Jump to content

Hipnotizma ve Tarihsel Evreleri


nevermore

Önerilen Mesajlar

Tüm pozitif bilimler, maji ve batıl inançların soyundan gelmişlerdir.

Ancak, hiç biri, kökeninin yanıltıcı çağrışımlarından kurtulma sürecinde,

hipnoz kadar atıl kalmamışlardır.

C. L. Hull Hypnosis arıd Suggestibility,

New York, Appleton-Century, 1933

Geçmiş Çağlarda Hipnotizma Anlayışları

Hipnotizma, kelime olarak yeni olmasına karşın, köken olarak çok eskilere dayanmaktadır. Araştırmaları ne yöne çevirirsek çevirelim, ister tozlu sayfaları, ister hiyeroglifleri araştıralım, hepsinde kişinin diğer bir kişi üzerindeki etkisine rastlarız. Hipnoz, hemen hemen tüm insanlar tarafından bir büyü olarak bilinmektedir. Oysa, bu tür düşünenlerin bazıları, hipnoz olaylarına da tanık olmuşlardır. Bu kişiler, gözlem yapmış oldukları halde hipnoz olayı için, mümkün olabilecek her türlü tutarlı ifadeleri kullanmaktadırlar: 'Kurbanını kendisine cezbedip bilinçsiz bir kuklaya çeviren kişisel irade gücü: 'Ölünceye dek irade dışı bağlılık' ... gibi. Hipnozun okültmajik sırlarla olan bu bağlantısı, onun keşfinden günümüze kadar belirli bir açıklığa çıkamamasına ve kendi kendini olumsuz durumlara sokmasına neden olmuştur. Bundan ötürü, hipnozun tedavi olanakları, tıp alanında yeterince kullanılamamıştır. Oysa, bu gün hipnoz'un psikoterapide son derece etkin olduğu kanıtlanmıştır.

Bu antiteyi daha iyi anlayabilmek için, hipnotizmanın tarihçesine şöyle bir göz atmalıyız. İlk uyku hali tasvirinin Tevrat'ta ortaya çıktığı belirtilirken, binlerce yıl önceki Mısır Yüksek Kültürü'ne ait yazıtlarda ise, hipnotizmadan söz edildiği saptanmıştır. Danderah Tapınağı'nın kemerli duvarındaki Burçlar Haritası'nda, Tanrıça lsis, bir eliyle oğlu Horus'u tutarken, diğer elini de bir manyetizör davranışıyla Horus'un önünden geçirirken tasvir edilmiştir.

Yine eldeki kaynaklara göre; Mısırlılar'ın, vücut üzerinde el gezdirerek ve ovarak, bir çok hastalığı tedavi ettikleri belirlenmiştir.

Yunan Mitolojisi'nin Uyku Tanrısı "Hypnos," Gece'nin oğlu ve Ölüm'ün (Thanatos) kardeşidir. Kardeşi ile birlikte Hades'in Ölüler Diyarı'nda yaşar. Kanatlı bir genç şeklinde tasvir edilen Hypnos, yorgun insanların alınlarına sihirli değneği ile değmek, karanlık kanatları ile yelpazelemek ya da bir boynuzdan, kişilerin üzerlerine uyku verici bir madde dökmek suretiyle, onlara uyku verir. Thanatos da kanatlı bir ruh halinde tasvir edildiğinde aynen Hypnos'a benzer. Hypnos'un oğullarından biri ise, Rüyalar Tanrısı "Morpheus"tur.Hypnos'un Tanrılar üzerinde dahi etkisi vardır. Homer'e göre; Hypnos, Hera'run ricası üzarine, bir gece kuşu şekline bürünerek, Zeus'u Ida Dağı üzerinde uyutmuştur.

Hint Mitolojisi'nde de bir mitoloji kahramanı olan Vishnu'dan, parmaklarından alevler çıkararak yaşamdaki tüm kötülükleri yok eden bir varlık olarak söz edilir. Bir Hint Tanrısı olan Brahman, Hintliler'e ilacı tanıtmıştır. Sanskritçe metinlere göre Brahman, yumuşak sözlerle ve sol elini bir kaç kez hastanın alnında dolaştırarak, ona güzel bir uyku veriyordu. Tıbbın babası sayılan Hippocrates [(?) i.Ö. 460-337 (?)] da insanda bir uyurgezerlik halinin bulunduğuna inanıyordu.

