Konu pithc tarafından (05-Mar-2008 Saat 01:32 ) değiştirilmiştir. Sebep: Ardarda Atılan Mesajlar Birleştirildi
Konu pithc tarafından (05-Mar-2008 Saat 13:07 ) değiştirilmiştir. Sebep: Ardarda Atılan Mesajlar Birleştirildi
Konu masal perisi tarafından (24-Ağu-2012 Saat 17:36 ) değiştirilmiştir.
Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Opera Çalışmaları |
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet rejiminin başlamasıyla birlikte, 1828 yılında, Padişah I. Mahmut döneminde İstanbul’da sarayda Giuseppe Donizetti eliyle kurulmuş bulunan Mızıka-i Humayun, 1923 yılında tam kadrosu ile Ankara’ya taşınmış, 2021 sayılı yasa ile Cumhurbaşkanlığına bağlı bir orkestra olarak Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adını almıştır. İstiklal Marşı’nın bestecisi Zeki Üngör’ün yönetimi altında çalışmalarını sürdürmüştür. Kurumun Armoni Mızıkası bölümü Veli Kanık’ın yönetimi altında Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştır. 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Yasası’yla çağdaş eğitim ve öğretimin ilkeleri bütünleştirilerek uygulama alanına geçirilmiştir. Başkentin Ankara’da kurulması, çeşitli sanat kurumlarına Ankara’da yer verilmesini gerektirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı, müzikteki kalkınma çabasının önce okullarda ele alınması gerekliliğini benimsemiş ve Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kurulmasına karar vermiştir. Ortaokullara kültürlü müzik öğretmenleri yetiştirme çabasına olanak sağlayacak okulun kurulma çalışmaları konusunda, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şefi Zeki Üngör görevlendirilmiştir. Musiki Muallim Mektebi; çoğunluğu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın üyelerinden alınan öğretmenlerle Ankara Cebeci’de 1 Kasım 1924’te eğitime başlamıştır. Devlet Konservatuvarı’nın temeli olan okulda, çoksesli müzik eğitimi alarak mezun olanlar, yurdun çeşitli okullarına atanarak; çoksesli müziğin temel ilkelerini öğrencilere öğretmişlerdir. Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’nin 1924 yılında, Hukuk Fakültesi’nden önce açılması Atatürk’ün güzel sanatlara ve çoksesli müziğe verdiği önemi göstermek bakımından çarpıcı bir örnektir. Kurtuluş Savaşı’nın başarısıyla birlikte, Atatürk Türkiyesi’nin aydınlanma yolunda kültür ve sanat alanında çağdaş adımlar atılmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, müzik alanında İstanbul’da da bazı kesin tedbirlere başvurulması gerekmiştir. Bu nedenle, çalışmalarını kuruluşundan beri özel bir topluluk olarak sürdürmüş bulunan Dar-ul Elhan’a 1924 yılında uluslararası çoksesli müziğin ortak tekniği ile eğitim öğretim yapan bölümler eklendi ve kurumun içinde çoksesli bir koro, bir senfoni armoni orkestrası ve bir armoni mızıkası ünitesi oluşturulmuştur. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Devlet Konservatuarı’nın ilk tohumları olan İstanbul’daki Sanayi-i Nefise Mektebi ile Ankara’daki Musiki Muallim Mektebi öğrencileri Atatürk’ün, Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk kuşağıdır. Cumhuriyet’in kuruluşundan birkaç yıl sonra yapılan sayıma göre, Türkiye’nin nüfusu on - onüç milyon civarındadır. Savaşlardan çıkmış devletin bütçesi son derece kısıtlıdır. Bu ortamda 1925 yılında, besteci, usta çalgıcı ve müzik eğitimcisi yetiştirmek üzere yurt dışında