıca İsa’nın havarilerinin çoğunluğunun da Esseni olmadığını bilmekdeyiz. Ancak ister İsa’nın yetiştiği topluluk Esseniler olsun , ister sonradan katılsın, Hristiyanlığın kökeninde Esseniliğin olduğu bir gerçektir.

 

 

Essenilerin Pavlus üzerindeki etkisi

 

Esseni etkisi hakında söylenmesi gereken bir başka husus da Pavlus’un Essenilerdan etkilenmiş olabileceği hususudur. Pavlus’un bir çok ifadesi Ölü deniz yazmaları ile aynıdır.

 

Pavlus Korintlilere ikinci mektubunda şöyle der: “Üstün gücün bizden değil Tanrı’dan kaynaklandığı bilinsin diye biz bu hazineye toprak(kil) kaplar içinde sahibiz” (4,7). Yazmalarda ise bu ifade şöyle geçer: “Efendim, sana şükürler olsun, mucizeni tozla, kil vazo yaparak gösterdin” . Bu iki ifade arasındaki ilişki açıktır.

 

Pavlus’un Koloselilere mektubunda ise “Bizi kutsalların ışıktaki mirasına ortak olmaya yeterli kılan Baba’ya şükretmeniz için dua ediyoruz” (1,12) diye bir bölüm vardır. Bu da yazmalardaki “ Tanrı onlara kutsalların mirasından pay verdi“ ifadesi ile benzerlik göstermektedir.

 

Yine aynı mektuptaki “O bizi karanlığın hükümranlığından kurtarıp sevgili oğlunun egemenliğine aktardı” (1,13) ifadesi de bize Ölü Deniz yazmalarında sıkça geçen ışık ve karanlık egemenliklerini anımsamaktadır.

 

Oysa ışık ve karanlık arasındaki bu mücadele Pavlus’un mektuplarında sıkça geçmektedir.

 

Romalılara Mektup’da şöyle denilmektedir: “Gece ilerlemiş, gündüz yaklaşmıştır. Bunun için, karanlığın işlerini üzerimizden sıyırıp atarak, ışığın silahlarını kuşanalım.”(13,12) Burada Pavlus ile Kumran topluluğu arasındaki ilişki belirgin olarak gözükmektedir.

 

Işık ile karanlık arasındaki mücadele Pavlus ‘un Korintlilere ikinci mektubunda çok ilginç bir şekilde geçer : “İmansızlarla aynı boyunduruğa girmeyin. Çünkü doğrulukla fesadın ne ortaklığı, ışıkla karanlığın ne beraberliği olabilir? Mesih ile Belial arasında ne söz birliği , iman edenin iman etmeyenle ne paydaşlığı olailir? “ (6,14) Burada ışık ve karanlık çatışmasının yanında Mesih-Belial ikiliği de belirtilmiştir. Belial isminin İncil’de geçtiği tek yer burasıdır. Belial isminin Ölü Deniz Yazmalarında sık sık geçtiğini görmüştük. Pavlus da burada Kumran topluluğu tarafından büyük önem verilen bu ismi kullanarak bu toplulukla olan ilşikisi hakkında ipucu vermektedir.

 

Elçilerin İşlerinde ise Pavlus’a İsa tarafından şu sözler söylenmektedir: “Seni ulusların gözlerini açmak ve onları karanlıktan ışığa, Şeytan’ın hükümranlığından Tanrı’ya döndürmek için gönderiyorum. Öyle ki, bana iman ederek günahlarının affına kavuşsunlar ve kutsal kılınanların arasında yer alsınlar “ (26,17-18) Burada geçen ifadeler arasında “gözlerini açmak”, “karanlıktan ışığa” ve “kutsal kılınanlar” Ölü Deniz yazmalarında geçen ifadelerdir.

 

 

SONUÇ

 

Ölü Deniz yazmaları keşfinden itibaren büyük gürültü koparmış ve üzerinde bir çok teori üretilmiştir.

 

En dikkat çekici tarafı ise Hristiyanlığın kaynakları hakkındaki görüşlerin değişmesine neden olmasıdır.

 

Ancak bir öğretiye körü körüne inanan insanların özgün düşünerek kendi ianançlarını sorgulamadsı beklenemez. Bu yazmaları okuyan kişilerin çoğunluğunun din adamı ya da tarikat mensubu olması burada çıkarılan sonuçların herkese açıklanmasını engellemiştir. Aynı şekilde yazmaların bir bölümünün tercümeleri halka açıklanmamıştır ve sansürlenmiştir. Yazmaların yeni tercümelerinde 50’li yıllarda olan metinler dahi yoktur.

 

Bunun dışında bu yazmalara ulaşıp,onları okuduktan sonra dinden çıkan din adamları ya da okudukları ve tepkiler karşısında alkole sığınan John Strugnell gibi araştırmacılar da çıkmıştır.

 

Ölü Deniz yazmaları hakkında yapılacak tarafsız bir araştırma Hristiyanlık hakkındaki görüşlerimizi kökünden değiştireceği kesindir. Ancak içinde yaşadığımız yüzyıl bütün dogmaların yıkılacağı bir yüzyıl olacaktır ve Hristiyanlık da bundan nasibini alacaktır

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Qumran Kütüphanesi

 