Yakın Çağlarda Hipnotizma Uygulamaları

Hipnotizmanın insanlarda yarattığı hal ve hipnotizmanın statüsü, 200 yıldır süren alevli bir tartışmanın sorularını oluştura gelmişlerdir. Hipnoz olgusunun incelenmesi, insan zihninin anlaşılmasının ve insanların çektiği ızdırabın hafifletilmesinin gerçekleştirilebilmesi yönünde muazzam imkanlar taşımasına rağmen, bilim çevrelerinin dikkatini pek çekmiş sayılmaz. Bunun sebebini hem hipnozun olaylarla dolu tarihinde, hem de 'hipnotizma' kelimesinin, okült ile ilgili şarlatanlıkların karanlık veçhelerini akla getirici bir çağrışım yapmasında aramak gerekir. Hipnotizma, kuşku götürmez bir şekilde mevcuttur ve hipnotik uygulama, yararlı etkilerin oluşturulması yönünde kullanılabilir. Fakat hipnotik hali tarif etmek dahi güçtür. 20. Yüzyıl'ın, hipnozun bilimsel incelenimi üzerindeki en ünlü otoritesi olan C.L. Hull, 'Hipnoz ve Telkin Edebilirlik' (Hypnosis and Suggestibility, New York, Appleton-Century 1933) adlı kitabında şunları yazmıştı:

«Hipnozun, olduğu şekilde, özelliği belirleyen ve hipnoze bir 'hal' denilmesini hakli çıkaran tek şey, 'genelleştirilmiş hiper-telkin edebilirlik'tir .. normal üyelikşartlarında, daha dü­şük derecelerde olmak üzere, telkin yoluyla yaratlamayacak hiç bir fenomen, hipnozda da yaratılamaz» Varılan bu sonuç, tartışma götürür ama; değinilen ana tema apaçıktır: Hipnotize olmak, telkinleri kabul etmeye hazır olmanın dışındaki herhangi bir durumda, uykuda ya da'trans' halinde olmak demek değildir.

Hipnotizmanın modern tarihi, Frans Anton Mesmer ( 1734­-1815 ) ile başlar. Mesmer, şifacılık kariyerine, Viyana Universitesi'nde tıp öğrenimi yaparak atılmıştı. 1765 yılında sınavlarını şeref derecesi ile veren Mesmer'in hazırladığı tezin konusu, geçmiş bir dönemin tıp yöntemlerini canlandırıyordu, Tezin başIığı, Planetlerin İnsan Bedeni Uzerindeki Etkileri Uzerine (De Influxu Planetarum in Corpus Humanum) idi. Mesmer'in kendisi bile, böyle bir tezin, can çekişen Astroloji bilimini canlandırmakla suçlandırılacağını anlamıştı. Fakat, Mesmer, Evren'deki fizik güçlerle ilgileniyordu. Somut olmasa bile, gerçekte, akımların, uzayı kaplıyor ve insan yapısı üzerine algılanamaz bir etkide bulunuyor olabileceklerini tahayyül ediyordu. Bu fikirleri, bir kaç yıl boyunca boşlukta asılı kaldı, ta ki 1774 yılında, bir Cizvitpapazı olan Maximilian Hell tarafından yapılan deneylerden haberi olana kadar. İmparatoriçe Maria Theresa'nın saray astrologlarından olan bu Cizvit papazı, hastalarını, bedenleri üzerine uyguladığı mıknatıslarla iyileştirmekte, insanı hayrete düşürecek derecede başarılıydı. Bu yöntem, 16. Yüzyıl'ın maj'ı ve mistik uygulayıcısı Paracelsus'tan gelen bir reçeteye dayanıyordu. Paracelsus, Rönesans'ın son dönemlerinde, majinin tekrar canlanmasını ve aynı zamanda gözleme ve deneye dayanan bir bilime doğru gidişinin talepleri arasında rahatsız bir şekilde dönüp duran, majlar ve bilginler topluluğunda yaygın olan bir teoriyi benimsiyordu."Uygunluk" ya da "duygudaşlık" teorisi olarak bilinen bu teori, Evren'in, bu gün bize birbiriyle hiç ilgili değilmiş gibi görünen bölümleri arasındaki bir irtibatı önerir:

