Jump to content

Türklerde Tabiatüstü Varlıklar ve Yerel İnanışlar


belfalas

Önerilen Mesajlar

Giriş

Türk halkbilimindeki sözlü gelenekler içinde insanların hayatını etkile-yen, inançlarla yakından bağlantılı, olağanüstü nitelikler taşıyan, gizli güçlere sahip oldukları kabul edilen, ancak ne oldukları pek bilinmeyen varlıklarla ilgili pek çok anlatı vardır. Bu anlatıların değerlendirilmesi, insanımızı anlamaya, onun hangi düşünce ortamında yaşadığını bilmeye, tanımaya hizmet eder.

 

Hem doğu hem batı kültürlerinde görülen ve inanç alanının ortak tasarla-dığı kimlikler diyebileceğimiz bu varlıklar, atasözü ve deyimlerimizde;‘cin fikirli, cin gibi aklı olmak, cin çarpmak, cini tepesine çıkmak, cinleri başına toplanmak, cinlerin cirit oynaması, cin başka şeytan başka, cin tutana bir muska kafidir, cadı kazanı, cadı suya batmaz, perisi alçak’ gibi ifadelerle yer alırken masallara da konu olmuşlardır. Ancak bu çalışmada cin – peri masalları ele alınmamış, onların ayrı bir inceleme konusu ya-pılması düşünülmüştür.

 

Bu varlıklara Anadolu’da yerine göre; cin, ecinni, cadı, peri, şeytan, üç harfli, iyi saatte olsunlar, pir (evin piri), sahip (evin, koyunların sahibi), bekçi (evin, koyunların bekçisi), mekir, ferişte, feriştah, Rüküş Hanım, İbrik Kalfa (Bayrı 1972: 199) gibi isimler verilirse de bunlar kimlikleri birbirine karışmış, iç içe geçmiş şekilde karşımıza çıkarlar. Değişik adlar-la anılan bu söylence yaratıklarının özel kimlik taşıyanları ise bizim araş-tırmalarımıza göre şöyledir.

 

Karakoncolos: Yurdumuzun farklı bölgelerindeki yaygın bir inanışa göre, kışın en soğuk günlerinde insanlara zarar veren bir varlıktır. Kendi-ne has özellikler taşır. Zemherinin (kışın en soğuk zamanı, ocak) ilk on iki gününde sokaklarda dolaşır, rastladığına “Nereden geliyorsun, Nereye gidiyorsun? Adın ne?” diye sorarmış. Verilecek cevapların içinde mutla-ka “kara” kelimesi olmalıymış (Kara Köy’den geliyorum, Karasu’ya gi-diyorum, Adım Kara Hasan v.b) Aksi takdirde Karakoncolos elindeki kocaman tarakla vurarak karşısındakini öldürürmüş. Bu durumdan ko-runmak için kış günleri evlerdeki taraklar ortada bırakılmaz, saklanırmış. Bu yaratık kış yarısının cini diye de adlandırılır (Boratav 1976: 99).

Sözlü kaynak verilerine göre bu cin özellikle yurdumuzun doğu Karade-niz bölgesinde Karakonculu, Karakoncilo, Koncolos, Yaban Adam gibi adlarla nitelendirilir ve kışın ormandan sahil köylerine fırtınayla geldiği-ne veya denizden çıktığına inanılır. İnsanı taklit eden ve maymuna ben-zeyen bu cin özellikle küçük çocukları ve yeni doğmuş buzağıları yemek-tedir. Bu durumu engellemek için ev sahibi kapıya yörede ‘kuymak’ adı verilen bir yemek koyar (Sürmene Güneşara Köyü) .

 

Congolos: Yozgat civarında karakoncolos’un adı congolos’tur. Evlere kışın ortasında, soğukların en fazla arttığı zamanlarda (10 ocak- 17 ocak) uğradığı için Yozgat’ta bu günlere “congolos ayı” denir. Mevsim tarifleri “congolos girdi, congolostan sonra” şeklinde yapılır. Bu yaratık, açıkta duran yiyecek küplerine tükürür, idrarını yapar, böylece hastalıklara se-bep olurmuş. Bu yolla hastalığa yakalanan insanlara ise ‘marazlı’ den-mektedir. Congolos bazen de uyuyan insanı, yakınlarından birinin sesini taklit ederek çağırır, uyanmazsa alıp götürür, dışarıda soğuktan donmaya terk edermiş. Pancar olan evlere gelmeyeceğine inanılan congolosun ev-lere uğramaması için pancar pişirilip, eşiklere gömülür veya lohusalara, dünürlere, sevilen kimselere verilirmiş (Özbaş 1967: 12). Bu varlığa yuırdumuzun değişik bölgelerinde koncolos, karakoncolos gibi adlar da verilmektedir.

 

Kara-kura: Erzurum ve Erzincan yöresindeki inanışlara göre bu tabiat üstü güç, albastı gibi lohusalara musallat olan, onları korkutarak, ciğerle-rini söküp götüren bir varlıktır (İnan 1987: 262). Konya civarında anlatıl-dığına göre, bu cin, keçiye benzeyen fakat kedi büyüklüğünde olan, in-sanların üstüne çökerek onları boğmaya çalışan bir yaratık şeklinde düşü-nülür. Gün ışığından korkar, güneş doğunca kımıldayamaz, ancak o za-man yakalanabilir. Ona yemin ettirdikten sonra köle gibi kullanmak mümkün olurmuş (Boratav 1984: 74-79). Kara-kura yatağında ekmek kırıntısı olan insanları da çok severmiş.

 

Böyle yataklarda uyuyanlar kara-kura tarafından bastırılır, kabus görür sıkıntı çekerlermiş (Kalafat 2000: 93).

Kara korşak: Erbil’de Türkmenlerin eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları bir cindir. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırırmış. Bu cinden korunmak için pantolonun düğmelerini açmak gerektiğine inanılır (Kalafat 2000: 69).

 

Kamos: Harput civarında görülen bir kötü yaratıktır. Tek başına uyuyan insanların üzerine bütün ağırlığı ile çöker, onların çarpılmalarına bazen de ölmelerine sebep olabilirmiş. Geceleri dolaşan bu cin anlatımlara göre bazen iriyarı, bazen de cüce görünüşlüdür. Başında daima bir börk taşır. Bir insan bu börkü kapmayı başarırsa elinde börk büyüklüğünde altın kalacağına inanılır. Zaman zaman kara kedi şeklinde de görülebilen kamosun bastığı kişi, kanının çekilip damarlarının kuruduğunu sanır. Kamos sözcüğünün kabus kelimesinin anlamı ile benzeşmesi dikkat çeki-cidir (Kalafat 1999: 26).

Kayış Ayak: Romanya Dobruca Türkleri arasında tesbit edilen, lohusalara musallat olan, hava karardıktan sonra ortaya çıkıp, şafak vak-tine kadar dolaşan bir cindir. Eğri bacaklı, korkunç görünüşlü bir yaratık-tır. Lohusanın omuzlarına ayakları önden sarkacak şekilde sımsıkı yerle-şir ve onu istediği gibi dolaştırıp, dilediğini yaptırır (Önal 1998: 52). Ay-nı adla anılan cin, Tire’de yaptığımız derlemelerde de tespit edilmiştir.

 

At binen cin: Caferi Türklerin inanışlarında gece atlara binerek dolaşan bu adla tanınan bir cin vardır. At sabahleyin terli ve yorgun bulunursa durum anlaşılır. Cin ata binince onun yelesini örermiş. Bu cini yakalamak için atın yelesine zift sürülür, onun buraya yapışması sağlanırmış. Bu şekilde yakalanan cinler yakasına bir iğne takılarak esir edilir, her işte kullanılırmış. Fakat esir cin bir gün elindeki ekmeği bir çocuğa verir, onu kandırıp, iğneyi çıkarttırır, kaçarmış (Kalafat 2000: 271).

