Jump to content

Peygamber Enok'un Kitabı Enokyan'ın Tarihçesi 18.yy Habeşistan


Seraphim

Önerilen Mesajlar

18. Yüzyılda Habeşistanda bulunan içinde tevrattanda bölümler bulunan Hz.İdris'in 3 Büyük dince kabul edilmeyen kitap hakkında düşünceleriniz neler? fikir paylaşımı için açtım bu konuyu . Adem ve Havvanın çocukları ile birlikte olan. Büyüyü öğreten düşmüş melekler "Fallen Angels" bahsediyor.

 

“Kitapta İdris'i de an. Çünkü o, özü sözü doğru olan bir peygamberdi. Onu yüce bir yere yükselttik” (Meryem Süresi 56-57) Kur’an-ı Kerim

 

1500 yıldır kayıp olan bir kutsal kitap, 1773 yılında Habeşistan’da bir manastırda bulundu. Peki hem Hıristiyanlar hem de Yahudiler neden bu kitabı ortadan kaldırmak istediler.

 

Enok (Hanok) hem Tevrat’ta hem de İncil’de anılmakta. Kuran’da Hz. İdris olarak anılıyor. Tufan öncesi bu peygamber Nuh’un büyükbabasıydı. Ölümü tatmadan 365 yaşında göğe alındı. Bazı eski yazarlara göre bilim ve sanatları, yazı yazmayı ilk öğreten kişi Hermes, Thoth ve/veya Merkür ile birdi.

Kitap, Tevrat gibi kutsal metinlerde anlaşılmayan ve kısa bir şekilde aktarılan birçok şeyi ayrıntılı bir şekilde betimliyor. Dehşet verici şeyler... Bunlar din adamlarını rahatsız etmiş olabilir.

Adem ve Havva’nın torunları dünyaya daha yeni nüfuz ederken Düşmüş Melekler yeryüzüne indiler... Tanrı’nın emirlerine karşı geldiler. İnsanlarla iç içe oldular. İnsanlara savaş, kozmetik, kıymetli taşlar ve günümüzde yaygın nice ilim ve sanatı öğrettiler. İnsanlarla düşüp kalktılar, melez çocukları dehşet saçan devler Nefilim’di. Sonra dünya çatırdadı, ekseni kaydı ve büyük bir tufan her şeyi alıp götürdü.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

nekadar dogru hatirliyorum bilmem ama cennete gittigi hakkinda asi meleklerde bi metin vardi ;

 

"orada karsima dünyada hic görmedigim kadar uzun boylu im adam cikti. Yüzleri günes gibi parliyor, gözleri lamba gibi gözümü aliyordu. dudaklarindan alevler fiskiriyordu. kiyafetleri kustüyü gibi görünüyordu ayaklari mordu, kanatlari altindan parlak, elleri kardan beyazdi"

 

-Hanokun kitabi

 

asi meleklerden alintidir gercekligi hakkinda yorum yapamayacagim :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

kesinlikle okunması gereken bir kitap yıllar önce ingilizcesini okumuştum ancak türkçeside yayınlandı. Bir çok konuya farklı bir bakış açısı getiriyor. . bence alıp okunması gereken kitaplardan. Helede mitolojiye meraklıysanız yada sümer tarihini incelediyseniz çok ilginizi çekecektir, kafanızda bir çok yeni düşünce oluşacaktır. kitabın ingilizcesini ücretsiz internette bulabilirsiniz Türkçeside zaten çok pahalı değil.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nephilims(Gözcüler,Düşmüş Melekler)Ve Tanrılar Bizden Utandı Ve Bizi Unuttular!!!

İbrani folklorunda adları "Nefilim". Eski Mısır'da "Neter" olarak adlandırılıyorlar. Sümer, ilk kez adlarının duyulduğu yer. Bütün bu kültürlerde ortak olan ve "Gözcü" olarak nitelenen bu "sıra dışı" varlıklar birer mit mi, yoksa gerçek mi?

Kim Bu "Gözcü"ler?