Parçalanmış ama orjinalliğini koruyan yazıtlar, Qumran civarlarında bulundu ve M.Ö. 3. Yüzyıl ile M.S. 68 yılları arasında yaşayan Musevilere ait dökümanlara Qumran kütüphanesinde de rastlandı. Hiç kuşkusuz 20. Yüzyıl´ın en büyük tarihi metinlerini içeren bu kütüphane Musevi halkının 2. Tapınak Zamanı´nındaki edebi düzeyini göstermiş ve tüm Hristiyanlığa ve Museviliğe yüzyıllar içerisinde dağılmıştır. Kütüphane bir çok yazma kopyayı, bazı kitapları ya da çalışmaları içermektedir. Diğerleri ise parşömen kağıtlarının ufak parçaları şeklindedir. Binlerce parçalanmış yazıt parçası vardır. Gösterilen bir çok farklı derleme hemen hemen bin yıllıktır ve üç farklı dilde yazılmıştır; İbranice, Aramice ve Yunanca. Yazıtlarla ilgili üç yaklaşım vardır; 1. Yazıtlar Kutsal kitaba aittirler. Çünkü metinler İbraniler´in kutsal kitaplarında bulunmaktadır. Kutsal kitabın tüm kitapları, Esther bölümü hariç olmak üzere Ölü Deniz yazıtlarında da yer almaktadır. 2. Yazıtlar uydurma ya da sahtedirler. Çünkü Kutsal Kitabın bazı kurallarını hiçe sayan bölümler vardır. 3. Bir mezhebe aittirler. Çünkü yazıtlar dindar bir söyleşiyi anlatıyorlar ve Kutsal Kitaba ait yorumları, Vahiy´e ait görüşleri, ayinsel çalışmaları ve kanunları içeriyorlar. Mezhebe ait yazıtları yazan Essenerler´in arasında (Milat öncesi ve sonrasında Filistin´de yaşayan militan Musevi tarikatı mensupları) din bilginleri de vardı. Ama bu bilginlerin oluşturduğu din kültürünün veya bir mezhebin tüm materyallerini oluşturduğunu destekleyen çok az bir kanıt bulunmaktadır. Metinlerin ne kutsal kitaba, ne uydurmalara, ne de mezheplere ait olduğuna inanmayan bilginler ise, yazıtların dördüncü bir kategoriye ait olduğuna inanıyorlardı...

 

Qumran Kütüphanesi´nden yazıt parçaları

 

* İlahiler;

 

* Muskalar;

 

* Toplumsal kurallar;

 

* Takvimsel dökümanlar;

 

* Bazı Tevrat kuralları;

 

* Enoch Hanokh yorumları;

 

* Hosea kanunları;

 

* Dualar;

 

* Leviticus Va- Yikrah yorumları;

 

* Kurban günü şarkıları;

 

* Şam dökümanları;

 

* Milhamah´ın savaş kanunları

 

Ölü Deniz Yazıtları, hemen hemen elli yıldan beri ilginin ve merakın odağı olmuştur. Bugün, bilginler bu yazıtların önemli olduğu konusunda uyuşmuşlardır fakat yazıtları yazanlar üzerinde anlaşamamışlardır. Bilginler, yazıtların belirli paragrafları üzerinde tartışmaktadırlar ve hala Musevilik ve Hristiyanlık üzerindeki etkileri kabul etmektedirler. Tüm dünyaya göre yazıtlar, yüceliğin ruhuna sahiptirler. Ama ciddi din bilimciler arasında uyuşmazlığklar vardır. Yazıtlar yaşamın gizemlerini cevaplarken gelecek hakkında kehanetlerde bulunurlar. Ölü Deniz Yazıtlarını kim yazmıştı? Qumran Kütüpqhanesi nasıl bu hale gelmişti? Yazıtlar kimindi? Neden bu yazıtlar mağaralarda saklanmıştı? Bugün, uzmanlarla birlikte tüm dünya bilginleri yeni kurtarılmış yazıt metinleri hakkında düşünmektedirler ve çözüm şüphesiz bulunacaktır. Fakat çözüm bazı soruları da yanında getirecektir. Çünkü Ölü Deniz Yazmaları´nın temelinde iki dinin yani Museviliğin ve Hıristiyanlığın bütünlüğü ve ayrılmazlığı düşüncesi vardır. Bir diğer iddia, kanıtlanmış olmasa da İsa´nın sanılan bir kişilik olmadığı doğrultusundadır hatta kulislerde geçen söylentilere göre, Hıristiyanlığı temelden değiştirecek sonuçlara ulaşılmıştır yani İsa Hıristiyanlık´la ilgili değildir aksine bir Essener yani Musevi tarikatçısıdır. Yakın gelecek dinleri yeniden yapılandıracak ve gerçek özüne döndürecek gibi gözüküyor ve galiba o zaman geldiğinde dünya daha huzurlu ve mutlu olacak.

 

alıntıdır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s86/s10_files/image002.jpghttp://www.evreninsirlari.com/sayilar/s86/s10_files/image003.jpg

Parşömenlerin bulunduğu Kumran vadisindeki mağaralardan biri

Ölü Deniz Tomarları, bir kısmı İbranice, bir kısmı da artık ölü bir dil olan Aramice ile kâğıt, deri veya bakır plakalar üzerine kaydedilmiş kırk bin adet elyazması parçasından oluşmaktadır. Bu parçaların bir araya getirilmesiyle tam beş yüz kitap yeniden oluşturulmuştur. Hıristiyanlığın ve Museviliğin bilinen en eski yazılı kaynakları sayılırlar.

1947 yılının Şubat veya Mart ayında, Muhammed Ahmed El-Hamid adlı, genç bir Bedevi keçi çobanı, kaybolan keçisini aramaktadır. Eriha kentinin 13 km. güneyinde, Ölü Deniz'in batı yakasındaki bir tepede bulunan bir delikten aşağı taş atar ve duyduğu testi kırılma sesi üzerine aşağıdaki mağaraya iner. Mağaranın zemininde, içinde keten kumaşa sarılı deri tomarların bulunduğu büyük testiler bulur. Testilerin ağzı sıkıca kapatıldığı için tomarlar yaklaşık 1900 yıl boyunca hiç bozulmadan saklı kalabilmişlerdir (bulgular, bu tomarların M.Ö. 68 yılında mağaraya yerleştirildiklerini gösterir). 1947'deki keşif ve 1952-1956 yıllarında yapılan kazı çalışmaları sonucunda toplam on bir mağarada bu elyazmalarına rastlanmıştır. Bunları sınıflandırmak açısından mağaralar numaralandırılmıştır. 1 no.lu Kumran mağarasında bulunan tomarlardan beş tanesi, ismini aldıkları Kudüs'teki Suriye Ortodoks Manastırı Başpiskoposu tarafından satın alınmıştır. Diğer üç tomar ise İbrani Üniversitesi Profesörü E.L. Sukenik tarafından satın alınmıştır.