Çarşamba Karısı: (Çarşamba cadısı) Çarşamba günleri ortaya çıkan, dişi, korkunç görünüşlü bir varlıktır. Dolaşma hakkı bir günle sınırlı ol-duğundan her yeri çabucak gezer. Bu yüzden amaçsız, hiçbir iş yapmadan ortalıkta dolaşan insanlara “Çarşamba karısı gibi gezip durma” denir (Ti-re, Ödemiş, Bayındır).

 

Ağırlık: Yurdumuzun hemen her yöresinde yaygın olarak bilinen, derin uykuda olan insanların üzerine çöken, bütün gücüyle bastırarak onların uyanmalarını engelleyen, korkutup, boğulmalarına sebep olan kötü bir tabiat üstü varlıktır. Üzerine ağırlık çöken insanlar uyudukları yeri bütün ayrıntıları ile gördüklerini, bağırmak istediklerini, fakat seslerinin çıkma-dığını, üzerlerindeki güçlü kuvvetli biriyle mücadele ettiklerini, haykıra-rak uyandıklarını söylerler. Aynı sıkıntıları yaşatan bir diğer kötü cinin adı “karabasan” dır. Bu farklı anlatılara göre Türkiye’nin bazı bölgele-rinde canlı bir varlık olarak tasavvur edilirken (Ankara) bazen de korkunç bir rüya olarak adlandırılır (Konya, Anamur, İstanbul).

 

Albastı: “Al, alkarısı, alanası, alkızı, albasması, alarvadı, alacama, albıs, almış” gibi adlarla anılan, hemen hemen bütün Türk dünyasında görülen olağanüstü varlıklardan biridir (Acıpayamlı 1974: 80, İnan 1972: 169). Bu yaratık şamanizmdeki Al ruhunun günümüzdeki temsilcisi sayılabilir. (Genç 1999: 18). Elazığda buna “Elkarısı” da denmektedir (Yılmaz 1967: 215) Keçi, tilki, kedi, köpek, buzağı, örümcek, kuş, gelin, kefenli ölü gibi çeşitli kılıklarda görünürse de daha çok, uzun boylu, uzun par-mak ve tırnaklı, dağınık saçlı, yağlı vücutlu, el ve ayakları küçük, dişlek, bir bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, çıplak gezen, göğüslerinden birini geriye atmış, tepesinde gözü olan çok çirkin, al gömlek giyen bu yaratık (Acıpayamlı 1974: 75). Muğla’da denizden çıkan ve yalnız bırakılan çocukları çalarak dalgaların dibindeki evine götüren bir kadın olarak ta-sarlanmaktadır (Boratav 1976: 99). Dobruca Türkleri onu sarışın ve şiş-man bir kadın (Önal 1998: 52), Fergana Özbekleri pejmürde kılıklı, dağı-nık saçlı bir kocakarı, (İnan 1987: 261) Gagavuzlar bir dev olarak tasvir ederler (Güngör 1991: 43).

 

Kırgız-Kazak Türklerinin inanışlarına göre kara albastı ve sarı albastı olmak üzere iki ruh vardır. Kara albastı ciddi ve ağırbaşlı bir ruh olup sadece ocaklı insanlardan korkar. Sarı albastı ise hoppa ve şarlatandır İnsanlara dokunmama sözü verebilir, fakat fırsatını bulunca mutlaka zarar verir (İnan 1972: 166-173).

 

Albastı’nın en çok lohusalara ve bebeklere düşman olduğuna, lohusanın ciğerini sökerek suya attığına veya yediğine, bu yüzden elinde ciğer bu-lunan bir kadın görülürse hemen yakalanması ve üzerine iğne, çuvaldız gibi bir metal parçası takılması veya zift dökülmesi gerektiğine inanılır (Şakir 1939: 32). Onu yakalayan kişi ocaklı olur ve ‘alcı’ adını alır. Al karısı, alcının soyundan gelen kadınlara zarar veremez.

 

Alkarısından korunmak için doğum yapan kadın kırk gün kırk gece dışarı çıkmaz. Ayrıca evde de yalnız bırakılmaz. Aynı zamanda baş ucuna Kur’an asılır. Yastığının altına bıçak, makas, demir para, iğne, çuvaldız, maşa gibi metal eşyalardan biri veya çörek otu, soğan, sarımsak kabuğu, süpürge konur. Bu ruhu kandırıp, şaşırtmak için orta yere erkek elbiseleri de bırakılır (Acıpayamlı 1974: 83). Şayet anneyi değil çocuğu al basarsa bu çocuk ‘ayyaş’ olacağı yani kendinden geçip bayılacağı için ‘ayyaş aşı’ pişirilip dağıtılır. Bu aş sokaktan geçenlerin yakılan ateşe bir odun atma-sıyla pişirilmektedir (Gökbel 1998: 95). Alkarısı kırmızı renkten korktu-ğundan lohusanın başına al tülbent örtülüp, yakasına kırmızı kurdela takı-lır. Ziyarete gelenlere kırmızı renkli şekerden (nöbet şekeri)yapılan şerbet ikram edilir. Gagavuzlar ise doğumdan üç gün önce ve üç gün sonra lohusaya su yerine rakı içirirler (Güngör 1991: 43).

 

Alınan bütün bu tedbirlere rağmen lohusanın çok ağrısı varsa, morarıyor, sayıklıyor, bayılıyorsa al bastığına karar verilerek bir hoca veya ocaklı çağrılır. Tüfek atılıp, tencere kapakları vurularak, gürültü yapılıp bu ruhu kovmak için uğraşılır.

 

Enkebit: İç Anadoluda görülen bir varlıktır. Anlatılara göre başında altın bir fesi vardır. Sağ elinin ortası deliktir. Uyuyan insanların boğazlarını sıkarak onları boğmaya çalışır. Başından fesini kapan kişiye dokunmaz (Çobanoğlu 2003: 137).

Hınkır Munkur: Yakaladığı insanları önce boğarak öldüren sonra da yiyen bir yaratıktır (Çobanoğlu 2003: 137). İnsana benzer, fakat göbeğin-de bulunan bulunan bir torbanın içinde yavrusunu taşır. En korktuğu şey üzerine idrar yapılmasıdır. Böyle tehdit edilirse ortadan kaybolur.

 

Demirkıynak: Bigadiç dağlarında yaşayan, her kılığa girebilen, korkunç sesler çıkararak insanların delirmelerine sebep olan, çok pis kokulu bir yaratıktır (Çobanoğlu 2003: 138). Sudan çok korkar. O göründüğü anda dere veya göle giren insanlara bir zarar veremez.

 

Cadı: Türk inanışındaki cadı kavramı hem olağanüstü varlıkların genel adlarından biri hem de kaynağını daha çok batılı efsanelerden alan özel bir varlığın adı olarak kullanılmaktadır. Rumelideki Türk yerleşim birim-lerinde cadı kabulü, geceleri mezarından kalkıp dolaşan, saçı, başı dağı-nık, tırnakları uzamış, pis görünümlü, rastladıklarını öldüren bir kadın şeklindedir. “Cadı gibi” sözleri de bu inanışı dile getirmektedir. Efsanele-re göre ölünün gömülmeden ışıksız bir odada bırakılması, üzerinden bir kedinin atlaması ölüyü hortlatır. Bu durumdan kurtulmak için mezarın üstünde ateş yakmak gerekir (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi II-2). Türk masallarında ise;büyü yapan, küp üstünde uçan, bin yıllık yolu bir anda alan, sihirli bir hırkası olan, çirkin yaşlı kadın motifi cadı olarak adlandırılır (Tezel, 1968: 553).

