Jump to content

Andromeda'dan gelen ufo


taduse

Önerilen Mesajlar

bir şey idda etmiyorum bunlar kanıt malesef evine getiremiyoruz kusura bakma doğru sen dokunsan koklasan görsen ve duysanda inanmıcaksın unuttum artık gezegenlerine götürmek lazım..

bunlar kanıttır ve bilimsel belgesellerini kitaplarını ve gazetedeki yazıalrı okudun mu hiç saçma geldiği için okumamışsındır çünkü okusaydın böyle düşünmezdin bu kadar imkansız mı geliyor sana !

sana bir şey söleyeceğim şu anda samanyolu galaksisinde yaşıyoruz ve bu galakside güneş sistemimiz ve 9 gezegen dünyadaki sahillerde bir kum tanesinin dünyaya oranı kadar ve bizim gibi tirilyonlarca güneş sistemi mevcut samanyolunda ve en azından 5 de 1 i hayata el verişli bir denkleme göre sadece samanyolu galaksisinde gelişmiş uygarlık sayısı en azından milyarlarca çıkıyor ve bu kötümser bir denklem.. neden kanıtlanmıyo dersen biz marsa bile henüz insan yollayamadık ve orada olanlar gizli tutuluyor sence kanıtlana bilirmi? güneş sisteminde bile en az 3 gezegen ve uyduda hayat olma olasılığı var ... ki samanyolu galaksisi de evrende aynı kum tanesi kadar ve bu kum taneleri galaksilerinden de milyarlarca var bu kadar imkansız geliyor mu hala sana ama görmediğin varlığınıu bile bilmediğin şeyler mantıklı geliyordur eminim yani kızgınım çünkü bunlardan başka kanıtlar var! ama bunlara nasıl hakaret edebiliyorsun daha ne bekliyorsun ki? ne yapayım fotoğraf var sadece lanet olası ufo düştüğü zaman ört pas ediliyor yok işte düşmüyor inmiyorlar ama varlar gözümlede gördüm !!! hiç ufo görmemiş olman onalrın olmadığını göstermez sen neyi savunuyorsun ben onu anlamıyorum yanlızmıyız bu evrende? bunlar köklü kanıtlar o çağda bunalrı yapmaları bir kanıttır eski 1950 lerden beri çekilen ve montajın imkansızo lduğu fotoğraflarda kanıttır milyonlarca insanın ihbarları kanıttır koca ayağın kıl ve ayak izi örnekleri alıp evine devletin gönderdiği söyleyip elinden kanıtları alan adamlarda bir kanıt şimdiye kdar resmedilen ve işlenen bütün bunlar kanıttır daha ne istiyorsun ne bekliyorsun trilyonlar dönüyor bu araştırmalar için ve gizli tutuluyor ne yapabilirim bana imkan sunmuyorlar araştıramıyoruz gitip kendin araştıra biliyormusun? ben güvenmiyorum arkeleoglara ne bilim ben onların onları ört pas etmek istemediklerini bilmiyoruz biliyorsan söle devletler izin verirler mi?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

arkadaşıım ben sana uzayda yaşam yoktur dedimmi? çok basit bir örnek marsta yaşayan bakteriler var al sana uzayda yaşam hem şunu söliyeyim sana yaşamın tanımıda biraz muallakta ben sana yaşam deyince aklına 2 ayaklı yürüyen ufolarmı geliyor yada daire şeklinde araçlara binen bir bakteride yaşamdır ondan küçünk bir mikroorganizmada sen bana bir kaç mısır yazısında şuan uzaya yolladığımız araçların atmosferden çıkmasına yardımcı olan araçlara benzer şekiller gösterip aha uzaylı vardır diyorsan yada ilk resimde; fotoraf havası verilmiş bir resme dayanarak birşeyler diyorsan artık bir şey yazmıyacağım ayrıca ilk resimde bana bu maksatla yapılmış adi bir çalışma gibi geldi her neyse konuya dönceğim ben sana ufolara inan yada inanma demiyorum sadece eğer bu inancını bir kanıta yani bilimsel veriye dayandırabiliyorsan bizimlede paylaş lütven

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Prof. Hernandez anlatığına göre uzaylı Lya'nın fotoğrafını çekmiş. Ama ne hikmetse fotoğrafı tab ettirdiğinde Lya fotoğrafta yokmuş. :-) ,

Ezoterik hikayelere göre de Atlantis'in sonu farklı bir sebebten gelmişti. Bizde benzeri hikayeler yazabiliriz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Mystick konuyka belki alakasız ama verdiğin resimlerden bir tank, helikopter, uçak olduğu belli olan kabartmaların sırrı National Geographic'te yayınlanan bir belgeselde bilimsel olarak çözüldü.O kabartmalar farklı zamanda iki kere yapılmış.Tam detayları hatırlayamıyorum.Önceden orası başka bir kralın adınaymış ve o bölgede normal şekilde kabartmalar varmış.Ancak daha sonradan eski yazıların üzerine yeni yazılar yazılmak istenmiş.Belgeselde iki farklı yazı da gösteriliyordu.Eski yazılar silinmemiş, yeni yazılar onların üstüne gelmiş ve duvarın alçısı da deforme olup dökülmüş bu yüzden ortaya bu şekiller çıkmış.Yani o şekiller aslında iki farklı yazının üst üste gelmiş hali

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

aslında sende haklısın pardon :) Senin şevkini kırmak istemememiştim. Özüüürdilerim :D Ve eline sağlık aslında kötü de bir yanı yok konu tekrar dan gündeme taşınmış oldu. Çünkü çok güzel bir temas hikayesi bu. Ve doğruluk payı çok yüksek. Çünkü bu olayın ortaya çıktığı dönemde daha billy meier olayı bilinmiyordu. Ve prof. Hernandez'in de bilmesi imkansızdı. Ama bu olaydan haberdar olması onun bütün anlattıklarının gerçek olduğunu kanıtlıyor. :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşım dünyaya gelen bozuluyor ya adamlar marduktan gelmişler tipik dünyalı gibi davranmaya tüm egemenliği toplamaya çalışmışlar:) Bu arada tapınak duvarlarında bulunan ufo, helikopter resimlerinin farklı zamanda 2 sefer yapılmasının II. Ramses'in firavun olduğu dönemde gerçekleştiği anlatılıyordu. Tabii bunun aksi kanıtlanmış bile olsa National Geographic' de yayınlanırmıydı bilemiyorum. Yaptıkları belgesellerde taraflı oldukları açık gibi geliyor bana.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

UFOLARA HEP İNANMIŞIMDIR

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ BİLE VAKTİNDE COK KEZ UFO MASASI KURMUŞ

AMERİKALILARIN VE JAPONLARIN TEKLONOJİK GELİŞMESİ BUNLARLAN ALAKALI

 

VE DAHA İLGİNCİ MEXİKA UFOLARIN WARLIĞINI KABUL ETTİKİ BİR DEVLET KESİN DELİLLER OLMADAN

HİÇBİRŞEYİN WAR LIĞINI KABUL ETMEzzzz!!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kendilerini peygamber zannedip şu anda türkiye ve dünya genelinde bir takım insanların kurum ve kuruluşlar yapıp topluluk oluşturup ufo teblikleri uzaylının teblikleri diye bir ortam yaratanlar ve bu amaçla altın çağ bilgi kitabı diye dünyanın başka kesimlerindede ayni kitabın şecereleri çıkarılmakta kitabında uzaylılar tarafından teblik olarak seçtikleri sahte elçileri başka vaatlerle kandırıp siz bizim gönderdiklerimizle insanlara açıklayın rab sizi seçti gibi kandırmalar hala günümüzde mevcut dünya kardeşlik birliğinin cin (ufo) lerden aldıkları tebligatları aşağıda sizlerin gözleri önüne bir kanıt olarak sunacağım.

Omega 12 kapısı, cennetin kapısı, güneşin kapısı gibi tarikatlar hızla yayılırken bir amaç uğruna bir yere yaklaştığımızı apaçık gösteriyor, söylenenler aynen bu zamanda kendini gösterdi bile bu sadece bir ip ucu kendilerini 1000 yılın yenileyicisi 2000 yılın yenileyicisi olarakta kabullendirip seçtikleri kişileride çeşit çeşit ortamlara sokup yüz kısımları ayni insan benzeri kılıktan kılığa dolaşarak çeşit çeşit fikirlerle açıklarlar. isterseniz bir göz atın isim vermem bunlar birbirlerine çok benziyorlar, tıpkısının aynisi dişiside ayni erkeğide işte elçilerin kopyaları

1- dünya kardeşlik birliği elçisi kadın 2- bir medyom ünlü bir erkek 3- sahte evliya ankarada bir kadın 4- ufo başkanı türkiyede bir erkek 5- islamı kuran anlayışına davet eden aslında alakası olmayan yenilik peşinde koşan medyatik sahte din adamı ve bunlar gibi isimlerini sayamadığım kişileri yan yana getirin kanıtını sizde fark edeceksiniz. yuvarlak bir hesapla tarifi imkansız olan bu yüzler sürekli tekrarcılık, aynicilik çeşitli fikirlerle bir şeyler üretme yenilikler bulma dehası içinde dolaşıp dururlar. bunları yazmamın gayesi dünya insanı artık madde ötesine bakmaya yönelik bir girişimlerde bulunacaklardır. bir dürtü ile yavaş yavaş peyda olan bu kargaşalar bu olaylar sadece dünya insanı için cinlerin hükmünden başka bir şey değildi. Aslına bakılırsa burada bir şifre verdim busatırı dikkatice okursanız sizde ister istemez farkına varırsınız yukardaki satırdan bahsediyorum. bu sadece bir başlangıç yoğunluk sizde saklı ama çoğunluk onların elindedir.

 

Bu tip aldatımlar genelde bir kişinin ve toplumun uyutulması sonucunda taransa geçirilmesi sonucunda ocinin ( ben mevlananın ruhuyum, ben babayım) gibi filanca kişilerle bağlantı kurarlar ve sonun da bir kişi kalemle yazılar yazarken kalemin kendine yazmaya başlamasıyla ve böylece o cinin filanca evliyalardan olduklarını beyan ederler okişinin gözüne gözükmesiyle gerçekleşir.

 

Atom boyutundan salt enerji boyutuna kadar tüm kuantsal yani ışınsal görünmeyen cisimler melek ins ve cin olarak tarif edilmiştir cin ufo kelimesiyle tarif edilen uzaydaki varlıklar holoğramik yapıya sahiptirler. ışınsal bir bedenlerde oldukları gerçeğini topladı Kur'anı kerimdeki kehf suresinin 50. ayetinde " ANCAK ŞEYTAN (İBLİS) SECDE ETMEDİ CİNDEN OLDUĞU İÇİN"

 

İnsanlığı tedirgin eden bu bilinç bağzı tepkimelerle gerçek olduğunun ve bir varsayım olmadığının görüşündedir. Bir yalnış anlamanın önüne geçilebilecekse eski bilim dahilerine ihtiyaç oldukça fazladır. Bu günümüze kadar bize bir ışık olan Kur'anı kerim varken biliminde bunu kabul ettiği gibi bu kitabımıza dayanarak karar vermedilermi çünkü insanlık hep bunu merak etmişlerdir.

 

İslam kaynaklarında cin diye açıklanan bağzı kesimlerinde kötü ruh veya peri adıyla günümüze kadar ulaşmıştır. Kur'an'ı kerimde

" Min mari CİN minnar " dumansız ateş yani ışınlardan 55-15 ve "Min nar is semum" yani en ince mesamata hassas (gözeneklere) nüfus edici ve zehirleyici ateş yani ışınsal yapı 15-27 anlamına gelen ayetlerle izah edilmiştir....

Bu güne kadar elimize geçmiş ve üzerinde yeterli gerekli inceleme yapılmış biri olmadığına göre kimse ispatlı bir şekilde uzaylılar şöyledir böyledir diyemez. ve başta bahsettiğimiz gibi bu varlıkların uzmanı olamazlar. Ancak bu varlıkların 50 yıl öncesine kadar kesinlikle yok olupta bu süre zarfında mucizevi bir şekilde ortaya çıktıklarına inanamıyoruz çünkü görmekteyiz ki çoğunlukla insanlarla alay eden, aldatan ve olmadık hayal peşinde koşturan bu varlıklara ne isimle anarsak analım genelde hep insanlara hükmetmekten zevk alan bir türdür.

Esasen, maddi bir bedenle kayıtlı olan insanlara karşı, beden sınırlamalarından uzak bu varlıkların başka türlü olmalarıda beklenemez. Ellerinin altında istedikleri gibi hükmedebilecekleri sayısız insan mevcutken, onların böyle bir fırsatı değerlendirmemeleri elbette mümkün değildir.

 

Evet ister uzaylı deyiniz ister dini terminolojinin kullandığı ismiyle yani cin adıyla anınız bu varlıkların en büyük özellikleri insanları hükümleri altına alarak onlara gerçeğe ters düşen fikirler ve davranışlar içine sürüklemeleridir. hükmettikleri kişiler genelde ya islam ınancını kabul ettiğini söyleyen kişiler yada kabul etmeyenlerdir. öz benliklerini şöyle bir kenara bırakıp başka ırk aramakla ömrünü harcayanlara ne faydası dokunabilir ki bir heyecan bir korku bir insana mutluluk veriyorsa nasıl gülümsediğimizi ve nasıl ağladığımızı hiç merak etmedikmi.

 

Kendilerini uzaydan başka galaksi ve sistemlerden gelmiş varlıklar olarak tanııtmaları son devrin en büyük zevk konularıdır. Gerçekte bu varlıklar dünya atmosferi içinde veya dünya üzerinde yaşamaktadırlar. Son derece zeki ve hareket kabiliyetine sahip oldukları için, insanları bu yönleriyle çok rahat kandırabilmektedirler. İnsanları kandırma metotları hep insan beynine yolladıkları ışınsal impalslar şeklinde olmaktadır. Kişiler bu impalsları frekansına göre görüyorum veya işitiyorum diye değerlendirmektedirler... Oysa çok büyük bir çoğunlukla ne görmek mevcuttur nede işitmek bu yüzdendende böyle etki altındaki kişinin algıladıklarını algılıyamamakta ne onun halini bilebilmektedirler.

 

İslam dışı inanışlara sahip olanları kandırmak için ençok ruhlarla görüşme ve uzaylılarla görüşme tarzını kullanmaktadırlar. Genellikle saf dışı yaratılışı bu kişiler belirli bir kültürden mahrum oldukları için gerçekte uzayda başka galaksilerden gelenler varmış gibi sanmakta yada ölmüş yakınlarıyla görüştüklerini zannetmektedirler.

 

Kendilerini uzaylı varlıklar olarak tanıtmakta olan cinlerin yalanlarını açık seçik şöyle ortaya çıkartabilirsiniz. size, somut bir araç gereç vermelerini isteyiniz. bunu asla gerçekleştiremeyeceklerdir. çünkü kendilerini uzaylı diye bilinen bu varlıkların insanların hayal gücü üzerinde tasarruf etmekten öteye yolları geçmez. daima beyin yapıları hassas kişileri bulup onların hayallerini etkiliyerek çeşitli imajlar oluştururlar. ve icap edersede onların vehmini tahrik ederek olmayan şeyleri varmış gibi göstermek suretiyle korkularını tahrik etmek yoluyla tasarruf altına alıp hükmederler.

