Jump to content

Gotik Edebiyat


Rimmon-ex

Önerilen Mesajlar

http://www.lostlibrary.org/resim/resim/per_shadow.jpg

Korkunun Tarihi

 

Büyük bir katedral düşünün, şeytan heykelleri, uzun kuleleri, parlak şekillerin gözleri kamaştırdığı uzun pencereleri olsun. İçeri girdiğinizde büyük bir boşluk duygusuyla beraber bir boyun eğme, bir korku kaplasın içinizi. Bu mimari tarzına GOTİK adını vermişler nedense, ama nedenini de biliyoruz. Bu yapılar ilk olarak Almanya'da çıktığı için bu isim verilmiş. Neyse, mimariyle uğraşmayacağız. Aynı sistemi evler uygulayın, daha üst sınıfları evlerini düşünün, şatoları filan. Bir şatonun dışından baktığınızda önce korkutucu kuleleri görürsünüz ama asıl kalenin içi korkutur insanı. Bir geniş salon, şömineler, yukarıya çıkan karanlık merdivenler, daha karanlıklarda kaybolan bodrumlar, demir kapılarının ardında neler olduğunu düşünmekten korktuğumuz odalar, duvarlarda kırılan, dalgalanan, olmayan şekiller oluşturan mum ışığının sarı ışıltısı ve sesler, uzaktan önce bir tıkırtı halinde daha sonra rahatsız edecek sıklık ve yakınlıkta sesler. Rahatlamak için dışarı bakarsınız, gece, sis, eğrilmiş ağaç dalları, ne olduğunu, nereden geldiğini bilemediğiniz çığlık uluma arası hayvan sesleri. Gotik Edebiyat' a hoş geldiniz.

 

Bu edebiyat her ne kadar belli kalıpların dışına çıkmasa da günümüz korku edebiyatının atasıdır. Yazılı ve görsel korku ürünlerinin hepsi bu asıl ismi GOTİK ROMANS olan tür ile başlamıştır. Yaratıklar, korkma türleri doğal olarak çağa uyup değişmişlerdir ama temel hep aynıdır, Gotik. Bu türün ortaya çıkma zamanı da ilginç aslında. İngiltere'nin aydınlanma dönemi dediğimiz 1750 sonrası döneme rastlar bu türün ortaya çıkışı, yani insanların dini tutuculuktan uzaklaşıp bilimsel metotları öğrenmeye başlamasına, çevresini inceleyip sorgulamasına rastlar. Ama bu yeni yaratıklar, bu ortam, bu karabasan İngilizlikle ilgisi olmayan yeni, egzotik, alışılmadık bir şeydir. Yabancıdır, doğaüstüdür, yıpratıcıdır ve dolayısıyla çekicidir. Halbuki bu romanlarda yer alan varlıklar daha önceleri de vardı. Bilirsiniz, İngiltere hep hayaletleri, perileri ve diğer doğa dışı yaratıklarıyla ün salmıştır. Kelt dininin bir parçası olan kurban törenleri ve vahşi inançlar Asterix'in çizgi roman romantizmini yok edemez ama Folklor bilimine kelpie, leprechaun, banshee, brownie, goblin, elf, hobgoblin, fairie ve gnome gibi yaratıkları armağan eder.

 

Gelenekler ve kaynaklar bu halde iken elbette birilerinin bunu kötü yolda yani normal edebiyatın dışında kullanması doğaldır. Bu ilk ise bütün bu işle iştigal edenlerin üzerinde anlaştığı dördüncü Oxford Earl'ı Horace Walpole'dur. 1764 de The Castle of Otranto isimli romanını yazar. Sayın Earl ayrıca Gotik kelimesini bu bağlamda kullanan ilk insandır. Kitabı bu türde kullanılan gizli kapılar, kan damlaları, kaçan kadın kahraman,zehir, eski mobilyalar ve kahramanların gizli kimlikleri olması kavramlarını içinde bulundurur yani bunlar da ilktir.

 

Artık cehennemin kapıları açılmıştır, her tür korkunç yaratık dışarıya çıkabilir ve çıkar da. Walpole' a 1773'de Lucy Aikin katılır ve daha ürkütücü bir geleneği yani kadın korku yazarları serisini başlatır. Bu sözlerimde asla bir alay yoktur, Anne Radcliffe ve Mary Shelley hala bu türün en büyükleri sayılmaktadırlar. Ann Radcliffe The Mysteries of Udolpho isimli kitabında türe birçok yenilikler getirir. 1796 da ise Matthew G. Lewis The Monk' ta ruhunu Şeytan'a satan Ambrosio adlı bir papazı ve bazı ensest ilişkileri anlatır. Ama amiyane değişle esas kız Mary Wollstonecraft Shelley'dir. Shelley dünyanın belki de en çok tanınan (Boris Karloff' a teşekkürler) tiplerinden birini yaratmıştır. Frankenstein bilim kurgu ve gotik arasındaki köprü rolünü oynar, bir anti-ütopya yaratır.

 

Ancak konusuna geçmeden kitabın yazılışından biraz bahsetmek isterim. Mary Wollstonecraft ileride eşi olacak Percy B. Shelley ile İsviçre'de Lord Byron' un göl kenarındaki yazlık evine giderler, bir gece ateş başında bir Alman hayalet hikayeleri antolojisi okurken Byron bunun hiçte korkunç olmadığını, kendilerinin daha iyilerini yazabileceklerini söyler. Odalarında Shelley The Cenci' yi, Lord Byron Fragment of a Novel'ı, Byron' un doktoru Polidori ise The Vampyre' ı yazmaya başlar, Mary ise Frankenstein'ı yazar.(Ken Russell'in Gothic filmi bu konuyu işler) Konu aslında çok yeni değil, özellikle mitolojide çok kullanılmış bir temaya dayanmaktadır.Yapay adam yani homunculus Deadalus'un Girit kralı Minos için yaptığı yapay adamda ilk defa görülür. Goethe'nin Faust'unda büyüyle yaratılan bir adamdan bahsedilir ancak bütün bunların temeli bir Yahudi efsanesi olan golem' dir. Gustav Meyrink' in Golem isimli kitabı bizde de çıktı.Frankenstein' in canavarının ayrıldığı nokta ise yaratılanın yaratana olan isyanını açıkça ortaya koymasıdır, bir tür Prometheus gibi tanrılara karşı gelmiş ama bilim kurgunun büyük ustası Brian Aldiss' in romanına ismini verdiği gibi bu Prometheus zincirlerini kırmıştır ve bilimin yolunu açmıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Anne Rice

 

Bu tarzın en popoüler yazarlarından biri de kuşkusuz Anne Rice'dır.Onun vampirleri her zaman için ilginç olmuştur.Kitaplarında korku öğelerini ustaca kullanmanın yanı sıra pek çok kitabında "gotik bir yaşam"a hayran kalan yeni vampirlerin yaşadığı psikolojik kaos,eski hayatlarıyla vampirizm arasında yaşadıkları gelgitler sıklıkla gözükmektedir.Gercek adı dışında anne rampling ve a.n. roquelaure isimlerini kullanarak da yazdiığı kitaplar mevcuttur.Kitaplarında cinsellik,biseksüel ve aseksüel karakterler sıkça görülür.Yazdığı hemen her kitabı okumuş biri olarak şiddetle tavsiye ediyorum özellikle vampir Lestat'ın hikayesinin anlatıldığı kitap (şimdi adını hatırlayamadığım o kitap :D) süperdi.Yazar hakkında bilgisi olan herkesi paylaşıma davet ediyorum.Tabi bütün gotik yazarlar için geçerli bu davet :D;)

 

Eserleri

* İnterview with the vampire (1976)

* The feast of all saints (1979)

* Cry to heaven(1982)

* The claiming of sleeping beauty (1983)

* Beauty's punishment (1984)

* The vampire lestat (1985)

* Exit to eden (1985)

* Beauty's release (1985)

* Belinda (1986)

* The queen of the damned (1988)

* The mummy (1989)

* The witching hour (1990)

* The tale of the body thief (1992)

* Lasher (1993)

* Taltos (1994)

* Memnoch the devil (1995)

* Servant of the bones (1996)

* Violin (1997)

* Pandora (1998)

* Armand (1998)

* Vittorio the vampire (1999)

* Merrick (2000)

* Blood and gold (2001)

* The master of rampling gate (2002)

* Blackwood farm (2002)

* Blood canticle (2003)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Clive barker cehennemin mimarı.