“Ölü Deniz Tomarları’nın” bulunması, 20. yüzyılın en önemli arkeolojik keşiflerinden biridir. Bu tomarlar, M.Ö. birinci yüzyıldan M.S. ikinci yüzyıla değin Ölü Deniz kıyısındaki Kumran vadisine yerleşmiş olan dini bir topluluğun tarihçesini aydınlatmıştır. Bu topluluk, Kumran Topluluğu veya Esseneler olarak bilinen, dışa kapalı Yahudi bir toplumdu. "Zadokite Belgeleri", "Toplum Kuralları" ve "Disiplin El Kitabı" gibi yazılar, Kumran'daki günlük yaşam hakkında oldukça geniş ölçüde bilgi sahibi olunmasını sağladı.

 

[TABLE]

[TR]

[TD]Konu başlıkları

 

 

 

[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

Tomarların İçeriği

 

[TABLE]

[TR]

[TD]http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s86/s10_files/image005.gif[/TD]

[TD]Yahudilik portalı[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

Kumran Tomarları

 

1 no.lu mağara, Bedevi çoban tarafından bulunan mağaradır. Buradan, eksiksiz sayılabilecek yedi tomar ve bir miktar tomar parçası almıştır.

Yeşaya A (IQIs a)

 

Yeşaya Kitabı'nın yazılı olduğu bu tomar, en tanınmış Yeşaya kopyalarından biridir. Satır üstlerinde ve sayfa kenarlarında birçok düzeltme vardır. Mevcut en eski tam kopyadır.

Yeşaya B (IQIs b)

 

Bu Yeşaya tomarı tam değildir, ancak Masoretik metinle (Masoretic Text - Wikipedia, the free encyclopedia) karşılaştırıldığında Yeşaya A'dan daha fazla uyum sergiler.

Lütfen yukarıdaki linki tıklayın İngilizce olarak Masonik texte KUMRAN PARŞÖMENLERİ hakkında geniş bilgi edinebilirsiniz

http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s86/s10_files/image006.jpg

1 no.lu Mağaradan Çıkarılan Diğer Tomar Parçaları

 

Bu mağarada aynı zamanda Yaratılış, Levililer, Yasa'nın Tekrarı, Hakimler, Samuel, Yeşaya, Hezekiel ve Mezmurlar (Zebur) gibi bazı kesimler tarafından Kutsal Yazılar arasında kabul edilen kitapların bazı parçaları ile Hanok, Musa'nın Sözleri (bu kitapla ilgili ilk bulgu burada keşfedilmiştir), Özgürlük Kitabı (Book of Jubilee), Nuh'un Kitabı, Levi'nin Vasiyetnamesi, Tobit ve Süleyman'ın Bilgeliği gibi eserlerin parçaları bulunmuştur. Aynı zamanda, Daniel Kitabı 2. bölüm 4'teki sözleri içeren bir kısım da burada bulunmuştur (bu kısımda metin dili İbranice'den Aramice'ye geçer). Ayrıca Mezmurlar (Zebur), Mika ve Sefanyakitaplarının yorumlarından bazı parçalar da yine bu mağarada bulunmuştur.

2 no.lu Mağara

 

Bu mağaranın ilk önce Bedeviler tarafından bulunup yağmalandığı tahmin edilmektedir. 1952 yılında yapılan kazı çalışmaları sonucunda burada yüz adet elyazması bulunmuştur. Bunların arasında Mısır'dan Çıkış (2), Levililer (2), Çölde Sayım (4) parça;Yasa'nın Tekrarı (2 veya 3), Rut (2), Yeremya, Eyüp ve Mezmurlar'dan da birer parça vardır.

4 no.lu Mağara

 

Keklik Mağarası olarak bilinen bu mağara Eylül 1952'de tekrar araştırılmış ve en fazla tomar içeren mağara olduğu görülmüştür. Binlerce tomar parçası, daha önce bu mağarada bağımsız keşiflerde bulunmuş bazı Bedeviler'den satın alınarak ve arkeologlar tarafından mağarada yapılan araştırmalar sonucunda gün ışığına çıkarılmıştır. Bu tomarlar, dört yüz tanesi tanımlanmış olan, yüzlerce elyazmasına aittir. Tanımlanmış bu dört yüz tomarın içinde Ester Kitabı dışında tüm Eski Ahit kısımları yer almaktadır.

Bu mağarada bulunan M.Ö. üçüncü yüzyıldan kalma, Samuel Kitabı'ndan bir kısım ise (4qsam b) bilinen en eski Kutsal Yazılar İbranicesi ile yazılmıştır. Aynı zamanda Mezmurlar, Yeşaya ve Nahum kitapları hakkında yorumlar içeren parçalar da bulunmuştur. 4 no.lu mağaradaki bulguların, Kumran Kütüphanesi'nin kapsamını temsil ettiği tahmin edilmektedir. Bulunan parçaların sayılarına göre, Kumranlılar'ın en sık kullandıkları Eski Ahit kitaplarının sırasıyla Yasa'nın Tekrarı, Yeşaya, Mezmurlar, Kısa Peygamberlikler ve Yeremya kitapları olduğu anlaşılmaktadır. Daniel Kitabı 7:28 ve 8:1'i içeren bazı parçalarda dilin Aramice'den İbranice'ye geçtiği gözlenmiştir.

7 ve 10 no.lu Mağaralar

 

1955 yılında 7 ve 10 no.lu mağaralarda yapılan araştırmalarda Eski Ahit'e ait önemli bir elyazması bulunmamıştır. Ancak Jose O'Callahan tarafından, Yeni Ahit'e ait olduğu iddia edilen, ancak üzerinde tartışmaların hâlâ sürdüğü bazı metin parçaları bulunmuştur. M.S. 50 veya 60 yılından kalan bu parçaların Yeni Ahit'e ait olduğu kanıtlandığı takdirde bunlar mevcut en eski Yeni Ahit elyazmaları olacaktır.

11 no.lu Mağara

 

Bu mağaradaki araştırmalar 1956 yılında başladı. Eksiksiz ve iyi korunmuş durumda olan otuz altı adet Mezmur ile daha önceleri sadece Grekçe metni olan Apokrif 151. Mezmur bu mağarada bulunmuştur. Levililer Kitabı'ndan bir bölümün çok iyi durumda korunmuş bir tomarı, Yeni Kudüs Vahiyi'nin (Apocalypse of New Jerusalem) büyük parçaları ve Eyüp'ün Aramice çevirisi bu mağaradan çıkarılmıştır.