Uzaylı olarak kendilerini tanıtan bu cin isimli mikro dalga yapılı bu varlıklarsürekli vaat ederler. Geleceğe dönük sayısız iddialarda bulunurlar. Kişilere kendilerinin Mehdi veya mesih İsa insanların son zamanlarda beklenen önderi olduklarını telkin ederler. Altın çağ vaat ve hayalleri sunarlar hatta bazen belirli sene rakamları verirler sonra osene gelip dedikleri çıkmadığı zamanda " şartlar oluşmadı vazifenizi tam yapamadınız onun için ileri bir tarihe atıldı" diyerek yalanlarını örtüp hayal balonlarını şişirirler.

 

Çeşitli "uçan daire, balon, disk, insanımsı görüntüler veren ve kendilerini bu çağda uzaydan gelen varlıklar olarak tanımlayan bu varlıklara kanmak sadece bu konuda bilgisizliğin ve ilmi verilerden haberdar olmamanın sonucudur. Cin (ufo) ler istedikleri gibi anda ve arzu ettikleri gibi yerde bir şekilde insanlara madde ötesi olan yapılarını maddi görüntüsüyle gösterebilirler.... Tıpkı televizyonda ekran üzerinde seyrettiğimiz elektromanyetik dalgaların, henüz ekrana dönüştüürülmesinden önce, havada görünebilmesi hali gibi. Düşünün ki televizyonda seyrettiklerini aynen televizyon ekranında değilde boşlukta seyrediyorsunuz.

 

Burda en önemli konu ise kuşkusuz gerçek bir olayların neticesinde başbaşa kaldık başkaları ne söylerse söylesin ne anlatırlarsa anlatsın bunların insanlara karşı hükümlerinden başka bir olay zannetmiyoruz. bunun bir insanlık için bir uyarı olduğunu unutmayalım. Önce PEYGAMBER BUYRUĞUNA DİKKAT KESİLİN VE OKUYUN ŞÖYLE BUYURMUŞLARDIR:

 

(((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((

vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv

 

--" ! DÜNYANIN SON DEVİRLERİ YAKLAŞTIĞINDA CİNLER YERYÜZÜNDE GÖRÜNMEYE VE İNSANLARLA ÇEŞİTLİ ŞEKİLLERLE TEMAS KURMAYA BAŞLAYACAKLARDIR."....!

 

vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv

((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((((

 

Diğer gezegenlerde dahi insan ve cine benzer uzaylıya benzer fizik, maddi bedenli yaratıklar mevcut değildir. ve bu sebeblede insanlık alemi, ilmini ne derecede geliştirirse geliştirsin, müsbet ilime dayalı olarak bu dünyalardan hiç birine insan tipi görüntü veren yada başka şekillerde görülen bütün yaratıklar ise tamamen CİNlerden ibaret olacaktır.

 

Uçan dairelere dair maddesel yapı ve çeşitli madeni parçalar bulunduğuna dair iddialar ise ki bu parçalar son derece ufak olduğuna göre ışınsal yapıya sahip bu yaratıkların elektrik gücüyle bağzı madenleri değişik bir hale sokması şeklinde açıklanabilir. Mesela kömürün yüksek basınçla elmas olması gibi....

 

Kabul edelim ki bizim dışımızda yani insan türünün dışında ne isim verirsek verelim en azından bir () ile iç içe yaşamaktayız. ve onlardan bize akan bir biçimde iletişim kesinlikle söz konusudur. Bu tür varlıklar beyin yapıları hassas olan Medyom denilen insanlara belli dalga boylarından belli impalslar göndermekte ve onların beyinlerinde belli fikirleri oluşturmaktadır kendilerini eskiden ruh diye tanıtan genelliklede geçmiş evliyaların ruhları olduklarına iddia eden bu cinler esas itibarıyle daima gerçek hüviyetlerini gizlemektedirler. Ancak temel amaçları insanları islam inançlarından uzaklaştırmak olduğu için kısa sürede, dinlerin ve bu arada elbette ki islam dininin artık geçersiz olduğunu beyan etmeye başlamışlardır. Bundan sonraki aşama ise kendilerinin uzaylı varlıklar olduğunu ve dünyayı onların perde arkasından yönetmekte olduğu iddialarıdır.

 

1935-1940 larda ruh olduklarını iddia eden bu varlıklar 1960 lardan itibaren artık uzaylı varlıklar olduklarını ilan etmişlerdir. 1962 yılındaki ilk tebliglerden sonra bu cinlerden tebligleri alan dernek tarafından yayınlanan "SADIKLAR PLANI ALTIN ÇAĞ MİSYONU" İsimli kitabın arka kapağında şunlar yazılıdır:

"Dünya planeti insanlığın altın çağda izin ve bilgi verildiği ölçüde daha iyi ve açıkça anlayacağı bir kozmik yönetici konsey tarafından yönetilmektedir. Gerçekte tüm güneş sistemi planetleri böylesine değişik konseyler tarafından yönetilmektedir. Ve güneş sistemi yönetici konseylerinin tümünü birden yöneten bir sistemler yöneticisi konseye hiyerarşik yapıya bağlıdırlar." diye bir çok tekrarlarla anlaşılması güç bu teblig kitabını alanda okuyanda sanırım farkına varmışlardır.

 

NİÇİN CİN OLDUKLARINI SAKLIYORLAR ?

 

1930 lardan 1986 mayısına kadar çeşitli gruplara verdikleri tebliglerde kendilerini hep ruh ve uzaylı olarak tanıtan cinler ilk defa olarak bu tarihte son derece açık ve net bir biçimde Kur'an-ı kerimde cin ismiyle bahsedilen varlıklar olduklarını açıklamışlar kendi ifadeleriyle cin olduklarını saklamalarının sebebine gelince kur' anı kerimde onlardan uzak durulması istenmiş onlarda kendilerine başka varlıklar süsü verip kandırmalara başlamışlardır. kanıtlar bunlardan ibarettir. diğer konulara gelince verilen teblig kitaplarında cinlerin insanlara hakiki yol gösterdiklerini açıklamışlar. Aşağıdada okuyacağınız tebligler cinler tarafından bir kuruma veriler şeklinde yollanmıştır. işte tarihin en gerçek ufoların foyaları :

Dünya kardeşlik birliği ALTIN ÇAĞ BİLGİ KİTABI

1986 5. ay fasikül 17 sayfa 151 cinlerin tebligatında şunlar yazılıdır:

" İslamın kitabında cini kötü olarak tanıtan surelerin yalnış anlaşılması, islam toplumunu bu hale düşürmüştür."

Evet işte uzun yıllardır cinler kendi hüviyetlerini saklayarak kendilerini uzaylı ufo yada benzeri varlıklar olarak tanıtmalarının gerçek sebebini bizatihi yaptıkları bu açıklamalarında belli olunmuştur ancak bu şifreleride çözmek dünya insanına düşer. bizde sizlere gerçek olarak bir yardım edebildiysek onları açıklamakla bir yarar vereceğimizi umut ediyoruz bir çok insanın kafalarında soru işareti bırakıp gökyüzüne tuhaf tuhaf bakmaları yokmu onlar gelecek demeleri yokmu işte anlatıldı açık belgelerle sizlerde okudunuz. kim ne derse desin bu belgeleri açık kanıt olarak sunuyorum. gerisi Allaha kalmış başka birşey bilemem.

 

Yine Kur'an-ı kerimde cinler insanın düşmanı olduğunu açıklamış ve onlardan uzak durulmasını istemiştir: onlarda yani cinlerde busözlere cevaben şu tebliği yazdırmışlar:

ALTIN ÇAĞ BİLGİ KİTABI 1986 5.AY FASİKÜL17- 15, 1

******* " Unutmayın ki islamın kitabında bahsedilen cinler sizlere hakiki yolu gösteren yüce varlıklardır. ve rabbin emrinde hareket eden dostlardır. Kötülükler daima kötü kişilerin başına gelir bunun sebebini neden araştırmadınız cin dediğiniz varlıklardan korkacağınıza kendi hemcinslerinizden korkun çünkü enbüyük fenalığı siz kendinize yapacaksınız yine sizleri kurtaracak olan Rabbinizin ilahi emriyle cinler olacaklardır. Bizimle irtibatta bulunan yüce görevlilerdir. sizlere bizi anlatmakla tanıtmakla mükelleftirler. Bu yüce dostlarımızdan biride BEYTİ DOSTUR. Bilgileri değişik kanallardan MUSTAFA MOLLA ile beraber bütün dünyaya aktarmaktadır."""-----!

Bugibi saçmalarla dolan tebligleri bir ufo aracılığıyla yazdırılmış sözde.

Bu evren dediğimiz uzay boşluğundaki hologramik ışınsal cisimlerin bu çağ ismiyle değişimi olan ufonun aslı bir cindir. Bunların amaçları dünya insanlarına kargaşa yaşatmak baş cin olan şeytanın amacı insan varlığına elinden ne geliyorsa her kötülüğünü gösterecek kadar kuvvetli olursa olsun ilimin ve onu alt edebilecek islamı Allaha ibadeti Kur'an-ı kerimi onlara karşı koruyucu bir kalkan olarak bilelim . Bu amaçla ki kendi bilincimizi kavramak insan olarak kendimizi aramak, başka varlıklarada kin gütmemek sadece onlara cevaben Allah sizleride hidayete erdisin diyebilelim.

 

 

 

Günümüzde bir çok insan bu gibi verileri dikkate alırsa bugün banaysa yarın başkasına verilecek olan bu verilerle dünya insanının ne gibi tehlikelere baş vurduğunu görebiliriz. Her maddenin değişimi olduğu gibi maddesel özelliklerinide yararlandığımız her teknolojik savhalar bir tehlike yaratsa bile insan onu bağzı formüller bularak tehlikeyi önleyebilir yukarda olduğu gibi (+J-+4) bu zehirli elementin var ya yok -+0 olmaması için fizikte olsun kimyada olsun bunu hiç bir zaman kabul etmeyeceklerdir. Yaratan Rabbimiz insana okadar akıl bahşetmiş ki ileri düzeyde dünya ilişkilerini bizlere sığmayacak derecede kendi kurallarımız dışında başka bir zarar teşkil edebilecek bir tehlikenin önüne geçebilme gücünü kullanırsak her halde başkalarından medet istemeye hakkımız olmayacaktır.

 

İnsan, farklı düşünceler içinde algıladığı her fikirlerini kendilerine göre yorumlarlar bu durumda iken ben bile düşüncelerime ortak olan uzaylılar ve diğer varlıkların her fikrime olağan şeylerin girdiğini ve saçma sapan yazdıklarımı okudukça bunları benmi yazıyorum diyerek kendime inandırmaya başlamam onların GÖRÜNMEZ FAALİYET lerini artık beynimde hissetmeye başlamıştım taki ne olduklarını bilene kadar .

 

Tepkime adı verdiğim bilinç tezlerinden yola çıkarak insan , ruh ,kainat, uzay, ve bir çok islamın ön gördüğü ileri ilim fıkıh kitaplarından elde ettiğim derlemelerle araştırmaları hızlandırarak bana tavsiye edilen her kitapları derlemeler halinde karşılaştırdım kur'anı kerimde değişiklik olmadığı gibi bu kutsal kitabımızdan yola çıkarak diğer ilmi kitaplarında ayni şekilde doğruluğunu kabul etmiş oldum.

 

İNSANLARIN TEPKİMELERLE YAKLAŞIMI

 

GÖRSEL TEPKİME- DUYUSAL TEPKİME-DÜŞÜNSEL TEPKİME-SANAL TEPKİME

 

GÖRSEL TEPKİME : İnsanların görerek elde ettiği gördüğü ile irkilerek kendi varlığından başka canlılara korkarak bakış açısıdır. bu canlılar ise günümüzdeki hayvanlar alemi değildir. madde kaydında olmayan cism , ve benzeri canlılardır. insanların bir takımı ise insan ötesi , madde ötesi, dünya ötesi varlıkları ve alemleri görüp irkilerek veya tepkimede kalarak etkilenip fikir ve davranışlarında değişiklikler meydana geldiği gözlenmiştir.

 

DUYUSAL TEPKİME: İnsanların duyarak elde ettiği bir takım yabancı seslerden etkilenerek ayni şekilde kendi görüntüsü ve sesi dışında başka sesler o seslerden elde ettiği davranışlarını insanlar üzerinde denemeye kalkar duyduğu sesleri emir yoluyla işitmeye maruz bırakılır. onun için görev bundan sonra başlamıştır. duyarak elde ettiği fikirler onu dahada yıpratmıştır bu yüzen korkarak bu görevi yapmak zorunda kalır.

 

DÜŞÜNSEL TEPKİME: İnsanların düşünerek elde ettiği ve düşündüğü birtakım hayalleri onu etkilediği neden ve niçinlere fazla kafayı taktığı için olabilirmi olamazmı ve kendi ürettiği fikirlerle düşünce yoluyla yaptığı her kötü düşünce onu dahada etkileyerek kendini insanlara karşı suçlu hisseder uzaklaşmaya yönelik haller baş gösterir. ve bu durumda o haliyle ona musallat olanlara bir yol göstermiş olur. konuştuğu her kelimeler anlattığı her cümleler ona yabancı olur.

 

SANAL TEPKİME: İnsanların birtakım teknolojik aletlerle geliştirdiği insan görüntüsü veren cihazların televizyon bilgisayar gibi aletlere dahada yakın duruma düşer örneğin televizyonda gördüğü film , vurdulu kırdılı , bilim kurgu olursa kendisini dahada bütünleştirerek osanal görüntülerde bulur kendini düşünce yoluyla zengin olurum şöhret olurum gibi tarzları kullanırlar. küçük yaşta ve büyük yaştakilerde etkisinde kalarak beyin etkileri sanal duruma düşüp film setindeymiş gibi ve gerçekten yaşıyormuş çasına zamanın içinde zaman yaratırlar.

 

Burda tepkimelerle yola çıkıldığında şu açıklamayı yapabiliriz. İnsan bir madde kaydında olan bir canlıdır dedik, kendi sureti dışında madde kayıtlı olan hayvanlar alemide vardır. Ama bunların dışında dünya ötesi dediğimiz madde kaydında olmayan canlı varlıklar olduğunu kabul ettik özellikle cinlere inancımız fazla olduğundan herhangi bir tepkime sonucu insan ister istemez korkar, buda yalnız olmadığımızın gerçeklerle yüzleştirme durumunda bir şeyler yapmamız mümkün değildir. çünkü Yüce Allah onları insanlara musallat olmaktan uzaklaştırdığından dolayı görünemezler, sadece gerek duyulan kişilere görünüp kendilerine mal ederler veya hayallerini ışınlayarak (etkileyerek) başka seviyeli görevler vermektedirler. insanda buda insanlık halidir deyip gerçeğin farkına varamazlar.

 

KIYAMETİN ŞİFRECİLERİ

İnsan artık neyin ve nasılın farkına varmış durumdadır. iç güçler ve dış güçlerin zamanla periyotik bir hesapla zamana dokunabilmeye ve zamanı hissetmeye başladılar. bağzılarınıda küçük düşürerek o eskidendi uzay çağındayız aç kendini gibi lafları işitebildik artık. biz özgür bir ülkedeyiz diye meydanları dolduranlar acaba özgürmü, hele bu zamanda 4 tepkimede kalanların ne gibi tehlikelerle çoğaldığının farkındalarmı, biz insanlar onların tebliklerinde anlatıldığı gibi en büyük fenalığı kendimize yapıyoruz aynı ırktan olduğumuz için neslimizin birbirlerine karşı düşmanlığı artırabilme yeteneklerini acaba kimden ve nasıl alıyoruz, bütün bunların tek sebebi GÖRÜNMEZ FAALİYET, acaba diyelimki bütün bunlar yaşanıyor oluyor ve olacakta insan düşüncelerinde başka formül aramak bedenen incelemelerde bulunmak neyin ifadesidirki. biz zaten yaşadığımız ortamlarda hareketimiz, konuşmamız, gülümsememiz biz bütün bunları kendi irademizle yapabiliyorsak, kendimizi ilk önce arayalım araştıralım ondan sonra bilinç olarak içimizdeki kötü görünmez faaliyeti durdurabilme gücünü Allahtan isteyelim.