 

Stephen King'in bile hayranı olduğu korku romanlarının yazarı Clive

Barker'ı meşhur eden "Kan Kitapları"nın ilki yayımlandı. Clive Barker, gotik edebiyatın Edgar Allen Poe ve Lovecraft'tan sonraki en büyük temsilcisi sayılıyor

 

Biz onun adını ilk kez yazdığı ya da yönettiği filmler sayesinde telaffuz etmeye başladık. Candyman, Lord of IIlusions ve Kabal'dan uyarladığı Nightbreed tür sineması takipçilerinin iyi bildiği örneklerdi. Ama korku sinemasının başyapıtlarından biri haline gelen, literatüre İğnekafa (Pinhead) adlı unutulmaz karakteri katan ve her anlamda sınırları zorlayan Hellraiser, izleyen üzerinde en şiddetli etkiyi yaratan film olmuştu. Yalnızca gotik korku edebiyatının babaları Edgar Allen Poe ve Lovecraft'ın eserleriyle türevlerinin yaratabileceği bir etkiydi bu. Korkunç olmanın ötesinde meşum, tekinsiz, uğursuz ve tedirgin ediciydi.

 

Bu ikilinin adeta günümüze yansıması olan Clive Barker için Poe'nun edebi gücünü, Lovecraft'ın hayal-gücüyle birleştiriyor dersek abartmış olmayız. Poe'ya nazaran daha az tanınan Lovecraft (çünkü eserleri edebi anlamda çok kabul görmez. O da zaten edebiyat yapmaz, doğrudan korkutur), bugün bile izleri takip edilen, günümüz korku yazarları tarafından örnek alınan, kültleşmiş bir deha. Hatta onun korkunç şeyler yazma ve yaratma konusundaki dehasına doğaüstü açıklamalar getirmeye çalışanlar bile olmuştur. Lovecraft'ın büyücülük ve karanlık ilimler sayesinde bir şekilde farklı boyutlarla bağlantıya geçtiğine inananların sayısı hiç de az değildir. İnsanları böyle düşünmeye yönelttiklerine göre Poe'ın eserlerinin ne kadar etkili olduğunu varın siz düşünün artık.

 

Clive Barker, Liverpool doğumlu bir İngiliz. Sosyal yardımla geçindiği sekiz yıl boyunca tiyatroyla uğraştıktan sonra, paraya ve şöhrete üç kitaplık Kan Kitapları’nı yazarak kavuşmuş. O, yazdıklarını gözünde büyütmüyor; aksine "Bunlar dokuz yaşındaki bir çocuğun arkadaşlarını etkilemek için anlattığı türden hikâyelerdi" diyor. Kan Kitapla-ri'nın ilk cildi Oğlak Yayınevi tarafından yayımlandı. Ancak işin ilginci, bu cilt Altın Kitaplar tarafından 1996 yılında sessiz sedasız yayımlanmış ve ne yazık ki o sessizlikte kaybolup gitmişti. Neyse ki Oğlak Yayınevi 2000 yılında yayın haklarını satın aldığı Clive Barker kitaplarını ardarda yayımlamaya başladı da, Türk okuru Clive Barker'la tanışabildi. Üstelik gotik edebiyat aşığı ve uzmanı Dost Körpe'nin çevirileriyle. Bu arada Barker'ın, Günışığı Kitaplığı'ndan da "Zaman Hırsızı" adlı kitabının çıktığını hatırlatalım. Genç yaştaki okurlar için yazılmış olsa da, bu kitabın yazarın en eğlenceli eserlerinden biri olduğuna ve ihmal edilmemesi gerektiğine dikkat çekelim. "Galileo," "Lanetlenme Oyunu," "Kabal," "Kutsanma Ayini," "Kan Kitapları 1" bugüne dek Oğlak Yayınevi imzasıyla çıkan kitaplar oldu.

 

Kan Kitapları 1'de yer alan beş öykü sayesinde Clive Barker'ın tarzı hakkında net bir izlenim edinebiliyorsunuz. Şiddet, cinsellik ve dehşet üçgeninde huzursuz bir yolculuğa çıkacağınızı söyleyeyim ama şimdiden. Yazımızı ülkemizde korku denince akla gelen ilk yazarın, Stephen King'in sözleriyle bitirelim: "Clive Barker o kadar iyi yazıyor ki, tam anlamıyla dilimin tutulduğunu söyleyebilirim. Barker'ın yazdıklarının yanında on yıldır uyuyormuşuz gibi görünüyor."

 

Kim uyuyor kim uyarak bilemem ama, dilinizin tutulması pek de uzak bir olasılık değil

-alıntı-

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Stephan King (popülerlikten kim ölmüş :D)

1947 de ABD'de dünyaya gelmiş.Ailesinin ayrılmasından sonra annesi tarafından büyütülen yazar çocukluğunun bi bölümünü hindistanda geçirmiştir.Üniversite eğitimini main üniversitesinde gören yazar ilk yazı denemelerini okul gazetesinde yapmış ve kitaplara olan aşkı sayesinde kütüphanenin en güzel kızını kaprak 1971'de Tabitha ile evlenmiştir.Aynı yıl Hampden Akademisinde ingilizce öğretmenliğine başlamıştır.Bir süre sonra 73'te öğretmenliği bırakıp sadece yazarlıkla ilgilenmeye başlamıştır.Daha sonra annesinin rahatsızlığı üzerine main'e geri dönüp ailesi için kiraladığı evin garajında "Salem's Shout" isimli romanını yazmıştır.Bundan 1 yıl sonra da ilk romanı olan Carrie'yi yayınladı.Bu dönemde annesini kanserden kaybettikten sonra colorado'ya taşınan king burda kaldığı 1 yıla yakın süre içinde Shinning isimli romanı yazdı.Sonrasında maindeki çok sevdiği göller yöresinde bir ev alarak oraya yerleşti.3 çoçuk 3 de torun sahibi olan King'in 60 tane kitabı yayınlandı.eserleri sayseinde 40 milyonun üzerinde bir hayran kitlesine ulaştı.Eserleri özellikle yapımcılar için altın dğerinde.....

ESERLERİ:

 

Türkiye'de yayınlanmış romanları

* Göz (Carrie)

* Korku Ağı (Salem's Lot)

* Medyum (The Shining)

* Mahşer (The Stand)

* Çağrı (The Dead Zone)

* Tepki (Firestarter)

* Kujo (Cujo)

* Christine

* Hayvan Mezarlığı (Pet Sematary)

* Tılsım (The Talisman) (Peter Straub ile) ISBN 975-100-299-0

* O (It)

* Ejderhanın Gözleri (The Eyes of the Dragon) ISBN 975-100-002-5

* Sadist (Misery)

* Şeffaf (The Tommyknockers)

* Hayatı Emen Karanlık (The Dark Half)

* Ruhlar Dükkanı (Needful Things)

* Oyun (Gerald's Game)

* Dolores (Dolores Claiborne)

* Uykusuzluk (Insomnia)

* Çılgınlığın Ötesi (Rose Madder)

* Yeşil Yol (The Green Mile)

* Yaratık (Desperation)

* Kemik Torbası (Bag Of Bones)

* Maça Kızı (Heart In Atlantis)

* Yüzyılın Fırtınası (Storm Of The Century)

* Tom Gordon'u Seven Kız (The Girl Who Loved Tom Gordon)

* Rüya Avcısı (The Dreamcatcher)

* Kara Ev (Black House) (Peter Straub ile) ISBN 975-210-264-6

* Buick 8 (From A Buick 8)

* Cep (Cell)

 

Türkiye'de yayınlanmış hikaye derlemeleri

 

* Hayaletin Garip Huyları (Night Shift)

* Kuşku Mevsimi (Different Seasons)

* Sis (Skeleton Crew)

* Gece Yarısını İki Geçe - Gece Yarısını Dört Geçe (Four Past Midnight)

* Düşler ve Karabasanlar (Nightmares and Dreamscapes)

* Karanlık Öyküler (Everything's Eventual)

 

Kara Kule Serisi

* 1982 Kara Kule 1: Silahşör (The Gunslinger) ISBN 975-405-151-8

* 1987 Kara Kule 2: Üçün Çekilişi (The Drawing of the Three) ISBN 975-210-437-1

* 1991 Kara Kule 3: Çorak Topraklar (The Waste Lands)

* 1997 Kara Kule 4: Büyücü ve Cam Küre (Wizard & Glass) ISBN 975-405-876-8

* 2003 Kara Kule 5: Calla'nın Kurtları (Wolves of the Calla) ISBN 975-210-454-1

* 2004 Kara Kule 6: Susannah'nın Şarkısı (Song of Susannah) ISBN 975-210-507-6

* 2005 Kara Kule 7: Kule (The Dark Tower)

 

Stephen King filmleri - dizileri

 

* 1976 Carrie

* 1979 'Salem's Lot

* 1980 The Shining

* 1982 Creepshow

* 1982 The Boogeyman (Kısa film)

* 1983 Cujo

* 1983 The Dead Zone

* 1983 Christine

* 1983 Disciples of the Crow (Mısırın Çocukları'ndan uyarlanmıştır)

* 1983 The Woman in the Room (Frank Darabont kısa filmi)

* 1984 Children of the Corn

* 1984 Firestarter

* 1985 Cat's Eye

* 1985 Silver Bullet (Kurtadamın Döngüsü'nden uyarlanmıştır)

