Jump to content

Cahit Sıtkı Tarancı


Dolunay

Önerilen Mesajlar

Yalnızlık ve Tarancı Nesli

Fatih BAĞCIOĞLU

 

http://www.antoloji.com/siir/sair/rs/56/56_b_8817.jpg

 

Devrimizin tanınmış şâirlerinden olan Cahit Sıtkı Tarancı, 1910 yılı Ekiminde Diyarbakır'da doğdu. Diyarbakır'ın ziraat ve ticaretle uğraşan köklü bir ailesine mensuptur.

 

Ailenin ilk çocuğu olan Cahit Sıtkı'nın çocukluk yılları Diyarbakır'da geçti. İlk tahsilini burada yaptı. 1924 yılında orta tahsilini yapması için İstanbul'a gönderildi ve Kadıköy'de Saint -Joseph isimli Fransız Lisesi'ne yazıldı. Burada dört yıl okuyan Cahit Sıtkı, daha sonra Galatasaray Lisesi'ne nakl oldu. (1928) Edebiyata, hususan şiire karşı alâka ve sevgisi daha önce Saint-Joseph'de başlamakla beraber, bu yıllarda daha da arttı. Galatasaray Lisesinde, aynı sınıfta okudukları şâir Ziya Osman Saba ile tanışıp dost oldu.

 

Lisede talebeyken ilk şiirleri çeşitli dergilerde neşredilen Cahit Sıtkı'nın mülkiye mektebine (Siyasî Bilgiler Fakültesi) girdikten sonra şiire karşı alâka ve sevgisi daha da arttı. Edebiyat dünyamıza büyük romancımız Peyami Safa tarafından tanıtılan sanatçının "ömrümde Sükût" adlı ilk eseri 1933 yılında basıldı.

 

Şâirin, bundan sonra, kendisini tamamen şiire verdiğini ve geri kalan herşeyi ihmâl ettiğini görüyoruz. Artık O'nun için derbeder, başıboş, âvâre, ve buhranlı bir hayat başlar. Okul da, memuriyet hayatı da, ona sıkıcı geliyordu. Arzuladığı tek şey vardı. Paris'e gidip, şiirinin ufkunu genişletmek. Nihâyet bu arzusu 1938 yılında gerçekleşti; fakat ikinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine 1940'da yurda döndü. 1941–1943 yıllarında vatanî vazifesini yapan şâir, askerlik dönüşü, İstanbul'a yerleşti. Daha sonra da Ankara'ya giderek Anadolu Ajansı'nda mütercimliğe başladı.

 

Bu yıllarda şâirin, akşam üstleri başlayan ve gece yarılarına hattâ sabahlara kadar devam eden içkili, perişân bir meyhâne hayatı vardır. İç âlemini saran bir boşluğun kendisince hissedilmesi, Cahit Sıtkı'yı böyle bir hayata sürüklemişti. Bu başıboş derbeder, buhranlı ve perişan hayat, sadece O'nda değil, devrinin hemen bütün genç şâirlerinde görülen bir hastalıkdı.

 

Aslında edebiyatçının hâli, yaşayışı, hayata bakış tarzı, eserlerinde işlediği duygu ve düşünceler, bize o devir cemiyetini bilhassa o devir münevverini tanıtır. Biz,

 

Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam.

Kabre, gülerekten girerim, sen gibi ürkmem.

 

onların eserlerinde, devirlerinin toplumunu, hele okumuşunu en açık bir şekilde görme, tanıma imkânına sahip oluruz. Dolayısıyle edebî eserleri sadece bir sanat eseri olarak değil, bir vesika olarak da okumak lâzımdır. Esasen çok mühim olan bu nokta göz önünde tutulabildiği sürece, devirleri ve nesilleri tanıma, devir ve nesillerin problemlerini anlama, bu problemlere çözüm yolları arama çok daha kolay olacaktır. Biz Cahit Sıtkı'nın şiiri üzerinde dururken bilhassa bu noktayı hatırlatmak istiyoruz. Cahit Sıtkı Tarancı'mn şiirlerinde işlediği iki geniş ve büyük tema, ölüm korkusu ve yaşama sevincidir. O'nun hemen her şiirinde ölüm korkusuyla karşılaşırız. Öylesine bir korku ki, hayatı âdeta yaşanmaz hale getirir. Ölüm Tehlikesi adlı şiirinde bu hâl çok açık olarak gözükür:

 

Hızla geç kalabalık caddeden;

Şoför milletine güven olmaz,

Çabucak sapıver sokağına;

Akşam karanlığı tekin değil,

Durma çal evinin kapısını,

Taş düşebilir komşu duvarından,

Ben geliyorum demez ki ölüm.