 

İbrani mitlerinde ve Tevrat'ta onlara "Nefilim" diyorlar. Eski Mısır'da adları, "Neter". Sümer mitlerinde "Anunnaki" diye geçiyorlar. Diğer yandan "Sümer" sözcüğü, "Gözcü'lerin ülkesi" anlamına sahip. Hangi adla anılırlarsa anılsınlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere ilişkin mitlerde başrol onların. Eski diller uzmanları, Antik Çağ kültürlerine şaşılacak biçimde net biçimde damgasını vurmuş bu esrarengiz varlıkların, neredeyse bütün eski uygarlıklarda "gözcüler" olarak adlandırıldıklarını söylüyorlar. Sözünü ettiğimiz dönem, İsa'dan en az 3000 yıl öncesi. İyi ama, "geç neolitik" olarak adlandırılan dönemin bütün uygarlıklarının literatürlerine benzer ifadeler ve anlatılarla girmiş bu "Gözcü"ler kimler? Neyi ya da kimi "gözlüyorlar"? Bütün bunlar yalnızca antik Çağ insanlarının düş güçlerinin bir ürünü mü, yoksa gerçekten bugün anıları silinmiş, izleri bulunamayan, haklarında hiçbir şey bilmediğimiz birileri, bu gezegende yaşamışlar mı?

Mitler ve Gerçekler

Sürekli vurguladığımız gibi, bilginin az olduğu ya da bazen üzerinin örtüldüğü yerlerde, spekülasyonların başını alıp gitmesini engellemek mümkün değildir. Bilimsel yöntemlerden, bilimsel şüphecilikten (scepticism) ve somut bulgulardan başkasına güvenmemekten söz ederken, aynı şüpheciliği şu anda bildiğimizi varsaydığımız alanlara uygulamamak, bazen spekülasyonlardan da olumsuz sonuç verir. Bilim, eğer "gerçeği aramak" amacını içeriyorsa bizler için, bu aynı zamanda kurumlaşmaya, bilimsel otokrasiye de karşı çıkmamızı da gerektirir. Herhangi bir alanın "spekülasyona açık" olması bizi ürkütmemeli; verileri doğru okumak, burada anahtar sözcük niteliğine sahip. Ortodoks bilim ve akademisyenler, çoğu kez içinde bulundukları "bilimsel bürokrasi"nin ellerini kollarını bağlayıcı hantallığı ve "ağaçlardan ormanı görememe" alışkanlığı nedeniyle; yeni ve sarsıcı düşüncelere baştan olumsuz tepki vermeye eğilimlidirler. Hele bu, onların "Akademisyenler Olimpos'u"nun dışından geliyorsa. Arkeoloji ve arkeoastronomi, 21. yüzyılın başlarından bu yana bu sorunu yoğun biçimde yaşıyor. sıra dışı olduğu varsayılan düşünce ve teoriler yalnızca dışlanmakla kalmıyor, bir de aşağılanıyor kendilerini "bilimsel şüpheci" diye adlandıran Ortodoks çevrelerde. Oysa tarih, uzun ve yavaş bir yürüyüş. Geniş dilimler halinde onu incelediğimizde, her aşamasında Ortodoksinin engellemelerini ve inanılmaz tutuculuğunu fark ediyor, ama uzun vadede "sıra dışı" varsayılan fikirlerin yaşadığını görüyoruz.

"Neter"ler ya da "Gözcüler" sorunu da yirminci yüzyılın bitmeyen tartışmalarından biri. Dogmalarla gözünü bağlamayan ve açık fikirli olmaya çaba gösterenler, bugün "mitler" deyip geçtiğimiz anlatıların bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynı ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak, bu metinlere daha farklı bakmamız gerektiğine işaret ediyorlar. Oysa Ortodoks bilim akademisyenlerinin yaklaşımı, oldukça farklı. Onlar, eski toplumları bütünüyle çözümlediklerine inanıyor ve ekliyorlar: "Din dindir, mitoloji de mitoloji. Bunları gerçek tarihsel olgularla karıştırmayın." Bunu söylerken de, bilerek ya da bilmeyerek, bugünün egemen dinlerinin yörüngesinde duruyorlar. Eşine az rastlanır bir ikiyüzlülük ve çifte standart uygulaması bu. Bir yandan somut bilimsel bulgular dışında hiçbir şeye prim vermemekten söz ediyorlar, bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen diniyle sürtüşmemeye çaba gösteriyorlar. Bunun kendilerine göre "etik" bir yolunu da bulmuşlar: "Bilim ayrıdır, din ve inanç ayrı." Oysa "inanmak ve inanç" sözcüklerinin egemen olduğu bir kültürde bilim ve bilginin her zaman bu çifte standardın gölgesinde kalacağını bilmezden geliyorlar. Ama ne gam; "bilimsel" kurumların birçoğunun bütçesini, Kilise'yi destekleyen holdingler, hatta bazen bizzat dini vakıflar sağlıyor. Çoğu üniversitede kürsü başkanları arasında en az bir Musevi var. Bilimin "beşiği" olduğu varsayılan ABD'de halkın ezici bir çoğunluğu İncil'e bütün kalbiyle inanıyor. Ortalığı bulandırmanın anlamı var mı şimdi?