Bu "duygudaşlık tıbbı"nın yaygın bir biçimi de, bedenin belirli kısımlarına, hasta olan uzuvla hayırlı bir bağıntısı olduğuna inanılan kıymetli taşların uygulanmasıydı. Paracelsus'un varsa­yımlarından bir çoğunu paylaşan çağdaşı Robert Fludd, bu tıp türünü tartışırken şunları söylemektedir: « ... doğal şeylerin birbiriyle olan ilişkisinden ötürü, aralarında fiziki bir irtibat ya da temas meydana geldiğinde nasıl da harikulade bir şekilde işlerler. Bu da Manyetik bir uyum ve Spiritüel süreklilik sayesinde ... bilinmeyen bir mesafeden karşılıklı gerçekleştirilen bir çallışma sayesinde olur»

Animal Manyetizma ve Mesmer'in Çalışmaları

'Spiritüel Sürekliliği' ve 'Manyetik Uyumu' sağlamak amacıyla mıknatısların kullanımında Paracelsus'u izleyen Maximilian Hell'in canlandırdığı öğretinin esası da buydu. Mesmer'in, planetlerin etkisi ile ilgili olarak geliştirdiği ilk düşünceler, açık bir şekilde bu öğretiye benziyordu. Böylece, Mesmer de bu teorileri düzenlemeye başladı. Deneylerle geçen bir dönemden sonra, elde ettiği başarılara mıknatısların değil de, kendi bedeninin etkisinin sebep olduğuna inandı. Fikirleri giderek daha ayrıntılı bir hal aldı ve Paris'e taşınarak, keşfettiğine inandığı ve "animal manyetizma" dediği yeni bir gücü tanımlamak üzere bir Memorandum yazdı ve şu önerilerde bulundu:

1. Göksel cisimler, dünya ve tüm canlı bedenler arasında uyumlu bir etkileşim mevcuttur.

2. Bu etki, evrensel olarak yaygın, hiç bir vakuma yer bırakmayacak kadar sürekli, kıyaslanamayacak şekilde suptil ve doğal olarak tüm hareki uyumsuzlukları alacak, yayacak ve iletecek duyarlılıkta olan akışkan bir madde sayesinde sağlanır.

3. Bu karşılıklı etkileşim, henüz tam olarak bilemediğimiz mekanik yasalara tabidir.

Animal manyetizma, kısa sürede, Paris'i heyecanlandıran bir olay haline geldi. Mesmer, çeşitli rahatsızlıklar çeken bir takım tanınmış kişileri iyileştirebilmişti. Uygulamalarını gösteriler halinde düzenliyordu. Tedavi uygulamaları, geniş ve loş bir holde, suyla dolu olan ve"baquet" denilen, meşeden yapılma bir teknenin çevresinde gerçekleştiriliyordu. "Baquet"yaklaşık 30 cm. yüksekliğindeydi ve suyun içerisine, buzlu cam, demir talaşları ve boş şişeler gibi çeşitli şeylerin tuhaf bir karışımı konuluyordu. Bunun üzerine de delikleri olan tahta bir kapak yerleştiriliyordu. Hastaların kendileri, bu deliklerden dışarıya çıkan mafsallı demir çubukları ya tutuyorlar, ya da rahatsız olan uzuvlarına değdiriyorlardı. Tüm bunlar olup biterken, bir yandan da atmosferi daha etkileyici bir hale getirmek için 'kederli' melodiler çalınıyor ve Mesmer, parlak renkli bir giysi içinde birden ortaya çıkıyordu. "Baquet"inyanındaki hastaların çevresinde dönüyor, bazılarına, gözlerini üzerlerine dikerek bakıyor, bazılarının üzerinde pas yapıyor ve daha başkalarına da elindeki demir çubukla değiyordu. Mesmer'in uygulamalarının başarılı olması halinde, meydana gelen 'manyetik kriz'in etkileri öylesine şiddetli oluyordu ki, "baquet"in bulunduğu holün yanında, 'Salle des Crises' adıyla bilinen ve yumuşak bir malzemeyle kaplı olan özel bir oda tesis ediilmişti.

