Topal Kırkayak Yanıtlama zamanı: Temmuz 13, 2012 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 13, 2012 Aydede Mizah Gazetesi http://f1207.hizliresim.com/z/f/9pnwd.jpg Kurtuluş Savaşı en güçlü karşıtı olan Aydede'nin ilk sayısı 2 ocak 1922'de yayımlandı. Haftada iki defa çıkıyordu. Sahibi ve başyazarı İttihatçılara karşıtlığıyla tanınan Refik Halit (Karay) idi. Dönemin siyasal olayları içinde yoğrulan Refik Halit, İtilafçıların olumsuzluğuna da tanık olmuş, gazetesinin ilk sayısında iki akımı da reddettiğini açıklamış; bunların bir devamı saydığı "milliciliği" de aynı mantıkla dışladığını kaydetmiştir. Aydede'nin, bu üç yola da hevessiz ve üçünün gidişinden de bezgin olarak, edebi, mizahi, yani nezih ve eğlenceli bir yol izleyeceğini,, ne onu ne bunu ne ötekini benimseyip, her yolun kabahatini yüzüne vuracağını belirtmiştir. Kurtuluş Savaşı döneminde, çözüm önermeden sadece eleştiriyi hedefleyen Aydede, yazar ve çizerlerinin kaliteli olmasına karşılık, ilkesi bulunmadığı için, İstanbul'daki sınırlı bir kesim dışında genellikle tepkiyle karşılanmıştır. Milli Mücadele'yi İttihatçılıkla özdeşleştirdiği için bütün yazı ve karikatürlerinde Kemalistleri eleştirmiştir. 30 Ağustos'tan sonra gazete hızlı bir dönüş yapıp Mustafa Kemal'e övgü yazı ve resimleri basmıştır, ama gayet tabiidir ki yüz bulamamıştır. 9 Kasım 1922'de yayımına son vermiş ve işbirlikçi Aydede kadrosu yurt dışına kaçmıştır. Yazarları arasında Orhan Seyfi (Orhon), Halil Nihad (Boztepe), Fazıl Ahmed (Aykaç), Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Osman Cemal (Kaygılı) gibi isimlere rastlanır. Karikatürist olarak, Rıfkı, Cem, Münif Fehim (Özerman), Ramiz (Gökçe) , Ratip Tahir (Burak) sayılabilir. http://f1207.hizliresim.com/z/f/9pnz0.jpg 150'likler listesinde yer aldığı için yurtdışında yaşayan,1938'de affedilince Türkiye'ye dönen Refik Halit, Aydede'yi ikinci kez 8 Mayıs 1948'de yayımlamaya başladı. Cemal Refik, Fikret Ali , Semih Mümtaz, Melih Cevdet Anday, Fazıl Ahmed Aykaç, Ercümend Ekrem Talu gibi yazarlar ve Togo, Turhan Selçuk gibi karikatürcülerin katkısına rağmen, dergi fazla başarı sağlayamadı ve 1 Ekim 1949'daki 125. sayısında kapandı. Refik Halit, yazılarında kimi zaman “Kirpi” ve “Aydede” imzalarını kullanmıştır. Derginin bazı karikatür ve kapakları; http://f1207.hizliresim.com/z/f/9pp0w.jpg Bilardo başında Bilardo sahibi: Yine sotaya getirdi ama çuhada hayır kalmadı! (Mustafa Kemal'in rakibi Yunan Kralı Konstantin.) Musavviri: Rıfkı, Aydede 10.8.1922 Sayı: 64 Sayfa: 1 Ahmet Rıfkı Milli Mücadele karşıtı yayın yapan Aydede de bile askeri bir başarı beklentisi var. Tabii eleştiriden geri kalınmıyor... ...... http://f1207.hizliresim.com/z/f/9pp2t.jpg Ankara ziyafetinde Aralof Yoldaş: Şu elimde bulunan ve muhtevatı saf ve temiz sudan ibaret olan kadehi kaldırarak dostluğumuzun da bu pak su gibi daima berak ve saf kalmasını temenni ederim! Aydede 13.3.1922 Sayı: 21 Sayfa: 3 Ahmet Rıfkı 3 Mart'ta, Ankara'da Sovyet Elçisi Aralof, elçilik binasında, Mustafa Kemal Paşa şerefine bir ziyafet vermişti. .......... http://f1207.hizliresim.com/z/f/9pp76.jpg ...... http://f1207.hizliresim.com/z/f/9pp8h.jpg Kabahat kimde? Kadın----Kitap bu yemeğin enfes olacağını söylüyordu Aydede 6 Kasım 1948 No. 91 -- 53 ............ http://f1207.hizliresim.com/z/f/9pp9u.jpg Gazeteci -- Altı kişiyi öldüren serseri canavar Çocuk ---Babacığım imdat Baba ---- Korkma yavrum, o canavar değil, gazete satıyor Aydede 6 Kasım 1948 No. 91 -- 53 ......... http://f1207.hizliresim.com/z/f/9ppcg.jpg Zafer temin edilince (Peyam) sahibinin alacağı tavır: "Mest-i nazım kim büyüttü böyle seni" Nedim (imza) ....... http://f1207.hizliresim.com/z/f/9ppdf.jpg ...... http://f1207.hizliresim.com/z/f/9ppf9.jpg ............. http://f1207.hizliresim.com/z/f/9ppfs.