 

AÇIK ŞİFRE: Kendilerini uzaylılar olarak tanıtan Şeytani cinler verdikleri tebliklerde kendilerinin Allah olduğunu iddia ederek teblik verdikten sonra ALLAH kavramınıda bakın nasıl küçültüp basitleştirip insanları ATEİSTLİĞE sürüklemekteler.

şimdi nakledeceğimiz şu satırları lütfen dikkatle tetkik ediniz...

ALTINÇAĞ, BİLGİ KİTABI dünya kardeşlik birliği 1991 Dördüncü ay fasikül: 46/sayfa:443 "Şu an sizlerin alışagelmiş bilinç bütünlüğünüze belki ters gelebilir ama , sizlere bu güne kadar Allah diye tanıttığımız "O" dahi bu odakta kaba madde formuna dönüşerek sizler gibi bedenlenip, sizlerin arasında yaşayarak Tek dünya devletini dördüncü düzen çerçevesinde bizzat kuracaktır."

+ Ayni kitap/sayfa:445

"Her bir gürzün ana çekirdeği olan ilk dünyada, yaşam oluşturulurken,ALLAH diye bahsedilen "O" bütünsel güç, her zaman kaba madde formuna dönüşerek,daima o ilk dünyalara adımını atmıştır. Enerji yoğunluğu ile dünyayı dölleyip, düzenini kurmuş ve yenidenyerine dönmüştür..."

 

DİKKAT EDİYORSUNUZ HER HALDE ... bedenlenen ,gelen sonra tekrar yerine dönen bir"ALLAH"!!!...

Daha bitmedi... Devam ediyoruz...

 

Ayni kitap/sayfa:446

"Şimdide BETA GÜRZÜ'nün ilk ana çekirdeği olan BETA NOVA dünyasına ALLAH yani "O" bedenli olarak inmiş bulunmaktadır. Sizler ile bu yüzden yakın plandan temastayız. Artık bu, "O" denilen güç, oluşturduğu ve oluşturacağı çekirdek dünyalarda insansal potansiyelleri beklemektedir. Daha öncede söylediğimiz gibi, Şu BETA GÜRZÜNÜN ilk çekirdek dünyası ile ilk evreni oluşmuş durumdadır... ve ilk Beta mini atomik oluşuncaya kadar, ALLAH, kaba madde formu ile insanlar arasında, İNSAN OLARAK YAŞAYACAK ve kendisini sizlere bizzat tanıtacaktır...

kaynak: A HULUSİ R.İ.C

işte bu gibi teblikleri veri şeklinde yollanmıştır. burda şifre olarak verilen ve bahsedilen şahış islami kaynaklarda ilim kitaplarında bahsedilen DECCALY den başkası değildi çünkü bu yaratık her kılığa girip kıyametin yakın zamanlarında çıkacağı kendini MESİH İSA, ve MEHDİ diye tanıtıp sonrada ben ALLAHIM diye tüm dünyayı dolaşacağı bir kurtarıcı ve yaratıcı olarak tanıtacağı söylemiş ve yazılmıştır. işte bilinç olarak ilmi kitaplardan haberi olmayanlar Yüce kitabımız KURANI KERİMİ açıp okumayanlar ise bunlardan habersiz cinlerin ve onların bahsettiği DECCALA kendilerini KAPTIRACAKLARDIR. sonuç olarakta Hz isa yeryüzüne inip deccalı öldürecektir.

İNSAN ÖTESİ OLMAK BEYİN VE AKILA BAĞLIDIR

HAKAN ERDEM

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

diğerlerini kaybettim bulduğumda onlarıda koyucam.....özür dilerim ve ayrıca bir tanesi yalnışlıkla oldu...

--------------------

işte bir tane daha......!! Hangi eğitim ve kültür düzeyinde olursanız olun, kendinizi ne tür şartlanmalarla bloke etmiş olursanız olun, kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçek vardır ki, o da insanların büyük çoğunluğunun kabul ettiği ve değişik isimler ile andığı, insanın yanısıra dünyamızda mevcut olup, her an algılanamayan bir takım varlıklar mevcuttur.

 

“Cin” kelimesini duyduğumuzda genelde birçok kişi “hadi canım!”, “olur mu öyle şey!” gibi sözlerle hemen inkâr ediverirdi. Oysa, araştırmalar göstermiştir ki, kendilerini “uzaylılar” veya “uçan daireler” olarak tanıtan varlıklar aslında dünyanın birçok yerinde çok eskiden beri gözlenen “cinlerden” başkası değildir.

 

Bir önceki yazımızda, kendilerini UFO veya “uzaylı” diye tanıtan varlıkların zannedildiği gibi yeni bir fenomen olmadığını, “yeni bir şekle bürünmüş eski bir fenomen olduklarını” bu konuyla ilgili eserler vermiş Batılı araştırmacıların ağzından açıklamıştık. Ve yine, Ortaçağda yazılmış eserlerde yeralan “elves and gnomes” denen “cinler ve perilerle” veya Anadoluda yazılmış kaynaklarda geçen “cinler, hayaletlerle” veya Şamanların, Avrupalıların efsanelerinde geçen “dragon kafalı yüzen gemiler olarak görünen cinlerle” aynı özellikleri taşıdıklarını belirtmiş ve değişen tek şeyin, sadece göründükleri zamana ve kültüre uygun yeni bir şekle girmiş olmaları konusunu açıklamıştık. Eskiden hayalet, peri gibi çeşitli görüntülerle insanları oyalayan cinler, şimdiki kompüter nesline de uzay gemileri olarak görünmekte ve kendilerini uzaylı olarak tanıtmaktadırlar. Oysa, mantıki ve bilimsel gerçekler ortaya koyuyor ki, ne evrenin başka bir yerinden gelmeleri sözkonusudur, ne uzay gemilerine sahip olmaları, ne de insanlığa yeni bir teknoloji sunmaları!

 

Sadece, dünyamızda bizlerle beraber, içiçe, ancak farklı bir boyutsal katmanda yaşayan ışınsal yapılı varlıkların insanlık tarihinden beri çeşitli ortam ve zamanlarda görülmesi ve inanan saf insanları hükümleri altına almalarıdır, olay.

 

Şimdi incelememize kaldığımız yerden devam edelim…

 

Önce birkaç önemli noktayı vurgulamalıyız.

 

Birincisi, kendilerini “uzaylılar” veya “UFOlar” diye tanıtan varlıklar gerçekte isimlendirildikleri gibi “fiziksel nesneler” değillerdir. Yani UFO (Unidentified Flying Objects) ismindeki gibi “Tanınmayan Uçan OBJELER” değillerdir. Çünkü fiziksel nesne özellikleri taşımıyorlar. Anlatılanlara göre, büyüklükleri değişebiliyor, birden bire gözden kayboluyorlar, yok olup gidiyorlar, hiç yoktan ortaya çıkıyorlar veya renk değiştiriyorlar ve hatta durmadan şekil değiştiriyorlar. Kısacası yaptıkları hareketler, fiziksel bir nesneden beklenen şeyler değil, daha çok holografik projeksiyonları andırıyorlar. Ayrıca, yarım yüzyıldan beri bu son şekilleriyle gözlemlenmelerine rağmen, yeryüzünde olmayan herhangi bir nesne veya teknolojiyi dünyaya bırakabilmiş değiller.

 

İkincisi, elimizde onlardan ulaşmış fiziksel bir veri olmadığına göre, bu konunun bilim adamı veya uzmanı sözkonusu olamaz. Ufolog, Uçan Daire Uzmanı gibi ibareler, sadece bu konuya ilgi duyan, heyecanlı insanların kendi yakıştırmalarıdır. Ayrıca, bunlarla karşılaşan insanların gözlemlerinin Batı’da rapor edildiği çok sayıda dosya dışında, uzaylı diye tanınan bu varlıklardan edinilmiş ne bir nesne, ne bir fiziksel veri, ne de bunların incelendiği bir laboratuvar dünyanın hiçbir yerinde mevcut değildir.

 

Günümüzde “uzaylı” diye tanınan, geçmişteki adıyla “cinlerin” yapısını anlayabilmek için, önce evrenimizin yapısını bilmek zorundayız…

 

Daha önceki yazılarımızdan hatırlanacağı üzere, evren, gerçekte sayısız katmanlardan meydana gelmiş kuantum orjinli bir yapıdır ki, algılama araçlarımız dolayısıyla şu anda bizim içinde bulunduğumuz katman bunlardan sadece birisidir. Bizim duyu araçlarımızla tesbit edebildiğimiz ışınsal katmanın yani fiziksel evrenimiz olarak tesbit ettiğimiz dalga boylarının dışında sayısız dalgaboyları, sayısız makro veya mikro yapılı titreşimler ve bunların oluşturduğu sayısız katmanlar mevcuttur. Her bir katman kendi algılayıcısına göre bir yaşam ortamıdır ve her katmanın kendi yaşayanları vardır. Bizim yaşadığımız evrenimiz bunlardan sadece birisidir.

 

Aynı gerçek, geçmişte mistik eserlerde, insanın beş duyusu vasıtasıyla algıladığı “bu âlemin” dışında, daha başka sayısız “alemler” olduğu ve her bir âlemin de kendi yaşayanları olduğu şeklinde açıklanmıştır.

 

Ükemizin Doğu ve Batı arasında köprü teşkil eden konumu dolayısıyla, Doğulu bilginlerin dini, mistik kaynaklarını ve Batı dünyasının fiziksel araştırmalara dayalı bulgularını birarada bulma imkânına sahibiz. Bu imkân bizi, belki dünyanın başka bir yerinde mümkün olmayan keşiflere götürmektedir. İşte bu satırlarla, böylesi bir gerçeği bilimsel bir dergiden ilk kez dünyaya duyuruyoruz. Yaklaşık yarım yüzyıldan beri çeşitli çevrelerde gözlenen ve özellikle Batı dünyasını meşgul eden, ne olduğu araştırılan “uzaylılar,” diğer tabiriyle UFO diye bilinen varlıklar, yüzyıllardan beri özellikle Doğuda bilinen “cinlerin” kendilerini çağımız insanının eğilimlerine göre yeni bir şekilde sunmalarından başka birşey değildir...

 

Tabi olduğumuz evrensel sistemi açıklayan kitabımız Kur'an, cinlerin yapılarını tanımlarken “semum” ve “maaric” kelimelerini vurgular. Gözeneklerden geçebilen, zehirleyici etkiye sahip ve dumansız ateş anlamlarına gelen bu kelimelerin bugünkü karşılığını “ışınsal, dalga titreşim” veya “radyasyon” şeklinde anlayabiliriz.

 

“Cinler” veya “uzaylı” diye bilinen varlıklar, tıpkı “x-Ray” veya “Gamma ışınları” gibi, benzer bir ışınsal dalga titreşimden oluşmuş, insanın çıplak gözle algılama kapasitesinin dışında kalan, farklı bir boyutsal katmanın yaşayanlarıdır.

 

İnsanlarla iletişimleri, beyne gönderdikleri bu türden titreşimler vasıtasıyla olmaktadır. Bu tür titreşimlere hassas olan beyinler, benzer bir etki aldıklarında, o etkiye karşılık gelen bir varlığı gözlemlemekte veya o varlıktan kendi içlerine bazı bilgilerin doğmakta olduğunu kabul etmektedirler...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

LYA bana dedi ki:

 

"Dünyanızda meydana gelen atmosferik olayların uzaydan geldiğini biliyorsunuz. Sayısız iklim değişiklikleri , orada başlar. Bunlar , aslında büyük olayların sonuçlarıdır; bu olayların bazıları doğal , bazılarıda yapaydır."

 

Bir an durakları , sonra devam etti.

 

"Uzay , birçok sürprize gebedir. Buraya ilk geldiğimizde, (1) takvimleriniz 1249 yılını gösteriyordu. O zaman gezegen , şimdikinden çok farklıydı. Bizler , yani geminin mürettebatı , insanların ilkelliğinden çok şaşmıştık. O zaman , çok ilkel silahlar kullanıyorlardı; bizim ise , daha o zaman bile , birbirleriyle savaşan toplumların çok şaşacakları bir teknolojiyle üretilmiş silahlarımız vardı.(2)

 

"Önceden de , şimdiki gibi mi geldiniz?"

 

"Evet , ama o zamanki görevim farklıydı... o zaman yalnızca inceleme yapıyorduk. İlk görevimde de sadece keşif yapmıştım."

 

"Ya şimdi... yolculuğunuzun amacı yine sadece inceleme yapmak mı?"

 

"Tam öyle olduğu söylenemez. Nedenini daha sonra öğreneceksiniz. Şimdi size , 1200 ile 1350 yılları arasında , dünyanızda bulunan canlı türleriyle ilişkili olan atmosferik değişiklikleri anlatacağım. Bu zaman süresinde , birçok ziyarette bulunduk; her yirmi yılda bir en az bir kez ziyaret yapıyorduk. İklim değişikliklerinin , insanların davranış biçimlerini çok etkilediğini fark ettik. Gezegeniniz , Samanyolu (3) olarak adlandırdığınız grupta bulunuyor , profesör; çok kararsız bir kütle. Bu küçücük dünyada , çok çeşitli iklimler var. Bunun nedeni de güneş sisteminizdeki değişiklikler. Bu değişiklikleri inceleyerek analiz ettiğimizde , uzayın sürprizleriyle karşılaştık. Kozmik bulutlar ya da bizim verdiğimiz adla , aralıklı radyoaktif bulutlara çok rastlanıyordu. Hemen her adımda bunlarla karşılaşıyorduk. Bu bulutları insan gözü göremez. Bizim alıcılarımız yerlerini saptarlar , biz de onlardan kaçarız. Uzayda yolumuzu çizmek için özel alıcılar kullanırız. Bizim için (onları saptayıp , kaçınabildiğimiz için) bu bulutlar tehlikeli değildir. Kendimizi korumak için , bir bölmede bulunan ve ana bileşim maddesi çok yüksek yoğunlukta oksijen olan bir nötralleştiriciyi uzaya salarız. Ama bu bulutlar sizin ve dünyanız için zararlıdır. Radyo dalgalarında değişikliğe , (4) elektrik ve hava akımlarında bozukluğa , ve enerji dalga boylarını değiştirerek karışıklığa neden olur. Ama en büyük zararı , nöronlarınıza verir."

 

Notlar

1. Sanırım bu bölüm , LYA'nın dünyaya ilk ziyaretinden söz ediyor; çünkü atalarının ilk kez binlerce yıl önce buraya geldiğini söylemişti.

2. Beyaz ırktan insanların , bu devrenin ilk yüzyıllarında , yuvarlak uçan makinelerle gelerek Avrupa'ya indiklerine dair kayıtlar var. Bu raporlardan birinde , Fransa'nın Lyon kentinde yaşayanların , böyle , tümüyle insan görümünde dünyadışı çifti yakaladıkları ve hapsedilmeleri için Abelard Piskoposuna götürdükleri kaydediliyor. Piskopos , onların serbest bırakılmalarını emretmiş ve çift de gemilerine dönerek , oradan ayrılmışlar.

3. Bu , LYA'nın , Samanyolu'nda bizden başka gezegenlerde de canlıların yaşadığını ve onlarla aynı atalardan geldiğimizi bildiğini gösteriyor. Bu husus , İsviçre temasında da kadın astronot Semjase tarafından dikkatle belirtilmişti.