1782 yılında, Mesmer'in iddialarını incelemek üzere, bir komisyon oluşturuldu. Üyeleri arasında Amerikan elçisi Benjamin Franklin'in de bulunduğu bu Komisyon, söz konusu'manyetik kriz'i şu şeklide tanımlıyordu:

«Komisyon, bunların üç saatten daha faz!a sürdüğünü görmüştür; nöbetin şiddetiyle göğüsten sökülen yapışkan bir maddenin ayrılışı da bunlara dahildir. Bu ayrılışta bazen kan izlerine de rastlanmıştır. Krizler, kol ve bacakların ve tüm bedenin iradedışı spazm hareketleri, gırtlağın kasılması, hipokondri ve üstkarın bölgelerinin spazmları ile meydana çıkar. Kriz geçirenin gözleri yuvalarında dônüp durmakta ve sanki, etrafa aklını yıtir­miş gibi bakmaktadır. İnsanın ödünü koparan çığlıklar, ağlama' lar, hıçkırmalar ve aşırı kahkahalar duyulur. Kriz öncesi ve sonrası, bir halsizlik ve dalgınlık hali, bitkinlik ve uyuşukluk görülmektedir. »

Mesmer'in hastalarının, çoğu kez göçüp gitmeleri pek şaşılacak bir sonuç değildi; fakat, sık sık, 2 ya da 3 ziyaretten sonra iyileştiklerini açıklayanlar da çıkıyordu. Komisyon, Mesmer'in aleyhinde karar verdi. Bunun başlıca nedeni, "manyetik akışkan"ın hiç bir izine rastlayamamış olmalarıydı. Ancak, Mesmer'in hastaları, her şeye rağmen, bu akışkan maddeyi görmekte ve şişelere doldurarak, Paris'in uzağındaki yerlere göndermekte ısrar ediyorlardı. Akışkan maddenin rengi üzerinde ise hiç bir zaman anlaşamıyorlardı.

Mesmer'in, sırlarını öğretmenin karşılığında insanlardan büyük miktarlarda paralar almasının yanısıra, öğrencileri çoğu kez aydınlanmadan ayrılıyorlardı. Öte yarıdan, tedavi ettiği insanlar da yok değildi. Yöntemlerinde, muhtemelen, Almanya'nın güney batısındaki Suabia Eyaleti'nden rahip J.J. Gassner tarafından etkilenmişti. Mesmer, Bavaria'dayken, Gassner de aynı yörede, şeytan çıkarma (exorcism) yöntemiyle harikulade şifalar gerçekleştiriyordu. Gassner, hastalığa neden olduğunu düşündüğü kötü ruhları, bedenin bir kısmından ötekine kovalıyor ve en nihayet bedenden dışarıya çıkarıyordu. Mesmer ise hastalığı kendi animal manyetizması ile kovalıyordu.

Mesmer'in izleyicileri, "baquet"in, manyetik 'krizin şifa etkisini yaratılması için gerekli olmadığını keşfetmekte gecikmediler. Bu öğrencilerin en ünlüsü, uğrunda büyük paralar harcadığı sırları öğrenemeyince, arazilerine dönen Puysequr Markizi'ydi (Marquis Armand de Puysequr). Markiz, hastalarını sakin, uykuya benzer bir hale sokabileceğini ve hastalarının bu halden iyileşmiş olarak çıkacaklarını keşfetmişti. Bir keresinde, 'baquet'in yerine bir ağacı kullanmış ve hastalarını iple ağacın gövdesine bağlamıştır. Sonuçlar dramatikti. Puysequr Markizi'nin deneyleri sonucunda "manyetik uyku" kavramı gelişti. Kısa bir süre sonra bu hale "somnambulizm" denilmeye başlandı ve Alman deneycisi Jung-Stilling gibi araştırmacılar dikkatlerini bu konu üzerine yönelttiler.

Bir çok kimse hala daha Mesmer'in manyetik akışkanına inanıyordu. Dolayısıyla,"Mesmerizm"in incelenimi, hızla iki değişik yöne ayrıldı: Bilimsel ve popüler yönler. Mesmerizm'e duyulan üçüncü türden bir ilgi de çoğunlukla popüler yönün bir bölümünü oluşturuyordu: Bu ilgi özellikle okült anlamdaydı.