Murabba'àt Bulguları

 

Kumran'da daha önce keşiflerde bulunmuş olan Bedeviler araştırmalarını sürdürdüler ve Beytüllahim'in güneyindeki bazı mağaralarda, üzerlerinde yazım tarihleri olan ve İkinci Yahudi İsyanı'ndan (M.S. 132-135) kalan elyazması metinler ve belgeler buldular. Bu mağaralarda 1952 yılının Ocak ayında sistemli inceleme ve kazılar başlatılmıştır. Bu mağaralarda Yoel Kitabı'nın ikinci yarısından Hagay Kitabı'nın sonuna kadar, Masoretik (Masoretic Text - Wikipedia, the free encyclopedia) metin ile uyumlu olan bir tomar daha bulunmuştur. Ayrıca Sami dilinde bilinen en eski papirüs (palimsest: Üzerindeki yazılar silinerek tekrar kullanılan papirüs) eski İbrani harfleriyle (M.Ö. yedinci ila sekizinci yüzyıllar) yazılmış şekliyle burada bulunmuştur.

Kumran Tomarları'nın bulunmasından önce mevcut en eski Eski Ahit elyazmalarının yaklaşık tarihi M.S. 900 yıllarıydı. Kumran Tomarları'ndaki Yeşaya, Habakkuk ve diğer bazı kitapların elyazmalarının yazılış tarihi ise M.Ö. 125'tir. Bu buluş böylelikle mevcut elyazmalarından bin yıl daha eski metinler sağlamıştır. Kumran'da ortaya çıkarılan Yeşaya tomarı ile bin yıl sonrasına ait Masoretik Yeşaya metni arasında önemli bir farklılık görülmemiştir.

Kumran Tomarları aynı zamanda bölge halkının yaşayışını gözler önüne sererek, tarih, din ve dini edebiyat konularındaki bilginin sınırlarını genişletmiştir.

İlgili animeler

 

 

KUMRAN (QUMRAN)

METİNLERİ

.................................................. .................................................. .......

 

YARATILIŞ ÇAĞLARI

4Q180

 

 

Tanrı tarafından yaratılan çağların yorumu;bütün olayların,

geçmişin ve geleceğin belirlendiği çağların yorumu.Tanrı onları

yaratmadan önce,çağdan çağa ... işleri belirledi.Bu ilahi

tabletler üzerine işlendi ... egemenliklerin çağları.

Bu Nuh'tan İbrahim'e kadar yaşamış olan adamların

sırasıdır;ta ki İbrahim'in oğlu,İshak,olana kadar;on yıl haftası.

Bu yorum;adamların kızlarına gelen Azazel ve meleklerle

ilgilidir;kızlar onlara dev doğurdular.Azazel ... ve kötülük,

kötülüğün varisi olmalarına neden oldu ... yargılar

ve cemaatin yargısı.

----------------------------------------------------------------------

 

HANOK'UN KİTABI

4Q201 1

 

 

... Bunlar,onların önderlerinin isimleridir:

Shemihazah, onların başıydı;

Arataqoph, ikincisi;

Ramtael, üçüncüsü;

Kokhabel ,dördüncüsü;

...el,beşincisi;

Ramael,altıncısı;

Daniel,yedincisi;

Ziqiel,sekizincisi;

Baraqel,dokuzuncusu;

Asael,onuncusu;

Hermoni,onbirincisi;

Matarel,onikincisi;

Ananel,onüçüncüsü;

Stawel,ondördüncüsü;

Shamshiel,onbeşincisi;

Shahriel,onaltıncısı;

Tummiel,onyedincisi;

Turiel,onsekizincisi;

Yomiel,ondokuzuncusu;

Yehaddiel,yirmincisi.

Bunlar,onlar(ın)*, şeflerinin önderleridir.

Bütün bunlar,seçtikleri arasından kendilerine

eş seçtiler, onların yanına gitmeye başladılar

ve onlarla kendilerini

kirlettiler.Onlara büyücülük ve sihirbazlık

öğretmek için ... Onlardan

hamile kalıp devleri doğurdular ...

--------------------------------------------------------------------------------------

DEVLER KİTABI

4Q530

 

 

...ruhumuzun ölümü hakkında.Bütün dostları geldiğinde

Ohiyah onlara Gilgamesh'in kendisine söylediklerini

anlattı ve Hobabis haykırdı ve onunla ilgili yargı açıklandı.

Kötü olan,prensleri lanetledi;ancak Devler sevindiler,O tekrar

lanetlendi ve bunu kabul etti.Sonra aralarından ikisi hayal gördüler

ve gözlerinden uyku kaçtı ...ve uyandılar ve gözlerini açtılar ve

babaları Shemihazah'ın yanına vardılar.Dostlarının arasında

bir hikaye anlattı Nephilin:...O gece rüyamda bir mucizenin

gerçekleştiğini gördüm.Bütün ağaç türlerinin bulunduğu büyük bir bahçe vardı.

Bahçıvanlar,bahçedeki her bir ağacı suluyorlardı... Diplerinden

kökler dışarı çıktı. Her bir ağaç üç filiz verdi.Onları izliyordum,

ta ki gökyüzünden ateş dilleri ininceye dek. ...suyla kaplandı ve

yangın,meyve bahçesindeki bütün ağaçları sardı.

Ancak yangın,yıkılan bir ağaca ve topraktaki filizlerine

dokunmadı...rüyam burda bitti...

Devler, bu düşü açıklayamadılar.O,şöyle dedi...bu rüyayı

Hanok'a ,yorumcu katibe anlatacaksın ve o da bize bu rüyayı yorumlayacak.

Daha sonra kardeşi Ohiyah,devlere şöyle dedi:

Bu gece ben de rüyamda bir mucize gördüm.Göklerin hükümdarı yeryüzüne indi ve

tahtlar kuruldu ve Yüce Olan oraya oturdu.Yüzlercesi O'na hizmet ediyordu.