 

1833 yılında o zamanlar Türk idaresinde bulunan Bulgaristan’ın Tırnava kasabası kadısı Ahmet Şükrü Efendi, bu kasabada yaşanan bir olayı “Tırnovada cadı türedi, gün battıktan sonra ortaya çıkıyor, un, yağ, bal gibi şeyleri birbirine katıyor, yastık, yorgan ve bohçaları açıp dağıtıyor, insanlara saldırıp tecavüz ediyor ..... Bunu önlemek için Nikola adlı bir

cadıcıyla pazarlık ettik ...... Mezarlıkta cadıların yerini buldu. Kalpleri-nin üzerine kazık çakıp, kaynar su dökerek öldürdük” diyerek hükümete resmi bir mektup yazmış, bu yazı devletin o zamanlar resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin 19 Rebiülevvel 1249 tarih ve 68 numaralı nüsha-sında yayınlanmıştır (Koçu 1962: 310).

 

Şu anda Romanya sınırları içinde olan Sarıgöl’ün Çor ve Kırımşah köyle-rinde topraktan ve mezardan korkunç bir sesle kalkan cadılardan, bunla-rın evlere, hayvanlara zarar verdiğinden, çocukları tabanlarından emerek öldürdüğünden, ancak yüreklerinden yere çakılıp, üzerlerine kireç dökü-lerek yakılırsa yok olacaklarından bahseden anlatılar vardır (Saygı 1962: 150). Gagavuz Türklerinde ise ölüm saçan kambur bir yaşlı kadın şeklin-de düşünülen taun (meçikli), günahkar insanların mezarlarda hayvan şek-line girerek oluşturduğu, her şeyi yiyip yutan, salgın hastalıkları yapan obur (hobur), uzun gömlek giyerek, viranelerde çeşme başlarında oturan ve insandan korkan tılsım adlı cinler vardır (Güngör 1991: 39-43).

 

Şeytan: İslamiyetten önceki Arap inanışlarında “kötülük yapan cin” ola-rak dile getirilen şeytan kavramı, Yahudi, Hristiyan ve İslam geleneğinde Allah’ın yarattığı ilk insan olan Hz. Adem’e secde etmediği için cennet-ten kovulan, ‘baş kaldıran melek’ anlamında kullanılmıştır (Hançerlioğlu 1994: 582). Kur’an-ı Kerimde adı İblis olarak da geçen şeytandan (Bil-men tarihsiz: Ayet 7-11) çeşitli ayetlerde bahsedilir (Bakara-34, Ali imran-36, Nisa-117, Araf-11, Hicr-17-18, Nahl 98-100, İsra 26-27-53 vb.). Şeytan kurnaz ve hilekar olarak düşünülür. İnsanları doğru yoldan çıkarmak onun en önemli işidir. Türkçede; şeytan azapta gerek, şeytan diyor ki, şeytan dürtmek, yüzünü şeytan görmek, şeytan kulağına kurşun, şeytanın bacağını kırmak, şeytana pabucunu ters giydirmek (Aksoy 1984: 893) gibi pek çok deyimde adı geçen bu şeytan, yaptığımız olumsuz ve hatalı davranışlarımızın sorumlusu ilan ettiğimiz bir olağanüstü yaratıktır.

Şeytan resim ve karikatürlerde insan gövdeli, boynuzlu, sivri kulaklı, çatal ayaklı, kuyruklu, elinde mızrak taşıyan korkunç bir varlık olarak tasarlanır.

Peri: Cinlerin dişileri peri adıyla anılırlar (Doğan 1981: 811). Güzellik ve yardımseverlik sembolü olarak kabul edilen periler, problemleri çözme ve becerikli olma özellikleriyle de tanındıkları için daha çok masal kah-ramanları arasında yer alırlar.

 

Bunlardan başka yaptığımız araştırmada tarlaguzan, kalfa, keruş, keruşereş, İfrit, ferit, albız gibi olağanüstü varlıkların isimlerine rastladıy-sak da haklarında bilgi edinemedik (Taner 1983: 13). Bazı anlatılarda hırtik, çıtlık kuşu, kul, yol azdıran, gelincik (Çobanoğlu2003: 140) gibi isimlerle de karşılaştık.

Umacı, öcü, dev, gulyabani, dunganga, kuyu kızı gibi isim taşıyan yara-tıklar ise yaramazlık yapan, ağlayan, uyumayan çocukları korkutmak amacıyla uydurulan, her çocuğun kendi hayalinde korkunç bir şekilde canlandırdığı, var olduğunu ve kendisine zarar vereceğini düşündüğü varlıklardır.

 

Bu olağanüstü yaratıkların özellikleri ve yaşadıkları yerlere gelince; i-nanmalara göre, aslında aynen insanlar gibi fakat insanlara görünmeden topluluk halinde, padişahlar ve beyler tarafından yönetilerek yaşarlar. Erkek ve kadın cinsleri vardır. Evlenip çoluk çocuğa karışırlar. Çocukla-rını da kendilerinden olan varlıklar doğurtur. Hatta bazı güç doğumları da insan ebeleri kandırıp, kaçırarak yaptırırlar (Taner 1983: 12). Müslüman-ları ve kafirleri vardır. Eğlenceyi özellikle topluluk halinde def, darbuka, zurna çalıp, şarkılar söyleyerek eğlenmeyi çok severler. Bazen bu şenlik-lerine insanları da kaçırarak zorla iştirak ettirirler. Metamorfoz en bilinen özellikleridir. Her an kılık değiştirip, kedi, köpek (özellikle siyah ve be-neksiz), yılan, horoz, tavuk, deve, keçi, tavşan, tay, tilki, örümcek gibi hayvan, hayvanla insan arası bir yaratık, kefenli ölü, arap, gelin, uzun saçlı beyaz sakallı bir yaşlı evliya şekillerine girebilirler. Bazen ayakları ve kolları geriye doğru ters olup, anormal derecede büyük ve çirkin yara-tıklar olarak görünürlerse de (Karadeniz 1986: 5) genellikle küçücük, minik insanlar olarak kendilerini belli ederler.

 

Tabiat üstü varlıkların iyileri, kötüleri, hayırlıları, hayırsızları, dindarları hatta evliyaları vardır. Hayırsız olanları evlerin daha çok eşik, ocak başı, merdiven altı gibi yerlerini mesken edinirler. Bazen kendilerini yukarıda saydığımız kılıklarda gösterirlerken bazen de varlıklarını kilitli kapıları açmak, eşyaların yerlerini değiştirmek gibi çeşitli şekillerde belli ederler. Halk bu gibi yerlere tekin değil der. Burada yaşayan göze görünmeyen varlıkların insanı çarpacağına, ağzını, yüzünü eğeceğine inanır (Balcıoğlu 1952: 555). Tekin olmayan evlerin kira veya satış fiyatları çok düşüktür.

“İyi saatte olsunlar” ın önemli özelliklerinden birisi de bir anda ortaya çıkıp, aniden kaybolmalarıdır. Evlere anahtar deliğinden, bacadan, kapı altlarından süzülüp girebilirler. Hemen hepsi bilgilidir. İçlerinde cahil olanları pek azdır. Hastalanıp, sakat kalabilirler, ölümleri daha çok bir kaza sonunda olur. Ölülerini çöplüklere, tuvalet kenarlarına, pis yerlere gömerler. Onların mezarlıkları buralardır.