Kaza belâ adım basmadır

Kişi evde gerek aksamları;

Ölürse helallaşarak ölür..

 

Ölümden bu kadar korkan insan, hayattan lezzet alabilir mi? Fakat hayat onun için en üstün kıymettir ve o, Ölmemek şartıyla her mihneti kabule razıdır.

 

Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden.

Gördüğü duyduğu herşey şâire ölümü hatırlatır:

Selâ verildiğine göre,

Câmi-i kebîr minâresinde,

Günlerden Cuma olmadığı halde,

Muhakkak ölü var mahallede,

İşte!

Olup olacağınız bu cenâze:

Geçiyor caddeden vakur ve sâde,

Dalgalar misâli omuzlar üzerinde.

 

Türk edebiyatında, Cahit Sıtkı Tarancı ve devrinin bir kısım şâirleri kadar ölümden korkan ikinci bir nesil gösterilemez.

 

"Ölümden ne korkarsın, korkma ebedî varsın"

 

diyen Yunus Emre için ölüm, hiç de korkulacak bir şey değildir. Büyük şâir Mevlânâ, ölümü bir "Şeb-i arus" (düğün gecesi) sayar. Zira ölüm ebedî sevgiliye kavuşma için bir davettir, ebedî saadetin başlangıcıdır. Ondokuzuncu asra kadar, Türk edebiyatına bu duygu ve düşünce hâkimdir. Çünkü inanan insanın ölümden korkması, ölüme korkulacak bir nazarla bakması mümkün değildir.

 

Edebiyatımızda ölüm karşısında takınılan müsbet tavır Tanzimat Edebiyatı ile değişmeye başlar, gittikçe ağırlaşarak Servet-i Fünûn ve Meşrutiyet devri edebiyatlarında buhranlar doğurur. İnançsızlık ve buhranlar Cahit Sıtkı ve Orhan Veli neslinde had safhaya gelir. Çünkü ondokuzuncu yüzyıldan beri inanç temelleri sarsılan Türk okumuşu artık hiç birşeye inanmamaktadır. Bu nesil "derin temellere dayanmayan bir zevkperestliği hayat felsefesi olarak benimsemiştir... Mektep çağında Batı'nın materyalist düşüncesine dilbeste olan bu nesil, yaşama sevincini âdetâ bir din haline getirmiştir." Andre Gide'nin "dünya nimetleri" ona başka bütün haz ve lezzetleri unutturmuşdur. Ama herşeye rağmen ölüm vardır. Bir kâbus gibi şâiri takip eden ölüm korkusu, onu iyice hayata bağlar, en küçük bir hâdiseyi bile büyük ve güzel gösterir. Bugün adlı şiirde bu duygu çok güzel ifade edilmiştir.

 

Bugün masal değil,

Masaldan daha güzel, gerçek;

Bugün yeryüzünde olduğum gün!

Ayaktayım işte;

Asfalta amut,

Akasyaya muvâzî,

İnsanlarla omuz omuza,

Kurtla kuşla aynı kaderde.

Gülden lâleden farksız,

Fâniliğinde ömrün;

Herkes gibi dertli,

Ümitti herkes kadar

Ne de olsa memnun yaşamaktan.

 

Fakat şâir yine de huzursuzdur, çünkü hayat ne kadar güzel olursa olsun, insanın içindeki sonsuzluk duygusunu, ebediyyet arzusunu ortadan kaldıramaz, ölüm düşüncesi ile alt üst olan ve ızdırap içinde kıvranan şâir, Allah'ı arar, âdetâ bütün ızdıraplarının sebebini anlar gibi olur:

 

Şaşırdım kaldım nasıl atsam adım:

Gün kasvet, gece kasvet,

Bulutlar, sisler içinde kaldım;

Gök mavisine hasret.