* 1985 Stephen King's Nightshift Collection

* 1985 Word Processor of the Gods

* 1986 Gramma (Alacakaranlık Kuşağı'nın bir bölümü)

* 1986 Maximum Overdrive (Kamyonlar'dan uyarlanmış ve King tarafından yönetilmiştir)

* 1986 Stand by Me (Ceset'ten uyarlanmıştır)

* 1987 Creepshow 2

* 1987 A Return to Salem's Lot

* 1987 The Running Man

* 1987 The Last Rung on the Ladder

* 1987 Sorry, Right Number

* 1989 Pet Sematary

* 1990 The Cat From Hell

* 1990 Graveyard Shift

* 1990 It (TV Filmi)

* 1990 Misery

* 1990 The Moving Finger

* 1991 Golden Years (orjinal tv dizisi)

* 1991 Sometimes They Come Back

* 1992 The Lawnmower Man (King filmin yapımcılarını dava eder ve kazanır, filmde artık SK'in adı geçmemektedir)

* 1992 Sleepwalkers (film için yazılmış bir senaryodan çekilmiştir)

* 1993 The Dark Half

* 1993 Needful Things

* 1993 The Tommyknockers (TV Filmi)

* 1993 Chinga (The X-files'ın bir bölümü)

* 1994 The Shawshank Redemption

* 1994 The Stand (TV Filmi)

* 1995 The Langoliers (TV Filmi)

* 1995 The Mangler

* 1995 Dolores Claiborne

* 1995 Stephen King's Nightshift Collection

* 1996 Thinner

* 1997 The Shining (TV dizisi)

* 1997 Ghosts (müzik videosu)

* 1997 The Night Flier (HBO Filmi)

* 1997 Quicksilver Highway

* 1997 Trucks (Maximum Overdrive'ın TV için yeniden çekimi)

* 1998 Apt Pupil

* 1999 Yeşil Yol (The Green Mile)

* 1999 The Rage: Carrie 2

* 1999 Storm of the Century (original tv mini-series)

* 1999 Llamadas

* 2000 Paranoid (bir şiirden uyarlanmış)

* 2001 Hearts in Atlantis

* 2001 Strawberry Spring (Kısa Film)

* 2002 Rose Red (orjinal TV dizisi)

* 2002 The Dead Zone (TV dizisi)

* 2002 Night Surf (Kısa Film)

* 2002 Rainy Season (Kısa Film)

* 2002 Carrie (TV Filmi - yeniden çekim)

* 2003 Dreamcatcher

* 2003 The Diary of Ellen Rimbauer (TV Filmi)

* 2003 Autopsy Room Four (Kısa Film)

* 2003 Here There Be Tygers (Kısa Film)

* 2003 The Man in the Black Suit (Kısa Film)

* 2004 Secret Window

* 2004 Kingdom Hospital (TV dizisi)

* 2004 'Salem's Lot (TV Filmi)

* 2004 Luckey Quarter (Kısa Film)

* 2004 I Know What You Need (Kısa Film)

* 2004 The Secret Transit Codes of America's Highways (Kısa Film)

* 2004 All That You Love Will Be Carried Away (Kısa Film)

* 2004 The Road Virus Heads North (Kısa Film)

* 2004 I've got to get away (Kısa Film)

* 2004 Riding the Bullet

* 2006 Desperation (TV Dizisi)

* 2006 Nightmares & Dreamscapes (TV Disizi)

* 2006 1408

* 2006 The Girl Who Loved Tom Gordon

* 2006 Black House

* 2006 From a Buick 8

* 2006 Creepshow

* 2007 Bag of Bones

* 2007 Cell

* 2007 The Talisman

 

Gerçek anlamda okuduğum ilk romanın yazarı olmasının da bende özel bir yeri vardır.Hayvan mezarlığı sayesinde gecelerce uyuyamamıştım :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Otranto Şatosu, "gotik romanın" edebiyat tarihinde kabul görmüş ilk örneğidir. Gotik bir mimari ile birleşmiş labirentlerin ve klostrofobik odaların oluşturduğu bütün, Horace Walpole'ün gotik korku dünyasının temel kurucusu öğesini oluşturur. ...

Edebiyat tarihçilerine ve tarihlerine göre, Gotik akımın ilk yapıtı ve tatışılmaz klasiği Otranto Şatosudur.

Korku edebiyatının başlangıcı kabul edilen bu metin Lovecraft`ın deyişiyle `Wapole`u izleyen yazarların bir kalıp haline sokacakları melodramatik yapısıyla, gerçekten çarpıcı ve etkin atmosferiyle` türünün ilk klasiğini oluşturmaktadır .

------------

Edebiyat tarihçilerine ve tarihlerine göre, Gotik akımın ilk yapıtı ve tatışılmaz klasiği Otranto Şatosudur.

Korku edebiyatının başlangıcı kabul edilen bu metin Lovecraft`ın deyişiyle `Wapole`u izleyen yazarların bir kalıp haline sokacakları melodramatik yapısıyla, gerçekten çarpıcı ve etkin atmosferiyle` türünün ilk klasiğini oluşturmaktadır.

------------

"Edebiyat tarihlerineve tarihçilerine göre, Gotik akımın ilk yapıtı ve tartışılmaz klasiği Sir Horace Wapole’un Otranto Şatosu’dur"

-----------

Çeşitli kitap siteleinden yazılardı bunlar :)

Kitabı ben okudum ve gerçekten güzeldi...

Ancak kitaptan büyük edebi bir başarı beklemek yerinde olmaz,okumak isteyenler sadece heyecen,olağanüstülük ve bazı tesadüflerle örülü bir hikaye beklesinler...

Kısa ve zevkli bir hikaye,türünün ilk örneği olması sebebiyle önemli :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Güzel ve ayrıntılı bir başlık olmuş ama ben olsaydım Otranto Şatosu'nu daha belirgin bir şekilde anlatırdım.Araya kaynamış ama neyseki başka bir arkadaş (hemen üstte) konunun önemi daha iyi açıklamış.

Bu türe örnek olarak İrlanda'lı yazar Bram Stocker'ın Dracula isimli romanını eklemek kaçınılmaz olurdu sanırım.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Stephen King ve filmi de varolan kitabı "O" bence benim palyaço tiksintimin kaynağını oluşturuyor... çok bebe yaşta okumamak iyi olabilir:p Ayrıca hayran olunası vampirler konusunda Anne Rice yaratısı vampirler bence önemli rol oynuyor. Ben kitapları okudum sadece filmleri seyredenlere tavsiye ederim :) Lovecraft için tapınan smiley aradım bulamadım :p

Çok güzel bir başlıkmış yazan herkese ayrı teşekkür.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Gotik, on sekizinci yüzyılın ortalarından itibaren popüler bir tür olarak ortaya çıktığından beri, saygın edebiyat sınıfına dahil edilmese de varlığını değişen zamana karşı çıkarak sürdürdü. Fransız devrimi gibi toplumsal değişikliklerin ve köklü sosyal hareketlerin yaşandığı bir dönemde korkunç hayaletler, gizemli şatolar, doğaüstü ve şeytani güçler, tutku ve şehvetin aşırılıkları ile dolu bir anlatının ortaya çıkması ilk bakışta şaşkınlık uyandırsa da, Aydınlanmayı reddedip Ortaçağın karanlık ve batıl inanışlarına dönüş olarak bakıldığında değişikliğe direnme ve muhafazakârlık olarak görülebilir.

 

Gotik romanların ilk örnekleri arasında temelde romans olan, yanı sıra korku ve dehşet öğeleri de barındıranlar çoğunlukta. Korku öğeleri denince de Ortaçağın ezici dinî baskısının körüklediği şeytanî güçler, öte dünyadan gelip bu dünyadakileri etkileri altına alan hayaletler, ruhlar, cadılar ve büyücüler bir çırpıda sayılabiliyor. Kötü güçlerin etkisi altına giren insanlar toplum düzeninin izin vermediği her tür çılgınlığı ve aşırılığı yapıyorlar: kendi kardeşleriyle yatıyor, ölüler ve canavarlarla sevişiyor, ölümcül günahların hepsini işliyorlar, sonuçta da kötüler cezalarını buluyor, bazen dünyevî bazen de uhrevî bir güç tarafından hadleri bildiriliyor. Bu temelde romantik ve eğlendirici ama aynı zamanda gizemli ve tahrik edici üslûp, türün yazar ve okuyucuları arasında kadınların çok olmasının nedenini de açıklıyor.