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Topal Kırkayak Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2012 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2012 Kelebek Mizah Dergisi 1923/24 yılında 77 sayı olarak Osmanlıca yayınlanan haftalık mizah dergisidir.Mehmet Esat ile Ahmet Şefik, Mahmut Yesari, Reşat Nuri Güntekin tarafından yayınlanmıştır. http://b1212.hizliresim.com/14/g/gwkqh.jpg http://b1212.hizliresim.com/14/g/gwktm.jpg http://b1212.hizliresim.com/14/g/gwkuu.jpg Hakiki İnkılap Kat’i ıslahat için ancak böyle kuvvetli bir idare makinası lazımdır. Kelebek 13.3.1924 Sayı: 49 Sayfa: 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Topal Kırkayak Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2012 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2012 Beberuhi Mizah Dergisi http://b1212.hizliresim.com/14/g/gwuyc.jpg 1898 yılında yayınlanan Beberuhi osmanlı mizah basınının dergilerinden birisidir. II. Abdülhamit dönemi dergilerindendir. 1878 – 1908 arası dönemde yayın yapan bir çok dergi İstanbul dışından yayın yapmış ve yurt içine gizlice sokulmuştur. Bu dönem dergilerine Beberuhi örnek verilebilir. Beberuhi de Cenevre’den yayın yapmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti`nin görüşlerini aksettirir. Gazetenin, muhtevasından sadece Abdülhamid aleyhtarlığı yapmak için çıkarıldığı hissedilmektedir. Bütün yazı ve karikatürlerde Sultan II. Abdülhamid`le alay edilmektedir. Yazı ve karikatürleri imzasızdır. Yayın hayatı kısa sürmüştür. Sadece 5 sayı yayımlanabilmiştir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
kizginkuzgun Yanıtlama zamanı: Aralık 15, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 15, 2012 Gercekten cok guzel bir paylasim. Tesekkurler Topal Kirkayak... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Topal Kırkayak Yanıtlama zamanı: Mart 9, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 9, 2013 Amcabey Mizah Dergisi http://b1303.hizliresim.com/17/9/kwf1r.gif Bir dönemin en usta ve şöhretli karikatüristi olan Cemal Nadir Güler'in, 6 Aralık 1942 günü yayınlamaya başladığı haftalık mizah dergisidir. Derginin sahibi Sermet Muhtar Alus, genel yayın müdürü Rıza Yücerir idi. Güler'in ilk kez 17 Ağustos 1929 tarihinde Akşam Gazetesinde çizmeye başladığı ve geniş bir okur kitlesi tarafından sevilen ilk Türk çizgiroman bant karakteri olan sevimli, zarif, sevecen Amcabey tiplemesi, mizah dergisine de isim babalığı yapmıştır. Dergi kadrosunda Nehar Tüblek, Hamit Duru gibi zamanın genç, sonraki yılların ise ünlü karikatüristleri ile Mahmut Yesari, Burhan Felek, Hikmet Feridun Es gibi usta kalemler yer alıyordu. İlk 33 sayısı gazete, daha sonrakiler ise dergi biçiminde olan Amcabey, toplam 69 sayı çıktıktan sonra 25 Mart 1944 günü yayınına son verdi. http://b1303.hizliresim.com/17/9/kwf3b.jpg http://b1303.hizliresim.com/17/9/kwf4b.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Topal Kırkayak Yanıtlama zamanı: Mart 9, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 9, 2013 Cemal Nadir Güler http://b1303.hizliresim.com/17/9/kwfdc.jpg Cemal Nadir Güler (d. 13 Temmuz 1902, Bursa - ö. 27 Şubat 1947, İstanbul), Türk karikatürist. "Amcabey", "Efruz Bey", "Dalkavuk", "Akla Kara", "Yeni Zengin" gibi tiplerin yaratıcısı. Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Bursa'da doğdu. İlköğrenimini Bursa'da tamamladıktan sonra ortaokulu Bilecik'te okudu. Girdiği bir sınavdan sonra mühendislik eğitimi görmek üzere Almanya'ya gitme hakkını kazandıysa da bu hakkını kullanmadı. Aynı zamanda hattatlık yapan babasının da etkisi altında ressam olmaya karar verdi. İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi'nin (Mimar Sinan Üniversitesi) sınavlarına girdi, ancak başarısız oldu. Bir kasnakçının ve bir makine tamircisinin yanında çırak olarak çalıştı. Bir süre sonra tabela ressamlığı yapmaya başladı.Buna paralel olarak ilkokullarda resim öğretmeni olarak da çalıştı. İlk kez 1920 yılında Sedat Simavi'nin yayınladığı Diken dergisinde bir karikatürü yayınlandı. 1928 yılında günlük çizmek üzere Akşam gazetesi yöneticilerinden Necmettin Sadak'tan teklif aldı. 1943'e kadar bu gazetede çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında Cumhuriyet gazetesinde karikatürlerini yayınlattı. 1941 yılında Vedat Günyol'la birlikte çocuklara yönelik Arkadaş isimli bir dergi yayınladı. Çeşitli dergilerde yayınlanan karikatürlerinin yanı sıra, 1942-1944 yılları arasında Amcabey adlı mizah dergisini yayınladı. Aynı zamanda radyo için skeçler ve "Yüzkarası" adlı bir de tiyatro oyunu yazdı ve oyun İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sergilendi. Karikatürlerini Amcabey'e Göre (1932), Karikatür Albümü (1939), Akla Kara (1940), Dalkavuk Karikatür Albümü (1946) ve Amcabey Albümü (1946) adlarıyla albümleştirdi. Ölümünden sonra İstanbul Cağaloğlu'da yıllarca çalıştığı Akşam gazetesinin bulunduğu Acımusluk Sokağı'na ve Bursa' da başka bir caddeye Cemal Nadir adı verildi. Yarattığı tipler Yarattığı tiplerle toplumsal bir eleştiri yapan Cemal Nadir, Arkadaş dergisinde çizdiği Dede ile Torun karikatürlerinde bilgi ile cehaleti, yeni ile eskiyi karşı karşıya getiriyordu. Amcabey tiplemesiyle toplumdaki çarpıklıkları, çıkarcı tipleri, ikiyüzlülükleri alaya alırken, Dalkavuk tiplemesiyle de dalkavukluk yaparak çıkarlarını koruyanları eleştiriyordu. Yeni Zengin tiplemesi toplumdaki sonradan görmeliği, Akla Kara tiplemeleri de eğitimsizliği ifade eden karakterlerdi. Cemal Nadir Güler'in ilk kez 17 Ağustos 1929 tarihinde Akşam gazetesinde çizmeye başladığı ve ilk Türk bant çizgiroman karakteri sayılan Amcabey 'in kökeni, 1924 tarihli Efruz Bey karakterine dayanır. Cemal Nadir Efruz Bey'i Ömer Seyfettin'in bir hikâyesinden esinlenerek çizmişti ve yine bir bant çizgiromanı şeklinde "Zümrüdüanka" dergisinde yayımlanıyordu. Efruz Bey, fizik olarak Amcabey'e pek benzemiyordu ama karakterleri hemen hemen aynıydı. Yıllar içinde Efruz bey yavaş yavaş Amcabey'e dönüştü Cemal Nadir'in yarattığı tipler; *Amcabey (prototipi Efruz Bey) *Dede ile Torun *Ak'la Kara *Dalkavuk *Salamon *Yeni Zengin http://b1303.hizliresim.com/17/9/kwf9t.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Topal Kırkayak Yanıtlama zamanı: Mart 9, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 9, 2013 [TABLE=width: 700] [TR] [TD][TABLE] [TR] [TD][TABLE] [TR] [TD][TABLE] [TR] [TD=colspan: 2]Doğumunun 100.Yılında Cemal Nadir ve Salamon Karikatürcüler Derneği, modern anlamdaki Türk karikatürünün kurucusu ve 50 kuşağının öncüsü olarak anılan Cemal Nadir Güler’in doğumunun 100. yılı nedeniyle, 2002 yılını Cemal Nadir yılı olarak ilan etti. Geçenlerde düzenlenen bir törenle de karikatür sanatçısı Oğuz Aral’a “Cemal Nadir Onur Ödülü” verildi. Bu büyük ödül için Oğuz Aral’ın seçilmesi tesadüfi değildi. Bilindiği gibi 70’li yıllarda yarattığı Gırgır ekolüyle Aral, karikatür sanatının geniş kitlelere ve özellikle gençlere yayılmasını sağlamış, yapıtlarını günümüz Leman ve benzeri dergilerde gördüğümüz genç yeteneklerin ortaya çıkmasında büyük pay sahibi olmuştu. 