 

"Gözcüler" sorunu, Antik Çağ tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin en kilit noktalardan biri. Bir biçimiyle, felsefe ve ilahiyat akademisyenlerini, hatta dilbilimcileri de bu tartışma çemberi içinde düşünebiliriz. Şimdi, bu uzun girizgahtan sonra meseleyi olabildiğince yalın biçimde ortaya koyalım:

Eski Mısır'ın "Neter"leri

Bütün Antik Çağ metinlerinde, kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler, geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına, net olarak çözümlenemeyen bir tür "başlangıç dönemi" yerleştiriyorlar. Bu, onların tarihlerinde, "yönetimin tanrılardan insanlara geçmekte olduğu" bir ara dönemi belgeliyor. Belirsiz bir başlangıç döneminden beri bizzat "tanrılar" tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin, bu ara dönemde "Gözcüler" adı verilen üstün yaratıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Eski Mısır'da bunların adı, "Neter"ler. Son olarak Osiris'in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke, belli bir dönem sonrasında, bir "Kral yaratma" (Kingmaker) töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neterler geri plana çekiliyorlar - sonra da, izleri siliniyor. Bu ilk "insan kral", bugün arkeolojinin değişmez bir gerçek biçiminde kabul ettiği, Firavun Menes. Bildiğimiz, yazılı tarihe göre M.Ö. 3100 dolaylarında Yukarı ve Aşağı Mısır'ı bir tek ülke halinde birleştiren Menes, Mısır tarihinde "Hanedanlar Dönemi" denen bir evrenin de başlatıcısı.

Mısır kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayanıyor: Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı krallar listesi ve bugün "Torino Papirüsü" olarak bilinen bir yazıt. Her iki belge de birbiriyle uyumlu. Bu sayede arkeologlar ve ejiptologlar, Mısır'ın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar. Buna göre, Firavun Menes'le başlayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayrılıyor: Eski Krallık, 1. Ara Dönem, Orta Krallık, 2. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da bu kronolojik düzen aynen böyle. süreç içindeki arkeolojik bulguların Manetho'yu ve Torino Papirüsü'nü doğrulaması sayesinde, Yeni Krallık ve sonrası, neredeyse bütünüyle tarihlenebilmiş durumda. Eski Krallık'ta, en fazla 150 yıl yanılma payıyla arkeologlar hanedan listesini ve Kralları sıralayabiliyorlar. Yani bu iki belge, doğruluğu desteklenmiş veriler içeriyor. Bütün sorun da aslında burada: Çünkü Manetho'nun listesi ve Torino Papirüsü, yalnızca hanedanlar dönemi Mısır'ını değil, ondan çok daha öncesini de kronolojik sıra içinde sunuyor. Yalnız burada yöneticiler insanlar değil, Neterler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan, ülkeyi binlerce yıl yöneten, esrarengiz varlıklar. Ejiptoloji ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor? "Alt paragraflarını" tartışmasız biçimde kabul ettiği ve bulgularla doğrulanan bir tarihi yazıtın "üst paragraflarını" ya yok sayıyor, ya da "Bunlar mitoloji" deyip işin içinden çıkıyor. Neden? Çünkü hayranlıkla benimsediği alt paragraflarda "normal insan"lar krallık yapıyor; üstteyse, kim oldukları anlaşılamayan üstün yaratıklar. Böylece bilimsel ortodoksi, aynı belge üzerinde işine gelen bölümü "olgu" diye benimseyip dosyalarken, işine gelmeyen, çünkü anlayamadığı, işin gerçeği "dini inanışlarına aykırı düşen" bölümleri "mitolojik" bulup ayıklıyor!