 

Gotik edebiyatın vatanı olarak Kuzey Avrupa görülüyor, ama ücra ve rüzgârlı tepelerde inşa edilmiş şatoları, hayalet söylenceleri, karanlık ve kasvetli atmosferiyle İngiltere'nin ve İskoçya'nın bu türdeki yeri ayrı. Yazarlar Kuzey Avrupalı olunca gizem de Avrupanın güneyine iniyor, Gotik romansların mekânı çoğunlukla Akdeniz ülkeleri... Türün en çok referans verilen ürünü Frankenstein'ın İngiliz Shelley'lerin İtalya'daki evlerinde Lord Byron'ın da hazır bulunduğu gece sohbetleri sırasında doğmuş olmasınaysa diyecek bir şey yok!

 

Gotik her zaman yerleşik düzene ve ahlâk kurallarına karşı çıkmaktan, aşırıya varmaktan, abartmaktan, kısaca "ileri gitmek"ten yana olmuş. 18. yüzyılın sonlarında yayınlanan The Monk'un (Keşiş) yarattığı skandal bu ileri gidişin kanıtı. Keşiş - bir romans başlığıyla yayımlanan kitapta, cemaati tarafından abartıya varan bir hayranlıkla, neredeyse bir tanrı gibi sevilen ve saygı duyulan bir keşişin kapıldığı hırs ve şehvetle yapıp ettikleri, özellikle eleştirmenleri hezeyana sürüklemişti. 7 Haziran 1796 tarihli The British Critic'de şöyle deniyor: "Şehvet, cinayet, ensest ve insan doğasını lekeleyen her tür vahşet mazeret üretmeye olanak bırakmadan bir araya getirilmiş. Özür niyetine genel ve çok pratik bir ahlâk anlayışı var: Büyü ve sihirle uğraşmaya gerek yok, şeytan eninde sonunda sizi ele geçirecek! Parlak yeteneklerin bu tür felaketler üretmekte kullanıldığını görmek bizi üzüyor."

 

Gerçi bütün Gotik eserler bu tür eleştirilerle karşılanmadı, azınlıkta olsalar da Gotiğin altın çağının yazarları Ann Radcliffe ve Horace Walpole'ün eserleri hem eleştirmenlerin hem de okuyucuların zevkine hitap ediyordu. Özellikle Radcliffe'in eserleri hem çok okundu hem de bolca taklit edildi, Radcliffe ise çok okunan bir yazar olarak kalemiyle para kazanma ayrıcalığına sahip olmuştu. Elbette bunda yazarın Gotik unsurları sosyal düzeni güçlendirmeye uygun dozda kullanması, hikâyelerinin temelde 'erdem ve sadakati güçlendirme' amaçlı dersler mahiyetinde romantik metinler olması önemli bir etken.

 

Gotik etkiler, bu türe doğrudan dahil edilmeyen Uğultulu Tepeler ya da Jane Eyre gibi romantik dönem eserlerinde de boy gösteriyor. Medeniyetten uzak eski malikaneler, çeşitli egzotik ülkelerden gelme eşyalarla dolu yüksek tavanlı loş salonlar, gizli geçitlerle dolu uzun koridorların romantik Gotik tarzından kasvetli gri şatoların, örümcek ağlarıyla kaplı soğuk mahzenlerin, iğrenç sürüngenlerle dolu yeraltı geçitlerinin korku Gotiğine uzanan çeşitlilikte mekânlar Gotiğin vazgeçilmez unsurları. Bu heybetli ama karanlık, büyük ama gizemli, terkedilmiş görünen ama doğaüstü varlıklarla dolu yapılar, içlerinde yaşayanların iç dünyalarını yansıtıyor ve davranışlarını belirliyor. Uğultulu Tepeler'in Heathcliff'i romanın kadın kahramanı için bir arzu nesnesiyse de, bize anlatılan özellikleri canavarımsı, vahşi bir hayvanı andıran, kaba saba birini getirir gözler önüne, tıpkı kayalıkların üstünde tek başına rüzgârlara karşı dikilen malikanesi gibi... Bu mekânlar içlerindeki ahlâk dışı, garip ve olağanüstü olaylar devam ettiği sürece ayaktadırlar çoğu zaman. Gülün Adı'nda ya da Jane Eyre'da olduğu gibi gizem çözülüp düzen yeniden sağlanırken yakılıp yıkılıp giderler. Bu noktada Gotik anlatıların çift taraflı olduğu görülebilir: Toplumsal düzene, dinî inanışlara ya da adetlere karşı, aykırı, acayip ve tutarsız olaylar dizisi çoğunlukla kahramanların doğru yola dönmeleri ile son bulur. Böylece otorite yeniden sağlanmış, toplum düzeni de korunmuş olur. Ama anlatı her çeşit aşırılığı ve canavarlığı hoş gören bir yoldan gelerek varmıştır bu sonuca.

 

Canavarlar ve şeytanî güçlerin zamanla şekil değiştirmesine de şaşırmamak gerek, 18 yy.'ın hayaletleri, lanetleri ve şatoları, endüstri devrimiyle birlikte 19 yy.'da laboratuvarlarda yaratılan insanlara, bilimin karanlık ürünlerine ve bilimadamlarına dönüştü. Tutuculuk bu sefer bilime ve teknolojiye karşı direnmeye başlamıştı. Dr. Jekyll ve Mr Hyde, geliştirdiği ilacı kendi üzerinde denediğinde saygın kişiliğinden sıyrılıp bir suçluya dönüşen Dr. Jekyll ve ikinci kişiliği Mr. Hyde'ın öyküsü. Bastırılmış vahşet ve cinsellik dürtüleri ortaya çıkan doktor, bunlarla başetmekte zorlanır ve doğanın ilahî dengesini bozduğu için de ölümle cezalandırılır. Bir başka çılgın bilimadamı öyküsü, tıpkı Dr. Frankenstein gibi canavarı kendi laboratuvarında yaratan ve Tanrı tarafından cezalandırılan haddini bilmez bir bilimadamı...

19 yy.'ın meşhur detektifi Sherlock Holmes'un maceralarında da Gotik birçok öğe olduğunu düşünmüyor musunuz? Öncelikle mantıkla çözülemez göründüğü için gizemli güçlere atfedilen cinayet ve suçlar, Holmes'ün keskin zekası ve garip öngörüsü ile egzotik Doğu kaynaklı bir zehire, dilsiz bir köleye ya da Afrika kökenli bir büyüye bağlanır. Ama Holmes'ün neredeyse hastalıklı mantığı cinayetlerin uyandırdığı korku ve dehşet hissini yok etmeye yetmez. A. C. Doyle mantığın yılmaz savunucusu kahramanını en doğaüstü görünümlü maceralara atarken, yalnızca bilimin yanılmazlığını mı kanıtlamaya çalışmıştır?

 

20 yy.'da ise korkutucu gelen artık doğaüstü güçler değil, teknolojinin insanın ruh-beden bütünlüğü üzerindeki etkisi. Teknoloji, sağladığı düzen, denetim ve otoriteyle esas tehdit kaynağı halini almış durumda. Artık öbür dünyadan gelen ne idüğü belirsiz yaratıklardan değil, kendi elimizle yarattığımız ve beslediğimiz dünya düzeninin baskısından, her an her yerde izlenmekten korkuyoruz.

 

Kafka Değişim'i yazarken bireyin sosyal düzen karşısında gerileyip çatlamasını, Dava'da yasa ve devlet düzeninin insanı nasıl doğaüstü bir güç gibi kıskıvrak yakaladığını, tam bir Gotik anlayış taşıyan Şato'daysa otorite figürünün çözümsüz bilinmezliğini ele alıyordu. Kafka'nın eserlerindeki korku ve dehşetin, türün belirleyicilerinden Edgar Alan Poe'nun canavar gorilinden ya da ölümcül sarkacından daha az etkili olduğunu kim söyleyebilir?

 

Tüm bunlara bakıp artık Gotik anlatılar kalmadığını düşünüyorsanız çok da haksız sayılmazsınız. Her zaman popüler kültürden beslenen Gotik, terketmek üzere olduğumuz yüzyılda sinema ile yeni bir aktarım kanalı edindi ve Gotik romanlar sinemanın ilk günlerinden bu yana hep ilgi gördü. Ama Boris Karloff'un 30'larda canlandırdığı canavarı ile 90'larda Robert de Niro tarafından ete kemiğe büründürülen arasında ciddi farklar olduğu da bir gerçek. İkincisi bir bakışta daha ürkütücü görünse de, birincinin soğuk, mesafeli ve tamamen yabancı haline sahip değil. Fazla insanî, fazla dünyevî. Değişen sadece Mary Shelley'in canavarı değil, Bram Stoker'ın Kont Dracula'sı da bu değişimden payını alıyor. Tıpkı Coppola'nın filmindeki aşkı için her şeyi göze alan tutkulu Dracula gibi. Aşırılıkları, düzen dışılıkları ve gariplikleri törpülenmiş, neredeyse bu dünyaya ait olmak için uğraşan yaratıklara dönüşmüş durumdalar. Onlardan korkmuyor, acıyoruz. Onlara gülmüyor, bakıyor ve anlayış gösteriyoruz. Ne kadar romana sadık kalındığı iddia edilse de, bu uyarlamaların orijinal dehşet duygusunu daha insani duygularla değiştirdiği açık.