4. Biz de , EPM (Elektromanyetik nabız)nin , evrenimizin fiziksel özellikleri üzerinde ne derece etkili olduğunu biliyoruz.EPM, atmosferin üst tabakalarında yapılan atom patlamalarından ve bunlar tarafından yayınlanan radyasyonun etkilerinden meydana gelen son derece tehlikeli bir olaydır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Teşekkürler sayın moderatörüm Ashtar Sheran:) yanlız bir şey dikkatimi çekti , ilk gelişlerinde keşif için geldiğini ama şimdi amacın keşif olmadığını , sebebini ise daha sonra öğreneceğimizi söylüyor .Peki bu 'daha sonra 'kavramı ne zaman ? Yada artık amaç bellimidir ?bilginiz dahilindemidir ?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ben teşekkür ederim. :)

 

LYA'nın görevi sadece keşif veya araştırmaymış.

 

Dünyaya çok uzun zamandan beri ziyaretlerin olduğunu varsayarsak keşifler de bir o kadar eski tarihe kayar.

 

Dünyayı uzaylıların yarattığını varsayarsak , bu sefer keşif , bu yaratan ırktan daha ilkel bir ırka geçer.

 

Zaten kitapta , eğer dünya ülkeleri birleşmezse , teknolojimiz ilerlemezse kısa bir zaman sonra uzaydan gelecek olan tehlikeli bir ırka karşı savunmasız kalacağımızdan bahsediyor. Neden şimdi gelmiyorlar diyecek olursak , bunu kitap "Zaten siz şuanda birbirinizi katlediyorsunuz." olarak cevaplıyor. Bilemiyorum kitap ne kadar doğru , ne kadar yanlış. :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ANDROMEDA Takımyıldızı’yla Temas

Değerli okurlarımız; bu satırlarla birlikte, yeni bir dizi temas bilgisini sizlerle paylaşmaya başlıyoruz:

Uzay araçlarıyla Dünya’mızı ziyaret eden varlık gruplarından biri 1972 yılı’nda bir üniversite profesörü, immünoloji araştırmacısı ve Meksika Atom Enerjisi Komisyonu’nun önde gelen üyesi olan Meksikalı bilim adamı Dr. R.N. Hernandez’le temas kurdular. Temasçı, genç bir kadın görünümündeydi, kadın, Andromeda Takım yıldızı’ndaki INXTRIA gezegeninden geldiğini söylüyordu. Bu varlık, profesörle çok önemli bilimsel ve sosyolojik sorunları tartıştı ve ona son derece önemli bilgiler verdi, profesörü uzay gemisine götürerek Dünya’mızla ilgili çok ilginç şeyler gösterdi. Profesör, kendisini sabırla ve metodik olarak DD bilimler konusunda eğiten bu kadını zaman içinde çok iyi tanıdı. Kadın, profesörü bir kaç kez, gemisiyle başka dünya dışı varlıkların da katıldığı yolculuklara götürdü. Ona, kendimize ve gezegenimize neler yaptığımızı gösterdi. Eğer kısa zaman zarfında kontrol altına alamazsak, bu yaptıklarımızla insane, neslinin evrimini, hatta insanoğlunun kendisini yok etmek üzereydi.

Bu özet yazı dizisi niteliğindeki bilgiler, başlangıcından profesörün ortadan “kaybolduğu” 1984 yılına dek yapılan temasları içermektedir. Bu özet bilgiler, yüzlerce sayfa günlük notlardan, stereo ile kaydedilmiş konuşmalardan, temaslaran oluşmaktadır.

Bu bilgilerin kaynağı olan LYA adlı varlığı, profesörün kendi betimlemelerinden aktaralım:

“Dünya dışından gelen, güzel, zeki ve soylu bir kadın olan LYA; yaşamıma hiç beklemediğim bir zamanda karıştı. LYA yaşamıma öylesine ansızın girdi ki, onun varlığını ve öğretilerini açıklamaya başlayabilmem için aradan birkaç yıl geçmesi gerekti. LYA’yı ilk gördüğüm zaman,, doğrusu çok etkilenmiş olduğumu söylemeden edemeyeceğim: Hafif doğulu özellikleri taşıyan, beyaz tenli, ince yapılı ,hemen hemen 30 yaşlarında gözüken bir kadındı. Daha sonraki görüşmelerimizden birinde asıl yaşının (dünya zamanıyla) 900 olduğunu söyleyen LYA’nın üzerinde o ilk görüşmemizde plastikle kaplanmış hissi veren bir kumaştan yapılmış siyah bir bluz ve pantolon vardı. Bir an için gözlerimiz karşılaştığında, bedenimden bir titreme geçtiğini hissettim. Genç kadının, çekici olduğu kadar, gizemli görüntüsü gözümün önünden gitmiyordu. Yeniden ona doğru baktığımda, yerinde olmadığını hayretle gördüm...”

Prof.Hernandez’in LYA ile ilk birkaç karşılaşmasında onun hakkında edindiği izlenimlerini sizlere bu şekilde aktardıktan sonra, ilk görüşmelerindeki konuşmalarına da yer yer kulak verelim: (Karşılıklı, selamlaşma ifadelerinden sonra...)

LYA(L): Profesör, ben buraya sizi aramaya geldim ve amacım sizi bulmak olduğu için, sizinle karşılaşmaya çalıştım.

Prof.(P): Beni mi görmeye geldiniz?

L: evet, öyle. Adım LYA. Görevim; gerek dünya, gerekse evrenin başka yerlerindeki akıllı canlıları, bu canlıların gezegenleriyle ilişkilerini, oralara uymululuk dercelerini ve tekamülleri sırasında geçirdikleri biyolojik ve sosyal aşamaları incelemektir. Dünyadan binlerce ışık yılı uzakta bulunan başka bir gezegenden geliyorum ve bir araştırma grubuna dahilim.

P: İnanamıyorum buna! Gördüğüm kadarıyla, İspanyolca’yı böylesine kusursuzca konuşabiliyorsunuz.

L: Bizim dünyamızda bir dili öğrenmek çok az zaman alır. Kendimizi bilgiye adarız. Çok kısa bir sürede bir gezegeni her yönüyle tanıyabiliriz. Dünyanızı ve dünyalıları tanımayı olabildiğince gizlilik içinde sürdürmeye çalışıyoruz; çünkü, Dünyada bulunuşumuz birçoklarını korkutuyor, hatta dehşete düşürüyor. Onlar bize; kutsal / göksel varlıklar gözüyle bakıyorlar. Oysaki biz, bazı farklılıklar dışında tıpkı sizler gibiyiz. Yaşamı severiz ama akıllı varlıkların yanlış yollardan gitmesini, hepimize ait olan evrene karşı yanlış kabul ediyoruz. Bizim işimiz; gezegeninizdeki ve başka gezegenlerdeki yaşamı analiz etmek ve sizin gibi kısa ömürlü varlıkların ölüm karşısındaki davranışlarını incelemektir.

P: Bunun için mi geldiniz? Belkide sizler yeni bir dinin temsilcilerisiniz...Doğrusu, bunun kurbanı olarak seçildiğimi düşününce, pek de müteşekkir olmak gelmiyor içimden.

L: Hayır Profesör, öyle düşünmeyin: Siz nasıl, bir aşı bulmak için hücresel tepkimeleri inceliyorsanız; bizler de inceleme ve gözlem yapıyoruz. Biz, birçok ırkı zarara uğratabilecek bazı benzer faktörleri yok edebilmek amacıyla incelemeler yapıyoruz. Evrenlerin dört bir yanına dağılmış olan ırkların çoğu, antigenlerin yok edilmesini ya bilmiyorlar ya da unutmuşlar.

P: Nasıl oluyor da, ölümsüz ırklar bulunabiliyor. Örneğin, siz kaç yaşınızdasınız?

L:Yaşlılığın neden olduğu hücresel bozulma insanda sürekli bir endişe yaratıyor. Varlığının sona ereceği korkusu, bireyin ölüm korkusunun nedenidir. Evrende birçok ırk ömrünü uzatmanın yolunu bilir. Bizim dünyada bir sır olmaktan çıkan bu konu, sizler için hala bir bilinmeyendir. Oysaki uzun ömürlülük; artık bir sır olmak bir yana, evrensel bir bilgidir. Benim yaşıma gelince; kendi ırkımdan birçoklarına oranla genç sayılırım; sizin biribinizle yaklaşık 900 yaşımda olduğumu söyleyebilirim.

P: Dünyamıza yönelik incleme gözlemleri sürdüren tek ırk sizinki mi?

L: Gezegeninizi ziyaret eden tek varlık grubunun biz olmdığımızı söyleyebilirim. Bu etkinliklerde (size yönelik olarak) bulunan pek çok uygarlık var ve hepsi de dünyanızın seçkin bir yer olduğu konusunda hemfikir.

http://siriusufo.org/tr/leftmenu_img/kacirilma/yakin_41.jpg

Bir defasında Prof. Hernandez, son dersinden çıkmış (evine dönmek üzere) arabasının yanına geldiği zaman içeride, sessiz sakin oturan LYA ile karşılaştı. Bu karşılaşma, profesörün (LYA’yla birlikte) dünyanın yakın çevresindeki ilk uzay yolculuğunun ilk adımıydı. Bu ilk uzay uçuşu için LYA’nın profesörü ikna etmesi kolay olmadı. Gittikçe koyulaşan akşamın karanlığı içinde (ve LYA’nın yönlendirmesi doğrultusunda) ana yoldan yan yollara, oradan da açık arazinin gözden ırak bir köşesine doğru yöneldiler. Arabayı uygun bir yere çekipte, 5-10 adım daha zifir karanlıkta ilerledikten sonra, hemen karşılarında beliren, yaklaşık 3 metre çapında yuvarlak bir objenin önünde durdular. LYA cebinden küçük bir sigara kutusu büyüklüğünde metal bir alet çıkardı ve bu aletin üzerindeki bir butona bastığı zaman, karşılarında sessiz sakin duran yuvarlak objenin altından küçük bir merdiven aşağı doğru uzanmaya başladı. Sadece iki kişi taşıyabilecek küçük bir uzay aracıydı bu. Bu araçla LYA ve profesör dünya atmosferinin üst tabakalarına doğru yükselirlerken, profesörün giderek küçülen dünyayı şaşkın bakışlarla izleyişi sırasında, LYA anlatması gerekenleri seslendirmeye başlamıştı bile:

LYA: Işık kırıcıyı iyice ayarlayarak atmosferin şu taraflarına bakın; orada pembe renkli bir hale göreceksiniz: Genişleyen bir kuşak gibidir orası. Önce leylak rengi ve sonra kırmızı geliyor, sonra da mavi. Kırıcı cihaz kuşağı oluşturan kimyasal bileşim maddelerinin analizini yapıyor. Şu küçük mavi butona basarsanız, kuşakta bulunan elementleri görebilir; hatta ince ayar ile, atomların sesini bile duyabiliriz. Atomların birbirini sıyırırken çıkardıkları sestir bu. Ne denli hafif olursa olsun, alıcı tarafından işitilebilir. Bir atomun, ötekisi ile sürtünmesi, ufacık bir patlama oluşturur.

P: Niye oluyor bu?

L: Son yıllarda Dünya atmosferinin özellikleri öylesine değişti ki, uzmanlar bu değişiklikleri açıklayabilmek için artık uluslararası düzeyde teoriler kurmak ve araştırmalarda bulunmak zorundadır. Değişikliklerin başlangıç noktasını bulabilmek için yeni parametreler geliştirmek zorunda kaldılar. Hemen hemen tüm ülkelerde iklim değişti. Afet şeklindeki yağmurlar akarsuları taşırdı; göller ve barajlar sular altında kaldı. Bu değişiklik aynı zamanda Dünyayı soğuttu, sıcaklık kontrol edilemeyecek şekilde iniş çıkış göstermeye başladı. İşte dünyanın ısısıyla ilgili bu iklim değişikliğinin nedenini görüyorsunuz. Kuşak, soğudukça keskinleşiyor; güneş ışığı bu gazlara işledikçe yoğunlaşıyorlar. Dünyayı saran bu kuşağa dikkatle bakın. Bu kuşağı oluşturan nedenlerden biri nükleer denemelerdir. Bu denemeler, güneş ışınlarına karşı koruyucu bir kalkan oluşturan ozon tabakasını etkisiz hale getirdiler. Bunun sonucu olarak, atmosferde büyük oranda bir iyonlaşma eksiği belirdi. Bu da gaz moleküllerinin ultraviyole ışınları tarafından aktifleştirilmesine neden oluyor. Kasırgalar ve siklonlar bu şekilde oluşuyor. Sıksık yağmayan yerelerde bile, kar yağışı hem küçük hem de büyük şehirleri vuruyor. Dünyanızda çok belirgin iklim değişiklikleri artarak devam edecek. Bunun sonucu olarak büyük bir olasılıkla, çorak yerler değişecek ve bu bölgelerde yeni bir bitki örtüsü oluşacak. Başka bir sonuç da; güneş ışınlarının artık yeryüzüne doğrudan düştükleri için, kuzey ve güney kutuplarında yoğunlaşarak, buzulların erimesine neden olmaları. Bu da sel baskınlarını tetikleyecektir. Aşağıya bakın, şimdi üzerinden geçmekte olduğumuz Sibirya’nın Kansk kenti, geçmiş yıllarda ve yılın bu aylarında termometre –60 derece C gösterirdi; şimdi ise sadece –40 derece C gösteriyor. Görüyorsunuz, burada da besbelli ki iklim değişmeye başlamış. Önceleri buzlarla kaplı yörelerde şimdi, bitki örtüsü belirmeye başlıyor. Dünyada havada ve sularda değişiklik oluşturan güneş ışınları, bitki örtüsünü (ve hatta hayvanları bile) değişime uğratıyor. Bunun ardından da doğal afetler kaçınılmaz oluyor. Organizmaların molekülleri uyarılıyor ve bu organizmalar olayların daha sıklıkla oluştuğu ortamlara yöneliyorlar. Güneş ışınları bir enerji türüdür; hem de eğer ozon tarafından sağlanan doğal süzme olmazsa, her tip molekül üzerinde doğrudan etkili olabilen bir enerjidir o... Bu ışınların bir özelliği de, büyüme hızını arttırıcı etkiye sahib olmaları: Sinekler, arılar ve böceklerin çoğu organik değişim ve dönüşüm süreci içinde bulunuyor. Dünya beşeri de benzer bir değişimden geçiyor; bu değişim, organik olduğu kadar ruhsal da..!

P: Az önce, ‘kırıcı’dan geçirerek izlediğimiz (atmosferdeki o) kuşak, biz dünyalılar için bir tehlike oluşturuyor mu?

L: Evet, genellikle; bu kuşağın bileşim maddeleri katı minerallerdir. Bunlar, füzyon yapan gazlardan oluşurlar. Bu gazlar, zamanla ilk şekillerine dönüşmek ister ve kristalleşirler. Ancak, eski hallerine dönemeyip, başka metallerle alaşım oluşturmalarına bağlı olarak, tamamen farklı yeni gazlara dönüşürler. Böylece de, bir metale bir başkasının eklenmesiyle kuşak giderek yoğunlaşmaktadır. Bu gidişle, yoğunluğu arttıkça, çekim gücü de artacaktır. İşte bu gidişle, güneş ışınlarını süzmek bir yana, onları daha da yoğunlaştırmaktadır. Dünyada nükleer denemeler hemen durdurulmaz ve sürerse, gezegeni çeviren bu ‘çember’ çok geçmeden kapanacaktır; o, zaten şimdiden bitkilerinizi kirletiyor, dünyalıların (hayvanlar da dahil) metabolizmanızı hızlandırıyor...