 

Görünmeyen bu varlıkların yaşadıkları yerler arasında açıktaki tuvaletler, çöplükler, ulu ağaçların dipleri, ormanlar, saçak altları, bulaşık sularının birikintileri, izbe, ürkütücü, korkunç yerler, mezarlıklar, ıssız dere yatak-ları, terkedilmiş değirmenler, küllükler, kuyu başları, pınar kenarları, nehir yatakları, denizlerin kirli bölgeleri (Sabri 1933: 143), göl kenarları, bataklıklar, çeşme önleri (Ülkütaşır 1933: 84), mağaralar, büyük terke-dilmiş evler, köşkler, kale ve saray harabeleri, hamamlar, samanlıklar, ahırlar, evlerin eşikleri, ekmek kırıntılarının döküldükleri yerler, oturul-mayan, kimsenin olmadığı bölgeler sayılabilir (Boratav 1976: 89). ‘İn-cin top atıyor’ deyimi buraları anlatmaktadır.

 

Cinler insanlarla bazen iyi bazen kötü ilişkiler kurabilirler. Ellerinden herşey geldiği için yapamayacakları hiçbir şey yoktur. Kızdırılmazlarsa veya kendilerine bir kötülük yapılmazsa genellikle kayıtsız kalırlar. Ba-zen bir yolcuyu yanlış yönlendirmek, olmadık bir yere tuvalet ihtiyacını yaptırmak gibi şakalar yaparlar. Bazen de durmadan bir insanın adını seslenirler. Buna önem verilmezse bir şey yapmazlar. Şayet kötü kelime-lerle tepki verilirse o insanı kaçırırlar. Böylece o kişi ecinnilere karışır. Zaman zaman kadın veya erkekler cinlerle evlendiklerini söyleyerek normal hayatlarından uzaklaşırlar. Bunlara da karışmış insanlar denir. Bu varlıklar kendilerine yardım ve mutlu edenleri ödüllendirirler. En büyük ödülleri sevdikleri kişiye soğan, sarımsak kabuğu hediye etmektir. Bunlar eve götürüldüğünde veya gün ışıdığı zaman altın olurlar. Bazen tersini de yaparlar, altın, gümüş, diye verdikleri sabahleyin soğan kabuğuna döne-bilir. Bu durum insanların yaşadıklarını bir başkasına anlatması halinde ortaya çıkar. Bunlar insanları kandırıp köle haline getirebilir, bütün işle-rini yaptırabilirler.

 

Cin ve peri padişahları adaletlidir. Şehir dışındaki ulu ağaçların altına mahkeme kurup, onların zarar verdiği insanların şikayetlerini dinlerler. Cin muhafızı tarafından mahkemeye getirilen cin, yargılanır. Şayet suçlu bulunursa ölüme bile mahkum edilebilir (Bayrı 1972: 199).

 

Ecinniler insana tek başınayken görünürler. İki kişi bir aradayken ortaya çıkmazlar. Gün ışığını sevmezler. Akşam karanlığı iyice çöktükten sonra gezmeye çıkıp, gün ışıyıncaya ve horoz sesleri duyuluncaya kadar dola-şırlar. Gece herkesin uyuduğu saatte Kur’an okunursa onların rahatça gezmelerine engel olunacağı için bunu istemezler. Okuyan kişinin yanına yaklaşmazlar fakat çeşitli şekillerde korkutarak yatmasını sağlarlar.

 

Tabiat üstü varlıkların insana verdiği zararlar; çarpılmak, uğramak, eriş-mek, karışmak, dokunmak, ilişmek gibi kelimelerle adlandırılır. Eskiden bazı Türk boyları cin çarpmasına ‘kovuç’ veya ‘kovuz’ diyorlardı (Kaşgarlı 1986: III, 163). Bu adlarla anılan hastalıkların sebep olduğu belirtiler olarak, insanın ağzının çarpılması, eğrilmesi, dilinin tutulması, kolunun çolak olması, kendini kaybedip çırpınması, sayıklaması, yürür-ken dengesini kaybetmesi, ayaklarının aniden tutmaması, yıkanmak iste-memesi, kirli, pis, saçlı sakallı dolaşması, mevsime uymayan kıyafetler giymesi (Hulusi Ahmet 1972: 94) şayet söz konusu bir çocuksa sürekli ve sebepsiz yere ağlaması sayılabilir. İnanışa göre dişi cinlerin çarpması daha tehlikelidir. Çünkü bunlar etraflarına erkek cinleri toplayıp grup halinde gezerler, (Taner 1983: 12) saldırgandırlar.

Bilinmez varlıkların verdiklerine inanılan zararlar bu kadar büyük olunca elbette bazı önlemler de geliştirilmiştir. Öncelikle bu varlıkların adları söylenmez. Bahsetmek gerekince “iyi saatte olsunlar, bizden uzak olsunlar” denir. Onları ürkütecek, kızdırıp korkutacak hareketlerden kaçınılır. Bu varlıkların yaşadığı düşünülen yerleri kirletmemeli, bulaşık sularını veya sıcak suyu akşam saatlerinde açığa ya da kapı önlerine dökmemeli, açık yerlerde tuvalet ihtiyacını gidermemeli, karanlık ve pis yerlere girer-ken, “Bismillah, destur, tu tu tu” demelidir. Bu sözlerle oranın sahiplerin-den izin istenmiş, gönülleri hoş edilmiş olur (Kalafat 1993: 50, 57). Özel-likle çocuklar bunları söylemeye çok dikkat etmelidir. Bazen sokağa kirli su dökmek gerekirse “ destur ya ahd-i Süleyman” denir. Cinler Süleyman Peygambere “senin adını anan kişiye dokunmayacağız” dedikleri için, bu sözlerle o sözleşme hatırlatılmış olur (Boratav 1984: 87). Küplere veya dolaplara yiyecekler konurken, yeni kıyafetler alınınca, kızların eşyaları çeyiz sandığına konurken “Besmele” çekilmezse, bunların bir kısmını cinlerin götüreceğine veya zarar vereceğine inanılır. Sandıklarda uzun zaman bekleyen beyaz kumaşlarda sarı bir leke oluşmuşsa “burada, şey-tan doğurmuş, Besmelesiz koymuşuz” denir. Köpeklere ekmek vermek, yedi mahalledeki cinleri kaçırmak için ak horoz beslemek de yapılan uygulamalardandır (Tanyu 1967: 93).

 

-alıntıdır-

kaynakça:

 

ACIPAYAMLI, Orhan (1974), Türkiyede Doğumla İlgili İnanmaların Etimolo-jik Etüdü, Ankara.

ADASAL, Rasim (1977), Medikal Psikoloji, İstanbul: Minnetoğlu Yayını,

AKSOY, Ömer Asım (1984), Deyimler Sözlüğü II, , Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.

BALCIOĞLU, Neriman Refik (1952), Anadoluda Cinler, Periler ve Devlere dair İnanışlar, Türk Folklor Araştırmaları, II, 35.

BAYRI, Mehmet Halit (1972), İstanbul Folkloru, İstanbul: Eser Yay.

BİLMEN, Ömer Nasuhi (tarihsiz) Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meâli Âlisi, Anka-ra: Akçağ Yayınları, 88.

BOLAY, Süleyman Hayri (1977), Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Anka-ra: Akçağ Yayını .

BORATAV, Pertev Naili (1984), 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek Yayınevi.

BORATAV, Pertev Naili (1976), Les Maitres de l’espace sauvage, Pratiques et representations de l’espace dans les communautes mediterraneennes, Pa-ris: Editions du Sentre National de la Recherche Scientifique

CAMPBEEL, Joseph (2000), Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, İstanbul: Kabalcı yayınevi

ÇELİK, Ali (1995), İslamın Kabul veya Reddettiği İslam İnançları, İstanbul: Beyaz Yayını

ÇOBANOĞLU, Özkul (2003) Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İ-nançları, Ankara, Akçağ Yayınevi.

GENÇ, Reşat (1999), Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.

GÖKBEL, Ahmet (1998), Anadolu Varsaklarında İnanç ve Adetler, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.