 

Korkuya ya da romansa fazla kaymadan, ürperti ve tutkuyu kararında tutarak herkese uygun hale gelen sinemasal Gotik tarzın bir başka örneği ise, Gotik yönetmen sıfatını hiç şüphesiz hakeden Tim Burton tarafından çekilen Edward Scissorhands (Makas Eller). Çılgın bir bilimadamı tarafından yaratılan Edward son derece naif karakteriyle Dr. Frankenstein'ın hedeflediği adam! Ama yaratıcısı onu tamamlayamadan ölünce koca şatoda (başka nerde olabilirdi?) tek başına kalıyor, bir gün satıcı bir kadın tarafından bulunana kadar. Ama ellerinin yerinde makaslar olan Edward ne kadar insancıl olsa da (hem âşık olup, hem de herkes tarafından sevilen biri haline gelmeyi başarıyor) yine de Frankenstein'ın canavarı gibi ebedî yalnızlığa mahkumdur.

 

Gotik anlatıda aşırılıkla birlikte ortaya çıkan gülme tepkisinin komedi filmlerinde kullanılması da evcilleşen Gotik için bir örnek. Bu tür filmlerde, Gotik romanları okurken hissedilen garip korku hissine eşlik eden biraz sinirli bir gülme yerine düpedüz neşe var. Gotik canavarlar, cadılar ve yaratıklarla dalga geçilen Addams Ailesi bu anlayışın en popüler örneği.

 

Neyse ki Gotik anlayışı taşıyan ve başarıyla sürdüren başka bir tür var: bilimkurgu. Gotiğin geçmişe referans vererek yaptığını bilimkurgu geleceği göstererek yapıyor. "Şimdi" hakkında başka bir zamandan bahsetmenin rahatlığıyla fikir yürütmek, zamanı zemini belirsiz bir çağda özgürce hayal kurabilmek bilimkurguyu bugünün zincirlerden kurtarıyor. Tıpkı mantığı ortadan kaldırarak Gotik anlatıyı mümkün kılan, denetlenemeyen doğaüstü güçler gibi...

 

Karanlık bir gelecek düşlemek, geçmişin canavarlarını makinelere, hayaletlerini holografik görüntülere, çılgın bilim adamlarını yeni çılgın bilim adamlarına dönüştürüyor. Türün öne çıkan örneklerinden Neuromancer'ın bilgisayarlara bağımlı insanları, uyuşturucu ve vahşet içinde yaşayan toplulukları ile nöral ağlar, Gotik edebiyatın dinden çıkmış, doğaüstü güçlerin etkisine girmiş kahramanları ve bir şatonun gizli geçitlerinin aldığı yeni biçimler.

 

19 yy.'da Doğu, Batının korku ve arzularını yansıttığı bilinmez bir diyarken, 20 yy. sonlarında yerini başka gezegenlere ve kıyamet sonrası Kaotik Dünya'sına bırakmış durumda. Gotik edebiyatın doğudan gelen kötücül karakterlerinin ve yaratıklarının yerini, dünya dışı varlıklar ya da makineler aldı.

 

Philip K. Dick'in kaleminden çıkan Do Androids Dream Of Electric Sheep'den uyarlanan bilimkurgu sinemasının başyapıtlarından Bıçak Sırtı (Blade Runner) sürekli karanlık ve yağmurlu atmosferi, Frankenstein'da olduğu gibi kendilerini yaratanla yüzleşmek için geri dönen androidleriyle özünde fena halde Gotik.

 

Makineler tarafından iradesi elinden alınmış insan ırkının karanlık geleceğini öngören ve kurtuluşun "inanç" beslemekte olduğunu söyleyen tipik bir Gotik anlatı örneği de çok yakın tarihli Matrix filmi.

 

Yine de Gotik edebiyatın tamamen terkedildiğini söylemek doğru olmaz, fantastik edebiyat diye adlandırılan türde eser veren yazarların çoğu Gotik edebiyatın unsurlarını kullanıyor. Tolkien'ın Yüzüklerin Efendisi'nde düşlediği dünya, teknoloji karşıtı ve geçmişe dönük. Çok satarların en çok satanı Stephen King'in Medyum'u (The Shining) ıssız bir otelde bir süre önce işlenen korkunç cinayetlerin, bekçi olarak kalan ailenin babasını nasıl çıldırttığı üzerine tam bir korku abidesi. Eco'nun Gülün Adı'sıysa doğrudan Ortaçağa dönüyor ve bir manastırda işlenen gizemli cinayetleri Holmesvari bir din adamına çözdürüyor.

 

Doğrudan Gotik olarak adlandırılan hikayeler yazan H. P. Lovecraft'ı da unutmamak gerek. Türkçede sadece Mitos tarafından basılan Gotik Öyküler isimli tek bir seçkiyle okunabilen Lovecraft türün kararlı takipçilerinin baştacı. Lovecraft'ın hikâyeleri ürkünç ve dehşet verici kaynağı bilinmez güçleri, insanın doğa karşısındaki çaresizliği gibi karanlık konuları işliyor.

 

Oscar Wilde'ın Dorian Gray'in Portresi'nden Iris Murdoch'un Tek Boynuzlu At ve Melekler Zamanı'na, Goethe'nin Faust'una kadar sınırları genişletilebilen, romansdan korkuya çeşitlemeleri bulunan Gotik anlatının temel formülü, 1797 tarihinde yazarı bilinmeyen şu sözlerin kaleme alındığı günlerden bu yana yine de pek değişmedi:

 

 

"Yarısı harabe haline gelmiş eski bir şato al,

Bazıları gizli, bir sürü kapısı olan uzun bir koridor.

Üç tane yeni ceset.

Sandık ve mengenelerde bir sürü iskelet...

Hepsini karıştır, bir kaplıcada yatağa gitmeden önce üç cilt olarak alınacak şekilde."

 

 

 

 

duman6.net'ten alıntıdır

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

GOTİK YAZINA UFAK BİR BAKIŞ..

 

Gotik sözcüğü, mimariyi ve resim sanatını kapsayan bir Rönesans deyimi. Daha doğrusu on ikinci yüzyılda kendini gösteren bu akıma sonradan Rönesans sanatçılarının verdiği, biraz da küçümseme içeren bir ad. Bu küçümsemenin dayandığı temel, Gotik dönemde Antik Çağ’a ait kavramların bilinmiyor olması. Üslubun konumu da, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüne yol açan ve bir Germen ırkı olan barbar Gotlara dayandırılmış.

 

 

 

 

Ardına takılıveren ‘yazın’ sözcüğü ise bir çeşit anahtar niteliğinde. Kalemin sözcükler arasında yaptığı gezintilerde ve özlenen romantizmin doruklarında bile onun içerdiği anlamlar yine de öncelikli olarak mimari alanında gerçekleşmiş. Türün atası olan ilk roman Otranto Şatosu’nun (The Castle of Otranto, Sir Horace Walpole, 1765) baş kahramanı, Gotik tarzda inşa edilmiş taş bir şatodur. Şatonun yarattığı atmosfer, öykünün biraz daha gizem kazanmasına, korkunç ve ürkütücü öğelerin ön plana çıkmasına hazırlanmış bir zemin aslında. İşte Gotik Yazın’da öncelikle bu oluşum ön plana çıkıyor: Mimari elemanları kullanarak, korkulu bir atmosfer yaratmak. Hal böyle olunca, onun içinde gezinen kahramanları, ‘gulyabani’ olsalar bile Gotik canavar olarak nitelendirmek gerekiyor.

 

Günümüzde Klasik Gotik mekanlar ve içlerindeki canavarlar biraz yer değiştirmiş olsalar da, melanetleri yerli yerinde duran bu canavarların yeni prototipleri de eskilerini aratmayacak nitelikte. Yine de klasikleri göz ardı etmeyelim:

 

Gotik Yazın’ın ilk örneklerine on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında popüler bir tür olarak rastlıyoruz. Fransız Devrimi gibi toplumsal değişikliklerin ve köklü sosyal hareketlerin yaşandığı bir dönemde korkunç hayaletler, gizemli şatolar, doğaüstü ve şeytani güçler, tutku ve şehvetin aşırılıkları ile dolu bir anlatının ortaya çıkması ilk başta şaşkınlık uyandırsa da; Aydınlanma’yı reddedip Ortaçağ’ın karanlık ve batıl inanışlarına dönüş olarak bakıldığında, değişime direnme ve muhafazakarlık olarak da görülebilir.