Mezopotamya'da aynı şeyle karşılaşıyoruz: Layard ve Wooley'nin yaptığı araştırmalarda, son derece değerli ve ilgi çekici kil tabletler ele geçiyor. Bunlar, Sümer Kral Listeleri olarak adlandırılıyor. Aynı Mısır'da olduğu gibi, listenin en üst sırasında, yani "normal krallar"dan önce, her biri neredeyse 10.000 yıl, 15.000 yıl yaşayan yöneticiler var. Bunlar, "Tufan'dan önce" uzun süre ülkeyi yönetmişler, sonra insanlara devretmişler. Babil metinleri bu olayı "Krallık gökten indiğinde" gibi bir deyişle açıklıyor. Bütün Mezopotamya'da aynı kült var aşağı yukarı. Bulunan belgeler, "en eski metin" olduğuna inanılan Tevrat'ın, Tufan başta olmak üzere bir sürü temayı Sümer ve Babil anlatılarından ödünç aldığını ortaya koyarak Kilise'de ve dini çevrelerde buz gibi rüzgarlar esmesine neden oluyor. Üstelik, Tufan öncesi ülkeyi yöneten "tanrılar"dan söz ediliyor, tek bir tanrıdan değil!

 

Bu durumda Ortodoks arkeoloji ne yapıyor? Mısır'da yaptığının aynısını. Yani Sümer Krallar Listesi'nin "normal insan ömrüne sahip" kralları doğru kabul ediliyor ve belgenin bu bölümü "somut bulgu" sınıfına sokuluyor ama Tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan, 200.000 yıl hüküm sürmüş "tanrılar" ve onların sonrasında, "ara dönem"de insanlara yönetimin geçişini üstlenen ve denetleyen "Gözcü"ler, "mantıksız" bulunarak "mitoloji" sınıfına sokuluyor yine. Aynı belgenin alt kısmı doğru, üst kısmı "masal"!

Enoch'un Şaşırtıcı Hikâyesi

Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrılar" sözcüğünü tek bir "Tanrı" olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı'ya verilen sıfat ve onun genel adı, "Efendi" ya da "Sahip" anlamına gelen "Lord" sözcüğünde somutlaşıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal'dan söz ediyor. "Baal"in sözlük anlamı da "Efendi" ve "Sahip". Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak "Tanrılar" sözcüğünü "Tanrı" olarak tashih eden Tevrat'ın, birkaç yerde bunu unutması. "Elohim" sözcüğü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, "ilahlar"; yani, "çoğul" bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar - arkeologlarsa, sessiz. Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab'ında "O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı." diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcüğü, İngilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, "yukarıdan aşağıya inmiş olanlar". Yaradılış'taki hikayede "devler"in hiçbir anlamı yok - daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki "araya yanlışlıkla girmiş" gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947'de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları bulunduğunda, "Nefilim"in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu çıkıyor ortaya. Bunun yanı sıra, Tevrat'ın din adamlarınca "edit edildiği" (değiştirildiği) de anlaşılıyor. Çünkü M.Ö. 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmış olan kopyası "sahte" sanılan "Enoch'un Kitabı"nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında.

Yaradılış'ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve "Tanrı'yla birlikte yürüdüğü" söylenen Enoch'un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat'tan çıkarılan bu parçaların "Nefilim" sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Enoch'un Kitabı'nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6'nın aynı satırında sözü edilen "..ve Tanrı'nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular." ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran "Tanrı'nın oğulları" ile insanın kızları arasındaki ilişki, Tevrat'ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Enoch'un Kitabı'nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu çıkıyor ortaya. Evinden, ailesinden ayrılan ve "Tanrı katında" yaşamını sürdüren Enoch, "Gözcülerden" söz ediyor anlatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen "ara halkası" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Enoch'un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sırasında "insan kızları"nı arzuladığı ve bu fikrini diğer "gözcü"lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukarıdan inen") aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında "yasak". Sonuçta bu birleşmeden "melez" çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, "insan kızlarıyla" birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan'la insanları.