Binlercesi...O'nun huzurunda duruyordu.Sonra kitaplar açıldı ve yargı okundu ve

yargı ... yazılıydı ve imzalıydı.Yüce Olan bütün canlılara ve bedene ve bütün

yöneticilere hükmeder.Rüyam burda bitiyor.

Dehşete kapılan devler Mahawai'yi çağıdılar;o,Nephlin'in(?) cemaatine geldi.

Devler,onu Hanok'a gönderdiler ... şöyle dediler:O'na git ... önceden

onun sesini duydun ve ona rüyaları yorumlamasını ancak bu şekilde bizim

rahata kavuşacağımızı söyle.

 

-------------------------------------------------------------------------------------

DEVLER KİTABI

4Q531

 

 

...kendimi güçlü gösterdim ve kuvvetli kolumun kudretiyle

ve gücümün dinçliğiyle bütün bedenlere karşı durdum ve onlara

savaş açtım.Ancak ben ... bul ...beni güçlendirecek;çünkü

karşıtlarım,göklerin melekleri cennettedirler ve kutsal yerlerdir

onların meskenleri ve ben ... çünkü onlar benden daha güçlüdürler.

Yabanıl hayvanların ... geldi ve ülke halkı bağrıştı ... Ohiyah ona

anlattı:Rüyam beni bunalttı ve gördüğüm görü yüzünden uyku

gözlerimden kaçtı.Uyuyamayacağımı onlar için acele edemeyeceğimi

biliyorum ... Gilgamesh şöyle dedi:Senin rüyan...

 

 

 

 

Ölü Deniz Parşömenleri (Kumran Yazıtları)

Yazar alfaomega230 Ekim 10, 2009

 

 

 

1947 de bir Bedevi çoban, Ölü Deniz kenarında otlattığı keçilerinden biri, bir mağaraya girince, onu çıkarak için bir taş atar. Kırılan bir küp sesi…. Küpten, altın değil, bezlere sarılmış kağıt tomarlar çıkar… Yazılı kağıtlar…. 2000 yıldır keşfedilmeyi bekleyen yazılar. Ölü Denizin batı yakasına yayılmış bir çok mağara ve harabede binlerce ve binlerce yazılı kağıt, deri hatta bakır levha bulunur. Tarihi ve arkeolojik değerden önce, antika meraklılarının parasal değeri hız kazanır. Elden ele geçen buluntular 1954 yılında, Wall Street Journal’in ilan sayfalarına kadar sıçrar: “Dört adet Ölü Deniz Yazıtı, kelepir satılıktır…”. Yazıtlar, arkeolog-tarihçi-din adamı grubunun elinde toplanmaya başlar. Bedevi çobanın karanlık mağaraya attığı taşı, sonraki 40 yıl boyunca 40 akıllı (!) çıkaramayacak ya da isteyerek çıkarmayacaktır.

 

O günlerde Kudüs’te, Rockfeller Vakfının finanse ettiği bir kurum vardır: “Ecole Biblique”. Başındaki kişi Peder Roland de Waux’dur. Kazıların yönetimi, buluntuların sınıflandırma, çeviri ve yayımı işi Ecole Biblique’e , daha sonra özellikle bu amaçla kurulan “International Team”e verilir. Bu aslında bir görev değil bir ayrıcalıktır. De Waux tüm işi yürüten, daha doğrusu yönlendiren kişidir.

 

Yazılar İbranice ve Aramicedir. Yazıldıkları tarih, C-14 testine göre İ.Ö. 33 (200 yıl + ya da – ) olmalıdır. Romalı tarihçiler Philo ve Josephus’un bölge ile ilgili yazdıkları ile kurulan paralellik, yazıtların İ.Ö. 150- İ.S. 40 tarihlerine denk düştüğünü gösterir.

 

Yazıtlar iki genel bölüme ayrılıyor: “Biblical” (Dinsel) ve “Secterian” (Tarikatle ilgili). Bu ayırım ve International Team’in bunlara bakış açısı çok önemli. Yazıtların değerlendirilmesi, araştırmanın yönlendirilişi, International Team’in tüm olayı ele alış biçimi bu ayırımla yakından ilgili.

 

Bu yazıtların yazarları kimdir? Kabul edilen tez, bunların Kumran ve civarında yerleşmiş “Esseneler” olduğudur. Esseneler, Ölü Deniz Yazıtları bulunmazdan önce de biliniyordu. Yine, dönemin tarihçileri Philo ve Josephus onlardan sık sık bahseder. Kumran merkez olmak üzere, oralarda yaşayan aşırı dindar bir tarikattır. Bekâr din adamları topluluğu. Mal mülk yok. Herşey ortak. Bir manastır disiplini içinde öğrenim görür, topluca yer içer, ibadet eder, ritüellerine uygun biçimde yıkanırlar (vaftiz geleneği!). İnaçlarına göre, ruh ölümden sonra göğe çıkacak, ebedi mutlu yaşam başlayacaktır. Essene kelimesinin İbrani veya Arami dili ile bir bağlatısı yok.

 

Ecole Biblique ve International Team, Esseneleri yukarıda belirtilen genel çerçeve içinde ele alır. Yazıların onlar tarafından, en geç İ.Ö. 100-150 dolaylarında yazıldığını, “Old Testament” (Eski Ahid-Ahdi-i Atik) ile sınırlı olduğunu, yani Hıristiyanlıkla bir ilgisi olamıyacağını ısrarla iddia eder.

 

Ölü Deniz Yazıtlarının ortaya koyduğu gerçekler bu mudur? Yazıtlar, sonradan, International Team’in tekelinden kurtulup, Vatikan’ın baskısı dışında olan başka otoritelerin de incelemesine açılmış ve Hıristiyanlığın başlangıcını sorgulayan iddialar ortaya atılmıştır.

 

İşin kökenine inince, Ahd-i Atik (Eski Ahid) ve Ahd-i Cedid (Yeni Ahid, New Testament) hakkında bilinenler tarihi gerçekler midir? Yoksa o gerçekleri veya söylenceleri kilise kalıplarına uyduran bir “Seçkinler Grubu”nun ortaya koyduğu “Kabul Edilmiş Bilgiler” yumağı mıdır?