45 yıllık kısa yaşamının 20 yılını karikatürle dolu dolu geçiren Cemal Nadir de karikatürü geniş kitlelere sevdirmiş, gençlere örnek olmuş, Türk basınını editoryal karikatürle tanıştırmıştır. Üstat, yaşamını gazete karikatürü çizerek sürdüren profesyonel anlamdaki ilk Türk karikatürcüsüdür. http://www.izelrozental.com/images/Salamon_dil.jpg Yaşadığı kısa dönemin (1902 – 1947) siyasi çalkantılarını düşünecek olursak, Cemal Nadir gibi bir karikatürcünün konu sıkıntısı çekmiş olduğunu söylemek mümkün değildir. Buna karşın, aynı dönemde, akla gelen her fikrin özgürce ifade edilebildiğini iddia etmek de mantık dışıdır. Bu nedenle, özellikle 1930-40 döneminde siyasi ve sosyal olayları irdelemek isteyen karikatürcünün vazgeçilmez sembolü, ‘Batı’nın da büyük etkisiyle, Yahudi tiplemesi olmuştur. Kambur duruşu, kocaman karga burnunun üzerindeki gözlükleri, patlak gözleri, kızıl saçları, keçi sakalı ve siyah melon şapkasıyla Salamon, “Karikatür Dergisi”nin vazgeçilmez elemanlarındandır. Yazları Büyükada’ya gider, paraya tapar, vatanı yoktur, doğru dürüst Türkçe konuşamaz ama yabancı dilleri bilir, cimridir, korkaktır, bütün bunlar yetmezmiş gibi, pistir! Sudan sabundan nefret eder!... Genellikle Ramiz’in çizgilerinde görülen, fakat dönem karikatürcülerinin de çizmekten kaçınmadıkları bu ‘Salamon’ tiplemesi buram buram antisemitizm kokar. Yahudi düşmanlığını tabana yayma amacını güder. Duruma göre kâh gaddar kapitalisttir, kâh vatansız komünist... http://www.izelrozental.com/images/Salamon_guven.jpg Cemal Nadir’e dönecek olursak, yarattığı Amcabey, Ak ile Kara, Dalkavuk gibi unutulmaz karakterlerin arasında Salamon tiplemesini de görürüz. Ne var ki Salamon, Cemal Nadir’in hayat verdiği tiplemelerin içinde günümüze en az yansıyanıdır. Gerek Hilmi Yücebaş’ın Cemal Nadir biyografisinde, gerekse Kamil Yavuz’un “Cemal Nadir Sokağı” adlı derlemesinde Salamon’un adı anılsa dahi, çizgi bant tarzındaki karikatür örneklerine rastlanmaz. Zaten üstadın Salamon tiplemesi de dönemin karikatürcülerininkinden farklıdır; siyah takkesi, çember sakalı ve kara cüppesiyle dindar ve bilgedir, Karagöz ile Hacivat’ın temel komiklerinden, ‘Eskici Yahudi’yi andırır. Bu ‘Salamon’ cimridir, cesaretten yoksundur, iyi Türkçe konuşamaz ama benzerlerine kıyasla daha sempatiktir. Öğretmek yaşam tarzıdır; oğlunu eğitirken pratik zekâ örnekleri gösterir. 30’lu yılların devletten de destek bulan ırkçı-milliyetçi politik havası göz önüne alındığında, Cemal Nadir’in Salamon’unun emsallerine göre zemzem suyuyla yıkanmış kadar saf kaldığı gözlenir. Nadir’in esprileri ırkçılığın sınırlarına kadar dayanır ama kasıtlı bir Yahudi düşmanlığı içermez. Oysa aynı dönemde Nazizm, Almanya’dan tüm dünyaya yayılmakta ve Nazi hayranlığı Türkiye’de de doruğa çıkmaktadır. Cemal Nadir ise karikatürleriyle savaşa ve Nazizme karşı çıkma cesaretini gösteren nadir çizerlerin başını çeker. http://www.izelrozental.com/images/Salamon_kefil.jpg Bu haliyle Cemal Nadir’in Salamon’u, kanımca Karikatür Dergisi’nin kapaklarını süsleyen kardeşlerinden farklıdır. Ramiz’inki Yahudileri ne kadar küçük düşürücüyse, Cemal Nadir’inki (o döneme göre) masum bir mizah ile yüklüdür, Karagöz’ün tiplerinden biridir sanki, komiktir yani. http://www.izelrozental.com/images/Salamon_korkak.jpg Bu noktada bir benzetme yapmaktan kendimi alamıyorum; 1930’ların Salamonları arasındaki bu belirgin farkı ne yazık ki günümüz medyasında