P: Bu kuşak (ya da çember) dünyanın bir nükleer yan ürünü mü?

L: Evet, ayrıca; nükleer artıklara ek olarak, öteki bozulma ürünleri olan başka organik artıklar da var! Örneğin, şehirlerdeki hava kirliliği gibi. Unutmayın ki gazlar, ısıtıldıkça yükselir. Dünyalılar nükleer denemeleri durdursalar bile, bu kuşağın tamamıyla dağılıp yok olması 40-60 yıllık bir süre gerektirir. Benzer şekilde, en eski uydularınız bile, ancak 2070’li yıllardan sonra tehlikesiz hale getirilebilecektir.

P: Siz olsanız, bu sorunu nasıl çözerdiniz?

L: Bizim, uzaydaki artıkları toplamak için çok duyarlı bir sistemimiz bulunmaktadır. Bu, sürekli yapılması gereken bir temizliktir. Öyle yapılmazsa, tepemizde muazzam miktarda artıklar birikir. Biz bu gibi kirlilik yapan birikimlere meydan vermeden, yokederiz onları. Dünyalılar bunu şimdiye kadar yapamadıkları için, gezegenin çevresindeki kuşak, her türden cismi kendisine çeken (ve bu nedenle de giderek büyümekte olan) bir mıknatısa dönüşmüştür. Bu birikintiler gaz da olabilir, organik maddeler de, hatta mineraller de...Bir zaman sonra, bunların ortadan kaldırılması olanaksız hale gelecek. Ancak, güçlü bir etki giderici ile, tehlike olasılığını en aza indirgeyebilirsiniz.

Karşılaşmalarının birinde, LYA; Profesöre, “Kendi kendini yok eden büyük bir ırktan geliyorsunuz.” demiş ve uzayın derinliklerinde bir noktayı parmağıyla işaret ederek, açıklamalarını (özetle) şöyle sürdürmüştü: Atalarınız, çok zaman önce, yine bu galaksi içinde bulunan çok örnekli bir dünyada yaşarlardı. Bu insanlar hemen hemen kusursuzdu: Spiritüel olarak üstün, ruhsal olarak ise sakin, spiritüel değerlere yatkın ve soyluydular. O zamanlar atalarınızın bilim adamları sınırsız bilgiye sahipti ve Evrenin sırlarının bir bölümünü çözmüş durumdaydılar. Ama bir zaman sonra, kendini beğenmişlik ve güç kazanma isteğiyle, Evren’i zaptetmeye heveslendiler; çevrelerinde bulunan komşu kolonilerden üstün olmak istiyorlardı. ‘Sen-ben çatışması’na girince, herşey güçleşti ve böylece düşüş başlamış oldu. Bu şekilde ortaya çıkan sürtüşme ve çatışmalarda kullanılan silahlar insan ırkına büyük zararlar verdi: Sağ kalanların çocuklarında akıl bozuklukları başgösterdi, bedensel ve ruhsal dengeleri bozuldu, hatta DNA’larının önemli ölçüde mutasyona uğradığı anlaşıldı. Atalarınızdan oluşan o ırk; bulundukları yerde kalarak, o zararlı radyoaktif ışınlara hedef olmayı sürdürselerdi, birkaç kuşak sonra tamamen yok olacaklardı. Ölümlerin de giderek hızlanması üzerine, kendilerinden üstün bir uygarlığın yardımını kabul etmeye karar verdiler. Başlarına gelen bu evrensel ya da kozmik felaketten sonra da, sahib oldukları sonsuz hırs, güçlü olma arzusu ve bunlara benzer ilkel duygular onların zihinlerinin derinliklerinde bir yerlerde çakılı kalmıştı. İşte çok çok eski atalarınız, böyle bir geçmişleri ve DNA’larının uğradığı olumsuz değişiklik yüzünden; sınırlı bir düşünme yeteneğine sahiptiler. Örneğin, bu nedenden dolayı; şimdiki dünyanızda atom enerjisini keşfettiğinizde, atomun sadece yokedici gücünü görebildiniz, yaşamın kaynağını değil. Çünkü, tedavi edilmeyen yoketme hastalığı size atalarınızdan miras kaldı.

P: O üstün varlıklar, dejenere olmuş bir ırkı niçin kurtarmayı önerdiler.

L: Evrendeki tüm ırkların bildiği ve de uymak zorunda oldukları bir yasadır bu. Bu yasanın ve kavramın esası yaşama ve evrensel notalara uyarak titreşme hakkıdır. Bu nedenle o zamanki atalarınıza yardım elimizi uzattık. Gereksinenlere yardım etmekten kaçınırsak, kendi uygarlığımızı küçük düşürürüz. Bu tutum, bir bilgi uygulamasıdır. Tüm ırkların müşterek mirası bilgidir; sürprizlerle dolu bir kutuda yaşarmış gibi, hergün büyüleyici ve yeni birşey keşfetmektir, sonsuza dek... İşte bu cümleden olmak üzere, varlığınızın başlangıcında maruz kaldığınız kimyasal değişikliklerin araştırılması sürüyor. Bu araştırmaların amacı, şiddete olan eğiliminizin nedenini bulmak. Dünya insanı içindeki canavarı, atalarından kalıtımla alıyor ve ölüm de ona bir engel oluşturmuyor. Bu canavarın, dünyalıların varlığında öylesine güçlü bir yeri var ki; haset, kıskançlık ve nefret de ondan doğuyor. Bizler bu konuda sizlere ne kadar yardım etsek de, çocuklarınız bu kalıtımsal kusurla doğuyor. Irkınızın, varolmaya karşı olan korkunç isteği, onu korkuları ile savaşmaya itiyor. Dünya insanı, DNA’sının uğradığı zararı ortadan kaldıracak ve ona eski kusursuzluğunu geri verebilecek ‘panzehiri’ buluncaya dek, neslini sürdürmeye çalışacaktır. Aksi taktirde, ister kabul edin ister etmeyin; dünya insanı, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan bir ırktır.

P: Dünyayı kurtarmaya gelecekler mi?

L: Evet, üstün uygarlıkların en büyük sorumluluğu böyle ırkları kurtarmaktır. Eğer yapınızdaki bazı şeyler, geri döndürülmesine olanak bulunmayacak şekilde mutasyona uğramamışsa, iyileşebilmeniz daha kolay olacaktır. Eğer başarabilirseniz, yeniden yeşil tarlalarda ve mavi gökler altında, sadece biriniz değil hepiniz kurtulur ve ışığa kavuştuğunuzu görebilirsiniz.

Prof. Hernandez’le olan başka bir görüşmesinde LYA; dünyanın da içinde bulunduğu güneş sisteminde çok eski zamanlarda vukubulmuş bir çarpışmadan söz açarak şunları söylemişti: “Sizin güneş sisteminizde bulunan tüm gezegenlerin katıldığı bir çarpışma... Bunun üzerine, gezegenleri tekrar eski yerlerine döndürmeyi amaçlayan, hem çok duyarlı, hem de çok büyük boyutta bir operasyon başlatıldı. Gezegenlerin bazılarının etrafı çevrildi ve enerji enjekte edildi. Bazı gezegenlerin yörüngelerinde tek bir uydusu vardı. Dünyanızın ise, başlangıçta hiç uygusu yoktu. Bu çarpışmanın sonunda, sistem bir gün hareketsiz kaldı, bunun sonucunda tüm gezegen ispazmozlarla titremeye başladı, kutuplardaki manyetik alanlar sürekli olarak değişikliğe uğradılar.

Dünya kendini dağıtıyordu; yörüngesini değiştirerek, daha yoğun bir yörüngeye geçti. O zamana kadar büyük bir kütle oluşturan karalar parçalanarak kıtaları ve adaları oluşturdu. Bazı karalar, bir daha görünmemek üzere sulara gömüldü. Gezegen, üzerinde yaşam bulunmasına olanak vermeyecek kadar karmaşık bir hal aldı. Gezegen, enerjisinin büyük bir kısmını, belirsiz yörüngesine doğru boşaltıyordu ki bu enerji türleri yaşam için tehlikeliydi. Tüm bunlar olup biterken, üstün ırklar dünyanın durumunu son derece dikkatli bir şekilde izliyorlar ve onu yeniden canlandırmanın yollarını arıyorlardı. O sıralarda yapılan gezegenlerarası bir toplantıda, sistemin başka çarpışmalara da sahne olabileceği; hatta bunların, sizin şimdi Pleiades dediğiniz bölgeye kadar sıçrayabileceği ortaya çıktı. Önce, enerji yoğunlaştırıcı projektörler aracılığıyla, çok yavaş ve dikkatli bir şekilde yörünge düzeltildi. Eğer bu işlem, belli bir hızın üstünde yapılsaydı; gezegen, içten ve dıştan enerji şokuna uğrayacaktı. Bunu farkettikleri zaman, yörüngede düzeltici işlevi görecek bir uydu bulunmasının uygun olacağını düşündüler. Böylece AY, o konuma getirildi. İlerlemiş bir uygarlık için bunu başarmak zor değildir. O sıralarda, henüz gelişmekte olan benimki gibi uygarlıklar için ise çok şaşırtıcıydı. Bu operasyonu başaran o zamanların üstün uygarlıkları, henüz kendi düzeylerine erişmemiş bulunan başka gezegenlerdeki toplumların da, gerektiğinde kendilerini yardıma çağırabileceklerini bilmeleri için, hepsinin çok önemsediği bir anlaşma gereğince, yapılan operasyonun tüm aşamalarını ve prosedürlerini Evrensel Arşivler’e kaydettiler. Sizin bilim adamlarınız Phobos ve Deimos uydularının farklı enerji yaydıklarını keşfedecekler. Bu farklı enerjinin nedeni; solar kıyametten önce, belli bir noktaya doğru hareket ederken, karşılaştıkları darbe yüzünden şimdi, tam karşıtı bir noktaya doğru hareket etmeleridir. O noktadaki hareketi düzeltememişlerdi ama, aynı dengeyi koruyabilmek için, Mars’ın çevresine iki yeni uydu koyarak yörüngenin şaşmazlığını sağlayabildiler.

P: Yani, şimdi siz bana; bazı uyduların ve AY’ın yapay olduklarını mı söylüyorsunuz?

L: Sadece bazı uydular değil, bazı yıldız kümeleri bile tam anlamıyla yapaydır. Örneğin, sönmesi halinde, kendisinden ısı alan iki gezegendeki yaşamı sona erdirebilecek bir yıldızı, yeniden canlandırmayı başardılar. O yıldız, çok uzun süreden beri olmasa da, bazı türlerin yaşamlarını südürmelerine yeterliydi ve bu yüzden de gözden çıkarılamazdı. Bu bağlamda yapılan hesaplamalar ve büyük miktarda enerji toplayıp, sisteme verilmesi, size olanaksız görünen yöntemlerle yapıldı. En ileri teknolojiyle toplanarak yoğunlaştırılan bir desimetreküplük bir enerji miktarının; örneğin, sizin güneşinize verilmesi halinde, daha yüzmilyonlarca yıl işlev görmesini sağlayacağını söylesem, bu sizi şaşırtır herhalde.

P: Bu mümkün mü?

L: Oksijen de çok yoğun bir duruma geçirilebilir. Öyleki, oksijen kıtlığı çekilen bir gezegende, şöyle bir uygulama yapılabilir: Katı titanyumdan saydam kubbeler yapılır, bunlara kristalleşmiş oksijen emdirilir, daha sonra bunlar bir oksijen enjetörüne takılarak kullanılabilir. Bu yöntemle, gezegenin belli bir yerinde yeterli miktarda oksijen depolanabilir. Üstün uygarlıklar bilim alanında o kadar ileridir ki, bizim yaptığımız gibi, kubbelerin altında oksijen depolamaları gerekmez; çünkü, onlar tüm bir gezegeni, neye gereksinim duyuyorlarsa, ona uygun olarak değiştirebilirler. Bunu yapmak için, moleküllerin ana enerjileri hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.

P: Bana bir sır vereceğinizi söylemiştiniz.

L: Evet, doğru; size bir konudan sözedeceğim: Siz bunu ‘elektronik klon yöntemi’ olarak bilirsiniz. Bizim dünyamızda ise buna, ‘kış uykusuna yatmış hücre’ olarak tercüme edilebilecek bir isim veriliyor. Klon yöntemi, yok olmaya yüztutmuş bazı uygarlıkları korumak için düşünülmüştür. Bunun için, önce; yaşayan hücreler ayrılır ve dondurulur. İşte bundan dolayı ‘kış uykusuna yatırmak’ deyimi kullanılır. Uzayda, çeşitli nedenlerle, yeterince çoğalmamış ırklar vardır. Dünyanız da, bir zamanlar, şimdi yok olmuş bulunan bir takım ırkların cennetiydi. O zaman, üstün ırklar bunların bazılarını kurtarmaya karar verdiler. Gezegeniniz, bir parça olsun, yaşamaya uygun koşullara kavuşunca, pek çok dünya dışı varlık buraya sanki aktı. Bunlardan ilk gelenler ‘Nordic Irk’ olmuştu. Bunlar oldukça uzun boylu insanlardı. Ancak, yaşayabilmeleri için, kendilerine en uygun iklim koşulları gerekiyordu. Bazı ırklar için çöl iklimi uygundu, bazıları için ise soğuk iklimler..Böylece; beyazlar, siyahlar, kırmızılar ve sarı ırklar sırayla geldiler.

(devam edecek)

 

 

 

 

SiriusUFO'dan ALINTIDIR!

 

 

Arkadaşlar, uzun ama çok yararlı bilgiler var, kesinlikle okumanızı tavsiye ederim... ;)

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Uzay araçlarıyla Dünya’mızı ziyaret eden varlık gruplarından biri 1972 yılı’nda bir üniversite profesörü, immünoloji araştırmacısı ve Meksika Atom Enerjisi Komisyonu’nun önde gelen üyesi olan Meksikalı bilim adamı Dr. R.N. Hernandez’le temas kurdular. LYA adlı temasçı kadın, Andromeda Takım yıldızı’ndaki INXTRIA gezegeninden geldiğini söylüyordu. Bu varlık, profesörle çok önemli bilimsel ve sosyolojik sorunları tartıştı ve ona son derece önemli bilgiler verdi, profesörü uzay gemisine götürerek Dünya’mızla ilgili çok ilginç şeyler gösterdi.

Bu özet yazı dizisi niteliğindeki bilgiler, başlangıcından profesörün ortadan “kaybolduğu” 1984 yılına dek yapılan temasları içermektedir. Bu özet bilgiler, yüzlerce sayfa günlük notlardan, stereo ile kaydedilmiş konuşmalardan oluşmaktadır.

Değerli okurlarımız; geçen ay başladığımız bu yazı dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. P: Onlar geldiğinde, dünyada yaşayanlar varmıydı?

L: Evet, Mısırlılar; şimdiki Nil Vadisi boyunca yerleşik durumdaydılar. Yeni gelenler kendi kendilerine yeterli olmayı öğrenmek zorunda kaldı. Her ırk birbirinden farklıdır; onun için de metabolizmalarını iyi bilmeleri gerekir. Japonlar ve Çinliler, giderek siyah ırklarınkinden farklı özellikler kazandılar. Başlangıçta, herşey çok iyi gidiyordu; fakat başarıyla başlanan bu proje, bir süre sonra sorunlar yaratmaya başladı. Daha sonra, sayıca çoğalan insanlar güçlendiler ve herhangi bir yeryüzü parçasının işgal edilmesi savaş nedeni olmaya başladı. Üstün uygarlıklar, savaşmayı en çok sevenlerin, sonunda gezegenin hakimi olacaklarını tahmin etmişlerdi, nitekim öyle de oldu. Dünya bir kez, çeşitli insanların kaynaştığı bir gezegen olunca, toplumsal içerikli sorunlar baş göstermeye başladı. Hep karmaşa içinde görünüyorlardı. Gezegeninizdeki birçok büyük adam, barışın ancak bir ütopya olabileceğine inanarak öldü. Bu büyük adamlar ilk klon (kış uykusuna yatırılmış) hücreleri taşıyorlardı. İleri uygarlıklar, her gruba bu hücreleri aşılamaya başladılar, böylece dünya insanında yaşamı sürdürme bilincinin uyanacağını umuyorlardı...