Popüler Mesmerizm hareketi, Amerika'ya özgü bir olaydı, 'Profesör' ya da 'Doktor'ünvanlarını kullanarak; astroloji, falcıIık, frenoloji ve animal manyetizmanın bir karşımı ile cahil insanları büyülemenin kolay olduğunu gören, dolandırıcı gezgin sahtekarlar tarafından teşvik edildi. Frenoloji -baştaki çıkıntılardan karakteri okuma uygulaması- Amerika'ya 1830 yıllarında Mesmerizm ile birlikte girmişti. Böylece, adına ''frenomanyetizma'' denilen ve mesmeristin, ellerini etkilemek istediği frenolojik uzvun üzerine koymasıyla gerçekleştirilen tuhaf bir melez uygulama gelişti. Bu popüler mesmerizmden, artık bu gün iyice unutulmuş olan, ancak fikirlerinden bazıları hiç de saçma olmayan bir takım teorisyenler ortaya çıktı.

1830'Iarda John Bovee Dods, elektiriğin 'zihin ile cansız madde arasındaki irtibatı sağlayan bağlantıve 'Evren'i harekete geçirmek ve yönetmek üzere Yaratıcı tarafından kullanılan yüce etken' olduğuna kanaat getirmişti. Dods, böylece ortaya çıkan bu "elektriki psikoloji" bilimi hakkında konferans vermek üzere, Amerikan Senatosu tarafından tam 9 kez davet edildi. Mesmer için "animal manyetizma" ne idiyse, Dod için de 'elektrik' oydu. 'Galvanizm' ve 'sinirsel akışkan' terimlerini o da kullanıyordu. Mesmer'in dışındaki samimi ve popüler mesmeristlerin çoğu gibi Dods da, kendi teorisinin dini açıdan ne anlama geleceği hususuyla son derece ilgileniyordu. Beden ile zihnin her ikisi birden Tanrı'nın tezahürleriydi ve beyindeki frenolojik uzuvlar da dahil, bedenin her bir uzvunun spiritüel karşıtı bulunuyordu. Hastaları ile temas kurabilmek için aurasını kullanan Dods'un karşısında ise, bu güne kadar görmüş oldukları ilgiden çok daha fazlasını hakeden Laroy Sunderland ile William Fahnstock bulunuyordu.

Bir din görevlisi ve başarılı bir 'dini uyanış' vaizi olan Sunderland, tıbbi mesmeristlerin ortaya koydukları etkilerin ayrıntılarını meydana getirebildiğini görünce vaizlik görevinden ayrılmıştı.'Dini uyanış' hareketiyle birlikte görülen o harikulade vecit ve din değiştirme fenomenlerinin ilahi değil de beşeri kökenli olduklarına karar vermişti. Sunderland'ın "mesmerik uyku"yugerçekleştirmek için uyguladığı yöntem çok basitti: Bir konferans vermesi yetiyordu. Seyircilerden bazıları oturdukları yerde hipnotik transa dalarlarken, diğerleri de Sunderland'ın konuştuğu platforma çıkarak yere oturuyorlardı. Sunderland, başarı için sadece iki hususun gerekli olduğunu düşünüyordu. "Uygulayıcı otorite kurmayı' ve hasta da 11 Buna tekabül eden birimana sahip olmalı", diyor ve şunları söylüyordu: «Gerçekte, sözkonusu'Doktor', 'Protesör' ya da 'Konuşmacı' ne kadar cahil olursa, kendisine ve güçlerine karşı inancı dao kadar artacaktır; bu inanç ne kadar artarsa, başarı da o kadar büyük olur ... » S

underland, öğretisine "patetizm" adını verdi ve 1860 yılında , bu öğretinin başlıca kitabı olan "Trans"ı (The Trance) yayımladı.

Dr. William Fahnstock, önceleri bir patetist olmasına rağ­men, sonradan ayrılarak, kendi"statuvolizm" öğretisini kurdu. Mesmerik uykuya girilmesinden, aslında hastanın sorumlu oldu­ğu düşüncesinde Sunderland'dan da ileriye gitti. Fahnstock, ikna yoluyla, sözünü ettiği bu"Statuvolik hal"e hastalarının kendi iradeleriyle girmelerini sağlıyordu. Hastalarına önce yol gösteriyordu -görünüşe göre, zihinlerini tamamıyla başka bir yere yöneltebiliyorlardı; fakat, hasta sonradan, giderek kendi güçlerini ediniyordu. "Statuvolik hal"e girmiş olan biri, herhangi bir hastalığa yakalandığına dair kendi kendini ikna edebiliyor ve söz konusu hastalıkla ilgili belirtiler şaşmaksızın ortaya çıkıyordu.