öğrenim görecek gençler için yarışmalı sınav açılmış ve yetenekli gençler Avrupa’nın başlıca müzik okullarına gönderilmiştir. Cumhuriyet Dönemiyle birlikte, Atatürk devrimleri ve cumhuriyetin temel ilkeleri gerek tiyatro eserlerinde gerekse tiyatronun çeşitli yönlerinde yansıma ve uygulama alanı buldu. Türk ulusunun erdemleri, idealleri, değerleri eski tarihten alıntılarla gösterildi. Devrimlerin korunması ve övgüsü opera sanatı da dahil olmak üzere çeşitli oyunlarda yer buldu. Yepyeni bir devlet kurulurken tüm sanat dalları, hem halka yönelik hem de halkın yararına onun kültür düzeyini yükseltecek şekilde temelleniyordu. Atatürk, 1928 yılında başkent Ankara için hazırlanan şehir planlarına büyük ve modern bir opera binası koydurtmuştur. Atatürk’ün plana koydurttuğu Operaevi, ödenek yetersizliği nedeniyle yapılamamış, Sergievi binası 1948'de İsmet İnönü'nün ilgisiyle Operaevi'ne dönüştürülmüştür. Cumhuriyet’in ilan edilişinden sonraki yıllarda opera alanında önemli bir gelişme olmamıştır. 1930’da İstanbul’da Opera Cemiyeti kurulmuş, 1934’de Büyük Opera Heyeti tarafından G.Verdi’nin “La Traviata” operası sahnelenmiştir. Bu çalışmalar opera sanatı açısından yetersiz kalmıştır. Atatürk, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde ciddî ve disiplinli opera çalışmaları yapılması gerektiğine inanıyordu. 1934 yılında İran Şahı Rıza Pehlevi, Atatürk’ün davetlisi olarak Türkiye’ye gelmiştir. Atatürk, İran Şahı’na, gerçekleştirilen devrimler gösterilirken bir Türk Operası temsilinin de programda yer alması gerektiğini düşünmüş ve besteci olarak o zaman 27 yaşında bulunan Ahmed Adnan Saygun’u seçmiştir. Türk ulusunun tarihi ve manevi köklerini araştıran, bu kaynaklardan geleceğe ışık tutan “Özsoy” operasının konusu Gazi Mustafa Kemal’e aittir. Konu; İranlı şair Firdevsi’nin Şehname adlı eserinden bizzat Atatürk tarafından, Türk – İran halklarının kardeşliğini vurgulayacak şekilde düzenlenmiş ve libretto, Münir Hayri Egeli’ye yazdırılmıştır. Eser, Atatürk’ün yakın ilgisiyle ve yoktan var edilen orkestra, koro ve solistlerle, yaklaşık bir ay gibi kısa bir sürede ve çeşitli güçlüklere rağmen tamamlanmıştır. 3 perdelik “Özsoy” veya “Feridun” adlı operanın ilk temsili, Saygun’un yönetimi altında, devlet başkanları ve seçkin davetlilerin huzurunda, 19 Haziran 1934 günü Ankara Halkevi’nde yapıldı. Böylece 1934 yılında Ankara’da operaya doğru atılmış ilk adım, ilk deneme sahnelenmiş oluyordu. Saygun’un başarısı ve Şah Rıza Pehlevi’nin gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin müzik devriminden gerekse operanın konusundan oldukça etkilenmesi Atatürk’ü son derece heyecanlandırmış ve yapılan işi “Bir inkılâp hareketi” olarak değerlendirmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in büyük isteği; Anadolu insanının saf ve içten duygularından kaynaklanan müziği, çağın gelişmiş teknolojisiyle işleyerek ve kırsaldan kentsele taşıyarak tüm dünyaya yansıtacak ulusal müziği yaratmaktır. Böylece, 10. Yıl Nutku’nda da belirttiği gibi, “Milli kültürü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak” ülküsü de gerçekleşmiş olacaktı. Bunun ilk uygulaması “Özsoy” operasıdır. Ahmed Adnan Saygun ve “Özsoy” denemesi, Türk operasının tarihinde önemli yer alır. Çünkü bu olay, Atatürk’ün Türkiye’de opera kurulması hakkındaki düşüncelerini doğrulayan ve uygulama için çalışmaların başlamasına yol açan en büyük olgudur. Saygun’dan hemen yeni bir opera bestelemesini ister. Bu eser, yeni bir ulusun doğuşunu anlatan “Taşbebek” operası olacaktır. “Özsoy”un temsilinden birkaç gün sonra Atatürk Devlet Musikî ve Temsil Akademisi kurulması yönündeki emirlerini vermiştir. 