GÜNGÖR, Harun - ARGUNŞAH Mustafa (1991), Gagavuz Türkleri, Tarih-Dil-Folklor ve Halk Edebiyatı Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları / 1300.

HANÇERLİOĞLU, Orhan (1975), İnanç Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi

HANÇERLİOĞLU, Orhan (1994) İslam İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.

HJORLEİFOR, Rafn Jonson (1990), Ttolls Chifs and Children, Nort Nytt41, Forestillingsverden, Oslo

HULUSİ, Ahmet (1972), Ruh-İnsan-Cin, Ankara: Yüksel Matbaası,

İNAN, Abdülkadir (1987), Makaleler ve İncelemeler, Ankara: Türk Tarih Ku-rumu Yayınları.

İNAN, Abdülkadir (1933), Al ruhu hakkında, Türk, Tarih, Arkeologya ve Etnoğrafya Dergisi, I-1, Ankara.

KARADENİZ, Fikret (1986), Giresun Yöresinde Cin, Peri, Büyü, Cadı’nın İnanç ve Masallara Katılımı, Türk Folklor Araştırmaları, VII, 80-81

KALAFAT, Yaşar (1993), Gök Tanrı İnancından Günümüze Kadar Efsunlama “tu, tu, tu” Uygulamaları, Çukurova Üniversitesi Halk Kültürü Sempoz-yumu Bildirileri, Adana.

KALAFAT, Yaşar (1999), Doğu Anadoluda Eski Türk İnançlarının İzleri, An-kara: Atatürk Kültür Merkezi yayını.

KAŞGARLI, Mahmut (1986), Divanü Lügat-it Türk Tercümesi, (Hazırlayan: B. Atalay), III, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

KOCA, Salim (2000), Türk Kültürünün Temelleri II, Karadeniz Teknik Üniver-sitesi, Trabzon: Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını

KOÇU, Reşat Ekrem (1962), Tırnova Cadıları, Türk Folklor Araştırmaları, Sayı 154

MALİNOWSKİ (1990), Büyü, Bilim ve Din, Ankara: Kabalcı Yayını

ÖGEL, Bahattin (1975), Türk Mitolojisi II, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını

ÖNAL, Mehmet Naci (1998), Romanya Dobruca Türkleri, Ankara: Kültür Ba-kanlığı Yayını

ÖZBAŞ, Hasan (1967), Yozgatta Congoloz, Türk Folklor Araştırmaları, Sayı 12

SABRİ, Melâhat (1933), Cinler, Halk Bilgisi Haberleri, Yıl 3, Sayı 29

SAYGI, Osman (1962), Cadılar ve Cadıcılar, Türk Folklor Araştırmaları, VII, 150

ŞAKİR, Sabri (1939), Muhtelif Ruhlar Hakkında, Halk Bilgisi Haberleri, Sayı 98

TANER, Nuri (1983), Halk İnanmalarında Cin ve Cin Tutma, Türk Folkloru, IV, 43

TANYU, Hikmet (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara: İlahiyat Fak. Yayını,

TATLIOĞLU, Durmuş (2000), Türkmen Irımları (Halk İnançları) Cumhuriyet üniversitesi . İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas, Sayı 4,

TEZEL, Naki (1968), Türk Halk Edebiyatında Masal, Türk Dili, Halk Edebiyatı Özel Sayısı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayını, Sayı 207

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ(1977), Cin Maddesi, İstanbul: Dergâh Yayını, II.

ÜLKÜTAŞIR, M. Şakir (1933), Cinler ve Periler, Halk Bilgisi Haberleri, Yıl 3, Sayı 28

VİNGER; Ronald Grambo, (1964-65) The Lord Forest and Mountain Game in the Recent Folk Traditions of Norway, Fabula, 7 . Band, Berlin

YILMAZ, Mithat (1967), Elazığda El Karısı İnanması, Türk Folklor Araştırma-ları, Sayı 215

WESTERMARCK (1962), İslam Medeniyetinde Puta Tapınma Devrinden Arta-kalan İtikatlar, Cin, Ankara: Yeni Matbaa

 

Kaynak Kişiler

BİLEN, Ümmühan (1926 Ödemiş, Zeytinova doğumlu, Okur – yazar değil, ev hanımı, derleme tarihi 1989).

DUVARCI, Yüksel (1945 Beyşehir, Bayındır Köyü doğumlu, ortaokul mezunu, çiftçi, derleme tarihi 2001).

FAKIOĞLU;Binnaz, (1928 Tire doğumlu, İlkokul mezunu, ev hanımı, derleme tarihi, 1989).

FARSAK, Mustafa (1935 Anamur, Bozyazı doğumlu, ilkokul mezunu, seracı, derleme tarihi 2000).

GÜRLER, Lütfiye, (1955 Ankara, Elmadağ doğumlu, ilkokul mezunu, temizlik-çi, derleme tarihi 2002).

SANCAK, Safinaz, (Doğum tarihi bilinmiyor, Sürmene Güneşara köyü doğum-lu, ev hanımı, derleme tarihi 1993).

ÜNLÜ, Ahmet, (1950 Bursa doğumlu, ortaokul mezunu, berber, derleme tarihi, 1990).

ZAYIF, Hamdi, (İstanbul, Tuzla doğumlu, işçi, okur yazar, derleme tarihi 1999) KAPILIOĞLU, Ayşe (Tire doğumlu, İlkokul mezunu, ev hanımı, derleme tarihi 2000).

 

Supernatural Beings and Beliefs Concerning Them

Assist. Prof. Dr. Ayşe Duvarcı*

--------------------

bu yazıyı okumaktan çok keyif aldım. her zaman yerel inanışlar çok ilgimi çekmiştir. bu yazıda geçmeyen ancak sizin bildiğiniz başka varlıklarda varsa paylaşırsanız sevinirim:)

--------------------

bu yazıyı okumaktan gerçekten çok keyif aldım. her zaman yerel inanışlar ilgimi çekmiştir.burada geçmeyen ancak sizin bildiğiniz başka varlıklar varsa paylaşırsanız sevinirim:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

:D karamelo ha:D şekerleme gibi :rofl: yerşm ben onu..bizim ordada kuyu cadısı vardı benim küçüklüümde...mandalina bahçesi vardı da onun ortasında bi kuyu vardı bahşeye giren çocukları yılan şeklindeki saçlarıyla sarıp kuyuya çekiomuş...sanırım bahçe sahibinin uydurmasıydı:D artık ne kuyu kaldı ne de bahçe...her yeri apartman yaptılar :(
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

:D karamelo ha:D şekerleme gibi :rofl: yerşm ben onu..bizim ordada kuyu cadısı vardı benim küçüklüümde...mandalina bahçesi vardı da onun ortasında bi kuyu vardı bahşeye giren çocukları yılan şeklindeki saçlarıyla sarıp kuyuya çekiomuş...sanırım bahçe sahibinin uydurmasıydı:D artık ne kuyu kaldı ne de bahçe...her yeri apartman yaptılar :(

 

Yazık olmuş kuyu canavarına:) Hem de karamelo'yu neden sölemişti anlatiim:) Babam Almanya'dan bi şampuan getirmişti böle civciv şeklinde kapağı da yumutanın üst kırılmış yarısı gibiydi, sanki civciv yumutadan çıkmış gibi:) onun rengi sarıydı ama babaannem bunun kapkarası war adı karamelo demişti:) Bak bi tane daha war sölemeye utanıom ya bunu da annem beni korkutmak için sölüodu adı Drakula Memo:D:D:D Ben çok yaramazdım be :D:D:D:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