Amerika'da gelişen popüler mesmerizmin yanısıra, Fransa'da somnanbulizmin etüdü, daha ziyade okült teorilerle bağdaştırıldı. İkinci bir Fransız Komisyonu, 1831 yılında Mesmerizm üzerine yayımladığı bir raporla, mesmerik uykunun duru görüye [clairvoyance] neden olabileceği fikrini onayladı. Dr. J.H.D. Petetin (1744-1808), ölümünden hemen sonra yayımlanan ve 'animal elektrik' konusu işleyen bir kitabında, somnambullerin duyularının, bedenin değişik yerlerine -örneğin; tatma duyusunun mideye- aktarılabildiklerini nasıl gözlemlediğini anlatıyordu. Bir keresinde, görme duyusu karnına aktarılan bir kızı incelemişti. Karnına bir kutu dayanan kızcağız, bu kutunun içerisinde, kendisine gönderilen ve bir İsviçre pulu taşıyan bir mektup bulunduğunu söylemişti. Kutuda ne olduğunu Petetin'in kendisi bile bilmiyordu.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ünlü Bilim Adamları ve Hipnoz Çalışmaları

Tıbbi uygulamaları açısından Mesmerizm'in bilimsel etüdü, okült dünyasıyla arasındaki ilişki yüzünden tamamıyla engellenmiş bulunuyordu. İkinci Fransız Komisyonu'nun soruşturmalarında görev almış olan Potet Baronu, 1837 yılında Londra'ya gitti, Univesity College'de profesör olan John Elliotson, Baron'un Univesity College Hastanesinde, ayakta tedavi edilen hastalar üzerinde uygulamalar yapmasına izin verdi. Bir yıl sonra Elliotson, Jane ve Elisabeth Okey adında iki histerik hastayı, halkın önünde mesmerize ederek, bu kişilerin olağan davranışlarından tamamen farklı olan davranışlar gösterdiklerini ortaya koydu. Ancak, bu çalışmalar Elliotson'un itibarını zedeledi ve kürsüsünden istifaya zorlandı. Elliotson da 1843 yılında Zoist adında bir dergi çıkararak, davasını halka yaymaya koyuldu. Nitekim, mesmerik etki altında ameliyatlar yapılmaya başlanmıştı. Bu ameliyatlardan ilki 1845 yılında Hindistan'daki Hooghly'de genç iskoç operatörü James Esdaile tarafından gerçekleştirildi. Esdaile'in başarısı, Bengal Valisi'ni öylesine etkilemişti ki, Kalküta'da kendisi için bir mesmerik hastane kuruldu. .

Tüm bunlar olup biterken, 1843 yılında, Manchesterli göz doktoru James Braid (1795-1860)'hipnoz' kelimesini ilk kez kullanan bir kitap yayımlayarak, hipnotizma konusunun inceleni­minde bir dönüm noktasını oluşturdu. Kitabının adı şöyleydi: "Nöripnoloji ya da Sinirsel Uykunun Mantığı" (Neurypnology or the Rationale of Nervous SIeep). Braid kendisini,'animal manyetizma'yı bir sahtekarlık ya da bir hayal ürünü olarak düşünmeye eğilimli olanların arasında sayıyordu. 1841 yılında bir mesmerizm gösterisinde bulundu ve hastaların nasıl, kendi iradeleriyle gözlerini açamadıklarını gördü. Bu, onun için gerçek bir fenomendi ve Braid, kendi başına deneyler yapmaya koyuldu. Sonunda, buna sabit bakışın qöz kapağı kaslarında meydana getirdiği felcin neden olduğunu kanıtladı:

«Bunu kanıtlayabilmek amacıyla, orada bulunan genç bir baydan, Bay Walker'dan oturmasını, gözlerde ve gözkapaklarında hatırı sayılır bir gerilim yaratabilecek ve objenin görüntüsünü sürekli olarak gözünün önünde tutmasını mümkün kılacak kadar, başının yukarısına yerleştirilen bir şarap şişesinin tepesinde bakışlarını sabit tutmasını rica ettim. Üç dakika içinde gözkapakları kapandı, yanaklarından aşağı yaşlar boşandı, başıönüne düştü, yüzü hafifçe katıldı, inledi ve hemen o anda derin bir uykuya daldı, solunumu yavaşladı, derinleşti ve ıslık gibi, duyulmaya başladı, .. »

Braid, keşfettiği hipnotizma ile eski animal manyetizma arasında tam bir ayırım yaptı. Hipnoz hakkında şunları yazıyordu: «Bunu, sinir sistemini yeni bir duruma sokmanınbasit, hızlı ve belirli bir tarzı olarak mütalaa ediyorum ki, belirli rahatsızlıkların tedavisinde fazlasıyla kullanılabilir."