algılıyorum. Meğer Salamon’u, içlerindeki antisemitizm zehrini dışarıya akıtmak için alet eden 30’lu yılların yazar ve çizerleri, bugün Yahudi düşmanlığını bilinçli bir şekilde “İsrail ve savaş karşıtlığı” kisvesi altında kusmak için fırsat bilen kimi “sözde” aydınlarımıza ne kadar benziyormuş! Öte yandan, Cemal Nadir’e çizdiği az sayıdaki Salamon karikatüründen dolayı antisemit yaftasını takanları da, bugün okudukları her savaş karşıtı eleştiri yazısında bir Yahudi düşmanlığı unsuru arayan kimi dostlara benzetmekten de kendimi alamıyorum. 100. doğum yılın kutlu olsun Üstat! Dünya hep o bildiğin dünya, savaş hep o bildiğin...[/TD] [/TR] [/TABLE] [/TD] [/TR] [/TABLE] [/TD] [/TR] [/TABLE] [/TD] [/TR] [/TABLE] Alıntı; İzelrozental.com Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Topal Kırkayak Yanıtlama zamanı: Mart 29, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 29, 2013 http://d1303.hizliresim.com/17/x/lkv5g.png Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz’un yazarlığını yaptığı 1946 yılında yayın hayatına başlayan Türk basın tarihinin en yüksek tirajlı yayınlarından biri olan cuma günleri çıkan haftalık mizah dergisidir. Sabahattin Ali başyazarlığını, Mustafa Mim Uykusuz da çizerliğini üstlenmiştir. Toplumcu ve gerçekçi halk mizahıyla, dudaklara tebessüm ettirirken düşündüren Marko Paşa, aynı zamanda da akıldan çıkmayan bir mizah anlayışıyla kuruldu. O dönemlerde adeta ana muhalefet gibi etki gösteren derginin yazarlarına karşı birçok dava açılmış, kimi sayılar toplatılmış ve hatta dergi ismindeki Paşa kelimesinden dolayı zamanın "Milli Şef"i İsmet Paşa ile alay ediyor diye kapatılmıştır. Bu tür olaylar yüzünden Markopaşa "Toplatılmadığı zamanlar çıkar" veya "Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar." gibi ibarelerle çıkardı. Kimi zaman yazarlar dergiyi elden dağıtmaya çalışmışlar, buna karşın çok sayıda satmayı başarabilmişlerdir ki derginin tirajı 60-70 binlere dek ulaşmıştır. O dönemlerde en çok satan gazetelerin tirajları bile 50 bini geçmemekteydi. Markopaşa kapatılınca sırasıyla; Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa,Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Babave Kırk Haremiler adları altında yeniden çıkarıldı. http://c1303.hizliresim.com/17/x/lkv78.jpg [TABLE] [TR] [TD]Marko Paşa [/TD] [/TR] [/TABLE] [TABLE=width: 100%] [TR] [TD]“...Bu işte hangi menfaatlerin oyunu var? Dünyayı bir ahtapot gibi sarmaya çalışan emperyalist sermayenin kucağına atılmak, milletin alın terini dolara ve sterline satmak isteyenler kim? Gözü doymaz paranın bu korkunç taarruzu karşısında milletini ve vatanını seven her namuslu insan sesini yükseltmeğe mecburdur. Çünkü bir memlekete girip yerleşen yabancı sermayeyi çıkarıp atmanın, yabancı orduları sürüp denize dökmekten çok daha güç olduğunu, biz Osmanlı İmparatorluğunun mirasçıları herkesten iyi biliriz.” Temmuz ayı Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin’in ölüm yıldönümleri. Sabahattin Ali ile birlikte üç toplumcu yazar 1946’da ülkemize girmeye başlayan ABD emperyalizmine karşı ilk bayrağı açmışlar; Marko Paşa mizah gazetesini çıkarmışlardı. Ustaları, Marko Paşa’daki seslerine kulak vererek anarken ülke olarak yaşadığımız sorunun başlangıç yıllarına gidelim ve Marko Paşa ışığıyla aydınlanalım istedik. İşe, 02.12.1946 günlü Markopaşa’nın 2. sayısındaki “Yabancı Sermaye” başlıklı yazı ile başlayalım: “...Bu işte hangi menfaatlerin oyunu var? Dünyayı bir ahtapot gibi sarmaya çalışan emperyalist sermayenin kucağına atılmak, milletin alın terini dolara ve sterline satmak isteyenler