25 Haziran 1934’de “Milli Musiki ve Temsil Akademisi Teşkilatı Kanunu” çıkarılmış, kanunun birinci maddesinde amaçları şu şekilde belirlenmiştir: “a) Memlekette ilmi esaslar dâhilinde milli musikiyi işlemek, yükseltmek ve yaymak, b) Sahne temsilinin her şubesinde ehliyetli unsurlar yetiştirmek, c) Musiki muallimi yetiştirmek”. Milli Eğitim Bakanlığı, Atatürk’ün direktifiyle Ankara’da Devlet Konservatuvarı’nın kurulmasıyla ilgili hazırlıklara başlamıştır. Atatürk, 1934 yılında Büyük Millet Meclisi’nin açılış konuşmasında: “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir” demiştir. Devlet Tiyatrosu fikri ilk yıllarda bile devlet ileri gelenlerinde yerleşmiştir. 1935 yılında Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen; Devlet Tiyatro, Operet, Opera ve Temsil Kolları’nı kurmak için bazı girişimlerde bulunmuştur. Ankara’da uzmanların katılımlarıyla toplanacak kongreye gelecek üyelere gönderdiği mektupla şu çağrıda bulunmuştur: ”Ulu Reisicumhurumuzun işaretleri üzerine yeni hız alan müzik devrimimizin temel davası, yurdumuzda ulusal müziğin kurulması ve ilerlemesidir. Bu büyük ilkeye varmak için tutulacak yollar, yapılacak şeyler vardır”. Bakanın bu çağrısı üzerine toplanan kongrenin kararı uyarınca, önce Milli Eğitim Bakanlığı’nda ilk olarak bir Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1934 yılında Atatürk’ün talimat, yardım ve ilgileriyle bestelenmiş A. Adnan Saygun’un 1 perdelik “Taşbebek” operası 27 Aralık 1934’te, Necil Kazım Akses’in “Bayönder” Operası’ndan ilk üç tablo 28 Aralık 1934’te Atatürk’ün İstiklal Savaşı’nda Ankara’ya gelişinin 15. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde Cumhurbaşkanının huzurlarında Ankara Halkevi Sahnesi’nde ilk olarak oynanmıştır. 1935–36 ders yılında, Musiki Muallim Mektebi’nde kurulması düşünülen Devlet Konservatuvarı için Atatürk’ün istek ve emirleri üzerine yabancı uzmanlar getirtilmiştir. Almanya’dan gelen çağdaş müziğin ünlü bestecisi Paul Hindemith’in, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşu ile ilgili raporunda açıklamış olduğu düşünceler arasında yer alan bir cümle, büyük bir önem taşımaktadır. Bestecinin bu görüşte ne kadar haklı olduğu, konservatuvarın daha ileri yıllarda elde etmiş olduğu başarılı sonuçlardan anlaşılmaktadır. Hindemith raporunda kısaca şöyle demiştir: “Bazı uluslara özgü müzik yeteneğinin, bu yolda uygulanması gereken kesin ölçülere tamamen uyar nitelikte olduğuna Türkiye’de şahit oldum. Türklerin müziğe olağanüstü oranda yetenekleri var, teknik uğraşının her türünü kolay benimseme bakımından sahip oldukları güç, planlı bir reform uygulanması halinde, Türklerin az zamanda, müzik alanında da üstün bir düzeye ulaşmalarına imkân sağlayacaktır”. Konservatuvarın ‘Temsil Şubesi’ için, Hindemith’in tavsiyesi üzerine Almanya’dan ünlü tiyatro ve opera rejisörü Prof. Carl Ebert getirtilmiştir. Her ikisinin yaptığı incelemeler sonunda verilen raporlara göre, Musiki Muallim Mektebi içinde Devlet Konservatuvarı sınıfları çalışmaya başlamıştır. Bu nedenle büyük önder