Braid, önceleri, hipnoz olgusunun basit bir fizik açıklaması bulunacağını düşünmüştü. Çünkü, olağandışı bir fizik faaliyeti yapmaya zorlamakla, süjede olağandışı bir halin oluşmasına yol açmıştı. Fakat, Barid giderek bu görüşü değiştirdi ve 1846 yılında, üç çeyrek yüzyıl önce Cizvit papazı Hell'in yaptığı gibi mıknatıslar kullanmaya başlayan Reichenbach Baronu'nu hedef alan bir yazı yayımladı. Reichenbach'ın, 'hipnoz sürecinin zihni yanının önemli etkisini' göz önünde bulundurmadığını yazıyordu. Braid bir yıl sonra, teorisinin gözden geçirilmiş yeni bir versiyonunu yayımladı ve 'hipnoz' terimini terk ederek - her halükarda, bu terim artık yerleşmişti- trans halinin yeni bir açıklamasını ortaya koydu. "Monodeizm" dediği yeni sitemini 'Hakim fikirlerin hükmettiği zihnen neden olduğu durum' olarak tanımlıyordu. Böylece, hipnotik fenomenleri, fiziki bir hastalık için hastasını muayene eden bir doktorun yapacağı şekilde açıklamak çabalarından vazgeçti.

Hipnozin fizik bir açıklamasını arayanlarla, hipnozun tamamen psikolojik bir hal olduğuna inananlar arasındaki çekişme, daha 50 yıl süreyle hipnoz araşırmalarına hakim olacaktı. Mesmer'in ölümünden 1 yıl önce, bir mesmerist olarak Paris'te hatırı sayılır bir başarı sağlayan Portekizli Abbe Jose Costodio de Faria, mesmerizmin etkilerinin 'telkin' ile oluştuğunu öne sürmüştü. Ancak, bu düşünceye, Braid'in gözden geçirilmiş teorisine ve Sunderland ile Fahnstock'un gözlemlerine rağmen, hipnotizma konusunun araştırılmasında başta gelen kişi; uzun bir süre boyunca, sadece hipnozun fiziki bir açıklaması bulunduğuna kanaat getirmekle kalmayıp, bu hali bir hastalığın belirtisi olarak gören Jean Martin Charcot'du.

Charcot 1862 yılında, Paris'teki Salpetriere Hastanesi'ne girerek, çalışmalarını hastanede tedavi gören histerik hastaların üzerinde yoğunlaştırdı. Somnambulizmin histeri ile ilişkili olduğunu düşünüyordu.

Hipnozun üç belirgin kademisini ayırdetti;

- Letarjik bir gevşeme hali;

- Kataleptik bir hal (süje bu hale girdiğinde, bulunduğu durumda katılıp kalmaktadır);

- Komple hipnozun derin somnambulik hali

Ancak, 1884 yılında, Charcot'un teorileri, 'Nancy Tıp Derneği'nin Başkanı olan Hippolyte Bernheim tarafından çürütüldü. Bernheim, 6000'i aşkın hastayı hipnotize eden Dr. Ambrose Liebault'un başarılı uygulamalarına karşı ilgi duymuştu. Ne Bernheim, ne de Liebault, C.harcot'un tanımladığı kademeleri tekrar ortaya koyabiliyorlardı" Bernheim, hipnozun, bu 3 tür tezahürünü sadece 1 kez gördüğünü ileri sürüyordu. Bu da yıllarca Salpetriere'de yaşamış olan bir kız tarafından gerçekleştirildiğine göre, bu kızcağız aşikar bir şekilde, doktorların kendisinden beklediğine şartlandırılmıştı.