:rofl: :rofl: :rofl: :rofl: oyyyhhh...koptum yaa...drakula memo he mi:rofl: bizimde arkadaşlarla uydurduğumuz bi "beyaz adam"ımız vardı evimizin yakınlarında olan terkedilmiş bi evde yaşadığına inanırdık. geceleri tırsa tırsa gider "kim yanlız başına evde daha uzun süre durcak" oynardık:) sora bi gün evin içinde beyaz bi gölge gördük :scare2: bi dahada gitmedik :scare2:
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

:D eet betaz gölge biraz garip oldu:D şööle diyim betaz bi figür gördük...önce ööle duruodu bizde sokak lambasının yansıması sandık..soora hareket etti ve gitti :scare2: ama eminim biz o şeyden daha hızlı hareket etmişizdir :rofl: bi daha da yaramazlık yapmadım zaten:)
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnan senin yerinde olsam ben de aynısını yapardım:) Kesin o kaçış hızınızla dünya olimpiyatlarına girseydiniz birinci olurdunuz :D:D:D

Ben hiç akıllanmdım hep yaptım yaramzlığı ama şimdi akıllı sayılırım :D:D:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

nası yaramazlık yaparsın yaa..senin drakula memo'dan hiç mi korkun yoktu? :rofl: bak bana nasılda sakinleştim sora:D (aslında daha sonrasında fincanla cin çağırma seanslarına geçtim:rofl: pek sakinleştim denemez aslında...sadece o eve gitmedim:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

nası yaramazlık yaparsın yaa..senin drakula memo'dan hiç mi korkun yoktu? :rofl: bak bana nasılda sakinleştim sora:D (aslında daha sonrasında fincanla cin çağırma seanslarına geçtim:rofl: pek sakinleştim denemez aslında...sadece o eve gitmedim:)

 

Drakula Memo korksun benden :rofl::rofl::rofl: O seanstan ben de yaptım:D Arkadaşımın annesi vefat etmişti :(,banyoda elektrik çarpmış, biz de onun ruhunu çağırmak için yaptık o seansları, hem de banyoda kapkaranlık iken:D Tabe elimiz bi kere bi çarpıldı bi daha hiç yapmadım sonra :D Korktum be:(:(:(

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kara korşak: Erbil’de Türkmenlerin eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları bir cindir. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırırmış. Bu cinden korunmak için pantolonun düğmelerini açmak gerektiğine inanılır (Kalafat 2000: 69

 

töbe töbe :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kara korşak: Erbil’de Türkmenlerin eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları bir cindir. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırırmış. Bu cinden korunmak için pantolonun düğmelerini açmak gerektiğine inanılır (Kalafat 2000: 69

 

töbe töbe :D

 

:rofl::rofl::rofl:banada ilginç geldi:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yazıda geçmeyen ama benim bildiğim bir tür aktarayım (Ege bölgesinden)

 

Geziciler: Köyde birileri öleceği zaman bunlar gece herkesin uyuduğu saatte ellerinde zillerle, teflerle sokaklarda gezerler. Ama onları herkes göremez, görenler genelde ihtiyarlardır.

 

 

Cibil tavuğu: Bunlar da öğle vakti siyah tavuk kılığında meydana çıkan cinlerdir. Köylerde yalnız başına gezen çocukları kaçırır ya da çarparlar. Yetişkinlere birşey yapamazlar, sadece çocuklara zarar verirler. Bunlar tarafından çarpılan çocuklara çalınmş denir ve hocalara okutulmaları gerekir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

elinize sağlık çok güzel yazı :) Bizim apartmanında en üstünde kapalı bir oda vardır bu oda asansör ve çatıya çıkan oda. Bize göre de orada cadı vardı :D Biri asansörü çağırdığında oradan korkunç sesler gelince bizde koşarak cadı uyandıı diye apartmandan aşağı koşardık :D Hey gidi günler neyse benim duyduğum bir kişi öldüğünde dışarıya bir şişe su veya bir bardak su konulursa ölen kişinin geleceği konusundaydı. Hatta halamlar babaannem öldüğünde denemişler. Dışarıya bir bardak su koymuşlar. O sırada hızlı bir şey üzerlerinden geçmiş ve bardağı devirip gitmiş. Hepsi tabi üç buçuk Bir de karaburun'da koreli dayının (büyük dayı) gördüğü denizkızı olayı var. Karaburun da bir köyün orada mağara varmış (bu gerçekte ismini hatırlamıyorum.) Babamın amcası Kore'den gelmiş ve bu mağarada yıkanıyormuş. Derken kayanın üzerinde bir denizkızı görmüş. Ve ona öyle aşık olmuş ki sürekli onu anarmış. Uzun altın rengi saçları varmış. Denizkızı hemen kayadan atlayıp denizde kaybolmuş. Burası gerçek mi kimse bilmiyor ama büyül amcanın dediğine göre gerçekten denizkızını görmüş,i o kadar aşıkmış ki hergün o mağaraya gidip ah anastasya diye kayaya bakar durumuş. Bİr daha hiç görmemiş ama ömrü hayatı boyunca öyle güzellik görmediğini söylermiş. Halamlara babamlara anastasyayı (denizkızının adı buymuş) anlatırmış. Köydekiler Kore den geldiği için delirdiğini düşünüyorlarmış. Büyük ihtimalle hayal olabilirmiş. Ama orada birkaç kere daha gören olmuş. Büyük amcanın aşık olduğu, hergün o mağaraya gidip onu beklediği doğru ama denizkızı gördüğünü kimse doğruluyamıyor. Sadece halamların gördüğü bu Koreli amcan gittiğinde birden köpüklü köpüklü dalgaların çıkmasıymış.

 

cibil tavuğunun ismini bilmiyordum ama bu olayı biliyorum. Cinlerin kara tavuk kılığına girmiş halleri bir arkadaşım anlatmıştı ninesinin başından geçmiş ayağıyla ittirmiş ve çarpılmış. Kış kış dememek gerek ve kesinlikle dokunmamak ayakla ittirmemek gerekirmiş inanca göre öyle :)

 

--------------------

Abra, Altay şamanlığında, yeraltındaki büyük denizde (Tengiz) yaşadığına inanılan, Erlik hizmetlisi, timsah biçimli efsane yaratığı. Abura diye bir söylenişi de vardır. Yeşil bir kumaştan yapılmış ve örgülerle süslenmiş Abra'nın tasviri, şamanın giysisine asılır. Abra'nın başı puhu tüyleri (ülberk) ile süslenir. Gözü, parlak bakır düğmelerden, ayakları da genellikle kırmızı kumaşlardan seçilmiş yamalardan yapılır. Bunlara, örülmüş dokuz püskül eklenir.

 

kara kırnak:

Türkmenlerin demonolojik görüşlerinde, ırmaklar ve bu anlamda suyla ilintili olan şeytanî bir karakter. Ancak onun hakkında inanışlar belli yerlerle sınırlıdır ve Türkmenlerin tamamında pek fazla yayılmamıştır.

İnanışlara göre "Kara kırnak"; kadına benzeyen, bedeni baştan başa kıllarla örtülü bir varlıktır. Suda olan bir insanın üstüne gelip, zarar verebilir. Onun için en eski zamanlarda çocuklarının suda oynamasından ve boğulacaklarından korkan anneler, onları "Kara kırnak" ile korkuturlardı. Ondan söz edilirken, adına bazen "Su sahibi", bazen de cin denilir.

 

 

 

şahmeran (bu biliniyor artık iyice :) ): Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan, Meran adı verilen doğaüstü yaratıkların başındaki hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık. Farsça yılanların şahı anlamına gelen "şah-ı meran" dan gelir. Ancak, Şahmeran'a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dişidir. Akdeniz bölgesinin Tarsus ilçesinde yaşadığına inanılıyor.