 

Gotik romanların ilk örnekleri arasında temelinde romans olan, yanı sıra korku ve dehşet öğeleri de barındıran eserler çoğunlukta. Korku öğeleri denince de Ortaçağ’ın ezici dini baskısının körüklediği şeytani güçler, öte dünyadan gelip bu dünyada yaşayanları etkileri altına alan hayaletler, ruhlar, cadılar ve büyücüler bir çırpıda sayılabilir. Kötü güçlerin etkisi altına giren insanlar toplum düzeninin izin vermediği her tür çılgınlığı ve aşırılığı yapıyorlar: Kendi kardeşleriyle yatıyorlar, ölümcül günahların hepsini işliyorlar. Sonuçta kötüler cezalarını buluyor; bazen dünyevî, bazen uhrevî bir güç tarafından hadleri bildiriliyor. Bu, temelde romantik ve eğlendirici ama aynı zamanda gizemli ve tahrik edici üslup, türün yazar ve okuyucuları arasında kadınların çok olmasının nedenini de açıklıyor.

 

Bu türün ilk örneklerinin İngiltere’de görülmesi bir rastlantı değil. Çünkü tüm İngiltere Gotik bir mekan olarak nitelendirilebilir. Hele hele, ısınmanın henüz kömürle yapıldığı yıllarda, sisli akşamlarıyla, Karındeşen Jack’in gezdiği korku verici dar sokaklarıyla, yoksul Doğu Londra ve taş şatoların, dar pencereli eski tuğla evlerin bulunduğu İngiliz kırsalları ile tümden Gotik bir alem bu büyük Kuzey adası. Bugün bile Victorya döneminin art arda sıralanmış küçük taş evleriyle, Londra başta olmak üzere, bu ada hâlâ Gotik bir merkez. Günümüzde geçen öykülerde de bu atmosferi bulmak olanaklı. Bunların yanı sıra yeni mekanlar da var elbette. Örneğin çağdaş İngiliz Korku yazarı Christopher Fowler’ın Daha Keskin Bıçaklar adlı kitabındaki öyküler, günümüz Londra’sında geçen yeni Gotik öyküler.

 

Konuya geri dönüp yazın tarihi içindeki klasik örneklere bakmayı sürdürelim. Gotik Yazın, tüm araştırmacıların üzerinde birleştiği Otranto Şatosu’yla başlıyor. Yazarı, kafası garip dünyaların öyküleriyle dolu bir soylu; Sir Horace Walpole (1717-1797). Gotik mimarinin o gizemli kurgusunu, bir roman atmosferi ve bizzat kahramanı olarak düşleyen bir yazar Walpole. Dehlizlerinden çığlıklar duyulan, ıslak, ışıkız, koridorlarında tuhaf yaratıkların koşturduğu ‘lanetli’ bir yer bu şato. Otranto Şatosu bu ürkütücü atmosfer içinde, dev zırhlar, kanayan heykeller, gerçeküstü öğelerle okuru hem mekandan hem de mekan içinde yer alan ayrıntılardan yola çıkarak korkutmayı amaçlıyor. Sonuçta ortaya çıkan esrar dolu bir mekan ve ona uygun bir öykü.

 

Dönemin yapıtlarına göz atmayı sürdürmeden önce, her tür Gotik öyküde değişmeyen ve kaynağı İngiltere’de bol bol bulunan bazı ortak ‘histeryalar’ sayılmalı. Gizemli büyük şatolar, tuhaf ve ıssız dehlizler, yeraltı geçitleri, hayaletlerle dolu, kimselerin girmek istemediği odalar, işkence aletleri ve işkence odaları ilk akla gelenler. Engizisyon mahkemeleri ve işkenceleri, kurgu Gotik dünyasının bir kontrası mı acaba? Çünkü onlar gerçek ve Avrupa insanının bilinçaltında hâlâ varlığını sürdürmekte.

 

Dekor böyle olunca içinde geçen öykünün kahramanlarının da ortak bazı karakter özellikleri olacak doğal olarak; kimi kahramanlar safçasına sonuna dek iyi, kimileri ise canavar mı canavar... Zaten bu ikinciler yapacakları kötülükleri planlarken her daim habis ruhlarla, şeytanlarla ilişki içindeler.

 

Otranto Şatosu’nda başlayan, yağlıboya tablolardan çıkıp dolaşan hayaletler, geceleri duyulan inlemeler, esrarlı garip insanlar, bunların kurbanı masum genç kızlar ve kadınlar… Hepsi de Gotik atmosfer içinde bilinmeyenin, gerçeküstünün kurgulandığı dehşet öykülerinin ortak unsurları. İnsanoğlu henüz teknolojik canavarlarla tanışmamış, modern toplumun psikopat yapısını tanımamış. Bu yüzyıllarda her şey yaratılmış canavarların tarafında henüz.

 

Gelelim bu Gotik keşmekeş içinde ünleri günümüze ulaşmış bazı yazarlara. Bu özel bir sınıflandırma olacak; ancak ayırımın en önemli ölçüsü, Gotik Korku Yazını’na bir yerde cinslerine özgü romantizmi başarıyla katmaları... Wolpole’ün hemen ardılı olan Ann Radcliffe, bir kadın. Udolpho’nun Esrarları (The Mysteries of Udolpho, 1764) ilk akla gelen yapıtlarından biri. Gotik’in altın çağının yazarları Radcliffe ve Walpole’ün eserleri, hem eleştirmenlerin hem de okuyucuların zevkine hitap ediyordu. Özellikle Radcliffe’in eserleri hem çok okundu hem de bolca taklit edildi; Radcliffe ise, çok okunan bir yazar olarak kalemiyle para kazanma ayrıcalığına sahip olmuştu. Elbette bunda yazarın Gotik unsurları sosyal düzeni güçlendirmeye uygun dozda kullanması, hikayelerinin temelde ‘erdem ve sadakati güçlendirme’ gibi amaçlar mahiyetinde romantik metinler olması önemli bir etken.

 

Ününü tümüyle yarattığı kahramanına borçlu olan bir diğer ‘dehşetsever’ kadın yazar ise Mary Goodwin; yani daha sonraki soyadıyla Mary Shelley. Frankenstein adıyla anılması gelenek olan roman kahramanı, yazarından daha ünlü. Frankenstein aslında ‘yeni bir insan’ yaratmayı denemiş doktorun adı; ama genelde yarattığı canavarın adıymış gibi algılanıyor.

 

Frankenstein bir yazarlar buluşmasının ve ortak bir çalışmanın ürünü olarak geçiyor Gotik Yazın tarihine. 1816 yılında Cenevre gölünün sahilinde, Gotik Yazın’ın değişmez mekanı olan gizemli bir villada bir araya gelen yazarlar ve sanatçılar arasında Mary Goodwin de var. Diğerleri oldukça tanınmış kişiler; Lord Byron, doktoru Polidori, sevgilisi Claire Claimont ve şair Percy Bysshe Shelley -ki daha sonra Mary Goodwin’le evlenerek ona adını verecektir. Bu grubun da tamamı İngiliz. Bu buluşmadaki felsefi konuşmalar, bilimsel buluşlar, yenilikler üzerine yapılan tartışmalarla geçen uykusuz bir gecenin sabahında, Mary Goodwin’in zihnine Frankenstein’ın ilk tohumları atılmış oluyordu.

 

İsviçreli tıp öğrencisi Dr. Frankenstein, çılgın hayallerini bir ceset üzerinde uygulayarak organ organ kurguladığı yapay bir canlı yaratmayı başarır. Ancak ‘eseri’ ona çok geçmeden başkaldırır, çünkü önemli bir ayrıntıyı göz ardı etmek istemiştir doktor. Yaratık tek bir şey istemektedir: Yalnızlığını paylaşacak, kendisini olduğu gibi sevebilecek, kendi gibi biri... Bu ona çok görülünce de ister istemez canavar olma misyonuna sürüklenir.

 

Öykü, Gotik Yazın’ın değişik bir çeşidi olmasına karşın gerek mekan gerek diğer unsurlar açısından klasik verileri kullanıyor. Ama mesajlarına tuhaf bir romantizmin de katıldığına hiç kuşku yok; ne de olsa bir kadının kaleminden çıkmış.

 

Gotik etkiler, bu türe doğrudan dahil edilmeyen Emily Bronte’un Wuthering Heights’ı (Uğultulu Tepeler, 1847) ya da Charlotte Bronte’un Jane Eyre’ı (Jane Eyre, 1847) gibi romantik dönem eserlerinde de boy gösteriyor. Medeniyetten uzak eski malikaneler, çeşitli egzotik ülkelerden gelen eşyalarla dolu yüksek tavanlı loş salonlar Klasik Gotik’in her zamanki vazgeçilmezleri. Bu heybetli ama karanlık, büyük ama gizemli, terk edilmiş görünen ama doğaüstü varlıklarla dolu yapılar, içlerinde yaşayanların iç dünyalarını yansıtıyor ve davranışlarını belirliyor. Uğultulu Tepeler’in Heathcliff’i romanın kadın kahramanı için arzu nesnesiyse de, bize anlatılan özellikleri canavarımsı, vahşi bir hayvanı andıran, kaba saba birini getirir gözler önüne, tıpkı kayalıkların üzerinde tek başına dikilen malikanesi gibi. Bu mekanlar içlerindeki ahlak dışı, garip ve olağanüstü olaylar devam ettiği sürece ayaktadırlar çoğu zaman. Jane Eyre’de olduğu gibi gizem çözülüp düzen sağlanınca yakılıp veya yıkılıp giderler. Bu noktada Gotik anlatıların çift taraflı olduğu görülebilir. Toplumsal düzene, dini inanışlara ya da adetlere karşı, aykırı, acayip ve tutarsız olaylar dizisi çoğunlukla kahramanların doğru yöne dönmeleri ile birlikte son bulur. Böylece otorite yeniden sağlamlaşmış, toplum düzeni korunmuş olur. Ama anlatı her çeşit aşırılığı ve canavarlığı hoş gören bir yoldan gelerek varmıştır bu sonuca.