 

Kilise yüz yıllarca, gerçekleri seçkinlerin tekelinde gizlemiştir. Halkın bilmesine izin verilen, daha doğrusu bilmesi gerekenler, bir bütün halinde ona dayatılmıştır. Umberto Eco’nun yazdığı “Gülün Adı” romanındaki manastır bu seçkinler grubunun gayretlerini (!) çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. Yüz yıllar süren bilinçli bir komplonun yarattığı bu karanlık atmosferde, her şey seçkinler grubunun normları içinde değerlendirilir, yorumlanır ve karara bağlanır. Sırası geldiğinde, öyle gerekiyorsa, Tampliye Şövalyelerini sapkınlığın sembolü olarak göstermek, hatta Banco Ambrosiano’nun iflâsından Umberto Eco’yu sorumlu tutmak bile Vatikan’ın işine uygun düşmüştür.

 

Kilisenin tartışmasız gücü, XIX. yüz yılla birlikte sarsıntıya uğrar:

 

-Arkeoloji, Hıristiyan dogmalarını sorgulayan bulguları gün ışığına çıkarır: Schilemann, Anadolu ve Yunanistanda; Sir Charles Willson Kudüste; Flinders Petri Mısırda; Robert Coldeway Babilde önemli bulgular gerçekleştirir.

 

-Ernest Renan yazdığı kitaplarla (İsanın Yaşamı- Hıristiyanlığın Kökeni- İsrail Halkının Kökeni) tabuları yıkar. Cin, artık şişesinden çıkmıştır. Vatikanın, o cini, şişesine sokma gayretleri boşunadır.

 

-Bilim, Darwin’ in çıkışları ile, kilisenin ana dayanağını sarsar.

 

-Siyasi gelişmeler, 1870′lerin Alman İmparatorluğu, artık kilisenin desteğini aramıyacak güçtedir. Garibaldi’nin kurduğu İtalya birliği, Vatikan’ı Romaya hapseder.

 

Vatikan, dört yandan gelen saldırıları karşılamak üzere seçkin bir grup yetiştirmeye karar verir. Bu grup kiliseye yönelik saldırıları etkisiz hale getirmek üzere hazırlanır. Böylece “Katolik Modernist Akımı” doğar. Vatikanın emirleri ile hareketin düşünsel forumu olarak Ecole Biblique, peder Lagrange tarafından kurulur. Modernistler gerçekten iyi yetiştirilirler. Kısa sürede kilisenin dogmalarını sorgulayacak düzeye gelirler ve başkaldırırlar. Modernizmin düşünsel çekirdeği olarak kurulan Ecole Biblique, başkaldırı hareketini boğmak görevini üstlenir. Ve ironik bir sonuç: Modernistlerin kitapları, Vatikanın yasak yayınlar kataloğunda baş köşeyi alır. Papa Leo XIII, 1903′te “Pontifical Biblical Commision”u kurar. Komisyon “Tanrının sözlerinin (!) her türlü hata ve kötü düşünceden korunması” ile görevlidir. Peder Lagrange, komisyonun üyesidir. Ecole Biblique’in sonradan gelecek başkanları da komisyonun üyesi olmuştur. Ecole Biblique tarihi ve arkeolojik bulguların, katolik doktrinine uygunluğunu kanıtlamak gibi bilimsel (!) bir uğraş içindedir. Komisyonun doktrindeki otoritesini sorgulayacak hiç bir araştırma-sonuç-öğretiye izin yoktur. Komisyonun bu gün (1992) başkanı olan kardinal Joseph Ratzinger, aynı zamanda “Congregation For the Doctrin of the Faith” enstitüsünün de başıdır. Bu nstitü, 13. asırdan beri varlığını sürdürmektedir. 1542′deki adı “Holy Office”tir. Daha önceki adı ise “Holy Inquisition”dur (Kutsal Engizisyon). Böylece kardinal Ratzinger’in, günümüzün “Büyük Engizitör”ü olduğu anlaşılır.

 

Yüz yıllar içinde kökleşmiş bir çıkar hiyerarşisi. Yaygın, etkin ve güçlü. Din adamları için bu hiyerarşik yapıya karşı gelmek, o seçkin çevreye girebilme şansını öldürmek veya bulunduğu pozisyonu yitirmek demektir.

 

Ölü Deniz Yazıtlarının emanet edildiği Ecole Biblique ve International Team’in genel çerçevesi budur. Bu iki kuruluş her zaman birlikte anılır ve Vatikan’dan ayrı düşünülemez. Ecole Biblique’in başkanları (De Waux, Milik, Starcky, Strugnel…) bir Katolik Dominiken zinciri halinde, yazıtlar üzerinde tam bir tekel kurar. İsrail, 1967 savaşı sonunda Rockfeller müzesi ve Ecole Biblique’i fiziki olarak ele geçirir. Ama bu uluslararası gücü ve hele arkasındaki Vatikan’ı karşısına alacak yere henüz ulaşmamıştır.

 

Ecole Biblique ve International Team, Ölü Deniz Yazıtlarını, kendi amaçlarına uygun biçimde ele almıştır. İnceleme, yorum ve yayınlamada hedef, gerçekleri aramak değil, gerçeklerin kilise doktrinine uydurulması olmuştur.

 

Yine Essenelerin kimliğine dönmek, doğru bir başlangıç olabilir. Tarihçi Philo ve Josephus ilk bilgileri vermiştir. Konu, Kumran yazıtlarının ortaya çıkışından önce de ele alınmıştır. 1770 Yılında, Büyük Fredrik, İsa’nın bir Essene olduğunu; 1863′te Ernest Renan Hıristiyanlığın aslında Essenizm olduğunu söyler. 18. ve 19. yüz yıllarda , İsa’yı bir Essene olarak tanımlayan ve çarmıhtan sonra yaşamasını da Essenelere özgü gizli bilgilerden aldığı güçle açıklayan çalışmalar olur. Ölü Deniz Yazıtlarına kadar Essene imajı bellidir: dünyadan el etek çekmiş aşırı dindar kişiler. Yazıtlar onların eseridir. Ecole Biblique ve International Team, bu sakin pasif insan grubunun İ.Ö. 100- 130′da yaşayıp o yazıtları yazdığını ve ilk Hıristiyanlarla bir ilgileri olamayacağını ısrarla vurgular.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ölü Deniz Yazılarının ortaya çıkardığı Essene kimliği ile, Josephus ve ona dayalı geleneksel kabul arasında derin çelişkiler var:

 

-Josephus’un Esseneleri bekâr erkekler toplumudur. Oysa harabelerde çocuk ve kadın iskeletleri bulunmuştur. Ayrıca “Toplum Kuralları” adlı yazıtta, evlilik ve çocuk yetiştirme konuları işlenir. Bu noktada, International Team’in, yazıtların “Secterian” (Tarikat ile ilgili) bölümünü hep gözlerden ırak tutma gayreti anımsanmalıdır.