P: Siz bu, ‘klon yöntemi’ denen şeyi nasıl keşfettiniz?

L: Galaksilerarası toplumda ne zaman önemli, bilge ya da cesur bir kişi ölüm tehlikesiyle karşılaşsa, ona gelirler ve hücrelerinden birini kullanırlar; böylece, her türlü zayıflığın giderildiği yeni bir varlık meydana getirirler.

P: Bunu niçin yapıyorlar? L: Kuşkusuz, bilgisini saklayabilmek ve koruyabilmek için.

P: Bunu başarabildiler mi? L: Şimdi evet, ama ilk başlarda ancak bir melez elde edebilmişlerdi. ‘Melez’ diye adlandırıyorum; çünkü, onun hücreleri artık bir daha klon görevi yapamıyordu.

P: Peki, yaşamın amacı nedir, LYA?

L: Manyetik enerji olan kendisinin, antitezini açıklamakta karşılaştığımız karışıklığı yenmektir. Bu savaş, bireyin içindedir. Yanlışları ve kusurları düzeltmek, meziyetler yaratmak için yapılır bu savaş... Yaşam, az önce de belirttiğim gibi, ilke olarak elektromanyetik bir anımsama fazıdır. Yani, siz doğduğunuzda; herşeyi yoğunlaştırılmış bir biçimde belleğinize yerleştirilmiş olarak doğuyorsunuz. Yaşamınızı dengeli bir biçimde sürdürebilmek için mücadele veriyorsunuz. Zekanızı öyle bir düzeye yükseltmelisiniz ki; belleğiniz, varolabileceğiniz süreyi uzatmaya yardımcı olsun. Bu da bazı duygulara ve özelliklere karşı savaşmakla olanaklı hale gelir. Böylece, içinizde gerçek bir savaş başlar.

P: Buna ‘pozitifizm’ diyebiliriz belki?

L: Hayır, daha sakin bir ruh halidir. Buna eriştiğinizde, kendinizde ilginç fenomenler keşfedeceksiniz. Gerçek huzura erişmiş bir insan, huzursuz bir insana göre farklı bir enerji alanına sahiptir. Bazıları, içlerinde büyüyen bu canavarın kendilerine hükmetmesine izin verirler, bazıları teslim olur ve mahvolurlar, bazıları ise karşı çıkar ve kazanırlar. Üstün uygarlıklar tarafından kurtarılmaya layık görülmeniz, bu konuda sergileyeceğiniz başarılara bağlıdır.

“Bana bazı kehanetlerden sözedecektiniz...” diyerek, değiştirdi konuyu profesör.

http://siriusufo.org/tr/leftmenu_img/temas/yakin_42.jpg

L: Kehanetlerden hoşlanır mısınız? P: Evet.

L: İşte bu da gezegeninizde yaşayanların ortak bir özelliği. Gelecekte olup bitecekleri öğrenmek istiyorlar. Bu arzu sizin beyninizde programlanmıştır. Çünkü, Dünya insanı eskiden, şimdiye göre çok daha ileriyi görme yeteneğine sahipti. Bu özelliği yeniden kazanmanız; ancak, karşılıklı sevgi ve yardımlaşma dengesini kurarak mümkündür.

P: Ne söylemeye çalışıyorsunuz?

L: Öğrenmeyi; ancak, kendinizi tümüyle yok etmezseniz başaracaksınız. P: Nasıl ?

L: Bakın, sizin ölçünüzle 2015 yılında, sesten enerji elde etmeyi başaracaksınız. Ses size, ummadığınız ölçüde güç kazandırabilir. Ancak, sözkonusu olan, ayarlanmış ses titreşimleridir. Bu titreşim bir keman, gitar flüt ya da orgun akordu gibi olmalıdır. Titreşimsel müzik ile müthiş şeyler yapılabilir. Bizim dünyamızda müzik, çevrede ne türde bir enerji bulunuyorsa, bunun aktifleştirilmesi için varolan bir hazinedir. Daha da ilginci; ses enerjisi, bedenleri ve kadavraları saklamak için kullanılır. Ses ile, iklimi kontrol etmek de olanaklıdır. Ancak, yanlışlık yapmamak için çok dikkatli bir biçimde, tek bir titreşimden ibaret ve yeterince ince olan bir ses kullanılmalıdır. Ses, içinde oturanlara hiç bir zarar vermeksizin, konutların ısıtılmasında da kullanılır. Ses aynı zamanda yenilmez bir silahtır. Çünkü yeterince yüksek ve tiz sesler depreme neden olabilmektedir.

P: Depremlerin sebebi nedir? Yer hareketlerine bir çözüm bulabildiniz mi?

L: Dünyadaki kara kütlesi parçalanıp, yeni kıtalar oluşunca, bu kıtalar dağıldı ve sizin deyiminizle, yanlış kutuplar oluştu. Biz buna ‘enerji kaybı’ diyoruz. Yerin bileşim maddeleri arasındaki denge, metaller arasındaki dengeye de aynen yansıdı: Cıva, demir, uranyum, petrol vb. gibi... Aynı durum beşer bünyesindeki minerallerde de geçerlidir. Bunlar dağılırsa, yer küre doğal enerji absorbe edemez. Bazı gezegenler, büyük felaketleri ve can kaybını önlemek için oldukça basit bir formül buldular. Belirli kalınlıktaki çok büyük iğneler hazırladılar. Bu iğnelerin bileşim maddeleri şunlardı: Bildiğiniz tüm mineraller, ayrıca oksijen, hidrojen, bakır, minerallerin sürtünmesi sırasında açığa çıkan enerjiden kaynaklanan bir madde, bir de sizin bilmediğiniz ve bizim ‘tuxuin’ dediğimiz bir madde. Bu iğneler sismik hareketleri nötralize etmekte kullanıldı. Eğer bu ‘hareketi’ nötralize edebilirseniz, yer hareketlerini de önlemiş olursunuz. Yukarıda bileşim maddeleri verilen büyük iğneler, bir depremden önce ortaya çıkan enerjinin kullanılabilir hale dönüşmesini sağlar. Böylece, bir taşla iki kuş vurulmuş olur. Yani, hem sismik hareketler en aza indirgenir, hem de enerjinin büyük bir miktarı yoğunlaştırılır. Enerji dalgaları yüksek ‘teluric’ yerlere yerleştirilmiş iğnelerin çekim ve absorbsiyonu yolu ile toplanır. P: İşinizi seviyor musunuz?

L: İş mi? Gezegenimizde bizler, yıldızlar bilgisini incelemek üzere yetiştiriliriz ve en büyük aşkı bilgiye karşı duyarız. Parolamız, ‘BİLMEK’tir. Zihinlerimiz bilgiyi kabul edecek şekilde donatılmıştır ve toplumumuzun kaderi budur. Bilgi edinerek, sayısız avantajlar kazanırız.

P: Bizim sistemimizi de incelediniz mi?

L: Evet, güneş sisteminizi ilk incelediğimizde, 16 gezegen saymıştık. Ama daha fazla sayı da olabileceğini tahmin ettik; çünkü, ortalama bir yıldız yörüngesinde yaklaşık 32 gezegen bulundurur. Bunlardan sadece ilk 10 ya da 12 tanesi yörüngedeki fazlarına göre, yıldızdan enerji alabilir. Bu enerji, o gezegeni kendi enerji rehberi içinde çevreler.

P: Enerji rehberi nedir?

L: Yıldızın, gezegenlerine hareket vermek için yayınladığı enerjidir. P: Anlamadım.

L: Açıklayayım: Enerji enerjiyi çeker; çünkü, aynı özellikleri taşırlar. Eğer güneş, enerjisini ısı şeklinde yayınlamışsa, bu enerji aynı şekilde yıldıza geri döner. Bu, gezegenlere rehberlik yapan bir alışveriştir. Güneş, tüm gezegenleri güçlü bir şekilde çeker. Bu çekim gücü olmasaydı hareket edemezlerdi.

P: Bizim gezegenimiz, güneşte meydana gelen değişikliklere karşı koyuyor mu?

L: Evet, eğer güneş enerjisi azalırsa ya da artarsa, dünyanız buna karşı koyar. Bir gezegen için enerjinin yoğunluğu ve dalgalanması da önemli faktörlerdir. Sıcaklık ve basınç, varoluşu ya da varoluştan sapmaları tayin eden en önemli faktörlerdir. Bunların değişmesi, sözkonusu gezegenedeki yaşamı da değiştirir.

P: Bizim dünyamızda henüz canlılar yaşamazken de onu biliyor muydunuz?

L: Dünyanız yaratıldığından bu yana, yüzlerce dairesel devre boyunca yörüngesinde kaldı; bu süreç içinde bir noktada biz sizlerin kozmik bağlantınız olmaya başladık. Atalarınız bizim varlığımızdan haberdardılar. İçlerinden bazıları, klon yöntemi ile üstün uygarlıklarda yaşayabilme olanağı bile bulmuşlardı.

P: Eski insanlar Dünyada atom hakkında bilgi sahibi miydiler?

L: Evet, ama; onu olur olmaz şekilde kullanmamak için önlem almışlardı. Ancak, her zaman olduğu gibi, şimdi toplumunuzda da bulunanlara benzer bazıları, onu sorumsuzca kullandılar. Şimdi, elinizi alıcıya koyun ve isterseniz, dünyadaki güçlerden herhangi birinin silah deposunu görün.

P: Elimi alıcıya yerleştirdim ve termonükleer silah depolarını, beni aptallaştıran bir açıklıkla gördüm.

L: Bunlara ‘füze’ diyorsunuz. Eğer, tüm bu enerjiyi yoğunlaştırıp, bir damlasını bir uçak motoru içine koyabilseydiniz, bu; o uçak motorunu 100 yıl kadar yere inmeden çalıştırmaya yeterdi. Siz atomu öylesine keyfi ve sorumsuz şekilde kontrol ediyorsunuz ki, gelişmiş toplumlarınızdakilerin de çok iyi bildiği gibi, insan günlerini, bir hata yapılmaması umuduna sığınarak geçiriyor.

P: Sizin bir atomik nötralizatörünüz var, değil mi?

L: Evet ama, bizim onu; toplumların silahlarına karşı kullanmamız yasaktır. Denizlerdeki atomik çarpışmaları, sırf denizledeki bitki örtüsü ve deniz hayvanlarını kurtarabilmek için nötralize ettik. Bunu biliyorsunuz. Ama bunu her zaman yapamayız. Bunu, yaşama duyduğumuz saygıdan dolayı yapıyoruz. Bu, ilerlemiş tüm ana uygarlıkların, tüm gezegen ve toplumlara verdiği bir garantidir. Ama siz bana, eski toplumların atomu kullanmayı bilip bilmediklerini sormuştunuz, değil mi?

P: Evet. L: Pekala; piramitler, aslında göründükleri gibi değildirler. Bunların aslında ne oldukları ve niçin inşa edildikleri, dışlarından belli olmaz. Piramitler bir, eşkenar dörtgen prizma oluştururlar. Piramidin tam ortası toprak düzeyinde ve alt kısmı toprak altındadır. Piramitle ilgili birçok şey dış uzaydan gelen varlıklarla bağlantılıdır. Bunun nedenini biliyor musunuz? Bu suretle, öteki gezegenlerde de enerji birikimine ait bilgilerin varolduğu gösterilmek istenmiştir. Piramitlerden birinin gövdesine yerleştirilmiş olan bilgiler size, başka gezegenlerden gelen v ebilgi yaymakla görevlendirilenlerin hangi yoldan geçtiklerini gösterecektir. Her bir piramidin biçimi, uygarlığınızın bilgilerini ve ilerleme yolunu temsil eder. Bunun için gezegenin her yanında çeşit çeşit piramitlerle karşılaşırsınız...

P: Bugüne kadar ki yaşantım boyunca, yaşam hakkında öğrendiklerimden çok daha fazlasını sizden öğrendim ki bunlar benim için esin kaynağı oldu. Şimdi, izin verirseniz, öğrenmek istiyorum: Dünyayı bekeleyen daha büyük tehlikeler mi var? Gezegendeki yaşamın tehlikede olmasının nedeni, insanın...

L: Yaşam değil, profesör... İnsanın kendisi, politik, sosyal ve ekonomik yazgısınn nedenidir..Bakın, güneş nasıl da ağır ağır batıyor. Bunu aldırmazlıkla gözlersiniz. Çünkü, nasıl olsa her defasında, ufkun altından dolanıp, geri geleceğine eminsinizdir. Güneş, galaksi içindeki yolunu sürdürecek ve Herkül Burcu’na doğru ilelerken, çekim gücünün alanında bulunan gezegenlerini de birlikte sürükleyecek.

Oysa yaşam böyle değildir. Geçen gün bir daha geri gelmez. Ancak, olgunluğa, elden ayaktan düşmeye yaklaşınca, atalet yüzünden bedeniniz bozulmaya başlayınca, dakikaların bir daha geri gelmeyeceğini idrak eder ve tek bir ‘AN’ı bile yitirmek istemezsiniz.

Değerli okurlarımız, UFO’lar ve dolayısıyla ‘evrende zeki hayat’ konusuyla ilgilenen bizlerin en sık karşılaştığımız sorulardan biri, “Madem ki, onlar bizden bu kadar ileri; o halde, neden bize açıkça (aleni bir şekilde) yardım etmiyorlar?” Bu klasik soruyu, görüşmelerinden birinde Prof. Hernanez’de LYA’ya sormaktan kendini alamıyor. Bakın, dünya dışı varlık LYA bu soruyu nasıl yanıtlıyor:

L: Dünyanız bizi endişelendiriliyor. Dünyayı güç duruma düşürenlerin eline geçmemesi gereken, teknik gelişmeler oluyor. Neden bir şeyler yapmadığımızı hep merak edersiniz. Bu, dünyanızı bir savaş alanına çevirmek olur. Unutmayın ki, saldırı geçiştirildikten sonra; artık, sizin anladığınız insanlık kalmaz. Gezegeniniz melezleşir. Gezegeninizin ne kadar güzel ve ne çeşitli canlı türleriyle dolu olduğunu bilen herkes, bunların yok olmasını önlemek için, elinden geleni yapıyor. Bazı ülkelerde, tanınmış ve etkili kişilerle defalarca konuştuk. Belki şaşıracaksınız ama; bu dünyalıların birçoğu, profesörü ve birçok başka yetkilisi bize inanmadı. Böylesine katı ön yargıları var. Reddedilemeyecek kanıtlar sunduk onlara; fotoğraflar, formüller gösterdik, hiçbir dünyalının bilemeyeceği şeylerden sözettik. Ben, doğrudan doğruya kendim sokaktaki adamla konuştum. Aynen, sizinle olduğu gibi; onları da başından itibaren gemimize çağırdık, hatta ana gemiye götürdük. Bazılarına dünyada bulunmayan metallerden örnekler bile verdik. P: Sonuçta ne elde ettiniz?