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Enoch'un kitabının da, Tevrat'ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar "revize edilerek" yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda "Gözcü"ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz! Şimdi, bütün bunlara "Mitoloji işte canım" deyip, elimizin tersiyle bir yana mı itmemiz gerekiyor, "bilimsel tavır" sergilemiş olmamız için. Yoksa eski metinleri farklı bir bakışla bir daha inceleyip, "Kim bu Gözcüler?" diye sormak mı daha mantıklı bir davranış?

(Alıntıdır)

 

Book of Enok kitabından

1-Kısım Bölüm 1

1-Seçilmiş ve adil olanı kutsayan, Enok’un da kutsandığı bu kelimelerle, var olacak sıkıntılı günlerde, tüm günahkar ve dinsizler ortadan kaldırılacak. 2- Sadece bir insan olan Enoch’un gözleri tanrı tarafından açıldı böylece göklerde kutsal bir görüş gördü ve sonra ne gördüğünü açıkladı ve konuştu, melekler bana gösterdi ve onlardan her şeyi duydum ve ne gördüğümü biliyorum ancak gördüklerim bu nesil için değil uzaktaki bir nesil için. 3- Tanrının evinde oturanlarla ve yüce tek tanrı ile seçilene ilişkin sohbet ettim.4- ve cennetten onun gücünü alan askeri gücü ve onun melekleri buraya gelip Sina dağından ortaya çıkacak. 5- Ve herkes korkacak ve GÖZCÜLER korkuyla titreyecek ve dünyanın sonuna dek herkesi büyük korku ve dehşet saracak. 6- Ve engin dağlar sarsılacak, yüksek kayalıklar çökecek ve ateşin önündeki balmumu gibi eriyecek. 7- Ve dünya sular altına gömülecek ve dünya üzerinde ki her şey yok olacak ve yargılama gününe kadar tüm gerçeklerin ve her şeyin üstü örtülecek. 8- Ama tanrı sadece seçilmiş olana ve ondan gelenlerin üstüne merhamet edecek ve barış yapacak ve tanrının ışığı onların üzerine doğacak, onlara refah ve kutsallık verilecek. 9- Ve işte bak, o on binlerce kutsal varlık ile onları yargılamak için geliyor; ve dinsizleri yok edecek; ve günahkaları ve dinsizleri ona karşı yaptıkları her şey için bedenlerini hesaba çağıracak.

Bölüm 2

1-Gökyüzünde tutulan her şeyi gözlemledim, göklerdeki ışık saçan şeyler nasıl yollarından ayrılmaz her biri nasıl yükselir ve sıraları ayarlanır, zamanları ayarlanır ve onlar nasıl onların kurallarından ayrılmaz. 2- Yeryüzünü gör ve üzerindeki her şeyi başlangıç ve sonundan gözlemle, hiç bir şey Tanrı’nın çalışması olmadan düzensiz şekilde ortaya çıkmıyor. 3- Yazı ve kışı gör, bulutların ve yağmurların nasıl yağdığını ve sonra her yeri tamamıyla suların nasıl kapladığını gözlemle.

3-4-5 bu şekilde uzun anlatımlarla devam ediyor 2. Kısım 6. Bölümde konular ilginçleşiyor buradan devam edeceğim

Bölüm 6

1-İnsanoğlunun çocukları artmaya başladıktan sonra güzel ve alımlı kızlar doğmaya başladı. 2- Ve sonradan gökyüzünün oğulları olan bu melekler onları gördüler ve şehvet duydular ve içlerinden biri şöyle dedi; Bakın, kendimize insanoğlunun bu kızlarından eşler seçelim ve kendi çocuklarımızın babası olalım. 3- Ve onların lideri Semyaza onlara dedi ki “ Bir ihtimal bunu kabul etmeyeceğinizden ve büyük günahın cezasını tek başıma çekeceğimden korktuğum için bir anlaşma yapalım.” 4- Sonra hepsi ona dedi ki “ Hepimiz bir yemin içelim ve bu yeminin lanetine karşılıklı olarak bağlı kalalım ve bu planımızdan vazgeçmeyelim ve bu planı uygulayalım. 5- Ve hepsi birlikte yemin etti ve bu yeminin lanetine karşılıklı olarak bağlandı ve onların sayısı iki yüzdü. 6- Ardisteki Hermon dağından indiler; onlar oraya Hermon dağı dediler çünkü yeminlerini orda ettiler ve yeminlerinin lanetine karşılıklı olarak orda bağlandılar. 7- Onların hepsinin liderinin ismi Semyaza idi ve diğer liderlerin isimleri Urakiba, Ramiel, Kokabiel, Tamiel, Ramiel, Daniel, Ezeqiel, Baraqiel, Asael, Armaros, Batriel, Ananel, Zaqiel, Samsiel, Satael, Turiel, Yomiel, Araziel.. 8- Bunlar 200 meleğin liderleriydi ve onlarla olan diğerlerinin.