kim? Gözü doymaz paranın bu korkunç taarruzu karşısında milletini ve vatanını seven her namuslu insan sesini yükseltmeğe mecburdur. Çünkü bir memlekete girip yerleşen yabancı sermayeyi çıkarıp atmanın, yabancı orduları sürüp denize dökmekten çok daha güç olduğunu, biz Osmanlı İmparatorluğunun mirasçıları herkesten iyi biliriz.” Milletin alınterini dolara satmak isteyen anlayışın ülkeyi nereye götüreceğinin (bugün geldiğimiz noktanın) uyarısını da ustalar, 57 yıl önce daha işin başında, 27.1.1947 günlü Marko Paşa’da yapıyorlardı: “Biz diyoruz ki: -Dostlar! Kalemimiz, fikrimiz Sterlinin kölesi olmasın.(...) Vicdanımız Doların esiri olmasın. (...) Düşmanın çizmeli istilâsını tepelemek kolaydır. Fakat bir kere sinsi sinsi Dolar ve Sterlin emperyalizminin sömürgesi olduk mu, kurtuluş zordur. Hem uşak oluruz, hem de kendimizi efendi sanırız. Uyarılara günü gününe karşı tepkiler gelmektedir. Suçlu sanki Marko Paşacılardır. 19.5.1947 günlü sayıda “Krediyi Düşüren Kredi” başlığıyla bu durum açıklanmaktadır: “... Amerikan yardımının asâleti hakkında şüpheye mi düşüyorsunuz? Vatan hainisiniz! Bu yardımın asıl dertlerimize çare bulmadığını, omuzumuzdaki yükü azaltmadığını mı söylüyorsunuz? Bolşeviksiniz.(...) Amerikan mandacılarından başka herkesin aklına takılan: ‘Bu yardımın sonu nereye varacak?’ sorusuna neden açık ve inandırıcı cevap veremediler, hatta işin münakaşasına bile yanaşmadılar...” Kökü dışarda... Suçlamaların ileri düzeye ulaştığı günlerde, TBMMde ilk kez C. Sait Barlas’ın üç usta için kullandığı iki sözcük sonraları yönetim ve düşünce dünyamızın çokça kullanılan deyimi olacaktır: “Kökü dışarda!” Bu karalamaya Marko Paşacıların yanıtı S. Ali ile 16.12.1947 tarihli sayıda “Ayıp” başlığıyla verilirken hem isteklerinde, hem de kuşkularında ne denli haklı oldukları bugün daha iyi anlaşılmıyor mu? “...Vatanımızın istiklali üzerine en küçük bir gölge düşmesin, istiklal anlayışımız Atatürk’ün çizdiği yoldan ayrılmasın dediğimiz için mi kökümüz dışarda? Bin bir hileli yoldan bağrımıza sokulup bizi tekrar yarı müstemlekeliğe sürüklemek isteyen sömürücü yabancı sermayeye karşı uyanık bulunmayı istediğimiz için mi kökümüz dışarda?” Saldırılar bu kadarla da kalmamakta, akıl almaz çeşitli baskılarla gazeteleri kapatılmakta, kendileri de tutuklanmaktadırlar. Dışarıda kalan bu kez yeni bir “...Paşa”yı çıkarmaktadır: Merhumpaşa, Malümpaşa... Bu arada kapatılan Paşa’nın yerine sağcılar tarafından da taklit Paşalar çıkarılmaktadır. Okur artık Paşaları karıştırmaya başlamıştır. Çözüm olarak bu kez “...Paşa” değil, “...baba” çıkarılır. Başına da S. Ali’nin “Ali”si konur:ALİBABA... İlk sayıda bu durum açıklandıktan sonra şöyle denilmiştir: “Biz müsamahakar insanlarız. Paşayı elimizden alanların, bu sefer Babayı da almalarına göz yumarız”! Markopaşa ve soyundan gazeteler her şeyden önce bir mizah gazetesidir. Ancak bu, beyinlere yönelik mizahtır. Amaç güldürmek değil, düşündürmektir. Mizah ise bu amaç için bir çeşni, bir araç, bir silahtır. Isırıcı, etkisi kalıcı bir silah... Toplanmadığı zamanlarda çıkar... Gazeteyi toplatma olayları o kadar artmış; yöntemleri o kadar ilerlemiştir ki, 14.1.1949 günlü 12(36). sayının başlığının üstüne “Toplanmadığı Zamanlarda Çıkar” tümcesi konulmuş; başlığın hemen altında da şu açıklama yer almıştır: “BU GAZETE:Bu gazete Cuma günleri saat sekizde çıkar. Sekizle dokuz arasında fırsat bulursa satılır. Dokuzda toplatılır. Saat onda muharrirleri sorguya çekilen Basın Hürriyetinin kurbanı felaketzede bir gazetedir.” Gazetenin sık sık toplatılmasından doğan sıkıntıyı aşmak