L: Genelde, bağlantı kurduğumuz dünyalıların akıllarını kaçırdıkları sanıldı. Dünyanızda bilimsel olarak açıklanmasında güçlük çekilen kanıtlar, genellikle saklandı ya da yokedildi. Genellikle açıklayamadıkları kanıtları kimseye göstermediler. Unutmayın ki, gezegeninizi, sizin deyimlerinizle; sosyolojik, arkeolojik, egzobiyolojik ve kozmobiyolojik açılardan incelediğimiz gibi, canlıların kökenlerini de inceledik. Yani, sizinle görüşmelerim; hep, önceki deneyimlerime dayanmaktadır.

P: Peki, dünya dışı varlıklardan haberdar olunduğu hakkında inandırıcı kanıtlar var mı?

L: Evet, birçok kanıt var: Rusya’dan bir örnek vereyim...Dünya dışı bir gemi, rotasından çıkmıştı ve Sibirya’nın çok yakınlarında bir yerde bulunduğunu farketti. Çok büyük bir enerji türbülansı, enerji absorblama gücünü yitirmesine neden olmuştu. Geminin sorumlusu olan kaptan yere inme kararı verdi. Bir dağ kulubesine yakın bir yere inmişlerdi. Gemide, meteoritlerin tahribettiği bir gezegenden kurtardıkları iki dünya dışı varlık bulunuyordu. Kurtulma olanaklarının çok az olduğunu saptayınca, kaptan onları indikleri yerde bırakmaya karar verdi. İki kişiydiler; onları, ana bileşim maddesi katı oksijen olan, şeffaf bir küreye yerleştirdiler. Gemi ayrıldı. Kaptan Sibirya’nın soğuk ikliminin bu varlıkların kurtulmasına yardımcı olacağına inanıyordu. Eğer onları kaptan kendi gezegenine götürebilseydi, onlara daha çok yardım edebileceklerdi fakat geminin yeniden enerji yüklenmesi belirsiz bir zaman alabilirdi. Oysa ki, o varlıkların yitirecek hiç zamanları yoktu. O gece bazı çiftçilere haber verildi ve bu dünya dışı varlıklar büyük bir gizlilik içinde oradan götürüldü.

P: Ne zaman olmuştu bu? L: 1973 yılında. P: İkisi de öldü mü?

L: Evet. O zaman Ruslar, yalnız olmadıklarını ve er ya da geç başka kanıtların da gönderileceğini anladılar. Bu olaya karışanlar, olayı çok gizli tutmaya karar verdiler. O zamandan itibaren, bu garip varlıkların nereden geldiklerini araştırmak üzere daha geniş çapta incelemeler yapılmaya başlandı. ABD’de de, uzayda dünyalılar dışındaki yaşamın incelenmesinde çok ileri adımlar atıldı. Onlar inceleme ve araştırmada daha ileriler.

P: Bunları bana hiç anlatmasaydınız daha iyi olmaz mıydı? Neden ben?

L: Profesör, bunları tek bilen siz değilsiniz ki. Sandığınızdan çok daha fazla sayıda dünyalı bunları biliyor. Hayır profesör; sizi eziyet etmek gibi bir düşünceyle seçmiş değiliz. Kendi kendinizle barış içinde ve dingin bir kişiliğiniz var, ama kuşkusuz en önemli faktör, sizin üniversitede profesör olmanızdır. Sonunda, kuşkuculuğunuzdan kendinizi sıyırabildiğinizde, eğer isterseniz bu konuda birşeyler yapabilirsiniz. Dünyanızın, yalnızca sizler için değil, galaksilerarası topluluk için de ne denli önemli olduğunu biliyorsunuz. Dünya insanını kurtarmak; onu, içinde yaşadığı bu çalkantılı dünyadan kurtarmak ve olası tehlikelerden uzaklaştırmak kaçınılmaz bir zorunluluktur.

 

P: İnsanlığı sona erdirecek silahların neler olduğunu biliyor musunuz?

L: Size şunu söyleyebilirim: Sizin için şimdilik en tehlikeli silah, dünyalıların birbirine duydukları nefrettir. Bu, ruhunuzu yavaş yavaş tahribediyor. Toplumsal dertlerinizin çoğunu yaratan bu nefrettir. Ama, siz bana öteki türdeki silahları sordunuz, onları da söyleyeyim: Kimyasal silahlar... Dünyanızdaki iki süper güç, şimdiye dek görülmemiş bir şekilde kimyasal silah satıp duruyor. Sanki, dünyanız kendi kendini yoketmek için büyük bir telaş içinde... Bu kimyasallar canlıların sinir sistemlerini yok edebileceği gibi, bitkisel gıdalarınızı da berbat edecek etkiye sahiptir. Nehirleriniz kimyasal silahlarla zehir akıntısı haline gelebilir ve bunu kimin yaptığı da çoğu kez bulunamaz. Dejenere olmanın daha kötü bir şeklinin de; DNA’larınızdaki asal partiküllere yapılan saldırı olduğunu anlayacaksınız. Bu, hepinizi, ‘mutasyona uğramış bir ırk’ durumuna düşürebilir. Dünyanızda kimyasal maddelerin rastgele kullanılışı, şimdiden deri hücrelerinizde bozulmalara neden oluyor. Benzer şekilde, sadece kan dolaşımınızı yer yer etkilemekle kalmıyor; kalp krizlerine ve beyin kanamalarına da neden oluyor. Sessiz sedasız ve sinsi bir şekilde etki yapmaları ve tanı konulmalarının güç oluşu nedeniyle, yakında kimyasal silahlar öncelik kazanacak.

P: Bunlar yakında mı gerçekleşecek?

L: Zamanınızın sizin için çok değerli olduğu izlenimini edinmiştim. Ama sanırım, zamana yeterince değer vermiyorsunuz. ‘Yakında’ sözcüğü sizin için ne anlam taşıyor? Bu anlattıklarım sizin dünyanızda şu anda olup durmakta zaten. Kimyasal silahları 2. Dünya Savaş’nda zaten kullandınız; ancak, şimdikiler daha da gelişmiş! Dünya beşeri, yazık ki, kendi kavgacı karakterinden ve bunun, dünya beşeriyetini nerelere götürmekte olduğundan habersiz görünüyor. Bu ve benzeri silahlar, sadece onlara hedef olma şanssızlığına uğrayanlara değil, henüz doğmamış kuşaklara da ölüm getiriyor. Yalnızca saldırıya uğrayanlar değil, bu silahlarla temas eden saldırganlar da yok olacak. Bu silahları geliştirenler, hem saldırganı hem de kurbanını aynı acıları çekmeye mahkum ediyorlar.

(devam edecek)

 

 

SiriusUFO'dan ALINTIDIR!

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

P: LYA, nasıl oluyor da beni hep beklenmedik yerlerde buluyorsunuz?

L: Oldukça kolay, profesör. Size daha önce de, yayınladığınız enerjinin, başkalarınınkinden farklı olduğunu söylemiştim. Herkesin yayınladığı enerji, elindeki çizgiler kadar, başkalarınınkinden farklıdır.

http://siriusufo.org/tr/leftmenu_img/temas/yakin_43.jpg

P: LYA, niçin ortaya çıkıp, dünya halklarıyla doğrudan doğruya kendiniz konuşmuyorsunuz? Örneğin, televizyon ile bunu yapabilirsiniz.

L: İnanmazlar, profesör: Görünüşümüz sizinkine çok benziyor. Bizim genetik kodumuz, uzun yıllar yaşamamız dışında, sizinkiyle aynı. Sizin DNA’nız dejenere oluyor ve sağlıklı hücreler üretmeyi durduruyor. Yine de kimyasal açıdan, aramızda fazla bir fark yok. Ancak, biz organlarımızı tam anlamıyla kontrol edebiliriz. Bizim DNA’mız, hücrelerimizin ilerlemesini durdurmak şöyle dursun, onları sakinleştirici ve ileri yaşlara varmalarını kolaylaştırıcı etkiler yapar. Bunu size daha öncede açıkladım; çünkü, atalarınız da aynı mekanizmaya sahiptiler. Neyse...Pleiades’ten gelen varlıklarla bağlantı kurmuş, Billy Meier adlı birini tanıyorum. Gemilerinin fotoğrafını çekmesine ve filme almasına izin vermişlerdi. Hatta, gemilerinin yapıldığı metalin bir örneğini ona vermişlerdi. Bu, kendi kendini onaran türde bir metaldi. Sizin hücrelerinize benzer; ancak, kimyasal-minerolojik bir yapısı vardı. P: Sonra ne oldu?

L: Önce, hiç kimse ona inanmadı. Ancak, kendisine verilen metal örneğini göstermeyi teklif ettiğinde, işler değişti. Hakkında araştırma yapıldı. Defalarca, uzun uzun sorguya çekildi, yalancılıkla suçlandı. Bilim adamları bile, onu kuşkuyla karşıladı. Bu kez dünya dışı varlıklar, tıpkı Billy’e yaptıkları gibi, bir Rus’a da örnekler verdiler. Bu Rus’un sorgulamalarının ardından öldüğü açıklandı. Billy olayında, ben de gözlemci olarak bu görüşmeler hakkında bilgi sahibiydim. Yani kısacası, sizin önerdiğiniz gibi; açıkça ortaya çıkıp, dünya halklarına görünmenin de yararı olmamaktadır.

(Başka bir görüşmelerinde, LYA ve Prof. Hernandez arasında şöyle bir diyalog geçmişti.):

L: Dünyanızda oluşan atmosferik olayların, uzaydan geldiğini biliyorsunuz. Sayısız iklim değişiklikleri, orada başlar. Bunlar, aslında büyük olayların sonuçlarıdır. Bu olayların bazıları doğal, bazıları da yapaydır. Uzay birçok sürprize gebedir. Buraya ilk geldiğimizde (LYA’nın uygarlığı), takvimleriniz 1249 yılını gösteriyordu. O yıllarda gezegeniniz şimdikinden çok farklıydı. Bizler, geminin mürettebatı olarak, dünyalıların silahlarının ilkelliğine çok şaşmıştık...

http://siriusufo.org/tr/leftmenu_img/temas/yakin_44.jpg

P: Ya şimdi, yolculuğunuzun amacı sadece inceleme yapmak mı?

L: Tam öyle olduğu söylenemez. Nedenini ve ne olduğunu daha sonra öğreneceksiniz. Bu zaman süresinde, birçok ziyarette bulunduk; her 20 yılda bir, en az bir kez geliyorduk. İklim değişikliklerinin, dünyalıların davranış şekillerini çok etkilediğini farkettik. Gezegeniniz, Samanyolu olarak adlandırdığınız grupta bulunuyor ve oldukça kararsız bir durumu var. Bu küçücük dünyada çok çeşitli iklimler var. Bunun nedeni de, güneş sisteminizdeki değişiklikler. Bu değişiklikleri inceleyerek analiz ettiğimizde, uzayın sürprizleriyle karşılaştık. Kozmik bulutlar, ya da bizim verdiğimiz ad ile ‘aralıklı radyoaktif bulutlar’a çok sık rastlanıyordu; hemen her adımda bunlarla karşılaşıyorduk. Bu bulutları insan gözü göremez; ancak bizim alıcılarımız onların yerlerini saptar ve biz de onlardan kaçarız. Uzayda yolumuzu çizmek için özel alıcılar kullanırız. Onlardan kendimizi korumak için, bir bölmede bulunan ve ana bileşim maddesi çok yüksek yoğunlukta oksijen olan bir nötralleştiriciyi uzaya salarız, olur biter... ama bu bulutlar sizin ve dünyanız için zararlıdır: Radyo dalgalarında değişikliğe, elektrik ve hava akımlarında bozukluğa ve enerji dalga boylarını değiştirerek, karışıklığa neden olur. Ama en büyük zararı beyin nöronlarınızadır...P: Bulutlar nereden geliyor?

L: Bu bulutların kaynakları çeşitlidir; ayrıca, değişik kimyasal bileşim maddelerine, gazlara sahiptirler ve çoğu kez, gazlar arasındaki füzyon olayından dolayı daha da değişirler. Az oranda bulunmalarının zararı yoktur ama yüksek oranda çok tehlikeli olurlar. Bilim adamlarınız, nükleer denemeler yapmak için çok kötü bir zaman seçtiler; çünkü, atomun açığa çıkan enerjisi, bu bulutları bir mıknatıs gibi çeker, böylece dünyanın çevresini sarar ve stratosfere yapışırlar. Bazen de, dünyanın çevresinde, saydam halkalar halinde yörüngede döner dururlar. 1220-1300 yılları arasında bu bulutlar stratosferde, kendilerine bir destek bulamayıp, o zamanlar atmosferinizde bulunan yüksek orandaki oksijen tarafından uzaklaştırılıyorlardı. Bugün, kimyasal ve nükleer silahlarınız öyle çoğaldı ki, artık; bulutları, dünya çevresinden uzaklaştırmamız çok güç. Bu gazları oluşturan bazı maddeler çok patlayıcıdır. Bilim adamlarınız bu fenomeni bilmiyor. Bu gazlar çok tehlikelidir.

P: Bu anlattıklarınızın fotonlarla ilişkili bir yanı var mıdır?

L: Benim geldiğim sistemde, sizin ‘foton’ diye adlandırabileceğiniz bir kuşak vardır. Bu foton kuşağı Pleiades’de de bulunur. Bu kuşak aracılığıyla, onlarla bizim aramızda bilimsel görüş alışverişi yapılır. Bir organizma fotonlarla temas ettiğinde, esaslı bir değişime uğrar; hemen organik bozulma başlar. İşte, aynen, hücrede olduğu gibi; bir nebulada da atomların birikmesi sonucunda aşırı yüklenirse, patlama olur ve bulutlar evrenin her yanını sarar. Çok ağır oldukları için, hareketleri de çok yavaştır. Çok uzağa gidemezler ama yine de uzayda çok büyük uzaklıkları ağır ağır da olsa katederler. Bunların bazıları da, değişik zamanlarda Dünyanıza da gelmiştir. O zamanlar foton, ilkel düzeyde biliniyordu, birikim ve uzaklık hesapları yapılamıyordu ve hiçbir önlem de alınmıyordu. Şimdi siz de, bunca teknolojik ilerlemenize karşın, gerekli bilgilerden yoksun olduğunuz için, hala da hazır sayılmazsınız. Uzayınızı, dışarıdan gelecek tehlikeleri düşünmeden, yararsız çöplerle dolduruyorsunuz...

http://siriusufo.org/tr/leftmenu_img/temas/yakin_45.jpg

P: ‘Foton Kuşağı’ konusunu biraz daha açarmısın, LYA?

L: Bundan binlerce yıl önce, foton kuşağı; bizim sisetemimize tehlikeli olabilecek kadar yaklaştığında, atalarımız bunun zararlarının nasıl giderilebileceğini bilmiyordu. Bu kuşak tarafından çevrelenmiş bazı dünyalar, üzerlerindeki canlılarla birlikte yokoldular. Daha önceleri de, üzerinde canlılar bulunan dünyalar, fotonların geçişinden sonra, tüm hayatiyetlerini yitirerek, kısırlaştılar. Bu yüzden, bazı uygarlıklar kurtarılarak, başka yaşanabilir dünyalara yerleştirildiler. Ama bunlar gerçekleşmeden önce, atalarımız bu konuda bilgiden yoksun oldukları için, neler olup bittiğini bir türlü anlayamamışlardı. Foton Kuşağı, başka galaksilerdeki başka bulutların oluşturduğu tehlikeler kadar büyük olmasa da, evrenlerde varolduğunu bildiğimiz tehlikelerin en büyüklerinden biridir. O, yalnızca canlı hücrelerin enerjilerini emer. P: Buna benzer olan öteki tehlikeler nelerdir?