Bölüm 7

1-Ve onlar kendilerine eşler aldı, her biri kendine bir eş seçti. Ve onların içine girmeye başladılar ve onlarla karıştılar, onlara takılar yapmayı ve büyü yapmayı öğrettiler, onlara ağaçlardan ve köklerinden kesmeyi öğreterek büyüler yapmayı gösterdiler. 2- Ve onlar hamile kaldılar ve boyları üç bin arşın (3000 karış) olan büyük devler dünyaya getirdiler. 3- İnsanlar onların karşısında aciz kaldılar ve onlar insanoğlunun tüm ürünlerini yediler 4- Ve devler yemek için insanlara döndüler ve insanoğlunu yok etmek için yemeye başladılar. 5- Kuşlara ve hayvanlara ve tüm sürüngenlere ve tüm balıklara karşı günaha başladılar ve onların bedenlerini yiyip bitirdiler ve kendi bedenlerini bile yediler ve kendi kanlarını içtiler. 6- Ve dünya bu adaletsizlikten şikayetçi oldu.

 

Bölüm 8 (orijinalde insanoğlu yerine ademin çocukları ve çocuklar geçiyor)

1-Ve Azazel insanoğluna kılıç, bıçak, kalkan ve kalın zırhlar yapmayı öğretti ve arkalarında ne olduğunu gösterdi, takılar ve süsler yapmakta ustalaştırdı, kaşları güzelleştirmeyi ve gözlerin etrafını boyamayı öğretti; yeryüzündeki değerli taşlar ve elmasları, her renkten maddeleri ve metalleri gösterdi. 2- Ve Yeryüzünü büyük günahlar ve zina kapladı ve onlar günah işledi ve tüm yollar yozlaştı. 3- Amezarak tüm büyüleri ve kök kesmeyi öğretti, Armaros büyüleri bozmayı, Baraq’al astrolog olmayı, Kokabel işaretleri kehanetleri, Tëmêl astrolojiyi, Asradel ayın yönünü öğretti. 4- İnsanlık mahvoldukça çığlıkları göklere ulaştı.

 

Burdan sonrasını özet geçeceğim ;

 