 

 

vikipedi'den bulduklarım bunlar :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bahamut (Arapça: بهموت Bahamūt) Arap mitolojisinde orijinalde su ile ilgili bir figür. Fakat modernizasyon işlemi sırasında bu figür büyük oranda değiştirilmiştir. Bahamut engin bir denizde yaşayan dev bir balıktır. Kujuta isimli dört bin göz, kulak, burun, ağız, dil ve ayağa sahip dev bir boğayı destekler.

 

Ejderha: Efsanevi bir yaratık olan ejderha (Türkçesi Evren) çoğunlukla büyüsel veya ruhani güçlere, özelliklere sahip, kuvvetli ve büyük bir yılan veya başka bir sürüngen olarak tasvir edilmiş, tanımlanmıştır. Batı tasvirleri genellikle kanatlıyken, Doğu'daki tasvirlerde genellikle kanat bulunmaz. Ejderhalarınkine benzer özellikler içeren efsanevi yaratıklar neredeyse her kültürde mevcuttur. Hatta ejderha Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerinin simgesidir. Ve çoğu zaman iki yüzlü düşmanları belirtmek için 2 başlı ejderha deyimi kullanılır.

 

Abra: Altay şamanlığında, yeraltındaki büyük denizde (Tengiz) yaşadığına inanılan, Erlik hizmetlisi, timsah biçimli efsane yaratığı. Abura diye bir söylenişi de vardır. Yeşil bir kumaştan yapılmış ve örgülerle süslenmiş Abra'nın tasviri, şamanın giysisine asılır. Abra'nın başı puhu tüyleri (ülberk) ile süslenir. Gözü, parlak bakır düğmelerden, ayakları da genellikle kırmızı kumaşlardan seçilmiş yamalardan yapılır. Bunlara, örülmüş dokuz püskül eklenir.

 

Yelbegen: Zaman zaman yedi başlı dev ya da bir evren (ejderha) olarak tanımlanan mitolojik canavar.

Yedi başlı Yelbegen, adlı büyük dev varmış,

Öç alır ay güneşten, onları yer yutarmış.

Büyük Tanrı Bay-Ülgen, aya bakar sararmış,

Ayı bitirip yiyen, bu deve ok atarmış.

Dev bazan yıldızları, kovalar götürürmüş,

Sonra da parçalarmış, ağzından tükürürmüş.

Yıldızlar bu azgından, kaçarmış hep göklere,

Dev onları ağzından, saçarmış hep göklere.

Altay mitolojisinde Ay'ı yiyerek onun küçülmesine (Ay tutulması) yol açan göksel canavar; Yilbüke, olarak ta tanımlayabileceğimiz Yelbegen'in neden olduğu ay tutulmasından sonra Altay Türkleri "Yine Yelbegen ayı yedi" derlermiş.

 

Yutba: Altay tasarımlarında, Yeraltı Denizi'nde (Tengiz) yaşadığına inanılan, çatal kuyruklu ve dört ayaklı olarak algılanan yılan, yeraltı canavarı. Bazı metinlere göreyse Doymadım ırmağının kıyılarında yeşil baldırlı, beyaz göğüslü, büyük kayığa benzer çeneli korkunç canavarlar vardır. Bunlara Yutpa denir. Yutpa'lar Erlik sarayının bekçileridir. Zaman zaman Abra'nın karşıtı olarak kullanılır.

 

Şaman giysisinde, cübbenin bir yanında yer alan, yeraltı canavarı olarak algılanan yılanı temsil edecek biçimde çatal kuyruklu ve dört ayaklı olarak tasarımlanan, kötü ruhlardan koruduğuna inanılan, siyah kumaştan şerit.

 

Emegen: Emegenler; Kafkas efsanelerinde anlatılan çirkin, insanüstü, zaman zaman birden fazla başı olan dev varlıklardır. Yine Nart efsanelerinde emegenlerin sayıları pek çoktur ve her üç ayda bir doğum yapmaktadırlar. Her doğum sırasında ise yüzden fazla çocuk doğurmaktadırlar. Nart kahramanları sürekli emegenlerle savaş halindedirler. Nart kahramanları bilek güçleriyle ve üstün zekalarıyla emegenleri her zaman yenmeyi başarsalar, sürekli galip gelseler de, emegenlerden çok çekinmektedirler. Çünkü emegenler, yakaladıkları zaman Nartları yemektedirler.

Nart destanların göre dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağı emegenlerdir. Eğer emegenler olmasaydı dünyada hiçbir kötülük olmayacaktı. Tanrılar, yeryüzünü emegenlerin kötülüğünden korumak için Nartları yaratmıştır. Bu yüzden Nartlar sürekli emegenlerle savaşıp durmaktadırlar. Emegenlerin anlatılmadığı hiçbir Nart destanı yoktur.

 

Erklik: Eski Türkler'in düşüncesinde,şeytan kavramının karşılığı Erklig idi. "Erk" sözcüğü, Türk şivelerinde bugün de kullanılır ve ;kudret-güç; anlamına gelir. Erklig kelimesindeki -lig (-lıg, -lig, -lug, -lüg) eki bir yapım eki olup, herhangi bir özelliği kendinde bulundurma anlamı taşır ve günümüzde -li (-lı, -li, -lu, -lü) şeklinde kullanılır. Dolayısıyla Erklig kelimesi erkli, güçlü, kudretli anlamına gelir. Erklig'den bazen "Erklig Kan" diye bahsedilir ki buradaki "Kan" kelimesi, bugün "Han" olarak kulandığımız ve kıral anlamına gelen sözcüğün eski söyleniş biçimidir. Erklig kelimesi, güçlü-kudretli-kuvveti anlamında bir sıfat olarak Eski Türkçe metinlerde de yer alır. Günümüz Altay Türkleri'nin açıklamasına göre de Erlik sözcüğü (günümüz Altaylılar'ı Erklig'e, Erlik derler) ;kuvvetli-güçlü; anlamına gelir.

 

Erklig, yer altındaki kötü ruhlar topluluğunun başıdır. Günümüz Altay Türkleri Kara Nemeler'in yani Kötü Ruhlar'ın başkanına Erlik, Saha (Yakut) Türkleri ise Arsan Dolay adını verirler. Erklig'in başında bulunduğu bu kötü ruhlar toplumu, insanlara her türlü hastalığı, her türlü kötülüğü ve ölümü getirir. Bu kötü ruhlar, korkunç biçimli yaratıklardır. Erklig, Eski Uygurca metinlerde Erklig Kan yani;Güçlü Han, Kudretli Han ; olarak anılır.

Adını yakınlarında bulunduğu Altın Göl'den (Abakan'da) alan Altın Köl Yazıtları'nda Erklig, şöyle anılır:

 

"Bizni erklig adırtı." (bizi erklig ayırdı)

 

Altın Köl Yazıtları, birer mezartaşı oldukları için, buradaki ifadeden Erklig'in ölümle ilgili bir varlık olduğu ve insanları yaşamdan ayırdığı anlaşılmaktadır. Ölen kişi, Erklig Kan'ın tagtın (dağdaki ya da kuzeydeki) makamına götürülüp Tamu'ya (cehennem) veya Uçmag'a (cennet) yollanıyordu.

 

Yer altı ve ölümle ilgili bir varlık olan Erklig Kan'a verilen erklig sanı, aynı zamanda Çolpan (Venüs) yıldızına da aitti. Türkler'de Çolpan (Venüs); savaş, silah, zırh, ordu gibi askeri kavramların ve ölüm cezasının simgesiydi. Bir Türkçe metinde Erklig Kan, Çolpan ve yağız yer ile birlikte sayılmaktadır.