 

* * *

 

Olmuyor seni düşünmemek Tanrım.

Ummamak senden medet.

Suyun dibine vardı ayaklarım;

Suyun dibinde zulmet.

 

* * *

 

Kalmadı ümidin soluk ve cılız,

Işığında bereket.

Ve ölüm, kapımda kişner, sabırsız

Bir at oldu nihayet.

 

Maddenin kendisini tatmin etmediği muztarib şâir bir arayış içindedir. "Fakat O, devrini ve neslini saran korkunç imansızlığı yenemez" (*) Hayatından memnun olmayan, ve bir nedâmet, bir günahkârlık duygusu içinde çırpınan şâire sanki bir el uzanmamış gibidir. Ve o kendini yapayalnız, mucrim ve çaresiz hiseder

 

Bilirim ne yapsam hata,

Yanlış, attığım her adım:

Ellerim elma dalında;

Âdem'le Havva ecdâdım.

 

***

 

Belli ne birdir ne iki;

Günahım başımdan askın.

Yârab sen de bilirsin ki

Bir sen varsın bana yakın.

 

***

 

Yaşaran gözlerime bak.

Ben yalan söylemek bilmem.

Herşeyim güneşten çıplak;

Nedâmet bende cehennem.

 

İşte Cahit Sıtkı nesli bu bunalım ve çırpınışlar içindedir, onlara içine düştükleri ümitsizlik girdabından kurtulamamışlardır. Türk edebiyatı üzerine yazdığı dikkate değer inceleme, araştırma ve denemelerle tanınan Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Cahit Sıtkı ve nesli için:

 

Bitirdi beni bu içki, bu kumar.

Ne saklıyayım gaflet ettiğimi?

Elimle batırmışım gençliğimi;

 

diyen, zavallı ve bedbaht şâire, devri ve muhiti dolayısıyla düştüğü hatalardan dolayı acımak lâzımdır. Orhan Veli, Sait Fâik ve Cahit Sıtkı, bu genç yaşlarında ölen üç kıymetli edebiyatçı, hayatları ve ölümleri ile bize, yıkılan ve kurtarılması lâzımgelen bir neslin mevcudiyetini haber veriyor" demekten kendini alamıyacaktır.

 

Cahit Sıtkı kendisi gibi gelecek nesiller hakkında da endişelidir. Şaşkın Dünya adlı şiirinde, bu endişe ne kadar gazel ifade edilmiştir.

 

Değil işlerimiz yolunda değil

Kaybettik eski düzen havasını

Dağda çoban denizde kaptan dâhil

Şaşıran şaşırana pusulasını

 

* * *

 

Daha sürer mi dersin du şaşkınlık

Yarını ne olacak dünyamızın

Biz yaşımızı başımızı aldık

Allah çocuklarımıza acısın.

 

Devrinin ve neslinin içinde bulunduğu şaşkınlık, bedbinlik ve çaresizliği şiirlerinde dile getiren Cahit Sıtkı, 1954 yılında felç oldu ve bir daha sağlığına kavuşamadı. 1956 yılında tedavi için gönderildiği Viyana'da hayata gözlerini kaparken kırkaltı (46) yaşındaydı.

 

 

 

(*) Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Edebiyatımızın İçinden, I. Baskı, İstanbul 1978, S. 192

 

Kaynak: sizinti.com.tr/konu.sizinti?SIN=6586a3bb7d&k=1580&340390930

 

 

ESERLERİ

 

ŞİİR:

Ömrümde Sükût (1933, 1968)

Otuz Beş Yaş (1946, 1982)

Düşten Güzel (1952, 1969)

Sonrası (Ölümünden sonra 1957, 1962)

 

MEKTUP:

Ziya’ya Mektuplar (Ölümünden sonra 1957. Ziya Osman Saba'ya mektupları)

 

ÖYKÜ:

Cahit Sıtkı'nın Hikayeciliği ve Hikayeleri (Ölümünden sonra Selahattin Ömerli derledi, 1976)

Bütün Şiirleri (Asım Bezirci derledi, 1983)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...