 

-Hiç bir yazar, Essene takviminden söz etmez. Yazıtlarda, Kumranın güneşe endeksli bir takvimi olduğu ortaya çıkarılmıştır.

 

-Philo ve Josephus’un anlattığı Esseneler kurban törenlerini bilmez. Halbuki harabelerde kurban edilmiş hayvan iskeletleri bulunmuştur; daha önemlisi, “Mabet” yazıtında, kurbanla ilgili kurallar vardır.

 

-Josephus, Essenelerin, Herod Antipas (İ.Ö. 20- İ.S. 39 arası Judea Tetrarkı) ile iyi geçindiğini yazar. Yazıtlarda, Essenelerin, bu Roma kuklası krala karşıt oldukları açıkça bellidir.

 

-Nihayet Josephus ve Philo’nun anlattığı Esseneler, sakin, pasif, bu dünya ile ilgisi olmayan keşişlerdir. Oysa, harabelerdeki buluntular ve “Savaş” yazıtı, Kumran ve çevresine yerleşmiş bu insanların, geleneksel Essene imajından çok, o günlerde bölgede, Roma baskısına ve Roma’nın işbirlikçisi olan Yahudi yaşamına karşı başkaldırıyı yürüten “Zelot” tanımına daha çok uyduğunu gösterir.

 

Burada, Ölü Deniz Yazıtlarının ortaya hangi gerçekleri çıkarabileceği ve Vatikan’ın bunu, Ecole Biblique ve International Team kanalı ile, niçin önlemeye çalıştığını anlamak için, o günlerin ve o çevrenin atmosferine kısaca bakmak gerekir.

 

Yahudiler, en başından beri, dinsel ve laik önderlerin ortaklaşa yönettiği bir toplum olagelmiştir. Dini liderler, Levi kabilesinden Aaron’un halefleri olan Zadok’lardandır; laik liderler, Juda kabilesinden Davud’un halefleridir. Babil sürgünü ve daha sonra İskender ile başlayan Helenistik etkilerin derinleştirdiğiyozlaşma, politik boşluğun ötesinde, dini liderliğin yapısını ve toplum üzerindeki etkisini bozmuştur. Sonunda, İ.Ö. 167′de, Mattathias Maccabeaus, bir Yunan görevlinin kurban konusundaki pagan isteğine karşı çıkarak isyanı başlatır. Maccabeaus ilk Zelot’tur. Oğlu Judas inzivaya çekilir (Musa, İsa ve Muhammed gibi) ve sonra kardeşleri ile beraber, Kutsal Topraklarda, yeniden Musa yasasına uygun düzeni kurar. Maccabeaus’un yandaşları Makkabiler İ.Ö. 76 yılına kadar kontrolu elinde tutarlar. Sonra yine yozlaşma ve Kral Antipas.

 

Yazıtların, “Biblical” ve “Secterian” olarak iki ana bölüme ayrıldığı, Biblical bölümün International Team ve Ecole Biblique tarafından ön plana çıkartılıp, Secterian bölümün gölgede bırakıldığı bilinmektedir. Kutsal Toprakların o dönemdeki havası ve o hava içinde, Kumran topluluğunun gerçek kimliği, yani Essenelerin gerçek yüzü, Secterian bölümlerde verilmiştir: Roma Kutsal Topraklara hakimdir. Herod Antipas kukla bir kraldır. Yahudi bile değildir. Durumunu halka kabul ettirmek için, bir Maccabi prensesi ile evlenmiş, yeterince güçlenince de karısı ve kardeşlerini öldürtmüştür. Dini lider de Roma’nın uydusudur. Dış etkiler, iç yozlaşma, Yahudi toplumunu alt üst etmiş, Kutsal Topraklardaki yaşam Musa kanunlarının dışına itilmiştir. Roma’yı kovmak ve Musa düzenini yeniden kurmak için ölüm-kalım savaşı veren insanlar çıkar…Bunlar Zelot’lardır…

 

Bu noktada, İncillerde ve kilisenin yüz yıllar boyu süregelen araştırmalarında hep gölgede bırakılmış bir isimden söz etmek zamanı geliyor: James!.. İsa’nın kardeşi. Ondan sadece Acts (Nebilerin İşleri) kitabında, bir iki yerde bahsedilir. Kumran yazıtlarında James’in önemli bir yeri vardır ve adı “The Righteus” tur (Haksever). “İlk Kilise”nin (Early Church) önderidir.

 

Milat yılları… Kutsal Topraklar… İlk Kilise veya ilk mabet… Özgür bir ülke ve Musa yasaları için ölümüne savaşan insanlar, Zelotlar. Esseneler, Kumran’lılar… Bunlar İlk Kilise’ye ve onun liderine bağlı, değişik isimlerle anılan aynı insanlar. Sadece Kumran’da değil, Kutsal Toprakların tamamına yayılmış yasa ve “Yol”un savaşcıları… Geleneksel Essene çerçevesinin çok dışında bir topluluk, örgütlü bir güçtürler. Üyelerini, yeni üyeler bulmak, para toplamak için görevlendirir. Suikastler düzenler. İsyanlar tertipler, kaleler kurar, Roma’yı o tarihte 80.000 kişilik bir ordu gönderecek denli ürkütürler.