 

Eski Türk inancında ruhların/ruhsal varlıkların çoğu, gök ile yer arasında döndükleri için hem göksel yüzleriyle, hem de yer altındaki yüzleriyle gözükürlerdi. Yer altında dönmeğe başlayan göksel cisimler yani yir altınkılar (yer altındakiler), Erklig Kan ordusunu (Erklig Kan süsin)

 

oluşturarak kıyınçılar, ölütçiler (kıyıcılar, öldürücüler) olmaktaydılar. Bunlar, yek denilen ve kısmen insani, kısmen de hayvani yüzlerle betimlenen kötü ruhlarla eş tutulurdu. Yek ikonografisine benzeyen yarı insan yarı hayvan yüzler, Orta Asya göçebelerinin dikili taşlarında ve maskelerinde de görülür . Bu eserlerin Budizmden daha eski olmasından, Eski Orta Asya Türkleri'nde görülen Yek ikonografisinin göçebe sanatı maskelerinden geliştiği anlaşılmaktadır.

 

BaşkurtT ürkleri'nin Gök Tanrı'ya inandıklarını belirttikten sonra, biri ölümü yöneten on iki ruhun varlığına inandıklarını da söyler. Bu ölümü yöneten ruh, Erklig'in Başkurt çeşitlemesi olabilir.

Günümüz Türk boylarından şamanist inançta olanlarında Erklig inancı ve onun çeşitli versiyonları vardır. Ama bu inançların, Eski Türkler'deki Erklig Kan ile bire bir örtüşüp örtüşmediğini bilmiyoruz. Ancak şu söylenebilir ki, Altay ve Sibirya Türkleri'nin dış etkiler (Budizm, Maniheizm gibi dinler, İran mitolojisi vs) altında kalmasına bağlı olarak Erklig inancı bu topluluklarda doğal olarak değişime uğramıştır. Minusinsk civarında yaşan Türkler Erklig Kan'a İrle Kan - İl Kan, Buryat Moğolları Erlen Kan, Altay Türkleri de Erlik Han adını verirler. Ayrıca Yakut (Saha) Türkleri'nin inançlarındaki Arsan Dolay'ın, Erklig Kan'ın Yakut versiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Yakutlar, yer altının hükümdarı olarak ifade ettikleri Arsan Dolay'ın bir boğanın sırtında olduğunu düşünürler.

Altay mitolojisine göre Erlik,Ülgen = Gök Tanrı tarafından yaratılmıştır. Tamu'nun (=cehennem) üzerindeki bir yerde, aşağı dünyanın dokuzuncu katında oturur. Burada demir damlı bir sarayı, gümüşten bir tahtı vardır; sarayı kara demirdendir. Erlik, dokuz tabakadan oluşan yer altında kara bir güneş yaratmış, bu kara güneşin ışığıyla orasını aydınlatmıştır. Şaman dualarında Erlik, kendisinden çok korkulan bir varlık olarak ele alınır.

Erlik, her türlü hastalığı göndererek insanlardan kurbanlar ister. İstediği kurban verilmezse musallat olduğu oba ya da aileye ölüm ve felâket ruhlarını gönderir. Öldürdüğü kişilerin canlarını yakalayıp yer altındaki karanlık dünyasına götürür, kendisine köle yapar. Altaylı Türkler, özellikle hastalıkların kol gezdiği dönemlerde Erlik'ten çok korkarlar, kurbanlar vererek onu sakinleştirmeğe çalışırlar.

 

Erlik sağlam gövdeli, atletik yapılı yaşlı bir varlık olarak düşünülür. Gözleri, kaşları kara renklidir. Çatal sakalı dizlerine değin uzanmıştır. Yaban domuzunun azı dişlerine benzeyen bıyığı kulakları üzerine yerleşmiştir. Kara ve kıvırcık saçlıdır. Çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine benzer. Kana benzer parlak yüzlü Erlik'in, kara demirden kılıcı ve kalkanı vardır. Bineği kara at ya da kara boğadır (belki de öküz). Erklig Kan, Eski Uygur sanatında boğa ya da öküze binmiş olarak tasvir edilmiştir ki bunu, Osmanlı kozmolojisindeki dünyanın öküz üstünde durduğunu

anlatan efsane ile aynı köke bağlamak mümkündür.

Erklig'in Türk halk düşüncesindeki ve Türk sanatındaki yeri ve etkileri düşünülenin (daha doğrusu düşünülemeyenin; çünkü bu konuda bilginlerimiz yeterli ölçüde araştırma yapmamışlardır) ötesindedir. Aşağıdaki ''Öteki Kötü Ruhlar'' kısmında ele alınan kötü ruhlar ya doğrudan Erlik'in taifesindendirler ya da islami niteliklere büründürülmeğe çalışılmışlardır. Bu kötü varlıklara günümüzde özellikle Anadolu ve Altaylar'da inanılmaktadır. Tabi ki birkaçında ad değişikliği söz konusudur ama varlıkların işlevleri temelde aynıdır.

 

Erklig'in Türk sanatındaki etkileri de önemlidir. Türk sanatındaki cin ve şeytan tasvirleri, köklerini Erlik'ten alırlar. Özellikle Uygur duvar resimlerinde görülen bu tasvirler Topkapı Sarayı Kütüphanesi'ndeki Muhammed Siyah Kalem'in minyatürlerinde oldukça belirgindir.

 

ERLİK'İN OĞULLARI ve KIZLARI

 

Erlik'in dokuz oğlu, dokuz da kızı vardır. Dokuz oğlu, adlarıyla birlikte şunlardır:

Karaş.

Mattır.

Şıngay.

Kömür Kan.

Badış Biy

Yabaş.

Temir Kan

Uçar Kan.

Kerey Kan.

 

Altay şamanizmine göre Erlik'in oğulları yer altına inen şamana yol gösterirler. Erlik ve oğulları için zayıf ve hasta hayvanlar kurban edilir. Çünkü Altaylılar'ın inançlarına göre Erlik, kötü (zayıf ve sakat) kurbanlardan hoşlanır. Erlik'e asla at kurban edilmez. Ayrıca, Erlik'i simgeleyen şeyler ve tasvirler yapmak yasaktır. Erlik Han'ın oğulları babaları gibi kötü değildir. Bunlar, kötü ruhlardan insanları korurlar. Babaları için yapılan kurban törenlerinde hazır bulunurlar ve töreni yöneten kamın Erlik Han'ın yanına gitmesine öncülük ederler. Yeryüzündeki görevlerinden ayrı olarak Erlik'in oğulları yer altındaki gölleri, ırmakları, denizleri yönetirler...

Erlik'in kızları, kam (=din adamı) Gök Tanrı'ya (=Ülgen'e) kurban vermek için göğe çıkarken, kamı yataklarına çağırıp yolundan alıkoymağa çalışırlar. Kam, işini unutup Erlik'in kızlarının cilvelerine kanarsa başka ruhlarca cezalandırılır ve Tanrı'nın kurbanı kabul etmesi işi de tehlikeye düşer. Erlik'in kızlarından yalnızca ikisinin adı bilinir: sekiz gözlü Kiştey Ana ile Erke Solton

--------------------

Fantom (phantom), halk deyişiyle “hayalet

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

WAy bea :D neler düşünmüşüz :D Ne adlar var görüyormusunuz :D Cok keyifli bir yazı olmuş :D .

Bizdede bunlardan biri vardı. Sitenin 10. bloğunda kazan dairesine 2 kat inerdi. Diğer apartmanlarda 1 kat. Bizlerde küçüğüz tabe hep 10. bloğun oralarda oynardık. Oranın kapıcı amcası bize hep Burda Zincirli Dana var derdi. Giderseniz sizi buunuzlar derdi korkuturdu bizi. :D Ne günlerdi bee.. Ah aklıma nİlay geldi şindi :... Çok severdim kendilerini...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...