Atatürk, 1936 yılında Büyük Millet Meclisi açılış konuşmasında: “Güzel sanatlara da alakanızı yeniden canlandırmak isterim. Ankara’da bir konservatuvar ve bir temsil akademisi kurulmakta olmasını zikretmek, benim için bir hazdır. Güzel sanatların her şubesi için, kamutayın göstereceği alaka ve emek, milletin insani ve medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok tesirlidir” tespitinde bulunmuştur. Böylece adı henüz kanunla konulmamış olmasına rağmen 1936 yılında, 1934 yılında Ankara’da faaliyete geçirilmiş bulunan Musiki Muallim Mektebi’nin öğrencileri arasından seçilen yetenekli elemanlarla yine aynı kurumun içinde Devlet Konservatuvarı sınıfları faaliyete geçirilmiştir. Konservatuvarda, müzik sanatının bütün dallarında olduğu gibi, tiyatro ve opera alanında da çalışmalara hızla başlanmıştır. 1936 yılının Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, Profesör Carl Ebert’e: “Türkiye’de Türk dili ile bir opera, acaba kaç yıl sonra oynanabilir?” diye sormuş, Ebert: “Beş yıl sonra” cevabını vermiştir. Bakan, bu cevabı derhal Atatürk’e iletmiştir. Büyük önder, böyle bir günü özlemle beklemiş, ancak ne yazık ki, Türkiye’de opera kurulması için en büyük çabayı gösteren kişi olan Atatürk, çalışmaların sonucunu göremeden vefat etmiştir. 1935–36 ve 1936–37 yılları Türkiye için, müzik sanatında, uluslararası nitelikteki ortak tekniği, çoksesli ulusal Türk sanat müziğini yaratma yolunda önemli yıllar olmuştur. Almanya’dan Hindemith ve Ebert gibi iki büyük sanat adamının Ankara’ya davet edilip, düşünce ve yardımlarını sağlamasıyla yetinilmemiş, İstanbul Belediye Meclisi de, konservatuvarı organize etmek üzere, Viyana’dan zamanın ünlü bestecisi Hofrat Joseph Marx gibi büyük bir otoriteyi İstanbul’a davet ederek yardımını sağlamıştır. Nitekim Hofrat Joseph Marx da İstanbul’da Belediye Konservatuvarı ile ilgili incelemelere başlamış ve belediye başkanlığına sunduğu raporda kısaca şöyle demiştir: “Türkiye, ileri müzik sanatına önem veren bir ülke olarak, büyük rol oynamaya adaydır; batı memleketlerinde okuyan Türk bestecileri, önemli eserler meydana getirmektedirler.” Ankara Devlet Konservatuvarı faaliyete geçer geçmez; Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Ahmed Adnan Saygun ve Hasan Ferit Alnar gibi besteciler, yetenekli gençleri, geleceğin kültürlü yaratıcıları olarak çalıştırmaya başlamışlardır. Böylece yetişmiş ilk genç kuşak bestecilerinden bazıları yabancı bestecilerin yanında ihtisaslarını güçlendirerek, müzikli sahne sanatına da çağdaş Türk operalarıyla katkıda bulunmuşlardır. Carl Ebert, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın opera stüdyosundaki eğitimle ilgili çalışmaları, uluslararası opera literatürünün standart eserlerinden alınan örneklerle, Türkçe metinli denemeler halinde oluşup gelişmiştir. Öğrencilerin sahneye koydukları ilk oyun, Wolfgang Amadeus Mozart’ın 1 perdelik “Bastien und Bastienne” adlı operası olmuştur. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın eşliğinde ilk olarak Türkçe metinle oynanmış bulunan bu eser zamanın basınında geniş ilgi yaratmıştır. Türk Hükümetinin daveti üzerine, 1936 yılı Ekim ayı sonunda, Macar besteci Bela Bartok, Türkiye’ye gelmiş, halk müziğinin çokseslendirilmesi, araştırılması ve bilimsel alanda nasıl yararlanılacağı konusunda plan ve program yapmıştır. alıntıdır |