için tutulacak yollar da okuyucuya mizahsal biçimde sunulmuştur: “...Bu dahi efendileri tatmin etmezse, büsbütün havadan sudan mevzular yazılacak, mesela hıyar sayısı, şalgam sayısı gibi sayılar çıkarılarak, bu gazetelerde yalnız hıyarlara ve şalgamlara methiyeler tanzim edilecek, bamyanın fazileti, kendini nimetten sayan kuru fasulyenin şerefi, milli nohudun asaleti gibi çok değerli mevzular üzerinde ileri geri fikirler yürütülecektir...” Özel hıyar sayısı... Planlanan şekilde ilk özel sayı 14.2.1949 tarihinde çıkarılmıştır: Markopaşa Özel Hıyar Sayısı... Gerekçesi de şöyle açıklanmıştır: “Ne yazsak Markopaşa’yı toplatıyorlar. Onbeş sayı çıkabilen (3. dönem çıkışında) gazetemizin yedi sayısını toplattılar. Biz de zülfiyâre dokunmasın, güneşe karşı desturun su döküp te çarpılmıyalım, evliyayı umuru incitip fincancı katırlarını ürkütmiyelim diye, suya sabuna dokunmadan, havadan sudan yazılar yazmıya karar verdik. Bundan sonra gazetemizin her sayısını, meyva ve sebzelerin methine tahsis edeceğiz. Şimdiye kadar gazetemizi İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı toplattırdı. Bakalım bu sefer de Tarım Bakanlığı toplatacak mı? Gazetemizin bu sayısı Hıyar sayısıdır. Baştan aşağıya kadar hıyarın ve hıyarların methiyesini bulacaksınız. Hatta memleketimizin hıyarlarını rencide etmemek için, onların aleyhinde bile bulunmıyacağız. Gelecek sayımız da muşmula sayısı olacaktır.” Ne yazık ki Hıyar sayısı Tarım Bakanlığı değil, Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılacaktır. Elimizdeki sayılara göre Marko Paşa dizisi toplam 7 ad, 77 sayı (70’i elimizde), 8 sahip (çeşitli tarihlerde 15 kez değişerek), 10 yazıişleri müdürü (13 kez değişerek), 1’i teksir makinesi olmak üzere 9 matbaa (15 kez değişerek), 1’i posta kutusu olmak üzere 10 adres değiştirerek çıkmıştır. 3 yıl, 4 ay, 28 günlük süre içinde 176 sayı çıkması gerekirken ancak 77 sayı çıkabilmiş; tam 99 hafta çıkamamıştır. Bu gazeteler aleyhine 16 dava açılmış; yazarları toplam olarak 8 yıl 2,5 ay mahkûmiyet cezası almışlardır. S. Ali’nin “Sırça Köşk”, R.Ilgaz’ın “Yaşadıkça” kitapları; A.Nesin’in “Nereye Gidiyoruz?” adlı broşürü; M.Uykusuz’un “Karikatür Albümü” ile Marko Paşa’nın 7 değişik sayısı Bakanlar Kurulu kararlarıyla toplatılır. Emniyet ve savcılık kararlarıyla toplatılanlar da cabası... Görüldüğü gibi bu yıllarda Markopaşacılar ABD emperyalizmine; hükümet, emniyet, savcılık, basın ve mandacılar Marko Paşacılara karşı çıkmıştır. Ne var ki, geçen sürede Marko Paşacıların da dediklerinin bir bir gerçekliği ortaya çıkmıştır. Tam 58 yıl sonra, söyledikleri yine geçerli, yine gerçek... Toplumcu – gerçekçi ustaları saygıyla anıyoruz. Mehmet SAYDUR http://c1303.hizliresim.com/17/x/lkv9q.gif Özgürlüğün bedeli Çok derin anlamları olan bir laf edermiş gibi arada bir şunu söyleriz: "Demokrasi için hangi mücadeleyi ettik ki? Bu özgürlükler bize verildi, aynı şekilde geri alınması da doğaldır." Böylece özgürlüklerin kısıtlanmasını, demokrasinin zedelenmesini doğal bulan bir anlayışı dile getiririz. Gerçekten öyle mi? Gerçekten demokrasi için yeteri kadar mücadele edilmedi mi? Yakın tarihimiz hiç de öyle söylemiyor. Alın 'Markopaşa' olayını. 'Markopaşa' 1946-1950 arasında Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin'in çıkardığı bir dergi. Öyküsü, Mehmet Saydur tarafından 'Markopaşa Gerçeği' adıyla kitaplaştırıldı. 'Daha çıkar çıkmaz ilk sürprizi bayiler yapıyor' diyor Saydur. "Markopaşa'nın dağıtım ve satışını yapmıyorlar. Yazarlar, dergiyi işporta yöntemiyle kendileri satmak zorunda kalıyorlar. Hemen ardından matbaalar basmak istemiyor." 