Bernheim, hipnozun ve hipnotik olarak gerçekleştirilen tüm faaliyetlerin nedeninin 'telkin'olduğunu açıkladı ve bu görüşünü de bir dizi deneyle kanıtladı. Örneğin; trans haline sokmadan dahi, bir tıp görevlisinin kendisine sokakta saldırarak soyduğuna dair genç bir süjeyi ikna etti. Genç adam, bu olayın meydana gelmiş olduğuna tamamen inanmıştı ve sözde saldırganın, ken­disinin muntazam adını dizdiği bir dergi derleyicisi olduğu belir­tildikten sonra bile, olay hakkındaki inancını sürdürdü. Artık, Nancy ekolünün teorileri Salpetriere'nin kilere üstün gelmişti ve Charcot'un kendisi bile, 1892'de -ölümünden 1 yıl önce- yayımladığı ve ruhsal şifacılık konusunu işleyen bir makalesinde, yenilgiyi kabul etmiş gibi görünüyordu.

1884-1885 yıllarında Sigmund Freud, Charcot'un yanında çalışmak üzere Paris'e gitti. Charcot'un etkilediği Freud, Viyana'ya döndüğünde, Freud'u sadece bir hipnotizör olarak görmeye başlayan hipnotizma düşmanlarının ciddi eleştirisi ile karşı karşıya kalmıştı. Psikoanaliz'in kurucusu, 1889 yılında, Nancy ekolünün telkinle ilgili fikirlerini benimsedi, Hipnoz, psikoanalizin gelişiminde önemli bir rol oynamıştı; çünkü Freud, hastalarının hipnoz altında, nevrozlarına neden olduğunu teşhis ettiği, bastırılmış anıları hatırladıklarını saptamıştı. Sonunda, 'hipnotik yönelme'nin (transference) tehlikeli sonuçlarından dolayı, bu uygulamadan vazgeçti. Freud, bu yönelmenin bazı durumlarda, hastanın, hipnotizörü zaten uygulamada pek başarılı olmadığı hipnotik prosedürün yerine, elini hastanın alnına koyma yöntemini kullanmaya başladı. Bu hareketle de otoriteyi elinde tutan kişiyle, otoriteyi kabul eden arasındaki ilişkinin doğru olarak başlatılması amaçlanmıştı.

 

Çalışmalarında hipnozu kullanan C.G. Jung da kendisinin herhangi bir faaliyet göstermesine gerek kalmadan hastalarının, doğrudan bir hipnotik uykuya pekala dalabildiklerini saptadığı için, Freud'u izleyerek hipnotik prosedürü bir kenara bıraktı. Bu fenomen, Sunderland veFahnstock tarafından zaten kısmen gözlemlenmiş bulunuyordu. Bunun ima ettiği kendi kendine telkin' (auto-suggestion) işlemi, 1910 yıIında Emil Coue tarafından, klinik düzenin temeli haline getirildi. Coue'nin şifaları tamamıyla, hastanın kendisi uyanık haldeyken yöneltilen telkine dayanıyordu.

Hipnoz'un bu psikolojik anlayışı, 20. Yüzyıl'ın ilk 10 yılından sonra değişerek, Rus fizyoloğu Pavlov'un. 'Fizyolojik Hipno terapisi'ne dönüştü. Pavlov hipnozu, psişik duruma bağlı bir refleks olarak açıkladı -psişik hareketi yavaşlatma mekanizması (Psychischer Hemmungsmechanismus).

Hipnotizmanın günümüzdeki tıbbi statüsü, sınırlı bir kabul edilme şeklinde görülmektedir. 1920'Ierde ve 1930'larda, Amerikalı psikolog Clark Leonard Hull, hipnoz bilgisini uygun bir deneysel temel üzerine kurtabilmek için çok çalıştı. Kasım 1953'de, 'Ingiliz Tıp Kurumu'nun(British Medical Association) bir komitesi, hipnoz'un, belirli nevrozlarda tedavi seçeneği olabileceğine karar verdi ve hipnotik uygulamanın, tıbbın belirli dallarında ihtisas yapanlara öğretilmesini önerdi. Aynı zamanda, 'hipnoterapistler' de hipnozun, psikoloji ve psikoterapideki kullanımını, hem rahatsızlıkların nedeninin keşfine yardımcı olsun diye ve hem de muhtemel bir tedavi yöntemi olarak canlandırmışlardır.

1960'Iarda ise, Amerikalı J.F. Chaves tarafından 'Hipnotik Hal Teorisi' formüle edildi. Buteori, hipnoz durumunu ve hipnotik davranışları, uyanık olma durumundan esas itibariyle farklı bulmakta, yani değişik bir şuur durumunu ortaya koymaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...