L: Başka enerji tipleri ise; uzayda, seyrek olarak rastladıkları gazlarla beslenirler. Bazıları ise, kendileri soğuk ve karanlık olmalarına karşın, ışıkla beslenirler. Bunlar genellikle saydam maddesel oluşumlardır; o kadar ki, zararsız sanılırlar. Onları hissedebilirsiniz ama göremezsiniz. Ne yazık ki, bazı sistemler şimdi sizinki de dahil, bir foton kuşağına yaklaşıyorlar. Henüz ona tehlikeli yakınlıkta değilsiniz ama şimdiden önlem alsanız iyi olur... bu tehlike, sadece dünyanızı değil, tüm güneş sisteminizi tehdit ediyor. Onun etkileri milyonlarca kilometre uzaklıktan bile duyulabilir. Buna ek olarak, gezegeninizin çevresindeki manyetik kuşak da geleceğiniz için en büyük tehlikelerden birini oluşturmaktadır: Ondört bin yıl kadar önce Dünyanız foton kuşağının içinden geçmişti. Uğranılan felaket büyüktü, fazla umut kalmamıştı; ancak, sürüngenler önceki kadar zarar görmediler. Çünkü, etki çok hafifti; yine de elementler açığa çıktı ve Dünya yörüngesel uyumunu yitirdi. Ancak, o zamanlar Dünya üzerinde şimdiki kadar çok insan yoktu. P: İnsanlara ne oldu?

 

L: (41 bin yıl önceki olayda) Dünya, daha Foton Kuşağına girmeden bile, okyanuslar büyük devinimlerle karıştı, kara kütleleri yerinden oynamıştı. Hayvanlar, molekülleri uyarıldığı için çok telefata uğradılar. İleri bir uygarlık, dünyayı gözleyerek bu tehlikeyi beklerken, bir yandan da okyanusun dibinde çok büyük bir fanus oluşturdu. Bildiğiniz gibi, hidrojen ve oksijen (ve dolayısıyla su) her türlü radyoaktiviteyi defeder. O ileri uygarlığın ileri gelenleri bunu biliyordu. O zamanki dünya nüfusu çok olmamasına rağmen, oluşturulan fanusun kapasitesi herkesi almaya yeterli değildi; bir seçim yaparak, koşullara uygun kişileri aşağı indirdiler. Antigenlerin etkisinin yaratacağı zarardan kaçınabilmek için, en az 10 yıl okyanusun derinliklerinde kalmaları gerektiğini hesaplamışlardı. Benim dünyamın bilimadamları da yardım için Dünya’ya gelmişti. Bizimkilerden bazları fanusu incelemek üzere aşağıya indi. İncelemeleri sonunda, bazı hayvanları seçtiler. Fanusun çok kalabalık olmaması için, memeli hayvanların çoğunun salgı bezleri durduruldu; bizim yöntemlerimizle yapıldığında, bunun hayvana hiç bir zararı olmamaktadır. Çünkü, türün devamı istendiğinde, salgı bezleri yeniden çalıştırılabiliyordu. Eğer bilim adamlarınız bunu bilseydi, doğum kontrolü için o kadar çok kimyasal madde kullanmazdınız.

L: Zamanınızdan binlerce yıl önce, şimdiki kıtalarınızın tümü tek bir kara parçası oluşturuyordu. Bunun üzerinde yaşayan uluslarda birbirine oldukça yakındılar. Ancak, bir gece, deniz, sizin ‘Atlantis’ dediğiniz kenti yutuverdi. Sulara bir gecede gömülen Atlantisliler oldukça bilgiliydi ama daha çok bilgilenerek Dünyaya ve hatta galaksinin bu köşesine egemen olmak gibi bir hırsları vardı. Atlantisliler köken olarak, güneş sisteminin, sizin Maldek dediğiniz üçüncü gezegeninden gelmişlerdi. Bugün orası ‘asteroid’ kuşağı olarak bilinir. O zamanlar Dünya, güneş sisteminin 4.cü gezegeniydi. Bu göçmen bilim adamları, bir kez Dünya’ya yerleşince; insanın kökenini araştırmaya başladılar. Bunun için, insan ve hayvan genleri arasında korkunç ve canavarca mütasyonlar ortaya çıkardılar, sadece genetik değil, klon yöntemini geliştirmek için de deneyler yaptılar. Bu deneylerde kullanılan insanların çocukları genetik mutasyona uğramış olarak doğdular; böylece, kendi kendilerine, tüm ulusu yok eden ve kontrol edilemeyen salgın hastalıklar türetmiş oldular. O zamanlarının büyük astronomi bilginleri, güneş sisteminizdeki her cismin hareketini tam olarak biliyorlardı. Antimadde silahını da kusursuz hale getirdiklerinde, bu silah yardımıyla, uzaysal objelerin yerelerini / yörüngelerini değiştirebilecek bir yol da keşfettiler. Yıldızlar, çok çok uzaklardan bile, uzay gemilerinin güç kaynağını oluşturabilecek bir enerji yayınlarlar. Atlantisliler elde ettikleri bunca güce karşın, bununla da yetinmeyerek; Maldek bilim adamlarının elde ettiğinden daha fazla güç kazanmak istediler. Bu hırsla, insanın ruhuna ve gezegenlerin, güneşlerin/yıldızların hareketini düzenleyen dinamiklere hükmetmek istediler. Bu hırsla geliştirdikleri bir silah, bir antinükleer reaktöre ve anti enerjiye sahipti. Böylece, aynı zamanda hem molekül parçalayıcı, hem manyetik denge bozucu, hem de güç nötralleştirici ve her çeşit enerjiye karşı alıcı gibi kullanılabiliyordu. Onunla, yaşamı ve hareketeleri kontrol edebiliyorlardı. Bu silaha ‘antimadde’ diye bir ad takmışlardı. Antimadde silahıyla, canlının psişik varlığını da darmadağın edebiliyorlardı. Bu silah Maldekliler’in elinde yoktu ve endişelerini yenemeyerek Dünya’ya geldiler; Atlantisliler’i bu projelerinden vazgeçirmeye çalıştılar ve barış içinde yaşamayı önerdiler. Atlantisliler, bu silahın onlara, gezegenlerarası bilim adamları arasında büyük bir güç ve ayrıcalık kazandırdığının farkına varmışlardı. Atlantisliler’in sürekli karşı koymaları üzerine; Dünyanın dengesini tehlikeye atma pahasına, silahı kendileri etkisiz hale getirmeye karar verdiler. Bu şekilde Maldek ile Dünya arasında bir yıl kadar süren savaşlar başladı. Maldekliler’e bazı ileri uygarlıkların güçleri de yardım ediyordu ve Atlantisliler’in durumu giderek güçleşmeye başlayınca Antimadde silahlarını kullanmaya karar verdiler. Maldek gezegeninin manyetik alanını kaybetmesine ve yakınındaki Mars’a çarpmasına neden olacak şekilde ayarladıkları silahlarını çalıştırdılar. Yörüngesinden çıkan Maldek çok enerji yitirdi. Bu enerji kaybından sonra Maldekli bilim adamları Dünyalıların saldırganlığını ve gücünü oluşturan silahı yoketmeye kesin olarak karar verdiler ve bir gece Atlantis’e yönelttikleri güçlü bir ışın ile kıtayı ikiye böldüler. O gece Atlantis sulara gömülmüştü. Gezegenin çeşitli yerlerinde büyük su baskınları, tufanlar görüldü. Dünyanın manyetik kutbu kayboldu; o zamandan beri de, olması gereken yerde değildir. Yekpare olan o kara kütlesi parçalara ayrılarak, iki büyük parça halinde iki yana (doğuya ve batıya) doğru hareket etmeye başladı. Bugün bile karalar, hareketlerini sürdürüyor; bu hareketlilik, o gece sulara gömülmüş bazı kara parçalarının yeniden su yüzüne çıkmasına neden olacak. Maldek ise, bir süre daha yörüngesel enerjisini yitirmeyi sürdürdü. Bu süre içinde Maldekliler, kendilerine sığınma hakkı tanıyan gezegenlere göçettiler. Sonunda Maldek gezegeni; Mars ve Jüpiter ve hatta Dünyanızla da çarpışmasını gerektiren bir yörüngeye girdi. Bu arada, adıgeçen yakın gezegenlere sürekli olarak göktaşları yağdırıyordu.

P: Bu çarpışmada, Atlantisliler’in o silahına ne oldu?

L: Evet, o kokunç silahda Atlantis’le birlikte sulara gömüldü ve halen; Florida açıklarında, Bimini dediğiniz adacıklar arasına rastlayan bölgede, denizin dibine gömülmüş büyük piramidin içinde duruyor. P: Hala okyanusun dibinde mi yani?

L: Evet, profesör; Yıldızlararası topluluk, şimdi eskisinden daha da endişeli. Çünkü, artık zayıflamış olmasına rağmen, eğer güneş ışınları tarafından aktive edilirse, Dünyanızda manyetik değişikliklere ve molekül bozulmalarına neden olabilir. Zaten, halen; durduğu yerde de bu korkuç silah korkunç etkilerini değişik şekillerde, hem de sık sık sergiliyor. Bu da bilim adamlarınızın dikkatini, o bölgede olup bitenlere çekiyor: O bölgede pusulalar, iletişim ve deniz trafiği sık sık aksıyor. Silah, okyanusun derinliklerinde ve dev bir piramidin içinde bulunmasına rağmen; hala, güneş enerjisi tarafından uyarılıp, aktive edildiği zaman, yaşam enerjisi algıladığında, enerji vorteksini (girdabını) harekete geçirmektedir. Ayrıca, çevresinde tepkime ile çalışan herhangi bir alet algıladığında, antimolekül alanının uyarıldığı kesindir. Kısacası, hala kullanılır durumda ve çok tehlikelidir. Sizin ona erişmeniz olanaksızdır; çünkü, gücü karşısında hemen yok olursunuz. Aslında onu ele geçirmek isteyen birçok yıldız toplumu var; ancak, Dünyanıza gelip araştırma ve analizler yaparak silahın yerini bulmaları ve onu oradan çıkarmaları için gereken izin, üstün uygarlıklar tarafından onlara verilmiyor. Ne onlar, ne de siz, antienerjiyi ve antimaddeyi kontrol altında tutacak ve onu etkisizleştirebilecek bilgiye sahipsiniz. Bu bilgi sadece üstün uygarlıklarda var. P: Bunu siz başarabilir misiniz, LYA?

L: Tabii, profesör; unutmayın ki, biz bir bilim ve keşif grubuyuz. Ancak, bu, dünyanızı antimadde güçlerine maruz bırakır. Biz ise yaşama saygıyı esas alırız. Sadece maddesel değil, ruhsal ve enerjisel yaşama da... Bizim ilkemiz, canlı türlerini yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmaktır.

P: Biz bir gün bu silahı kontrol etmeyi başarabilecek miyiz?

L: Bu koşullar altında, hayır. Şu andaki bilgileriniz, daha uzayda yolunuzu bulmak için gerekli olan hiper-uzay ilkelerini bile anlamaya yeterli değildir. Uzayın ve onun derinliklerinin içerdiği bilgileri anlamak için, milyonlarca saatlik uzay araştırmalarında bulunmanız gerekiyor. Tüm bunlardan dolayı ve kısacası; bu silahı, beşeriyetin korkunç genetik zararlara uğramayacak bir biçimde kontrol ederek yüzeye çıkaracak yeterli bilgiye henüz sahip değilsiniz. Onu, bir şekilde yüzeye çıkarsanız, yüzlerce km. uzaklıklarda bulunan kentler bile bir anda yok olabilir ve dünyanızın manyetik alanı kuvvetli bir değişime uğrar. Daha önce de belirttiğim gibi, birçok kozmik uygarlık onun yerini biliyor ve yakında siz de öğreneceksiniz; bilim adamlarınız onun bulunduğu yere gitmeye çalışacak. Ama içlerinden hiç biri, bu silahın aslında ne olduğunu ve nereden kaynaklandığını bilmiyor. Bu, uzaya yöneltilmiş antimanyetik alandan geçen birçok gemi rotasını şaşırıyor; bu da birçok kazaya yol açıyor.

P: LYA, gerçekten de ABD’li bilim adamları bu silahı farkettiler mi?

L: Tabii, söylediğim gibi, birçok bilimadamı bu bölgede olup bitenlerden endişe duyuyor. Dünyanızın, orada ne olduğunu öğrenmeye hakkı olduğunu biliyoruz; ancak, bu silahın varlığını öğrenmeden önce, toplumunuzun daha barışsever olması gerektiğine de inanıyoruz. Öyle ki, barış içinde yaşama ve bu silahı asla başka bir uygarlığa karşı kullanmama fikrini kabul etsinler. Ama zaman çok azaldı. Hatta şimdiden, yeterli zaman olmadığını söyleyebiliriz. Geri ırklar; bu isyancı, hırslı ve ihtiyatsız toplumlar, onu ne pahasına olursa olsun alırlar. Bugün Dünyadaki kuşaklar daha saldırgan karşılaşmalara doğru ilerliyorlar. Bizim Dünyamızda ve birçok başka Dünyada ise, çocuklar canlı olmanın bilincine varacak şekilde eğitiliyorlar, zekalarını bu yönde geliştiriyorlar; çünkü, birgün gezegen onların olacak. Biraz daha büyüdüklerinde de en yüksek nitelikleri, erdemleri kazanmak ve daha üst zeka düzeylerine erişmek için çalışırlar. Ama, ne yazık ki, sizin gezegeninizin çocukları, bugünden yarına şiddet içinde yaşıyorlar. Tüm o iletişim araçlarınız onlara, bir ülkenin ötekisiyle savaştığını gösteriyor. Çocuklarınız, bu savaşların niye yapıldığını bile bilmiyor. Bu olayların sürekliliği, onları da saldırganlığa itiyor. Yaşama saygı göstermiyorsunuz; sevginiz ise, koşullara göre değişiyor hemen. Oysa, sevgi; insanlara saygı duyabilmek için gelişmesi gereken bir duygudur ve insan saygısının başlangıcıdır. Böyle insani değerler artık yok ve çocuklara gösterilen dünya ise; şiddet, nefret, kin, hırs ve cehaletle dolu. Birbiriyle uyuşamayan güçlü ve mağrur toplumlar, barışın ancak savaşla elde edilebileceğini göstermeye çalışıyor. Dejenere olmuş bir dünyada böylesine aykırı koşullardan başka ne gelişebilir ki !

L: Şu anda elde ettiğiniz şeylerin tadını çıkaracak kadar bile uzun yaşamanın sırrını keşfetmediğiniz halde; gezegenin gücünü elde etmeye çalışıyorsunuz. Çünkü, çok küçük hedeflere sahipsiniz. Size, uygarlığınızı tehdit eden bu tehlikeleri anlatmamak, susmak, size ihanet olurdu profesör; bu, geçmişinizden size kalan, ancak bilemediğiniz korkunç bir miras... Ne yazık ki başka bir miras da, bu denli kısa yaşamanıza neden olan, genetik bozulmadır. Göreviniz, profesör; beşeri zihinlere, bilgi tohumları ekmektir. Bunu yaparsanız, bu tohumlar, en azından bazı zihinlerde yeşerecektir. Dünya insanı, çevresindeki tüm yaşam türlerine saygı duymayı öğreneceği bilimsel ve etik düzeye erişinceye dek, dünyanızda barış öncelik olmalıdır.

 

 

 

 

SiriusUFO'dan ALINTIDIR!

 

 

Çok yararlı bilgiler var arkadaşlar... Okumanızı tavsiye ediyorum... ;) Hepsini bir solukta okudum...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...