 

James, bu karışık ortamda bir gün mabette “isimsiz biri”nin başlattığı bir saldırıda linç edilir. İlk din şehidi olarak bilinen St.Stephen, belki de sadece hayal ürünü bir kişidir ve James’ten başkası değildir. Roma’ya karşı başlayan büyük isyanla James’in ölümünün aynı yıllar da olması basit bir rastlantı olmasa gerektir. İsyan başlar. Roma, Kudüsü (İ.S. 68), Kumranı (İ.S. 70), Masadayı (İ.S. 74) yerle bir eder. Zelotlar esir düşmemek için ölümü seçer. Yalnızca Masada’da 960 kişi (erkek-kadın-çocuk) topluca intihar eder.

 

James’in ölümüne dönersek… Mabetteki linç olayında, katilleri seyreden biri vardır. Sadece izleyici olmadığı bellidir. Acts 9-21′de, “İlk Kilise”ye saldırılar düzenlediği anlatılan biri vardır: Saul!…

 

Saul.. Ya da transfigürasyondan sonraki adı ile St. Paul… Adına dünyanın dört bucağında kiliseler yapılmış en büyük Hıristiyan. Daha doğrusu Hıristiyanlığı başlatan, yayan aziz!… Kumran yazıtlarından sonra, Hıristiyanlığın doğuş ve yayılışındaki rolünün ne olduğu sorgulanan Saul…

 

Tarsus’lu Saul bir Yahudidir ama aynı zamanda bir Roma vatandaşıdır. Onu sahnede ilk kez St. Stephen’in (James?) öldürülüşü sırasında görürüz. Bu noktada, James’e mabetteki saldırıyı başlatan “isimsiz biri” nin kimliği de ortaya çıkmaktadır. Acts 9-21′de Saul’un ilk kiliseye saldırılar düzenlediği yazılıdır. St. Stephen’in öldürülme nedeni “Kanun”a karşı gelmektir. Oysa St. Stephen, katillerini “Kanun” u ihlâl etmekle suçlar. Bu paradoksun mantıksal açıklaması şu olabilir: Katillerin arkasındaki güç (High Priest – Haham Başı) Roma otoriteleri ile işbirliği içindedir, İlk Kilisenin önderliğindeki akımı boğmak istemektedir. Saul onların emrinde, fanatik bir İlk Kilise düşmanıdır. Yeni saldırılar düzenlemek üzere, Şam’a giderken göklerden İsa’nın sesi duyulur: “Saul! Niçin bana karşısın?”. Büyük değişim (transfigürasyon) meydana gelir… Saul, yeni adıyla Paul artık İsa’nın bir mürididir. İsa’yı sağlığında görüp tanıdığına dair hiç bir kayıt yok. Şam’da üç yıl kalır. Kudüse geri döner. Artık İlk Kilisenin düşmanı değildir. Ama İlk Kilise Paul’ü pek de kabullenmez. Tarsus’a gönderilir. Bir tür sürgündür bu… Topluluğa yararlı olabilirse iyi. Olamazsa, zaten istenmeyen bir kişidir.

 

Paul, Tarsus’ta ve Antakya’da vaazlar verir. Bir ara Kudüsten bir heyet gelip etkinliklerini değerlendirir.

 

İsa ve öğretisi hakkında neyi bilip bilmediği hiç bir yazıda belirtilmemiş olan Paul, İsa’ya mal ettiği bir akım yaymaktadır. “Şeyh uçmaz, O’ nu müritleri uçurur” deyimine göre bir İsa yatarı. Tanrı’nın oğlu ve aynı zamanda Tanrı İsa…

 

Kudüs’e geri çağrılır. Yedi günlük arınma ritüelini yerine getirmesi istenir. Söylenenleri yapar. Ama İlk Kilisenin temel ilkelerinden, “Yol”dan sapmışlığı açıktır. Ona göre inanç, “Yasa”dan (Musa Yasası) üstündür. Yargılanmaktan, belki de linçten Roma vatandaşı olduğu için kurtulur. Her Romalı gibi, kendisini Roma İmparatoru önünde savunmak hakkı vardır (neye, hangi suça karşı?…). Roma’ya gider. Paul’ün öyküsünün bundan sonrası pek belli değildir…

 

Aziz Paul!… Roma vatandaşı Paul! Güçlü dostları olan zengin Paul! Kukla hiyerarşi ile yakınlığı bilinen Paul! Kendi insanları arasında tutunma şansı kalmayınca, Romalı muhafızlarla Roma’ya gönderilip tarih sahnesinden silinen Paul! İsa’yı tanımayan, belki de kendine göre bir İsa yaratan Paul!…

 

James’in liderliğindeki İlk Kilise… “Yasa”yı ve Kutsal Toprakları korumak için, toplu intiharlara sürüklenen dava insanları, Zelot’lar… Paul, bu ölüm-kalım savaşının fırtınalı atmosferini “Düşmanınızı Seviniz” anlayışına varacak biçimde, neden pasifize etmiştir? Bu bir yorum farkı mıdır? Yoksa ihanet mi? Romalı Paul, Zelotların savaşını yozlaştırmaya çalışan bir Roma ajanı mıydı?

 

Ölü Deniz (Kumran) Yazıtları, Ecole Biblique ve International Team’in tekelinden kurtarılıp, tarafsız, yani Vatikan etkisinden uzak otoritelerce incelendiği zaman, Hıristiyanlığın kökenini sarsan sorular ortaya çıkmıştır. International Team’in yayınları skandal olarak değerlendirilmiştir.

 

Pek çok yazıtın (belki bilinenden çok) yeraltı dünyasında, antika piyasasında olduğuna, hala keşfedilmeyi bekleyen mağaraların varlığına inanılmaktadır. Bunların tümü toparlanıp, önyargıların dışında incelendiği zaman, belki üç büyük dinin temelleri ve ortak yanları daha iyi ortaya çıkacak, bir tek Tanrı’ya inanan insanlar arasındaki yüz yıllardır süregelen düşmanlığın anlamsızlığı daha iyi anlaşılacaktır.

 

Din kurumunun, onu sahiplenenlerin elinde, ne korkunç bir silâh haline getirilebileceği de daha açıkça ortaya çıkacaktır

Wikipedia

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...