16'ncı sayıya gelince matbaa bulunamadığı için dergi teksir makinesiyle basılıyor. Buna rağmen, gazetelerin 25 bin sattığı bir ülkede tirajı 60-70 bine kadar çıkıyor. 'Markopaşa' kapatılıyor, 'Malumpaşa' olarak yeniden çıkıyor. 'Markopaşa' mahkemede aklanıyor, bu kez isim hakkı (ajan olduğu sanılan) biri tarafından çalınıyor. Dergi bir kez de 'Merhumpaşa' olarak çıkıyor. Sonra 'paşa' dizisi yetti artık denip, 'Alibaba' oluyor. Dergi, toplam 7 ad, 8 sahip (15 kez değişerek) 10 yazıişleri müdürü (13 kez değişerek) 9 matbaa (15 kez değişerek), 1'i posta kutusu olmak üzere 10 adres (12 kez değişerek) çıkmış. İlk sayı ile son sayı arasındaki 176 haftanın 99'unda çıkamamış! Hakkında 28 dava açılmış. Sabahattin Ali 11 ay 17 gün, Aziz Nesin 7 ay 18 gün, Mim Uykusuz 3 ay 15 gün, Rıfat Ilgaz 5 yıl 1 ay ceza yemiş. Bu arada Sabahattin Ali de öldürülmüş! Bütün bunlar olurken, günümüzde artık demokrasi kahramanı sayılan Adnan Menderes, Meclis'te okuduğu hükümet programında, 'Dışarıdan beslenen mizah dergileriyle uğraşacağız' diyordu. Ve uğraştı da. Fakat, polise hapishaneye, işkenceye karşı kaleminden başka silahı olmayan bu insanların yürüttüğü mücadelede, gösterdiği dirençte olağanüstü destansı bir yan vardı. 'Markopaşa' bir mizah dergisiydi. İnsanları güldürdü mü, ağlattı mı, onu bilemiyorum. Ama dönemin yöneticileri tarafından pek sevilmediği ortada. Şimdi 'Markopaşa' gibi bir dergi çıksa yazarları ve sahipleri öyle sürüm sürüm sürünür mü? Kuşkusuz ki hâlâ basın özgürlüğü sorunumuz var. Hâlâ zaman zaman yazılı basında da görsel basında da özgürlüklerin kısıtlandığına tanık oluyoruz. Kitaplar, dergiler toplatılabiliyor, tiyatro oyunları engelleniyor. Ama 'Markopaşa'nın trajik öyküsünü artık yaşamıyoruz. Gerçi Datça'da kaymakam, eleştirme cüretini gösteren gazeteci Sinan Kara hakkında 18 dava açılabiliyor, sanık 4 milyar liraya mahkûm ediliyor ama, bunlar istisnai olaylar. 1940'lardan bu yana demokratikleşmede de basın özgürlüğünde de önemli adımlar atıldı. Ve bu gelişmeleri, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Rıfat Ilgaz, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt.. gibi aydınlara, hapislerde çürüyenlere, Sivas'ta yakılanlara borçluyuz. 'Özgürlükler için ne yaptık, ne bedel ödedik ki hak edelim' demek hiç de doğru gözükmüyor bana. Bu uğurda bütün ömrünü verenlere haksızlık etmiş olmuyor muyuz? ............ Üç yazar, bir çizer: Markopaşa Bu noktada 1946 yılına gelmekte ve sadece üç yazar, bir çizerden oluşan dört sayfalı mizah gazetesi Markopaşa'nın gücüne değinmekte yarar var. 25 Kasım 1946'da ilk sayısı çıkan bu dört kişilik mizah gazetesinin kadrosu: Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ile bu üç yazara çizgileriyle katkı sağlayan çizer Mim Uykusuz'dan oluşuyordu. %75 bir oranda yazar ağırlıklı diyebileceğimiz bu ilginç ve sıkı muhalif gazete Türk mizah yayıncılığı tarihinin yüz akı olurken dönemin iktidarının şimşeklerini üzerine çekerek sayısız kez kapatıldı. Kesintilerle ve sürekli değişen adlarla süren bu müthiş serüven dört yıl sürdü. Markopaşa serüveni, bize mizah gazetesi ya da dergisinde özellikle yazının ne denli müthiş bir güç olacağını da göstermiş oldu. Dergide yayınlanan bazı karikatürler; http://c1303.hizliresim.com/17/x/lkvl6.png http://c1303.hizliresim.com/17/x/lkvlh.jpg http://c1303.hizliresim.com/17/x/lkvls.jpg http://c1303.hizliresim.com/17/x/lkvm2.jpg http://c1303.hizliresim.com/17/x/lkvmk.jpg http://d1303.hizliresim.com/17/x/lkvn1.jpg[/TD] [/TR] [/TABLE] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.