9. -10.-11.-12. bölümlerde bunları gören baş melekler tanrıya gidip neden bir şey yapmamız için emir vermiyorsun diyorlar sonra Tanrı tufan olacağını ve tüm bu devleri ve günahkarları yok edeceğini söylüyor. Ayrıca melekleride cezalandıracağını ve baş meleklerin isteği üzerine cezalarının şeklini her bir liderin nasıl cezalandırılacağını anlatıyor.Ve tufandan sonrasının nasıl güzel olacağını anlatıyor. Ve Enok’a diyor ki git onlara böyle böyle olacak de korksunlar tırssınlar diyor :) Enok gelip Azazel’e durum böyleyken böyle diyor. Hapı yuttunuz diyor. Sonra gidip tüm gözcüleri buluyor önce güzel bir fırça kayıyor bunlara, abartmıyorum hatta bunu şöyle açıklıyor “bana gözcüleri azarlama gücü verildi” diyor. Neyse sonra bunlara durumu anlatıyor. Gözcüler korkuyor ne yapacaklarını şaşırıyorlar ve Enok’a diyorlar ki hacı sen git bizim yerimize ona durum böyleyken böyle oldu de bizim tanrıya bakacak yüzümüz kalmadı al sana hepimiz ayrı ayrı mektup yazıyoruz git bunu tanrıya oku bizi affetsin diyorlar. Tabi bu arada çocukları olan devleri anında satıyorlar. Sonra Enok 13-14- bölümlerde yolculuğunda gördüklerini anlatıyor. Buda bir nevi astral seyahat gibi oluyor. Enok uyurken birden bir şeyler görmeye başlıyor anlıyor ki tanrı onu çağırmış sonra baş melekler Enok’a refakat ederek Tanrıya götürüyor burada da uzun betimlemeler var. İşte gördüğü yerleri cenneti cehennemi ruhların beklediği yeri meleklerin cezalandırılacağı yerleri ayrıntılı şekilde anlatıyor. 15. Bölümde beklediği an geliyor ve Tanrının bulunduğu yere varıyor tabi orayıda bir güzel anlatıyor. Tanrıya bakmanın imkansız olduğunu beyaz parlak bir ışığın içinde oturduğunu etrafında onbinlerce kutsal varlığın olduğunu ve tahtının etrafının ateş gölü içinde olduğunu vs vs uzunca anlatıyor. Sonra Tanrı söyle bakalım Gözcüler ne dedi diyor. Oda başlıyor mektubu okumaya. Sonra Tanrı diyor ki bak hacı seni aracı koymaya utanmıyorlar mı halbuki insanlar onlara değil, onlar insanlara aracı olacaktı diyor Enok tırsıyor tabi sonra Tanrı hacı korkma yaklaş diyor Enok u biraz daha yakınına çağırıyor, yaklaş ki söyleyeceklerimi iyice duy diyor. Sonra işte Gözcülerin ahlaksızlık yaptığını, onları ne için yarattığını ne yaptıklarını vs vs anlatıyor ve git onlara niye böyle yaptınız diye sor suçlarını iyice yüzlerine vur güzelce fırçala iyice korksunlar ve şöyle de diyor “onlara ve çocuklarına merhamet ve bağışlama olmayacak.” Bunun üzerine Enok geri dönüyor ancak bu sefer dönerken bir gezi turu gibi oluyor. Baş melekler Enok’u güzelce her yeri gezdiriyorlar. Gezi turu havasına kapılan Enok tur rehberlerine yani baş meleklere sorular soruyor burası ne bu ne tarzından, onlarda çok meraklısın hacı niye merak ediyorsun diyorlar burada da abartmıyorum gerçekten öle diyorlar. Ve kısa kısa cevaplar veriyorlar. Hatta orta dünya gibi terimler bolca çıkıyor karşımıza buradan yüzüklerin efendisinin konusunun nasıl ortaya çıktığı akla geliyor. Yani kitabın bu kısımlarında sanki Gandalf gelmiş size orta dünyayı gezdiriyor gibi bir güzel yerlere gidiyorsunuz bu hobitlerin elflerin diyarına falan birde orgların karanlık dünyasına gidiyormuşsunuz gibi bir his uyandırıyor. Arada da Gandalf’a hacı bu şato ne bu mağara ne gibi sorular soruyorsunuz oda cevap veriyor sizde şaşırıyorsunuz vay anasını ne güzel yerlermiş Tanrım sen neler yaratıyorsun büyüksün diyorsunuz. Enok bu yerleri gördükçe Tanrım büyüksün seni kutsuyorum falan diyor. 37. Bölüme kadar devam ediyor gezi. Sonrasında işte tufandan tanrıya sadık olanların gideceği yer cennetten meleklerden kıyamet gününden dirilişten bahsediyor. Eski lahit ve yeni lahiti okuyanlar için klasik aynı şeylerden bahsediyor. Tabi Sümer mitolojisinide unutmamak lazım çok bağlantılı olduğunu göreceksiniz eğer incelediyseniz. Eğer eski lahit ve yeni lahiti okumadıysanız çoğu yerde bu kitaplarla arasında ki ilişkiyi ve farklılıkları ilginçlikleri anlamayacaksınızdır. Ama yinede tavsiye ederim.

Not: Book of Enoch kitabından alınarak bölümlerin bazıları çevrilmiştir. Kitabı internette “book of enoch” şeklinde arayarak ücretsiz indirebilirsiniz. Türkçe çevirisinide satın alabilirsiniz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...