 

Klasik Gotik’in örnekleri bu kadarla sınırlı değil kuşkusuz. William Beckford (1760-1844) da, Gotik akıma Doğu’nun gizemli havasını taşıyan yazarlardan biri. The History of Caliph Valtek (Halife Valtek’in Öyküsü, 1786) adlı yapıtını klasik Doğu masallarından esinlenerek yazmış.

 

Anavatanı İngiltere olan Gotik Yazın, yeni kıtada da bir takım meraklıları cezp etmekte gecikmiyor. Akla gelen ilk isim ise Edgar Allan Poe. Bu bir rastlantı olmasa gerek; Poe, Klasik Gotik’in sıkı izleyicilerindendi kuşkusuz. Yarattığı grotesk, gizemli, korku ve dehşet yüklü Polisiye-Gerilim öyküleri; gerek konularını, gerekse atmosferdeki etkilenimlerini İngiliz Gotik yapıtlardan almışlardı. Özellikle esrarlı ve garip bir anlatımın hakim olduğu, ölümün çeşitli biçimlerde anlatıldığı bu öyküler, işte bu kaynaktan yola çıkarak ve bazen onları aşan özellikler de taşıyarak yeni kıtada Amerikan Klasik Gotik’ini yarattı. Usher Evinin Çöküşü öyküsünde, tıpkı Otranto Şatosu’nda olduğu gibi antik korku evi baş kahramandır. Mimariyle yazın arasındaki bağlantı, tüm canlılığıyla burada da kurulmuştur.

 

Amerikan Klasik Gotik yazarları içinde Poe dışında iki ünlüyü daha sayabiliriz: Charles Brockden Brown (1771-1810) ve Nathaniel Hawthorne (1804-1864).

 

 

 

Korku ve Gerilim türünün günümüzdeki Gotik örneklerine gelince, artık her ne kadar mimari bu kavramı kullanmıyor olsa da, bu, günümüzde örneklerinin olmadığı anlamına gelmiyor. İçinde yaşadığımız çağ, Klasik Gotik yazarların aklının alamayacağı denli bir açılım gösteriyor; ancak bu türden yeni mekanların şimdi de bulunduğunu görmezden gelemeyiz. Mekanlar bir ölçüde değişti ama anlatılan kötülük yerli yerinde. Büyük kentlerin arka sokaklarına, yersiz yurtsuzların sokaklardaki ‘olmayan’ evlerine, gecekondulara hatta çadır-kentlere, gözden düşmüş ve eskimiş semtlere, eski mezarlıklara -ki araba mezarlıkları da dahil, dev alışveriş merkezlerine, metroların ve tren istasyonlarının ıssız peronlarına bir göz atmak, günümüzün Gotik mekanlarının hâlâ burada, canlı ve içine daha çok erotizm katılmış olarak durduklarını gösterir.

 

Klasik Gotik’in kurgu dünyası içinde bir yerlerde duran ‘kutsal kavramlar’ günümüz dünyasında değişime uğrayınca neler oldu? Bugün artık bizzat insanın dehşet ve korkuyla izlediğimiz vahşetleri karşısında, Klasik Gotik canavarların herhangi bir inandırıcılığı kalmış mıdır? Bu yeni ‘torunlar’ yeni bir kavramı da sunuyor bizlere: Bugünün Korku-Gerilim okuru, insan-canavarın serüvenlerini izlemek gibi bir ayrıcalığa sahip artık.

 

Türkiye Yazını açısından salt bu türde yapıt veren yazarlar ne yazık ki yok denecek kadar az. Türün bazı özellikleri zaman zaman kullanılıyorsa da; değil yazınsal yapıtlara, çokça kullanılan Pulp örneklere bile rastlamak mümkün olmuyor.

 

Ancak çok okunmuş, popüler bir Türk yazarını, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı işte tam bu noktada anımsamadan geçmek haksızlık olur. Onun yapıtlarının bu denli yaygın okunmasının birçok nedenini sayabiliriz; özellikle gündemi tutmaktaki yeteneği, hayranlık uyandıracak nitelikte. Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç (1912) iyi bir örnek. Ancak burada değinilecek yapıt, Mezarından Kalkan Şehit (1929). Hüseyin Rahmi’nin burada yarattığı Gotik atmosferin Batılı benzerlerinden pek aşağı kalır bir yanı yok. Başrolde yine gizemli bir ev var. Söylentilere göre perili bir köşk. İstanbul’un Soğanlık semti yakınlarında, panjurlu, ahşap bir yazlık köşk. Tavuklar, horozlar, sebze bostanları arasında tam bir nostaljik yaşam ve Doğu mimarisinin aksi İstanbul’a özgü mekanlarından biri. Öykünün konusu ve içinde yaşayanlar da dekoru tam anlamıyla tamamlıyor. Torunu, Osmanlı’nın bitmez tükenmez savaşlarından birinde şehit düşmüş büyükanne, ‘mübarek’ Cuma akşamları onun hayaletiyle buluşur köşkün bahçesindeki çardakta. Ev halkı, biraz erenlere karıştığına inanılan büyükhanımı bu kutsal konuğuyla baş başa bırakmaktadır. Öykü, eve şehidin kız kardeşinin kocası olarak içgüveyi giren kahramanın araştırmaları sonucu mantıklı bir finale kavuşur. Ancak okuyucuyu bazen korkutan bazen hüzünlendiren üslup, kitabın son sayfalarına kadar devam eder. Hüseyin Rahmi kaç tane Gotik kitap karıştırmıştır bilinmez ama bu roman, Türk Edebiyatı’nda ilk kez bu misyona soyunan yapıt olarak yazın tarihine geçmiştir.

 

Kafka, Değişim’i yazarken, bireyin sosyal düzen karşısında gerileyip çatlamasını, Dava’da yasa ve devlet düzeninin insanı nasıl doğaüstü bir güç gibi kıskıvrak yakaladığını, tam bir Gotik anlayış taşıyan Şato’da ise otorite figürünün çözümsüz bilinmezliğini ele alıyordu. Kafka’nın eserlerindeki korku ve dehşetin, türün belirleyicilerinden Edgar Allan Poe’nun canavar gorilinden ya da ölümcül sarkacından daha az etkili olduğunu pek söylenemez.

 

Çoğu zaman doğrudan Gotik olarak adlandırılan hikayeler yazan H. P. Lovecraft da, bu tarzın okuyucularının baş tacı. Lovecraft’ın hikayeleri, ürkünç ve dehşet verici kaynağı bilinmez güçleri, insanın doğa karşısındaki çaresizliği gibi karanlık konuları işledi. Hatta Cthulthu Mitosu olarak anılan yaratılış hikayeleri de var. Necronomicon ise hâlâ sırrı çözülmeye çalışılan, gerçek mi yoksa Lovecraft’ın hayalgücünün bir ürünü mü olduğu merak edilen bir yapıt.

 

Modern yazarlara devam edersek, karşımıza Christopher Fowler çıkıyor. Fowler; “200 yıllık korku yazını, kimseleri rahatsız etmeden kurgusal dünyası içindeki yapıtlarını sergileyip durdu. Victorya döneminin dehşet ve korku üreten gerçeküstü unsurlarıyla örülü deliliğe ve cinayetlere ait öyküler süregeldi. Eğer gerçek yaşamda korku dolu bir isyan gelişmeseydi, öylece de sürüp gidecekti. Yazarlar çoğu kez şiddet ve ölüm kavramlarını alarak, sanki kendi sonlarıymış gibi yazmayı sürdürüyorlardı. Bu durum beklenmedik bir oluşuma dek böylece sürüp gitti; ta ki, gerçek yaşam kurgusal dünyadan daha korkunç ve dehşet verici olana dek.” diye yazıyor, Sharper Knives (Daha Keskin Bıçaklar, 1994) adlı eserinin önsözünde. Çıkış noktasını bu saptama üzerine kurarak nasıl bir yazarlığa soyunduğunu da belirtiyor Fowler: “Korku filmleri artık çoğunlukla yeni yetme gençlerin beğenilerine sunulan ölü bir sona doğru gidiyor. Yazın ise bölündü: Bazıları geleneksel korku öykülerine döndüler. Öte yandan bazı cesur ataklar da yeşermeye olanak bulamadan yitip gitti. Ben mi? Durduğum yer postmodern ve kötü senaryolu sıkıcı bir öykü. Bunu gerçekleşmesi için sağlan ve verimli bir dünya var önümde.” Yazarın ‘kara mizah’ diyebileceğimiz mesajı çok açık. Artık dehşetin ve korkunun insanla eşleştiği yeni mekanlar, Postmodern Gotik olarak nitelendirilebilir. Sharper Knives’ın içindeki öykülerde bazen klasik öğeler (hayalet, ölümsüz varlıklar vs.) de kullanılmakla birlikte, genelde şiddet üzerine yoğunlaşılmış. Yazar, her öyküde gerilim dozunu olabildiğince yüksek tutarak okuru meraklandırmayı sürdürüyor. The Bureau of Lost Souls (Kayıp Ruhlar Bürosu), Red Bridge (Kırmızı Köprü), Psycoville, Darkest Day (En Karanlık Gün) ve Spanky gibi diğer kitapları da bu anlayışın ürünleri.

 

Çağdaş Gotik Yazını’ndan söz ederken J. G. Ballard’ı da anmak gerekir. Onun yapıtları, büyük ölçüde gezegenimizde geçen ‘Bilimkurgu’ olarak değerlendirilebilir. Ancak seçtiği mekanlar, yarattığı atmosfer ve bugünün kavramlarının eğretilemelerini geleceğe dair kullanması ‘halis muhlis’ çağdaş Gotik Yazın’a ve hatta geleceğe uzanan bir tarz. İnsan duygularının (özellikle erotik unsurları) sapkınlık derecelerine varan abartmalarla birer simge ve araç olarak kullanıldığı yapıtları, belki de günümüzde tam anlaşılırlığa sahip değil. Üstelik edebi değerler ve yazın özellikleri de tartışmaya bu derece açıkken. Üzerinde çok tartışılan ‘kanamalı’ yapıtı Crash’ın (Çarpışma,1997) girişinde Ballard, Çağdaş Gotik’in konularını ele alacağını belirtiyor: “Yaşadığımız dünyayı pazarlamacılık, reklamcılık, reklamcılığın bir kolu olarak görülen politika, özgün tepkinin yerini televizyon ekranı aracılığıyla deneyimin alması gibi çok çeşitli kurgu türleri yönetiyor. Bizler kocaman bir romanın içinde yaşıyoruz Özellikle yazar romanına kurgusal bir içerik bulmaya gitgide daha az gereksinim duyuyor. Kurgu zaten önünde. Yazarın görevi gerçeği icat etmektir.” İlk bakışta oldukça karmaşık görünen bu çizgi dışı görüşler, aslında çok önemli bir oluşumu vurguluyor. Ballard, insanın içinde bulunduğu gerçekliğin (veya kendi yaşamı sandığı sürecin) sorgulamasına girişmiş. Giderek bu konuları tartıştığı ve ilk bakışta erotik yanının ağır bastığı düşünülen Çarpışma için şöyle diyor: “Çarpışma uç noktada bir durumun uç noktada bir eğretilemesidir...Araba kazalarında seksle teknoloji arasındaki o korkunç birlikteliğin gizli belirtilerini görebiliyor muyuz? Modern teknoloji bize kendi parapsikolojilerimizden yararlanmak için şimdiye dek hiç akla gelmemiş araçlar sağlayacak mı?” Yazarın roman boyunca çarpışan araçları, kanlar içinde kalan insanları iç bayıltıcı bir ısrarla tanımlamasının yanında en önemli unsur, olayların geçmekte olduğu modern hatta postmodern Gotik mekanların yarattığı atmosferdir.

 

O halde artık günümüz Gotik Yazını’nın kurgulanacağı (veya gerçeklerin yaratılacağı) mekanlar belli, konular açık. Aslında her devirde yazın, toplumsal gelişmeler ve hınzır diyebileceğimiz bir yapıya sahip yazarların doğrultusunda gitmekten başka bir şey yapamaz. Korku ve gerilim yazını da işte bu gelişmelerin ve kendini yaratan yazarların bilinmezlik, korku ve gerilim karşısındaki gözlemlerinin bir bileşkesi olmak durumunda. Ama yine de Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi’nden Iris Murdoch’ın Tek Boynuzlu At ve Melekler Zamanı’na, Goethe’nin Faust’una kadar sınırları genişletilebilen, romanstan korkuya çeşitlemeleri bulunan Gotik anlatımın temel formülü, 1797 tarihinde yazarı bilinmeyen şu sözlerin kaleme alındığı günlerden bu yana pek de değişmedi:

 

 

“Yarısı harabe haline gelmiş eski bir şato al,

Bazıları gizli, bir sürü kapısı olan uzun bir koridor.

Üç tane yeni ceset.

Sandık ve mengenelerde bir sürü iskelet...

Hepsini karıştır, bir kaplıcada yatağa girmeden önce üç cilt olarak alınacak şekilde.

 

KAYNAKÇA:

 

Bronte, Emily. Uğultulu Tepeler, Altın Kalem, 1975

Bronte, Charlotte. Jane Eyre, Altın Kalem, 1975

Oktay, Dilek. Yalnız Canavarlar Değişen Düzene Karşı.Virgül Dergisi, sayı 21, 1999

Polikar, Tanseli. Gotik Mekanlar Üzerine, Virgül Dergisi, sayı 21, 1999

Scognamillo, Giovanni. Dehşetin Kapıları (Korku Edebiyatına Giriş) Mitos Yayınları, 1994

 

 

alıntıdır...izin aldım valla..:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Amrose BIERCE - İMKANSIZ ÖYKÜLER

AMBROSE BIERCE

(1842 - 1914)

Amerikan gotik edebiyatına psikolojik bir boyut getirdi. Amerikan İçsavaşı diye bilinen Kuzey- Güney savaşı. Bierce edebiyatının vazgeçilmez kaynaklarındandır. Zor beğenen. gerçekçilikten nefret eden Bierce, bir edebiyat eleştirmeniolarak ödünsüz ve bağışlamaz kişiliğiyle de tanındı; en önemli eserleri : Şeytanın Lügatı, Hayaletli Vadi, İblisin Zevki, Kaliforniya Altın Külçeleri ve Tozu, Boş Bir Kafatasından Örümcek Ağları, Hayatın Ortasında.. Arkadaslar bunları su an önümde duran kitaptan yazıorum gerçekten harika bi kitap zaten Dünya Klasikleri içinden seçme bi kitap uykum çok var (: ne blim okuyun bende Bordo-Siyah Klasik Yayınlarından rahatça bulabilirsiniz...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

gotik, bireyin kendi ic korkularini, saplantilarini sonuna kadar kurcalayan bir korku tarzi olarak edebiyatta da kendini gostermistir. korku ve fantastik edebiyat uzerinde gotigin buyuk etkileri vardir. gotik edebiyat, dehsetli, korkulu, akil disi hikayelerin yazildigi, cok detayli tasvirlerin kullanildigi, okuyucu icin surukleyici ve merak uyandirici bir edebi akimdir. bu tarzin romanlarinda, tipki diger gotik turlerinde oldugu gibi ortacag ortamlari ve karanliklar hukum surer. konularda genellikle, modern insanin kabul etmedigi varliklar bulunur. batil inanclar, hayaletler, buyuler, belirsiz ve guvensiz ortamlar... kahramanlar ise eskiyalar, sovalyeler, kesisler gibi o donemin insanlaridir.

 

ve sahneler asla modern sehirlerden secilmez. hikaye o donemin sehirlerinde gecse de, olaylarin vuku buldugu yerler genellikle karanlik ormanlar, issiz manastirlar, karanlik ve bos satolar, yolu izi olmayan mekanlardir. ic sahnelerde yuksek duvarlar, karanliklar, ucsuz bucaksiz galeri ve labirentler, beyaz ve mavi ay isigi kullanilir. ay isigi dev vitraylardan iceri vurarak golgeleri oynatsa veya kahraman nadiren bir somineye, mesaleye denk gelse bile, sonu gelmeyen karanliklara bunlarla care bulamaz.

 

aslinda gotik edebiyat, modern romanciliga, bilimsellige bir karsi cikis olarak da kabul edilebilir. her seyin somut olmasina karsilik olarak mistisizmi, metafizigi ve hayal gucunu ifade eden, sanati fanteziden koparmayan bir edebiyat turudur.

 

gunumuzde otoriteler dahi zaman zaman gotik edebiyati fantastik edebiyatla karistirsa da, edgar alan poe, h.p. lovecraft gibi isimler gotik edebiyatin en buyuk ustalaridir ve baska yerde siniflandirilamazlar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...